9 Eylül 2013 Pazartesi

Bela Kavramı,İnsanın Belası, İbrahim a.s ın Belası

"Bela" kelimesi sözlükte , yıpranmak anlamına gelmektedir.  Elbise yada bez parçası yıprandı veya eskidi anlamında "beliyessevbü" denilir, yolculuk yapan bir kimseyle ilgili olarak yolculuğun yıprattığı dişi veya erkek deve veya kişi anlamında "belseferin" veya "belyi seferin" denmiştir. "Bellevtühü" onu denedim test ettim , burada sanki kendisini çokça denememden test etmemden dolayı onu yıprattığım eskittiğim söylenir. CİSMİ YIPRATTIĞINDAN DOLAYI ÜZÜNTÜ VE KEDER "BELAÜN" OLARAK ADLANDIRILMIŞTIR. (el müfredat)     

Görüldüğü gibi kelime günlük dilimizde kullanıldığı şeklinin dışında bir anlama sahiptir vu kur'anın bir çok ayetinde insanın denemeye tabi tutulması anlamında kullanılmıştır. Bu kavram ayetlerde şu meallerde geçmektedir.   

----- [068.017]  Biz; vaktiyle o bahçe sahiplerini denediğimiz gibi bunları da denedik. Hani sabah olunca; onu mutlaka devşireceklerine ve biçeceklerine yemin etmişlerdi.
-----[007.168] Onları yer yüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık. Kimileri salih (davranışlarda) bulunuyor, kimileri de bunların dışında olan aşağılıklardır. Umulur ki dönerler diye, onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik.
-----[010.030]  İşte orada, her nefis önceden yaptıklarıyla imtihana çekilmiş olacak ve onlar asıl-gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülecekler. Yalan yere uydurdukları da, kendilerinden kaybolup uzaklaşacaklar.
-----[047.031] And olsun ki sizi, içinizden cihada çıkanları ve sabredenleri meydana çıkarana ve haberlerinizi açıklayana kadar deneyeceğiz.
-----[021.035] Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize dönersiniz.
-----[002.155]  Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.
-----[007.163]  Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüyle geliyor, başka günler gelmiyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle böylece deniyorduk.
-----[018.007]  Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık.
-----[047.004]  Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz.
-----[005.048] Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.
-----[006.165]  Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O'dur. Doğrusu Rabbinin cezalandırması süratlidir. Şüphesiz O bağışlar, merhamet eder.
-----[011.007]  O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): «Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz» desen, kâfir olanlar derhal «Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir» derler.
-----[067.002] O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.
-----[016.092]  Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından ötürü, aranızdaki yeminleri bozarak, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra bozan kadın gibi olmayın. Allah onunla sizi dener. And olsun ki, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size kıyamet günü açıklar.
-----[005.094]  Ey İnananlar! Gıyabında Kendisinden, kimin korktuğunu ortaya koymak için, (ihramlıyken) elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle Allah and olsun ki sizi dener. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici azab vardır.
-----[027.040]  Kitabın bilgisine sahip olan biri: «Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm» dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşivermiş görünce: «Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir» dedi.
-----[086.009]  Bütün sırların yoklanacağı gün,
-----[003.186]  And olsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız; hiç şüphesiz, sizden önce Kitap verilenlerden ve Allah'a eş koşanlardan çok üzücü sözler işiteceksiniz. Sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bu üzerinde sebat edilecek işlerdendir.
-----[008.017]  Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu O işitir ve bilir.
-----[002.124]  Rabbi İbrahim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, «seni insanlara önder kılacağım» demişti. O «soyumdan da» deyince, «zalimler benim ahdime erişemez» buyurmuştu.
-----[089.015-16] Rabbin denemek için bir insana iyilik edip, nimet verdiği zaman, o: «Rabbim beni şerefli kıldı» der. Fakat her ne zaman da sınayıp rızkım daraltırsa: «Rabbim bana ihanet etti.» der.
-----[076.002]  Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır; onu deneriz; bu yüzden, onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır.
-----[003.154]  Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah'ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı. Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalblerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.
-----[003.152] And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur.
-----[004.006]  Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin; onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyecekler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan, iffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, yanlarında şahid bulundurun. Hesap sormak için Allah yeter.
-----[033.011] İşte orada, inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı.
-----[002.049]  Size işkence eden, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık; bu Rabbinizin büyük bir imtihanı idi.
-----[007.141]  Sizi kötü azaba sokan, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı öldüren Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.
-----[014.006]  Hani Musa kavmine demişti ki: «Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı kesip, kadınlarınızı (kızlarınızı) bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.»
-----[037.106]  Doğrusu bu apaçık bir deneme idi.
-----[044.033]  Ve onlara âyetlerden öylesini vermiştik ki onda açık bir ni'met ile imtihan vardı
-----[002.249]  Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.
-----[023.030]  Şüphesiz bunda sizin için birtakım ibretler vardır. Çünkü biz, kullarımızı böyle denemişizdir.
-----[020.120]  Derken Şeytan ona vesvese verdi: ey Âdem! sana kılâğuzluk edeyim mi Huld ağacına ve çürümez(yıpranmaz) mülke? Dedi

Bu kelime ve türevlerinin geçtiği bütün ayet mealleri yukarda sıralandıktan sonra görülürki , Allah cc  yaratmış olduğu insanı ebedi hayatındaki yerini dünyada iken hazırlaması amacıyla imtihana tabi tutmaktadır. Kur'an imtihana tabi tutulan insanların bu imtihana ne şekilde cevap verdiklerinin örnekleri ile doludur.    

Yine  kur'an iman edenlerin tabi tutulduğu imtihanları ve bu imtihanlara nasıl bir cevap verdiklerinin örnekleri ile doludur. Hayatımızda başımıza gelen her türlü olayın insanın imtihanı ile ilgili olduğu unutulmamalı ve bizden önceki mü'minlerin bu imtihanlara karşı olan teslimiyetleri bizlere örnek olmalıdır. Bu örneklik çerçevesinde atamız ibrahim as ın oğlu ismail as ile olan imtihanını saffat s. ayetleri bağlamında görelim.    

100 - "Ey Rabbim! Bana salihlerden (bir oğul) ihsan et!"
101 - Biz de kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik.
102 - Oğlu, yanında koşacak çağa gelince: "Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?" dedi. Çocuk da: "Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.
103 - Ne zaman ki ikisi de bu şekilde Allah'a teslim oldular, İbrahim oğlunu şakağı üzerine yatırdı.
104 - Biz de ona şöyle seslendik: "Ey İbrahim! "
105 - "Rüyana gerçekten sadakat gösterdin, şüphesiz ki, biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız."
106 - "Şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı." (dedik)
107 - Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.
108 - Kendisine sonradan gelenler içinde iyi bir nâm bıraktık.
109 - Selam olsun İbrahim'e...
110 - İşte biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.
111 - Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı.
112 - Ona bir de salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik.
113 - Hem ona hem İshak'a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de hem iyilik yapanlar var, hem de açıkça kendi nefsine zulmedenler var.

İbrahim as müşrik olan kavminden ayrıldıktan sonra ilerlemiş yaşına rağmen rabbine kendisine bir oğul vermesi için dua eder ve duası kabul edilerek bir oğlu dünyaya gelir. Rabbi onu imtihan amacı ile rüyasında onu kuban etmesini ister. İbrahim ve oğlu ismail as bu emre tereddütsüz teslim olurlar ve imtihanı başarırlar. Olayın kısa özeti bu kadar ama bu olayın ibrahim ve oğlu ismail as yönünden bakıldığında çetin bir imtşhan olduğu açıktır. Bir tarafta ileri yaşına rağmen bir oğula sahip olan ve onu çok seven ibrahim as diğer tarafta ömrünün baharında babası tarafından öldürülecek olan ismail as bu durumun zorluğunu bunlardan başkalarının anlamasına imkan yoktur.      

Dikkat edilecek olursa bu emir ibrahim as a direk vahiy yolu ile değil yani "ibrahim'e oğlunu bizim için kurban et diye vahyettik"şeklinde değilde ona rüyasında verilmektedir. Çünkü böyle bir emir direk vahiyle verilmiş olsa idi kesinlikle bu emre karşı gelmek durumu sözkonusu olamaz ve bizler için ibrahim ve  oğlu ismail as şahsında onların imtihanları bir örneklik teşkil etmezdi. İbrahim as gördüğü rüyayı önemsemeyip yada böyle bir imtihamı olur deyip es geçebilirdi ama o bu durumun kendisine bir emir olduğu konusunda hiç tereddüt etmeden durumu oğluna açıyor ve oğluda aynı onu gibi bunun bir emir olduğunu babasına söyleyerek " sana emredileni yap beni sabredenlerden bulacaksın" diyor.      

Bu kıssada anlatılan oğlunu kurban etme hadisesi bizlere nasıl bir mesaj veriyor? diye sorularak, bu sorunun cevabı etrafında bu kıssa anlaşılmalıdır. Bunun tersine kıssa içinde dönüp dolaşarak "Allah hem insanı haksız yere öldürmenin haram olduğunu söylüyor hemde bir insanın haksız yere öldürülmesini emrediyor" şeklinde bir düşünceye dolanıp konunun imtihan içerikli mesajının anlaşılmaması tehlikesine düşülmesi sözkonusudur.     

İbrahim as ve oğlu ismail as ın bu kadar sert bir imtihana tutulup bu imtihanı geçmeleri bizler için bir örneklik teşkil etmesi gerekmesine rağmen kur'anı hayat kitabı olarak görmekten uzak bazı anlayışlar etrafında okunan bu kıssa olayın böyle olmadığı,olamayacağı,olmaması gerektiği şeklinde yorumlara kadar işi götürmüştür. Burada yeri gelmişken bu kıssa ile ilgili olarak prof dr. şinasi gündüz hocanın da bu şekil bir hataya düşerek benzer yorumlarda bulunduğunu görmekteyiz. Sayın hoca bir tv konuşmasında olay ile ilgili görüşlerini anlatırken, "ibrahim as ın görmüş olduğu rüyayı bir emir telakki etmekle hataya düştüğünü " söylemektedir.    

 https://www.youtube.com/watch?v=1yO6CKjc6u4

Sayın hoca olayın israiliyat merkezli anlaşıldığını savunurken kendisi olayın anlatılma sebebinin imtihan merkezli olduğunu unutmuş görünerek olayı sadece kıssa içinde değerlendirme yanlışına düşmektedir. Saffat s. 105-106. ayetlerinde bu olayın sebebi anlatılmakta ve bakara s. 124. de " Rabbi İbrahim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, «seni insanlara önder kılacağım» demişti. O «soyumdan da» deyince, «zalimler benim ahdime erişemez» buyurmuştu." bu emrin bir denenme olduğu vurgusu bu ayette de bulunmaktadır.    

Kur'an kıssalarının tarihi olayları anlatmak değil o olaylar etrafında muhataplara mesaj vermek olduğu hatırlanacak olursa ibrahim ve oğlu ismail as ların bu kıssası bizlere Allah'ın emri ile çok sevdiğimiz bir şey arasında tercih etme durumunda kaldığımız zaman neyi tercih etmemiz gerektiği mesajını vermektedir, aksi yönde bir anlayışla okunacak olan bu kıssa modernist anlayışlara kurban edilerek imtihandan nasıl sıyrılırız sorusunun cevabını aramak mantıklı bir okuma olacaktır. Bu şekil bir durum israiloğullarının şahsında bakara kıssasında anlatılarak onların verilen bir emre " semi'na ve ata'na " demek yerine nasıl zora koştukları anlatılarak bunun yapılmaması gerektiği vurgulanır.   

Rabbimiz bizlere içinde bulunduğumuz hayat içinde tabi tutulduğumuz imtihanları başarıyla geçerek cenneti hakeden kullarından kılsın amin.    

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


3 Eylül 2013 Salı

Kesilen Hayvanın Üzerine Allah'ın Adının Anılması Meselesi

Yurt dışında olan bazı kardeşlerimiz, orada kesilen hayvanların üzerine besmele çekilmediği gerekçesi ile yemediklerini veya kendilerinin kesim yaptıklarını söyleyerek, bu konuda bir takım sorular yöneltmektedirler. Kur'anın bu konudaki ilgili ayetlerini sıraladıktan sonra üzerine Allah adı anılması gerekli olan, veya üzerine Allah adı anılmadan kesilen hayvanların yenilmesi konusunda düşüncelerimizi paylaşmak istiyorum.

-----022.034 Ve her ümmet için, Allahın kendilerine merzuk kıldığı en'am behimesi üzerine ismini zikretsinler diye bir ma'bed yapmışızdır, imdi hepinizin tanrısı bir tek tanrıdır, onun için yalnız ona teslim olan müsliman olun ve müjdele o muti', mütevazı'ları
-----022.036 O gövdeli hayvanlar var ya, Biz onları da Allah için kesilen kurbanlıklar arasında kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır; bu yüzden ön ayaklarının biri bağlı olarak bir dizi halinde dururlarken üzerlerine Allah'ın adını anın (öyle boğazlayın). Yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. O böylece onları sizin emrinize verdi ki, şükredesiniz.
-----022.037 Elbette onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşmaz. Ancak O'na sizin takvanız ulaşacaktır. Böylece onları sizin emrinize verdik ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz. Görevlerini iyi yapan iyilik sevenleri müjdele!

Hacc s.34-35-36. ayetlerinde , Allah cc nin bizler için yaratmış olduğu hayvanlardan kendi adını anarak kesilmek üzere bizlere bir ibadet tarzı emrettiğini görmekteyiz. Burada vurgulanan önemli nokta o hayvanları keserken üzerlerine Allah'ın adının anılmasıdır. Allah'ın adının anılmasının emredilmesi tek ve hakiki ilah olan Allah cc ye oaln kulluk ahdinin gösterilmesi amaçlıdır. Bu ibadet tarzının zaman içine şirk katılarak uygulamasına devam edilmiş ve tevhidi boyutundan uzaklaşmış bir hale dönüşmüştür.   

-----6.136 Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zanlarınca, bu Allah'a, bu da ortaklarımıza (putlarımıza) dediler. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar?
-----006.138 Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: «Bu (tanrılar için ayrılan) hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da binilmesi yasaklanmış hayvanlardır.» Birtakım hayvanlar da vardır ki, (Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira ederek üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır.
----- 006.142 Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O'dur. Allah'ın size verdiği rızıktan yeyin, şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.
-----006.143 (Dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattı: Koyundan iki, keçiden iki... De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin.
-----006.144 Deveden de iki, sığırdan da iki (yarattı.) De ki: O bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
-----010.059 De ki: «Allah'ın size indirdiği rızkın bir kısmını haram, bir kısmını helal kıldığınızı görmüyor musunuz?» De ki: «Size Allah mı izin verdi, yoksa Allah'a karşı yalan mı uyduruyorsunuz?»
-----016.116 Diliniz yalana alışmış olduğu için, «şu haram, bu helaldir» demeyin, zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise, saadete şüphesiz erişemezler.
-----005.103 Allah, kulağı çentilen, salıverilen, erkek dişi ikizler doğuran, on defa yavrulamasından ötürü yük vurulmayan hayvanların adanmasını emretmemiştir; fakat inkar edenler Allah'a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmezler.

Mealini vermiş olduğumuz ayetler çerçevesinde Allah'ın nimet olarak vermiş olduğu hayvanlardan kendi adının zikredilerek kesilmesi yoluyla emredilen ibadet tarzının nasıl şirke bulaştırıldığı görülmektedir.

Muhammed a.s ın elçi olarak gönderildiği zaman ibadet tarzı olarak kesilen hayvanların üzerlerine Allah c.c nin adı anılmamaktaydı. Kur'an'da bu şekilde kesilen hayvanların yenilmesinin haram olduğunu beyan eden ayetler indirilmiştir.

----- 6.118Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeyden yiyin.
-----6.119 Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.
-----6.121 Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz
-----6.145 De ki: «Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.» Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.
-----16.115Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasının adına kesilenleri haram etmiştir. Darda kalan, aşırı gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartiyle bunun dışındadır. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder.
-----2.173 Şüphesiz size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası için kesilen hayvanı haram kılmıştır; fakat, darda kalana, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere günah sayılmaz. Çünkü Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
-----5.003-4-5 Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları- dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır, merhametli olandır. Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar, de ki: Size temiz olanlar helal kılındı; Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk görür. Bugün, size temiz olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İnanan hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları -zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helaldir. Kim imanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O, ahirette de kaybedenlerdendir.

Yukarda vermiş olduğumuz ayetleri özetleyecek olursak; Allah cc kullarına kendisine olan kulluğunu hatırlamaları için yaratmış olduğu hayvanlardan onun adının üzerlerine anarak kesmelerini emretmiştir. Bu ibadet tarzı zaman içinde tevhidi boyuttan uzaklaşarak şirk karışmış bir halde devam ederek Allah'a yaklaşmak için ibadet ettikleri putlarının adını anarak kesilmeye başlanmıştır. Kur'an bu tür bir ibadet tarzının şirk olduğunu ve putların adı anılarak kesilen hayvanların etlerinin haram olduğunu beyan etmiş ve helal olanın Allah adı anılarak kesilen hayvanlar olduğunu beyan etmiştir. Burada önemli bir nokta vardır oda , kesim yapılan hayvanların ibadet kastı ile kesilmiş olmalarıdır.     

Şimdi gelelim günümüze, bir çok müslüman kardeşimiz market veya kasaptan almış oldukları etlerin üzerlerine Allah adı anılarak kesilip kesilmediği konusunda tereddüt ederek, bu etleri almamakta yada kendileri keserek bu etleri tüketmektedirler. İlgili ayetleri dikkatle okuyacak olursak kesilen hayvanların üzerlerine Allah cc  den başkasının adının anılarak kesilmesinin haram olduğu beyan edilmektedir. Ticari amaçlı olarak kesilmiş olan market veya kasaplarda satılan etlerin üzerlerine Allah adı anılması mecburiyeti olmayıp türkiye veya avrupadaki kardeşlerimiz bu etleri rahatlıkla yiyebilirler.    

Yalnız bugün türbelere götürülerek kesilen hayvanların üzerlerine Allah adı anılmış olsa dahi yenilmesi türbelerin şirk yuvası olmaları açısından yenilmesi tehlikelidir ve tavsiye edilmez. Mezbahalarda hayvan kesimi ile görevli olan kişilerin o hayvanları keserken bilerek veya unutarak hayvan'ın üzerine Allah adının anmaması o hayvanın etinin haram olmasını gerektirmez. Bazı kardeşlerimizin içlerinin rahat etmesi açısından söylemek gerekirse ,bu görüş imam şafii'ninde kabul ettiği bir görüştür.     

Ehli kitab'ın yemeğinin helal olduğu maide s. 5. ayetinde çok açık bir biçimde beyan edilmesine rağmen bu günkü ehli kitabın o günkü ehli kitab ile aynı olmadığı gibi yanlış bir düşünce içine girilerek o ayetlerin hükmü neshe uğramış gibi göz önüne alınmaması doğru bir düşünce değildir.  Bugün avrupa da kesim yapılan mezbahalarda eğer kesilen hayvanı önce öldürüp sonra kesmek sureti ile bir kesim eğer yapılırsa bu şekilde kesilen hayvanın eti haramdır , ama boğazı kesilerek ve o şekilde yapılan bir kesimle ölen hayvanın etinin yememek için herhangi bir sebeb yoktur.  

Burada bir noktanın altını çizmek istiyoruz ; Bazı kardeşlerimiz Enam s. 121. Ayetinde ki "Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu; bir fısktır. Doğrusu, şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz; şüphesiz ki siz de müşrikler olursunuz." şeklindeki beyandan hareketle , kesilen hayvan üzerine Allah (c.c) nin adının anılmasının "Farz" olduğu , böyle bir işlem yapılmadan kesilen hayvanların etlerini "Haram" olduğu düşüncesi içindedirler. Bu düşünceye katılmadığımızı , 121. Ayet içindeki "Fısk" kelimesi ile ifade edilen noktanın Enam s. 145. Ayetinden anlaşılacağını belirtmek istiyoruz. 

 [006.145]  De ki: «Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir) . Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir.

145. Ayet içindeki "Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında," cümlesine dikkat edersek ,121. Ayet içindeki haramlığın ALLAH (C.C) NİN ADI ANILMAYANLAR DEĞİL , ALLAH (C.C) DEN BAŞKASININ ADININ ANILARAK KESİLMİŞ OLAN HAYVANLARIN HARAM OLDUĞUDUR. Her iki Ayet içinde geçen Fısk" kelimesi burada anahtar kelime konumumda olup 121. Ayetin tek başına okunarak yanlış bir anlamaya sebeb olmaması açısından gerekli bilgiyi vermektedir. 

Bu konuda hassasiyet gösteren kardeşlerimizin hassasiyetlerine saygı duymakla beraber , yanlış olan taraf böyle bir kesimin "Haram" olarak görülüp o etlerin yenilmesinin de haram olduğu görüşüdür. Haram -helal tesbitinin doğru bir şekilde yapılabilmesi, Kur'anın o konudaki Ayetlerini ve nuzül dönemi arka plan düşüncesinin bilinmesinin önemini daha da ortaya çıkarmaktadır.

Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta, kesen kişinin kimliği değil kesilen hayvanın üzerine Allah cc nin dışında birisinin adı anılarak misalen "......... adına" denilerek kesildiğinde haram olmasıdır. Ancak türbelerde kesilerek Allah adı anılsa bile kesilen hayvanın etinin yenilmesi sakıncalıdır. Kesen kişi müslüman olmasa dahi eğer keserken hiç bir şey demeden kesse dahi o hayvanın etinin yenilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Eylül 2013 Pazartesi

Nisa s. 26. Ayeti ve Zina Suçunun Tevrat'taki Cezası

Rabbimiz nisa s. 26. ayetinde şu şekilde bir beyanda bulunmaktadır.

يُرِيدُ اللّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ                
Allah size açıklamak ve sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilen'dir, Hakim'dir.

Bu ayeti anlamak için 26. ayetten önce başlayan 22-23-24-25. ayetlerdeki hükümleri okumak gerekmektedir.   

 -----4.022 Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin, geçmişte olanlar artık geçmiştir çünkü bu bir fuhuş ve igrenç bir şeydi, ne kötü yoldu!
-----4.023 Sizlere, analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kızkardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızin yanınızda kalan üvey kızlarınız ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek, -geçmişte olanlar artık geçmiştir- size haram kılındı. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.
-----4.024 Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Maliki bulunduğunuz cariyeler müstesna, bunlar, Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan faydalandığınıza mukabil, kararlaştırılmış olan mehirlerini verin; kararlaştırılandan başka, karşılıklı hoşnud olduğunuz hususda size bir sorumluluk yoktur. Allah Bilen'dir, Hakim'dir.   
-----4.025Sizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremiyen kimse, ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin.EVLENDİKLERİNDE ZİNA EDECEK OLURLARSA ONLARA HÜR KADINLARA EDİLEN AZABIN YARISI EDİLİR.  Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder.

Bu 4 ayetteki hükümler sıralandıktan sonra rabbimiz 26. ayette "Allah size açıklamak ve sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilen'dir, Hakim'dir. " buyurarak BU HÜKÜMLERİN BİZDEN ÖNCEKİLEREDE UYGULANAN HÜKÜMLER OLDUĞUNU BEYAN ETMEKTEDİR.

25. ayete dikkat edecek olursak ayet içindeki " EVLENDİKLERİNDE ZİNA EDECEK OLURLARSA ONLARA HÜR KADINLARA EDİLEN AZABIN YARISI EDİLİR." hükmünün, bizden öncekilere uygulanan hükümler arasında olduğu görülmektedir. Bu ayetteki yarım azabın tam olanı nur s. 2. ayetinde "Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda o ikisine acımayın. Onların ceza görmesine, inananlardan bir topluluk da şahit olsun." şeklinde bizlere bildirilmektedir. Bu ayet'teki ceza hükmü zina edenler için evli ve bekar ayrımı yapılmadan uygulanması bir bir hükümdür olup bu konu ile ilgili olan "Recm kavramı ve zina fiilinin kur'an ve tevrattaki cezası" başlıklı yazımıza bakılabilir.    

Zina cezasının evli bekar ayrımı yapılmadan 100 değnek olduğunu kabul edenler maalesef recm cezasının tevrat'ta olan bir ceza olduğu kur'anın nazil olması ile bu cezanın nesholunduğu iddiasını dile getirmektedirler.   

Nisa s. 26 . ayeti bu düşüncenin yanlış bir düşünce olduğu yolundaki düşüncemize delil olarak getirdiğimiz bir ayettir şöyleki ; eğer nisa s. 25. ayet içindeki "EVLENDİKLERİNDE ZİNA EDECEK OLURLARSA ONLARA HÜR KADINLARA EDİLEN AZABIN YARISI EDİLİR" hükmü bizden öncekilerede uygulanan bir hüküm ise tevratta olduğu iddia edilen RECM cezasının yarısı nasıl ve ne şekilde uygulanmaktaydı? Çünkü bizden öncekilere uygulanan hükmüler bizden öncekilere indirilen kitabın içinde olması gerekir. Tevratta böyle bir ceza olmuş olsaydı ki, şimdi elimizde olan tevrat içinde olması bize bu cezanın Allah cc nin öngörmüş olduğu ceza olduğu anlamına gelmez çünkü bugün elimizde olan tevrat Allah cc nin elçileri vasıtası ile indirdiği şekli ile mevcut olmayıp tahrife uğramış bir kitaptır.   

Sonuç olarak, recm cezasını kabul etmeyenlerin bu cezanın tevratta olan bir ceza olduğu ve kur'an ile neshedildiği düşüncesi nisa s. 26. ayet çerçevesinde düşünülecek olursa doğru bir düşünce olmadığı görülmektedir. Çünkü bizden öncekilerden zina suçunu işleyen bir kimse eğer hür değilse onlara hür olanların yarısı kadar ceza veriliyorsa bu cezanın RECMEDİLMEK OLAMAYACAĞI ayan beyan ortadadır.   

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 


19 Temmuz 2013 Cuma

Zuhruf s. 61. Ayeti ve İsa a.s'ın Saat'in İlmi Olması

Allah cc nin adem as dan muhammed as a kadar göndermiş olduğu elçiler zincirinin bir halkası olan isa as hakkında hıristiyanlar tarafından oluşturulan düşünceler bir kısım müslümanlar tarafından kabul görerek onun kıyamete yakın bir zamanda tekrara dünyaya geri geleceği şeklindeki rivayetler doğru zannettirilerek dinin esaslarından biri haline gelmiştir. İsa as ın yeniden dünyaya gelişi hakkında kur'anda en ufak bir delil olmamasına karşın zuhruf s. 61. ayeti buna delil getirilmeye çalışılmış ve "kitab'tan olmadığı halde bu kitab'tandır" denilerek israiloğullarının kitablarına karşı yapmış oldukları kelimeleri yerlerinden oynatma taktiği ile parantez içine (isa'nın yeniden gelişi) şeklinde tahriflerle bunu büyük ölçüde başarmışlardır. Bugün isa as ın yeniden dünyaya geleceğine inanan bir müslüman bunun doğru olmadığını söylemeye kalktığınız zaman vereceği ilk tepki " kardeşim ayet var sen ayeti inkarmı ediyorsun" şeklindedir. Bu ayetin hangi ayet olduğunu sorduğunuz zaman alacağınız cevap zuhruf s. 61. ayetinin parantez içi tahrif metodu ile yapılmış herhangi bir mealidir. Bu şekilde bir mealin arapça metin ile uyuşmadığının söyelnmesine karşılık alacağınız cevap genellikle " sen falanca kişiden daha iyimi biliyorsun?" şeklinde olmaktadır.   

İsa as ile ilgili ayetleri doğru anlamak için önce kendilerinin isa as a iman ettiğini iddia eden hıristiyanların onun hakkındaki arka plan düşüncelerinin bilinmesi gerekmektedirki kur'anın isa as hakkındaki ayetleri doğru anlaşılabilsin. Bilindiği üzere hıristiyanlar onu ve annesini ilah seviyesine çıkarmışlar ve ona "allah'ın oğlu" payesini yakıştırmışlardır. Kur'anın bu arka plan dahilinde nazil olan isa as ile ilgili ayetlerinin tamamı onun ilahlığı iddialarını red ederek onun bir beşer olduğu vurgusunu yapmaktadır. 

Zuhruf s. deki ilgili ayetlerinde bağlamı bu şekilde olup mealleri şöyledir.  

 57. Meryem oğlu İsa, bir misal olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar.
58. Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa o mu? dediler. Bunu sana ancak tartışmak için söylediler. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur.
59. O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.
60. Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık.
61. Şüphesiz ki o , kıyamet için  bilgidir. Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana uyun; çünkü bu, dosdoğru yoldur.
62. Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
63. İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
64. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na ibadet edin. İşte bu, doğru yoldur.
65. Ama aralarından çıkan guruplar, bir ihtilâfa düştüler. Acı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline!
66. Onlar farkında değillerken kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? 

Ayetlerin bağlamı isa as hakkındaki diğer ayetlerde olduğu gibi yine onun beşer ve elçi yönüne vurgu yapmaktadır. Beşer elçilerin ortak yönü olan muhataplarını kıyamet gününün azabı ile korkutması bu ayetlerdede vurgulanmaktadır. Mekkelilerin ondan bahsedilince verdikleri tepkiye karşın onun kendisine nimet verilen ve  israiloğullarına örnek kılınan bir KUL  olduğu vurgusu yapılır ve diğer beşer elçiler gibi kıyamet ile korkutan bir elçi olduğu söylenerek 63. ayette onun tebliğinden bir kesit sunulmakta ve 64. ayette yine Allah cc nin rablığı vurgusu yapılarak hem isa nın hemde diğer insanların rabbı olduğu hatırlatılmaktadır.   

Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin ortak tebliği ölüm,yeniden diriliş , hesap ,cennet ve cehennem haberi olduğu dikkate alınacak olursa bu haber verişlerden isa as da beri olmayıp kendinden önceki elçilerin haberlerini kavmine aktarmaya çalışan bir beşer elçi olduğu beyan edilmektedir. Onun "kıyamet için bilgi" olması bu anlama gelmekte olup bütün elçilerin ortak yönlerinden birisi olan " KIYAMET İÇİN BİLGİ" olmaları isa as içinde geçerlidir.    

Hal böyle iken, maalesef ön kabullu okumalar ve ayetlerin rivayetler rehberliğinde anlaşılma yanlışına kurban edilen isa as ın durumu beşer bir elçilikten çıkarılmış onun kıyamete yakın bir zamanda geleceği rivayetlerine kurban edilmeye çalışılmıştır.    

Burada yeri gelmişken 61. ayetteki "innehu" zamirinin isa as a değil kur'ana raci olduğu iddiaları gramer açısından pek isabetli görünmemektedir. Ayetin öncesinde en yakın olarak bahsedilen ve zamirin raci olmasına daha uygun olan isa as dır. İnnehu zamirini kur'ana raci kılanlar isa ın kıyamet öncesi yeniden gelmeyeceğini savunan kimseler olmasına rağmen, "innehu" zamiri isa as a racidir fakat onu yeniden geleceğine dair hiç bir şekilde delil teşkil etmez.   

Sonuç olarak; Allah cc nin elçiler zincirinin bir halkası olan isa as hakkında uydurulan kıyamet öncesi yeniden geliş senaryolarının kur'anla uyuşmamasına karşılık "uymazsa uydururuz" türü çalışmalar neticesinde parantez yardımı ile ayet tahrif edilmiş ve onun yeniden dünyaya gelişi sanki ayetin hükmü görüntüsü verilmeye çalışılmıştır. Bütün elçilerin ortak özelliği olan "KIYAMET İÇİN İLİM" olmaları isa as içinde geçerli olup yine diğer elçiler gibi o da kavmini kıyamet gününün azabı ile uyarmıştır. Bunun haricinde isa as için başka bir özel durum kur'ani bilgiler içinde yoktur, ancak rivayet bilgileri içinde mevcut olan yeniden dünyaya dönüş bilgileri, kur'an onayından maalesef  geçmemektedir dolayısı ile isa as ın geleceğini bekleyenler boşa beklemektedir.       

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR

7 Temmuz 2013 Pazar

Kur'anın Tahrif İddiaları Veya Aydınlatıcı Delil Olmadan Kur'an Hakkında Konuşmak

Alemlere rahmet ve hidayet olmak üzere Allah cc tarafından muhammed as a indirilen kur'ana iman ettiğini iddia edip, bu kitabın bazı ayetlerinin eksik veya fazla olduğu veya yanlış yazıldığı şeklinde iddialar yüzyıllardır gündemimizde yer tutmakta olup bundan sonrada yer tutmaya devam edecektir. Kur'ana iman etmeyenlerin bu kitabın tahrifi ile ilgili iddialarının kaynağı maalesef bizim kaynaklarımız olup haklı olarak "kardeşim ben demiyorum kendiniz diyorsunuz" şeklinde sözlerle bizleri muhatap etmektedir.   

Kitabın eksik olduğu konusundaki iddialar geleneksel anlayışta nasih mensuh teorisi adı altında yürütülerek,1- tilaveti mensuh hükmü baki (recm ayeti  örneği) 2- tilaveti ve hükmü mensuh şeklinde kategorize edilerek kitabın ayetleri olarak indirilen fakat kitaba alınmayan ayetlerin olduğu iddialarının devamı olarak bazı ayetlerin kurandan olmadığı veya bazı ayetlerin yanlış yazıldığı iddiaları konuşulmaya devam etmektedir.      

Bir kitabın doğru veya yanlış olduğunu iddia edebilmek için elimizde kesin doğru olduğuna inandığımız bir delilin olması ve o kitabın içeriğindeki bazı sözlerin  kesin doğru olduğuna inandığımız delil ile ispatlamak zorunluluğumuz vardır.    

Allah cc nin indirmiş olduğu kitabın doğruluğuna dair delilimiz yine kur'andan olup harici olarak bir delilimizin olması mümkün değildir. Kur'anın sahihliğini iddia etmek için kullandığımız kur'an harici deliller yaratılmış olan kulların koymuş olduğu deliller çerçevesinde olacağı için Allah cc nin kitabını yaratılmış olan kulların koymuş olduğu ölçüler dahilinde doğrulatmaya çalışmak bizi doğru bir sonuca götürmez.    

Allah cc nin kitabının matematiksel bir koruma ile çok mükemmel bir şekilde korunduğu iddiası ile yola çıkan bazıları tevbe s. son iki ayetinin bu matematiksel ahenge uygun olmadığı gerekçesi ile red etmektedirler. Allah cc hiç bir ayetinde " bu kitap 19 ve katlarının ahengi ile korunmuştur bu ahenge uymayan ayetler kitaba sonradan ilave dilmiştir" şeklinde bir beyanda bulunmamasına rağmen Allah cc nin kitabının kulların koyduğu ölçüler dahilinde sağlamaya gidilmesi kitabın korunmadığına dair düşüncelere sebeb olmuştur.     

Bu tür söylemlerin iyi niyetli olmayan düşünceler olduğu açıktır. Adı müslüman olan kimselerden sadır olması bu düşünceleri ortaya atanların bu sözleri iyi niyetle ortaya attığı zannına götürmemelidir. Bu tür düşüncelere karşı olan yaklaşımlarımız bunların isimlerine kanarak samimi oldukları yolundaki düşüncelerine kanmayıp belli bir projenin içerdeki tatbikçileri olarak görülmesi olmasıdır.     

Kitab üzerinde şüphe uyandırarak kitaba olan güveni sarsmak amacında olan yaklaşımlardan biriside kitabın imlası konusundadır. Bilindiği gibi kur'an sözlü olarak inmiş bir kitab olup vahiy meleğinin muhammed as vahyi bırakması ve o vahyin muhammed as ın ağzından çıkan sözler olarak muhatablarına tebliği şeklinde olmuştur. Muhammed as ın ağzından çıkan ayetler  vahiy katipleri tarafından yazıya geçirilmiştir. Bugün elimizde olan mushaftaki harflerin harekeler ve noktalama işaretleri okumayı kolaylaştırmak amacı ile ebu esved eddüeli tarafından sonraları yapılmıştır.   

Bu durumu fırsat bilen bazıları bu konuyu istismar ederek işlerine gelmeyen bazı ayetlere  kendi hevaları doğrultusunda anlam vererek o ayetin mushaftaki yazılışının yanlış olduğu doğru olanın! kendi yazdığı biçimde olduğu şeklinde  görüş beyanında bulunmaktadırlar. Mushafın putlaştırıldığını iddia ederek mushaf hakkında şüpheler ortaya atmaları mushafı putlaştırmama adına yaptıkları girişim kendi hevalarını putlaştırmaktan başka bir şey değildir.  

Kitab indiği zaman muhammed as ın katiplere yazdırır yazdırmaz hafızasından silinmiş değildir. Aksine onun haricinde bir çok kişinin hafızasında yer etmiş ve yazılışı anında yapılacak herhangi bir hata başkaları tarafından görülerek yanlışın düzeltileceği muhakkaktır. Yazılan kitabın Allah cc nin indirdiği ayetler olması ve kur'andan önce nazil olan kitabın ayetleri konusunda israiloğullarının yaptıklarınında o kitabta bahsedilmesi aynı hataya düşmemeleri konusunda müslümanlara verilen bir mesaj olarak algılanmasını  ve kitabı sonraki geleceklere miras bırakırlarken herhangi bir ihtilafa sebebiyet verecek hataları yapmamaları gerektiğini herhalde  çok iyi biliyorlardı. Hele hele kitabın anlamını değiştirecek şekilde bir harf hatası yaptıkları iddiası masum bir iddia olamaz.                     
        
Birileri kalkıp , " bu dedikleriniz kitabın tahrif olmadığı ön kabulu içinde yazılmış duygusal ifadelerdir" diye bir itirazda bulunabilir. O zaman bizde kendisinden duygusal olmayan ve delile dayanan bir karşı itiraz beklerizki kitabın tahrif olduğu konusunda bizleri inandırsın. 
  
-----031.020 Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir Kitap bulunmadan tartışanlar vardır.
-----022.003 İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan birtakım kimseler vardır.
-----022.008 İnsanlardan kimi de vardır ki, ne bir bilgiye, ne bir yol göstericiye, ne de aydınlatıcı bir Kitab'a dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.

Allah hakkında tartışmak için gerekli olan verilerden bir tanesi kişinin elinde aydınlatıcı bir kitabı olmasıdır. Bu aydınlatıcı kitab yine Allah cc nin indirdiği kitabtan başkası olamaz. Kur'andan önce nazil olan tevrat ve incilin tahrif olduğuna dair delilimiz o aydınlatıcı kitab olan kur'an iledir. Tevrat ve incilin tahrif edilerek içine vahiy harici bilgilerin karışmış olduğuna dair delilimiz yine Allah cc nin indirdiği son kitab olan kur'anın verileri ile o kitapları karşılaştırmak ve kur'ana aykırı olan bilgilerin tevrat veya incile sonradan dahil edildiği şeklindedir.   

Eğer biri kalkıp kur'ana bu tür ilavelerin veya yazılım hatalarının yapıldığı noktasında bir iddiada bulunacak olursa ondan isteğimiz Allah cc nin indirmiş olduğu aydınlatıcı bir kitabtan delil getirmesidir. Şayet kur'ana vahiy harici bir ilave olduğu yolunda bir iddiada bulunan kişi ya bize Allah cc nin indirmiş olduğu bir delil getirecek yada bu iddiasını bu şekilde delillendiremediği müddetçe müfteri olmaktan öteye gidemeycektir.  Allah cc ve onun kitabı hakkında söylenecek en doğru söz o kitabın doğrultusunda olacaktır, başka kitaplar referans alınarak Allah cc ve kitabı hakkında söylenecek her söz batıldır.  

"elkur'an mushafı" adını kullanarak elimizdeki iki kapak arasında sahifelenmiş olan kitabın levhi mahfuzdaki kur'an ile aynı olmadığı tahrif olmayan kur'anın levhi mahfuzdaki kur'an olduğu elimizde olanın tevrat ve incil gibi tahriften kurtulamayacağı düşüncesi yine adı müslüman! olanlar tarafından dile getirilen düşüncelerden biridir. Kur'ana korunmuş gözüyle bakanların onu putlaştırdığı iddiası ile yazılım hataları olabileceği ve bu yazılım hatalarını düzelten kur'an alimlerinin çalışmalarından !! örnekler vermek istiyoruz.     

Meryem s. 24. ayetine vermiş olduğu mealin gerekçesi olarak "tahtihe" kelimesinin hatalı yazıldığı hatasız! olanın hangisi olduğunu şu şekilde delillendirmektedir.

"Doğurduktan hemen sonra ona seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin senin doğuruşunu meşru kılmıştır,
 Nuhhata, nahtuta, aramice de terk, teslim, çıkış, veriş, doğurma anlamlarına gelir. Min edatı aramice de ve arapça da -den, -dan olarak genel kullanımının yanında “that point in time” “yani o olayın olduğu an, o anda” manalarında da kullanılır. ” İza nudiye li el-salati MİN yevm el cumuati” Cuma/9  bu kullanımdır.benzeri bu surenin 37. Ayetinde “MİN meşhedi yevmin azim” HAALE Hud/43
“Min nahtiha” şeklinde okunursa anlamı “doğurduktan hemen sonra, doğruduğu anda” olur.Arapçada Nahte ( nun-ha-te ) yontmak, yonga, yontulan nesneden düşen şey, insanın üzerine yontulduğu tabiatı ( nuhita aleyha  – Müfredat ), Kuran mushafı harfleri çok sonradan noktalanırken büyük ihtimalle yazıcı bir nokta yerine iki nokta koyarak NUN olması gereken harfi TE yapmıştır ve kritik kelime NUHİTAHA dan TAHTİHA ya dönüşmüş olmuştur, Allahu alem.

Sin-ra-elif ( Lisan ) Asil, şerefli, soylu, yiğit, mert, Reculün seriyyun ( Müfredat ) yüce ve yüksek asil saygın onurlu cömert adam
Seriya nın arami köklü bir kelime olduğu çok açıktır. Aramice’de (SARYA), yasal doğum,asil, yüce şerefli adam manalarındadır. Kelimenin direkt anlamı özgürlük (hür) kökünden gelir. Kehf suresi 61. Ayetin sonundaki seraba okunan kelime de buradaki seriya olabilir."   demektedir .

Yine aynı şekilde bir başka kur'an alimi!  olan Hakkı Yılmaz'da bazı ayetlerdeki harflerin sehven! hatalı yazıldığını ve bu hatayı düzelterek! doğru olanı nasıl yaptığını bir çok yazımızda örneklerini vererek göstermeye çalışmıştık. Kur'an mushafını putlaştırmama adına yapılan bu çalışmalar kur'anı sanki herhangi bir kulun kitabı seviyesine indirmiş ve hevayı putlaştırmıştır.  
Sonuç olarak;

 Müslüman olarak kur'ana bakış açımız, şu anda elimizde olan "el kur'an mushafı" Allah cc den indirildiği şekli ile bozulmadan herhangi bir tahrife uğramadan elimizde olup kıyamete kadarda böyle kalacaktır. Aksine Allah cc nin katından olan bir kitapla delillendirilmesi gerekirki bunun böyle olduğuna inanalım. Eğer yeni bir elçi ve beraberinde yeni bir kitap gelecek olursa (ki bu kur'anın beyanıyma bu mümkün değil) yeni gelen kitap bizlere kur'andaki tahrifleri mutlaka beyan edecektir. Bunun dışındaki kur'anın bozulmuş olduğu yönündeki iddialar tamamen art niyetli belli bir proje ürünü olup, tek doğru ölçü olan kur'anıda yıkarak elde doğru ölçü adına hiç bir şey bırakmayarak müslümanları kaosa sürükleme çabalarından başka bir şey değildir. Adı müslüman dahi olsa bu tür kişilerin yapmış oldukları çalışmalar art niyet ürünü olup bilerek veya bilmeyerek olsun bir yerlere hizmet ederek onların ekmeğine yağ sürme çabalarıdır. Rabbimiz bizleri içimize sokulmuş olan truva atı mesabesinde olan bu tür insanlardan muhafaza buyursun.   

4 Temmuz 2013 Perşembe

Bakara s. 260. Ayeti ve Kuşların Alıştırılması

Ölümden sonra diriliş haberi kur'anın en büyük haberlerinden bir olması hasebiyle kur'anın pek çok ayeti bu konu ile ilgili olarak ahiret hakkında bilgiler içermektedir. Ölümden sonra diriliş ile ilgili ayetlere baktığımız sadece iddia sadedinde olduğu görülmektedir. Kalkıp birisi "gidiptegörenmi var?" diye sorduğu zaman "evet gören var" şeklinde bir cevap vermemiz mümkün değildir. Bizler islam olmuş (teslim olmuş) kullar olarak Allah cc nin kitabına kayıtsız şartsız iman etme gereği olarak ölümden sonraki hayatın kur'anda nasıl anlatılıyor ise ona iman ediyoruz ,ancak Allah cc kur'anda  ölümden sonra dirilişin gerçek olduğunu dünya hayatındaki bazı kıssalarda bizlere anlatarak ölümden sonraki dirilişi "ayn'elyakin (göz ile) göstermiştir.   

Bakara s. 260. ayeti ölümden sonra dirilişin ibrahim as üzerinden göz ile gösterilmesini anlatan bir ayet olması ile dikkat çekicidir. 


"
Ve iz kâleibrâhîmurabbîerinî keyfe tuhyilmevtâkâle e ve lemtu’minkâle belâ ve lâkin liyatmainne kalbî kâle fe huzerbeatenminettayri fe surhunneileykesummec’alalâkulli cebelin minhunnecuz’ensummed’uhunneye’tînekesa’yâ(sa’yen), va’lemennallâheazîzun  hakîm(hakîmun) "

"Hani İbrahim: Rabbım, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster, deyince. İnanmıyor musun? demişti. O da: Hayır öyle değil, ama kalbim iyice mutmain olsun, demişti. Öyleyse dört çeşit kuş al; onları kendine alıştır, sonra her dağ başına onlardan birer parça koy. Sonra onları, çağır, koşarak sana gelirler. Ve bil ki şüphesiz Allah, Aziz'dir, Hakim'dir. "

Ayet ilk bakışta ibrahim as ile Allah cc arasında geçen bu konuşmanın sanki karşılıklı bir şekilde cereyan ettiği imajını vermektedir. Şura s. 51 .de "Allah bir insanla ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderir; izniyle, dilediğini vahyeder. Doğrusu O yücedir, Hakim'dir."buyurularak Allah cc nin insan ile konuşmasının keyfiyeti hakkında verilen bilgiler içinde elçisiz olarak sadece musa as ile konuştuğuna şahid oluyoruz. 260. ayette bu konuşmanın nasıllığından ziyade konuşmada verilen mesaja odaklanmak gerektiğini düşünmekteyiz. Bir önceki 259. ayettede birebir cereyan ettiği imajı bir konuşmada ismi belirsiz bir kul ile yapılmakta olup orada yapılan konuşmanın konusuda ölümden sonra dirilişin aynelyakin olarak dünyada gösterilmesidir. Öyleyse ayeti okurken ibrahim as ile Allah cc nin konuşması keyfiyetinin değil ayetin verdiği mesajın öne çıkarılarak anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz.   

İbrahim as ın "
Rabbım, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" şeklindeki isteğin ayet içindeki kuşların durumu ile ilgili bilgi vermesi açısından önemlidir. Bazı meallerde gördüğümüz şekli ile  kuşların canlı olarak dağa salınması anlamında yapılan meallerin ibrahim as ın bu isteğinin doğrultusunda uygun olmadığını,uygun olan anlamın kuşların üzerinden yeniden dirilişin aynelyakin olarak gösterilmesi gereği kuşların önce ölmüş olmasıdır.   

İbrahim as, bu isteğini ölümden sonra dirilmeye inandığını fakat kalbinin mutmain olması için böyle bir istekte bulunduğunu söyledikten sonra Allah cc ona 4 tane kuş alıp kendisine alıştırmasını emrediyor. "fesurhünne" kelimesi, bizlere bu kelimenin kullanıldığı diğer ayetleri gördüğümüz zaman ölülerin diriltilmesi ile ilgili olarak kullanılan "sur" kelimesi ile aynı olduğu görülecektir.    


Kıyamet saati ile ilgili anlatımlara bakacak olursak sura üfürülerek herkesin bir araya getirileceği haberi bir çok ayette bizlere bildirilmekte olup sura üfürülmesi müteşabih bir anlatımdır. 260. ayette kuşlar için kullanılan "fesurhünne" kelimeside kıyamet saati ile ilgili olarak anlatılan ayetlerin muhkem bir açılım ayetidir şöyleki:   


Kuşların kendine alıştırılmasından kastedilen onların alışmış oldukları çağırıcının dışında kimsenin çağrısına kulak asmadan çağrısına uymak zorunda oldukları kişinin çağrısına icabet etmeleri olup bu tür anlatımlar kıyamet saati ile ile ilgili olarakda anlatılmaktadır.  


-----050.041.42 Bir çağırıcının yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver. O gün insanlar bu sesi gerçekten işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür.
-----054.006.7.8Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve dâvetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.
-----020.108 O gün, hiçbir tarafa sapmadan o davetçiye (Sûr'a üfleyenin çağrısına) uyarlar. Öyleki, Rahmân'ın heybetinden sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka hiçbir şey işitemezsin.

Kıyamet günü çağırıcının sura üfürerek yapacak olduğu çağrının bir benzeri ibrahim as ın kuşları çağırarak o kuşların ibrahim as a alışmış olmları hasebiyle direk ona gelmeleri bizlerin kıyamet günündeki ahvalimizin muhkem bir anlatımıdır.

-----006.073 Gökleri ve yeri gerçekle yaratan O'dur ki «Ol» dediği gün (an) hemen olur; sözü gerçektir. Sura üfleneceği gün hükümranlık O'nundur. Görülmeyeni de görüleni de bilir. O Hakim'dir, haberdardır.
-----018.099 Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sura üflenince hepsini bir araya toplarız.
-----020.102 Sura üflendiği gün, işte o gün, suçluları gözleri korkudan göğermiş olarak toplarız.
-----023.101 Sura üflendiği zaman, o gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de birşey soramazlar.
-----027.087 Sura üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar da yerde olanlar da, korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler.
-----036.051 Sura üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar.
-----039.068 Sura üflenince, Allah'ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sura bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar.
-----050.020 Sura üfürülür. İşte bu geleceği söz verilen gündür.
-----069.013-4  Vaktâ ki Sûr'a bir üfürülme ile üfürülmüş olur. Ve yer ve dağlar yerlerinden kaldırılmış ve birbirine bir çarpışla çarpmış, darmadağın olmuş bulunur.
-----078.018 Sur'a üfürüleceği gün, artık siz dalga dalga geleceksiniz.

Ayette "sana koşarak gelirler" cümlesi üzerindede biraz durmak gerekmektedir. Klasik tefsirlere bktığımızzamak "kuşların koşarak gelmesi" üzerinde yorum yapan tefsirciler mesajın içeriğinden uzaklaşarak kuşların cinsi üzerinde yorumlar yapmışlar ibrahim as ın kuşlarının cinsi üzerinde derin ve ilmi!! müzakerelere girişerek tavuk,devekuşu gibi yürüyen kuş cinslerinden hangisi olabileceğini konuşarak sayfaları doldurmuşlardır.     

Ayetin mesajı gereği ayet içinde geçen "sa'yen" kelimesinin kıyamet günü ahvali ile ilgili kullanımlarına bakacak olursak kuşların koşarak gelmeleri ile insanların koşarak gelmeleri ve amellerinin karşılığını görmeleri arasındaki bağ aynı kelime olan "saa" kelimesinin kullanımında görülecektir.   


-----017.019 Ahireti isteyip, inanmış olarak onun için gerekli çalışmada bulunan kimselerin, işte onların çalışmaları(sa'yuhum) şükre değer.
-----053.039  İnsan ancak çalıştığına erişir.(sa a)
-----053.040 Onun çalışması şüphesiz görülecektir.(sa'yuhum)
-----079.035 O insanın neye koştuğunu(sa a) anlıyacağı gün.
-----020.015 Herkes işlediğinin (tes'a) karşılığını görsün diye, zamanını gizli tuttuğum kıyamet mutlaka gelecektir.
-----076.022 «İşte bu sizin işlediklerinizin(sa'yukum) karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer» denir.
-----092.004 Doğrusu sizin çalışmalarınız (sa'yukum) çeşitlidir.
-----021.094 İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli (sa'yihi)inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.  

Bakara s. 260. ayetinde geçen "sa'yen" - "sur"- "da'a" kelimelerinin kıyamet saati ile ilgili kullanımları ile bağını kuracak olursak ibrahim as ın kuşları alıştırarak  sonra onları çağırması kıyamet günü insanların yeniden diriltilerek çağrılmasının muhkem bir anlatımıdır.

Şimdi geldi o kuşların dağlara ölümü yoksa dirimi bırakıldıkları konusuna, bazı meallerde kuşların ölü olarak değilde diri olarak dağa bırakıldıkları şeklinde yapılan meallere katılmadığımızı hatta bu şekilde yapılan meallerin ayetteki verilmek istenen mesajı anlamadan birazda hayvanseverlik! tarafı ağır basan bir anlayış içinde yapılmış olduğunu düşünüyoruz.    

"sonra her dağ başına onlardan birer parça koy" cümlesinde geçen "cüz'en" kelimesi , "bir nesnenin bütününü oluşturan parçalar" anlamında olup kuşların cüz haline getirildiği zaman onların diri kalması nasıl mümkün olabilir? . Ayetin mesajı ölümden sonra dirilişin dünya gözü ile ibrahim as üzerinden gösterilmesi olduğuna göre kuşların ölmeden diri olarak dağlara salındığını iddia etmek doğru bir iddia değildir.    

Muhammed esed ve mustafaislamoğlunun bu şekilde yaptıkları mealden bir örnek vererek mealdeki hatayıda göstermek istiyoruz.  


Muhammed esed meali:  

Hani İbrahim, "Ey Rabbim! Ölüye nasıl hayat verdiğini bana göster!" demişti. O da, "Yoksa inancın yok mu?" diye sormuştu. (İbrahim) cevap vermişti: "Hayır, ama (görmeme izin ver) ki kalbim tamamen mutmain olsun." "Öyleyse" demişti Allah, "Dört kuş al ve onlara sana itaat etmeyi öğret; sonra onları (etrafındaki) her tepeye ayrı ayrı sal; sonra da çağır: uçarak sana gelecekler. Bil ki Allah her şeye kadirdir, hikmet sahibidir."

Mustafa islamoğlu meali :
Hani ibrahimdemiştiki , rabbim ölüyü nasıl dirlittiğini bana göster. O
da yoksa inanmadınmı ?diye sordu. Cevap verdi ,hayır fakat fakat kalbim mutmain olsun diye. O
da o halde dört kuş al onları kendine (itaate) alıştır., bunun ardından onları ayrı ayrı bir tepeye sal onları çağır uçarak sana gelecekler. iyibil'ki Allah her işinde mükemmmeldir, her işinde tam isabet edendir.

 Her iki mealde birbirinin aynı şekilde yapıldığı görülüyor. "sa'yen" kelimesini "uçarak" şeklinde çevirmeleri bu kelimenin kıyamet günü ile ilgili kullanımları arasındaki bağı hesaba katmadan sadece kuşun uçması gerektiği mantığı içinde yapılmış bir meal olduğu göze çarpmaktadır. 

"onları ayrı ayrı bir tepeye sal" şeklinde meal verilen cümlenin metni "
summec’alalâkulli cebelin minhunnecuz’en" dir. Cüz kelimesinin anlamı bütünün bir parçası olduğuna göre "onları ayrı ayrı bir tepeye sal" olarak verdiği anlamdan kastettiği kuşların ayrı ayrı olarak canlı olarak salınması şeklinde verdiği anlam cüz kelimesini 4 kuşu bütün sayarak birer birer tepeye sal anlamını verdiğini gösterirki cüz kelimesi bir kuşun parçası olmasını gerektirmektedir, ancak islamoğlu hoca kuşların öldürülmesine gönlünün razı olmayarak! onları canlı dağa salınması gerektiğini düşünmüş olacakki bu şekilde bir anlamı tercih etmektedir.   

"Cüz" kelimesinin nasıl bir anlama geldiğini yine bize atamız İbrahim as ın kıssasının anlatıldığı enbiya s. 58. ayeti anlatmaktadır. 
 Fe cealehumcuzâzen illâ kebîrenlehumleallehumileyhiyerciûn
"Derken onları parça parça etti, ancak bir büyüklerini bıraktı ki belki ona müracaat ederler."

İbrahim as ın kavminin putlarını kırmasını anlatan bu ayetteki "cuzazen" (cüzler) kelimesi putların kırılarak parçalanmasını ifade etmektedir. Bakara s. 260. ayetinin mesajını kur'an bütünlüğünde anlamak için enbiya s. 58. ayetindeki putların cüzlere ayrılması ile kuşların cüzlere ayrılmasını birlikte düşünerek kuşların nasıl cüzlere ayrılmış olduklarını öğrenmek mümkündür. İbrahim as putları kırarak cüzlere nasıl ayırdıysa kuşlarıda parçalayarak cüzlere öyle ayırmıştır. Bakara s. 260. ayet mealini "cüz" kelimesinden yola çıkarak kuşların ayrı ayrı dağıtılması şeklinde anlayanlar neden İbrahim as ın putları parçalamadan ayrı ayrı yerlere koyduğu söylemezler, tabikisöylemyemezler ayet putların parçalandığını anlatmaktadır, öyleyse bakara s. 260. ayeti ile enbiya s. 58. ayeti arasında bir paralellik kurup ayetin mesajını kur'an bütünlüğünde anlamaya gidilmemektedir?.

İslamoğlu hoca bu ayet ile ilgili gerekçe notunun 2. de , " Bununla hzibrahime söylenmek istenen hakikat zımmen şudur, "sen çağırınca terbiye ettğin kuşlar nasıl uçarak sana geliyorlarsa Allah'da RUHLARI ÇAĞIRDIĞINDA onlarda kuşlar gibi uçarak kendilerini terbiye eden rabbe varacaklar" demektedir .Kur'anın hiç bir ayeti insanı beden ve ruh şeklinde ikiye ayırmamasına rağmen sayın hocanın kabirlerden kalkanların beden ile değil "RUHLARI ÇAĞIRDIĞINDA" şeklindeki ifadesine  uygun olarak beden olarak yeniden dirilişe inanıp inanmadığı sorusunu beraberinde getirmektedir. Sayın hoca eğer bedenen dirilişe inanıyorsa ki şahsen inandığını sanıyorum "ruhları çağırması" ifadesi çelişkili ve kur'ana uymayan bir ifadedir, çünkü kıyamet günü çağrılan insanlar etli kemikli olarka dirilerek çağrıya koşacaklardır.

Kur'anın ölümden sonraki yeniden dirilişi bakara s. 260. ayeti örneğinde ibrahim as gözü ile hem ona hemde bizlere aynelyakin olarak gösterilmesi ile ilgili olan bu ayet, bazı modernist mülahazalara kurban edilmeye çalışılarak kuşların ölmediği diri olarak salındığı gibi düşünceler etrafında ana mesajın kavranmasını güçlendirmiştir. İnsanı beden ve ruh olarak ikiye ayıran ve kur'andan onay almayan bazı düşünceler kabir azabı olgusunu yerleştirerek azab görenin beden değilde ruh olduğunu iddia etmişlerdir. Bazı islam düşünürlerinin bedenen dirilişi red etme noktasına getiren beden-ruh şeklindeki ayrımı islamoğlu hocanın gerekçe notunda görmemiz ve "ruhları çağırdığında" şeklinde bir ifadesi sayın hocanın bedenen diriliş konusunda çekinceleri olup olmadığı konusunda bizleri düşünceye sevketmiştir. Sayın hoca eğer bedenen dirilişe inanıyor ise "ruhları çağırmasıifadesi çelişkili bir ifadedir. İnsanda ruh diye bir olguya inanıyor ise ve ruhun kabirde azab görerek ölmediğine inanıyor ve  diriliş olayının bu ruhla olacağına inanıyor ise sayın hoca ayır bir yanlışın içinde demektir. 

Sayın hoca 3. nolu gerekçede ise şunları demektedir; " Öldükten sonra dirilmenin mahiyetin kavramak için nasıl bir zihni yöntem izlenmesi gerektiğini Hz ibrahim' in şahsında öğreten kur'an bu pasajda RUHLARIN DİRİLİŞİNDEN" insanın Allah için yaptığı eyemlerin dirilişine getiriyor."  
   
3. nolu gerekçe bakara s. 261. ayeti ile ilgili olmasına rağmen 260. ayet ile bağlantı kurmakta ve 260. ayette  anlatılan konunun ölümden sonra dirilişin mahiyetinin "ruhların dirilmesi" şeklinde olduğu iddiasını öne sürmektedir. Kur'ana aykırı olarak beden-ruh ayrımına giden islam düşünürleri ruhların hiçbir zaman ölmediğini iddia etmelerine rağmen sayın hoca "ruhların dirilmesi" ifadesini kullanarak ruhu öldürmesi çelişkili bir yanlıştır. Sayın hocanın yeniden dirilişin bedenen olduğunu düşündüğünü zannettiğimiz için "ruhun dirilişi" gibi bir deyim üzerinde tekrar düşünmesini tavsiye ediyoruz.    

 Sonuç olarak, ibrahim as üzerinden ölüm sonrası yeniden dirilişin muhkem bir anlatımı olan bu ayet gaybi bir haberi aynelyakin ile bizlere gösterilmesidir. Kuşların ibrahim as a koşarak gelmesi onların daha önce ölmüş bir halde dağa bırakılmış olması daha uygun bir anlam olması gerekir'ki, kur'anın ölümden sonra yeniden dirilişin gözle görülerek hakikat olduğunun gereçek olduğu bilinebilsin. Aksi takdirde kuşlar canlı olarak dağ başlarına bırakılarak çağırma ile geldiği şeklinde çıkarılan bir anlam, beden -ruh ayrımına gidilerek ruhun ölümsüzlüğü ve yeniden dirilişin bedenen olmayacağı düşüncesine delil olarak dahi getirilebilir'ki bu düşünce kur'an ile taban tabana zıt bir düşüncedir. 

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

30 Haziran 2013 Pazar

Çocukları Sünnet Ettirmek Şirk midir?

Son zamanlarda Kur'an merkezli bir anlayış ile dini anlama iddiasında olanların gelenekteki  dini kural haline gelmiş bazı uygulamaları da sorgulamaya başladıklarına şahit olmaktayız , çocukların sünnet ettirilmesi uygulaması da bu sorgulamaya takılan konulardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.   

Sünnet uygulaması çok eski tarihten beri uygulanan bir ameliye olması hasebiyle bunu sadece dini bir uygulama olarak görme yanlışından kurtulunması gerekmektedir. Tevrat'ta İbrahim as ın 99 yaşında sünnet olduğu ve o zamandan beri süregelen bir uygulama olduğu şeklinde yaygın bir düşünce mevcut olmasına rağmen sünnet'in İbrahim as dan önce uygulanan  bir yöntem olduğu , tarihçi Herodot ve Mısır arkeolojik bulgularından elde edilen bilgilere dayanarak bilinmektedir.

Yazımızın konusu sünnet'in tarihçesi , fayda veya zararları olmadığı için sünnet'in tarihçesini değil, iddia edildiği üzere yaratılışı değiştirmek demek olup bunun şirk olup olmadığı üzerine olacaktır.     

Kur'an merkezli düşünce savunması içinde olanların haklı olarak öne sürdükleri argüman, sünnet edilme konusunda kur'anda herhangi bir emir bulunmaması hatta Nisa s. 119. ayetini delil getirerek bu uygulamanın şeytan iğvası olduğu öne sürülmektedir. Evet Kur'anda sünnet edilme ile ilgili olarak uzaktan yakından delil olabilecek hiç bir ayet olmadığı muhakkaktır.  

Sünnet edilmeyi müdafaa  etmek için ya muharref olduğunu iddia ettiğimiz Tevratı yada zan olduğunu iddia ettiğimiz rivayetleri delil getirmek mecburiyetinde olduğumuzu da biliyoruz. Bu kaynakları başkaları bazı konularla ilgili olarak delil getirdiği zaman ret edip sünnet konusu ile ile ilgili olarak kabul etmenin çelişki olacağı da herkesin malumudur. O zaman çocukların sünnet edilmesine Kur'ani boyuttan bakacak olursak nasıl bir müdafaamız veya reddimiz olmalıdır?.

Bu konu ile ilgili olarak dini metin olan Tevrat kaynaklı bilgi elimizde olup bu olayın Allah cc nin emri olup olmaması konusu Tevrat metninin tahrif edilmiş olması hasebiyle kesin bir bilgi olarak karşımızda durmamaktadır. , İbrahim  as ın Tevratta 99 yaşında Allah cc nin emri ile sünnet olması ve bu şeklide sünnet edilmenin onun bir sünnet olarak bu güne kadar devam etmesi Kur'ani bir delil sayılmaz.

Rivayetlerde Muhammed as ın sünnetli doğmuş olması yine rivayetlere bakış açımızın gereği olarak kesin bilgi içermez. Şurası bir gerçek'ki sünnet edilme ameliyesi Kur'anın nazil olmasından öncede Araplar arasında uygulanan bir yöntem olduğu cahiliye Arap şairlerinin şiirlerinden anlaşılmaktadır. Sünnet edilmenin kökeni Kur'anın nazil olmasından önce bilinen ve uygulanan bir gelenek olduğu konusunda herhangi bir itiraza mahal bırakmayacak şekilde açıktır. O zaman konu bu eylemin şirk olup olmamasında düğümlenmektedir.   

Kur'anın insanları şirk bataklığından kurtarıp tevhidin nuruna ileten bir kitap olması hasebiyle nuzül dönemi muhataplarının şirk olan uygulamalarını tevhidi boyuta getirmiştir. Kur'an nazil olmadan önce kurban,hacc, salat gibi ibadetler bilinen ve icra edilen ibadetler idi, ancak şirk bulaştırılmış bir halde icra olunmaktaydı. Kur'an bu ibadetleri sadece Allah cc ye hasredilerek yapılan ibadetler olarak yeniden düzenlemiştir.    

Çocukların sünnet edilerek Allah cc nin şirk saymış olduğu ve Nisa s. 119 da şeytanın insanları yoldan çıkarmak için kullandığı yöntemlerden olan "yaratılışı değiştirmek" olsa idi kur'an bu şekildeki bir şirkin ortadan kalkması için gerekeni yapardı. Kur'anın nazil olmasından önce cahiliye Araplarının şirk olarak yapmış oldukları bütün eylemleri ortadan kaldırma noktasında bir çok ayeti barındıran Kur'anda sünnet edilmenin şirk olduğu noktasında bir ayet bulamıyoruz. O zaman günümüzde sünnet edilme olayına Kur'ani olarak nasıl bir boyut kazandırabiliriz?  

 Sünnet edilme insanlık tarihinin en eski ameliyelerinden birisi ve bu ameliyenin İsrailoğulları ve Araplardan süregelen geleneksel bir uygulama olup dini yönden herhangi bir farziyeti yoktur. Ancak toplumdaki algı bunu farzlaştırmış olup ateist bir babayı bile çocuğunu sünnet ettirmek zorunda bırakmıştır. Sünnet edilme olayına bakışımızın, bunun yapılmasının farz olmadığı gibi,  şirk'te olmadığı yönünde olması gerektiğini düşünmekteyiz.    

Sünnet edilme konusunun yaratılışı değiştirmek olduğu fikrini Türkiye de ilk seslendirenlerin kendilerini "Hanif" olarak adlandıran kişilerden geldiğini hatırlamakta fayda vardır. Haniflik söylemini dillerinden düşürmeyen bu kişilerin bir çoğu atamız İbrahim'in şirk olarak gördüğü ve ateşe atılmak pahasına kırdığı putların önünde secde ve rüku etmelerine bakacak olursak sünnetin şirk olup olmaması konusunda fikir yürütebilecek en son insanlar dahi olmayacağı ortadadır. Bugün kur'anın şirk gördüğü eylemleri haniflik!! adına savunan kişilerin sünnet edilme olayını şirk! olduğu için  muvahhidlik adına red etmeleri onların ne kadar samimi olduklarının bir göstergesidir.   

Yaratılış değişmesi konusu ile ilgili olarak karşı çıkılması gereken şeylerden biri kız çocuklarının kulaklarının delinmesi veya pirsing denilen aksesuarların vucutlardaki bazı bölgelere takılarak "hilkat garibesi" şeklinde gezilmesi olduğunu düşünmekle beraber küpe takmak için kulak delinmesinin de sorgulanması gerektiğini de düşünmekteyiz.

Sonuç olarak, sünnet edilme dini yönden herhangi bir mecburiyet değil öteden beri süregelen bir gelenek olup yapılması veya yapılmaması neticesinde günah veya sevap açısından herhangi bir getirisi veya götürüsü olmayan bir işlemdir. Şirk olduğu iddiası doğru bir iddia olmayıp eğer şirk olsa idi kur'anın nazil olması aşamasında bunun belirtilip bu uygulamanın ortadan diğer şirk uygulamaları gibi kaldırılması gerekirdi. 

Bu gelenek çocuğun küçük yaşta kendi rızasının  olup olmadığı  sorulmadan yapılmış olması da ayrı bir sıkıntılı durum olup eğer gelenek çocukların baliğ olma yaşından sonra sünnet edilmesi şeklinde gelmiş olsaydı ve çocuk kendi rızası ile olmama yolunu seçse idi  ona zorlama şeklinde hiçbir yaptırım uygulanamazdı. Sünnetli olmak Müslüman olmanın şiarlarından olmayıp geleneğin bir uygulamasıdır ve sünnet olmayı istemeyen bir kişiyi zorla sünnet etmekte İslamın bir emri değildir. Muvahhidlik adına putların önünde secde edip sünneti şirk sayan düşünce sahiplerinin samimiyetinin sorgulanması ve bu düşünceyi savunan iyi niyetli kişilerin bu düşünceyi ortaya atan kişilerin ne kadar muvahhid olduğunu sorgulamalarını tavsiye etmekteyiz.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

29 Haziran 2013 Cumartesi

Vahy'in Kaynağı,İzlediği Yol ve Teşbihi Bir Anlatım

Allah cc alemlere rahmet ve hidayet olmak üzere indirmiş olduğu kitabının kaynağını ve muhammed as a ulaşmasına kadar olan yolu yine kitabında bizlere anlatmaktadır. Allah cc, ruh'ul emin,ruh'ul kuds ,cibril adını verdiği elçisi ile vahyini, beşer elçi muhammed as a ulaştırdığını bildirirken bu ulaşma şekli gaybi bir konu olması  ve gaybi konular ile ilgili bilgilerin teşbihi (benzetmeli) bir anlatım şeklinde bizlere anlatılması hasebiyle vahyin izlediği yol bizlerin anlayabileceği bir benzetme tarzı ile anlatılmaktadır.    

Allah cc kulu muhammed as a indirdiği kitabın kaynağının kendisi olduğunu indirmiş olduğu kitabının bir çok ayetinde bizlere bildirmektedir. 

-----017.105 Kuran'ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
-----003.003 Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Ve Tevart'ı ve İncil'i indirdi.
-----004.136 Ey İnananlar! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününu inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.
-----007.196«Çünkü benim dostum, Kitap'ı indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir.»
-----025.001 Furkan'ı alemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir!
-----039.023 Allah kelâmın en güzelini indirdi, ikizli, ahenkli bir kitab, ondan rablarına saygısı olanların derileri örperir, sonra derileri de kalbleri de Allahın zikrine yumşar, o işte Allah rehberidir, Allah onunla dilediğini doğru yola çıkarır, her kimi de Allah şaşırtırsa artık ona hidayet edecek yoktur. 
-----002.023Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.
-----015.009Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.
-----016.089 Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik.
-----076.023 Gerçekten Kur'an'ı Biz sana aşama aşama indirdik.
-----002.091 Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
-----006.092 Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır. Ahirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler.
-----027.006 Hiç şüphesiz, bu Kur'an, sana, hüküm ve hikmet sahibi olan, (ve her şeyi gerçeğiyle) bilen (Allah'ın) katından ilka edilmektedir.

Kur'anın bir çok ayeti, kitabın Allah cc den indirilmiş olduğuna dair ayetlerle doludur. Başka bir ayetler gurubuda kur'anın Allah cc den kimin elçiliği ile muhammed as a ulaştığını bizlere anlatmaktadır.  

----- 022.075 Allah; meleklerden elçiler seçer. İnsanlardan da. Doğrusu Allah; Semi' dir, Basir'dir.

Hacc s. 75. ayetinde meleklerden seçilmiş olan elçilerin vahyi ulaştırmadada rol oynadığını görmekteyiz.  

----- 002.097 De ki; «Kim Cibril'e düşman olursa - ki O Allah'ın izni ile Kur'an'ı, O'na inanmayanın elleri arasındaki Tevrat'ı onaylayıcı, müminlere yol gösterici ve müjde kaynağı olarak senin kalbine indirdi.
----- 016.002 Allah kullarından dilediğine buyruğunu bildirmek için meleklerini vahiyle indirerek şöyle der: «İnsanları uyarın ki, Benden başka tanrı yoktur. Benden sakının.»
----- 016.102  De ki: «Kuran'ı; Ruhul Kudüs  Rabbinin katından, inananların inançlarını pekiştirmek, Müslümanlara doğruluk rehberi ve müjde olmak üzere gerçekle indirmiştir.»
-----026.193-5 Onu Rûhu’l-emin, uyaranlardan olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir.

Allah cc nin insanlara indirdiği kitabını meleklerden seçmiş olduğu elçileri ile beşer elçilere ilka ettiğini ayetlerin delaleti ile gördük, birde bu vahyin insanlara ulaştırılma süreci içinde cin ve şeytanların o vahye herhangi bir müdahelesi olmadan ulaştığına dair ayetler mevcuttur. Vahy'in melek elçi ile beşer elçiye ulaştırılırken o vahye herhangi bir harici müdahelenin olmadığının anlatımı bizlere teşbihi bir anlatım uslubu içinde anlatılmaktadır.    

-----015.016-8Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
-----037.006-10  Muhakkak ki, Biz yakın olan göğü ziynet ile yıldızlar ile bezedik. Ve hem her isyankar şeytandan muhafaza ettik.Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır.Ancak bir çalıp çarpan m üstesna. Ona da hemen bir parça ateş parçası ulaşıverir.
-----072.008-9 «Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.»Oysa gerçekten biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.

Bu ayetlerde teşbihi olarak vahyin izlediği yolun güvenli bir yol olduğu bu yolda herhangi bir varlığın vahyin muhteviyatına harici bir etkide bulunmasının imkansız olduğu vurgusu yapılmaktadır.   

 -----056.077-80Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'dadır.  Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.
-----080.011-6 Hayır! Şüphesiz bunlar (âyetler), değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış,  mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür; dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır.

Vakıa ve abese surelerindeki ayetler'de Allah cc nin vahyine muhahhar meleklerden'den başkasının dokunamayacağı buyurularak cin veya şeytanlar tarafından bir etkinin olmasının mümkün olmadığı beyan edilmektedir.  Şuara s. 210-211-212. ayetlerde "Kuran'ı şeytanlar indirmemiştir.Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır." yine vahye şeytanların bir müdahelesi olamayacağı bildirilmektedir.   

Hicr, saffat ve cin surelerinde, dünya semasının korunması ile ilgili kullanılan "buruc" kelimesi anlam olarak kalelerdeki kuleler anlamında olup kur'anda muhkem anlamda kullanımıda mevcuttur. Nisa s. 78. ayettte "Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler(burucin) içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: «Bu Allah'tandır» derler, bir kötülüğe uğrarlarsa «Bu, senin tarafındandır» derler. De ki: «Hepsi Allah'tandır». Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?" buyurularak kişinin kendisini koruyabilecek bir yer anlamından hereketle teşbihi bir anlamda vahyin yolundaki kaleler olarak kullanılmıştır. Bu ayetlerdeki anlatımı teşbihi bir birçimde anlatacak olursak ayetlerin daha iyi anlaşılacağını ümid ediyoruz.   

Allah cc muhammed as a indirilen kitabın ayetlerinin muhkem ve müteşabih olarak ayırmıştır, müteşabih kısımdaki ayetleri nuhkemlerin delaleti ile anlamak mümkündür. Müteşabih kısmın ayetleri gaybi konular hakkında olup gözümüzle görme imaknı olmadığı için, gözümüzle gördüğümüz ve şahid olduğumuz alan verilerine benzetilerek anlatılmaktadır. Bilindiği gibi Allah cc kendini bize tanıtırken müteşabih yani benzeşmeli bir usulup ile anlatarak bildiğimiz alan verilerinden olan " HÜKÜMDAR" tasviri ile ilgili bilgiler dahilinde anlatmaktadır.   

Bilindiği üzere herhangi bir hükümdar emrini direk kendisi değil seçtiği bir elçi vasıtası ile halkına duyurur. Allah cc de aynı şekilde seçtiği bir elçi ile emrini kullarına duyurmaktadır. Hükümdarın mesajını iletmesi için gönderdiği elçinin yolu eğer güvenli olmaz ise elçinin yolu kesilerek hükümdarın mesajının muhataplarına ulaşması mümkün olmaz , bunun için elçinin yol güvenliği sağlanmalıdırki mesaj hükümdarın yazdığı şekli ile muhataplara ulaşsın.   

Aynı şekilde Allah cc nin elçisine verdiği mesaj beşer elçiye ulaştırılırken yok güvenliği emin olmalıdırki o mesaj muhammed as a herhangi bir eksik veya harici katılım olmadan ona ulaşsın. Hicr,saffat ve cin surelerindeki ilgili ayetler  yol güvenliğinin tam olarak sağlanarak vahyin hükümdarların hükümdarı olan Allah cc nin yazdığının aynı şekli ile muhammed as ulaştığı bilgisi verilmektedir.      

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

21 Haziran 2013 Cuma

Meryem s. 24. Ayetinin Bazı Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Meryem s. 16-34. ayetler arasında anlatılan İsa as ın doğumu ile ilgili olarak 24. ayette şu şekilde buyurulmuştur. 

" Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).
"Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi"   

Birçok Kur'an mealinde yukarıdaki meal benzerinin yapılmış olmasına rağmen bir kaç tane mealde farklı çeviriler olduğuna şahid olduğumuz ve bu meallere katılmadığımız için bu meallerdeki hata olduğunu düşündüğümüz noktalara bu yazımızda değinmek istiyoruz. Önce hatalı olduğunu düşündüğümüz mealleri görelim.    

Diyanet işleri meali
Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: «Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır.

Ahmet Tekin
İçinden bir ses Meryem’e:
'Sakın bir çocuk doğuracağım diye üzülme, Rabbin rahmindekini en itibarlı bir şahsiyet olarak görevlendirecek, alt tarafından da bir su kanalı, bir çay akıtacak.' diye seslendi.

Bekir Sadak
(24-25) Onun altindan bir ses kendisine soyle seslendi: «Sakin uzulme, Rabbin icinde bulunani serefli kilmistir. Hurma agacini kendine dogru silkele, ustune taze hurma dokulsun.

Mustafa İslamoğlu
bunun ardından o (hurma ağacının )alt tarafından ona hitaben bir ses geldi sakın üzülme işte rabbin senin (rahminde ) olanı şerefli kılmıştır.  

Mustafa Öztürk
Bu sırasa ona birisi (isa)alt tarafından şöyle seslendi: (anacığım) üzülme artık,rabbin dünyaya getirdiğin çocuğu değerli /şerefli kıldı.Şimdi sen hurma dalını kendine  doğru çekip silkele de sana taze hurmalar dökülsün.   

Örneklerini verdiğimiz farklı mealler ayetin metnindeki "seriyyen" kelimesinin anlamı üzerindeki tercihten kaynaklanmaktadır. 

"Se-re-ye" kelimesi sözlükte ,gece yola çıkmak,yürümek anlamındadır. "Seriyyen" kelimesi ise, gece akıp giden nehir veya yüksek bir paye,asalet,saygınlık, onur ve cömertliğe sahip olan adam anlamındadır (el müfredat).  "Seriyyen" kelimesine hangi anlamın verilebileceği kelimenin diğer kelimeler veya diğer ayetler ile bağlantısından anlamak mümkündür.  

"Tahte" kelimesi anlam olarak "alt" demek olduğuna göre "tahteki" kelimesi "senin altında" anlamına gelir. "Tahteki seriyyen" (senin altından nehir) veya (senin altındakini şerefli kıldık) bu iki anlamdan birisi kur'an bütünlüğüne uygun diğeri değildir. Arapça bilmenin sadece Kur'an meali yapmaya yeterli olmadığı arapça bilmekten önce meal yapma durumunda olan kişinin kur'an bütünlüğüne vakıf olması gerektiğini bu konular ile ilgili yazılarımızda vurgulamıştık ve yine vurguluyoruz. 

İslamoğlu hoca veya Ahmet Tekin hocanın bu şekilde meal vermelerini eleştirmemizi bazılarına garip gelebilir "sen kimsin ki onları eleştirebiliyorsun?" gibi ama biz şahısların karizmasına değil onların yazdıklarına bakıp doğru veya yanlış yapıp yapmadıklarına bakmak zorundayız.   

Meryem'in çocuğunu doğurması anında bu olayın vaki olduğu açıktır, sayın Öztürk hoca konuşanın parantez içinde isa olduğunu söylemekte ama buna katılmadığımızı ifade edelim . Yukarda verdiğimiz ayet meallerinde "tahtike" kelimesi "içinde" veya "rahminde" şeklinde çevrilmiş olup "tahte" kelimesinin  "alt" anlamı ile uyuşmamaktadır. Şimdi anne karnında olan bir çocuğa "annesinin altında" demek ne kadar doğrudur?. Annesinin altında olan İsa as değil "seriyyen" kelimesinin daha uygun anlamı olan" su arkı " anlamı daha doğrudur.

Al-i imran s. 35. ayetine baktığımız zaman Meryemin doğum öncesi annesinin onu adaması ile ilgili olarak söylediği sözler Meryem s. 24. ayetine verilen sıra dışı anlamın doğru olup olmadığı yönünde bizlere bilgi verebilir. 

  "İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(alîmu)."

 (Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti.) 

Ayette dikkat edecek olursak İmranın karısı" karnımda olanı"  (bi batni) kelimesi ile ifade etmektedir. "Tahteki" kelimesine," karnında" anlamı verilmesi kur'an bütünlüğü açısından bakıldığında uygun düşmediği görülmektedir. Eğer ayette "karnındakini şerefli kıldık" anlamının verilmesi doğru  olsaydı "tahteki"kelimesi yerine "batnıke" (senin karnındaki) kelimesi kullanılması gerekirdi.   

Tahte kelimesinin anlamını değiştirerek "alt" anlamı yerine "içinde" anlamı verilmesinin doğru bir çeviri olmadığını düşünüyoruz. Sayın Mustafa Öztürk hocanın konuşanın İsa as olduğunu parantez içi belirtmesi ve sanki çocuk dünyaya geldiği zaman konuşması gibi bir çeviri yapması gariptir. Daha doğum anı gerçekleşmeden olan bu olayın doğum sonrasını ve İsa as ın konuştuğunu belirtmesi İsa as ın annesi tarafından kavmine getirildiği zaman konuştuğuna dair olan bilgimiz ile  uyuşmamaktadır. Belki "o zamanda konuştu " diye bir itiraz gelebilir ama ayetin metin çevirisi bunu kabul etmemekte olup Öztürk hocanın "yorum meal" tarzı çeviri metodunun pek sağlıklı olmadığını maalesef göstermektedir.   

26. ayette " Ye iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan 'Ben Rahman için oruç adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım' de.»"" buyurulması "tahteki seriyyen" kelimesinin su arkı olduğu düşüncesini dahada kuvvetlendirmektedir, çünkü içilecek bir şeyin orada bulunması ve ondan iç denilmesi "seriyyen" kelimesinin su arkı anlamı şeklinde çevrilmesini gerekli kıldığını düşünmekteyiz.    

Ayrıca , Mü'minun s. 50. ayetinde "Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik." buyurulması Meryem s. 24. ayetindeki "seriyyen" kelimesinin "akarsu" anlamını pekiştirmektedir. 

Eğer , bu ayetin çevirisi yapılırken , konu bütünlüğü dikkate alınarak , Mü'minun s. 50. ayeti dikkate alınsaydı hatalı bir meale imza atılmamış olurdu.

Sonuç olarak, Meryem s. 24. ayetinin  diyanet işleri ,Mustafa İslamoğlu,Ahmet Tekin,Bekir Sadak ve Mustafa Öztürk hocalar tarafından yapılan çevirileri  hem Arapça metin karşılıkları hemde kur'an bütünlüğü açısından bakıldığında doğru bir çeviri olarak görülmemektedir. Doğru olan bir çok çevirideki "Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, Rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi" şeklindeki çeviridir. 

Doğru şekilde çeviri yapmadıklarını düşündüğümüz sayın hocalara saygımız olmakla beraber her ne kadar arapça önemli ise kur'an bütünlüğüne vakıf olmakta Arapçaya vakıf olmaktan daha fazla gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.   

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.