Mesel yolu ile anlatım metodu , verilmek istenilen mesajın insanlar tarafından en kolay biçimde anlaşılmasını sağlaması açısından , Kur'anın sıkça kullandığı metotlardan birisidir. "Elbise" kelimesinin ifade ettiği anlam, her insanın bilgisi dahilinde olup , Kur'an bu kelimenin ifade ettiği anlamı mesel yolu ile anlatarak, elbisenin insan için olan değerini ve gereğini öne çıkarmak sureti ile, imanın değerini ve gereğini bizlere anlatmaktadır.
[016.081] Allah yarattıklarından size gölgeler yapmış; dağlarda
sığınacağınız barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, harpte
sizi koruyacak zırhlar vermiştir. Size olan nimetini müslüman olasınız diye işte
bu şekilde tamamlamaktadır.
Araf suresi içinde geçen Adem ve İblis kıssasındaki "Elbise" meseli üzerinden verilen mesajı okumaya çalışmak , bu yazımızın konusu olacaktır.
Adem ve İblis kıssasının , Araf suresi içinde geçen bölümüne baktığımızda , Şeytanın Adem ile eşine vesvese vererek onları çıplak bıraktığı anlatılmaktadır. Bu çıplaklığı anlamak için , önce insanın fıtratında bulunan örtünme gereksinimini dikkate almak gerektiğini düşünmekteyiz.
Allah (c.c) insana yaratılışından gelen bazı hasletler yüklemiş , ve insanlar yaşamlarını bu hasletler dairesinde devam ettirmektedirler. Örtünme , insana yaratılışı gereği verilmiş olan bu hasletlerden bir tanesidir. Kendilerine gelebilecek her türlü dış etkilerden korunmak için bütün insanlar, "Elbise" denilen giysiler ile hayat sürerler. Örtünme ihtiyacı, bir insanın en temel ihtiyaçlarından birisi olup , çıplaklık arızi bir durum olarak görülür.
Adem ve İblis kıssasının Araf suresi içinde geçen bölümünde , insandaki bu fıtri haslete dikkat çekilerek, mesel ile anlatım metodu üzerinden , giyinmeye olan ihtiyaç ile vahye olan ihtiyaç, çıplaklık ile vahye aykırı hareket etmek arasında bir bağ kurularak , bizlere mesaj verilmektedir. Adem ve İblis kıssasının , sadece yaşandığı zaman ve mekanı dikkate alarak değil , bizlere dair nasıl bir mesajı olabileceği yönünde bir okuma yapıldığı takdirde daha doğru anlaşılacağını , bu kıssa ile ilgili daha önceki yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık.
[007.020] Sonra şeytan, ikisine de onların kendilerinden örtülmüş olan avret yerlerini onlara açıvermesi için vesvese vermeğe başladı. Ve «Rabbiniz
sizi bu ağaçtan nehyetmedi, ancak iki melek olacağınız veya ebedî kalacaklardan
bulunacağınız için nehyetti,» dedi.
Şeytanın , Adem ile eşine , Allah (c.c) nin onlara olan emirlerini çiğnemeleri için vesvese vererek yasağı çiğnetmesinin sonucunda başlarına gelecek olan durum " kendilerinden örtülmüş olan avret yerlerini onlara açıvermesi için " şeklinde ifade edilmektedir.
[007.022] Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü, cennet yapraklarından oralarına
örtmeğe koyuldular. Rableri onlara, «Ben sizi o ağaçtan menetmemiş miydim?
Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?» diye seslendi.
Şeytanın verdiği vesvese ile , kendilerine yasak olan ağaçtan tattıklarında artık olanlar olmuş , Adem ve eşi çıplak kalmışlardır. Adem ve eşi , fıtri olan giyinik halde bulunma durumunun dışında bir hal kendilerine arız olduğunu gördüklerinde , fıtratları icabı yine kendilerini örtmeye çalışmalarının bizlere nasıl bir mesaj verdiği üzerinde durmak gerektiğini düşünmekteyiz.
Allah (c.c) nin bizlere dair olan elçi ve kitaplarla gelen emirler, fıtratımız ile uyumlu olan yani bizi bir elbise gibi saran emirler olup , bizleri elbisenin gördüğü işlev gibi her türlü dış etkiden yani küfür ve şirk etkisinden korumaktadır. Bizler Allah (c.c) nin bizler için biçtiği bu elbiseyi üzerimizden çıkarmak sureti ile çıplak kaldığımızda , bu çıplaklığı fıtratımız gereği başka elbiseler ile (Cennet yaprakları) örtmeye gayret edeceğizdir. Ancak "Cennet yaprakları" olarak ifade edilen , vahiy harici örtücüler insana herhangi bir yarar sağlamayacak , insan sadece örtündüğünü sanacak ama aslında çıplak olarak gezmiş olacaktır.
"Takva elbisesi" deyimi ile bundan sonra gelecek ayetlerde verilmek istenilen mesaj , bu deyimi ilgilendiren kıssa içindeki ön bilgileri okuduktan sonra daha kolay anlaşılacaktır.
[007.026] Ey Ademoğulları, size avret yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi
sağlayacak elbiseler indirdik. Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu
Allah'ın ayetlerinden biridir. Ola ki, düşünüp ders alırlar.
Araf suresi 26. ayetinin ilk cümlesinde , Allah (c.c) nin bizlere , vücutlarımızı her türlü dış etkenden korunmak için hakiki anlamda giysiler üretmek için imkanlar bahşettiği bildirilmektedir. İnsanın giysiye ve örtünmeye olan ihtiyacına dikkat çekilerek, "Takva elbisesi" deyimi ile bizlere bahşedilen ve bizleri her türlü küfür ve şirk tehlikesinden koruyan bir giysinin yani Allah (c.c) nin bizler için biçtiği iman elbisesinin daha hayırlı olduğu hatırlatılmaktadır.
Dolayısı ile başka elbiselerin bizleri korumaktan uzak olduğu , ve bu elbiseleri biçen Allah (c.c) dışındaki terzilerin vücut ölçülerimizi tam olarak bilemedikleri için , bizim için biçtikleri elbiselerin, yani yaşam kurallarının bizlere dar gelerek sıkacağını anlayabiliriz.
"Takva elbisesi" deyiminin ifade ettiği anlam , Allah (c.c) nin tarih boyunca elçileri ile indirmiş olduğu vahiyler olup , bu vahiylere uymak , giyinik olmak yani küfür ve şirk tehlikesinde emin olmak anlamında güvenli bir hayatın garantisidir.
Şeytan olgusu burada devreye girmekte , ilk insandan kıyamete kadar bütün insanları bekleyen bir tehlikenin, yani Cennet ten ayak kaydırmanın sembolik adı artık kıyamete kadar, "Şeytanlık" olarak anılacaktır. Adem ve eşi üzerinden anlatılan bu kıssa, sadece bu ikisinin kıssası gibi okunarak , kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlığın kıssası olarak okunmadığı müddetçe, doğru olarak anlaşılamayacağını söylemek isteriz.
[007.027] Ey Ademoğulları! Şeytan, avret yerlerini kendilerine göstermek
için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de
şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi
görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.
Araf s. 27. ayeti , üzerimizde olan küfür ve şirk tehlikesinden koruyucu elbiseyi , çıkartmak işini üstlenenlerin genel adının "Şeytan" olduğunu bize haber vererek , şeytanlara karşı uyanık olmamızı haber vermektedir. Şeytan bizleri takva elbisesinden soyundurarak , meydana gelen çıplaklığı "Küfür ve şirk elbisesi" ile örtmemiz için her an iğvada bulunmaktadır.
[014.049-50] O gün suçlu kâfirlerin birbirine yaklaştırılarak
kelepçelendiğini görürsün. Gömlekleri katrandandır, yüzlerini ise ateş
kaplar.
[022.019] Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır: İmdi, inkâr
edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar
su dökülecektir!
Giyinme ihtiyacı insan fıtratının bir gereği olduğu için , vahiy elbisesinden kendisini soyutlayarak çıplak kalan insan , bu çıplaklığı örtmek için , giyinmek ihtiyacını hissedecektir. "Takva elbisesi" nin yani Allah (c.c) nin biçtiği elbiseyi giymeyen insan , o elbisenin yerine "Fücur elbisesi" ni giymek zorunda kalacaktır , onun giymiş olduğu bu elbise , ahiret gününde onu yakan bir elbise olarak karşısına çıkacaktır.
[007.031] Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının.
Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
Araf suresinin 31. ayetinin, bazı meallerde literal bir okuma sonucu çevrilerek , camilere güzel elbiseler giyinerek gidilmesi gerektiği gibi bir anlam olarak çevrildiğini görmekteyiz. Elbise nasıl bir insan için zaruri bir ihtiyaç ise , "Zinet" adı verilen eşyalar da aynı şekilde insana güzel gelen ve insanların kullanmayı sevdikleri eşyalardan dır.
Bu ayeti, camilere güzel elbiseler ile gitmeyi emrettiği gibi dar bir alana hapsetmek yerine , "Elbise" kelimesinin ifade ettiği anlam ile birlikte okuyarak anlamanın, daha doğru sonuç vereceğini düşünmekteyiz.
"Elbise" ve "Zinet" bir insanı tamamlayan eşyaların genel adıdır. İnsan nasıl fıtri olarak giyinme ihtiyacı duyuyor ise , ziynet eşyaları takınmak ihtiyacı da duyar. Elbise ve ziynet eşyasının, insan üzerinde devamlı bulunması ve hiç çıkarılmamasını dikkate aldığımızda, bunların çıkarıldığında ortaya çıkan durumdan insan nasıl rahatsızlık duyuyor ise , vahyi hayattan çıkararak elbise ve ziynetsiz kalmak ta insanı o derece rahatsız etmesi gerekecektir.
"Mescit" kelimesinin, "Secde edilen mekan" anlamını dikkate alarak , bu kelimenin hayatımız içinde sadece namaz ile sınırlı bir eylem değil , bütün zamanları kaplaması gereken bir anlama sahip olması gerektiğini öne çıkardığımız zaman , "Mescitlere ziynetlerin takınarak gidilmesi" ni anlayabiliriz.
Allah'a secde eden , yani hayatın her anında Allah (c.c) yi merkeze alan bir hayat , yaşadığımız her yeri ve anı "Mescit" haline getirecek ve bizleri ziynetlerini yani vahyi takınmış bir hayat sürer hale getirecektir.
Sonuç olarak ; Mesel ile anlatma üslubunun en güzel örneklerini veren Kur'an , "Elbise" ve "Zinet" kelimelerinin insanlar için ifade ettiği değer ve anlamları dikkate alarak , bu kelimeler üzerinden takvanın yani imanın insan için ne kadar gerekli olduğunu bizlere anlatmaktadır. Çıplaklık arızi bir durum olduğu için , vahiyden kendisini soyundurmuş bir insanın bu hali "Çıplak kalmak" olarak tasvir edilmektedir.
Takvayı esas alan bir hayat süren kişi , elbisenin kişiyi dış etkenlerden koruması misali , "Takva elbisesi" de kişiyi küfür ve şirk tehlikesinden koruyarak emin bir hayat sürmesine sebep olacaktır.
Hayatının her anında ziynetini takınarak onu üzerinden çıkarmayan insan , ziynetin kişiyi güzel göstermesini dikkate aldığımızda , Allah (c.c) tarafından güzel bir insan olarak görünecek ve kulun bu güzelliği onu dünya ve ahirette mutlu kılacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
mesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
3 Şubat 2016 Çarşamba
15 Mart 2014 Cumartesi
Nur s. 35-36. Ayetleri ve Kuran'ın Mesel İle Anlatım Uslubu
Mesel kelimesi sözlükte , "bir başkasının benzeri üzerine resmedilmiş,biçimlendirilmiş,şekil verilmiş,hakkedilmiş olan" anlamına gelmekte olup,verilmek istenen mesajın başka bir şeye benzetilerek verilmesidir. Mesel yolu ile anlatım şekli kur'anda bir çok ayette örneğini bulabileceğimiz bir uslub olup bu yazımızda nur s. 35 ve 36. ayetleri arasındaki anlatımlardaki mesajı anlamaya çalışacağız.
Merhum prof. dr. Zeki Duman'ın nur s. 35. ayeti ile ilgili yazdığı yazıdan bir alıntı yaparak hem onu rahmetle anmak hemde kur'anın semboller ile anlatımındaki amacını ondan öğrenelim .
"Hiç şüphe yok ki, edebî ve kutsal metinlerde sembolik anlatımın asıl amacı, soyut anlatım ve idealleri, fikirleri ya da kelimelerle ifade edilmesi mümkün olmayan derin, ince ve soyut manaları, okuyucu tarafından tecrübe edilebilir bir teşbih, temsil ve sembol ile somut bir biçimde idraklere yaklaştırmak ve farklı anlayış düzeyine sahip insanların kendi anlayış derecelerine göre bir anlam çıkarabilmelerine imkân tanımaktır."
[024.035] Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.
[024.036] (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;
Bu iki ayet , 35. ayet içindeki " Allah, göklerin ve yerin nûrudur." cümlesinin temsili bir anlatımını içermektedir. "Nur" kelimesi , "karanlıkta görmeye yarayan ışık" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'anda 50. ye yakın yerde kullanılmış , bir kaç ayet haricinde bütün kullanımları mecaz anlamdadır. Kandilin ,karanlıktan kurtulmak için kullanıldığını hatırlayacak olursak , "zulumat" (karanlık) kelimesinin yine bir çok ayette mecaz anlam olarak, yani küfür karanlığından kurtulmak için Allah cc nin nuruna ihtiyaç olduğu vurgusu yapılmaktadır.
36. ayette geçen "buyutin" (evler) kelimesinin anlamını biraz açmak gerekmektedir ; " insanın gece sığındığı yer" anlamına gelen bu kelime gecenin, mecaz anlamında kullanılarak küfür karanlığından sığınmak için girilen evlerde aydınlanmak için Allah cc den başkasının nuru (vahyi) işe yaramaz mesajı verilmektedir.
"Mişkat" kelimesi; "duvarda karşı tarafa geçişi olmayan delik veya oyuk" anlamında bir kelime olup elektriğin olmadığı zamanlarda gaz lambalarının konulduğu duvar oyuğu anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu kelime ile mecaz olarak insanın gögüs boşluğu olarak tanımlanabilir.
"Misbah" kelimesi; sa-be-ha kelimesinden türemiş olup "sabahlanacak yani aydınlanacak alet , lamba,kandil,çerağ" anlamında bir kelimedir. Mişkat kelimesini "insanın gögüs boşluğu" , misbah kelimesi'nide "insanın göğüs boşluğuna yerleştirilen aydınlatıcı" olarak tanımlarsak , Allah cc nin bütün insanların göğüs boşluğuna yerleştirmiş olduğu fıtrat olarak düşünebiliriz.
"Zücace" kelimesi ise ; "cam" anlamında olup ayette "ışığı sönmekten korumak için kullanılan" alet anlamında bu kelime , " insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçiler" anlamında kullanılmış olduğu düşünülebilir. Zücacenin "kevkebün düriyyun" (inci gibi yıldız) olarak tanımlanmasını elçilerin önemine dair getirilmiş bir deyim olarak anlayabiliriz.
"doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur"
Şimdi sıra bu lambanın beslendiği kaynağın anlatıldığı cümlede.
Bu cümle , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruyan elçilerin o ateşin yanmasını sağlayan maddenin yani vahyin kaynağını anlatmaktadır. "Doğuya da batıya da nisbet edilmemesi" şeklindeki cümleden "doğu -batı" gibi yön terimlerinin dünyaya ait terimler olduğu hatırlanacak olursa Allah cc nin bizlere nur olan yani karanlıklarda kaybolmamamızı sağlayan vahyinin kaynağını açıklamaktadır.
"Mübarek zeytin ağacı"deyimi ile neyin anlatılmak istendiğini daha kolay anlamak için mü'minun s. 20. ayeti bizlere yol göstermektedir. "Bir de Tur-i Sina'da yetişen bir ağaç ki, hem yağ hem de yiyenlere bir katık ile biter." Ağacın tur dağında yetişmesi ile tur dağının israiloğulları ve Musa as ile bağını hatırlayacak olursak , bu vahyin Muhammed as dan önceki elçilerden olan Musa as ın beslendiği kaynak ile bağlantısı kurularak, israioğullarına Musa as ile vahyeden Allah cc nin aynı vahyi şimdi Muhammed as ile " mübarek zeytin ağacı" teşbihi ile anlatarak ve surenin medinede inmiş olduğunuda hatırlayarak medinedeki muhataplardan olan israiloğullarına Allah cc tarafından , " sizin iman ettiğinizi iddia ettiğiniz Musa'ya nasıl mübarek bir vahiy indirdimse aynı vahyi şimdide Muhammed'e indirdim" şeklinde bir mesaj verilmektedir.
Musa as ın ,ailesi ile birlikte medyen'den ayrıldıktan sonra bir ışık görüp oradan bir haber getirmek için o ışığa yöneldikten sonraki olayı anlatan ayetler konuyu anlamamızı daha kolaylaştıracaktır.
[028.030] Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.
Tin suresinde üzerine yemin edilenlere baktığımız zaman bu bağı görmek o suredede mümkündür.
[095.001-3] İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki,
incir,zeytin ve sina dağı emin belde olarak tanımlanan mekke'de inen vahy ile daha önce orada inen vahyin kaynağının Allah cc olduğunun hatırlatılmasıdır.
"nûr üstüne nûr" olması ise daha önceki elçilerden olan Musa as a verilen kitap nasıl "nur" ise Muhammed as a verilen kitap'ta aynı şekilde "nur" yani Musa as a verilen nur'un üstüne nur'dur yani her iki vahiy'de karanlıkta kalan insanların yolunu bulmaları için Allah cc tarafından gönderilmiştir.
[005.044] Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Kendilerini Allah'a teslim etmiş nebiler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.
[005.046] Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, nur olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o, o ümmî resul nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[014.005] Andolsun ki, Musa'yı ayetlerimizle: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!» diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır.
Ayetlerin içinde geçen "nur" kelimesine dikkat edecek olursak Musa as ile Muhammed as arasındaki ortak bağın her ikisinede Allah cc den kullarının yollarını bulmaları için "NUR" indirilen elçiler olmasıdır.
"Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir".Bu cümledeki "Allah'ın dilemesi" deyimini kur'an bütünlüğünde anlamak gerekir , Allah cc nin dilemesi demek haşa onun keyfi davranması şeklinde değil, kendisinin kulları üzerinde yegane hükümdar olduğunun hatırlatılması olarak anlamak gerekir .Bu konuyu merhum Zeki Duman hocanın bu ayet ile ilgili yazmış olduğu makaleden alıntıladığımız paragraf'tan okuyalım.
"İşte bu gerekçelerle biz, hidayet ve dalâlet, iman ve küfür konularında Allah’ın dilemesinin, insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine ve kendi hür eylemlerine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Kul bilgi ve bilinç ile hidayeti ister, iradesini o yöne teksif eder ve kararlılıkla hidayetin gereklerini yaparsa, Allah o kul için: “Ben seni hidayete erdirmem!” demez! Çünkü kendi adalet ilkesi ve insanın yaratılış amacı bunu gerektirir. Dalâlete yönelenler için de durum böyledir… Kanaatimizce, Allah’ın dilemesinin insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine bağlı olması Allah’a ne eksiklik getirir ne de acziyet… Çünkü herkesin kendi eliyle ahiretteki yerini kazanması ilkesini koyan da Allah’tır, O’nun adaleti de vaadi de kendisinin vazgeçilmez ilkesidir… Öyleyse Allah’ın adalet vasfı ve koyduğu ilkesi sebebiyle kulun eylemini gerçekleştirmesi, ancak O’nun yüceliğine delalet eder!"
[024.036] (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder.
36. ayetin mesajı ise, 35. ayette mişkat-misbah-zücace -mübarek zeytin ağacı sembolleri üzerinden verilen mesajın içeriğinin "beyt" kelimesinin ifade ettiği mana ile pekiştirilerek verilmesidir. Beyt kelimesinin "karanlıktan sığınılan yer" anlamından hareketle , küfür karanlığından sığınmak için girilen evin içinde aydınlanılması gereken ışığın başkalarının lambasından çıkan beşeri ışıklar ile değil ,Allah cc tarafından indirilen zikir'in ve o zikri bizlere ulaştıran elçilerin örnekliğindeki nur ile olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Sonuç olarak; "Allah göklerin ve yerin nurudur" diye başlayan ve Allah cc nin yaratmış olduğu herşeye yol gösteren olduğu ifade edildikten sonra bu nur olmaklığın insan üzerinde nasıl tezahür ettiği nur s. 35.36. ayetlerinde mesel yolu ile anlatılmakta olup , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçilerin birbiri ile bağları olduğu hatırlatılmakta olup temsili anlatımın kur'an içindeki örneklerinin belkide en güzeli olan bir ayettir. Bu ayeti okurken kur'andaki kelimelerin birbiri ile nasıl bir iç içelik serdettiğinide görmüş olduk. Meselli anlatım dediğimiz " muhataplara aşina oldukları objeler üzerinden mesajlar aktarmanın örneği zeytin ağacı, lamba , zeytin yağı gibi semboller üzerinden verilerek muhatapların anlaması kolaylaştırılmıştır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Merhum prof. dr. Zeki Duman'ın nur s. 35. ayeti ile ilgili yazdığı yazıdan bir alıntı yaparak hem onu rahmetle anmak hemde kur'anın semboller ile anlatımındaki amacını ondan öğrenelim .
"Hiç şüphe yok ki, edebî ve kutsal metinlerde sembolik anlatımın asıl amacı, soyut anlatım ve idealleri, fikirleri ya da kelimelerle ifade edilmesi mümkün olmayan derin, ince ve soyut manaları, okuyucu tarafından tecrübe edilebilir bir teşbih, temsil ve sembol ile somut bir biçimde idraklere yaklaştırmak ve farklı anlayış düzeyine sahip insanların kendi anlayış derecelerine göre bir anlam çıkarabilmelerine imkân tanımaktır."
[024.035] Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.
[024.036] (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;
Bu iki ayet , 35. ayet içindeki " Allah, göklerin ve yerin nûrudur." cümlesinin temsili bir anlatımını içermektedir. "Nur" kelimesi , "karanlıkta görmeye yarayan ışık" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'anda 50. ye yakın yerde kullanılmış , bir kaç ayet haricinde bütün kullanımları mecaz anlamdadır. Kandilin ,karanlıktan kurtulmak için kullanıldığını hatırlayacak olursak , "zulumat" (karanlık) kelimesinin yine bir çok ayette mecaz anlam olarak, yani küfür karanlığından kurtulmak için Allah cc nin nuruna ihtiyaç olduğu vurgusu yapılmaktadır.
36. ayette geçen "buyutin" (evler) kelimesinin anlamını biraz açmak gerekmektedir ; " insanın gece sığındığı yer" anlamına gelen bu kelime gecenin, mecaz anlamında kullanılarak küfür karanlığından sığınmak için girilen evlerde aydınlanmak için Allah cc den başkasının nuru (vahyi) işe yaramaz mesajı verilmektedir.
"Mişkat" kelimesi; "duvarda karşı tarafa geçişi olmayan delik veya oyuk" anlamında bir kelime olup elektriğin olmadığı zamanlarda gaz lambalarının konulduğu duvar oyuğu anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu kelime ile mecaz olarak insanın gögüs boşluğu olarak tanımlanabilir.
"Misbah" kelimesi; sa-be-ha kelimesinden türemiş olup "sabahlanacak yani aydınlanacak alet , lamba,kandil,çerağ" anlamında bir kelimedir. Mişkat kelimesini "insanın gögüs boşluğu" , misbah kelimesi'nide "insanın göğüs boşluğuna yerleştirilen aydınlatıcı" olarak tanımlarsak , Allah cc nin bütün insanların göğüs boşluğuna yerleştirmiş olduğu fıtrat olarak düşünebiliriz.
"Zücace" kelimesi ise ; "cam" anlamında olup ayette "ışığı sönmekten korumak için kullanılan" alet anlamında bu kelime , " insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçiler" anlamında kullanılmış olduğu düşünülebilir. Zücacenin "kevkebün düriyyun" (inci gibi yıldız) olarak tanımlanmasını elçilerin önemine dair getirilmiş bir deyim olarak anlayabiliriz.
"doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur"
Şimdi sıra bu lambanın beslendiği kaynağın anlatıldığı cümlede.
Bu cümle , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruyan elçilerin o ateşin yanmasını sağlayan maddenin yani vahyin kaynağını anlatmaktadır. "Doğuya da batıya da nisbet edilmemesi" şeklindeki cümleden "doğu -batı" gibi yön terimlerinin dünyaya ait terimler olduğu hatırlanacak olursa Allah cc nin bizlere nur olan yani karanlıklarda kaybolmamamızı sağlayan vahyinin kaynağını açıklamaktadır.
"Mübarek zeytin ağacı"deyimi ile neyin anlatılmak istendiğini daha kolay anlamak için mü'minun s. 20. ayeti bizlere yol göstermektedir. "Bir de Tur-i Sina'da yetişen bir ağaç ki, hem yağ hem de yiyenlere bir katık ile biter." Ağacın tur dağında yetişmesi ile tur dağının israiloğulları ve Musa as ile bağını hatırlayacak olursak , bu vahyin Muhammed as dan önceki elçilerden olan Musa as ın beslendiği kaynak ile bağlantısı kurularak, israioğullarına Musa as ile vahyeden Allah cc nin aynı vahyi şimdi Muhammed as ile " mübarek zeytin ağacı" teşbihi ile anlatarak ve surenin medinede inmiş olduğunuda hatırlayarak medinedeki muhataplardan olan israiloğullarına Allah cc tarafından , " sizin iman ettiğinizi iddia ettiğiniz Musa'ya nasıl mübarek bir vahiy indirdimse aynı vahyi şimdide Muhammed'e indirdim" şeklinde bir mesaj verilmektedir.
Musa as ın ,ailesi ile birlikte medyen'den ayrıldıktan sonra bir ışık görüp oradan bir haber getirmek için o ışığa yöneldikten sonraki olayı anlatan ayetler konuyu anlamamızı daha kolaylaştıracaktır.
[028.030] Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.
Tin suresinde üzerine yemin edilenlere baktığımız zaman bu bağı görmek o suredede mümkündür.
[095.001-3] İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki,
incir,zeytin ve sina dağı emin belde olarak tanımlanan mekke'de inen vahy ile daha önce orada inen vahyin kaynağının Allah cc olduğunun hatırlatılmasıdır.
"nûr üstüne nûr" olması ise daha önceki elçilerden olan Musa as a verilen kitap nasıl "nur" ise Muhammed as a verilen kitap'ta aynı şekilde "nur" yani Musa as a verilen nur'un üstüne nur'dur yani her iki vahiy'de karanlıkta kalan insanların yolunu bulmaları için Allah cc tarafından gönderilmiştir.
[005.044] Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Kendilerini Allah'a teslim etmiş nebiler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.
[005.046] Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, nur olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o, o ümmî resul nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[014.005] Andolsun ki, Musa'yı ayetlerimizle: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!» diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır.
Ayetlerin içinde geçen "nur" kelimesine dikkat edecek olursak Musa as ile Muhammed as arasındaki ortak bağın her ikisinede Allah cc den kullarının yollarını bulmaları için "NUR" indirilen elçiler olmasıdır.
"Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir".Bu cümledeki "Allah'ın dilemesi" deyimini kur'an bütünlüğünde anlamak gerekir , Allah cc nin dilemesi demek haşa onun keyfi davranması şeklinde değil, kendisinin kulları üzerinde yegane hükümdar olduğunun hatırlatılması olarak anlamak gerekir .Bu konuyu merhum Zeki Duman hocanın bu ayet ile ilgili yazmış olduğu makaleden alıntıladığımız paragraf'tan okuyalım.
"İşte bu gerekçelerle biz, hidayet ve dalâlet, iman ve küfür konularında Allah’ın dilemesinin, insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine ve kendi hür eylemlerine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Kul bilgi ve bilinç ile hidayeti ister, iradesini o yöne teksif eder ve kararlılıkla hidayetin gereklerini yaparsa, Allah o kul için: “Ben seni hidayete erdirmem!” demez! Çünkü kendi adalet ilkesi ve insanın yaratılış amacı bunu gerektirir. Dalâlete yönelenler için de durum böyledir… Kanaatimizce, Allah’ın dilemesinin insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine bağlı olması Allah’a ne eksiklik getirir ne de acziyet… Çünkü herkesin kendi eliyle ahiretteki yerini kazanması ilkesini koyan da Allah’tır, O’nun adaleti de vaadi de kendisinin vazgeçilmez ilkesidir… Öyleyse Allah’ın adalet vasfı ve koyduğu ilkesi sebebiyle kulun eylemini gerçekleştirmesi, ancak O’nun yüceliğine delalet eder!"
[024.036] (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder.
36. ayetin mesajı ise, 35. ayette mişkat-misbah-zücace -mübarek zeytin ağacı sembolleri üzerinden verilen mesajın içeriğinin "beyt" kelimesinin ifade ettiği mana ile pekiştirilerek verilmesidir. Beyt kelimesinin "karanlıktan sığınılan yer" anlamından hareketle , küfür karanlığından sığınmak için girilen evin içinde aydınlanılması gereken ışığın başkalarının lambasından çıkan beşeri ışıklar ile değil ,Allah cc tarafından indirilen zikir'in ve o zikri bizlere ulaştıran elçilerin örnekliğindeki nur ile olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Sonuç olarak; "Allah göklerin ve yerin nurudur" diye başlayan ve Allah cc nin yaratmış olduğu herşeye yol gösteren olduğu ifade edildikten sonra bu nur olmaklığın insan üzerinde nasıl tezahür ettiği nur s. 35.36. ayetlerinde mesel yolu ile anlatılmakta olup , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçilerin birbiri ile bağları olduğu hatırlatılmakta olup temsili anlatımın kur'an içindeki örneklerinin belkide en güzeli olan bir ayettir. Bu ayeti okurken kur'andaki kelimelerin birbiri ile nasıl bir iç içelik serdettiğinide görmüş olduk. Meselli anlatım dediğimiz " muhataplara aşina oldukları objeler üzerinden mesajlar aktarmanın örneği zeytin ağacı, lamba , zeytin yağı gibi semboller üzerinden verilerek muhatapların anlaması kolaylaştırılmıştır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)