Kavminin şirkine karşı var gücüyle mücadele eden İbrahim (a.s) ın, Enbiya s. 51-73. ayetleri arasında geçen kıssası içindeki bir konuşma, insanlardaki yanlışa karşı olan bağlılığın nasıl sağ duyuya galip geldiğinin örneğini göstermektedir. Kıssada gördüğümüz bu örnek, sadece o zamanda yaşayan insanlara has bir durum değil, bugün dahi bir çok Müslümanda arız olan bir hastalıktır.
Kavminin işlediği şirke karşı onlarla mücadele içine giren İbrahim (a.s), putlarla yalnız kaldığında biri hariç bütün putları kırar. Putlarının kırıldığını gören kavmi ise, putlarına bu kötülüğü !! İbrahim'in yaptığını anlar ve onu yakalarlar.
[021.062] Dediler ki: «Ey İbrahim, Bizim ilâhlarımıza bunu sen mi
yaptın?»
[021.063] «Hayır» dedi. «Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer
konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin.»
[021.064] Bunun üzerine kendilerine, (asli yaratılışlarına) dönüp dediler ki: Hiç şüphesiz zalimler
sizsiniz siz
[021.065] Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: «Andolsun, bunların
konuşamayacaklarını sen de bilmektesin.»
[021.066] Dedi ki: O halde Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda veya zarar
veremeyecek şeylere ne diye taparsınız?
[021.067] Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun!
Siz akıllanmaz mısınız?
Konuşamayan, kendilerine fayda veya zarar verebilme gücü bulunmayan tahtadan taştan yapılmış olan putlara tapan kavim, içinde bulundukları yanlışı fark ederek bir an için dahi olsa fıtratlarına dönmekte, ve onların bu durumları ise 64. ve 65. ayetlerde dile getirilmekte, fakat doğru yolu bulmaya yanaşmayarak eski yanlışlarına geri dönmekte ve ayak diretmektedirler.
65. ayette geçen Tepeleri üstüne ters döndüler olarak çevrilen cümlenin Arapça orjinal metni, Nükisu ala ruusihim dir. Nükisu kelimesi, Bir nesneyi baş aşağı çevirmek anlamındadır. Doğum sırasında çocuğun ayakları başından önce çıktığında Nükisel veledü denir. 65. ayet içinde geçen bu ifade, şirk içinde yüzen insanların durumunu veciz bir biçimde ifade etmektedir.
Başı yukarıda ayakları yerde olmanın, doğal bir durum olduğunu dikkate aldığımızda, 64. ayette bir an için normal durumlarına dönerek içinde bulundukları yanlışı fark eden müşrik toplum, bu doğal durumlarını yine bozarak arızi durumlarına geri dönmüşler, onların bu durumları ise, ayakları yukarıda başları aşağıda olarak tasvir edilmektedir.
Aynı durumu Musa (a.s) kıssasında da görmekteyiz. Musa (a.s) tarafından getirilen ayetleri gören Firavun ve melesinin vicdanlarının bu ayetleri kabul etmelerine rağmen, zulüm ve kibirlerinin iman etmelerine mani olduğu, Neml s.14. ayetinde beyan edilmektedir.
Asıl meselemiz Kur'an'da zikri geçen bu kavimlerin gerçeği gördükleri halde neden gerçeğe teslim olmadıklarıdır. Bunun cevabını kıssanın anlatıldığı 53. ayette bulmaktayız.
[021.053] «Atalarımızı onlara tapar bulduk» demişlerdi.
Bu cevabı bütün müşrik topluluklar tarafından söylenen bir söz olarak Kur'an'ın bir çok ayetinde görmekteyiz. İşledikleri şirkin haklı gerekçesini sadece atalarını bu yolda bulmak olarak gösterenler, Ya onların ataları hiç bir şey bilmeyen ve doğru yolu bulmayan kimseler ise? sorusunu ise cevapsız bırakmaktadırlar.
Körü körüne atalar yolunu izleme hastalığı, sadece kıssaları anlatılan kavimlere has bir durum değil, kadim bir hastalık olarak bizlere de sirayet etmiş, ve bugün bazı Müslümanlarda da arız olan bir hastalıktır.
Bugün bir çok Müslümanın dini inanç adına bildikleri şeylerin büyük bir kısmı, rivayet ve kişi merkezli din anlayışı tarafından üretilmiş ve Kur'an ile sağlaması yapıldığında ise yanlışlığı ortaya çıkan bilgilerdir. Rivayet ve kişi merkezli din anlayışı tarafından üretilen bilgilerin, kesin doğrular olduğuna körü körüne bağlanmış olan bir kimsenin karşısına, bu bilgilerin yanlış olduğu, Kur'an tarafından onay almadığı, hatta Kur'an ile taban tabana zıt bilgiler olduğu söylendiğinde, alınan tepkiler yukarıdaki ayetteki cevabın aynısından başka olmamaktadır.
Siz falan alimden daha iyi mi biliyorsunuz?.
Dini doğrularını falan alimin belirlediği bir kimsenin karşısına Kur'an ayeti çıkarılsa dahi, falan alimin yanlışı ona doğru gelmekte, Kur'an o kişi için sadece adı var kendisi yok mesabesinde bir kitap haline dönüşmektedir.
Yüzlerce yıldır hiç kimse doğruları bilemedi de sizler mi biliyorsunuz?.
Yanlış bilgilerin yüzlerce yıl öncesi yaşamış alimler tarafından ortaya atılmış ve bu yanlışların yine yüzlerce yıl başka alimler tarafından tastiklenerek bizlere ulaşmış olması, yine bir çok Müslümanın dayanağı olmakta, savundukları yanlışları desteklemek için bu argümana sıkı sıkıya sarılmaktadır. Genel geçer din anlayışının Ehli sünnet vel cemaat olması, tarih içinde bu düşüncenin tasdikinden geçen anlayışların halk arasında yaygınlaştırılmaya çalışılması, bu düşüncenin tasdikinden geçmeyen düşüncelerin, Kur'an'i doğrular olsa dahi kabul görmeyerek dışlanmış olması, bugün elimizdeki kaynakların tek düze bilgilerle dolu olmasını beraberinde getirmiştir.
Yüzlerce yıl öncesinde rivayet kültürüne muhalif olan görüşlerin Harici, Mutezile, Zındık v.s gibi isimler altında mahkum edilmeye çalışılmasına karşın, bugün Mealci, Hadis inkarcısı, Sünnet inkarcısı, Sapık v.s gibi isimlerle mahkum edilmeye çalışıldığı herkesçe malumdur.
Din adına bildiklerinin yanlışlığı Kur'an ile ispatlanan bir çok kişi bu bilgilerin doğru olabileceğini düşünse dahi, bu bilgileri daha önceki muteber olarak bildiği alimler tarafından onay almadığı için kabul etmemekte, yanlışta körü körüne ayak diretmektedirler.
Ya doğru olarak bildikleri alimleri hata yapıyor, yanlışta ısrar ediyor ise?.
Maalesef bu durumu bir çok Müslüman düşünememekte, hatta aklının ucuna dahi getirmemekte, Benim alimim hata yapmaz mantığına sahip bir biçimde yaşamını sürdürmektedir.
Alimler de insandır, onlar da hata yapabilir.
Müslümanların bir çoğundaki yaygın kanaat, savundukları alimin hata yapma imkanının asla olmaması, din adına yazdıklarının sorgulanamaz olmasıdır. Bu tabu Müslümanların fırkalaşmasında, birbirine düşman olmasında ve cahil kalmasında maalesef en büyük etkendir. Görüşlerini kabul ettiği alimi rab edinme noktasına getiren bir kişi, bir başka alimi veya o alimin görüşlerini kabul edenlere düşman kesilmekte, o alimin yazdıklarını ve dediklerini yeterli görerek kafasını ona kiraya vermek sureti cahil kalmaktadır.
Halbuki mümeyyiz akla sahip olan bir Müslüman, alim ve hizip taassubu göstermeden herkesi okuyabilmeli, her alimi dinleyebilmeli, okuduklarını ve dinlediklerini Allah'ın kitabına göre değerlendirebilme yeteneğine sahip olabilmelidir. Böyle bir yeteneğe sahip olan Müslüman bir toplumda, fırkalaşmaların önü alınabilecek, düşmanlıklar yok olacak, cehaletten kaynaklanan her türlü yanlışlar büyük ölçüde giderilmiş olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder