ile etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ile etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mayıs 2014 Pazar

Nur Suresi 16. Ayetindeki Subhaneke Kelimesi İle İlgili Bir Düşünce

Nur suresi içinde anlatılan konulardan birisi nazil olma sebebi olarak , Aişe validemize atılan iftira hakkında olup onun temize çıkarılması ile ilgili ayetlerdir. Bu ayetleri okurken sadece, bu ayetler Aişe validemizin masumiyeti hakkında nazil olmuş deyip ayetleri tarihsel bir konuma oturtmak gibi bir durum sözkonusu olmamalıdır. Olması muhtemel olan bu tür olaylara nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğreten ayetler olarak bu mesajlar kıyamete kadar bizlere yola gösterecektir. Yazımızın konusu bu surenin 16. ayetinde geçen "subhaneke" kelimesinin kullanımı ile ilgili olacağı için önce ilgili ayeti verip sonra konu ile ilgili ayetleri sıralayarak 16. ayetteki kelimenin muhatabının kim olabileceği üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız.

 Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ subhâneke hâzâ buhtânun azîm(azîmun).
 Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?

Konu bütünlüğünü anlamak açısından ifk olayı ile ilgili ayetlerin mealleri şöyledir.  
[024.011] Muhakkak o kimseler ki, iftira ile geliverdiler, sizden bir zümredirler. Onu sizin için bir şer sanmayın, belki o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişiye de günahtan kazandığı şey vardır. Onlardan o kimse ki, onun büyüğünü deruhte etmiştir, onun için de pek büyük bir azap vardır.
[024.012]  Onu işittiğiniz vakit mü'min erkeklerle, mü'min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup: Bu, apaçık bir iftiradır, demeleri gerekmez miydi?  
[024.013]  Ona dört şahit getirselerdi ya, madem ki şahit getiremediler, o halde onlar Allah katında yalancılardan ibarettirler.
[024.014]  Ve eğer Allah'ın fazl-u rahmeti dünyada ve ahirette üstünüzde olmasa idi elbette o içine daldığınız yaygaradan dolayı sizi pek büyük bir azap kaplardı.
[024.015] Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.
[024.016] Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?
[024.017]  Eğer mü'min kişilerdenseniz; buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah, size öğüt veriyor.
[024.018]  Allah size ayetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir.
[024.019]  İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[024.020] Ve eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasa idi (elbette ki, sizi muazzep kılardı) ve şüphe yok ki, Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

Mealini verdiğimiz ayetlerde görüldüğü üzere Aişe validemizin üzerine atılan sözün iftira olduğu ve16. ayette , bunu duyanların Aişe validemizi böyle bir şey yapmaktan münezzeh olduğunu dile getirmeleri ve olayın gerçek değil apaçık bir iftira olduğunu söylemelerin gerektiği beyan edilmesine rağmen, ayet içindeki "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılmasından yola çıkılarak bu ayet'tede sanki Allah cc için kullanıldığını düşünerek bir çok mealin şu şekilde yapıldığını görmekteyiz.  
24.16- Onu duyduğunuzda: 'Bize bunu konuşmak yakışmaz. (Ey Rabbimiz!) Sen yücesin! Bu büyük bir iftiradır' demeli değil miydiniz?
24.16-Onu işittiğiniz vakit, (Peygamberin eşiyle ilgili) böyle bir konuşmamız bize uygun olmaz; Hakk'ı tenzîh ederiz, bu en büyük bir iftiradır, deseydiniz ya..
 24.16- Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Tanrım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?

Yukarıda verdiğimiz örnek ayet meallerine dikkat edecek olursak ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılışını dikkate alarak parantez açılarak bir ilavede bulunulmuştur. Halbuki bu kelimenin muhatabının ayet içinde Allah cc değilde Aişe validemiz olduğu biraz düşünülseydi gereksiz parantezler açarak ayetin yanlış meallendirmesine gerek kalmazdı. 
Subhaneke kelimesinin geçmiş olduğu diğer ayetler olan, 2.32/3.191/5.116/7.143/10.10/21.87/24.16/25.18/34.11 e bakmış olsalardı o ayetlerdeki "ke" zamiri ile ilgili olan muhatabın Allah cc olduğu ama nur s. 16. ayetteki "ke " zamirinin muhatabının Allah cc değil Aişe validemiz olduğu görülürdü. Subhaneke kelimesi ile eğer Allah cc kastedilmiş olsaydı "subhanallah" kelimesi kullanılması daha doğru olurdu düşüncesindeyiz.

Burada şöyle bir saptama yaparak iddiamızı daha doğru bir zemine oturtabiliriz. Allah cc aşkın bir varlık olması nedeniyle bize kendisini, algılama alanımıza giren kelimeler ile ifade ederek onu idrak etmemizi sağlar, bu idrak etme bize kendisini anlatırken benzettiği kelimelerin anlamları üzerinden olduğu için biz onu kapasitemiz kadar idrak edebiliriz. Allah cc nin subhan alması demek o kelime üzerinden ifade edilen anlamı zihnimizde canlandırarak onun her türlü eksiklikten münezzeh olduğunu biliriz işte bu şekil bir anlatım müteşabih bir anlatım olarara isimlendirilir.Müteşabih anlatımlar ise, muhkem anlatımlar üzerinden verilen mesajlar ile anlaşılabilir olması kur'anın mesani yani ikili anlatım uslubunun bir özelliğidir. Aişe validemiz için kullanıldığını iddia ettiğimiz "subhaneke" kelimesi onun için kullanılan muhkem bir kelime olup onun her türlü zina iftirasından beri olduğunu, kesinlikle böyle bir suç işlemeyeceğini ifade etmek için kullanılmış bir kelime olduğu düşünülebilir.

 Haklı olarak şöyle bir soru gelecektir, "ke" zamiri muhatap müzekker bir zamirdir neden muhatap müennnes zamiri olan " ki" şeklinde gelip "subhaneki" denilmedi'de subhaneke denildi ? . Bu duruma cevap olarakta kur'anın bazı ayetlerinde gözümüze çarpan müzekker gelmesi yerde müennes gelmesi veya müennes gelmesi gereken yerde müzekker şekilde gelen bazı örnekleri söyleyebiliriz mesela  ; yusuf suresi 30. ayetindeki " ve qale nisveten" ibaresinde "qale" (dedi) kelimesi müfret müzekker gaip sigasında gelmiş bir kelime "nisveten" çoğul müennes bir kelimedir . Bu tür örnekleri bazı ayetlerde görmek mümkündür. Bu konu ile ilgili olarak Sayın Soner Gündüzöz hocanın "Kur'anda yerleşik gramer kurallarına aykırı dil yapıları "adlı makalesine bakılabilir. 

 Sonuç olarak; nur suresinde Aişe validemize atılan iftira ile ilgili inen ayetlerdeki 16. ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin Aişe validemizin böyle bir zina eyleminden münezzeh olması gerektiğini , bunu duyan mü'minlerin o iftirayı duydukları zaman " SENİ BÖYLE BİR ŞEY YAPMAKTAN TENZİH EDERİZ SEN ZİNA GİBİ ÇİRKİN BİR ŞEY YAPMAKTAN MÜNEZZEHSİN" demeleri gerektiği halde o iftiraya inanmalarının çok büyük bir hata olduğu beyan edilmektedir. Subhaneke kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde bu kelimenin Allah cc için kullanılmasının bu ayet için'de Allah cc için kullanıldığını düşünen meal yapıcıları bu düşüncelerini ayet içinde parantez açarak gerçekleştirmişlerdir. Kur'an meali yapan kişilerin genelde birbirlerinden kopya çekerek meal yapmaları bu şekil bir hatayı beraberinde getirdiğini düşünerek tetkik ettiğimiz mealler içinde Edip yüksel'in yapmış olduğu mealin parantez açılmadan yapılmış olduğunu gördüğümüz ve doğruya en yakın bir meal olduğu için onun nur s. 16. ayet ile ilgili yaptığı meali vererek yazımızı bitiriyoruz. "Onu işittiğinizde, 'Bunu konuşmamız doğru değil. Sen Yücesin. Bu büyük bir iftiradır,' demeniz gerekmez miydi?"

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

29 Nisan 2014 Salı

Şefaat Ayetlerini Bir de Bu Sıra İle Okuyalım

Şefaat konusu ile ilgili ayetler kur'anın en fazla istismara uğrayan ve en fazla yanlış anlaşılan ayetleridir. Kur'anın şefaat ile ilgili ayetlerinin anlaşılma kolaylığı  sağlaması açısından belli bir sıraya koyarak okumak bu konu ile ilgili ayetlerin doğru anlaşılmasında faydalı olacağını umduğumuz için böyle bir çalışma yaptık .  

Şefaat ile ilgili ayetleri okumaya başlamadan önce kafamızdaki ön kabullleri atarak yani geleneksel anlayışa hakim olan , "Allah cc dışında şefaatçiler var" şeklinde düşünceyi bir tarafa bırakıp, "kur'an şefaat konusu ile ilgili olarak nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabını aramak için ayetlere yaklaşmamız gerekmektedir, aksi takdirde bu ayetlere rağmen bu konuyu yanlış anlamaktan kurtulamayız. 

[10.18]  Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek, yararları da dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: «Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir» derler. De ki: «Siz, Allah'a göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk katmakta olduklarınızdan uzak ve yücedir.»

[39.43-44] Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: «Ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?»De ki: «Şefaatin tümü Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra da O'na döndürüleceksiniz.»

Yunus s. 18 , zümer s. 43-44. ayetlerine baktığımızda müşriklerin kulluk ettikleri putlarına yüklemiş oldukları vazifelerden birisinin de , Allah cc ye yaklaşmak için onları vesile edinmeleri olduğu görülmektedir.

[043.086] O'nun dışındakilere tapmakta olanlar şefaatte  malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka.

Zuhruf s. 86. ayetinde , Allah cc nin dışındakilere kulluk etmekte olup ta onlarda şefaat bekleyenlerin böyle bir asla erişemeyecekleri beyan edilmesine rağmen bu ayet şefaat konulu ayetler içinde yanlış şekilde meallendirilen ayetlerden birisidir şöyleki ; yanlış olduğunu iddia ettiğimiz meal "O'nun dışında taptıkları şefaatte bulunmaya malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka." şeklindedir , bu meali yapanlar acaba Allah cc nin dışında kulluk edilipte şefaat istisnası getirilen bir put olabilirmi diye hiç düşünmedilermi?. Ayeti dikkatle okuyan bir kişi , kur'anın bir çok ayetinde müşriklerin Allah cc dışında kulluk etmiş olduklarının kıyamet gününde onlardan kaçacağı ve onların ibadetlerini red eedeceği ayetleri görünce ilk olarak diyeceği şey kur'anda çelişki olduğu şeklinde bir düşüncedir. Okuyucu bir ayette putlar onlardan kaybolacak ayetini okuyacak , diğer ayette putlar şefaat edebilecek ayetini okuyacak bu nasıl iştir diye haliyle soracaktır. Ancak çelişkinin kur'anda değilde şefaat ayetlerini geleneksel ön kabule uygun olarak çevrilmesinde olduğunu anlayıp doğru bir mealden bu okuyunca bazı meal  yapıcılarının nasıl bir cehalet içinde kur'an meali yaptıklarına şahit olacaktır.

[10.3]  Rabbınız o Allahdır ki Gökleri ve Yeri altı günde olarak yarattı sonra Arş üzerine istivâ buyurdu emri tedbir ediyor hiç şefaatçi yok ancak onun izninden sonra, işte bu evsafın sâhibi Allahdır rabbınız, o halde ona ibadet ediniz, artık düşünmez misiniz!

[2.255]  Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.

Yunus s. 3 , bakara s. 255. ayetlere baktığımızda " onun izni olmadan" şeklinde bir istisna ibaresi görmekteyiz. Şefaat konusuna Allah cc nin dışında herhangi bir kimsenin yetkili olabileceği düşüncesinde olanlar , izin verilmesi şeklinde bir istisnayı şefaat konusunda Allah cc nin birilerine müsade ederek başka birine böyle bir yetki verebileceği zannına kapılmışlardır. Yunus s. 18 ve zümer s.43.44 ayetlerini bu izin konusu ile ilişiklendirerek okursak , müşriklerin Allah cc nin dışında kulluk ettikleri putlara yükledikleri şefaatçi olmalarının Allah cc tarafından verilen bir bilgi dahilinde olmadığı ve  onun böyle bir şeye izin vermediği anlaşılmaktadır.

[6.70] Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.

[32.4]  Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?

[36.23]  «Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar.»

Araf s. 70 , secde s. 4 ve yasin s. 23. ayete baktığımızda Allah cc den  başka bir şefaatçi olmadığı ve onun dışında kulluk edilen bir şeyin insanlara ne fayda ne zarar vermeye güçleri olmadıkları hatırlatılmaktadır.

 [2.48] Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.

[2.123] Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve onların yardım görmeyeceği günden korunun.

[2.254]  Ey inananlar! Alışverişin, dostluğun, şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin. İnkar edenler ancak yazık edenlerdir.

[30.12-13] Kıyamet koptuğu gün suçlular umutsuz kalıverirler.Ortak koştuklarından kendilerine şefaat edenler de bulunmaz. Ortaklarını da inkar etmişlerdir.

[006.051] Hem bununla şunları inzar eyle ki rablarının huzuruna haşrolunacaklarından korkarlar, öyle ki kendileri için onun huzurunda ne bir dost ne bir şefâatci yok, gerektir ki onlar korunurlar.

[040.018]  Onları, yüreklerin ağıza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan kıyamet günü ile uyar. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenecek şefaatçisi olur.

Yukarıdaki ayetlere dikkat edecek olursak , kıyamet günü insanların dünyada iken medet ummuğu her ne ise onların o gün herhangi bir faydaları olmayacağı hatırlatılmaktadır.

 [19.77-87]  Ayetlerimizi inkar eden ve «bana elbette mal ve çocuk verilecektir» diyeni gördün mu?. Gaybe muttali' mi olmuş? Yoksa rahmanın huzurunda bir ahid mi almış?Hayır, söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça uzatacağız.Bahsettikleri şeyler Bize kalacaktır, kendisi Bize tek olarak gelecektir.Tuttular Allahtan başka ma'budlar edindiler ki kendilerine ızzet ve kuvvet olsunlar diye.Hayır, onlar kendilerinin ibadetlerini inkar edecekler ve aleyhlerine döneceklerdir.Şeytanları, kâfirlerin üzerine kışkırtıcı olarak saldığımızı görmedin mi? Onlara karşı acele davranma; biz onlar için ancak saydıkça saymaktayız.O gün, takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız.Mücrimleri de susuz olarak Cehenneme sevkedeceğiz.Şefaate mâlik olamayacaklardır, ancak Rahmân'ın nezdinde bir ahd alan müstesna.

Meryem s. 77- 87. ayetleri arasına baktığımızda konu bütünlüğünün gözetilerek okunması gerektiği ortaya çıkmaktadır. 77. ayette hayatını küfr içinde geçiren bir kişinin bu küfrünün karşılığını göreceğini unutarak yine mallar ve çocuklar ile ahirettede zenginliğinin süreceği düşüncesini red etmekte olduğu görülmektedir. Burada müşriklerin ahiret inançlarının olmadığı gibi bilgileri hatırlayacak olursak o kafirin mallar ve çocuklarla destekleneceğini neden umduğu sorusu hatıra gelecektir. Bu sorunun cevabını kehf s. de bahçe sahipleri kıssasında ayetler ile birlikte okursak herhalde sorunun cevabı verilmiş olacaktır.
[018.036]  kıyametin kopacağını da zannetmem. Bununla beraber şayet Rabbime döndürülürsem, mutlaka bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.»
Kehf s. 36. ayetinde müşrik olan bahçe sahibinin kıyamet ve sonrasını inkar ettiği görülmektedir, aynı müşrik kıyamet ve ahiret olsa bile kendisinin oradada güzel bir akıbetle karşılacağını beklemektedir.Meryem s. 77. ayetindede aynı beklentiyi görmekteyiz ve bu iddiaların Allah cc tarafından red edilişini ilerleyen ayetlerden okumaktayız. Fussilet s. 49-50 . ayetlerine baktığımız zaman kıyameti inkar eden bir kafirin kıyamet saati başına gelese bile oradada iyi şeyler bulabileceğini uman bir kişi anlatılmaktadır, "İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur.Şayet kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona tarafımızdan bir rahmet tattırırsak mutlaka der ki: «Bu benim hakkımdır. Kıyametin başıma dikileceğini (kopacağını) de sanmıyorum. Faraza Rabbime döndürülecek olursam mutlaka benim için O'nun yanında daha güzeli vardır.» Fakat o zaman Biz o inkar edenlere ne yaptıklarım haber vereceğiz ve onlara mutlaka yoğun bir azap tattıracağız."

Meryem s. 87. ayeti üzerinden şefaat konusuna geleneksel olarak yaklaşanların iki açıdan hataya düştüklerini görmekteyiz. 1. hata ayetleri bağlamından kopararak okumak çünkü 87. ayeti doğru anlamak için 77. ayetten itibaren okumak gerekmektedir. 2. hata meallendirmede yapılan hatadır, ayeti gelenğin ön kabulune uygun olarak Allah cc dışında şefaatçiler olduğu var sayılarak bir çok mealde "Rahman'ın katında bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır." şeklinde görmekteyiz halbuki "şefaat etme hakkı" diye bir terim Allah cc nin dışındakiler için hiç bir ayette geçmemekte olup tamamen ön kabullere uygun olarak meallendirilmişlerdir.

[6.93-94]  Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen! Andolsun ki Bize, ilk defa yarattığımız gibi, işte teker teker geldiniz. Ve size verip hayaline daldırdığımız servetleri arkalarınızın gerisine bıraktınız. Hani o sizin var oluşunuzda Allah'ın ortakları olduğunu yanlış yere sandığınız şefaatçıları yanınızda görmüyoruz? Gördünüz ya aranızdaki bağlar büsbütün koptu ve güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir


[7.53]  Onlar onun akibetinden başkasını beklerler mi? onun akibeti geldiği gün ise onu evvelce unutmuş olanlar diyecektir ki: «Muhakkak Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişlerdir. İmdi bizim için şefa-atçilerden kimse var mıdır ki, bize şefaat ediversinler ve- yahut geri döndürülür müyüz ki, yapar olduğumuz şeylerin başkasını yapıverelim.» Şüphe yok ki, onlar nefislerini ziyana uğratmışlardır. Ve o iftira eder oldukları şey de onlardan çıkıp gitmiştir.

[26.96-102] Orada  çekişirken şöyle derler «, tallahi biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!» «Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da, o mücrimler oldu. «Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan bir dostumuz!» «Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!»

[074.042-48]  Nedir, diye: sizi sekare sokan?Derler: biz musallin'den değildik.Yoksulu doyurmuyorduk, «Batıla dalanlarla biz de dalardık.»«Ceza gününü yalanlardık.» «Ölüm bize o haldeyken geldi.»Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez.

Bu ayetlerde ise kıyamet gününde ,dünya hayatında iken Allah cc nin dışında şefaatçiler edinenlerin durumu gözler önüne serilmekte olup pişmanlıkları bizlere bildirilerek şu anda dünya hayatını yaşamakta olan bizlere böyle bir inanca sahip isek yol yakın iken terketmemizi aksi takdirde başımıza gelecekler anlatılmaktadır. Müddessir s. 48. ayetindeki "şefaatçilerin şefaatinin fayda etmemesi" sanki şefaatçilerde varsa onlara fayda etmezmiş gibi anlaşılabilir , ancak konuyu kur'an bütünlüğünde okuyacak olursak müşriklerin şefaatçi olacağı zannı ile inandıklarının onlara şefaatçi olamayacakları anlatılmaktadır.

[020.109]  O gün, Rahman (olan Allah) 'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat bir yarar sağlamaz.

[034.023]  O'nun huzurunda , izin verdiği kimselerden başkasına şefaat fayda  vermez. Nihayet kalplerinden dehşet giderildiğinde: «Rabbiniz ne buyurdu diye sorarlar,  «Hakkı.» derler. O, öyle yüksek, öyle büyüktür.
Bu ayetlerdede kıyamet günün şefaatin nasıl gerçekleşeceği anlatılmaktadır. Yunus s. 3 ve bakara s. 255. ayetlerde gördüğümüz izin konusunu yeniden hatırlayacak olursak o ayetlerde izin konusu müşriklerin Allah cc nin dışında ihdas etmiş oldukları şefaatçilerin, Allah cc tarafından onlara böyle bir izin yani bilgi verilmemesini anlatmaktadır. Taha s. 109 ve sebe s. 23. ayetlerinde de meallendirme hatasını görmekteyiz. Klasik şefaat inancına uygun olarak Allah cc den başka şefaatçiler olduğu ön kabulune uygun olarak bu ayetlerdeki "başkasına" şeklinde olması gereken kelime "başkasının" şeklinde çevrilerek Allah cc dışında bir şefaatçi olduğu düşüncesi ayete onaylattırılmak istenilmiştir. Ayetler Allah cc nin kendi dışında birisine izin vererek o kişinin isteği üzerine  kişiyi cehennemden kurtarmak gibi olayın olabileceği şeklinde değil aksine dünya hayatında iman edip salih ameller işlemiş olan mü'minlerin cennete girme iznini yani bilgisinin Allah cc tarafından o kullara verilmesidir.

[21.26-28]  «Rahman (olan Allah) çocuk edindi» dediler. O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, onlar (melekler) ikrama layık görülmüş kullardır.Onlar Allah'dan önce söz söylemezler ve ne yaparlarsa sırf O'nun emri ile yaparlar. Allah onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Allah'ın razı olacağı kimselerden başkasına şefaat etmezler. Hepsi O'nun korkusundan titrerler. 

[53.26] Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiç bir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah'ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka

Enbiya ve necm surelerinde anlatılmakta olan şefaat konusunda, melekler'in şefaatinin nasıl olduğu anlatılmaktadır.Müşrik inancındaki melek algısı red edilerek onların Allah cc indindeki durumları anlatılmakta olup Allah cc nin izinsiz ona rağmen herhangi bir iş yapmalarının mümkün olmadığı haber verilmektedir.  

Meleklerin şefaati nasıl olacak dersek onların şefaatide yine kur'anda bildirilmiş olup dünyada iken salih ameller işleyip cenneti haketmiş olan mü'minlere cennete girerken onları karşılamaları şeklindedir.  

[013.023-4] O güzel âkıbet Adn cennetleri olup, onlar babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olanlarla birlikte o cennetlere girerler. Öyle ki melekler de her kapıdan yanlarına varıp: «Sabretmenize karşılık size selamlar, selametler! Dünya diyarının ne güzel âkıbetidir bu!» diyecekler.

[039.073] Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.

Sonuç olarak; şefaat konusundaki ayetleri sıralamaya çalışarak daha doğru anlaşılmasını kolaylaştırmak amacı ile böyle bir çalışma yapmaya gayret ettik.Ayetleri baştan söylediğimiz gibi mesajının ne olduğunu anlamak gayesi ile okuduğumuz zaman geleneksel şefaat inancına uygun düşebilecek en ufak bir delilin olmadığı görülecektir. Müşrik inancına ait olan ve Allah cc nin dışında edinmiş oldukları sahte ilahların kendilerine Allah indinde şefaatçi olduklarına inananların bu inançları red edilmekte olup doğru olan şefaatin sadece Allah cc ye ait olduğu onun dışında hiç kimseye böyle bir yetki ve izin kimseye vermediğini bildiren rabbimizin bu bilgilerine rağmen, özellikle Muhammed as kıyamet günü hakkında cehennem kararı verilmiş olan mü'minlerin (mü'minlerin geçici olarak cehenneme gidceği düşüncesi ayrı bir garabet)  cehennemden kurtulması için başını secdeden kaldırmayarak ümmeti af edilene kadar ısrarcı olacağı bilgileri dini kaynak olarak bilinen kitaplarda "  Hakkında azab hükmü kesinleşmiş, ateşte olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?"( 39.19) veya "Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim." (50.29) gibi ayetler hiçe sayılarak haşa Allah cc den daha merhametli bir peygamber portresi çizilmeye çalışılmıştır. Ayetleri bütünlük içinde okuduğumuz zaman kıyamet günü cehennemi haketmiş olan müslümanların oradan kurutlmalarını sağlamak amacı ile peygamber , din büyükleri vs gibi şahısların böyle bir yetki ile donatılacağına dair en ufak dahi bir bilgi olmamasına rağmen müşriklerin red edilen inançları müslümanlar için bir akidevi konu haline getirilmiştir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

15 Nisan 2014 Salı

Saffat s. 24. Ayeti'nin Mealleri İle İlgili Bir Çalışma

Saffat s. 19. ayetinden itibaren başlayan kıyamet ve sonrası ile ilgili anlatımların 24. ayetinde şöyle buyurulmaktadır. 

"Vakıfûhum innehum mes’ûlûn(mes’ûlûne)".  

Bu ayetin mealleri ise genelde, " Durdurun onları; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir" şeklinde yapılmaktadır. 

Saffat s. 24. ayet öncesinde olan 22 ve 23. ayete baktığımızda ise mealen şöyle buyurulmaktadır. 

 Zulmetmiş olanları ve onların eşlerini toplayın. Onların taptıklarını da;«Allah'tan başka (taptıklarını) ; artık onları cehennemin yoluna yöneltip götürün.»

Saffat s. 22 ve 23. ayetlere baktığımız zaman, zalimlerin cehennem yoluna sevk edildikleri görülmektedir yani hesapları görülmüş ve haklarında hüküm verilmiştir. 24. ayete gelince yapılan meallerin " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." şeklinde olduğu görülmektedir.  

Şimdi dikkatli bir Kur'an okuyucusu haklı olarak , " Saffat s. 22. ve 23. ayetlerde haklarında hüküm verilmiş olanlara neden " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." denilmektedir , halbuki onların hükmü verilmemişmiydiki böyle deniliyor? ,sorguya çekilmeden cehennem hükmü nasıl verilmiş?" diyecektir.

Bu sorunun cevabını , "Saffat s.24. ayet'in o şekilde yapılan mealleri yanlıştır" şeklinde verebiliriz, bu seferde yine haklı olarak , " bu ayetin doğru meali hangisidir?" sorusu ile karşılaşılacaktır. 

"Vakafe" kelimesi "durmak" anlamında bir kelime olup , "birşeyi vakfetmek demek" , o şeyin süresiz olarak kullanıma açık olması, "tevkif etmek" demek hakkında hüküm kesinleşmiş olan birisini o hükmün gerçekleşmesi için durdurmak demektir. 

Saffat s. 24. ayetteki "vakıfuhum" kelimesinin , haklarında hüküm kesinleşmiş olanlar için kullanılan anlama uygun olarak tevkif edilmeleri yani "haklarındaki hükmün gerçekleşeceği ebedi hapishanede tutmak" şeklinde anlaşılması gerekmektedir.  

Saffat s. 24. ayetteki çevirinin problemli olduğu ikinci kelime "mes'ulune" kelimesidir. Bu kelimenin genellikle " sorguya çekilecekler" şeklinde çevrilmiş olduğu görülmektedir. 

Kur'anda 4 ayette geçen "mes'ul" kelimesinin anlamı bize bu kelime hakkında doğru bilgiyi verecektir.  

[017.034]  Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak rüşdüne erişinceye kadar en güzel şekilde yaklaşma başka; verdiğiniz sözü yerine getirin; çünkü verilen sözde muhakkak bir sorumluluk(mes'ulen) vardır.
[017.036]  Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur (mes'ulen).
 25.16 Onlar için orada, diledikleri herşey sürekli vardır. Bu, Rabbin üzerinde sorumluluğu(mes'ulen) üstlenilen bir vaattir.
[033.015]  Halbuki bundan evvel Allaha ahid vermişlerdi: arkalarını dönmiyeceklerdi, Allahın ahdi ise mes'uliyyetlidir(mes'ulen)
 

Yukarıdaki ayetlerde , Saffat s. 24. ayetindeki "mes'ulune" kelimesinin ,"mes'ulen" kelimesinin anlamına uygun olarak çevrilmediğini görmekteyiz. Bu kelimenin, "yaptığı bir işten veya verdiği bir sözden ötürü sorumluluk altına girmek" şeklinde bir anlama uygun olarak çevrilmesinin daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Sonuç olarak; Saffat s. 24. ayetinin, " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." şeklinde meallendirilmesinin, haklı olarak bazı soruları beraberinde getireceği için isabetli bir çeviri olmadığını düşünmekteyiz.

Bu ayetin , "VE ONLARI HAPSEDİN  MUHAKKAK ONLAR SORUMLUDURLAR!" şeklinde yapılan meallendirmelerin daha isabetli olacağını düşünmekteyiz. Çünkü bu şekilde yapılan meallerin 22. ve 23. ayetlerin siyak ve sibakına daha uygun olarak çevrildiğini, haklarında cehennem hükmü verilmiş olanların, artık haklarındaki hükmün ebedi olarak uygulanması için TEVKİF edilerek cehennem yoluna sevkedilmeleri emredilmekte olup, buna sebeb olarak onların SORUMLU oldukları yani cehenneme atılmalarının bir gerekçesi olduğu beyan edilmektedir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

29 Mart 2014 Cumartesi

Salih a.s Kıssası ve Kavminin Deve İle İmtihanı

Salih as Allah cc nin insanlar içinden seçmiş olduğu elçilerden olup kıssası kur'anın bir kaç suresinde bizlere anlatılmaktadır. Salih as ın kavmine imtihan için gönderilmiş olan dişi deve üzerinden verilmek istenen mesaj ve o mesajın bizler için ne ifade ettiğini anlamaya çalışacağımız bu yazımızda, önce kıssanın kur'anda geçen ayet meallerini vermek istiyoruz. 

Araf s. 73-79. ayetlerinde anlatılan kıssanın meali şöyledir. 

73 - Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i : "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi, size bir ayettir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin , sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar."
74 - Düşünün ki  Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
75 - Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen müminlere: "Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da): ", doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.
76 - Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.
77 - Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir! "dediler.
78 - Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
79 - Sâlih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz." 

Kıssanın araf suresinde anlatılan ayetlerine baktığımızda semud kavminin öne çıkan özelliğinin diğer kavimlerde görüldüğü gibi şirk olduğudur.
[006.123]  Böylece, her kentte ileri gelenleri, oranın suçluları yaptık ki, orada hileler çevirsinler. Halbuki bunlar, kötülüğü başkasına değil kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar.
[017.016]  Bir memleketi helâk etmek murad ettiğimiz vakıt ise oranın mütrefine (itaat) emrederiz, onlar itaat etmez de orada fısk yaparlar, bunun üzerine o memleket aleyhine huküm, hakkolur artık onu tedmir eder de ederiz.

Enam s 123. ayeti ve isra s. 16. ayetinde buyurulduğu üzere "müşriklerin sünneti" olarak tabir edebileceğimiz yoldan Salih as ın kavmininde geçtiği görülecektir.

Helak edilen kavimlere baktığımız zaman gelen elçilere ilk çıkanların o beldenin "mütref" ve "müstekbir" olarak tabir edilen önde gelenleri olduğu görülür. Salih as a karşı çıkanlarda semud kavminin müstekbirleri olmuştur. Müstekbirler ellerinde tuttukları servet ve güç ile , müstaz'af olarak tabir edilen kavmin servet ve güç bakımından geride olanları üzerinde kurdukları tahakkümle onların ne yapacaklarına karar verecek konumda olduklarını iddia etmekte olup bunlara rağmen gelen elçiye iman eden muvahhidler bu müstekbirlere rağmen iman etmektedirler.    

Salih as'ın kıssasında semud'a imtihan için ayet olarak bir dişi deve gönderilmiştir. Tefsirlere baktığımız zaman bu devenin kayadan çıktığı ve israiliyyat kabilinden hikayelerin sayfalarca yer aldığı deve üzerinden verilmek istenen mesajın ne olduğu şeklinde herhangi bir düşünde serd edilmediği görülür. Kıssanın diğer surelerinde deve ile ilgili olarak bize dönük mesajları hakkında düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Muhammed as ın mekkeli müşrik muhatapları'da ondan aynı şekilde "görülebilir ayet" istemiş olup Salih as ın kavmine gönderilen görülebir (mubsireten) ayet ve sonra onun kavminin o ayete yapmış olduğu muamele sonrası kavminin başına gelenler ile mekkelilerin ayet istemelerinin red edilmesi gerekçesi olarak gösterilmiştir. isra s. 59. ayetinde bu durum şöyle anlatılır. "O istenilen âyetler le risalet vermekten bizi men'eden de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler tekzib ettiler, Semude gözleri göre göre o nakayı verdik de onunla kendilerine zulmettiler, halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz"

 Salih as'ın hud s. 61-68. ayet mealleri arasında anlatılan kıssası şöyledir. 

 61. Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i . Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir.
62. Dediler ki: Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin,  babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.
63. (Sâlih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet  vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi olursam beni Allah'tan  kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız.
64. Ey kavmim! İşte size ayet olarak Allah'ın devesi. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin . Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.
65. Fakat Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Sâlih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın!" Bu söz, yalanlanamayan bir tehdit idi.
66. Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir,  galip gelendir.
67. Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
68. Sanki orada hiç oturmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rablerini inkâr ettiler. Yine bilesiniz ki, Semûd kavmi uzak kılındı.

Hud suresinde anlatılan bölümde , Semud'un müstekbirleri klasik müşrik söylemi olan "atalar dini" söylemini öne çıkararak kendi haklılıklarına, babalarının'da müşrik oldukları gerekçesini göstermektedirler. Dikkat edileceği üzere gerekçeleri"biz atalarımızı böyle bulduk" olup gelen vahyi red etmelerinin sebeblerinden biridir. Bu söylem aynı şekilde Muhammed as ın mekkeli muhatapları tarafından'da dile getirilmiştir.

Şuara s.141-159. ayetler meali şöyledir.

 141. Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.
142. Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
143. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
144. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
145. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
146. Siz burada, güven içinde bırakılacak mısınız ?
147. "Böyle bahçelerde, çeşme başlarında ?"
148. "Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında?"
149.  dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz .
150. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
151. "O aşırıların emrine uymayın."
152. "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin).
153. Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!
154. Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir.
155. Salih: İşte bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi.
156. Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.
157. Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da oldular.
158. Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
159. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. 
 
 Şuara suresinde anlatılan bölüme baktığımız zaman surede anlatılan kıssalardaki ortak nokta olan "ücret istememe" konusu ön planda olup bu konu Muhammed as ın mekkeli muhataplarına söylediği sözlerdendir. Ücret karşılığı bir iş yapmama kişinin iyi niyetinin bir göstergesi olup bütün elçilerin ortak noktalarından birisini oluşturmaktadır.   

Deve'nin görünür ayet olarak gönderilmesi ve onun imtihan olması , bu suredeki anlatımda öne çıkmaktadır. Semud ahalisi ile deve'nin su içme hakkı belli günler için sınırlandırılmış olup bu şekil bir imtihan bizlere Allah cc nin bizleri tabi tuttuğu deneme konularında bizler tarafından herhangi bir sorgulama yapmadan teslim olmaktan başka şansımız olmadığı mesajını vermektedir. 

Şöyle bir düşünelim, bir köy muhtarı köyün su alma hakkını bir gün kendisine, bir gün bütün köye şeklinde bir taksimde bulunmuş olsa bu muhtarın adı zalim muhtar denilip bütün köyün isyan etmesine sebeb bir durumdur. Ancak Allah cc kullarının imtihan için semud kavmine bir gün, deveye bir gün tayin ettiği zaman bunun adı imtihan olup Allah cc için zalim gibi bir söz söylemek kimsenin haddi olamaz. İşte böyle bir durum semud kavmine gönderilen deve üzerinden örneklendirilerek kulların Allah cc den gelen her şeye boyun eğmek durumunda oldukları isyan etmek şeklindeki tepkilerin karşılığının ne  olabileceği gösterilmektedir.




Neml s. 45-53. ayetleri meali şöyledir.

45. Andolsun ki, "Allah'a kulluk edin!" (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.
46. Sâlih dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.
47. Şöyle dediler: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. Sâlih: Size çöken uğursuzluk , Allah katından  dır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz, dedi.
48. O şehirde dokuz kişi  vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.
49. Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velisine: "Biz (Sâlih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz" diyelim.
50. Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını altüst ettik.
51. Bak işte, tuzaklarının âkıbeti nice oldu: Onları da; (kendilerine uyan) kavimlerini de (nasıl) toptan helâk ettik!
52. İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.
53. İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık.

Neml suresinde anlatılan bölüme baktığımız zaman , kavmin birbirleri ile çekişen iki gurup yani mü'min ve müşrik şeklinde ikiye ayrıldığını görmekteyiz. Her elçinin çağrısına az da olsa müstaz'aflar dan olan bir gurup iman etmiş ve bunlar müstekbirler tarafından hor ve hakir görülmüşlerdir. 47. ayette kavminin Salih as a onun ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğratıldıkları şeklinde bir şikayetleri vardır.
"Biz hangi kente (ülkeye) bir elçi gönderdikse, ora halkını, yalvarıp yakarsınlar diye, darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır."
Araf suresi 94. ayetinde bildirilen bu durum Salih as ın kavmi içinde geçerli olup aynı durum Musa as ın kıssasında firavun kavmi için uygulanmıştır.

Bu surede semud kavminin müstekbir taifesinden olan 9 kişilik bir çeteden bahsedilmektedir. Bunlar kavmin önde gelen müstekbirleri olup kendilerini kavm ile ilgili son sözü söyleyenler  olarak görmek gibi bir durumları olduğu göze çarpmaktadır, Salih as ı öldürüp sonra biz yapmadık diyerek faili meçhul bir cinayet ile onu ortadan kaldırma planları kurmalarına karşın bu planlarının işiten ve gören Allah cc tarafından nasıl başlarına yıkıldığı malumdur.

Zariyat s. 43-45. ayet mealleri şöyledir. 

43 - Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
44 - Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
45 - Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
 
Kamer s. 23-32. ayet mealleri şöyledir. 

 23 - Semûd da o uyarıları yalanladılar.
24 - "Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz." dediler.
25 - "Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir" (dediler).
26 - Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.
27 - Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.
28 - Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.
29 - Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.
30 - Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.
31 - Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.
32 - Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
 

Şems s. 11-15. ayetleri meali şöyledir.  

11 - Semud, azgınlığıyla Hakk'ı yalanladı,
12 - En azgınları ileri atılınca,
13 - Allah'ın Rasulü (Salih ) onlara: "Allah'ın devesini ve onun su nöbetini gözetin." demişti.
14 - Fakat onlar peygamberi yalanlayıp deveyi kestiler. Rableri de günahlarını başlarına geçiriverdi de orayı dümdüz etti.
15 - Öyle ya, Allah bu işin sonundan korkacak değil ya. 


Sonuç olarak; Salih as Allah cc nin semud kavmine göndermiş olduğu elçilerden olup, helak ile neticelenen bir son ile kur'anda yerini almış bir kavmin elçisidir. Muhammed as ın mekkeli muhatapları bir çok ayette "ona bir ayet indirilmeli değilmiydi" şeklinde isteklerine karşın kur'an, semud kavminin ayet isteği sonucunda onlara gönderilen dişi deve ayetine karşı yaptıkları muamele sonucunda helak edildiklerini hatırlatarak, mekkeli müşrik muhataplara görsel ayet göndermeme gerekçesini semud kavminin sonunu hatırlatarak geri çevirmiştir. Dişi deve ayeti üzerinden verilmek istenen mesajlardan biriside , Allah cc nin kulları için seçmiş olduğu imtihan yolları konusunda kulların onu sorgulamak veya itiraz etmek gibi bir seçenekleri olmadığının , tek seçeneklerinin bu imtihan karşısında boyun eğerek gereğini yapmak olduğu olup red ve isyan şeklinde verilen bir cevabın neticesinin kullara neye mal olacağının canlı bir göstergesi semud kavmi üzerinden gösterilmiştir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

15 Mart 2014 Cumartesi

Nur s. 35-36. Ayetleri ve Kuran'ın Mesel İle Anlatım Uslubu

Mesel kelimesi sözlükte , "bir başkasının benzeri üzerine resmedilmiş,biçimlendirilmiş,şekil verilmiş,hakkedilmiş olan" anlamına gelmekte olup,verilmek istenen mesajın başka bir şeye benzetilerek verilmesidir. Mesel yolu ile anlatım şekli kur'anda bir çok ayette örneğini bulabileceğimiz bir uslub olup bu yazımızda nur s. 35 ve 36. ayetleri arasındaki anlatımlardaki mesajı anlamaya çalışacağız. 

Merhum prof. dr. Zeki Duman'ın nur s. 35. ayeti ile ilgili yazdığı yazıdan bir alıntı yaparak hem onu rahmetle anmak hemde kur'anın semboller ile anlatımındaki amacını ondan öğrenelim . 

"Hiç şüphe yok ki, edebî ve kutsal metinlerde sembolik anlatımın asıl amacı, soyut anlatım ve idealleri, fikirleri ya da kelimelerle ifade edilmesi mümkün olmayan derin, ince ve soyut manaları, okuyucu tarafından tecrübe edilebilir bir teşbih, temsil ve sembol ile somut bir biçimde idraklere yaklaştırmak ve farklı anlayış düzeyine sahip insanların kendi anlayış derecelerine göre bir anlam çıkarabilmelerine imkân tanımaktır."

[024.035]  Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan,  zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.
[024.036]  (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;

Bu iki ayet , 35. ayet içindeki " Allah, göklerin ve yerin nûrudur." cümlesinin temsili bir anlatımını içermektedir. "Nur" kelimesi , "karanlıkta görmeye yarayan ışık" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'anda 50. ye yakın yerde kullanılmış , bir kaç ayet haricinde bütün kullanımları mecaz anlamdadır. Kandilin ,karanlıktan kurtulmak için kullanıldığını hatırlayacak olursak , "zulumat" (karanlık) kelimesinin yine bir çok ayette mecaz anlam olarak, yani küfür karanlığından kurtulmak için Allah cc nin nuruna ihtiyaç olduğu vurgusu yapılmaktadır.  

36. ayette geçen "buyutin" (evler) kelimesinin anlamını biraz açmak gerekmektedir ;  " insanın gece sığındığı yer" anlamına gelen bu kelime gecenin, mecaz anlamında kullanılarak küfür karanlığından sığınmak için girilen evlerde aydınlanmak için Allah cc den başkasının nuru (vahyi) işe yaramaz mesajı verilmektedir. 

"Mişkat" kelimesi; "duvarda karşı tarafa geçişi olmayan delik veya oyuk" anlamında bir kelime olup elektriğin olmadığı zamanlarda gaz lambalarının konulduğu duvar oyuğu anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu kelime ile mecaz olarak insanın gögüs boşluğu olarak tanımlanabilir. 

"Misbah" kelimesi; sa-be-ha kelimesinden türemiş olup "sabahlanacak  yani aydınlanacak alet , lamba,kandil,çerağ" anlamında bir kelimedir. Mişkat kelimesini "insanın gögüs boşluğu" , misbah kelimesi'nide "insanın göğüs boşluğuna yerleştirilen aydınlatıcı" olarak tanımlarsak , Allah  cc nin bütün insanların göğüs boşluğuna yerleştirmiş olduğu fıtrat  olarak düşünebiliriz.

"Zücace" kelimesi ise ; "cam" anlamında olup ayette "ışığı sönmekten korumak için kullanılan" alet anlamında bu kelime , " insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçiler" anlamında kullanılmış olduğu düşünülebilir. Zücacenin "kevkebün düriyyun" (inci gibi yıldız) olarak tanımlanmasını elçilerin önemine dair getirilmiş bir deyim olarak anlayabiliriz.


"doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan,  zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur"

Şimdi sıra bu lambanın beslendiği kaynağın anlatıldığı cümlede.

Bu cümle , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruyan elçilerin o ateşin yanmasını sağlayan maddenin yani vahyin kaynağını anlatmaktadır. "Doğuya da batıya da nisbet edilmemesi" şeklindeki cümleden "doğu -batı" gibi yön terimlerinin dünyaya ait terimler olduğu hatırlanacak olursa Allah cc nin bizlere nur olan yani karanlıklarda kaybolmamamızı sağlayan vahyinin kaynağını açıklamaktadır.

"Mübarek zeytin ağacı"deyimi ile neyin anlatılmak istendiğini daha kolay anlamak için mü'minun s. 20. ayeti bizlere yol göstermektedir. "Bir de Tur-i Sina'da yetişen bir ağaç ki, hem yağ hem de yiyenlere bir katık ile biter." Ağacın tur dağında yetişmesi ile tur dağının israiloğulları ve Musa as ile bağını hatırlayacak olursak , bu vahyin Muhammed as dan önceki elçilerden olan Musa as ın beslendiği kaynak ile bağlantısı kurularak, israioğullarına Musa as ile vahyeden Allah cc nin aynı vahyi şimdi Muhammed as ile " mübarek zeytin ağacı" teşbihi ile anlatarak ve surenin medinede inmiş olduğunuda hatırlayarak medinedeki muhataplardan olan israiloğullarına Allah cc tarafından , " sizin iman ettiğinizi iddia ettiğiniz Musa'ya nasıl mübarek bir vahiy indirdimse aynı vahyi şimdide Muhammed'e indirdim" şeklinde bir mesaj verilmektedir.

Musa as ın ,ailesi ile birlikte medyen'den ayrıldıktan sonra bir ışık görüp oradan bir haber getirmek için o ışığa yöneldikten sonraki olayı anlatan ayetler konuyu anlamamızı daha kolaylaştıracaktır. 

 [028.030]  Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.

Tin suresinde üzerine yemin edilenlere baktığımız zaman bu bağı görmek o suredede mümkündür. 
 [095.001-3]  İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki,
incir,zeytin ve sina dağı emin belde olarak tanımlanan mekke'de inen vahy ile daha önce orada inen vahyin kaynağının Allah cc olduğunun hatırlatılmasıdır. 

"nûr üstüne nûr" olması ise daha önceki elçilerden olan Musa as a verilen kitap nasıl "nur" ise Muhammed as a verilen kitap'ta aynı şekilde "nur" yani Musa as a verilen nur'un üstüne nur'dur yani her iki vahiy'de karanlıkta kalan insanların yolunu bulmaları için Allah cc tarafından gönderilmiştir.  

 [005.044]  Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik.  Kendilerini Allah'a teslim etmiş nebiler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.
[005.046]  Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, nur olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o, o ümmî resul nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
 [014.005]  Andolsun ki, Musa'yı ayetlerimizle: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!» diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır.

Ayetlerin içinde geçen "nur" kelimesine dikkat edecek olursak Musa as ile Muhammed as arasındaki ortak bağın her ikisinede Allah cc den kullarının yollarını bulmaları için "NUR" indirilen elçiler olmasıdır.

"Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir".Bu cümledeki "Allah'ın dilemesi" deyimini kur'an bütünlüğünde anlamak gerekir ,  Allah cc nin dilemesi demek haşa onun keyfi davranması şeklinde değil, kendisinin kulları üzerinde yegane hükümdar olduğunun hatırlatılması olarak anlamak  gerekir .Bu konuyu  merhum Zeki Duman hocanın bu ayet ile ilgili yazmış olduğu makaleden alıntıladığımız paragraf'tan okuyalım. 

"İşte bu gerekçelerle biz, hidayet ve dalâlet, iman ve küfür konularında Allah’ın dilemesinin, insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine ve kendi hür eylemlerine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Kul bilgi ve bilinç ile hidayeti ister, iradesini o yöne teksif eder ve kararlılıkla hidayetin gereklerini yaparsa, Allah o kul için: “Ben seni hidayete erdirmem!” demez! Çünkü kendi adalet ilkesi ve insanın yaratılış amacı bunu gerektirir. Dalâlete yönelenler için de durum böyledir… Kanaatimizce, Allah’ın dilemesinin insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine bağlı olması Allah’a ne eksiklik getirir ne de acziyet… Çünkü herkesin kendi eliyle ahiretteki yerini kazanması ilkesini koyan da Allah’tır,  O’nun adaleti de vaadi de kendisinin vazgeçilmez ilkesidir… Öyleyse Allah’ın adalet vasfı ve koyduğu ilkesi sebebiyle kulun eylemini gerçekleştirmesi, ancak O’nun yüceliğine delalet eder!"     


[024.036]  (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder.

36. ayetin mesajı ise, 35. ayette mişkat-misbah-zücace -mübarek zeytin ağacı sembolleri üzerinden verilen mesajın içeriğinin "beyt" kelimesinin ifade ettiği mana ile pekiştirilerek verilmesidir. Beyt kelimesinin "karanlıktan sığınılan yer" anlamından hareketle , küfür karanlığından sığınmak için girilen evin içinde aydınlanılması gereken ışığın başkalarının lambasından çıkan beşeri ışıklar ile değil  ,Allah cc tarafından indirilen zikir'in ve o zikri bizlere ulaştıran elçilerin örnekliğindeki nur ile  olması gerektiği vurgulanmaktadır.


Sonuç olarak; "Allah göklerin ve yerin nurudur" diye başlayan ve Allah cc nin yaratmış olduğu herşeye yol gösteren olduğu ifade edildikten sonra bu nur olmaklığın insan üzerinde nasıl tezahür ettiği nur s. 35.36. ayetlerinde mesel yolu ile anlatılmakta olup , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçilerin birbiri ile bağları olduğu hatırlatılmakta olup temsili anlatımın kur'an içindeki örneklerinin belkide en güzeli olan bir ayettir. Bu ayeti okurken kur'andaki kelimelerin birbiri ile nasıl bir iç içelik serdettiğinide görmüş olduk. Meselli anlatım dediğimiz " muhataplara aşina oldukları objeler üzerinden mesajlar aktarmanın örneği  zeytin ağacı, lamba , zeytin yağı gibi semboller üzerinden verilerek muhatapların anlaması kolaylaştırılmıştır.   

                                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

22 Ocak 2014 Çarşamba

Al-i imran s. 81. ve Araf s. 157. Ayetleri Arasındaki Bağlantı İle İlgili Bir Çalışma

Alemlere rahmet ve hidayet kaynağı kur'anın al-i imran s. 81. ayetinde rabbimiz şöyle buyurmaktadır.  

 Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn

Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım," demişti.

Bu olayın nasıllığı konusunda fikir yürütmekten ziyade, ayette verilmek istenen mesaj üzerinde yoğunlaşarak anlama çalışma yapmanın daha doğru bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz. Nasıllığı konusu çünkü gaybi bir konu olup , Allah cc sanki bütün nebileri bir araya toplayıp böyle bir söz almış gibi bir anlayış akla gelebilir'ki bu şekil anlatımı hakiki bir şekilde anlamaya kalkanların içine düştükleri soruların cevaplarını vermekte zorlandıklarını görmekteyiz. 

Al-i imran suresi bilindiği gibi medinede nazil olan surelerden olup ayetlerde geçen hitaplar genelde medinede bulunan ehli kitaba yönelik ayetlerdir.Araf suresi mekkede nazil olmasına rağmen bir kısım ayetlerin medinede nazil olduğu söylenmekte olup 157. ayetinde medinede nazil olmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir.   

Medinede nazil olan ayetlerin ehli kitaba yönelik olanlarına baktığımızda genel olarak, ehli kitab olarak adlandırılan yahudi ve hıristiyanların, iman ettiklerini iddia ettikleri tevrat,incil ve iman ettiklerini iddia ettikleri musa ve  isa as ları, kur'anın ve muhammed as ın tasdik ettiği vurgusu yapılarak, "tevrat,incil,kur'an, musa,isa ve muhammed as ların  hepsinin kaynağı aynı olup birbirlerinden herhangi bir farkı yoktur onlara iman edenlerin bu kur'ana ve elçiye iman etmeleride gerekmektedir" şeklinde mesaj içerdikleri görülmektedir.

Kur'anın muhataplarına mesajını anlatma yollarından biriside olayı görselleştirerek anlatma şeklinde olduğu kur'an okuyucularının bildiği bir durum olup , bu şekil anlatıma bir ayetlerde rastlanmaktadır. Al-i imran s 81. ayetide mesajı görselleştirerek anlatma yolu seçilen bir ayettir. Ayet'te, elçilerin sanki bayrak yarışı gibi elindeki bayrağı önündeki elçiye vermesi şeklinde bir görselleştirme yapılıp vahiy ve içerikleri sanki tek bir bayrakmışçasına ayni içeriğin elden ele geçerek elçiler vasıtası ile ulaştırıldığı anlatılmaktadır.

Bu ayet maalesef bir kısım önkabullerini kur'ana tasdik ettirmek isteyen kişilerin elinde oyuncak olarak oynanmaya çalışılan bir ayet durumuna düşürülerek, resul ve nebi kavramları çerçevesinde okunmaya çalışılmış ancak bu şekil bir okuma tarzıda kur'an bütünlüğünden uzak kalarak okunmaya çalışılmış , neticede  resulluğu kendinden menkul bazı şahısların resul olabileceğine !! dair bir delil ayet olarak karşımıza çıkarılmaya çalışmıştır.   

Al-i imran s. 81. ayetinin measjına gelince; ayet medinede nazil olmuş ve kendilerini kitab ehli olarak adlandırılan kitleye şöyle bir mesajı vardır. "Ey kitab ehli, eğer siz Allah'ın kendilerini elçi seçip kitap verdiğine inandığınız musa ve isa'ya gerçekten iman ediyorsanız, işte bu gelen elçi muhammed'e ve kur'ana,şayet musa ve isa hayatta olsalardı ona iman edip yardım edeceklerdi, sizde onlar gibi iman edin ve ona yardım edin".   

Al-i imran s. 81. ayeti ile araf s. 157. ayeti nasıl bir bağ kurulabilir? sorusunun cevabından önce ayetin metnini ve mealini verelim.   

Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn.

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Bu ayet, al-i imran s. 81. ayeti gibi muhammed as ın kur'an harici haram ve helal kılma gibi bir yetkisi olduğunun savunanların elinde oyuncak olan bir ayet olup kur'an bütünlüğünden uzak olarak sadece savundukları şeye delil aramak için kuran okuyanların buldukları bir delil! olduğu zan edilmiştir.   

"Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları" şeklindeki ibareden ayet'in muhatabların kimler oldukları apaçık ortadadır. Musa ve isa as a indirilen kitap'ta böyle bir elçinin geleceğinin bilgisine sahib oldukları anlaşılmaktadır. 

[002.146]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[006.020]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar.
[061.006]  Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.

Bakara s. 146 ve enam s. 20 ayetlerinde ehli kitabın bu elçi ile ilgili bilgiye sahip oldukları, saff s. 6. ayetinde ise isa as ın verdiği habere göre daha geniş bir bilgiye sahip oldukları bildirilmektedir.

" temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor" cümlesi ise yanlış anlamaya kaynaklık eden bir cümledir, halbuki israiloğullarının yaptıkları zulümler nedeni ile Allah cc den bir ceza olarak önceden helal olan bazı yiyeceklerin kendilerine haram edilmesi ayetlerinin ardından bu ayeti okudukları zaman bu ayetin mesajı daha doğru anlaşılacaktır. 

[002.057] Bulutla sizi gölgelendirdik, kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin» dedik. Onlar Bize değil, fakat kendilerine yazık ediyorlardı.
[003.093] Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».
[004.160-1] Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.
[006.146] Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118]  Yahudilere ise bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık ve onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
[003.050]  Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmek ve size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

Verdiğimiz ayet meallerine dikkat edilecek olursa daha önce kendilerine bütün yiyeceklerin helal olduğu yahudilere , yapmış oldukları zulümler nedeniyle helal olan bir kısım yiyecekler haram edilmiş isa as ile al-i imran s 50 ayetindeki ibareyi dikkatlice okumak gerekmektedir, "size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim." isa as haram olan bir kısmı helal kılmak için rabbinizden ayet getirdim diyor kendisinin bu konuda herhangi bir yetkisi olmadığı apaçık ortadadır.  

Araf. 157. ayeti ise yukarda verilen ayetlerin devamı niteliğinde bir ayet olup, isa as ile helal kılınan bir kısım haramın muhammed as ile tamamen kaldırıldığı bilgisi verilmektedir. Bu konunun muhammed as ın vahiy harici haram ve helal kılma yetkisi gibi bir durum yoktur. Muhammed as a böyle bir yetki verildiği iddiası onu haram helal kılmada tek yetkili olan Allah cc nin yanına ayrı bir ilah konumuna getirmek anlamına gelir. 

Bu iki ayet arasında şöyle bir bağ kurmak mümkündür ; al-i imran s. 81 de Allah cc nin vahyini insanlara iletmekle görevli olan her elçinin birbiri ile bayrak yarışı misali elindeki bayrağı önündeki elçiye devrettiği, öndeki elçininde arkadakini tasdikleyerek bu bayrağı taşıdığı şeklinde bir görsellikten yola çıkılarak, musa ve isa as lardan sonra gelen elçi muhammed as ın onları tasdik ettiği onlarında al-i imran s. 81. ayette belirtildiği gibi ona iman ve yardım ettikleri görülmektedir. 

Musa ve isa asların sonra gelen elçi muhammed as a nasıl yardım ettikleri sorusu akla takılabilir, burada onların bu yardım vaadlerini kendilerine iman edenlerede tebliğ ettikleri , yani musa ve isa as iman ettiklerini iddia edenlerin bakara s. 146,enam s.20 ve saff 6. ayetlerinde bildirildiği gibi böyle bir elçinin bilgisine sahip oldukları anlatılmakta olup musa ve isa as ların haber verdikleri bu elçinin kendilerinin dahil olduğu zincirin son halkası olduğu bildirilmektedir.   

Her iki ayette geçen "nebi ve resul" kelimeleri ayetlerin birbirleri ile bağını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. "Allah'ın nebilerden söz alması" resul olarak gönderilmeden önce Allah' cc den mesajı almaları onların "nebi" vasfına sahip olmaları anlamına gelerek bu anlamda resul olarak görevlendirilen bütün şahısların "nebi" oldukları, yani haberi aldıkları kaynağın aynı olduğu,sonra bu haberi tebliğ ile görevlendirilmelerinin resul olmaları yani görevi aldıkları kaynağında aynı olmaları, son " nebi resul" olan muhammed as ın bu zinciri tamamlayan bir halka olduğunun bilgisinin verilmiş olması şeklinde bağını kurmak mümkündür.  

Sonuç olarak, al-i imran s. 81 ve araf s. 157 ayetleri, önkabuller bir kenara atılarak kur'an bütünlüğünde okunacak olursa ayetlerin mesajını şöyle anlamak mümkündür , Allah cc nin göndermiş olduğu bütün "nebi resul" lerin aynı kaynaktan vahiy aldığı, aynı görevin devam ettiricileri olduğu, bu durumun muhammed as a kadar devam ettiği, kendilerini musa ve isa as aiman ettiklerini iddia edenlerinde bu elçiye uymak zorunda oldukları bu elçinin, yahudilerin daha önce yapmış oldukları zulümler nedeniyle ceza olarak kendilerine haram kılınan daha önce helal edilmiş şeylerin artık muhammed as a inen vahiy ile helal olduğu bilgisi verilmektedir.  

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Ocak 2014 Pazartesi

Sihirbazların İmanı Sonrası İle Denizin Karşı Tarafına Geçilene Kadar Geçen Zamanın Anlatıldığı Ayetler

Musa as kıssası kur'anda en fazla anlatılan kıssa olması ile dikkat çekicidir. Bu yazımızda kıssanın , sihirbazların iman etmesi ile denizin karşı tarafına geçene kadar arada geçen zamanın anlatıldığı ayetleri ele almaya gayret edeceğiz.

Firavun musa as ın karşısına ülkenin en meşhur sihirbazlarını kendisine gözdelerden yapmak vaadi ile çıkarmasına karşılık o sihirbazlar musa as ın karşısında yenilgiye uğrayıp iman etmeleri sonucunda, firavun'un onları en ağır cezaya çarptırmak tehdidini umursamadan canlarını feda etmişlerdir.

[007.123-126] Firavun: «Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz öyle mi? Muhakkak bu, yerli halkı şehirden çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir hiledir. Yakında anlarsınız.Mutlaka sizin ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim.Mutlaka hepinizi birden asacağım!»Onlar: Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al, dediler.

[020.071-73]  Firavun «Ben size izin vermeden mi O'na inandınız? Doğrusu size sihri öğreten, büyüğünüz odur. And olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sizi hurma kütüklerine asacağım. Hangimizin azabının daha çetin ve daha devamlı olduğunu bileceksiniz» dedi.Büyücüler dediler ki; «Biz seni, bize gelen açık delillere ve yaratıcımıza tercih edemeyiz. Vereceğin hükmü ver. Senin hükmün ancak dünya hayatında geçerli olabilin»Doğrusu biz, hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbımıza iman ettik. Allah'ın vereceği mükafat daha hayırlı ve daha devamlıdır.

[026.049-51]  Firavun: «Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Muhakkak ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi bileceksiniz; ellerinizi ayaklarınızı, and olsun, çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım» dedi.«Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.»«Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.»

Bundan sonraki gelişen olaylar şu şekilde anlatılmaktadır.  

 [007.127]  Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: Musa'yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bırakacaksın? (Firavun): «Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz» dedi.
[040.025]  Musa katımızdan onlara gerçeği getirince: «Onunla beraber iman etmiş kimselerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın» dediler. Ama inkarcıların hilesi elbette boşa gider.

Bu ayetler bize ikinci bir soykırımın bu olayların sonrası başlatıldı haberini vermektedir. İlk soykırım bilindiği gibi musa as doğmadan önce başlamıştı.

[007.128-129]  Musa kavmine dedi ki: «Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç (Allah'tan korkup günahtan) sakınanlarındır.» Onlar da, sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi, dediler. (Musa), «Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yer yüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar» dedi.
[010.083-86]  Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa’ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah’a inandıysanız ve O’na teslim olduysanız sadece O’na güvenip dayanın. Onlar da dediler ki: Biz, Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbımız, bizi, o zalimler güruhu ile sınama.Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!»

Yunus suresindeki ayetlerde musa as a kavminin tamamının firavun korkusu nedeniyle iman etmediği bildirilmekte, araf suresindeki ayetlerdede ona iman etmeyenlerin şikayetleri, musa as ında onlara sonraki olabilecekler hakkında bilgi verdiği verdiği ayetleri görmekteyiz.

Firavun ve kavmine ise küfürlerinden geri dönmeleri için bazı felaketlerin ayet olarak gönderildiği beyan edilmektedir. 

 
[007.130-135]  And olsun ki, Biz de Firavun ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.Onlara bir iyilik geldiği zaman; «Bu bizden ötürüdür» derler, bir fenalığa uğrarlarsa da, Musa ve onunla beraber olanların uğursuzluğuna verirlerdi. Bilin ki, kendilerinin uğradığı uğursuzluk Allah katındandır, fakat çoğu bunu bilmezler.Ve sen bizi büyülemek için her ne âyet getirsen imkânı yok sana inanacak değiliz derlerdi. Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağaları ve kanı birbirinden ayrı ayetler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular.Azab başlarına çökünce, «Ey Musa! Rabbine, sana verdiği ahde göre bizim için yalvar. Bizden azabı kaldırırsan sana, and olsun ki, inanacağız ve İsrailoğullarını seninle beraber göndereceğiz» dediler.Azabı nasıl olsa sonuna gelecekleri bir müddet için üzerlerinden kaldırınca, hemen sözlerinden cayıyorlardı.

Araf suresinde anlatılan bu olaylar zuhruf suresindede anlatılmakta olup insan denen varlığın ne kadar nankör ve dönek olabileceğine dair bir örnek sunulmaktadır. Başları sıkışınca hemen musaya koşup ona "ey büyücü" diye hitab etmekten dahi çekinmeyip ondan yardım isteyenler sonra bu azab başlarından gidince eski zulumlerine nasıl döndüklerini anlatılmaktadır.  

 [043.046-50]  Andolsun biz Musa'yı âyetlerimizle Firavun'a ve onun ileri gelen adamlarına göndermiştik de Musa: Ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim, demişti. Onlara âyetlerimizi getirince, bunlara gülüvermişlerdi.Onlara gösterdiğimiz her bir âyet (mucize) diğerinden daha büyüktü. Doğru yola dönsünler diye onları azaba uğrattık.Bunun üzerine dediler ki: Ey büyücü! Sana verdiği ahde göre bizim için Rabbine dua et; çünkü biz artık doğru yola gireceğiz.Ama, azabı üzerlerinden kaldırdığımızda hemen sözlerinden döndüler.

Zuhruf s. 50. ayetten sonra devam eden ayetlerde firavun'un halkı üzerinde musa as a iman etmemeleri için kurduğu baskıdan örnekler verilmekte olup bu baskı müşriklerin diğer elçiler için söylediği sözlerin bir benzeridir.  

 [043.051-55] Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: «Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?»«Yoksa ben, kendisi zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı değil miyim?»«Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardımcı melekler gelmeli değil miydi?» Bu şekilde (Firavun) kavmini küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler, çünkü dinden çıkmış günahkar bir kavim idiler.Böylece Bizi öfkelendirince onlardan öç aldık, hepsini suda boğduk.

Yunus s. 87-89. ayetlerde,  Allah cc nin musa ve kardeşine vahyederek onlara stratejik plan önermesini görmekteyiz.Bu önerme bizler içinde bir örneklik teşkil etmektedir. Müslümanlar olarak dinimizi yaşama sürecinde karşımıza çıkan engelleri aşmak için bütün müslümanlar olarak birlik ve beraberlik içinde, birbirleri ile devamlı iletişim halinde,kafirlerin gözünden uzak kalacak yollar belirleyerek çalışmalarımızı sürdürmemiz gerekmektedir. Mısırda edindiğiniz evleri kıble edinin şeklindeki emir, bütün evler birbirinden haberdar, birbiri ile dayanışma ve uyum içinde olarak firavun ve ordusuna karşı teyakkuzda bulunun anlamındadır. 

 [010.087-89]  Musa ve kardeşine: «Mısır'da milletinize evler hazırlayın; evlerinizi kıblegah edinin, namaz kılın» diye vahyettik, «İnananlara müjde et.»Musa: «Rabbimiz! Doğrusu sen Firavun'a ve erkanına ziynetler ve dünya hayatında mallar verdin. Rabbimiz! Senin yolundan şaşırtmaları için mi? Rabbimiz! Mallarını yok et, kalblerini sık; çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar» dedi. Allah: «İkinizin duası kabul olundu. Dürüst hareket edin; bilmeyenlerin yoluna asla uymayın» dedi.

Mümin s. ayetlerinde aynı şekilde örneklik arzeden bir durum karşımıza çıkmakta ve firavun ailesinden olup iman eden bir muvahhid'in zalim hükümdarın karşısında hakkı nasıl haykırdığına şahid olmaktayız. Firavun'un musayı öldürmek istemesine engel olarak canını hiçe sayarak nasıl karşı çıktığını şu ayet meallerinde görmekteyiz. 

[040.028-45]  Firavun ailesinden olup da, inandığını gizleyen bir adam dedi ki: «Rabbim Allah'tır diyen bir adamı mı öldüreceksiniz? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalancıysa, yalanı kendisinedir; eğer doğru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir. Doğrusu Allah, aşırı yalancıyı doğru yola eriştirmez.»Ey kavmim, bugün mülk sizindir, bu yerde yüze çıkmış (üstün) bulunuyorsunuz; fakat Allah'ın hışmı başımıza gelirse bizi ondan kim kurtarabilir?» dedi. Firavun: «Ben size yalnızca görüşümü söylüyorum ve ben size ancak doğru yolu gösteriyorum.» dedi.O iman etmiş olan kişi: «Ey kavmim, doğrusu ben sizin hakkınızda Ahzab (eski topluluklar)ın günleri gibi bir günden korkuyorum. Nuh kavminin, Ad ve Semud'un ve onlardan sonrakilerin durumu gibi bir durumla karşılaşmanızdan korkuyorum. Allah kullara zulmetmek istemez.Ey kavmim; doğrusu ben, sizin için o feryad gününden endişe ediyorum.«O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız. Fakat sizi Allah'tan koruyacak olan yoktur. Her kimi Allah şaşırtırsa, artık ona bir yol gösterici bulunmaz.»«And olsun ki, Yusuf da, daha önce, size belgelerle gelmişti. Size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Sonunda Yusuf ölünce, Allah onun ardından hiçbir peygamber göndermeyecek demiştiniz. Allah, aşırı şüpheciyi işte böylece saptırır.»«Bunlar, Allah'ın ayetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katında da, inananların yanında da öfkeyi arttırır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler.» Firavun da: «Ey Haman, bana bir kule yap, belki ben erişirim o yollara. Göklerin yollarına da Musa'nın tanrısınına muttali olurum ve kesinlikle ben onu yalancı sanıyorum.» dedi. işte bu şekilde Firavun'a kötü ameli güzel gösterildi de yoldan çıkarıldı. Firavun'un düzeni hep hüsrandadır (çıkmazdadır). İnanan adam dedi ki: «Ey kavmim! Bana uyun, sizi doğru yola götüreyim.»Ey kavmim, bu dünya hayatı, ancak bir kazançtan ibarettir, ahiret ise durulacak yurttur. Kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza görür. Kim de kadın veya erkek, mümin olarak faydalı bir iş yaparsa işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.Hem ey kavmim, neden ben sizi kurtuluşa davet ederken siz beni ateşe davet ediyorsunuz?Siz beni, Allah'ı inkar etmeye ve bence hiç ilimde yeri olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz; ben ise sizi o çok güçlü, çok bağışlayıcıya davet ediyorum.Gerçek şu ki, sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da ahirette de davete değer bir tarafı yoktur. Dönüşümüz Allah'adır, aşırı gidenler de ateş ehlinin kendileridir.«Size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Doğrusu Allah, kulları görür.»Allah o adamı, kurmak istedikleri tuzaktan korudu. Kötü azap Firavun'un adamlarını sardı.

Okuduğumuz ayet meallerinden anlaşılacağı üzere firavun'un büyücülerinin iman etmeleri sonucunda gelişen olaylar ile denizin karşı kıyısına geçmelerine kadar geçen zaman uzun yıllar sürmüş ve israiloğullarının mısırda esarette kalmaları ile devam etmiştir.

Bu süre içinde Allah cc firavun ülkesine, afet olarak çeşitli ayetler göndermiştir. Her afette musa ya gelerek kendilerinin bu afetten kurtarılması için dua isteyenler musaya verdikleri sözde durmamışlar ve zulme devam etmişlerdir. Bu süre içinde yine israiloğullarından bir kısım iman etmiş bir kısım ise onun gelmesi ile değişen birşey olmadığını söyleyerek nankör davranışlar sergilemiştir.  

Kıssa içinde anlatılan olaylar sadece yaşanmış olduğu zaman ve mekan ile sınırlı olmayıp bizlere örneklik olması açısındanda okunmalıdır. Zulüm altında kalan müslümanların uygulamaları gereken stratejik planları yine bu kıssada yunus suresi içinde anlatılan ayetlerde görmekle beraber , iman eden bir mü'minin imanını firavun ve mele'sine karşı haykırmasına şahid olmaktayız. Selam , hakkı korkusuzca canını hiçe sayarak haykıran muvahhidlerin üstüne olsun.  

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

10 Kasım 2013 Pazar

Vay Kitabı Elleri İle Yazanlara

Yazımıza başlık olarak seçmiş olduğumuz cümle alemlere rahmet ve hidayet olarak muhammed as a indirilen kitab'ın bakara s. 79.  ayetinden alınmış olup siyak ve sibak içinde okuduğumuz zaman israiloğulları ile ilgili bir durumu anlatmaktadır. İsrailoğullları'nın yapmış olduğu zulümlerden biriside "kitabı elleri ile yazıp bu Allah katındandır" demeleri olduğunu kitab'tan öğrenmekteyiz. İsrailoğulları ile ilgili anlatımların sebebi ne olabilir? şeklinde bir soru aklımıza takıldığında bunun cevabını sadece o ırkın ne menem bir ırk olduğunun öğrenilmesi sadedinde olmadığı görülecektir. İsrailoğullarının geçmişte elçilerine  ve kitab'larına karşı uygulamış oldukları muamele insan olmalarından kaynaklanan olumsuz yönlerinin bir tezahürü olup, bu durum bugün kendisine " ben müslümanım" diyenlerin bir çoğundada görülmektedir.  

Kur'anı okurken genel olarak bize hitab ettiğini düşündüğümüz ayetlerin cennet ve oradaki nimetler olduğunu düşündüğümüz için israiloğulları ile ilgili anlatımlar bizleri hiç ilgilendirmemekte olduğunu sanırız, bugün yeni  bir kitap ve yeni bir elçi gelseydi o kitabın ayetleri içinde kur'andaki " ey israiloğulları" diye başlayan ayetlerin yeri "ey müslümanlar" diye değişir içeriğinde herhangi bir değişiklik olmazdı nedenmi? maalesef israiloğullarının elçilerine ve kitablarına karşı uyguladıkları zulmün aynısı biz müslümanlar tarafından'da icra edilmektedir.     

 [002.079]  Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!

Bakara s. 79. ayetinin mealine göre israiloğulları elleri ile yazmış oldukları kitabı "bu Allah katındandır" diyerek ilahi bir şekle sokup insanları bu yolla kendilerine bağlamaktadırlar. Bu ayetin bu günkü versiyonu müslümanlar tarafından uygulanmakta olduğuna acı ile şahid olmaktayız. 

Kur'an, kendisine "ben müslümanlardanım" diyenlerin tamamı tarafından kabul edilen bir kitab olmasına rağmen uygulama ve hayata geçirilme noktasında maalesef başka din kaynaklarının önüne geçirilmesi suretiyle geri planda bırakılmış bir kitap'tır.  

Kur'anın haricinde hadis,fıkıh,tasavvuf vs gibi bir çok kitabın içindeki din ile ilgili hükümlerin doğruluğunu kur'an ile ölçmeye kalktığımızda ortaya çıkan feci durum ortadadır. Kur'anın ak dediğine kara veya kara dediğine ak diyen bir çok konu bu kitapların içinde olup bu muhteviyatın kur'ana uygun olduğu can siperane bir şekilde savunulmaya çalışılmaktadır.

Bir kısım müslümanların, "bu kitaplardakilerin doğruluğu kur'an ile ölçülmelidir" denildiği zaman bir kısım guruh elektrik çarpmışcasına irkilmekte ve "hangi kur'an" diye sormaktadır. Bu soruyu parça parça olmuş kur'an anlayışlarından cesaret alarak sorduklarınıda unutmadan bizde onlara "hangi sahihlik ölçüsü" diye sorarız. 

Bilindiği üzere, "gayri metluv vahiy" teorisi ile kur'ana eşdeğer haline gelen hadislerin doğru olup olmadığı "cerh ve tadil" metodu ile, hadisin sened zincirinde adı geçen kişilerin güvenilir olup olmadığı üzerinden yapılmaktadır. Hadis zincirinde adı geçen kişiler bu metod ile cerh edilip güvenilirlilik onayı alındıktan sonra hadisin sahih olduğu kararına varılmakta veya kişiler günenilirlilik onayı alamazsa o hadisin sahih olmadığı kararına varılmaktadır. Bu metod'da hadisin metni önemli değildir eğer kişiler güvenilir ise hadis, şayet kur'anla uyuşmasa dahi sahihtir.

Kur'ana arz'etme düşüncesine karşı çıkan insanlar farklı kur'an anlayışlarını gündeme getirerek "hangi kur'an" sorusunu sormaları onların cerh ve tadil metodu ile ilgili çelişkilerini temize çıkarmaya yetmez.Bilindiği gibi  cerh ve tadil metodu üzerinde'de hadis ehli tam bir düşünce birliği içinde değildir, hadisçilerin kendilerinin üretmiş olduğu kişileri cerh ve tadil etme metodları bu metodun vahiy ile belirlenmediğinin işareti olup önce "hangi kur'an" diye soracaklarına " hangi cerh ve tadil" diye sormaları gerekir . Buharinin güvenilir olarak hadis aldığı bir çok ravi başkaları tarafından güvenilmez olarak görülmüştür, veya buharinin güvenilir olarak görmediği şahıslar başkaları tarafından güvenilir görülmüştür.     

Hadisçiler tarafından kişi merkezli güvenilirlik ölçüsü ile yazılan hadisler zamanla ayetleştirilmiş ve karşı çıkılması dahi yasaklanarak "biz ne dediysek onu kabul etmek zorundasınız" şeklinde bir dayatmayla bugüne kadar gelmiştir.  

Hadis veya benzeri kitapları yazıp sonra bu kitaplara ilahi bir konum yükleyen müslümanlar bakara s 79. ayetinin muhatabı olmakla karşı karşıya gelmekten kurtulamazlar. Kur'an bugün metni tahrif edilmeden elimizde olmasına rağmen , "şu veya bu kitap olmazsa kur'anı anlayamazsınız" diyen zihniyet tarafından anlam tahrifine  uğratılmaya çalışılmıştır.

Kur'an ayetleri, öne çıkan bu kitapların içinde yazılanlar ışığında anlaşılmaya çalışıldığı için ayetler o kitabın yazarı tarafından nasıl anlaşıldıysa herkesin o şekilde anlaması mecbur tutulmuş ve yanlış olup olamayacağı konusunda herhangi bir düşünce içine girilmesi dahi "haram" şeklinde bir yasaklama ile korunma yoluna gidilmiştir.   

Eleştirilerimiz sadece geleneksel anlayış doğrultusunda dini anlama çabasında olup hadis ,fıkıh, tasavvuf vs kitapları öncelleyenler için değildir. Kur'anı öncellediğini iddia edip anlama metodunu kur'andan almadan yapılan çalışmalar sonucu kur'anın mesajını anlamak durumunda olmayıp kur'ana, ondan anlamak istediğini söyletme çabası içinde olanlar içinde geçerlidir. Bu kısımdaki insanlar kur'ana uymak mantığıyla değilde, kur'anı kendilerine uydurmak amaçlı çalışmalar ile kur'ana yaklaşıp ve o kitap'tan çıkardıklarını " işte Allah'ın muradı budur" şeklinde bir yaklaşımla sergiledikleri müddetçe "elleri ile kitap yazanlar" durumundan kurtulamazlar.

Kur'an harici yazılmış olan kitapların tamamı önce doğru bir kur'an anlayışına sahip olunduktan sonra kur'ana arz edilmeli yazılanların doğru olup olmadığı kur'ana göre sağlaması yapılmadan kabul veya red edilme yoluna gidilmelidir. Bu yolun dışındaki yollar bizleri her zaman başkalarının yorumuna muhtaç bırakarak dini anlama yoluna götürmesi içerdiği için bu yolun, elleri ile kitabı yazıp "bu Allah  katındandır" diyen insanlar ile dolu olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.    

"Doğru kur'an anlayışı" deyiminin içini ne şekilde dolduracağımızda bu konu ile birlikte gündeme gelmektedir. Malum olduğu üzere din adına konuşanların tamamı kur'an  okumakta ama bir çok farklı düşünceye sahip olunmaktadır. Bu durumun izalesi için anlama metodunu bile kur'andan alıp kitabı o metod ile okunduğunda farklı bir çok düşüncenin orta bir yolda birleşeceği görülecek ve sahih bir kur'an anlayışı ortaya çıkarak eller ile yazılan ve Allah cc nin kitabının önüne geçirilen bir çok kitabın içindeki muhteviyat kur'an ölçeğinde sağlamaya tabi tutulacaktır.   

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.