Bugüne kadar çoğunluk müslümanlar üzerinde hakim olan din anlayışı, dinin iki kaynağı sayılan "kitap" ve "sünnet" in birbiri arasındaki hiyerarşik düzenin sıralamasının ters çevrilmesi şeklinde tezahür ederek kitabın ikinci kaynak haline getirilmesi ve bunun neticesinde rivayetlerin kur'anla sağlamasının yapılarak anlaşılması yerine kur'anın rivayetlerle sağlaması yapılarak anlaşılması metodunun hakim kılınmasıdır. Bu anlayışın neticesinde kur'anda bildirmeyip rivayetlerde bildirilen bazı konular kur'ana rağmen kabul edilmiş ve bu kabul edilme yoluda ayetler arasına parantez açılarak sanki ayettenmiş izlenimi verilmek suretiyle veya ayetler tahrif edilmek suretiyle yapılmaya çalışılmıştır. Yazımızda bu düşünceye nasıl varıldığı ve bu düşünce neticesinde oluşturulan din anlayışlarından bahsetmek istiyoruz.
SAHABENİN RESULULLAHI ANLAYIŞ FARKLILIKLARI
Resulullah daha hayatta iken onun sözleri ve bazı fiileri sahabe tarafından farklı algılanmıştır. Bu farklı anlayışların tezahürleri siyer ve hadis kitaplarında mevcuttur. Örnek olarak verebileceğimiz bir kaç olay şunlardır. Beni kurayzaya gönderilen birliğe resullullah sav öğle veya ikindi namazını beni kurayza topraklarında kılmalarını emreder , ancak sahabenin bir kısmı oraya varılınca namazın vaktinin geçeceği düşüncesi ile namazlarını oraya varmadan kılarlar , bir kısım sahabe ise resullullah sav in namazın beni kurayzada kılınmasını emrettiği için o namazı vaktinin geçmesine rağmen namazlarını beni kurayzaya ulaşınca kılmıştır. Uhud harbi öncesi resul as ın önerdiği stratejiyi kabul etmeyip başka bir plan öneren sahabelerin önerisini resul as ın kabul ettiğini biliyoruz. Hudeybiye anlaşması sonucu resul as ın sahabeye başlarını tıraş etmeleri emri kabul görmeyince önce kendisi başını tıraş ettiği ardındanda sahabenin başlarını traş ettiğini kaynaklarımızda mevcuttur. Özellikle beni kurayza seferi örneği dikkate değer bir örnektir şöyleki, resul as ın sözlerindeki maksadı önceleyen bir gurup sahabe namazın vaktinin geçmesine razı olmayarak namazı yolda kılmış,resul as ın sözlerindeki maksadı değil lafzı önceleyen diğer sahabe gurubu namazın vaktinin geçmesini dahi göze alarak namazlarını beni kurayza topraklarında kılmıştır. Bu olay ve bazı diğer olaylar daha resul as hayatta iken sözlerinin sahabe tarafından farklı anlaşıldığının göstergesidir. Abdullah ibni ömer ve ebu hüreyre gibi bazı sahabeler resulullahın sözlerindeki veya fiilerindeki maksadı öncelemeden onu taklit etmeleri (abdullah ibni ömerin yolda giderken resul as ın bevl ettiği aynı yerde bevl etmesi bunun örneğidir) , hz aişe ve ömer gibi bazı sahabelerin lafza değil maksada önem vermeleri sahabe sonası oluşan iki farklı anlayışın temelini teşkil etmiştir.
İki farklı sahabe gurubunun oluşturduğu anlayış daha sonraki yıllarda "ehli hadis" ve "ehli rey" okullarının ortaya çıkmasında temel faktör olmuştur. "Ehli rey" okulunun hadisleri daha seçmeci bir yaklaşımla ele almasına rağmen "ehli hadis" okulu hadislerin metnini değil senedini esas alarak hadislerin sahih veya zayıf olduğu kanaatına varmış ve bu "Ehli hadis" okulunun temel anlayışı günümüzdede devam ederek yanlış din algılarının temelini oluşturmuştur. Bu okulun anlayışlarının yansıması günümüzde "ehli rey" okulunun başını çeken ebu hanifenin mezhebine bile sirayet ederek devam etmektedir. Bu okulların oluşum yıllarında şiddetli fikir çatışmaları olmuş ve ebu hanife iki defa küfre düştüğü gerekçesi ile tevbeye davet edilmiştir. İmam buharinin ebu hanifeye çok şiddetli eleştirileri yine bu düşünce sahiplerinin birbirileri ile olan çatışmalarına örnektir. Bugün "ehli hadis" okulunu devam ettirme iddiasında bulunan "selefiye" mensupları ebu hanifeye iyi bir gözle bakmamaktadırlar. Ancak ne gariptirki ebu hanifenin mezhebine mensup olduğunu iddia eden türkiye müslümanlarının kahir ekseriyetine göre imam buharinin hadis kitabı kur'andan sonra ikinci sahih kaynak mesabesindedir. Hanefi olduğunu iddia edipte kendi mezhep imamlarına iyi gözle bakmayan birisinin kitabını kur'anla ölçmeye kalkanların durumuda tam bir tezattır.
Bu arka plan çerçevesinde günümüze dönecek olursak "işte sizin dininiz budur" diye bize takdim edilen din anlayışlarının oturduğu temele bakacak olursak önceliğin rivayetlerden oluşan dini meseleler üzerinde yoğunlaştığını görürüz. Peki rivayetler derken" muhammed as ın söyledikleri yanlışmı?" diye bir itiraz muhakkak gelecektir. Bizim kastettiğimiz rivayetler muhammed as adına söylenip onun kesinlikle söylemeyeceği hadislerin sanki o söylemiş gibi lanse edilmesi üstelik bunları red etmenin kişinin küfre düşmesine sebebiyet vereceği iddiasıdır. Bu iddialar ortaya atılmadan önce kılıf hazırlanmış ve hadislerinde vahiy olduğu teorisi yalanı üzerine din bina edilmeye çalışılmıştır. Bu çürük binanın temelide necm s. ilk ayetlerine dayandırılmaktadır.
MUHAMMED SAV İN HER SÖYLEDİĞİ VAHİYMİDİR ?
Kur'anı öteleyerek hadisler üzerine din bina edenlerin en büyük dayanağı necm s. nin ilk ayetleridir. Bu ayetlerde onun hevasından konuşmadığı ve konuştuklarının kendisine bildirilen vahiy olduğu üzerinde durulur. Sure ve kur'an bütünülüğünden yoksun , ön kabullerin etkisinde kalınarak yapılan bir okuma sonucu muhammed as ın kur'an harici söylediği sözleride "vahiy" kapsamına alınmıştır. Sadece necm suresini konu bütünlüğünde okusak bile devam eden ayetlerde görürüzki kendisine bildirilen vahyi kimin öğrettiği ve bu vahyi öğreten kişinin ona kur'anı öğretmekle görevli " vahiy meleği" olması onun konuştuğu vahyin kur'an olduğu ve bunu hevasından uydurmadığını açıkça ortaya çıkar. Ancak kafalarını hadisleri kur'ana eşdeğer yapmaya ayarlayanlar , ilgisi olmasa dahi bektaşi misali ayetin hepsini okumadan "bu böyledir " mantığı içinde çürük düşüncelerini kur'ana onaylattırma yoluna gitmektedirler.
Muhammed sav in kur'an harici söylemiş olduğu sözleri "gayri metluv vahiy" adını vererek kur'ana eşdeğer tutmak basit bir hata olmayıp Allaha iftira mahiyetinde bir yalandır. Öyleyse muhammed sav in kur'anda bizlere bildirilen durumu ve vazifesi nedir ?
KUR'ANDA MUHAMMED SAV İN VAZİFESİ
Tarih boyunca Allah cc tarafından gönderilen resullere karşı çıkanların önde gelen argümanlarından birisi gelen resulun kendileri gibi bir beşer olduğu ve neden bir melek gönderilmediği şeklinde sözleridir. Bu sözler muhammed as ın inkarcı muhatapları tarafındanda dile getirilmiştir . Kur'an bu sözlere karşılık yeryüzünde gezenler melek olsaydı onlara melek gönderirdik demekte , gelen resulun kendileri gibi bir beşer olduğu gaybı bilmediği daha önce gönderilen diğer resuller gibi bir resul olduğu vurgusunu bir çok ayette vurgular. Bu ayetlere iman ettiğini söyleyen müslümanlar bile " melek resul" özleminin bir eseri olarak muhammed sav i kur'anın ve kendisininde onaylamadığı bir şekilde aşırı bir yüceltmeye tabi tutmuşlardır. "Hasais" türü kitaplarda muhammed sav için uydurulan özelliklere baktığımız zaman sanki insan değil bir melek olduğu adeta vurgulanmak istenir. Bedenini aşırı yüceltme düşüncesi bazı tasavvuf ehli tarafından " muhammed eşittir Allah" sözleri ile getirilmektedir. "Ehli hadis " okulunun onun sözlerini vahiy sayarak Allahın sözleri ile eşitleme çalışması ile tasavvuf ehlinin bedenini yücelten düşünceleri her iki gurubuda muhammed sav i yarı ilah ve melek derecesinde görmek istemenin bir sonucu olsa gerektir.
Muhammed sav i kullarına resul olarak gönderen rabbimizin ona verdiği elçilik vazifesini az gören bazıları onu insan olmaktan çıkarıp kur'an dışı düşüncelerle onun misyonunu öteleyip sözlerinin ve bedenininin kutsanması gereken birisi konumuna getirmişlerdir , muhammed as ın elçi olması hasebiyle ilk görevi gelen vahyi muhataplarına tebliğ etmesidir. "23 yıllık risaleti boyunca sadece inen kur'an ayetlerinimi konuşmuştur?" sorusuna tabiki hayır deriz , bütün problem kur'an harici konuşupta bize rivayetler şekilde gelen o sözlere atfedilmesi gereken değer nedir? sorusunun cevabıdır, bu sorunun cevabı etrafında yüzyillardır müslümanlar konuşmaktadırlar . Bu konuda konuşulupta doğru olduğunu düşündüğümüz fikirler şu şekildedir.
Muhammed sav in söylediği iddia edilen sözlerin öncelikle "gayri metluv vahiy" kategorisine sokularak kur'ana eşdeğer hale getirilmesi Allaha iftira mahiyetinde bir günah olup onun söylediği rivayet edilen sözler kur'an gibi harfi harfine yazılıp muhafaza edilerek kayda geçmemiş olup büyük bir kısım sözleri vefatından en az 200 yıl sonra derlenip kayda geçmiştir. Vefatından sonra meydana gelen siyasi olayların itikadi mezhepler haline dönüşmesi ve bu mezheplerin kendi düşüncelerinin haklı olduğunu kanıtlamak için hadisler uydurma yoluna gitmeleri hadislerin üzerine kara gölge gibi düşmüştür. Bu kara gölge bugün dahi islam dünyasının üzerinde durmakta olup bu uydurma hadisler üzerinden itikad sahibi olanların, bu bulutların dağılmasından tir tir titredikleri görülmektedir.Kara bulutların dağılmasını önlemek için giydirdikleri kılıfları din olarak sunan bu fırkalar,"bu hadisleri kur'ana götürüp sağlamasını kur'an ile yapalım"sözlerine şiddetli bir şekilde karşı çıkmaktadırlar.
Ümmetin üstünde kara bulutlar mesabesinde duran uydurmalar üzerinde bina edilen din, kur'an ile dağıtılınca saf bir din haline geleceği için önce kur'anı anlamak için yola çıkanların yollarına bir sürü taş dökmeye çalışmaktadırlar. Kur'anı herkesin anlayamayacağı, onu anlamak için bir sürü ilmi bilmenin gerektiği gibi engeller koyarak kur'ana rağmen oluşturulmuş sahte dinlerini müdafaa etmek istemektedirler.
KUR'ANA RAĞMEN OLUŞTURULAN SAHTE DİN ANLAYIŞLARI
Kur'anda yer almayıpta uydurma hadislerden yola çıkılarak oluşturulmuş ve ümmetin üzerinde kara bulutlar gibi dolaşan sahte din anlayışlarından birkaçı şöyle sıralayabiliriz.
-ŞEFAAT İNANCI= Kur'anda tamamen müşrik iddialarını red sadedinde gelen şefaat ayetleri uydurma hadisler vasıtası ile ahirette bazılarının bazıları için Allahtan ricacı olup günahlarını affettirme şekline dönüştürülüp kerameti kendinden menkul din baronlarının ekmek teknesi haline gelmiş, saf müridlerini kandırarak rant elde etme aracı olmuştur.
-KABİR AZABI=Bu konu ile kur'anda hiç bir şekilde ilgili ayet bulunmamasına rağmen uydurma rivayetlerin yardımı ile kabir azabı konusu din haline getirilmiş bulunmadığına dair onca ayet rivayetlere kurban edilmiştir.
-İSA AS IN NUZULÜ= İsa as ın öldüğüne dair ayetler arkaya atılarak onun ölmediği ,kıyamete yakın yeryüzüne ineceğine dair hadisler uydurularak akide haline getirilip bizlere sunulmuştur. İşin garip bir yanıda, selef düşüncesinde mevcut olan Allaha mekan biçip onu semada oturtan anlayış ile "ehli sünnet" akidesi adı altında seleflerin bu düşüncelerine şiddetle karşı çıkanlar bu konuda seleflerle aynı düşünceyi paylaşmış ve isa as ı Allahın yanına çıkarmışlardır.
-MEHDİ İNANCI= Bu konudada kur'anda hiç bir şekilde bir işaret olmamasına rağmen uydurmalarda neredeyse ayakkabı numarası dahi haber verilebilen bir mehdi inancı ihdas edilmiş ve akide konusu haline getirilip bazı açıkgöz din baronları tarafından rant aracı haline getirilmiştir.
Sonuç olarak, kur'anın aksi ifadelerine rağmen muhammed as ı aşırı bir yüceltmeye tabi tutup sözlerini kur'ana eşdeğer tutan düşünce sahipleri Allaha ve resule iftira mahiyetinde uydurdukları hadislerle sahte bir din anlayışı ihdas edip bu iddialarına karşı çıkan düşünceleri "küfür" olduğu gerekçesi ile yavuz hırsız misali mahkum etmeye kalkmaktadırlar. Esas "küfür" olan onların kur'ana rağmen uydurma hadisler vasıtası ile kurmaya çalıştıkları din anlayışları olup mahkum edilmesi gereken onların bu düşünceleridir. Kur'an tek geçer ölçü kabul edilip onun harici gelen bütün bilgiler onun ışığında doğruluk testinden geçirilmedikçe uydurma rivayetler üzerine kurulan din anlayışlarını yıkmak mümkün değildir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder