Bu yazımızda temsili anlatım üslubu dahilinde yapılan iki anlatım üzerinde durarak , bu anlatımlar üzerinden, temsili anlatım üslubunun özellikleri anlamaya çalışacağız.
[003.081] Hani Allah, Nebilerden söz almış: And olsun ki; size, kitabı, hikmeti verdim. Yanınızda olanı doğrulayıcı bir resul geldiğinde mutlaka o'na inanacak ve yardım edeceksiniz. İkrar edip de ahdi kabul ettiniz mi? demişti. Onlar da: İkrar ettik, demişlerdi. Allah: Şahid olsun, Ben de sizinle beraber şahitlerdenim, demişti.
Al-i İmran s. 81. ayetinde ilk bakışta sanki Allah (c.c) bütün nebileri toplu olarak bir araya getirmiş, ve onlara ne yapacaklarına dair bir takım emirler veriyormuş gibi bir durum gözlenmektedir. Halbuki hepimiz biliriz ki, Nebiler tarihin farklı devirlerde dünyaya gelmişler, ve görev sürmüşlerdir. Bu ayette anlatılan olayı birebir yaşanmış gerçek bir olay görmek, bu olayın nasıl , ne zaman , ve nerede yaşandığı , nebilerin insan olması hasebiyle, insanların daha dünyaya gelmeden önce kaderlerinin çizilip çizilmediği gibi , daha bir çok sorunun kapısını açacaktır.
Ayeti birebir yaşanmış bir olay olarak değil , temsili bir anlatım olması yönünden okuduğumuz zaman, bu gibi soruların sorulmasına gerek olmadığı ortaya çıkacaktır. Temsili anlatımda öne çıkan husus , anlatımın görsel bir hale sokulması ve bu anlatım üzerinden muhataba bir mesaj verilmeye çalışılmasıdır.
Peki Al-i İmran s. 81. ayeti temsili bir anlatım üslubu üzerinden bizlere nasıl bir mesaj vermektedir?.
Al-i İmran suresini okuduğumuz zaman , bu surenin Medine'de inmiş olması nedeniyle , bu şehirde yaşayan ve "Kitap Ehli" olarak tanımlanan Yahudi ve Hristiyanlara hitap eden ayetlerin ağırlıkta olduğunu görebiliriz. Allah (c.c) , Kur'an ve Muhammed (a.s) dan bahsederken , İncil ve Tevratı tasdik edici , ve kendisinden önceki elçiler ile aynı göreve sahip olduğunu beyan etmektedir.
Kur'an'ın İncil ve Tevrat'ı tasdik ettiği , Muhammed (a.s) ın İsa ve Musa (a.s) lar gibi Allah (c.c) nin göndermiş olduğu elçilerden olduğu , dolayısı ile Hristiyan ve Yahudiler'in Kur'an ve Muhammed (a.s) a iman etmeleri gerektiğinin beyan edilmesine rağmen , Kitap Ehli bu emre itaat ederek iman etmeye yanaşmamaktadır
Al-i İmran s. 81. ayetini böyle bir tarihi arka plan dahilinde okuduğumuz zaman, ayet şöyle bir mesaj vermektedir;
Bütün nebiler Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olmaları nedeniyle aynı kaynaktan beslenmektedirler. Gelen elçilerin tamamı, kendisinden önceki elçileri doğrulayıcı ve onları tasdik edicidir. Hiç bir elçi kendisinden öncekini doğrulayıcı ve tasdik edici olma konusunda en küçük bir yanlış yapmaz . Elçileri bayrak yarışçıları gibi düşündüğümüzde , aynı bayrak ilk elçiden son elçiye kadar el değiştirerek, bir önceki elçiden bir sonraki elçiye devredilmiştir.
Dolayısı ile elçilere tabi olduğunu iddia edenlerin de aynı şekilde o elçilerin yolunu takip etmek zorunluluğu bulunmaktadır. Elçilere iman ettiğini iddia edenlerin, yanlarında olanı doğrulayıcı bir başka elçi geldiği zaman bu elçiye iman ve onlara yardım etmek mecburiyetleri bulunmaktadır.
Muhammed (a.s) kendisinden önce gelen Musa ve İsa (a.s) ları ve onlara verilen kitapları doğrulayıcı olarak gelmiş bir elçi olarak Medine'deki Yahudi ve Hristiyanların kendisine iman ve yardım etmesini beklemekte , fakat bu beklentisi istenilen karşılığı bulmamaktadır.
Medine'de nazil olan bir çok ayet Yahudi ve Hristiyanları iman etmeye teşvik etmekte olup , Al-i İmran s. 81. de bu ayetlerden bir tanesidir. Bu ayet, diğer ayetlerden farklı bir anlatım üslubu kullanarak olayı görsel bir hale getirmekte , vermek istediği mesajı bu şekilde vermektedir.
Musa ve İsa (a.s) lar kendisinden sonra gelen ve onlara indirilen Tevrat ve İncil'i tasdik eden son nebi olan Muhammed (a.s) a eğer hayatta olmuş olsalar mutlaka iman edecekler ve ona yardım edeceklerdir. Onların hayatta olmamaları nedeniyle bu görev, Musa ve İsa (a.s) lara iman ederek onların yolunda oldukları iddia eden insanlara düşmekte , ve onların Muhammed (a.s) a iman ve yardım etmek zorunda oldukları bu ayet tarafından bildirilmektedir.
Temsili anlatım üslubuna örnek olarak konu edeceğimiz ikinci ayet Araf s. 172-173. ayetleridir.
[007.172] Hani Rabbın; Ademoğullarının sulbünden soyunu çıkarmış ve kendilerini nefislerine şahit tutmuş. Ben, sizin Rabbiniz değil miyim? demişti. Onlar da demişlerdi ki: Evet, biz buna şahidiz. Kıyamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu, demeyesiniz.
[007.173] Veya daha önce sadece atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onların ardından gelen bir nesiliz, bizi batıl işleyenlerin yaptıkları yüzünden helak eder misin? demeyesiniz.
Bu ayette diğer Al-i İmran s. 81. ayeti gibi Allah (c.c) ile Ademoğulları arasında geçen karşılıklı bir konuşma üslubuna sahiptir. Bu ayeti okurken bu konuşmanın kendisine takıldığımız zaman , bazılarının "Allah benden söz aldığını söylüyor ama benim böyle bir söz verdiğimden haberim yok" şeklinde itirazlarını duymak mümkündür. Veya tefsirlerde Yunan düşüncesinden ithal edilmiş Ruh - Beden ayrımına dayalı düşünce etrafında, bu sözün ruhlar aleminde verilmiş olduğu gibi yorumlara rastlamaktayız.
Ayetleri birebir gerçekte yaşanmış bir olay olarak değil , temsili anlatım olması açısından okumaya çalıştığımız zaman , bu türden soru ve yorumların gereksiz olduğu da ortaya çıkacaktır.
Allah (c.c) bu ayetlerde yaratılmış ve yaratılacak olan bütün insanların fıtratına, kendisini rab olarak tanıma özelliği yerleştirdiğini beyan etmektedir. Her insan kendisine doğuştan verilmiş olan bir fıtri bilgi ile doğmakta , sonradan bu fıtri bilgi çevresel şartların etkisi ile farklı yerlere kanalize olarak, başka rabler edinmek sureti ile değişime uğrayabilmektedir.
Dikkat edilirse ayetlerde kıyamet günü bütün insanların hesaba çekileceğinden bahsedilmektedir. Halbuki İslam düşüncesinde "Fetret Ehli" şeklinde bir deyim etrafında , kendisine kitap ve elçi gelmemiş kişi ve toplulukların durumlarının ne olacağı tartışmaları yapılmaktadır. Bu tartışmalarda farklı görüşler mevcut olup , ayetler bu tartışmalara son noktayı da koymaktadır.
Kıyamet gününde herkes kendisine verilen bilgiden sorumlu tutulacaktır. Kitap ve elçi bilgisi ile tanışmış olan kişi ve toplumlar, bu bilginin muhteviyatından hesaba çekileceği gibi , kitap ve elçi ile tanışmamış olan kişi ve toplumlar , fıtratlarında bulunan Allah'ı rab olarak tanıyıp tanımadıklarından sorguya çekileceklerdir.
Sonuç olarak : Kur'an'da yapılan bir anlatımın temsili olduğunu iddia etmek bazı kimseler tarafından " Ne yani Allah yalan mı söylüyor?" şeklinde bir takım iddialara neden olmakta veya bir anlatımın temsili olduğunu düşünmenin, itikadi açıdan bir takım sıkıntılara yol açacağı düşünülmektedir.
Bir anlatımın temsili olduğunu düşünmek ve o doğrultuda yorum yapmak , o ayetleri kökten ret etmek anlamında değildir. Herkes için serbest ve gerekli olan Kur'an'ı anlama hürriyeti dahilinde yapılmış bir yorumdur. Elbette yapılan yorumların isabetli olmama ihtimali bulunmaktadır , fakat bu anlatım üslubunu kullanarak bazı ayetleri yorumlamanın kişileri kafir yapması söz konusu da değildir. Aksine, eğer bir anlatım gaybe dair bilgiler ihtiva etmekte ise , bu bilgiler bize gerçek hayattan bilindik olan bazı şeylere benzetilerek anlatılmaktadır , ve bu anlatımda esas bakılması gereken nokta , verilmek istenen mesajdır.
Kur'an'ın mecazi anlatım içeren bazı ayetlerinin literal anlamda okunması sonucunda varılan bazı sonuçlar , farklı yaklaşımları beraberinde getirerek , düşmanlıklara varan fırkalaşmaları beraberinde getirdiği herkesçe malumdur.
Yazımıza konu ettiğimiz ayetler dikkat edilirse gaybe dair bilgiler ihtiva etmektedir. Bu bilgiler bize Allah ile insanların karşılık konuşma üslubu içinde anlatılmaktadır. Bu konuşmada bakılması gereken taraf konuşmanın keyfiyeti değil , konuşma üzerinden verilmek istenen mesaj olmalıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.