5 Temmuz 2011 Salı

Bakara Suresinin Son İki Ayeti Miraçta mı Verildi?

Kur'anın en uzun suresi olan Bakara suresinin  Medine de inmiş bir sure olduğu hususunda bir ihtilaf yoktur. Ancak bu surenin son iki ayetinin miraçta verildiğine dair görüşler ağır basmaktadır.

Bu yazımızda miraç hadisesinin Kur'anda haber verilen bir olay olmamasına rağmen hadisler üzerinden bize haber olarak gelmesinin , hadislerin zanni haberler olması üzerindeki düşüncelerimiz doğrultusunda , kabul veya red edilmesinin kur'an ölçüsünde olması gerektiğinden yola çıkarak bu olayın vakiliği konusuna girmeden miraçta verildiği iddia edilen son iki ayetinin Mekki ayetlerin özelliklerini taşımaması ,aksine medeni ayetlerin özelliklerini taşıması hasebiyle bu iki ayetin ,isra hadisesinin Mekkede bi'setin 6. yılında olduğu düşünülecek olursa Mekki ayetler olması meselesinde problem vardır.    

Mekki ayetlerin genel özelliklerini hatırlayacak olursak,indiği toplumun özelliklerine uygun bir hitap ve o toplumun putlara tapma özelliği öne çıkarılarak, o taptıkları putların ne fayda nede zarar vermelerinin mümkün olmadığı, inen kitabın kaynağı ve onu indiren Allah'ın muhatap kitleye ahireti devamlı olarak hatırlatması , ahirete inanmayan o toplumun ahiret inancını sağlamak amacıyla ahiretin delilleri ,kevni ayetlerden deliller verilerek anlatılmaya çalışılmıştır. 

Mekki ayetlerin en bariz özeliklerinden olan ehli kitap ile ilgili konulardan bahsetmemesidir.Ehli kitap ile ilgili ayetler Medinede nazil olan ayetlerin en bariz özelliğidir. Miraçta verildiği iddia edilen, dolayısı ile Mekki olması gereken bakara suresinin son iki ayeti mekkede inen ayetlerin özelliklerini taşımadığı aksine Medinede inen ayetlerin özelliklerini taşıdığını görmekteyiz.    

-----2.285- Peygamber ve inananlar, ona Rabb'inden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. «Peygamberleri arasından hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş Sanadır» dediler.   
-----2.286 Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et.    

285. ayettte ki " meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine" şeklindeki çoğul hitabı mekki ayetlerde göremeyiz.Çünkü Mekke toplumunda kendilerini bir peygambere veya bir kitaba nisbet ederek o kitaba ve o peygambere inandıklarını iddia ederek , Muhammed sav i veya ona indirilen kitabı inkar etmelerine şahit olmuyoruz. Mekkeli müşriklerin ret gerekçeleri genel olarak, "atalarının dinine tabi olmaları "yada Kur'anın "eskilerin masalları" olduğu iddiasıdır.   

Medineye gelindiğinde ise orada kendilerini İsa as a ve İncile inandığını iddia eden Hıristiyanlar,Musa as a ve Tevrata inandığını iddia eden Yahudiler bulunmaktadır. Bunların ortak iddiaları kendilerine gelen peygambere ve kitaba iman ettikleri için Muhammed as a iman etmeyecekleridir. Medinede inen ayetler bu iddiaları ret noktasındadır. .

-----2.013 Ve onlara: «Siz de nâsın imân ettiği gibi imân edin,» denilince derler ki: «Biz o sefihlerin imân ettiği gibi imân eder miyiz?» Muhakkak biliniz ki sefih olan ancak kendileridir. Fakat bilmezler.  

-----2.091 Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'an, kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? deyiver.  

-----2.113 Yahudiler «Hıristiyanlar bir temel üzerinde değil» dediler, Hıristiyanlar da «Yahudiler bir temel üzerinde değil» dediler; oysa onlar Kitaplarını da okuyorlar. Bilgisizler de tıpkı onların söylediklerini söylemiştir. Allah, kıyamet günü, anlaşmazlığa düştükleri şeylerde onların arasında hüküm verecektir.   


-----2.135«Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız» dediler. «Doğruya yönelmiş olan ve Allah'a eş koşanlardan olmayan İbrahim'in dinine uyarız» de. 
----- 2 .111 «Yahudi veya Hıristiyan olmayan kimse elbette cennete girmeyecek» dediler; bu onların kuruntularıdır. De ki: «Sözünüz doğru ise delillerinizi getirin. 
   ----5.18 Yahudiler ve hıristiyanlar, «Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz» dediler. «Öyleyse günahlarınızdan ötürü size niçin azabediyor? Bilakis siz O'nun yarattığı insanlarsınız» de, Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş O'nadır.   


Ayet meallerinden anladığımız üzere,Medine çevresindeki Yahudi ve Hıristiyanlar  sadece kendilerinin doğru yolda olduklarını iddia ederek yeni gelen vahyi ve resulu inkar yoluna gitmektedirler. Her iki gurupta  İbrahim as ın kendilerinden olduğunu iddia ederek köklerinin sağlamlığına İbrahim as üzerinden delil getirmeye çalışmaktadırlar. Ancak kur'an onların bu iddalarını ret etmektedir.   

-----3.067 İbrahim, yahudi de, hıristiyan da değildi, ama doğruya yönelen bir müslimdi; ortak koşanlardan değildi.
 
  ----2.140 Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? Peki, siz mi yoksa Allah mı daha iyi bilir? de. Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.   


Yahudilerin Cebraile, kendilerinin dışındaki birine vahiy getirdiği için düşmanlık ettiklerini de görmekteyiz.   

-----2 97 De ki, «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır», çünkü O, Kuran'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir. 
-----285. ayette "peygamberlerin arasını ayırd etmeyiz" cümlesinden anlamaktayızki , muhammed as ve ondan önceki gönderilen isa ve musa as gibi resulleri gönderen Allah cc dir.
-----2.136 «Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız» deyin.  
-----3.84 De ki: Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz.   
-----4.150-151- Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip «Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız» diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
 
----4.152 Allah'a ve peygamberlerine inanıp, onlardan hiçbirini ayırmayanlara, işte onlara Allah ecirlerini verecektir. O, bağışlar ve merhamet eder.  


Bu ayetlerdede Allahın peygamberlerin arasını ayırmanın küfür olduğu bildirilmektedir.
  

285. ayetteki "semi'na ve ata'na (duyduk ve itaat ettik) cümlesinin kur'anda geçen ilgili ayetlerinin mealleride şöyledir.   

-----2.93 Sizden kesin söz almış ve Tur'u tepenize dikmiştik, «Size verdiğimize kuvvetle sarılın ve dinleyin» demiştik «İşittik ve karşı geldik» dediler de inkarları yüzünden buzağı sevgisi kalblerine sindirildi. De ki, «Eğer inanmışsanız, imanınız size ne kötü şey emrediyor?»   
-----4.46 Yahudilerden, sözleri yerlerinden değiştirip: «İşittik ve karşı geldik, kulak vermeyerek dinle» ve dillerini eğip bükerek ve dini yererek: «Bizi de dinle» diyenler vardır. Şayet: «İşittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet» demiş olsalardı, onlar için daha iyi daha doğru olurdu. İşte Allah inkarları yüzünden onlara lanet etmiştir. Onların ancak pek azı inanır.   

Bu ayetlerde yahudilerin kendilerine verilen emirler karşısındaki tepkilerinin "işittik ve isyan ettik "şeklinde olduğunu görmekteyiz.
 
 
 286. ayette " rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi bizede ağır yük yükleme" mealindeki duanın kur'andaki şekline baktığımız zaman, israiloğullarının yeryüzünde fesad etmeleri , gelen resulleri öldürmeleri gibi birçok  fillerinin karşılığı olarak  Allah onlara daha önceden helal kıldığı bazı şeyleri haram kılmıştır. Bunların neler olduğunu bize kur'an bilidrmektedir. Araf 157. ayeti muhammed as ın görevlerinden bahsederken "onların yüklerini kaldırır " buyurmaktadır.  


Ehli kitabı Kur'ana ve Muhammed as a iman etmeye , müminleri de kur'andan önce gelen kitaplara ve Muhammed as dan önce gelen resullere iman etmeye çağıran birçok ayet mevcuttur.  

-----2.62 Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir.  
----2.177 Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir; Lakin iyi olan, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitap'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır.  
 
 

-----4.136 Ey İnananlar! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününu inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.  
-----4.171 Ey Kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine inanın, «üçtür» demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bir tek Tanrı'dır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da yerde olanlar da O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.  
-----57.19 Allah'a ve peygamberlerine inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır.  
-----66.12 Mahrem yerini korumuş olan İmran kızı Meryem de bir misaldir. Ona ruhumuzdan üflemiştik; Rabbinin sözlerini ve kitablarını tasdik etmişti; o, Bize gönülden itaat edenlerdendi.   

Sonuç olarak; yukarda meallerini vermiş olduğumuz ayetler çerçevesinde Bakara suresi 285. 286. ayetlerinin Medine ve çevresinde bulunan ehli kitaba hitap eden ayetler gurubuna dahil olduğunu görmekteyiz. Allah'ın meleklerine, kitaplarına, resullerine imanın medinedeki inen ayetlerde daha açık bir biçimde emredilmesinden, o çevrede bulunan ehli kitabın kendilerini bir peygamber ve kitaba nispet ederek Muhammed as ı  red etmelerinin küfür olduğu bildirilerek, mümin olmanın vasıflarından birisinin Allah'ın resulleri arasında ayrım yapılmadan iman edilme gereğinin olduğu vurgulanmaktadır. Bu iki ayetin Mekkede miraçta verildiği(miraç hadisesinin vaki olup olmadığı konusu şerhlidir) yolundaki görüşlerin tutarsızlığı ortadadır.  

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

Tebyinül Kur'andan Tahrifül Kur'an Örnekleri 4 (Meryem s.)

"Tebyünül kur'andan tahrifül kur'an örnekleri "başlığı altında yazmaya başladığımız seri yazıların 4. üncü kısmında meryem suresinde isa as  doğumu ile ilgili  17. ayetteki gönderilen "ruhun" zekeriya as ın meryeme getirdiği vahiy iddiası  üzerinde durarak gelen varlığın kim  olduğunu kur'an btünlüğünde anlamaya gayret edeceğiz. Daha önceki yazılarımızın 3. bölümünde "tebyin "sahibinin cebrailin varlığı konusunda getirdiği deliller ile ilgili olarak  yazılarından örnekler getirerek , cebrail diye bir varlığın olmadığı ayetlerdeki "ruh" kavramının vahiy anlamına alınması gerektiğini , bu düşüncesini pekiştirmek için bazı ayetler üzerinde tahrif cüretini gösterdiğini örnekleri ile açıklamaya çalışmıştık. Meryem suresinde ise hz meryeme gelen "ruhun" cebrail değil zekeriya as ın getirdiği vahiy olduğunu iddia etmektedir. Bunu yaparken tenakuz içinde bir yazdığı diğer yazdığının tutmayan bir uslup ile tabiri caizse "debelendikçe batan" bir yöntemle sonuca ulaşmaya çalışmıştır. Ön kabuller eşliğinde kur'ana bakmanın ne derece tehlikeli bir durum  olduğunu gözler önüne sermesi açısından dikkate değer bir eser olan "tebyinül kuran" daki bu gibi ön kabuller neticesinde oluşturulmuş tahrif örneklerini sunmaya devam edeceğiz.    

Meryem s. 16. ve 17. ayetlere tebyin sahibinin verdiği meal şu şekildedir.    


Kitap'ta Meryem'i de an! Hani o, ehlinden [ailesinden, yakınlarından] ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.
Sonra ehliyle kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu gönderdik, sonra o, [ruhu getiren Elçi] ona [Meryem'e] mükemmel bir beşeri örnek verdi. 
    


Parantez içne aldığı ruhu getiren elçiden kastı zekeriya as dır. Öncelikle  meryemin isa as a hamile kalması sahnesinde zekeriya as ın bir rolu olamayacağını düşünmekteyiz şöyleki, Ali imran suresi 37. ayetinde meryemin ,doğumundan sonra zekeriya as ın himayesine verildiğini görüyoruz. Bu himayesine verilmesinin içinde onun yetiştirilmesi ve güvenliğide bulunmaktadır. Meryem s.16. ayetinde "ehlinden doğu tarafına çekilmesinin" arkaplanına baktığımız zaman kendisinin güvenliğini sağlayan birinden mahrum olmasını  görmekteyiz. 17. ayette "perde çekmesi" tabirinden bildiğimiz, gece olunca evlerimizde çektiğimiz perde değildir. Zekeriya as ın ölümü ile himayesiz kalan meryem as kavminin şirk bataklığına bir tepki olarak o kavimden ayrılmasını  kur'an bize" perde çekme" tabiri ile anlatmaktadır. Kehf suresinde bir örneğini gördüğümüz bu şirk toplumundan uzaklaşma hareketi biz müminler için bir örnek teşkil etmektedir, ilerleyen ayetlerde gördüğümüz gibi isa as ın doğumunu müteakip kavmine getirmesinden ve kavmi ile onu müdafaa edecek isa as harici başka birini görmemekteyiz. Şayet zekeriya as hayatta olsaydı meryemi kavmine karşı müdafaa etmesi gerekirdi. Ancak buna cevapta bulmak mümkündür zekeriya as ın meryemin hamile kalması esnasında hayatta olduğu , isa asın doğduğu zaman ölmüş olabileceği söylenebilir. Ancak 17. ayetteki gelen kimsenin zekeriya as olması zaten mümkün değildir. "ona düzgün bir beşer şeklinde göründü" şeklindeki  ayeti ancak tahrif ederek ön kabule uygun olarak işe yarar bir hale getirip oraya zekeriya ası kondurmak mümkün olabilir.  

Sayın yazarın ucundan yakaladığı kendiside şu şekilde anlatmaktadır.  


17. Âyetteki ehliyle kendisi arasına bir perde edinmişti ifadesinden de anlaşılmaktadır. Çünkü bu ifade, onun kendisiyle ailesi arasına bildiğimiz bez perde çektiği anlamına değil, ailesinden mesafelenip uzaklaştığı, ailesiyle irtibatı kestiği anlamına gelir.    

Sayın yazar meryemin ailesinden neden uzaklaştığını biraz düşünse ailesi içinde onu koruyacak bir kimse kalmadığı için ayrılmış olabileceğini anlayabilirdi. Ancak meryeme gelen "ruhu" sadece "vahiy " olarak anladığı için o vahyi getiren birine ihtiyaç duyduğu için zekeriya as a orada yer vermiştir. 


Sayın yazar  konuya şu şekilde devam etmektedir.   

MERYEM'E GÖNDERİLEN RÛH:

Kadr Sûresi’nin tahlilinde yaptığımız ayrıntılı açıklamalarda belirttiğimiz gibi, rûh sözcüğü Kur’ân'da hep "vahiy, ilâhî bilgi" anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla 17. Âyetteki ona rûhumuzu gönderdik ifadesi de "Meryem'e bir takım ilâhî bilgilerin gönderildiği" anlamına gelmektedir. Ancak bu bilgiler doğrudan Meryem'e vahye dilmemiş, bir Elçi vasıtasıyla gönderilmiştir. Bu Elçi, o dönemde yaşamış olan Zekeriya peygamberden başkası değildir.
Çünkü Kur’ân'dan öğrendiğimize göre, Meryem o dönemde Zekeriyyâ peygamberin himayesindedir.
Bu Âyette ruhumuzu gönderdik sözleri ile ifade edilen Meryem'e bilgi verme işlemi, aynı olayı anlatan başka Âyetlerde ruhumuzu üfledik sözleri ile ifade edilmiştir. Yine Kadr Sûresindeki açıklamalarda belirttiğimiz gibi, ruh üfleme tabiri "az bir bilgi ile bilgilendirmek" demektir. Buna göre, Allah'ın Meryem'e ruhunu göndermesi, Elçisi Zekeriyyâ vasıtasıyla Meryem'e bir takım bilgiler yollaması anlamına gelmektedir. Elçinin Meryem'e örnek gösterdiği mükemmel beşer ise o gün henüz bir bebek olan Yahyâ peygamberdir. Çünkü Yahyâ peygamber de kısır anası tarafından daha önce Zekeriyyâ peygambere verilmiş bu bilgi ile dünyaya getirilmiştir.
Özetlemek gerekirse; daha önce kendisine verilmiş olan ilâhi bilgiyi Meryem'e iletmekle görevlendirilen Zekeriyyâ peygamber, bu bilgi sayesinde bir erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini Meryem'e anlatarak görevini yapmış, bu bilginin doğruluğuna kanıt olarak da bebek Yahya'yı göstermiştir. Âl-i İmrân Sûresi’nin 42–43. Âyetlerinde sözü edilen melekler de Zekeriyyâ peygamber ile Meryem'e gönderilen Âyetlerdir. 


Kur'andaki "ruh" kavramı ile ilgili olarak sadece "vahiy ve ilahi biligi" anlamına kullanıldığını iddia ederek , 17. ayette meryeme gelen "ruhun"  ilahi bilgiler olduğunu iddia etmekte, haliylede bu ilahi bilgileri getiren kişinin zekeriya as olduğunu söylemektedir. "fetemessela" kelimesini ise "örnek beşer "olarak çevirmiş  ve bu örnek beşerde yahya as olmuştur!!. Yazar "çünkü kur'andan öğrendiğimize göre ,meryem o dönemde zekeriye peygamberin himayesindedir" derken meryemin ailesinden ayrı bir yere çekilmesini zekeriya as varken neden gerek gördüğü üzerinde hiç düşünmemektedir. Halbuki ayetleri arkaplanını düşünerek anlama gayretinde olsaydı zekeriya ve yahya as ların hayatta olmadıklarını anlardı. Ve "fetemessela" kelimesini şu şekilde açıklık getirmektedir.  

تمثّل - TEMESSÜL:
Temessül sözcüğünün esas anlamı "örnek vermek" demektir. Bununla beraber sözcük, ikinci, üçüncü anlam olarak "insan şekline girmek" manasında da kullanılmıştır. [44–24] (Lîsânü'l-Arab c. 8, s. 200, 201. msl, temessül mad.)
       Kur’ân ile ilgili çalışma yapanlar, genellikle sözcüğün esas anlamı yerine uzak anlamını tercih etmişlerdir. Böyle olunca da Meryem'e haberci olarak Cebrail'in geldiği, korkmasın diye de Cebrail'in ona bir delikanlı kılığında göründüğü yorumları ortaya çıkmıştır.
Biz temessül sözcüğünün esas anlamı ile çevrilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Sözcüğün burada asıl anlamıyla değerlendirilmesi, yukarıdaki alıntıda geçen İncil’in şu ifadesi ile de uyum göstermektedir 


Lisanul araptan yaptığı alıntıyla "temessül" kelimesinin anlamının "örnek vermek" olarak alınmasının incilden aldığı bir ayetle destekleyip uzak anlamı ile alanların oradaki "fetemessela" kelimesini cebrail olarak anladıklarını söyleyerek bu anlayışı red etmektedir. Ragıp el isfahani "el müfredat" adlı eserinde "temessela" kelimesine şu anlamları vermektedir.s 1360.  "(ETTEMESSELA): Musavver , biçimlendirilmiş,belirli bir şekil verilmiş, tasvir edilmiş,şekillendirilmiş,hakedilmiş yada resmedilmiş şey.  (TEMESSELE KEZA): Şöyle birşeyin biçimini,şeklini yada suretini aldı,suretine girdi.  "DÜZGÜN BİR BEŞER HALİNDE ONA TEMESSÜL EDİVERDİ . meryem 17)"   El müfredatta da bu kelime ile ilgili olarak bunlar yazmaktadır.   


Görülüyorki sayın yazar daha önceki bazı yazılarında örneklerini verdiğimiz gibi bir kelime ile birkaç olabilirlilikten bahsedip işine gelen tarafı almaktadır. Bazı yazılarında örneklerini gördüğümüz gibi bazen uzak manayı hiç çekinmeden tercih ederek kendine uyugn bir hale getirmektedir. Bunu ilerleyen satırlarımızda göreceğiz. 17. ayette"ONA DÜZGÜN BİR BEŞER  ŞEKLİNDE GÖRÜNMÜŞTÜ" şeklinde olması gerekn meal cebrailin bir varlık olmadığı önkabulu ile ayeti tahrif ederek "Biz ona ruhumuzu gönderdik, sonra o, [ruhu getiren Elçi] ona [Meryem'e] mükemmel bir beşeri örnek verdi. " şekline parantezler yardımıyla dönüştürmüştür. "debelendikçe batmak " tabirine uygun olarak yazar devam etmektedir. 18. ayetin mealini şu şekilde vermektedir. 

 O, [Meryem] "Ben senden Rahmân'a sığınırım. Eğer sen takiyy [takva sahibi birisi/Takiyy] isen..." dedi.



 bun
 O gelen kişi şayet zekeriya as ise neden meryem ondan korkma ihtiyacı duyar ?.Zekeriya as ın himayesi altında olan meryem ona neden tanımadık bir insan muamelesi yaparak ondan korkar ve onu takvaya çağırır? bunun izahını yapmamaktadır. Ve başkalarının yapmadığı bir yoruma giderek "takva " kelimesi hakkında şöyle demektedir.  

Bu Âyette Allah'tan mesaj getiren Elçiye Meryem'in verdiği tepki dile getirilmiştir.
Buradaki - تقىّ - takiyy sözcüğü "takva sahibi biri" anlamında olabileceği gibi, özel bir isim de olabilir. Bazı kaynaklarda Meryem'in bulunduğu kentte "Takiyy" adında adı kötüye çıkmış, günahkâr bir adamın varlığından bahsedilmektedir. Eğer bu bilgi doğru ise, Meryem'in, yalnız başına yaşadığı yerde kendisine yaklaşan kişinin o kötü kişi olabileceğini düşünmüş ve taciz edilmekten korkarak "Eğer sen Takiyy adındaki kimse isen" demiş olması mümkündür.
Meryem'in Eğer sen takiyy [takva sahibi birisi/Takiyy]isen sözlerinin yer aldığı cümle, bir şart cümlesi olmasına rağmen Âyette cümlenin ikinci [ceza] bölümü mevcut değildir. Bu, okuyanların takdirine bırakılmıştır. Bize göre cümlenin ikinci bölümü "Bana dokunma!" veya "Bana zarar verme!" şekillerinde takdir edilebilir. 


"Debelendikçe batmanın" eseri olarak "takıy" adında bir şahıstan bahsederek meryemin gelen kişiyi  okişi sanarak taciz edilmketen korktuğundan bahsetmektedir. Şimdi adama sormazlarmı " ŞAYET GELEN KİMSE "TAKIY" ADINDAKİ KİMSE OLMASI MÜMKÜN İSE , MERYEM YILLARDIR TANIDIĞI ZEKERİYA AS İLE BİR TACİZCİYİ !  NASIL KARıŞTIRIR ?" mümkün olabilir " yada okuyanların takdirine bırakılabilir" şeklinde kıvırmalarla sayın yazar kendi çelişkisinide ortaya koymuştur. Yazarın 19. ayete verdiği parantezli meal şöyledir.  " O, [Elçi, Zekeriyyâ] "Ben sadece, sana tertemiz bir delikanlı bağışlamam/ bağışlamak için, Rabbinin Elçisiyim" dedi"  
 
Sayın yazarın bir tutarsızlığını ortaya koyma açısından bir örnek olabilecek yazısıda "tebyinül kurandan tahriful kuran örnekleri 2 ( mucize)" başlıklı yazımızda belirttiğimiz meryem suresi 29 ve 36. ayetlerine verdiği meallerdir . Bu ayetlere iki farklı meal veren sayın yazarın bu tutarsızlıklarını göstermek istiyoruz.    Meryem suresi tefsirinde verdiği ayet mealleri şöyledir. 

29-Bunun üzerine o, [Meryem] ona [çocuğa] işaret etti. Onlar; "Biz beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz?" dediler 
 30-36 " O, [Beşikteki çocuk] dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı. [yaptı] Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana namazı/sosyal desteği ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse. [kıldı] Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba's olacağım [yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde ona ibadet edin, işte bu, dosdoğru yoldur.

Sayın yazar "mucize kavramı ve peygamberlerin mucizeleri " isimli makalesinde aynı ayetlere şu şekilde meal vermiştir. 

29- Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar “Biz; yüksek mevkide olan kişiler sabiye nasıl konuşuruz/ Yüksek mevkide olan kişiler sabiye nasıl konuşur?” dediler.
30–33, 34, 36- İşte bu, hakk söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salatı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba’s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün, selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde ona ibadet edin, işte bu, dosdoğru yoldur” diyen Meryem oğlu İsa’dır  

Tebyinül kur'an eserinin meryem suresi tefsirinde 29. ayete verdiği meal ile diğer makalesinde 29. ayete verdiği meal değişiktir. Tefsirinde verdiği meal doğrudur. Ancak makalesinde mucizeler konusu ile ilgili görüşleri doğrultusunda makalede ayetleri tahrif etme gereği duymuştur. Bu konuyu daha önceki yazımızda işlediğimiz için uzatmak istemiyoruz. Mucizeler konusu ile yazdığı makalesindeki 30.36. ayetler ile ilgili yazdıklarını aşağıya aktarıyoruz.

"Bu paragrafta açıkça İsa’nın peygamberlik görevi ve hayatı özetlenmiştir. Onun tebliğinde de Sünnetullah’ın dışında herhangi bir ayrıcalık söz konusu değildir. İsa’nın misyonu ile ilgili burada verilen özet şu ayetlerde de verilmiştir: "


 Tefsirinde doğru meal vererek konuşturduğu isa as ı," mucizeler "makalesinde ayetleri tahrif ederek susturmuştur.  

Sonuç olarak: oluşturduğu ön kabul sonucunda cebrailin ayrı  bir varlık değil "vahiy ve ilahi bilgi" olduğunu, tahrif ettiği ayetler yardımıyla ulaşan sayın yazar, bu düşüncesine isa as ın doğumunu konu alan meryem suresi tefsirinde devam ederek meryeme gelen " düzgün beşer şeklindeki" varlığı zekeriya as ve oğlu yahya as olarak değiştirmiştir. "debelendikçe batan" bir hızla devam ederek zekeriya as olduğunu iddia eilen varlığın "takıy" adında bir tacizci olabileceğini söyleyerek , meryemin gelen zekeriya as ise neden onu bir tacizciyle karıştırdığını  söylemeyi unutmuştur. Aynı konu ile ilgili ayetleri bir başka makalesinde ayrı bir meal veren sayın yazarın ayaklarının dolaşması dikkat çekicidir.Kişiye yakışan odurki, iddiasında tutarlı olmalı bir dediğini başka yerde kendisi tekzip etmemelidir. RABBMİZ BİZLERİ KUR'ANA TUTARLI OLARAK YAKLAŞAN HALİS KULLARINDAN KILSIN. AMİN   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

Hanif Olmak Ne Demektir?ya da Ne Demek Değildir?

Kur'anı kerimdeki "hanif" kavramının son yıllardaki "kur'ana dönüş"hareketiyle daha fazla gündeme geldiğini görmekteyiz. Ancak bu gündeme geliş hanifliğin  kur'an perpektifinden çıkartılarak bazı heva merkezli oluşumlara kalkan edilmek şeklinde olması  acı bir gerçektir. Acaba "hanif" olmak demek kitabın birkiımına inanıp bir kısmına inanmamak  veya resullerin arasını ayrmak şeklinde tezahur eden bir anlıyışamı sahip olmak demektir . Yoksa Allah cc nin ademi yaratması ile başlayıp son insana kadar devam edecek  olan  yaratılıştan gelen ,rab olarak Allahı bilmenin adımıdır?  Bu konuyu bizlere yine en doğru şekilde kur'an ayetleri öğretmektedir.   

7.172 Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.
 7.173 Yahut «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?» dememeniz için (böyle yaptık. 


Bu ayetlerde Rabbimizin bütün insanlardan kendisini rab olarak bileceğimize dair bir söz aldığından ve bu sözün bizler tarafından doğrulandığından bahsetmektedir.İstisnasız olarak bütün insanlar Allahı rab olarak bilme itiyadında yaratılmışlardır ve ahirette kendisine bir resul veya kitap ulaşmasa bile kişinin rabbi olarak Allah cc yi kabul edip etmediği sorulacaktır. Gelen resul ve kitaplar bu altyapıda olan insanın , Allahın rableri ve ilahları olduğunu unutarak sahte rab ve ilahlara kul olmamalarını, gerçek ilah ve rabbin Allah cc olduğunu bildirmek amaçlıdır. Çünkü Allah cc fıtratında olmayan bir özelliği kullarından istemez."Hanif kavramı olarak kur'anda 10 yerde "hunefa" olarak 2 yerde geçen bu kavramın ayet mealleri şöyledir.  

2.135 Bir de: «yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız.» dediler. Sen onlara de ki: «Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim'in dinine (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı.  
3.67 Şüphe yok ki İbrahim ne Yahudi idi, ne de Nasranî idi. Fakat o Hanîf idi, müslim idi; müşriklerden de olmamıştı.  
3.95 De ki: Allah doğru buyurmuştur. O halde Hanif olarak İbrahim'in dinine uyun. O, müşriklerden değildi.  
4.125 Ve din itibariyle daha güzel kimdir o kimseden ki, muhsin olduğu halde yüzünü Allah Teâlâ'ya teslim etmiş, ve Hanîf olarak İbrahim'in milletine tâbi olmuştur. Allah Teâlâ da İbrahim'i bir dost edinmiştir.  
6.79Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. 
6.161 De ki: Şüphesiz Rabbım, beni dosdoğru yola iletti. Hanif olan İbrahim'in dinine. Ve o, müşriklerden olmadı.   
10.105 Ve: «Bir  hanif  olarak yüzünü dine doğru yönelt ve sakın müşriklerden olma.»   
16.120] Muhakkak ki İbrahim; başlı başına bir ümmetti. Allah'a itaat ederdi ve bir Hanif idi. Hiç bir zaman müşriklerden olmamıştır.   
16.123 Sonra sana vahyettik: «Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine uy. O müşriklerden değildi.»   
30.30 Öyleyse sen, yüzünü Hanif olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.   
22.031 Allah'ı birleyen (Hanif) ler olarak, O'na (hiç bir) ortak koşmaksızın. Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir.  
98.5 Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyetyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam olan) din budur 
 
 
   Ayet meallerindende anlaşılacağı üzere "haniflik" kavramı ibrahim as la beraber zikredilmektedir. Bunun sebebide kur'anın nazil olduğu ortamda muhatap kitle olarak bulunan müşrik arapların, hıristiyanların, yahudilerin kendilerini ibrahim as a uyduklarını beyan etmeleridir. Kur'an bunu böyle olmadığını söyleyerek ibrahim as ın gerçek muvahhid bir kişi olduğunu ve kendilerini ibrahim as a nisbet eden müşrik,yahudi ve hırıitiyanların hiçbirinin ibrahim as ile bir ilgileri bulunmadığını beyan etmektedir.

Müşrik arapların, yahudi ve hıristiyanların nasıl bir inanç üzerinde olduklarını kur'an diğer ayetlerde bizlere bildirmektedir. Kur'an bu gurupları   "sizler madem kendinizi ibrahim as a nisbet ediyorsunuz öyleyse ibrahim as sizler gibi şirk üzere değil fıtratından gelen bir özellik olan " hanif "    idi "diyerek onları  gerçek dine davet etmektedir. enam suresi 74. ayetinden başlayarak ibrahim as fıtratında olan bu özelliği nasıl kullandığını kur'an bize haber vermektedir.  

74- Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum."
75- Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.
76- Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti.
77- Ardından Ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: "Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "Andolsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum."
78- Sonra Güneş’i (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim Rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım."
79- "Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim."
80- Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"
81- "Hem siz, O’nun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu halde 'güvenlik içinde olmak bakımından' iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz."
82- İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.
83- Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. 

 Bu ayetlerde ibrahim as şirk üzere olan kavmine aklını kullanarak taptıkları şeylerin "rab" olamayacaklarını deneme yanılma yöntemiyle göstermek istemiştir. Yani insanın fıtratında olan Allahı rab olarak bilme itiyadının ortaya çıkması için bir yol çizmiştir.
"Haniflik" sadece  fıtratından gelen bir özellik olarak sadece Allahı rab olarak bilmek ve o kadarı ile yetinmek değildir. Allahı gerçek rab ve ilah olarak bilmenin getirmiş olduğu bazı yükümlülükler vardır. Bunu Allah cc  kur'anda "din" kavramı altında bizlere bildirerek bize beğendiği  ve seçtiği dinin adının "islam"  kimliğimizinde " müslüman olduğunu bildirmiştir. 

5.003 Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları- dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Dorusu allah bağışlayandır, merhametli olandır.  

41.033 Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?    

Gördüğümüz gibi "haniflik" fıtratında yaratılan insan için seçilen dinin adı "islam" ve kimliği " müslüman" dır. Ancak bize seçilen dinin islam, beğenilen kimliğin müslüman olmasına rağmen bugün "biz hanifiz" diye ortaya çıkarak sadece bu kavramı islamın ve müslümanlığın şiarlarını, ritüel ve sembollerini red etmeye bir kalkan olarak kullanmaya kalkan bazı sesler duymaktayız. Öncelikle bu düşüncenin temelinin samimi kişiler tarafından ortaya atıldığını söyleyemeyiz. Ancak bazı samimi kişilerin bu düşünceyi  kur'an açısından pek değerlendirmeden kabul ettiklerinide üzülerek görmekteyiz. Haricilerin "hüküm Allahındır" sözlerine karşılık olarak hz alinin "doğru bir söz fakat bununla batıl murad ediliyor" sözü gibi " biz hanifiz" sözüde doğru bir söz fakat içi boşaltılmış bir söz olarak karşımıza çıkmaktadır.  

Haniflik iddiası bazı kaçamak düşüncelere payanda yapılacak kadar basit bir kavram değildir. Hanif fıtratında yaratılan insanın Allaha olan  teslimiyetinin, onu gerçek rab ve ilah olarak kabul ettiğinin göstergeleri yani bir dışa vurumu olan bazı şiar, ritüel ve sembolleri güya tevhid adına redetmek haniflik değil ancak ceneflik( 2-182, 5-3) olabilir. Hanif olmak demek kişiyi müslüman yapan emirlerden kaçmak şeklinde anlaşılmamalıdır. Hanif olma demek kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar etmek şeklinde anlaşılmamalıdır.  

Özellikle ibrahim as ıöncelleyip muhammed ası geri plana atma şeklinde tezahurlerine şahid olduğumuz bu düşünce kur'anın gelen resuller arasında hiçbir ayrım yapılmadığı bütün resullerin aynı dini tebliğ için  gönderildikleri düşünülerek  ," resullerin bir kısmına inanıp bir kısımını inkar etme" şeklinde bir ihtara maruz kalanların kimler olduğu kur'andan öğrenilecek olursa bu kavramı iğdiş ederek islamın özellikle müslümanları birleştirici rol oynayan bu şiar ,ritüel ve sembollerin hayattan çıkarılmalarının ,kimlerin işine yarayacağını hesab edersekbu kavram altında  kimlerin oyuncağı olunduğu ortaya çıkacaktır. 

RABBİMİZ BİZLERİ HANİF FITRATI ALTINDAKİ YARATILMIŞLIĞIMIZI BOZMADAN BİZLER İÇİN SEÇTİĞİ VE BEĞENDİĞİ "İSLAM" VE "MÜSLÜMAN" KİMLİĞİ ALTINDA CANIMIZI ALSIN . AMİN   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 
 

   

 
 

Cumartesi Ashabının Hatırlattıkları

Allah cc kur'anda israiloğullarından bir belde halkının kendilerine emredilen cumartesi günü çalışma yasağını ihlal ederek onları maymunlar ve domuzlar haline çevirdiğini bildirmektedir.Acaba bu kıssa o gün yaşanmış sadece "vay be uyanık herifler Alahı aldatmak için ne hileler düzmüşler" kabilinden  sadece o günkü yaşanmışlığını konuşmak içinmi bizlere anlatılmış, yoksa insanın olduğu her zaman ve mekanda insanın kazanma hırsının veya yasaklara karşı olan tavrının bir göstergesi olarakmı anlaşılmalıdır?. Önce bu kıssanın kur'anda nasıl anlatıdığını görüp sonra bu kıssanın bizler için ifade etmesi gerekn hisse alma tarafını görelim. Kıssanın önce araf suresinde anlatılan bölümünü görelim.     

-----163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü , balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, başka günler gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.
-----164- Onlardan bir topluluk: "Allah'ın kendilerini helak etmek veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediğinde "Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler diye" dediler.
-----165- Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, Biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azap ile yakaladık.
-----166- Onlar, kendisinden sakındırıldıkları 'şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca' onlara: "Aşağılık maymunlar olunuz" dedik.
-----167- İşte o zaman Rabbin, onlara en kötü azabı yapacak kimse(leri) kıyamet gününe kadar üzerlerine mutlaka göndereceğini bildirdi. Şüphesiz, Rabbin (ceza ile) sonuçlandırması pek çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayandır, esirgeyendir.
-----168- Onları yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık. Kimileri salih (davranışlarda) bulunuyor, kimileri de bunların dışında olan aşağılıklardır. Onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik, ki dönsünler.
-----169- Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım 'kötü kimseler' geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve: "Yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz?
-----170- Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz Biz salih olanların ecrini kaybetmeyiz.  
-----2.65İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz.  
----2.066 Ve bu cezayı önündekilere ve sonrakilere bir ibret dersi ve korunacaklara da bir öğüt ve nasihat yaptık.
 

----4.47 Ey Kitap verilenler! Yüzleri silip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan, yahut cumartesi güncüleri lanetlediğimiz gibi lanetlemeden önce, yanınızdakini tasdik ederek indirdiğimiz Kuran'a inanın; Allah'ın emri daima yapılagelmiştir.  
-----4.154 Söz vermeleri (ni takviye) için Tûr'u başlarına diktik de onlara, «Baş eğerek kapıdan girin» dedik, «Cumartesi günü sınırı aşmayın» dedik. Kendilerinden sağlam söz aldık. 
----16.124 Cumartesi ibadeti, ancak o gün üzerinde çekişenlere farz kılındı. Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde, kıyamet günü aralarında hükmedecektir.   

Ayetlerde ,israiloğullarından bir zümrenin kendilerine farz kılınan cumartesi günü çalışma yasağını delerek helak olduklarını öğrenmekteyiz. Bu kıssanın anlatım maksadı diğer kıssaların anatım maksadına uygun olarak hisse almamazı sağlamaktır. Allah cc kur'anda dünya hayatının geçici bir yer, asıl yurdun ahiret , dünyada bizlere verilenlerin bir sınama vesilesi olduğunu bildirmektedir. Bu bilgiler kur'an nazil olmadan önce gelen kitapların ve resullerin kendi kavimlerine hatırllatıkları bilgilerdir. Bu hatırlatmalara israiloğullarınında dahil olduğunu bilmekteyiz.    

-----3.14 Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir.
-----3.185 Her insan ölümü tadacaktır. Kıyamet günü, ecirleriniz size mutlaka ödenecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse artık kurtulmuştur. Dünya hayatı, zaten, sadece aldatıcı bir geçinmeden ibarettir unlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.  
-----57.20 Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir. 
-----6.32 Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Düşünmüyor musunuz? 
-----47.36 Doğrusu dünya hayatı oyun ve oyalanmadır. Eğer inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size ecirlerinizi verir; O, sizin mallarınızı tamamen sarfetmenizi istemez.  
-----6.70 Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak. Kuran ile öğüt ver ki, bir kimse kazandığıyla helake düşmeye görsün, o takdirde Allah'dan başka ona ne bir yardımcı, ne de bir kurtarıcı bulunur; her türlü fidyeyi de verse kabul olunmaz. Kazandıklarından ötürü yok olanlar işte bunlardır. İnkar etmelerinden dolayı kızgın içecek ve can yakıcı azab onlaradır.
-----31.33 Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğulun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.   
Bu gibi ayetler kur'anın pek çok yerinde bizlere dünya hayatının geçici bir yer ve burada kazandıklarımızın birer imtihan vesilesi olduğunu bazen darlık ile imtihan edilerek insanların imanlarının ölçülebileceğini bildirmektedir.
 
  ----2.155 Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.  

-----7.130] And olsun ki, Biz de Firavun ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık. 

 -----2.214Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.  

Allah azze ve celle baki olan ahiret yurdu için yarattığı insanları geçici olan dünya hayatında bir takım imtihanlara uğratarak ahiretteki yerlerinin dünyada iken seçme imkanı vermiştir. İnsanların çoğu bu imkanı yanlış yolda değerlendirerek kendilerini cehennem için hazırlamaktadırlar. Bu hazırlığın sonunun cennet ile bitmesi için rabbimiz bizlere bizden önce geçen nesillerin başlarından geçen bu imtihan çeiştlerinden örnekler vererek , onların bu imtihanlara karşı nasıl hareket ettiklerinin örneklerini vermektedir. "ashabı sebt" kıssasıda bunlardan bir örnektir.   

Kıssada gördüğümüz gibi geçici dünya hayatının metaını ahiret hayatı ile değişmek isteyen israiloğullarından bir gurup kendilerine emredilen cumartesi günün çalışma yasağına riayet etmeyerek diğer günler gelmemesine rağmen, cumartesi günü  sürülerle gelen balıkları avlayarak yasağa riayet etmemişlerdir.  

Kıssanın araf suresinde geniş olan anlatımında gözümüze çarpan bir husus daha vardır. 164. ayeti biraz dikkatli okursak 3 farklı insan tipi karşımıza çıkmaktadır. 1-yasağı delip emre isyan edenler,2- o yasağı ihlal edenlere karşı onları ikaz edenler,3- yasağı ihlal etmeyen , ancak edenlerede karşı çıkmayıp yasağı delenleri ikaz edenlere engel olmaya kalkan " neme lazımcı" " bana dokunmayan yılan bin yaşasın" "her koyun kendi bacağından asılır " diyen tipler.Rabbmiz bizlere kur'anda bizleri kötülükten sakınmaya ve sakındırmaya teşvik etmektedir.   

-----3.104 Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan meneden bir cemaat olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır. 
-----3.110 Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu; içlerinde inananlar olmakla beraber, çoğu yoldan çıkmıştır.   
-----3.114 Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır.  
-----9.071 Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar; namaz kılarlar, zekat verirler, Allah'a ve Peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakimdir.   

Müminlerin en bariz olan vasıflarından " marufu emr, münkerden nehiy" vazifesini yapmayıp "neme lazım" diyen ve yasağa karşı gelip münkeri işleyen israiloğulları "maymunlar ve domuzlar" haline getirilmiştir. Bu maymun ve domuz haline getirilmesi  bakara s. 66 ayetinde "sonradan gelenlere bir ibret olması" denmesinden anlamaktayızki bu ceza onlara hakiki olarak uygulanmıştır. Bu cezanın hakiki bir ceza olmayıp mecazi anlamda bir kullanım olduğunu iddia edenler kur'an kıssalarındaki anlatılmak istenen , "kıssadan hisse almak" deyiminin aksine "kıssa içinde dönüp dolaşmak" şeklinde bir analyış sahipleri olduğu için bu cezanın ne şekilde olduğu meselesi üzerinden öteye geçememektedirler. Kur'an kıssalrında anlatılan bu helak olam olaylarından bizlere anlatılmak istenen mesele, kıssalardaki fiilleri işleyenlerin yaptıklarının yanına kalmayarak kendilerinden önce yapanların akıbetleri ile ikaz edilmeleridir. Tabiki bu helak olma olaylarının dünyada iken olması , "niye şimdi böyle olmuyor?" şeklinde bir soruyu gerektirmez. Bizlerin helak olaylarından almamız gereken hisse yapılan bir suçun cezasız kalmayacağıdır. 

Sonuç olarak "ashabı sebt" kıssasından almamız gereken hisse, Allahın emir ve nehiylerine karşı hiçbir şekilde isyan etmememiz "o yasakları ne şekilde delebiliriz" şeklinde bir yolla vakit geçirmememiz , dahası o yasaklara riayet etmeyenleri " neme lazım " demeden onlara marufu emir vazifemizi yerine getirmeliyiz. Aksi takdirde kıssada anlatılan 3. insan gurubundan helak olan 2  gurup içinde olmamız kaçınılmazdır. Bizim yasakları işlemememiz bir kenardan olanları seyretmemiz bizleri kurtarmayacaktır. Bizleri kurtaracak olan ameller  yasaklara karşı gelenleri müminlerin vasıflarından olan " marufu emir münkreden nehiy" vazifesi gereğince hareket etmektir.    

                                     EN DOĞRUSUNUN ALLAH CC BİLİR.


 
 

Enam s.38.Ayetinde Eksik Bırakılmayan Kitap Kur'an mı?

Kur'anda "EL KİTAP" kavramı anlam alanı geniş olan bir kavramdır. Bu kavramın içine Allah cc nin gönderdiği ilahi kitapların haricinde , farz olan müddet, amel defterleri, delil, mektup, Allahın ilmi ( ümmül kitap)  vs. gibi geniş bir anlama sahiptir. Biz bu yazımızda Enam s. 38. ayetindeki "eksik bırakılmayan kitap" üzerinde durmak istiyoruz. 

Bu ayetin Kur'an bütünlüğü içinde anlaşılmadan bazı  münakaşalara alet edildiğini maalesef görmekteyiz. Son yıllarda gündeme gelen "Kur'an merkezli İslam" düşüncesinin bir uzantısı olarak Kur'an harici kaynakları ret düşüncesine dayanak yapılmaya çalışılan bu ayetteki "eksik bırakılmayan kitap" acaba Kur'an mıdır? eğer kur'an değilse kur'an eksik bir Kitap mıdır? bu soruların cevabı konusunda Müslümanlar arasında kısır döngü dediğimiz kabilden sert tartışmaların olduğuna şahit olmaktayız.  

Bir kısım Müslümanların hadisi kur'an gibi öncelleyerek " hadisler olmadan Ku'ran anlaşılmaz" söylemine karşılık bir kısım Müslümanlarında enam s. 38. ayetindeki " biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" mealindeki ayeti öne sürerek bu ayeti Kur'an olarak anlayarak " bak Kur'anda hiçbir şey eksik değilmiş " şeklindeki itirazlara şahid olmaktayız. 

Öncelikle belirtmek isteriz ki bu ayetin kur'an ile alakası olmadığını söylememiz kur'anın eksik bir kitap olduğu ve bu eksikliği hadislerin tamamlayacağı iddiası değildir. Aksine hadisleri kur'ana eşdeğer olarak görmenin Allah'a bir iftira olduğunu bu konu ile  ilgili yazılarımızda belirtmeye çalıştık. Enam s. 38. ayetine geçmeden önce kısaca hadisler hakkında bir ön bilgi vermek istiyoruz.  

Kur'an haricinde , Resulullah s.a.v den " hadis adı altında gelen bilgilere vermemiz gereken değer konusunda Müslümanlar bir çok fırkaya ayrılıp bu fırkalar etrafında görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir.Ancak bizim "hadis" adı altında gelen bilgilerin  ne hepsini alıp kabul etmek şeklinde, nede hepsini çöpe atıp toptan ret etmek şeklinde bir anlayıştır. 

Kur'an harici bir haberin sahihliğini öğrenmenin en doğru yolu onu yine kur'an arz edip onun doğruluğunu Kur'ana onaylatmaktır. Kur'an ayetlerini bağlamından kopararak "hadislerin tümünü çöpe at " şeklinde bir söyleme alet etmek Müslümana hele  hele kur'anı öncelleyerek düşüncesini bu kitaba göre şekillendiren bir Müslümana hiç yakışmaz. 

Bizim bazı insanları şuçladığımız, ayetleri bağlamından kopartarak  Nisa s. 43. ayetini bektaşi misali " namaza yaklaşmayın " şeklinde okumanın bir bir benzeri olan Enam. s. 38 ayeti acaba bizlere hangi kitabın eksik bırakılmadığını bildirmektedir. Önce bu konu ile ilgili ayet meallerini vererek enam . 38. ayetini anlamaya çalışalım.   

-----6.38-Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitap'da Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık; onlar sonra Rablerine toplanacaklardır.   
-----6.59- Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir. 
-----10.61- Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kuran'dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka Biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitap'dadır 
-----11.6- Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir. O, canlıları babaların sulbünde kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta iken de bilir. Her şey apaçık bir Kitaptadır.
-----13.39- Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ana Kitap O'nun katındadır.
 

-----20.052- Musa: «Onların bilgisi Rabbimin katında yazılıdır. Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.» dedi.
 

-----22.70-Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap'dadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır 
-----27.075- Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın.
-----22.70- Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap'dadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır 
034.003] [DI] İnkar edenler: «Kıyamet bize gelmeyecektir» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbim'e and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'tadır.»
  

  -----34.3- İnkar edenler: «Kıyamet bize gelmeyecektir» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbim'e and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'tadır

-----35.11- Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde varetmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak O'nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz Ki
 tap'dadır. Doğrusu bu Allah'a kolaydır. 

-----36.012- Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan Biziz; herşeyi, apaçık bir kitabda saymışızdır.
-----43.4- Şüphesiz o, Bizim katımızda Ana Kitap'ta mevcut, yüce ve hikmet dolu bir Kitap'dır 
-----50.4- Onlardan kimlerin ölüp toprağa karıştığını biliyoruz. Katımızda her şeyi unutulmaktan koruyan bir kitap vardır 
 


-----56.77-8 Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kur'an'dır. 
-----57.22- Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitap'da bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır. 
-----78.029- Biz de herşeyi yazıp saymışızdır.  

Yukardaki ayet meallerinden "Kitap " kavramı hiç bir yerde gönderilen ilahi kitaplar anlamına kullanılmamıştır. Bu ayetlerdeki "kitap " kavramı "Allah cc nin ilmi, bilgisi anlamında kullanılmıştır. Buruc s. 22. ayetinde "levhi mahfuz" olarak bildirilen bu kitap bildiğimiz kitap kavramına teşbih edilerek Allahın ilminden hiçbirşeyin gizli kalmadığı ,Allah cc nin hiç bir şeyi unutmadığının  hatırlatılması anlamlarında kullanlan bir kavramdır. 

Kur'an merkezli düşünmek demek Kur'an ayetlerinin bağlamlarını anlayarak , bir kavramın hangi ayette nasıl kullanıldığını bilerek, bir meseleyi kur'an bütünlüğünü gözeterek anlamak  olmalıdır. Kur'anı, bütünlük içinde değilde kendi ön kabullerimizi kur'ana tasdik amaçlı  bir okumaya tabi tuttuğumuz zaman bunu yapmakla suçladığımız başka kişilerin durumuna düşmekten kurtulamayız.   


Sonuç olarak; Enam s. 38. ayetini sadece " biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" kısmını okuyup ayetin tamamını ve kur'andaki diğer ilgili ayetleri okumadan " bak kur'anda hiç bir şey eksik değilmiş" şeklinde bir anlayış "Kur'an merkezli düşünce" sahibi kişilere yakışan bir tutum değildir. Bu ayetin bu şekilde olmadığını düşünmek "kur'anın eksik olduğu bu eksikliği hadislerin tamamladığı iddiasında bulunmak değildir. 

Aksine kur'anı bize hidayet , şifa, rahmet kaynağı olarak Allah cc  bu kur'anda hidayet için gerekli her şey mevcuttur. Kur'anı anlamaya aday olan bir Müslüman için olmazsa olmazlardan birisi şudur ki , kur'anı bir bütünlük içinde okumak,ayetlerin birbiri ile olan bağlantısını kavramak, ön kabulleri kafadan atmak, bir kelimenin lügat anlamında mı yoksa ıstılahi anlamda mı kullanıldığını iyi anlamaktır. Bunları göz ardı ederek yapılan bir okuma yukarıda örneğini verdiğimiz Enam s. 38 ayetini yanlış anlayarak bizlerin, bazı ayetleri ön kabullerimize kurban ederek okumaya sebeb olur.     
                   
                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 
 

Tebyinül Kur'andan Tahriful Kur'an Örnekleri 3 (Cebrail)

Kur'anı tahrif ederek kendi hevasına uygun bir yorum getirme örneği açısından rezervi bol bir maden mesabesinde olan "tebyinül kur'an " adlı eserden tahrifler sunmaya devam ediyoruz. Bu seride eserdeki "vahiy meleği" yani "cebrail" hakkındaki düşüncelerini doğrulatmak için tahrif ettiği ettiği ayetlerden örnekler vermeye devam edeceğiz.  Öncelikle sayn yazarın  vardığı neticeden yola çıkarak bu yola varmak için ketmettiği ayetleri ne şekilde oynayarak tahrif ettiğini görelim.    

"CEBRAİL, RUH ül KUDÜS, eR rUH üL EMİN, RUHULLAH" isimli makalesinden alıntılar yaparak önce vardığı sonucu sonra bu sonuca varmak izlediği yolu. görelim.  

"""RUHÜ'L-KUDÜS: " روحRuh" ve " القدسkudüs" sözcüklerinden meydana gelmiş bir izafet [belirtili isim tamlaması] olan ve Kur'an'da dört yerde geçen "Ruhü'l-Kudüs" ifadesi, "kudüsün ruhu" demektir. Bu ifadenin bir sıfat tamlaması olarak "kutsal ruh" olarak çevrilmesi yanlış, hatta büyük bir cinayettir. Bu ifade ile ilgili olarak klâsik eserlerde ciddî bir tahlile dayanmayan, tamlamanın yapısına aykırı ve tamlamayı oluşturan sözcüklerin anlamlarına uymayan birçok açıklama mevcuttur. Onlara bağlı olarak hazırlanan bazı ansiklopediler de aynı yanlışları devam ettiren birçok açıklamayla doludur. Ne yazık ki, bunun sonucu olarak "Ruhü'l-Kudüs" ifadesi hakkında ileri sürülmüş birçok yanlış anlam elden ele, dilden dile dolaşmaya devam etmektedir." ""   

Sayın yazar klasik tefsirlerdeki görüş farkılıklarını bahane ederek kendi düşüncesinin haklılığını ortaya çıkarma düşüncesi  ile tefsirlerden alıntılar yapmaya  devam etmektedir. Tefsirlerden örnekler vererek devam ettiği yazısının sonunda şöyle söylemektedir.  

"""Görüldüğü gibi, "Ruhü'l-Kudüs" ifadesine verilen anlamlar "Denildi ki" temeli üzerine kurulmuş, ancak bu sözleri diyenlerin kimliği de, bu dediklerini hangi delile dayanarak söyledikleri de açıklanmamıştır. Yani bu ifadelerin hiçbir ilmi kıymeti yoktur; hepsi zandan ibarettir ve dolayısıyla hiç birisi gerçeği yansıtmamaktadır."""  

Yazısına ""RUHÜ'L-KUDÜS" TAMLAMASININ TAHLİLİ  " başlığı ile devam etmektedir. bu başlık altında "ruh " ve kudüs" kelimelerinin tahlilini yaparak , "kudüs " kelimesinin iki anlama gelebileceğini belirttikten sonra  "ruhul kudüs " kelimesine "Allahtan gelen temiz ilahi " anlamı yüklemiştir. Bu anlamda dikkatimizi çeken klasik bilgilerin aksine "ruhul kudüsün " bir varlık değil " vahiy " anlamını yüklemiş olmasıdır. Yani "ruhul kudüs "vahyi getiren değil gelen vahyin kendisidir. Bunu destek için şuara 192-194. ayetlerinin mealini şu şekilde vermiştir.
 
  """Şuara 192-194: Kesin olan şu ki, o, âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
Onunla, uyarıcılardan olasın diye senin kalbine "er-Ruhü'l-Emin [Güvenilir Ruh]" indi.""""

 Sayın yazar temeli attıktan sonra binayı yükseltmeye başlamıştır. Ancak bozuk bir temel üzerine bina edilen  bir yapı  veya eksik malzeme ile yapılan bir yapı  yıkılmaya mahkumdur. Şuara s. 192- 194 ayelerine verdiği mealide bu akıbete duçardır. bu ayetleri kelime kelime tahlilini yapalım.  


"Ve innehu (muhakkakki o) le tenzilü rabbil alemine ( alemlerin rabbından indirilmedir) nezele bihi (onu indirdi ) erruhul emin (ruhul emin) ala kalbike ( kalbinin üstüne) li tekune minel münzirine ( uyarıcılardan olasın diye )"   

Sayın yazar ayetteki "nezele ( indi) fiiline  " be " harfi cerrini  hesaba katmadan anlam vermiştir. çünkü "be "  harfi cerri  lazım (geçişsiz) fiili müteaddi ( geçişli ) yapar. Eğer 193. ayette "bihi" diye bir  kelime olmasaydı  yani " nezele erruhul emin "(  ruhul emin  indi ) şeklinde olsaydı kendisinin verdiği meal doğru olabilirdi, ancak ayet " nezele bihi erruhul eminü" şeklindedir. Buradaki "bihi " nezele  yani "indi kelimesini  indirdi şeklinde okunmasını gerektirir. Sayın yazarın daha önceki yazı serilerimizde belirttiğimiz gibi tahrifine kapı açmak için " bunu yazan yanlış yazmış" yada ben yaptım oldu" şeklinde bektaşi mantığı içinde ayetleri eğip bükme örneklerini vermiştik. Önceden kendisinin oluşturduğu ön kabul doğrultusunda ayetlere mana vermekten çekinmeyerek dil kurallarını ve kur'an bütünlüğünü ayaklar altına almaktan çekinmemektedir.    

Yazı meryem suresinin 17. ayetinin tahrifiyle devam etmektedir . Ancak bu ayet ile ilgili tahrifi meryem suresi ile iligli bir başlıkta ele almayı düşündüğümüz için burada sadece hatırlatmakla gçiyoruz. Verdiği anlamlar doğrultusunda minareyi çalmadan önce kılıf zaten hazırdır artık. Ve şu sonuca varmıştır artık yazarımız. Artık muhammed sav evahyi getiren bir elçi yoktur. yazara göre.
 
 "Sonuç olarak, "kudüs" sözcüğünün geliş yerinin farklılıklarını da hesaba katmak üzere sözcüklerin anlamlarından yola çıkılarak yapılan tahlil, "Ruhü'l-Kudüs" tamlamasının anlamının "Allah'ın ruhu, Allah'ın vahyi, Allah'tan gelen bilgi" olduğunu göstermektedir. "Ruhü'l-Kudüs" tamlamasının bu anlamı taşıdığı, tamlamanın geçtiği ayetlerden de kolayca anlaşılmaktadır:"   


Yazının devamında bakara 87-253, maide 110 , nahl 102 ayetlerini örnek göstererek nahl 102. ayetinin yanlış çevrildiğini bu yanlış!! çevirilerden örnekler vererek kendi doğru!! çevirisini vermektedir. Yazara göre doğru çeviri  ve gerekçesini  makalesinden aktarıyoruz.  

""""Nahl 101-103: Ve Biz bir ayet yerine başka bir ayet getirdiğimiz zaman -Allah ne indirdiğini daha iyi bilen olmasına rağmen- onlar, "Sen, ancak bir uydurucusun" dediler. İşin doğrusu onların çoğu bilmiyorlar.
De ki: "İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek / tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü'l-Kudüs hakk ile inmiştir.
Ve kesinlikle Biz biliyoruz ki, onlar "Sadece, ona bir beşer öğretiyor" diyorlar. Ona [Peygambere] öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu [Kur'an] ise apaçık bir Arapçadır. Görüldüğü gibi, 101. ayette açık ve net olarak Kur'an'ın "Allah'ın indirmesi" olduğu bildirilmektedir. Oysa 102. ayetle ilgili olarak Kur'an'ı Cebrail adlı meleğin indirdiği yolundaki Kur'an dışı kabul, 102. ayet ile 101. ayetlere verilen anlamlar arasındaki çelişkinin görmezden gelinmesine ve 102. ayette bir dilbilgisi kuralının ihlâl edilmesine yol açmıştır. Şöyle ki;


"""102. ayette geçen " نزّلnezzele" filinin aslı " نزلnezele"dir ve anlamı "indi" demektir. Geçişsiz bir fiil olan "nezele" fiili, kural gereği burada Tef'il babından "nezzele"ye dönüştürülmüştür. Bu kalıba sokulan sözcükler sadece fiilde, failde veya mef'ulde çokluğu ifade ederler. Bu kurala göre, ayetteki "nezzele" fiili "çok çok indi" anlamına gelir. Geçişsiz bir fiil olan "nezele" sözcüğünün geçişli hâle dönüşmesi ve "indirdi" olarak anlamlandırılması ancak bir teaddi edatı kullanılmasıyla veya fiilin "enzele" kalıbına dönüştürülmesiyle sağlanır. Ayette geçen "bilhakkı" ifadesindeki " بbe" harf-i cerri ise مصاحبةmusahabe anlamında olduğundan teaddi edatı sayılamaz. Arapça dil bilgisinin bu kuralları gereği ayetteki "nezzelehü ruhu'l-kudüsü" ifadesinin anlamı, "Ona birçok ruhü'l-kudüs [vahy] inmiştir" demektir. "Ruhü'l-Kudüs"ü, yani "vahy"i kimin indirdiği ise 101. ayette belirtilmiş ve indirenin Allah olduğu açıkça ifade edilmiştir. Ortaya çıkan sonuç özet olarak şudur: Kur'an'da geçen "Ruhü'l-Kudüs" ifadeleri, "Vahy, Allah'tan gelen temiz, sağlam bilgiler" demek olup kesinlikle "Cebrail adı verilen vahiy meleği" demek değildir."""""

 Sayın yazar "nezzele " fiili ile ilgili görüşlerini yazarken şöyle diyor," bu kalıba sokulan sözcükler sadece fiilde ,failde veya mefulde  çokluğu sağlar". Ancak sayın yazar tef'il babının çokluğu ifade etmesi yanında müteaddi ( geçişli) manasıda verdiğini neden hatırlamaz ? "nezzele " fiili kur'anda 12 ayette geçmektedir ve bu ayetlerin hepsinde geçişli olarak "indirmek anlamında kullanılmıştır. Ancak yazarın kendisi bile bu 12 yerde geçen "nezzele" fiilini "indirmek" anlamında kullanmaktadır.  "indirdi" olarak diğer ayetlerde meallendirmesine rağmen nahl 102 de " indi" anlamı vererek  "ruhul kudüs" kelimesi vahiy meleği olarak değil "Allahtan gelen temiz  ve sağlam bilgiler " olarak , kendsininde söylediği gibi "cebrail adı verilen vahiy meleği olmadığı" kanaatına varmıştır.  


Vahiy meleği  diye bir varlığın olmadığı yolunaki iddialarını delillendirmek için bakara s. 97-98. ayetlerini şu şekilde meallendirerek devam etmektedir. ayetlere verdiği meal şöyledir.  
"""Bakara 97, 98: De ki: "Kim Cibril'e düşmansa, bilsin ki şüphesiz O [Allah], onu [cibrili], kendisinden öncekileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine Allah'ın izniyle indirmiştir.
Kim ki, Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibril'e, Mikail'e düşman olursa, bilsin ki, şüphesiz Allah da inkârcılara düşmandır."""


Buradada tahriflere devam ederek  Allahın onun  kalbine cibrili indirdiği şeklinde meal vermişitr. Halbuki başkalarını ayetlere cebrailin olduğu önkabulu ile yaklaşarak "yavuz hırsız" misali kendi yaptığı tahrifi örterek başkalarını tahrifçilkle suçlamaktadır. Halbuki bakara 97. 98. ayetleri bütün meallerde doğru şekilde verilmiştir. Kendi önkabulunu kur'ana onaylatmak amacıyla bu ayetide ketmetmişitr. Ayetlerin doğru çevirisi şu şekildedir.

" de'ki cibrile düşman olan Allahada düşmandır muhakkakki o, kendinden öncekileri tasdik ederek müminlere hidayet ve müjde olan (kitab)ı senin kalbine indirmiştir. kim Allaha ,meleklerine ,resullerine, cibrile ve mikaile düşman olursa bilsinki şüphesiz Allah da o kafirlerin düşmanıdır."
Sayın yazar alt yapıyı oluşturmak amacıyla tahrif ettiği ayetlerin üstüne gecekondu misali binayı kurarak şöyşe devam etmektedir.

"""""Kur'an'ın orijinal ifadesinde Cibril "indiren" değil, "indirilen"dir, yani "inen"dir.
Fakat tüm bunlara rağmen Bakara/97, Nahl/102 ve Şuara/194. ayetler çarpıtılarak Kur'an'ın "Cebrail" tarafından indirildiği anlamına gelen çeviriler yapılmıştır. Hâlbuki bu ayetlerin ön veya arkasında yer alan ayetlerde yine Kur'an'ı indirenin bizzat Allah olduğu açıklanmaktadır. Ne hikmetse, art arda gelen bu ayetlerdeki bu çelişki üstünde durulmamıştır, belki de işin farkında olunmamıştır.
Kur'an'da Kur'an'ın indirilmesi, kitabın indirilmesi, ayetlerin indirilmesi, surelerin indirilmesi, meleklerin [vahylerin] indirilmesi, hikmetin indirilmesi, Tevrat'ın indirilmesi, İncil'in indirilmesi, Furkan'ın indirilmesi ile ilgili üç yüz civarında ayet mevcuttur. Bu ayetlerin hepsinde de bunları indirenin Allah olduğu bildirilmiştir. Kur'an'ı başkasının indirdiğini bildiren hiçbir ayet yoktur, olamaz da. Çünkü Kur'an asla ve kat'iyen kendisiyle çelişmez.""""""

Tahrif etiği ayetlerin yardımıyla yazarın düşüncesi odurki " cibril vahyi indiren varlık değil inen vahyin kendisidir. Kendisi "yavuz hırsız" misali başkalarını tahrifçilikle suçlayarak cebrail diye bir varlığın olmadığı düşüncesini başkalrını çelişki içinde içinde olmakla suçlayarak devam eden yazar  "nezzele" fiilini" çok çok inmek " şeklinde anlayarak , ancak "nezzele" fiilinin geçtiği diğer 12 ayette kendsinin bile "indirdi" anlamı vererek kendi çelişkisini görmemişitr. Allah cc nin diğer ayetlerde gördüğümüz şekli ile vahyi kulu muhammed sav e inidrmek için görevlendirdiği vahiy meleğini yok saymak için yapılacak tek şey ayetleri tahrif metodudur. Biz bu yazımızda sayın yazarın   " vahiy meleğini yok saymak" düşüncesi üzerine kurduğu gecekondunun temellerinin ayetleri tahrif üzerine olduğunu  verdiği ayet örneklerini ne şekilde tahrif ettiğini göstermek  üzerinde durmak istedik. vahyin ne şekilde muhammed sav e geldiği yolundaki düşüncelerimizi " VAHYİN MUHAMMED SAV E GELİŞİ " başlıklı yazımızda anlatmaya çalıştık.
RABBİMİZ BİZLERİ AYETLERİNİ  KENDİ HEVASI DOĞRULTUSUNDA ANLAYAN KULLARININ ŞERRİNDEN MUHAFAZA ETSİN.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.