olmadan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
olmadan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2016 Perşembe

Zümer s. 53. Ayeti : Muhammed'e Kul Olmadan Allah'a Kul Olunamaz mı ?

Sahip oldukları dini düşüncenin doğruluğunu ispatlamak için , Kur'an ayetlerini o düşünceyi tasdik edecek bir biçimde yorumlamaya çalışmak , bir çok fırkanın baş vurduğu yöntemlerin başında gelmektedir. Hristiyanların İsa (a.s) ı ilahlaştırmalarına öykünerek , Müslümanların bir kısmının, Muhammed (a.s) ı aynı konuma yerleştirme düşünceleri, özellikle tasavvuf meşrebine mensup olanların elinde korkunç bir silaha dönüşmüş halde bugün de kullanılmaktadır.

Bu ameliyenin temelinde "vahiy merkezli din" inancından , "kişi merkezli din" inancına geçmek yatmaktadır. Dini duyguları kullanarak , insanları hegemonya altına alma yolu , insanlığın kadim bir yolu olup , bu yol ile bir takım şahıslar, dini argümanları kullanmak yolu ile karizmatik bir yapıya büründürülerek , insanların bu yolla maddi ve manevi olarak sömürülmesi kolaylaştırılmaya çalışılmış hala da çalışılmaktadır.

Bu şeytani oyunun Müslüman dünyasındaki versiyonunun, tasavvuf ekolü yolu ile en vahşi biçimde uygulandığını görmekteyiz. Kerameti müritlerinden menkul din baronlarının, insanları maddi ve manevi olarak sömürmelerinin yolunun , önce Muhammed (a.s) a ilahi bir misyon yüklenmesinden geçmesi gerektiğini bilen sahtekarlar, bu işi yalan ve iftira yollu rivayetler ile halletmeye çalışmış ve neticede başarıya ulaşarak , Muhammed (a.s) ı , Allah (c.c) ile eşit bir konuma yerleştirmişlerdir. 

Muhammed (a.s) ın dinin merkezine yerleştirilmesi ile artık sahtekarların yolu açılmış olmakta ve yapmak istedikleri şeytanlıkları onun üzerinden yapmaları bu şekilde kolaylaşmıştır.Bu şeytanların Muhammed (a.s) ı ilah konumuna yükseltmek için kullandıkları ayetlerden bir tanesi Zümer s. 53. ayetidir. 

[039.053] De ki: ey nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım! Allahın rahmetinden ümidi kesmeyin, çünkü Allah bütün günahları mağrifet buyurur, şübhesiz ki o öyle gafûr öyle rahîm o

[039.010]  Şöyle de: «Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının; bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir.»

Bu ayet maalesef bazı insan kılıklı şeytanların elinde silah olarak kullanılarak "Bak gördün mü Muhammed'e kul olunması gerekiyormuş" şeklindeki ifadeler ile, şağdan yanaşan şeytanlıklarla , Müslüman kisvesi altında insanlar şirk'e davet edilmektedir. 

Öncelikle şunu söylemek isteriz ki iddianın ilmi yönden eleştirilebilecek hiç bir tarafı yoktur. Tamamen ahlak , şeref , haysiyet sınırlarını kaldırmış olanların ağzından çıkabilecek olan bu sözün , Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında nasıl bir şirk çağrısı olduğu görülecektir. 

Elçilerin Allah (c.c) adına konuşmakla görevli kişiler olduğunu bilen bir kimse "ey nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım" cümlesinin Allah (c.c) nin sözü olduğunu bilir ve Muhammed'e kul olunması gerektiği şeklinde bir şirk inancını yayın organlarında göğsünü gere gere söylemekten haya ederdi.

[021.025] Ve senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki, illâ ona şöyle vahyetmiştik: «Muhakkak ki, Benden başka ilâh yoktur. Artık Bana ibadet ediniz.»

Muhammed (a.s) öncelikle bir elçi olup , Allah (c.c) nin biz kullarına olan çağrısını iletmek ile görevlidir. Bu çağrının merkezinde , diğer elçilerin çağrısında olduğu, gibi sadece Allah (c.c) ye kul olmak , ondan başkasını ilah ve rab olarak tanımamak yatmaktadır. 

Allah(c.c) ye kul olmaya çağırmak ile görevli bir elçi , bu görevini terk ederek insanları kendisine kul olmaya çağırabilir mi ?   

Bu sorunu cevabını İsa (a.s) ile ilgili ayetlerde bulabiliriz. 

[003.079]  Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve nübüvvet vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.
[003.080] Ve size, «Melekleri, nebileri rabler ittihaz ediniz,» diye emretmez. Siz müslüman olduktan sonra size küfr ile hiç emreder mi?

Al-i İmran s. 79. ayetine baktığımızda "Muhammed' kul olunmadan Allah' kul olunmaz" sözünün ne kadar çirkin bir iftira olduğu görülmektedir. 

Hesap gününde İsa (a.s) ın sorgulanma sahnesini ayetleri okuduğumuzda bu durumu daha net bir biçimde görebiliriz.

[005.116] Hani Allah «Ey Meryemoğlu İsa sen mi, Allah dışında beni ve Anneni ilah edinin dedin» dedi. İsa şöyle dedi; «Haşa seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim, gerçek olmadığı bildiğim bir sözü söylemek bana yakışmaz, eğer böyle birşey söyleseydim sen bunu bilirdin, Sen benim içimdekini bilirsin, fakat ben Senin özündekini bilemem, hiç kuşkusuz Sen gaybleri bilensin.
[005.117]  Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.

Yarın hesap gününde Muhammed (a.s) ın sorgulanma sahnesinde aynı sözler sadece isim değişikliği ile "Ey Muhammed sen mi, Allah dışında beni ilah edinin dedin" şeklinde söylenerek , İsa (a.s) tarafından verilen cevabın aynısı Muhammed (a.s) tarafından verilecektir.

Elçilerin tamamının görevi, insanları kula kul olmaktan kurtararak , sadece Allah'a kul olmaya çağırmak iken , nasıl bir elçi "Bana kul olun" diyebilir ?. 

Kulu kul edinmek yolu ile onları maddi ve manevi olarak sömürmek yolunun kadim bir yol ve bu yolun İslam dünyasındaki versiyonu "Tasavvuf" adı altında işleme konulmuştur. 

Tasavvuf ekolünün insanları etkileme yolu kişilerin ilahlaştırılmasını merkeze aldığı için , bu yolun açılması Allah (c.c) dışında kul olunması gerekli mercilerin olmasını (haşa) gerekli kılmıştır. Muhammed (a.s) bu iş için biçilmiş kaftan mesabesinde olarak görülmüş , önce ona kul olunması gerektiğinden yola çıkılarak kerameti müritlerinden menkul din baronlarına kul olma yolu bu şekilde sonuna kadar açılmıştır.

[039.003] İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım evliya tutanlar da şöyle demektedirler: «Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.» Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.

[002.186]  Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.

Bu gibi ayetler tasavvuf ekolünün ekmek kapısı olan aracılık hizmetlerine kapı kapatan ayetlerdir. Allah (c.c) nin sonuna kadar kapattığı bir kapıyı açmaya kalkanlar , maalesef bir çok cahil kimseyi kandırarak , tasallutları altına almışlardır. 

[069.044-7]  Eğer o Resul bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onu elimizle yakalar, sonra da onun şah damarını keserdik.O zaman sizden hiç biriniz de buna engel olamazdınız.

Şurası iyi bilinmelidir ki ; Muhammed (a.s) sadece ve sadece beşer bir elçidir. İnsanları kula kul olmaktan kurtarıp , Allah (c.c) ye kul olmaya çağırmak görevini bırakarak , kendisine kul olmaya çağırması onun için büyük bir suçtur. 

Kula kul olmaya çağıran bütün şeytanların oyunlarına karşı Kur'an , kale gibi dimdik ayaktadır. 

"Muhammed'e kul olunmadan Allah'a kul olunmaz diyerek" Muhammed'in kaldırmak için geldiği aracılık sistemi içine onu koyarak kendi şeytanlıklarını onlar üzerinden yürütmeye kalkanların önünde en büyük engel onun getirdiği Kur'andır. 

Kirlenmemiş bir zihin ile okunan bir Kur'anın, bu gibi şeytanlıklara nasıl engel olduğu görülerek , alçakça oyunlarına Allah'ın dinini alet etmeye kalkan müşriklerin maskelerini bu kitap düşürecektir. 

Bunun içindir ki; Kur'anın halk arasında okunmaya başlanması ,bu gibi insan kılıklı şeytanları rahatsız etmektedir. Kur'an kendi dilimizden okunmaya başlandığında , insanları neye çağırdığı , ne ve kimlerle mücadele ettiği açıkça ortaya çıkarak , bu gibi insanların çağırdıkları şeylerin batıllığı kendiliğinden ortaya çıkacaktır. 

Sonuç olarak ; Kendisi bir KUL olan Muhammed (a.s) , insanları Allah'a kul olmaya çağıran bir elçi olup , "Allah'a kul olunması için önce bana kul olunması gerekir" şeklinde bir çağrısı asla olamaz. 

Allah'a kul olmak için önce ona kul olunması gerektiğine dair Zümer s. 53. ayetinin delil getirilmesi ise şeytanca bir yalan ve iftiradan başkası değildir. Allah'ı ve elçisine yalanlarına alet etmek isteyenlerin bu gibi oyunları Kur'an tarafından bozulmakta , insanları şirk'e davet edenlerin akıbetleri aynı kitabın içinde müjdelenmektedir. 

Bu gibi şirk yayıcıların tv. gibi yayın organlarında boy göstererek şirklerini alenen buralarda insanlara yayma fırsatı bulması , onlara bu fırsatı sağlayanları da mes'ul durumda bıraktığı bilinmelidir.

Zümer s. 53. ayeti , Allah (c.c) nin rahmetinden ümit kesilmemesini , onun merhametli olduğunu haber veren bir ayet iken,  maalesef Allah ve elçisine iftira atan tasavvufçuların elinde, kendi şirklerini temize çıkaran bir ayet olarak okunması , bu kitabın insan kılıklı şeytanların eline geçtiğinde alacağı durumu bize göstermesi açısından ibret göstergesidir.

RABBİMİZ BİZLERİ ALLAH İLE ALDATMAYA ÇALIŞAN İNSAN KILIKLI ŞEYTANLARIN ŞERRİNDEN MUHAFAZA ETSİN.

7 Temmuz 2013 Pazar

Kur'anın Tahrif İddiaları Veya Aydınlatıcı Delil Olmadan Kur'an Hakkında Konuşmak

Alemlere rahmet ve hidayet olmak üzere Allah cc tarafından muhammed as a indirilen kur'ana iman ettiğini iddia edip, bu kitabın bazı ayetlerinin eksik veya fazla olduğu veya yanlış yazıldığı şeklinde iddialar yüzyıllardır gündemimizde yer tutmakta olup bundan sonrada yer tutmaya devam edecektir. Kur'ana iman etmeyenlerin bu kitabın tahrifi ile ilgili iddialarının kaynağı maalesef bizim kaynaklarımız olup haklı olarak "kardeşim ben demiyorum kendiniz diyorsunuz" şeklinde sözlerle bizleri muhatap etmektedir.   

Kitabın eksik olduğu konusundaki iddialar geleneksel anlayışta nasih mensuh teorisi adı altında yürütülerek,1- tilaveti mensuh hükmü baki (recm ayeti  örneği) 2- tilaveti ve hükmü mensuh şeklinde kategorize edilerek kitabın ayetleri olarak indirilen fakat kitaba alınmayan ayetlerin olduğu iddialarının devamı olarak bazı ayetlerin kurandan olmadığı veya bazı ayetlerin yanlış yazıldığı iddiaları konuşulmaya devam etmektedir.      

Bir kitabın doğru veya yanlış olduğunu iddia edebilmek için elimizde kesin doğru olduğuna inandığımız bir delilin olması ve o kitabın içeriğindeki bazı sözlerin  kesin doğru olduğuna inandığımız delil ile ispatlamak zorunluluğumuz vardır.    

Allah cc nin indirmiş olduğu kitabın doğruluğuna dair delilimiz yine kur'andan olup harici olarak bir delilimizin olması mümkün değildir. Kur'anın sahihliğini iddia etmek için kullandığımız kur'an harici deliller yaratılmış olan kulların koymuş olduğu deliller çerçevesinde olacağı için Allah cc nin kitabını yaratılmış olan kulların koymuş olduğu ölçüler dahilinde doğrulatmaya çalışmak bizi doğru bir sonuca götürmez.    

Allah cc nin kitabının matematiksel bir koruma ile çok mükemmel bir şekilde korunduğu iddiası ile yola çıkan bazıları tevbe s. son iki ayetinin bu matematiksel ahenge uygun olmadığı gerekçesi ile red etmektedirler. Allah cc hiç bir ayetinde " bu kitap 19 ve katlarının ahengi ile korunmuştur bu ahenge uymayan ayetler kitaba sonradan ilave dilmiştir" şeklinde bir beyanda bulunmamasına rağmen Allah cc nin kitabının kulların koyduğu ölçüler dahilinde sağlamaya gidilmesi kitabın korunmadığına dair düşüncelere sebeb olmuştur.     

Bu tür söylemlerin iyi niyetli olmayan düşünceler olduğu açıktır. Adı müslüman olan kimselerden sadır olması bu düşünceleri ortaya atanların bu sözleri iyi niyetle ortaya attığı zannına götürmemelidir. Bu tür düşüncelere karşı olan yaklaşımlarımız bunların isimlerine kanarak samimi oldukları yolundaki düşüncelerine kanmayıp belli bir projenin içerdeki tatbikçileri olarak görülmesi olmasıdır.     

Kitab üzerinde şüphe uyandırarak kitaba olan güveni sarsmak amacında olan yaklaşımlardan biriside kitabın imlası konusundadır. Bilindiği gibi kur'an sözlü olarak inmiş bir kitab olup vahiy meleğinin muhammed as vahyi bırakması ve o vahyin muhammed as ın ağzından çıkan sözler olarak muhatablarına tebliği şeklinde olmuştur. Muhammed as ın ağzından çıkan ayetler  vahiy katipleri tarafından yazıya geçirilmiştir. Bugün elimizde olan mushaftaki harflerin harekeler ve noktalama işaretleri okumayı kolaylaştırmak amacı ile ebu esved eddüeli tarafından sonraları yapılmıştır.   

Bu durumu fırsat bilen bazıları bu konuyu istismar ederek işlerine gelmeyen bazı ayetlere  kendi hevaları doğrultusunda anlam vererek o ayetin mushaftaki yazılışının yanlış olduğu doğru olanın! kendi yazdığı biçimde olduğu şeklinde  görüş beyanında bulunmaktadırlar. Mushafın putlaştırıldığını iddia ederek mushaf hakkında şüpheler ortaya atmaları mushafı putlaştırmama adına yaptıkları girişim kendi hevalarını putlaştırmaktan başka bir şey değildir.  

Kitab indiği zaman muhammed as ın katiplere yazdırır yazdırmaz hafızasından silinmiş değildir. Aksine onun haricinde bir çok kişinin hafızasında yer etmiş ve yazılışı anında yapılacak herhangi bir hata başkaları tarafından görülerek yanlışın düzeltileceği muhakkaktır. Yazılan kitabın Allah cc nin indirdiği ayetler olması ve kur'andan önce nazil olan kitabın ayetleri konusunda israiloğullarının yaptıklarınında o kitabta bahsedilmesi aynı hataya düşmemeleri konusunda müslümanlara verilen bir mesaj olarak algılanmasını  ve kitabı sonraki geleceklere miras bırakırlarken herhangi bir ihtilafa sebebiyet verecek hataları yapmamaları gerektiğini herhalde  çok iyi biliyorlardı. Hele hele kitabın anlamını değiştirecek şekilde bir harf hatası yaptıkları iddiası masum bir iddia olamaz.                     
        
Birileri kalkıp , " bu dedikleriniz kitabın tahrif olmadığı ön kabulu içinde yazılmış duygusal ifadelerdir" diye bir itirazda bulunabilir. O zaman bizde kendisinden duygusal olmayan ve delile dayanan bir karşı itiraz beklerizki kitabın tahrif olduğu konusunda bizleri inandırsın. 
  
-----031.020 Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir Kitap bulunmadan tartışanlar vardır.
-----022.003 İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan birtakım kimseler vardır.
-----022.008 İnsanlardan kimi de vardır ki, ne bir bilgiye, ne bir yol göstericiye, ne de aydınlatıcı bir Kitab'a dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.

Allah hakkında tartışmak için gerekli olan verilerden bir tanesi kişinin elinde aydınlatıcı bir kitabı olmasıdır. Bu aydınlatıcı kitab yine Allah cc nin indirdiği kitabtan başkası olamaz. Kur'andan önce nazil olan tevrat ve incilin tahrif olduğuna dair delilimiz o aydınlatıcı kitab olan kur'an iledir. Tevrat ve incilin tahrif edilerek içine vahiy harici bilgilerin karışmış olduğuna dair delilimiz yine Allah cc nin indirdiği son kitab olan kur'anın verileri ile o kitapları karşılaştırmak ve kur'ana aykırı olan bilgilerin tevrat veya incile sonradan dahil edildiği şeklindedir.   

Eğer biri kalkıp kur'ana bu tür ilavelerin veya yazılım hatalarının yapıldığı noktasında bir iddiada bulunacak olursa ondan isteğimiz Allah cc nin indirmiş olduğu aydınlatıcı bir kitabtan delil getirmesidir. Şayet kur'ana vahiy harici bir ilave olduğu yolunda bir iddiada bulunan kişi ya bize Allah cc nin indirmiş olduğu bir delil getirecek yada bu iddiasını bu şekilde delillendiremediği müddetçe müfteri olmaktan öteye gidemeycektir.  Allah cc ve onun kitabı hakkında söylenecek en doğru söz o kitabın doğrultusunda olacaktır, başka kitaplar referans alınarak Allah cc ve kitabı hakkında söylenecek her söz batıldır.  

"elkur'an mushafı" adını kullanarak elimizdeki iki kapak arasında sahifelenmiş olan kitabın levhi mahfuzdaki kur'an ile aynı olmadığı tahrif olmayan kur'anın levhi mahfuzdaki kur'an olduğu elimizde olanın tevrat ve incil gibi tahriften kurtulamayacağı düşüncesi yine adı müslüman! olanlar tarafından dile getirilen düşüncelerden biridir. Kur'ana korunmuş gözüyle bakanların onu putlaştırdığı iddiası ile yazılım hataları olabileceği ve bu yazılım hatalarını düzelten kur'an alimlerinin çalışmalarından !! örnekler vermek istiyoruz.     

Meryem s. 24. ayetine vermiş olduğu mealin gerekçesi olarak "tahtihe" kelimesinin hatalı yazıldığı hatasız! olanın hangisi olduğunu şu şekilde delillendirmektedir.

"Doğurduktan hemen sonra ona seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin senin doğuruşunu meşru kılmıştır,
 Nuhhata, nahtuta, aramice de terk, teslim, çıkış, veriş, doğurma anlamlarına gelir. Min edatı aramice de ve arapça da -den, -dan olarak genel kullanımının yanında “that point in time” “yani o olayın olduğu an, o anda” manalarında da kullanılır. ” İza nudiye li el-salati MİN yevm el cumuati” Cuma/9  bu kullanımdır.benzeri bu surenin 37. Ayetinde “MİN meşhedi yevmin azim” HAALE Hud/43
“Min nahtiha” şeklinde okunursa anlamı “doğurduktan hemen sonra, doğruduğu anda” olur.Arapçada Nahte ( nun-ha-te ) yontmak, yonga, yontulan nesneden düşen şey, insanın üzerine yontulduğu tabiatı ( nuhita aleyha  – Müfredat ), Kuran mushafı harfleri çok sonradan noktalanırken büyük ihtimalle yazıcı bir nokta yerine iki nokta koyarak NUN olması gereken harfi TE yapmıştır ve kritik kelime NUHİTAHA dan TAHTİHA ya dönüşmüş olmuştur, Allahu alem.

Sin-ra-elif ( Lisan ) Asil, şerefli, soylu, yiğit, mert, Reculün seriyyun ( Müfredat ) yüce ve yüksek asil saygın onurlu cömert adam
Seriya nın arami köklü bir kelime olduğu çok açıktır. Aramice’de (SARYA), yasal doğum,asil, yüce şerefli adam manalarındadır. Kelimenin direkt anlamı özgürlük (hür) kökünden gelir. Kehf suresi 61. Ayetin sonundaki seraba okunan kelime de buradaki seriya olabilir."   demektedir .

Yine aynı şekilde bir başka kur'an alimi!  olan Hakkı Yılmaz'da bazı ayetlerdeki harflerin sehven! hatalı yazıldığını ve bu hatayı düzelterek! doğru olanı nasıl yaptığını bir çok yazımızda örneklerini vererek göstermeye çalışmıştık. Kur'an mushafını putlaştırmama adına yapılan bu çalışmalar kur'anı sanki herhangi bir kulun kitabı seviyesine indirmiş ve hevayı putlaştırmıştır.  
Sonuç olarak;

 Müslüman olarak kur'ana bakış açımız, şu anda elimizde olan "el kur'an mushafı" Allah cc den indirildiği şekli ile bozulmadan herhangi bir tahrife uğramadan elimizde olup kıyamete kadarda böyle kalacaktır. Aksine Allah cc nin katından olan bir kitapla delillendirilmesi gerekirki bunun böyle olduğuna inanalım. Eğer yeni bir elçi ve beraberinde yeni bir kitap gelecek olursa (ki bu kur'anın beyanıyma bu mümkün değil) yeni gelen kitap bizlere kur'andaki tahrifleri mutlaka beyan edecektir. Bunun dışındaki kur'anın bozulmuş olduğu yönündeki iddialar tamamen art niyetli belli bir proje ürünü olup, tek doğru ölçü olan kur'anıda yıkarak elde doğru ölçü adına hiç bir şey bırakmayarak müslümanları kaosa sürükleme çabalarından başka bir şey değildir. Adı müslüman dahi olsa bu tür kişilerin yapmış oldukları çalışmalar art niyet ürünü olup bilerek veya bilmeyerek olsun bir yerlere hizmet ederek onların ekmeğine yağ sürme çabalarıdır. Rabbimiz bizleri içimize sokulmuş olan truva atı mesabesinde olan bu tür insanlardan muhafaza buyursun.   

10 Ocak 2013 Perşembe

Nebi Olmadan Resul Olunmaz

Ahzab s. 40. ayetinde "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve nebillerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir." mealindeki ayetten yola çıkarak bazılarının , "bakın ayette nebilerin sonuncusu deniliyor resullerin sonuncusu denilmiyor" diyerek kendisinin veya bir başkasının resul olduğunu iddia ettiklerine şahid oluyoruz. Yada resulluğun kur'anı tebliğ ile memur olan herkesin ortak vasfı olduğunu iddia ederek tüm müslümanları resul ilan etme yoluna gittiklerini görmekteyiz. Kur'anı tebliğ tüm müslümanların mü'min olma gereğinin bir sonucu olması hasebiyle biz kendisini veya bir başkasını resul ilan etme yoluna gidenlerin kur'ani dayanaklarının ne kadar sağlam olduklarını ortaya koymaya gayret edeceğiz.    

Öncelikle iddiamız şudur , bugün kendisini veya bir başkasını resul ilan eden bir kişinin resul olmadan önce nebi olması gerekmektedir. Çünkü resul olmak demek bir başkasından aldığı haberi bir başkasına aktaran demektir ve o haberi aktaran kişinin önce o haberi bir yerden alması gerekir buda onun nebi olması ile gerçekleşir. Bu kişiler "biz kur'anın resuluyuz" diyerek önceki kitabın elçisi olduklarını iddia etmeleri ise "kaş yapayım derken göz çıkarma" mesabesinde bir hatadır. Önce nebi kelimesinin anlamı üzerinde durarak Allah cc nin insanlar içinden seçmiş olduğu vahyi iletmekle memur olan kişilerin ortak vasfının sadece resul değil "nebi resul" olduklarının kur'anda nasıl belirtildiğini görelim.

Ne-be-e kelimesi sözlükte , haber vermek,duyurmak anlamındadır . Bu kelimeye kur'anın bindirmiş olduğu anlam açısından bakacak olursak, Allah cc nin insanlar içinden seçtiği kişileri  hidayet ve rahmet olmak üzere göndermeden önce onlara vahy etmesi onlara kitap vermesi demektir. Öncelikle bu yanlış anlayışın temelinde gelenekteki "nebi ve resul" kavramlarının ve "kitap" kavramının yanlış anlaşılması yatmaktadır. Geleneksel anlayışta "nebi" demek kendisine kitap verilmeyen demektir bu anlayış kitap kelimesinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır . "Kitap" kelimesinin sözlükteki anlamına bakacak olursak , harflerin yazarak birbirine eklenmesi demek olup ağızdan çıkan sözlerinde kitap demek olduğunu görmekteyiz. (el müfredat,ketebe maddesi bk)  

Kitap kelimesinin anlamından hareketle "nebi" kavramı için kullanılan , "kendisine kitap verilmeyen" tabirinin yanlışın ötesinde büyük bir hata olduğu görülmektedir. Hiçbir resulun , Allah cc den vahiy almadan "ben resulum" diye ortaya çıkmasının mümkün olmadığına onun Allh cc den almış olduğu vazife ona vahyedilerek verilmiş ve o vahyi ağzından çıkan kelimelerle yani kitaplaştırarak muhataplarına aktarmıştır. Allh cc nin şeçiş olduğu insanlar resul olma vazifesinden önce bu vazifeyi yerine getirmek için ondan bir haber almakta yani nebi olmakta ve sonra o haberi muhataplarına aktarma vazifesini yüklenerek resul olmaktadır. Yani Allh cc insanlar içinden seçtiği kullarına kur'anda " RESUL NEBİ" adını vermektedir. Yanlış anlayışın aksine o kulların bir kısmı "nebi" bir kısmıda" resul" değildir.   

-----2-136- Deyiniz ki, "Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün nebilere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız."
 Bakara s. 136. ayetinde, musa ve isa as a verilenin diğer nebilerede verildiğini görmekteyiz.  

 -----2-213- İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere nebiler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.   

Bakara s 213. ayetinde gönderilen nebilerin beraberlerinde hak kitapların indirildiği beyan edilmektedir. Bu ayete göre Allh cc insanlara beşir ve nezir olmak üzere gönderdiği bütün elçilerini "nebi" olarak vasıflandırmakta ve hepsine kitap verildiğini bildirmektedir. Kur'anda geçen elçilerin isimlerine baktığımız zaman bir çoğunun " resul nebi" olarak vasıflandırıldığı açıktır . Bazı elçilerin isimleri geçtiği yerde onların "nebi" olarak zikredilmemesi bizi resul ve nebi kavramlarının ayrı olduğu kanaatine götürmemelidir bakara s. 213. ayeti Allh cc nin insanlar içinden seçtiği ve adını bilmediğimiz bir çok insana vahyederek yani kitaplar indirerek insanlara hidayet yolunu göstermiştir. Kitap verilmesi demek nebilere vahyedilen sözlerin incil ,tevrat ,zebur veya kur'an gibi yazılı olmalarıda şart değildir. Kitap kelimesinin anlam alanının ağızdan çıkan sözlerinde bir kitap olduğunu yukarda söylemiştik, adını bilmediğimiz bir çok elçiye vahyedilmiş ve o elçilerin Allah cc nin kendilerine olan vahyini ağızları ile iletmeleri onların kendilerine verilen kitabı okumaları demektir.   


-----3.081 Allah, vaktiyle nebilerden: «Andolsun ki, size kitap ve hikmetten her ne verdiysem, sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde ona kesinlikle inanacaksınız ve çaresiz ona yardım edeceksiniz.» diye söz almış ve: «Bunu kabul ettiniz mi? Bunun üzerine ağır ahdimi boynunuza aldınız mı?» demişti. Onlar: «Kabul ettik.» dediler. Allah da: «Öyle ise, şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim!» buyurdu.  

Al-i imran s 81 ayet her ne kadar ehli kitaba hitap etmesi ve muhammed as ın musa ve isa as ı tasdiklemesi açısından bakılması gerekir isede arka plan anlamlarından biriside Allh cc nin nebilere kitap ve hikmetten vermesi konusunuda kapsaması açısından bakılması gerekn ayetlerden biridir.   


-----4.163- Muhakkak biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen nebilere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. 
Nisa s 163. ayetinde nuh as ile muhammed arasındaki bütün vahye muhatap olan kişiler "nebi " olarak vasıflandırılmakta olup bunların diğer ortak vasfı resul olmalarıdır.    


----- 6.112- Biz böylece, her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar birbirini aldatmak için süslü sözlerle vesvese verirler. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları iftiraları ile başbaşa bırak. 

-----22.52-  Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi giderir. Sonra da Allah, âyetlerini tahkim eder (güçlendirir). Allah Alîm'dir (herşeyi bilir), Hakîmdir (Hikmet sahibidir) 

En'am s 112 ve hacc s 52 . ayetlerinde Allah cc nin insanlara vahyini iletmesi için göndermiş olduğu her nebinin muhataplarına şeytanların düşman olduğu ve o vahyi inkar etmeleri için onlara vesveseler verdikleri beyan edilmekte ve yine bu ayetlerin o eçilerin ortak vasfını "resul nebi" olduğu görülmektedir. 

Allah cc hacc s. 75. ayetinde meleklerden ve insanlardan resuller seçtiğini bildirmektedir. Resul kavramını genişleterek melekleride dahil edecek olursak "her resul nebi değildir" diyebiliriz çünkü melekler için "nebi" kavramı kullanılmaz. Ancak resul kavramının anlamını Allh cc nin seçmiş olduğu insanlar için kullanacak olursak " her nebi  resuldur her resul nebidir" diyebiliriz.

Sonuç olarak, bugün birisi kalkıp "ben resulum" veya "falan şahıs resuldur" diye bir iddiada bulunması onun bu iddiasına delil olarak Allh cc den aldığı bir haberi bize göstermesini gerektirir, yani elçiliğine delil olan vahyi iletmesi gerekir , "ben kuranın elçisiyim" demesi onun resul olmasına delil asla olmaz , bu kişi ya iskender evrenosoğlu gibi kendisinede vahyedildiğini iddia ederek en'am s. 93.94. ayetlerinin muhatabı olmaya hak kazanacak yada bu kavramların gelenekteki yanlış kullanımlarını kalkan ederek iddiasına devam edecektir. Kur'anın resulu olmak demek o kitaptaki kavramları ters yüz ederek yapılamayacağına göre bu kişi sade bir müslüman olma yolunu ister istemez tercih edecektir, aksi takdirde resulluk iddiası ya cehalet eseri yada yalancılıktan başka bir şey olamaz.    

                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.