81. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
81. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2016 Çarşamba

Al-i İmran s. 81. ve Araf s. 172-173. Ayetlerinin Temsili Anlatım Üslubu Açısından Değerlendirilmesi

Kur'an muhataplarına vermek istediği mesajları, insanların bildikleri bir takım edebi anlatım üsluplarını kullanarak anlatmaktadır. Temsili anlatım üslubu , Kur'an'ın kullandığı bir anlatım biçimi olup , bu üslubun örneklerini Kur'an içinde sıkça bulmaktayız. Temsili anlatım üslubunun en önemli özelliği, gaybi alana dair konularda, kurgulanmış bir olay üzerinden anlatım yapmaktır. Bu anlatım üslubunda anlatılan olay değil , bu olay üzerinden anlatılmak istenen mesajın öne çıkarılması gerekmektedir. Olay üzerinde odaklanarak yapılan bir okuma, beraberinde bir çok gereksiz soruyu getirecek ,bu sorulara verilmeye çalışılan cevaplar ise , asıl mesajın ikinci plana düşmesine sebep olacaktır.

Bu yazımızda temsili anlatım üslubu dahilinde yapılan iki anlatım üzerinde durarak , bu anlatımlar üzerinden, temsili anlatım üslubunun özellikleri anlamaya çalışacağız.

[003.081]  Hani Allah, Nebilerden söz almış: And olsun ki; size, kitabı, hikmeti verdim. Yanınızda olanı doğrulayıcı bir resul geldiğinde mutlaka o'na inanacak ve yardım edeceksiniz. İkrar edip de ahdi kabul ettiniz mi? demişti. Onlar da: İkrar ettik, demişlerdi. Allah: Şahid olsun, Ben de sizinle beraber şahitlerdenim, demişti.

Al-i İmran s. 81. ayetinde ilk bakışta sanki Allah (c.c) bütün nebileri toplu olarak bir araya getirmiş, ve onlara ne yapacaklarına dair bir takım emirler veriyormuş gibi bir durum gözlenmektedir. Halbuki hepimiz biliriz ki, Nebiler tarihin farklı devirlerde dünyaya gelmişler, ve görev sürmüşlerdir. Bu ayette anlatılan olayı birebir yaşanmış gerçek bir olay görmek, bu olayın nasıl , ne zaman , ve nerede yaşandığı , nebilerin insan olması hasebiyle, insanların daha dünyaya gelmeden önce kaderlerinin çizilip çizilmediği gibi , daha bir çok sorunun kapısını açacaktır. 

Ayeti birebir yaşanmış bir olay olarak değil , temsili bir anlatım olması yönünden okuduğumuz zaman, bu gibi soruların sorulmasına gerek olmadığı ortaya çıkacaktır. Temsili anlatımda öne çıkan husus , anlatımın görsel bir hale sokulması ve bu anlatım üzerinden muhataba bir mesaj verilmeye çalışılmasıdır.  

Peki Al-i İmran s. 81. ayeti temsili bir anlatım üslubu üzerinden bizlere nasıl bir mesaj vermektedir?.

Al-i İmran suresini okuduğumuz zaman , bu surenin Medine'de inmiş olması nedeniyle , bu şehirde yaşayan ve "Kitap Ehli" olarak tanımlanan Yahudi ve Hristiyanlara hitap eden ayetlerin ağırlıkta olduğunu görebiliriz. Allah (c.c) , Kur'an ve Muhammed (a.s) dan bahsederken , İncil ve Tevratı tasdik edici , ve kendisinden önceki elçiler ile aynı göreve sahip olduğunu beyan etmektedir.

Kur'an'ın İncil ve Tevrat'ı tasdik ettiği , Muhammed (a.s) ın İsa ve Musa (a.s) lar gibi Allah (c.c) nin göndermiş olduğu elçilerden olduğu , dolayısı ile Hristiyan ve Yahudiler'in Kur'an ve Muhammed (a.s) a iman etmeleri gerektiğinin beyan edilmesine rağmen , Kitap Ehli bu emre itaat ederek iman etmeye yanaşmamaktadır

Al-i İmran s. 81. ayetini böyle bir tarihi arka plan dahilinde okuduğumuz zaman, ayet şöyle bir mesaj vermektedir;

Bütün nebiler Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olmaları nedeniyle aynı kaynaktan beslenmektedirler. Gelen elçilerin tamamı, kendisinden önceki elçileri doğrulayıcı ve onları tasdik edicidir. Hiç bir elçi kendisinden öncekini doğrulayıcı ve tasdik edici olma konusunda en küçük bir yanlış yapmaz . Elçileri bayrak yarışçıları gibi düşündüğümüzde , aynı bayrak ilk elçiden son elçiye kadar el değiştirerek, bir önceki elçiden  bir sonraki elçiye devredilmiştir.

Dolayısı ile elçilere tabi olduğunu iddia edenlerin de aynı şekilde o elçilerin yolunu takip etmek zorunluluğu bulunmaktadır. Elçilere iman ettiğini iddia edenlerin, yanlarında olanı doğrulayıcı bir başka elçi geldiği zaman bu elçiye iman ve onlara yardım etmek mecburiyetleri bulunmaktadır. 

Muhammed (a.s) kendisinden önce gelen Musa ve İsa (a.s) ları ve onlara verilen kitapları doğrulayıcı olarak gelmiş bir elçi olarak Medine'deki Yahudi ve Hristiyanların kendisine iman ve yardım etmesini beklemekte , fakat bu beklentisi istenilen karşılığı bulmamaktadır. 

Medine'de nazil olan bir çok ayet Yahudi ve Hristiyanları iman etmeye teşvik etmekte olup , Al-i İmran s. 81. de bu ayetlerden bir tanesidir. Bu ayet, diğer ayetlerden farklı bir anlatım üslubu kullanarak olayı görsel bir hale getirmekte , vermek istediği mesajı bu şekilde vermektedir.

Musa ve İsa (a.s) lar kendisinden sonra gelen ve onlara indirilen Tevrat ve İncil'i tasdik eden son nebi olan Muhammed (a.s) a eğer hayatta olmuş olsalar mutlaka iman edecekler ve ona yardım edeceklerdir. Onların hayatta olmamaları nedeniyle bu görev, Musa ve İsa (a.s) lara iman ederek onların yolunda oldukları iddia eden insanlara düşmekte , ve onların Muhammed (a.s) a iman ve yardım etmek zorunda oldukları bu ayet tarafından bildirilmektedir.

Temsili anlatım üslubuna örnek olarak konu edeceğimiz ikinci ayet Araf s. 172-173. ayetleridir.

[007.172]  Hani Rabbın; Ademoğullarının sulbünden soyunu çıkarmış ve kendilerini nefislerine şahit tutmuş. Ben, sizin Rabbiniz değil miyim? demişti. Onlar da demişlerdi ki: Evet, biz buna şahidiz. Kıyamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu, demeyesiniz.
[007.173] Veya daha önce sadece atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onların ardından gelen bir nesiliz, bizi batıl işleyenlerin yaptıkları yüzünden helak eder misin? demeyesiniz.

Bu ayette diğer Al-i İmran s. 81. ayeti gibi Allah (c.c) ile Ademoğulları arasında geçen karşılıklı bir konuşma üslubuna sahiptir. Bu ayeti okurken bu konuşmanın kendisine takıldığımız zaman , bazılarının "Allah benden söz aldığını söylüyor ama benim böyle bir söz verdiğimden haberim yok" şeklinde itirazlarını duymak mümkündür. Veya tefsirlerde Yunan düşüncesinden ithal edilmiş Ruh - Beden ayrımına dayalı düşünce etrafında, bu sözün ruhlar aleminde verilmiş olduğu gibi yorumlara rastlamaktayız.

Ayetleri birebir gerçekte yaşanmış bir olay olarak değil , temsili anlatım olması açısından okumaya çalıştığımız zaman , bu türden soru ve yorumların gereksiz olduğu da ortaya çıkacaktır.

Allah (c.c) bu ayetlerde yaratılmış ve yaratılacak olan bütün insanların fıtratına, kendisini rab olarak tanıma özelliği yerleştirdiğini beyan etmektedir. Her insan kendisine doğuştan verilmiş olan bir fıtri bilgi ile doğmakta , sonradan bu fıtri bilgi çevresel şartların etkisi ile farklı yerlere kanalize  olarak, başka rabler edinmek sureti ile değişime uğrayabilmektedir.

Dikkat edilirse ayetlerde kıyamet günü bütün insanların hesaba çekileceğinden bahsedilmektedir. Halbuki İslam düşüncesinde "Fetret Ehli" şeklinde bir deyim etrafında , kendisine kitap ve elçi gelmemiş kişi ve toplulukların durumlarının ne olacağı tartışmaları yapılmaktadır. Bu tartışmalarda farklı görüşler mevcut olup , ayetler bu tartışmalara son noktayı da koymaktadır.

Kıyamet gününde herkes kendisine verilen bilgiden sorumlu tutulacaktır. Kitap ve elçi bilgisi ile tanışmış olan kişi ve toplumlar, bu bilginin muhteviyatından hesaba çekileceği gibi , kitap ve elçi ile tanışmamış olan kişi ve toplumlar , fıtratlarında bulunan Allah'ı rab olarak tanıyıp tanımadıklarından sorguya çekileceklerdir. 

Sonuç olarak : Kur'an'da yapılan bir anlatımın temsili olduğunu iddia etmek bazı kimseler tarafından " Ne yani Allah yalan mı söylüyor?" şeklinde bir takım iddialara neden olmakta veya bir anlatımın temsili olduğunu düşünmenin, itikadi açıdan bir takım sıkıntılara yol açacağı düşünülmektedir. 

 Bir anlatımın temsili olduğunu düşünmek ve o doğrultuda yorum yapmak , o ayetleri kökten ret etmek anlamında değildir. Herkes için serbest ve gerekli olan Kur'an'ı anlama hürriyeti dahilinde yapılmış bir yorumdur. Elbette yapılan yorumların isabetli olmama ihtimali bulunmaktadır , fakat bu anlatım üslubunu kullanarak bazı ayetleri yorumlamanın kişileri kafir yapması söz konusu da değildir.  Aksine, eğer bir anlatım gaybe dair bilgiler ihtiva etmekte ise , bu bilgiler bize gerçek hayattan bilindik olan bazı şeylere benzetilerek anlatılmaktadır , ve bu anlatımda esas bakılması gereken nokta , verilmek istenen mesajdır. 

Kur'an'ın mecazi anlatım içeren bazı ayetlerinin literal anlamda okunması sonucunda varılan bazı sonuçlar , farklı yaklaşımları beraberinde getirerek , düşmanlıklara varan fırkalaşmaları beraberinde getirdiği herkesçe malumdur. 

Eğer bir anlatım temsili bir üsluba sahip ise , ve bu anlatım gerçek olarak anlaşılmaya çalışılacak olursa , bu anlama tarzı bir çok soruyu beraberinde getirmektedir. Konumuz olan ayetler birebir yaşanmış bir olay olarak anlaşıldığı takdirde ortaya bir çok soru çıkmakta , bu sorulara verilmeye çalışılan cevaplar ise asıl mesajı arkaya atmaktadır.

Yazımıza konu ettiğimiz ayetler dikkat edilirse gaybe dair bilgiler ihtiva etmektedir. Bu bilgiler bize Allah ile insanların karşılık konuşma üslubu içinde anlatılmaktadır. Bu konuşmada bakılması gereken taraf konuşmanın keyfiyeti değil , konuşma üzerinden verilmek istenen mesaj olmalıdır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

22 Ocak 2014 Çarşamba

Al-i imran s. 81. ve Araf s. 157. Ayetleri Arasındaki Bağlantı İle İlgili Bir Çalışma

Alemlere rahmet ve hidayet kaynağı kur'anın al-i imran s. 81. ayetinde rabbimiz şöyle buyurmaktadır.  

 Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn

Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım," demişti.

Bu olayın nasıllığı konusunda fikir yürütmekten ziyade, ayette verilmek istenen mesaj üzerinde yoğunlaşarak anlama çalışma yapmanın daha doğru bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz. Nasıllığı konusu çünkü gaybi bir konu olup , Allah cc sanki bütün nebileri bir araya toplayıp böyle bir söz almış gibi bir anlayış akla gelebilir'ki bu şekil anlatımı hakiki bir şekilde anlamaya kalkanların içine düştükleri soruların cevaplarını vermekte zorlandıklarını görmekteyiz. 

Al-i imran suresi bilindiği gibi medinede nazil olan surelerden olup ayetlerde geçen hitaplar genelde medinede bulunan ehli kitaba yönelik ayetlerdir.Araf suresi mekkede nazil olmasına rağmen bir kısım ayetlerin medinede nazil olduğu söylenmekte olup 157. ayetinde medinede nazil olmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir.   

Medinede nazil olan ayetlerin ehli kitaba yönelik olanlarına baktığımızda genel olarak, ehli kitab olarak adlandırılan yahudi ve hıristiyanların, iman ettiklerini iddia ettikleri tevrat,incil ve iman ettiklerini iddia ettikleri musa ve  isa as ları, kur'anın ve muhammed as ın tasdik ettiği vurgusu yapılarak, "tevrat,incil,kur'an, musa,isa ve muhammed as ların  hepsinin kaynağı aynı olup birbirlerinden herhangi bir farkı yoktur onlara iman edenlerin bu kur'ana ve elçiye iman etmeleride gerekmektedir" şeklinde mesaj içerdikleri görülmektedir.

Kur'anın muhataplarına mesajını anlatma yollarından biriside olayı görselleştirerek anlatma şeklinde olduğu kur'an okuyucularının bildiği bir durum olup , bu şekil anlatıma bir ayetlerde rastlanmaktadır. Al-i imran s 81. ayetide mesajı görselleştirerek anlatma yolu seçilen bir ayettir. Ayet'te, elçilerin sanki bayrak yarışı gibi elindeki bayrağı önündeki elçiye vermesi şeklinde bir görselleştirme yapılıp vahiy ve içerikleri sanki tek bir bayrakmışçasına ayni içeriğin elden ele geçerek elçiler vasıtası ile ulaştırıldığı anlatılmaktadır.

Bu ayet maalesef bir kısım önkabullerini kur'ana tasdik ettirmek isteyen kişilerin elinde oyuncak olarak oynanmaya çalışılan bir ayet durumuna düşürülerek, resul ve nebi kavramları çerçevesinde okunmaya çalışılmış ancak bu şekil bir okuma tarzıda kur'an bütünlüğünden uzak kalarak okunmaya çalışılmış , neticede  resulluğu kendinden menkul bazı şahısların resul olabileceğine !! dair bir delil ayet olarak karşımıza çıkarılmaya çalışmıştır.   

Al-i imran s. 81. ayetinin measjına gelince; ayet medinede nazil olmuş ve kendilerini kitab ehli olarak adlandırılan kitleye şöyle bir mesajı vardır. "Ey kitab ehli, eğer siz Allah'ın kendilerini elçi seçip kitap verdiğine inandığınız musa ve isa'ya gerçekten iman ediyorsanız, işte bu gelen elçi muhammed'e ve kur'ana,şayet musa ve isa hayatta olsalardı ona iman edip yardım edeceklerdi, sizde onlar gibi iman edin ve ona yardım edin".   

Al-i imran s. 81. ayeti ile araf s. 157. ayeti nasıl bir bağ kurulabilir? sorusunun cevabından önce ayetin metnini ve mealini verelim.   

Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn.

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Bu ayet, al-i imran s. 81. ayeti gibi muhammed as ın kur'an harici haram ve helal kılma gibi bir yetkisi olduğunun savunanların elinde oyuncak olan bir ayet olup kur'an bütünlüğünden uzak olarak sadece savundukları şeye delil aramak için kuran okuyanların buldukları bir delil! olduğu zan edilmiştir.   

"Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları" şeklindeki ibareden ayet'in muhatabların kimler oldukları apaçık ortadadır. Musa ve isa as a indirilen kitap'ta böyle bir elçinin geleceğinin bilgisine sahib oldukları anlaşılmaktadır. 

[002.146]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[006.020]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar.
[061.006]  Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.

Bakara s. 146 ve enam s. 20 ayetlerinde ehli kitabın bu elçi ile ilgili bilgiye sahip oldukları, saff s. 6. ayetinde ise isa as ın verdiği habere göre daha geniş bir bilgiye sahip oldukları bildirilmektedir.

" temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor" cümlesi ise yanlış anlamaya kaynaklık eden bir cümledir, halbuki israiloğullarının yaptıkları zulümler nedeni ile Allah cc den bir ceza olarak önceden helal olan bazı yiyeceklerin kendilerine haram edilmesi ayetlerinin ardından bu ayeti okudukları zaman bu ayetin mesajı daha doğru anlaşılacaktır. 

[002.057] Bulutla sizi gölgelendirdik, kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin» dedik. Onlar Bize değil, fakat kendilerine yazık ediyorlardı.
[003.093] Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».
[004.160-1] Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.
[006.146] Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118]  Yahudilere ise bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık ve onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
[003.050]  Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmek ve size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

Verdiğimiz ayet meallerine dikkat edilecek olursa daha önce kendilerine bütün yiyeceklerin helal olduğu yahudilere , yapmış oldukları zulümler nedeniyle helal olan bir kısım yiyecekler haram edilmiş isa as ile al-i imran s 50 ayetindeki ibareyi dikkatlice okumak gerekmektedir, "size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim." isa as haram olan bir kısmı helal kılmak için rabbinizden ayet getirdim diyor kendisinin bu konuda herhangi bir yetkisi olmadığı apaçık ortadadır.  

Araf. 157. ayeti ise yukarda verilen ayetlerin devamı niteliğinde bir ayet olup, isa as ile helal kılınan bir kısım haramın muhammed as ile tamamen kaldırıldığı bilgisi verilmektedir. Bu konunun muhammed as ın vahiy harici haram ve helal kılma yetkisi gibi bir durum yoktur. Muhammed as a böyle bir yetki verildiği iddiası onu haram helal kılmada tek yetkili olan Allah cc nin yanına ayrı bir ilah konumuna getirmek anlamına gelir. 

Bu iki ayet arasında şöyle bir bağ kurmak mümkündür ; al-i imran s. 81 de Allah cc nin vahyini insanlara iletmekle görevli olan her elçinin birbiri ile bayrak yarışı misali elindeki bayrağı önündeki elçiye devrettiği, öndeki elçininde arkadakini tasdikleyerek bu bayrağı taşıdığı şeklinde bir görsellikten yola çıkılarak, musa ve isa as lardan sonra gelen elçi muhammed as ın onları tasdik ettiği onlarında al-i imran s. 81. ayette belirtildiği gibi ona iman ve yardım ettikleri görülmektedir. 

Musa ve isa asların sonra gelen elçi muhammed as a nasıl yardım ettikleri sorusu akla takılabilir, burada onların bu yardım vaadlerini kendilerine iman edenlerede tebliğ ettikleri , yani musa ve isa as iman ettiklerini iddia edenlerin bakara s. 146,enam s.20 ve saff 6. ayetlerinde bildirildiği gibi böyle bir elçinin bilgisine sahip oldukları anlatılmakta olup musa ve isa as ların haber verdikleri bu elçinin kendilerinin dahil olduğu zincirin son halkası olduğu bildirilmektedir.   

Her iki ayette geçen "nebi ve resul" kelimeleri ayetlerin birbirleri ile bağını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. "Allah'ın nebilerden söz alması" resul olarak gönderilmeden önce Allah' cc den mesajı almaları onların "nebi" vasfına sahip olmaları anlamına gelerek bu anlamda resul olarak görevlendirilen bütün şahısların "nebi" oldukları, yani haberi aldıkları kaynağın aynı olduğu,sonra bu haberi tebliğ ile görevlendirilmelerinin resul olmaları yani görevi aldıkları kaynağında aynı olmaları, son " nebi resul" olan muhammed as ın bu zinciri tamamlayan bir halka olduğunun bilgisinin verilmiş olması şeklinde bağını kurmak mümkündür.  

Sonuç olarak, al-i imran s. 81 ve araf s. 157 ayetleri, önkabuller bir kenara atılarak kur'an bütünlüğünde okunacak olursa ayetlerin mesajını şöyle anlamak mümkündür , Allah cc nin göndermiş olduğu bütün "nebi resul" lerin aynı kaynaktan vahiy aldığı, aynı görevin devam ettiricileri olduğu, bu durumun muhammed as a kadar devam ettiği, kendilerini musa ve isa as aiman ettiklerini iddia edenlerinde bu elçiye uymak zorunda oldukları bu elçinin, yahudilerin daha önce yapmış oldukları zulümler nedeniyle ceza olarak kendilerine haram kılınan daha önce helal edilmiş şeylerin artık muhammed as a inen vahiy ile helal olduğu bilgisi verilmektedir.  

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.