"103. Sonra onların [o elçilerin/o toplumların] arkasından Mûsâ'yı alâmetlerimizle; göstergelerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik de onlar, onlara [alâmetlere/göstergelere] zâlimlik ettiler. Hele bir bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu!
104–105. Ve Mûsâ, "Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah hakkında hakktan başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâiloğulları'nı gönder benimle" dedi.
106. O [Firavun], "Eğer bir alâmet; gösterge ile geldiysen, getir hemen onu, tabii eğer doğrulardan isen" dedi.
107–108. Bunun üzerine o [Mûsâ], birikimini ortaya attı, o da birdenbire apaçık bir "silip süpüren" kesiliverdi. Gücünü de sıyırıp açığa koydu; artık gücü, izleyenler için mükemmel, tam kusûrsuzca idi."
"Kur'ân'daki Mûsâ peygamber kıssalarının doğru anlaşılması için, İsrâiliyâtın etkisiyle oluşmuş peşin kabullerin aşılıp bu kıssalarda kullanılan sözcüklerin gerçek anlamının tespit edilmesi gerekir. Bunlardan biri olan asâ sözcüğü, nüzul sırasına göre ilk olarak burada [A'râf Sûresinde] geçtiğinden bu sözcüğün burada tahlil edilmesi uygun olur:"şeklinde klasik bir giriş yaparak kendi düşüncesinin hilafına olan düşünceleri "israiliyat" şeklinde ifade edip kendisi ondan aşağı kalmayacak şekildeki yorumlarına başlar. Kur'an kıssaları hakkındaki düşüncelerini bundan önceki yazılarımızda paylaştığımız üzere sayın yazarın kur'an kıssalarındaki önkabullere dayalı düşünceleri buradada " asa" kelimesi üzerindede karşımıza çıkmaktadır. Yazısına "asa" kelimesinin tahlili ile devam eden yazar bu kelime ile ilgili vardığı nihai karar şudur.
"Asa" kelimesine ," birikim ve sıkı tutulan şey" anlamının üzerinden yola çıkarak musa as ın asasının sadece taha s. 18. ayetinde hakiki anlamı ile kullanıldığını diğer ayetlerde ise musa asın bilgi birikimi şeklinde kullanıldığını iddia eder. Sayın yazarın ve onun paralelinde düşünen bazı kişilerin kaçırdıkları bir noktayı biraz açmak yerinde olacaktır. Geleneksel tefsir anlayışında kur'an kıssaları israiliyat ile doldurularak kıssadan hisse almak gibi önemli bir noktanın gözden kaçırıldığını görmekteyiz. Aynı şekilde modernist tefsir anlayışıda buna paralel olarak kıssadaki bazı olayların ve objelerin mecaz anlamda olduğunu iddia ederek kıssayı günümüze taşıyamama noktasında geleneksel anlayış ile bir paralellik arzetmektedir.
Musa as ın asasının bugün için bizlere ne ifade etmesi gerektiği üzerinde düşünmek gerekirse bizlere şöyle mesajlar çıkabilir. Öncelikle musa as ın asası kur'anda geçtiği bütün ayetlerde aynıdır. Sayın yazarın iddia ettiği gibi taha s. 18. ayetinde hakiki anlamda diğer ayetlerde mecaz anlamda kullanıldığı iddiası zorlama bir iddiadır. "Asa" nın bizler için bugüne mesaj veren yönü asanın ağaçtan olan kısmı ile ilgili değil , Allah cc nin gücü ve kudretinin görsel bir tezahürüdür. Bugün için o asanın yerini tutan şey "KUR'AN" dır. Sayın yazar bu doğru noktada bir tesbit yapmış fakat asanın o günkü halini mecaz olarak algılaması yönünde hataya düşmüştür. O gün basit bir ağaç parçası olan asa musa as ın firavun karşısındaki tevhidi duruşu ve kararlılığı karşısında Allah cc nin kudreti ile firavun ve sihirbazlarına karşı galip gelmiştir. Bugün ise elimizde olan "KUR'AN" "ASA" nın gücüne eş değerde bir kitaptır. Bizler eğer elimizdeki kur'anın değerini anlayıp firavunlara karşı musa ve harun as gibi tevhidi duruşumuzu ve kararlılığımızı sergilediğimiz müddetçe o kitapla çağdaş firavunları ve yandaşlarını mağlup edip imkansız olarak gördüğümüz olaylar denizin yarılması misalinde olduğu gibi gerçekleşecektir.
Sayın yazar "tashih notları" şeklinde ifade ettiği kısımda " asa" sözcüğünün kuranda geçtiği yerlerin sayısını 6 olarak vermektedir ancak kur'ana baktığımız zaman bu kelimenin geçtiği yerlerin "asake" şeklinde 6 yerde, "asahu" şeklinde 3 yerde, "asaye" şeklinde 1 yerde olmak üzere toplam 10 yerde olduğunu görmekteyiz.
Tashihlerin devamında 107. ayette geçen "sü'ban " kelimesi üzerinde durulmakta ve kelime tahlillerinden sonra varılan kararı şöyle açıklamaktadır.
"Âyetteki su'bân sözcüğü, ister "önüne geleni sürükleyen sel"; ister "fare avlayan yılan" anlamında ele alınsın, burada, Mûsâ peygamberin birikiminin, karşısındaki her şeyi silip süpürdüğü/yuttuğu, yani Mûsâ peygamberin ortaya koyduğu fikirlerin, bilgilerin, Firavun'un ve ziynet günü yapılan müsabakada sihirbazlarının tezlerini çürüttüğü, iptal ettiği anlatılmaktadır. Çünkü vahyin önünde hiçbir şey duramaz. Bu nitelik Kur'ân için de birçok yerde zikir edilmiştir:"
Yine burada bizlere verilmek istenen mesajı doğru algılamasına rağmen "su'ban" sihirbazların sihirlerini yutan bir yılan olmasının hakiki değil mecazi anlamda anladığını görmekteyiz. Bizlerden hiç biri o gün firavun ve musa as ın yanında değilidik ama kur'anın metni ve bütünlüğü bu olayı bizlerin mecaz olarak yaşandığını anlamamız yönünde herhangi bir işareti yoktur. Yazarın tesbitine katıldığımız nokta, bugün için o " asa" nın muadili olan elimizdeki kur'anı doğru kullandığımız müddetçe, "asa" nın sihirbazların yaptıklarını ortadan kaldırdığı gibi kur'anında bu görevi görmesidir.
108. ayetteki "yed'i beyza" (beyaz el) tamlaması içinde şunları söylemektedir.
108. ayetteki "yed'i beyza" (beyaz el) tamlaması içinde şunları söylemektedir.
- YED:
Âyette geçen ve genellikle "el" diye çevrilen يد - yed sözcüğü, mecâzen "kuvvet, zenginlik, iktidar, saltanat, nimet, yay, elle yapılan işlerin tümü" anlamında kullanılır.
Burada konu edilen güç, diğer Âyetlerde[ Neml Sûresinin 12, Kasâs Sûresinin 32. Âyetlerinde], "cebindeki/koynundaki güç olarak nitelenmektedir. Bu güç ise, "Hârûn"dur.
بيضاء - BEYZÂ':
Bu sözcükle ilgili şu bilgiler verilmektedir:
Biyz, "yumurta", beyaz da "yumurta rengi" demektir. Bu sözcüğün beyzâe kalıbı, "aşırı beyazlığı, parlaklığı" ifade eder. Güneşe, beyaz yüzlü lekesiz kadına, üzerinde hiç bitki olmayan toprağa, kamerî ayların 14–15. geceki görünümlerine beyzâ' denir. Yed-i beyzâ', tamlaması, "ispatlanmış, kanıt" demektir. 25
Bu açıklamalara göre bu sözcüğe, "bembeyaz" karşılığı verilebilir ki bu da, mükemmellik ve kusûrsuzluğun mecazi ifadesidir.
Yed'in/güc'ün, görenlere karşı bembeyaz [kusûrsuz, mükemmel] olmasıyla da, Hârûn'un ifade ve hitabet yeteneği kastedilmektedir. Tâ-Hâ Sûresinin 28. Âyetinde n açıkça anlaşıldığına göre Mûsâ peygamberin ifade yeteneği zayıftı. Mûsâ peygamberin bu zayıflığı, kardeşi Hârûn'un o'na vezir [sekreter, sözcü] olarak verilmesiyle giderilmiştir. Bunu Tâ-Hâ Sûresindeki pasajda açıkça göreceğiz.
"Yed" kelimesi ile ilgili tahlillerin sonucunda vardığı karar yine diğer kararları doğrultusunda olan olayın mecaz bir anlatım şeklinde olduğu ve bahsi geçen " beyaz el" in harun as olduğudur. Sayın yazarın burada görmezlikten geldiği bir nokta vardır. Neml suresi 12. ayetinde buyurulduğu üzere "asa" nın yılan olması, elin beyazlaşması, gibi olaylar firavun ve kavmine verilen 9 ayetin içindedir. Buradaki "ayet" kelimesinden anlamamız gereken anlam, onların iman etmesini sağlamak amacı ile meydana getirilen olağan dışı olaylardır. Bu olayları aklileştirip mecaz olarak yaşandığını iddia etmek bir nevi Allahın gücünü inkar etmektir.
Sayın yazar tashihlerine aynı surenin 109-139. ayetlerinin meallerini vererek devam etmekte ve meallerin sonunda şöyle demektedir.
"Mealde, "bol su; nehir" diye çevirdiğimiz sözcük, بحر - bahr'dır. Kur'ân'da geçen Mûsâ peygamber pasajlarının doğru anlaşılabilmesi için بحر - bahr ve يمّ – yemm sözcüklerinin anlamının da doğru olarak tespit edilmesi gerekir.
Bu iki sözcük genellikle "deniz" diye çevrildiğinden, doğal olarak Mûsâ peygamberin İsrâil oğullarını Kızıldeniz'den geçirdiği ve Firavun ile avenesinin de Kızıldeniz'de boğulduğu kabul edilir. Ne var ki Kur'ân ve Arap dili buna izin vermez. İşin doğrusunun kavranabilmesi için bu sözcüklerin gerçek anlamını takdim ediyoruz."
Tashih notundan anlaşıldığı gibi bu bölümdeki iddiası firavunun kızıldenizde boğulmadığıdır. Bu gerekçesini "kur'an ve arap dili buna izin vermez" şeklinde ifade eden sayın yazar şöyle devam etmektedir.
- BAHR:
Bahr, "ister tatlı ister tuzlu olsun çok su" demektir. Bu sözcük "kara parçası" sözcüğünün karşıtıdır. Bu sözcüğün aslı "yarmak" demektir. Su, kara parçasını yardığı için bu isimle isimlenmiştir. Eski Arap şiirlerinde de Fırat nehri bahr sözcüğüyle yer almaktadır. Büyük, tuzlu sulara [denizlere]bahr denmesi yaygındır. 26
Bahr sözcüğü, Mûsâ peygamber ile ilgili olarak Bakara Sûresinin 50. A'râf Sûresi'nin 138. Yûnus Sûresinin 90. Tâ-Hâ Sûresinin 77. Şu'arâ Sûresi'nin 63. ve Duhân Sûresinin 24. Âyetlerinde geçer.
اليمّ - YEMM:
Yemm, "bahr/çok su" demektir. Leys bu sözcüğü, "derinliği ve kıyıları bilinemeyen deniz" olarak tarif etmiştir. Ama Kur'ân'da Tâ-Hâ Sûresinin 39. Âyetinde, Mûsâ peygamberin annesine bebeği "yemm"e bırakması vahye dildiği ve Mûsâ peygamberin sandığının yemm'de sahile vurduğu açıkça belirtildiğine göre bu iddia doğru olamaz. Zira Mûsâ peygamber Nil nehrine bırakıldı ve sandık nehrin kenarına yanaştı.
Bu sözcüğün Süryaniceden Arapçalaştırıldığına da inanılır. 27
Bu sözcük, A'râf Sûresi'nin 136; Tâ-Hâ Sûresinin 39 (iki kez), 78, 97; Kasâs Sûresinin 7, 40 . ve Zâriyât Sûresinin 40. Âyetlerinde geçer.
Mûsâ peygamberin ailesinin ve Firavun'un yaşadığı yerler dikkate alındığında, Mûsâ peygamber pasajlarında geçen bahr ve yemm kelimelerinin, "bol su/nehir" olarak çevrilmesinin daha uygun olduğunu düşünüyoruz. Bu durumda Firavun, Mûsâ peygamber bebekken bırakıldığı suda boğulmuştur, denizde/ Kızıldeniz'de boğulmamıştır.
Burada anlamakta zorlandığımız bir nokta vardır, Firavun ve avanesinin kızıldenizde boğulmadığı iddiasına delil olarak "bahr" ve " yemm" kelimeler ile ilgili yaptığı tahlilde vardığı sonuçta, musa as ın bebek iken bırakıldığı suyun kur'anda " yemm" olarak ifade edilmesinden yola çıkarak ve bu kelimenin deniz anlamına gelmediği ve dolayısı ile firavunun kızıldenizde değil nil nehrinde boğulduğu iddia etmektedir. "Bahr" kelimesinin musa as ile geçtiği 6 ayete baktığımız zaman "yemm" kelimesi ile aynı bağlamda kullanıdığını görmekteyiz. Yani musa as kıssasında geçen "yemm" ve "bahr" kelimelerinin kıssada kullanıldığı anlam aynıdır ancak sayın yazar burada kastını anlayamadığımız bir biçimde bu kelimenin lugat anlamları üzerinde fikir yürüterek "arap dili ve kur'an buna izin vermez" şeklinde bir söz ile bir kelimenin lugat anlamını kur'ana göre değil kur'anı o kelimenin lugat anlamına göre anlamak gibi bir yola başvurmaktadır. "Kur'an buna izin vermez" ifadesi başlı başına bir tezattır "yemm" ve " bahr" kelimelerini nasıl kullanılacağını Allaha öğretmek gibi duruma düşen sayın yazara Allah cc den hidayet dilemekten başka bir diyeceğimiz yoktur. Kendisi bu gibi yaklaşımlarla bir kıssanın bu güne vermek istediği mesaj nedir ? gibi bir soruya cevap aramak derdinde olmadığı aksine geleneğin içine düştüğü hatalardan olan "kıssa içinde dönüp dolaşmak" şeklinde tabir ettiğimiz yanılgının içine düşmüştür. Kıssanın bize vermek istediği , gelen bir resulu inkar eden bir kavmin helak edilmesi mesajıdır nerede ve nasıl boğulduklarının adresi değildir ancak kıssa bu konuda açık bir bilgi vermesine rağmen sayın yazar bunu görmek istememektedir.
Araf suresi ile ilgili tashihlere !! 160 . ayet ile devam eden yazar bu ayet aynı konu ile alakalı olan bakara s. 60 ayetine şu şekilde meal vermiştir.
Mûsâ peygamberin ailesinin ve Firavun'un yaşadığı yerler dikkate alındığında, Mûsâ peygamber pasajlarında geçen bahr ve yemm kelimelerinin, "bol su/nehir" olarak çevrilmesinin daha uygun olduğunu düşünüyoruz. Bu durumda Firavun, Mûsâ peygamber bebekken bırakıldığı suda boğulmuştur, denizde/ Kızıldeniz'de boğulmamıştır.
Burada anlamakta zorlandığımız bir nokta vardır, Firavun ve avanesinin kızıldenizde boğulmadığı iddiasına delil olarak "bahr" ve " yemm" kelimeler ile ilgili yaptığı tahlilde vardığı sonuçta, musa as ın bebek iken bırakıldığı suyun kur'anda " yemm" olarak ifade edilmesinden yola çıkarak ve bu kelimenin deniz anlamına gelmediği ve dolayısı ile firavunun kızıldenizde değil nil nehrinde boğulduğu iddia etmektedir. "Bahr" kelimesinin musa as ile geçtiği 6 ayete baktığımız zaman "yemm" kelimesi ile aynı bağlamda kullanıdığını görmekteyiz. Yani musa as kıssasında geçen "yemm" ve "bahr" kelimelerinin kıssada kullanıldığı anlam aynıdır ancak sayın yazar burada kastını anlayamadığımız bir biçimde bu kelimenin lugat anlamları üzerinde fikir yürüterek "arap dili ve kur'an buna izin vermez" şeklinde bir söz ile bir kelimenin lugat anlamını kur'ana göre değil kur'anı o kelimenin lugat anlamına göre anlamak gibi bir yola başvurmaktadır. "Kur'an buna izin vermez" ifadesi başlı başına bir tezattır "yemm" ve " bahr" kelimelerini nasıl kullanılacağını Allaha öğretmek gibi duruma düşen sayın yazara Allah cc den hidayet dilemekten başka bir diyeceğimiz yoktur. Kendisi bu gibi yaklaşımlarla bir kıssanın bu güne vermek istediği mesaj nedir ? gibi bir soruya cevap aramak derdinde olmadığı aksine geleneğin içine düştüğü hatalardan olan "kıssa içinde dönüp dolaşmak" şeklinde tabir ettiğimiz yanılgının içine düşmüştür. Kıssanın bize vermek istediği , gelen bir resulu inkar eden bir kavmin helak edilmesi mesajıdır nerede ve nasıl boğulduklarının adresi değildir ancak kıssa bu konuda açık bir bilgi vermesine rağmen sayın yazar bunu görmek istememektedir.
Araf suresi ile ilgili tashihlere !! 160 . ayet ile devam eden yazar bu ayet aynı konu ile alakalı olan bakara s. 60 ayetine şu şekilde meal vermiştir.
"160. Ve Biz, onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık. Ve kavmi kendisinden su istediği zaman Mûsâ'ya, "Birikimini o taş kalpli kavmine uygula" diye vahyettik. Hemen ondan [o taş kalpli kavimden] on iki toplum, belde halkı oluşuverdi. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi. Ve bulutu da üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bal/bıldırcın indirdik; size rızık olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz! Onlar, Bize zulüm yapmadılar, kendi kendilerine zulmediyorlardı.
Bu Âyetin bir benzeri de Bakara Sûresinde bulunmaktadır:
(Bakara: 60) Ve hani bir zamanlar Mûsâ, kavmi için su istemişti de, Biz, "Birikimini taş kalpli kavmine uygula!" demiştik. Bunun üzerine ondan [o taş kalpli kavimden] taştan on iki toplum-belde halkı ayrışmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi. –Allah'ın rızkından yiyin-için ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık yapmayın.–"
Sayın yazarın "tashih" olduğunu belirttiği bu kısımda " tashih "adına yapılan bir tahrif bariz bir biçimde karşımıza çıkmaktadır. Yukarda ele aldığımız tashih!! notlarında " asa" kelimesine yüklediği anlamı burada yapacağı tahrife kılıf olarak hazırlamış olduğu ortaya çıkan sayın yazar ayette geçen "taş" , "darb" ,ve "ayn" kelimeleri üzerinde durarak ayetlere vermiş olduğu anlamı pekiştirmeye şu şekilde çalışır.
"Taş" kelimesini hakiki anlam olarak değil mecazi anlam olduğunu iddia edip "taş kalpli israiloğulları" ifadesini kullanmıştır ancak ayetin metni bu tür bir ifadeye izin vermez ama"ben yaptım oldu" mantığı içinde yazarımız bunu halleder.
"darb" kelimesininde aynı şekilde mecazi olarak anlama yoluna giden sayın yazar "ayn" kelimesi için "pınar" olarak çevrilen anlamını oluşturduğu önkabule uygun düşmediği için reddederek bu kelimeye "toplum belde halkı" anlamını vermiştir halbuki halis niyetle yapılmış bir anlama çalışmasında "ayn" kelmesinin geçtiği diğer ayetlere bakılıp bağ kurulmaya çalışılsaydı traji komik bir duruma düşmek zorunda kalmazdı. Sayın yazar bu iddiasına delil olarakda maide s.12. ayetini delil gösterir ancak araf 160 ve bakara 60 ayetlerinde görüldüğü üzere israiloğulları 12 ayrı kol olduğu ve her kol için ayrı su çıktığı beyan edilir. Maide s. 12. ayetide bu 12 kola gönderilen nakiblerden bahseder. Suyun insan hayatındaki öneminin yadsınamaz bir gerçek olduğu hepimizin malumudur , rabbimizin israiloğullarına verdiği nimetlerden en önemliside su nimetidir bu suyu onları günlerce yeri kazarak bulmaları yerine onlara gücünün ve kudretinin kadrini takdir etmeleri amacıyla musa as ın asası ile taşa vurdurarak oradan her kabile için ayrı ayrı olmak üzere 12 pınar çıkartmış ve bu nimetin kadrini bilmeyen israiloğulları bu büyük mucize karşısında o su çıkan taşlardan daha katı kalpli olmuşlardır.
Sayın yazarın "tashih notları" olarak belirttiği araf suresi ile ilgili bölümlerde görüldüğü üzere daha önceki yazılarında olduğu gibi özellikle kur'an kıssaları üzerindeki ön kabullerinin etkisi ile ayetler üzerinde tahrife gitmekten çekinmeyen sayın yazar bu adetini "tashih" adı altındada buradada devam ettirmektedir. Kur'an kıssalarındaki mesajı güne taşıma şeklinde bir gaye gütmeyen geleneksel anlayış ile aynı paralelde bir düşünceye sahip olan yazarımız bu kıssada özellikle hakiki anlamda anlaşılması gereken kelimeleri mecaz olarak anlayarak kendi hevasına uygun yorumlar getirmiştir. Rabbimiz bizleri kur'anı ön kabuller ile değil sadece kur'andan anlayan kaullarından kılsın.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.