1 Eylül 2011 Perşembe

Musa a.s a Verilen 9 Ayet ile On Emir Arasındaki Fark

Sayın ihsan eliaçıkla yapılan bir söyleşide kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar içinde olan isra 101. ayeti ile ilgili düşüncesini ele almak ve bu düşüncesine katılmama gerekçelerimizi ayetler ışığında ele almak istiyoruz. Sayın yazarın kur'an kıssaları ile ilgili düşüncelerine az çok vakıf olduğumuz için isra s. 101. ayeti ile ilgili düşünceside bu görüşleri doğrultusundadır. Malum olduğu vechile ihsan eliaçığın bu düşünceleri kendi ürünü olmayıp tarihi derinlikleri olan bir düşüncedir ve bu düşünceyi dillendirenlerdeki genel  anlayışa oda kendisini kaptırmış ve kendisinin kur'an meali olmasına rağmen kur'an bütünlüğünü gözetmeden  ve oluşturulan önkabulleri kur'ana onaylattırma amaçlı olduğu gözden kaçmayan tesbitlerini isra s. 101. ayeti ile ilgili sorulan bir soruya verdiği cevapta görmekteyiz. Önce sayın yazar ile yapılan röpörtajdaki soruyu ve onun verdiği cevabı görelim.  

İsra suresi 101 ayette “ve andolsun biz Musa’ya apaçık dokuz ayet verdik” diyor. Burada kastedilen on emir mi? Eğer böyleyse kadim bilgilerimiz bize dokuz değil on emir olduğunu söylüyor. Hangisi doğru dokuz mu on mu? 
Cumartesi yasağı daha sonra kaldırıldı. Bu ayet kaldırıldıktan sonra dokuz ayet kalıyor. Birde iki ifade; Komşuna karşı yalan şahitlik yapmayacaksın ile Komşunun evine tamah etmeyeceksin, komşunun karısına, yahut kölesine, yahut cariyesine, yahut öküzüne, yahut eşeğine, yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin... diye belirtilen iki ayet tek bir ayette sayılabiliyor. 
Sayın yazar daha önceki bir yazısındada bu düşünceleri doğrultusunda görüşler serdetmiştir o yazısındanda  alıntı yapıp sonra bu düşünceleri hakkındaki düşüncelerimize geçelim.



 Aynı şekilde Kur’an, halkını sınıflara ayıran, zayıfları ezen, erkeklerine kurbanlık koyun muamelesi yapan, kadınlarını hayasızlığa zorlayan ve böylece ülkede “devlet terörü” estiren Firavun yönetimine, Hz. Musa aracılığı ile “dokuz ayet” iletildiğini söyler. (İsra; 17/101, Neml; 27/12).


Bu dokuz ayetin ne olduğunu Hz. Peygamber şöyle açıklamıştır;


“Saffan bin Assal’dan, o şöyle demiştir: “Bir Yahudi arkadaşına Bizi şu peygambere götür de “apaçık dokuz ayet” hakkında soralım dedi. Bunun üzerine hep beraber Hz. Peygamber (s.a.v) ’in yanına gittik. O ikisi soruyu sordular. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bu dokuz ayet; 1- Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın 2- Hırsızlık yapmayın 3- Zina yapmayın 4- Adam öldürmeyin 5- Sihir yapmayın 6- Faiz yemeyin 7- İftira atmayın 8- Savaşta kaçmayın 9-Cumartesi yasağına riayet edin…dir.” dedi. Bunun üzerine o iki Yahudi ayağa kalktı ve Hz. Peygamber’in ellerini ayaklarını öperek şöyle dediler; “Şahadet ederiz ki sen peygambersin. Eğer kavmimiz tarafından öldürülmekten korkmasıydık, hiç şüphesiz sana tabi olurduk.” (Razi, Kurtubi, İbn Kesir).


Öyle anlaşıyor ki bunlar aslında Firavun yönetimine yönelik çağrılardı. Çünkü Hz. Musa’dan bu “dokuz ayeti” Firavun yönetimine iletmesi istenmiştir. Firavun’un “ateşe çağıran çete elebaşları” (eimme) bunlara uymaya çağırılmıştır.


 
Öncelikle söylemek isterizki sayın yazar musa as ın kıssasındaki kronolojik sırayı karıştırmıştır. Çünkü  firavun ve kavmine verilen 9 ayet (mucize) ile firavun zulmunden kurtulup rabbi ile buluşmaya gittiğinde aldığı levhaları ( sayın yazarın 10 emir dediği) alma zamanı ve bu ayetlerin mahiyetleri farklıdır. Kur'an ayetleri ile bu konuyu biraz daha genişletelim. 


17.101- Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!»  

27.12- Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz ayet  ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır 


Neml s. 12. ayetinde musa as ın Allah cc tarafından kendisine verilen 9 ayet (mucize) ile firavun ve kavmine gönderilmesi anlatılmaktadır. "Firavun ve kavmine" denilmesi firavuna ve kendi kavmine değil "firavun ve onun kavmine" dir. Firavun ve kavmine verilen 9 ayetin kur'andaki anlatımı şöyledir. Musa as kıssasının araf s. ve şuara s. bölümlerinde firavun ile ilk karşılaşması şu şekilde anlatılır.

7.107-108- Musa, asasını yere atar atmaz apaçık bir ejderha oluverdi; elini çıkardı, bakanlar bembeyaz olduğunu gördüler.

 26.32 -Bunun üzerine Asasını bırakıverdi, ap açık bir ejderha kesiliverdi.
 26.33- Bir de elini çekti çıkardı, o da bakanlara bem beyaz oluverdi.
 

Bu ayetlerde musa as a verilen 9 ayetten (mucizeden) ikisinden bahsedilmektedir. 3. ayet kıssanın araf ,taha ve şuara s. ayetlerinde anlatılmaktadır.

 7.117- Biz de Musa'ya, «Asanı koyuver» dedik, o da koydu; hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı. 

 20.69- «Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun, yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Sihirbaz nereden gelirse gelsin başarı kazanamaz.»

 26.45- Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor! 
  
Asanın sihirbazların sihirlerini yutmasının ve sihirbazların iman etmesinin ardından araf s. 133. ayetinde 5 tane daha ayet zikredilmektedir.

7.133- Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağaları ve kanı birbirinden ayrı ayetler (mucizeler) olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular.

Bu musallat kılınan ayetlere firavun kavminin tepkileride diğer ayetlerde şu şekilde anlatılmaktadır.  zuhruf s. 46.50. ayet mealleri şöyledir. 

46- Andolsun, Biz Musa'yı, Firavun'a ve onun 'önde gelen çevresine' ayetlerimizle gönderdik. O da, dedi ki: "Gerçekten ben, alemlerin Rabbinin elçisiyim."
47- Fakat onlara ayetlerimizle geldiği zaman, bir de ne görsün, onlar bunlara (alay edip) gülüyorlar.
48- Biz onlara biri ötekinden daha büyük olmayan hiçbir ayet göstermedik. Belki dönerler diye, onları azapla yakalayıverdik.
49- Ve onlar dediler ki: "Ey büyücü, sende olan ahdi (sana verdiği sözü) adına bizim için Rabbine dua et; gerçekten biz hidayete gelmiş olacağız."
50- Fakat onlardan azabı çekip-giderince, bir de görürsün ki onlar andlarını bozuyorlar.
Firvun ve kavmine gönderilen 9. ayet ise denizin yarılma olayıdır ve bu olayda şuara s. 63. ayetinde bildirilmektedir. 
26.63-Bunun üzerine Musa'ya vahyettik ki: Asanı denize vur. O, hemen yarıldı ve her parçası yüce bir dağ gibi oldu.

Bakara s. ve araf suresinde musa as ın asasını taşa vurarak oradan 12 pınar fışkırdığını görüyoruz. Anck bu ayet (mucize) in firavun ve kavmi ile bağlantısı yoktur bu ayet israiloğulları ile bağlantılıdır. Yukardaki ayetlerde firavun ve kavmine gönderilen 9 ayetin (mucizenin) geçtiği ayetleri gördük.

Araf suresinde musa as ve israiloğullarının firavun zulmunden kurtarıldıktan sonra rabbi ile 40 gece sözleşip onunla buluşmaya giitiğini ve buluşmada ona levhalar (on emir) verildiğini görüyoruz. Konu ile ilgili ayet mealleri şöyledir. 


138- İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa'ya dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları (var; onlarınki) gibi, sen de bize bir ilah yap." O: "Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz" dedi.
139- Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir.
140- "O sizi alemlere üstün kılmışken, ben size Allah'tan başka bir İlah mı arayacağım?"
141- "Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardı."
142- Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a "Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi.
143- Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi onunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (Allah:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.
144- (Allah:) "Ey Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol."
145- Biz ona Levhalarda herşeyden bir öğüt ve herşeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) "Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu pek yakında göstereceğim" (dedik).
146- Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. 

 Bu ayetlerden anladığımıza göre firavun ve kavmine verilen 9 ayet (mucize) ile musa as a firavun zulmunden kurtulduktan verilen levhaların (on emirin) arasında kronolojik bir zaman farkı olup sayın yazarın iddiasını yalanlamaktadır
On emir ile 9 ayet ile illaki bir bağ kurma niyetinde olan sayın yazar matemetik dehası !! sayesinde on emirden biri olduğunu iddia ettiği cumartesi çalışma yasağının sonradan kaldırıldığını iddia ederek 9 sayısına ulaşmak başarısını göstermiştir!!. Ne zaman kaldırıldığı konusunda herhangi bir bilgi vermeyen sayın yazar "önemli olan rakamları eşlemek gerisini geç " dercesine orayı es geçmiştir. Acaba israiloğullarına haram kılınan bazı helaller ne zaman kaldırılmıştır? bunun cevabınıda kur'andan bulmaktayız. 
nisa s. 160. ayetinde 

"Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, menedildikleri halde faizi almaları ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemeleri yüzünden kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık; ve içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık "

 mealinde buyurulmasından, ali imran s. 50 . ayetinde isa as ın dilinden

"Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin. 

 mealinde buyurulmasından , araf s. 157. ayetinde 

"Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bulacakları elçiye, o okuyup yazma bilmeyen peygambere uyarlar. O, onlara iyilik emreder ve onları kötülükten alıkoyar, temiz, hoş şeyleri kendileri için helal, murdar şeyleri üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indirir atar. İşte o zaman ona iman eden, ona tam saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile brlikte indirilen nuru izleyen kimseler; işte o asıl maksada ulaşan kurtulmuşlar, onlardır."
 

 mealinde buyurulmasından anlaşılmaktadırki,zulumleri sebebi ile kendilerine Allah cc tarafından ceza olarak verilen önceden helal olan bazı şeylerin onlara haram kılınmasına son verilmesi bir kısmı isa as   ile geri kalnı ise muhammed as ile helal kılınmıştır ve bu helallığa cumartesi yasağıda dahildir.


Sayın yazar bir başka yazısında bu görüşünü muhammed sav e destekletmek amacı ile rivayetleri referans gösterip bu 9 ayet ile on emiri  haşa onada karıştırtmaktadır. Halbuki kendisininde hem fikir olacağını düşündüğümüz ve hadis usulunde " metin tenkidi" dediğimiz usule göre rivayetlerin kur'anla sağlamasının yapılması ve bu sağlama neticesinde sahih veya uydurma olup olmadığının anlaşılabileceği bilinmektedir. ve bu rivayetin, yukarda verdiğimiz ayetler ışığında ele alındığı takdirde sahih olamayacağı aşikardır. 

Peki ihsan eliaçık bu hataları neden ve nasıl yapıyor? şeklinde bir soruya verilecek cevabımızda şı olacaktır. Öncelikle kur'anı, kur'andan değilde kur'an dışı düşüncelerin ışığında anlamaya çalışan kafaların bu tip hatalara düşmesi kaçınılmazdır.Çünkü önce kafada bir şablon oluşturulup kur'an kavramlarını veya kıssalarını bu şablona göre anlamaya çalışılmaktadır. Bu şablona uymayan ayetlerde haliyle ona uydurulmaya çalışılacaktır. İhsan eliaçığında yapmaya çalıştığı budur. Özellikle kur'an kıssaları konusundaki görüşlerini bu şablon ışığında anlamaya çalışan sayın yazar "ben yaptım oldu" mantığı içinde ayetleri kur'an bütünlüğü ve tarihi seyir hesabı yapmadan karıştırarak okuyucunun önüne koymaktadır.

"Kur'anı mümince anlamak" veya "kur'anı kur'andan anlamak" düsturunun gereğince kur'ani kavramları veya kıssaları kur'an verileri ışığında anlamaya bu düstüre aykırı olduğumuz anlatımların doğru bildiğimiz şekli ile anlamaya ve anlatmaya elimizden geldiğince devam edeceğiz. 

             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


24 Ağustos 2011 Çarşamba

Tebyinül Kur'andan Tahriful Kur'an Örnekleri 7 (Bakara Kıssası)

"Tebyinül kur'an" adlı eserdeki tahrifleri ele almaya bakara suresine adını veren bakara kıssası ile devam ediyoruz. Bu kıssadada sayın yazar diğer kur'an kıssalarında olduğu gibi kelimeler üzerinde oynayarak ve tarihi sıralamayı göz ardı ederek , musa as ın kur'anda anlatılan kıssasının diğer kısımlarıyla karıştırarak tahrif cinayetlerine devam etmektedir. Önce kıssa ile ilgili verdiği ayetlerin meallerini verelim. 

67.         Ve hani Mûsâ kavmine, “Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” demişti. Onlar, “Sen bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. O [Mûsâ], “Ben câhillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım” dedi.
68.         Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, o [sığır] her ne ise onu bizim için açığa koysun” dediler. O [Mûsâ], “O [Rabbim] diyor ki: ‘Şüphesiz o [sığır], pek yaşlı değil, pek körpe de değil, ikisi arası dinçtir.’ Haydi, emrolunduğunuz şeyi yapınız” dedi.
69.         Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, onun rengi ne ise onu bizim için açığa koysun” dediler. O [Mûsâ], “Şüphesiz O [Rabbim] diyor ki”: “Şüphesiz o [sığır], rengi bakanlara sürur veren, sapsarı bir inektir” dedi.
70.         Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, o, nedir bizim için açığa koysun, şüphesiz ki o sığır, bize müteşâbih geldi ve biz şüphesiz Allah dilerse kesinlikle doğru yolu bulmuşlarız” dediler.
71.         O [Mûsâ], “Şüphesiz O [Rabbim] diyor ki”: “O [sığır], zelil olmayan [çifte koşulmayan], arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte tam şimdi gerçeği getirdin” dediler. Sonunda onu boğazladılar. Ama neredeyse yapmayacaklardı.
72.         Ve hani siz bir nefsi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır.
73.         Sonra Biz, “Onun [öldürülen kişinin] ezası [ondan gelecek sıkıntı] sebebiyle o'nu [Mûsâ'yı] yola çıkarın” dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size âyetlerini gösterir.

Dikkat edileceği üzere kıssanın 67. ile 72. ayetleri arsı mealinde bir problem olmamasına rağmen 73. ayetin meali üzerinden kıssayı anlatarak iddia attiğimiz tahrifini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Şimdi eserinde bu kıssasile ilgili yazdıklarına bakalım.  

Bu pasaj, İsrâîliyâtın etkisiyle yanlış yorumlanmıştır. Âyetlerin tahliline geçmeden bu konuyla ilgili iddialara yer vermek istiyoruz .  

Şeklinde klasik bir girişle başlayarak eserin hacmini veya kendi yaptıklarını örtme amacıyla bizimde kabul edemeyeceğimiz rivayetleri sergileyerek tabiri caizse yavuz hırsız veya minareye kılıf uydurma amaçlı olarak eserinde yer vermektedir. 

Burada sayın yazarın katılmadığı ancak bizim katıldığımız bir görüşüne yer vermek istiyoruz. 

Bu pasaj klasik kaynaklarda, İsrâîloğulları'nın işi fazla detaya boğmaları nedeniyle işlerinin zora koşulduğu, o sebeple verilen emri fazla irdelemeden hemen yapılması gerektiği noktasında açıklanmıştır. 

Kur'anda müminlerin vasıflarından biri olarak zikredilen konulardan biriside Allah ve resulu bir işe hükmettiği zaman müminlerin ona teslim olmaları şeklindedir. Tabiki bu emirler resul olan musa as ve rabbinin verdiği bir emir içinde geçerlidir. 

33.36 Allah ve resulu bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamber'e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur. 

24.51 Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: «İşittik, itaat ettik» demek, ancak müminlerin sözüdür, işte saadete erenler onlardır. 

Bakara s. 93. ayetinde bu konunun esas amacı hususunda bizlere bir mesaj verilmektedir.  
 
 2.93 Sizden kesin söz almış ve Tur'u tepenize dikmiştik, «Size verdiğimize kuvvetle sarılın ve dinleyin» demiştik «İşittik ve karşı geldik» dediler de inkarları yüzünden buzağı sevgisi kalblerine sindirildi. De ki, «Eğer inanmışsanız, imanınız size ne kötü şey emrediyor?



Kur'anda israiloğulları ile ilgli ayetlere baktığımız zaman onların firavunun zulmundan kurtarıldıklarını ve onca rızık ile nimetlendirilmelerine karşılık onların buna şükür değil nankörlük ile cevap verdikleri bildirlmektedir. Ve bu nankörlükleri karşısında israiloğuları daha ağır imtihanlarla karşılaştırılmaktadır. Bakara kıssasında anlatılan olayda bunun bir örneğidir. İçlerine buzağı sevgisi sindirilen bir kavmin onu kesmek ile imtihanları bu kıssanın amaçlarından biridir.Amacımız bu kıssadaki tahrif konusu olduğu için bu kıssa ile ilgili anlatılmak istenen hisse konusunu ayrı bir yazımızda ele almak istediğimiz için biz tebyinül kur'an adlı eserden alıntılarla iddialarımızı ortaya koymaya çalışacağız.

Yukarda dediğimiz gibi kıssanın 67.ile 72. ayetlerinin mealinde herhangi bir problem yoktur, ancak kıssayı dayandırdığı 73. ayet mealinde ve konu ile yazdıklarında sayın yazar kur'an tarafından verilen tarihi verileride hiçe sayıp konuyu tamamen karıştırarak şöyle devam etmektedir.

73.         Sonra Biz, “Onun [öldürülen kişinin] ezası [ondan gelecek sıkıntı] sebebiyle o'nu [Mûsâ'yı] yola çıkarın” dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size âyetlerini gösterir.

Bu âyetlerde de İsrâîloğulları'nın geçmişlerinden başka bir kesit; atalarının işlemiş olduğu bir cürüm ve Allah'ın onlara verdiği emirler nakledilmekte; ayrıca Mûsâ'nın işlediği cinâyet nedeniyle başına gelebilecek sıkıntılardan kurtulması için o'nun Mısır'dan başka bir yere gönderilişi konu edilmektedir. Aynı konu Kasas sûresi'nde de yer almıştı.  

Sayın yazarın  "bu ayetlerde   Musa as ın işlediği bir cinayet nedeniyle başına gelebilecek sıkıntılardan kurtulması için onun mısırdan başka bir yere gönderilişi konu edilmektedir" şeklindeki bir iddiasına karşı önce kelimeleri tahrif etmeden önceki tarihi bilgileri nasıl tahrif ettiğini görelim.  

Bakara suresindeki israiloğulları ile ayetlerin başlangıcı 40. ayettten başlamaktadır. 50. ayette "firavunun zulmunden kurtarıldıkları" hatırlatılan israiloğullarına  atalarının bu kurtuluştan sonraki yaptıkları hatırlatılmaktadır. Yani anlatılan tarihi süreç firavunun boğulup denizden karşı tarafa geçtikleri zaman içindeki olaylardır. Bilindiği gibi mu sa as ın işlediği cinayet mısırda ve daha resul olmadan önceki bir olaydır. Sayın yazar bu olayı karıştırarak kıssayı tahrife dayanak yapmaya çalışmaktadır.

Sayın yazar konuya şu şekilde devam etmektedir.

Burada Mûsâ'nın elçiliğe hazırlanışı ve o'nun vahye muhatap olması nedeniyle sosyal ölülerin diriltilmesi söz konusudur. Âyetteki, Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size âyetlerini gösterir ifadesi de, buna işaret eder, cesedin canlanmasına değil. Nitekim Rasûlullah ve o'nun tebliğ ettiği vahiylerle ilgili de şöyle buyurulmuştur  

Sayın yazar musa as ın elçiliğe hazırlanma zamanını ve mekanını buradada karıştırmış ve "sosyal ölülerin diriltilmesi söz konusudur" demektedir. Halbuki kendisinin 72. ayete verdiği mealde "hani siz bir nefsi öldürmüştünüz" şeklinde verdiği ayet mealini unutarak buradaki öldürme hadisesini mecaz olarak görmekte ve hakiki anlamda verdiği meale karşılık ayetin izahında bunu mecaz olarak değerlendirmekte ve kur'anda mecaz olarak geçen ayetleri iddiasına dayanak olarak sunmaktadır. Yazar daha önceki yazılarımızdaortaya koyduğumuz şekilde tenakuzlarına bir yenisini daha katmaktadır. Eserinde gözümüze çarpan bir husus bir  konu ile ilgili tefsirlerdeki geleneksel yanlış bilgileri ortaya dökerek eserin hacmini büyültmesi ve o yanlışların üstüne kendi yanlışını bine ederken o yanlışla kendi yanlışını örtmeye çalışmasıdır. Sayın yazarın  eserinde şimdiye kadar okumaya fırsat bulduğumuz kadarıyla bir göz boyama diyebileceğimiz şekilde yüzde 70 i yanlış alıntılarla eserini doldurup yüzde 30 kendi düşüncelerini ortaya koymaya çalışmasıdır.
73. ayeti kıssadan ayrı bir ayet olarak değerlendiren sayın yazar aşağıdaki şekilde devam ederek ve mevdudinin eserinden alıntılarla tefsirSine devam etmektedir. Mevdudinin bu yazdıklarına bizimde katılmadığımızı ifade edelim. 

Bu paragraf, “sığır kesme” pasajının devamı olarak algılanmış, makul ve makbul olmayan iddialar öne sürülmüştür. Bunlardan biri de, birçok konuda takdir ettiğimiz Mevdûdî tarafından zikredilmiştir:  

Mevdudiden yaptığı alıntıların devamında sayın yazar şu şekilde devam etmektedir. 

Âyette geçen  بعض[ba‘z] sözcüğü, “kısım, parça” anlamında edat olduğu gibi, بَعُضَ [ba‘uza/eza etti, acıttı] fiilinin mastarı da olabilir. Klasik anlayış, sözcüğün “parça” anlamını [edat hâlini] dikkate almıştır. 

BA‘Z
بعض [ba‘z] sözcüğü, “parça” anlamında kullanıldığı gibi, بعض [ba‘uza/dişledi, eziyet etti] fiilinin mastarı da olur. Hatta,  بعوضة[ba‘uzat/sivrisinek] sözcüğü de buradan gelir.[48]

DARB
Bu sözcüğün de birçok anlamı vardır. Bu konu hakkında Sâd sûresi'nin tahlilinde Eyyûb kıssası sadedinde açıklamalarda bulunmuştuk ve kelimenin, “yola çıkmak, bir başka yere gitmek” anlamını tercih etmiştik.[49]
Sözcükler bu anlama alındığında mana şöyle olur: Öldürülen kişi sebebiyle Mûsâ'ya eza edilmemesi için o'nu Mısır'dan uzaklaştırın, yola koyultun. Burada emir, Mûsâ'ya Mısır'dan kaçmasını öneren kimseye verilmiş, o da Mûsâ'nın Mısır'dan kaçmasını sağlamıştır. Bu kişi Mü’min sûresi'nde, “Firavun'un yakınlarından olup imanını gizleyen biri” olarak nitelenmiştir. Biz bu kişinin, Firavun'un karısı –ki Kur’ân'da övülmektedir– olduğu kanaatindeyiz. 

Sayın yazar 73. ayeti kıssadan ayrı bir paragraf olarak değerlendirerek "ba'z"kelimesi üzerinde durarak makul ve makbul !! iddalarına delil getirmeye devam etemktedir. "ba'z" kelimesinin sonundaki "he " zamirini hesaba katmadan bu kelimenin esas anlamını bırakıp yan anlamını tercih etmektedir. ragıp elisfahaninin müfredatında bu kelimenin anlamı "bir nesnenin cüzü, kısmı yada parçası " olarak verilmiş sivrisinek anlamı ise esas anlamından hareketle " diğer hayvanlara nispetle cisminin küçük olmasından dolayı" verildiği yazılır . Yani" bir nesnenin bir kısmı" bu kelimenin esas anlamıdır ve siyak ve sibaka uygun olanda budur. 

Yine aynı şekilde "darebe " (vurmak) fiilinede esas anlamını terkederek yan anlamını tercih etmiş ve bu iddiasını "özrü kabahatinden büyük" dedirtecesine eyyub as kıssasındaki darebe fiilinede yola çıkmak anlamını verdiğini buradada bunu tercih ettiğini söylemektedir. "darebe" fiiline "yoa çıkmak" manası yine esas anlamından hareketle ayakları yere vurmaktan kinaye olarak yan anlam olarak verilmiştir. Ancak burada verilmesi gerekn esas anlamı terkederek yan anlamı tercih etmiştir . Halbuki siyak ve sibaka uygun olan esas fiilin esas anlamıdır. 

 Sayın yazar burada artık tabiri caizse iyice çuvallayarak mutad olduğu üzere tenakuzlarına devamla 73. ayete şu anlamı vermektedir. "öldürülen kişi sebebiyle musaya eza edilmemesi için onu mısırdan uzaklaştırın" burada kur'an bütünlüğü ve arapçanın kuralları darmadağın edilerek verdiği mananın makul ve makbulluğu!!  üzerinde biraz duralım. Öncelikle bakara kıssasının tarihi ile musa as ın işlediği cinayet zamanı arasındaki zaman farkını  hesaba katmayan sayın yazar  "idrubuhu bi ba'diha" kelimesini musaya eziyet edilmemesi için mısırdan uzaklaştırın" şeklinde meallendirerek kur'anda israiloğulları için söylenen "kelimeleri yerinden oynatmanın" örneklerini sergilemiştir. Sayın yazar arap gramer kaidelerini kendi belirleyerek "hu" müzekker zamiri ile "he" müennes zamirlerini musa as için kullanmaktadır.Arapları " bizleri babalarımızın bulduğumuz dilden geri çevirmek isteyen bir adam dedirtircesine gramer kurallarını dahi hevası uğruna tahrif etmekten çekinmeyen bir arapça uzmanıdır!!! sayın yazarımız.Tarihi hesaba katmadan yaptığı tahriflere birini daha ekleyerek, musa as ın gençlğinde yani daha resul olmadan işlediği cinayet ile firavunla olan mücadelesinin anlatıldığı mümin suresindeki " imanını gizleyen adamı"  firavunun karısı" olarak söyleyip kendini iyice gülünç duruma sokmaktadır. mümin s. 28 ayetinde " gale raculun mü'minun"  ayetini acab hangi arap " kadın bir mümin " olarak anlamış bizim sayın yazarımız buna kadın diyor? . O ayetlerde mümin kişi için erkek tabirini kullanmış olsa bile o mümin kişinin musa as  ile bir konuşması olmadığını ayetlerde görmekteyiz. 

Sonuç olarak: özellikle kur'an kıssaları üzerindeki tahriflerini ortaya koymaya çalıştığımız "tebyinul kur'an" adlı eserin bakara kıssasında gördüğümz üzere diğer tahrif edilmiş kıssalara ilaveten burada tarihi olayların seyri birbirine karıştırılarak ve kelimeler yerinden oynatılarak sayın yazarın adeti olduğu üzere tahriflere " durmak yok yola devam" denilmektedir. Biz bu yazımızı sayın yazar kıssadaki tahirflerini ele alma amaçlı olarak yazdığımız için bu kıssadan hisse alma amaçlı olarak anlaşılması gerekenlerin üzerinde bir başka yazımızda durmak istiyoruz. 
               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC   BİLİR.

Al-i İmran7. Ayeti Işığında Arş Kavramı,Sekiz Meleğin Arşı Taşıması

3 -7- Sana Kitab’ı indiren O'dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. 

Allah cc bu ayetinde kur'an ayetlerinin muhkem ve müteşabih olarak iki kısım olduğunu bizlere bildirmektedir. "Muhkem" kelimesinde  pek fazla bir anlama sorunu olmamasına rağmen "müteşabih" kelimesinde bir çok ihtilaf meydana gelmiştir. Genel geçer bir anlayış olarak  "müteşabih ayetler bilinemez" şeklindeki bir anlayış kur'ana uyan bir anlayış değildir. Kamer suresinde 4 ayette ve kur'anın diğer ayetlerinde "düşünüp öğüt alınması için kolaylaştrılmış bir kitap" olarak vasıflanan bir kitabın içinde anlaşılmaz ayetler gurubunun  olduğunu iddia etmek bu ayetlere muvafık değildir. 


Kur'an ayetlerine baktığımız zaman bize iki alan hakkında bilgiler verdiğini görürüz.1. gözlerimizle şahit olduğumuz alan  2. gaybi alan , gözlerimizle şahit olduğumuz alan ile ilgili ayetler "muhkem ayetler" kategorisinde değerlendirilmektedir .Ancak gözlerimizle şahit olmadığımız  ve " gaybi alan " dediğimiz Allah, cennet ,cehennem,cin, melek, şeytan, gibi kavramlarda kur'anda bizlere  anlatılmaktadır. Müteşabih kelimesinin " benzeştirmek" olan  anlam karşılığındanda anlaşılacağı üzere Allah cc" gaybi alan " kategorisine dahil olan kısmı  bizlere muhkem ayetlere benzeştirerek anlatmaktadır.  İnsanların anlama kapasitesi gözleri ile gördüğü ve aklı ile algılayabildiği  ile sınırlı olması hasebiyle Allah cc bizlere bu gayb alanınıda bizim anlama kabiliyetimize uygun olarak bizlere bildirmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse müteşabih ayetlerin özelliği "ŞAHİD OLMADIĞIMIZ GAYB ALEMİNİN, GÖZÜMÜZÜN VE AKLIMIZIN SINIRLARI DAHİLİNDE BİZLERE ANLATILMASI" dır. Ve bu anlatım uslubu içinde kur'andaki arş , istiva,yed, vech, vs gibi kavramlar bizlere anlatılmaktadır. Biz bu yazımızda "arş " kavramının kur'anda ne şekilde anlatıldığını anlamaya çalışacağız. 


"arş" kavramının önce muhkem olarak kullanıldığı ayetleri görelim.                                                                                                                                                                                                       27-23- "Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir arşa var.                                                                                                                                                 
12-100- Babasını ve annesini arşa  çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: "Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur.   

  Her  iki ayette geçen "arş" kelimelerinin anlamı "taht "tır. Bu kelimenin ifade       ettiği anlam ise güç ,kudret ,azamet  göstergesidir. Sebe melikesinin ve yusufun hükümranlığının ifadesi üzerinde oturduğu "taht veya arş" ile anlatılmaktadır. Kur'anda bir çok ayette " Rahman arş üstüne istiva etti " mealinde ayet bulunmaktadır. 7.54-  10.3 - 13.2 - 20.5- 25.59- 32.4  gibi . birde Allahın "büyük arşın rabbi" olduğu mealinde ayetler bulunmaktadır . 9.29-17.42- 21.22- 23.86-23.116-27.26- 40.15- 43.82- 81.20-85.15 .   "istiva" kelimesinin lügat anlamına baktığımızda "oturmak" şeklinde bir anlam çıkmaktadır.    "errahmanu alel arşı isteva " ayetinin meal karşılığıda "rahman arş üzerine oturdu" şeklindedir.     Şura s. 11 de  " o nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur " mealindeki ayete göre Allahı yarattıklarının hiç bir şekilde benzeri olmadığına göre bu ayetleri ne şekilde anlamak gerekir sorusu gündeme gelmektedir. Haşa Allah cc yi insanların tahta  oturması şeklinde bir oturma  anlayışının  sapık bir anlayış olduğuna göre   yine  bir kralın tahta oturmasının  onunmecazi olarak  güç kudret ve iktidar sahibi olmasını ifade ettiğini unutmayalım.  


  Müteşabih kavramına yüklediğimiz anlam çerçevesi içinde bu ayetlere baktığımız zaman ayetler bize açılmaktadır." Müteşabih "kavramını  " ŞAHİD OLMADIĞIMIZ GAYB ALEMİNİN, GÖZÜMÜZÜN VE AKLIMIZIN SINIRLARI DAHİLİNDE BİZLERE ANLATILMASI "  şeklindeki tariften yola çıkarak arş ve istiva kavramlarınının anlaşılabileceğini düşünüyoruz.( Tabiki burada parantez içi bir hatırlatmamızda  olacaktır kökleri tarihte kalmış "mücessime" akımının düştüğü yanlış bu ayetleri lafzi bir biçimde yorumlayarak Allahı insan biçimci bir şekle sokması ve sapkınlığa düşmesidir) Şahid olduğumuz alan verileri ile düşündüğümüz zaman bir hükümdarın hükümranlığının sembolu onun üzerinde oturduğu tahtıdır. Bir hükümdarın oturduğu tahtın büyüklüğü, hakimiyeti ile orantılıdır. Allah cc  arşının büyüklüğünü  bizlere  teşbih ile anlatarak azameti , kudreti ve hakimiyeti karşısında ancak ona secde edilebileceğini bizlere göstermektedir. 

Burada yeri gelmişken Allahın arşının büyüklüğünü ifade etmesi bakımından bakara 255.ayeti olan " ayetel kürsi" olarak bilinen ayeti hatırlamakta fayda var. " onun kürsisi gökleri ve yeri kuşatmıştır"  ayetindeki  "kürsi" kelimesinin anlamınıda hatırlamak gerekirse "kürsi ,arşın altında bulunan    Allah cc nin yarattığı bir şey olarak tarif edilmiştir" anadoluda bilidiğimiz gibi yüksek  bir yere çıkmak için kullanılan veya kahvelerde oturulan küçük sandalyelerede kürsi denir.  "kürsi" kavramı muhkem anlam olarak sad s. 34. ayettede geçmektedir ancak buradaki " kürsi" kelimesi meallerde  hatalı olarak "taht " şeklinde çevrilmiştir . 

Kürsi kelimesinin anlam karşlığı "yüksek bir yere çıkmak için  ku llanılan   bir araç " manasında anladığımız zaman Allah cc nin arşının büyüklüğünün anlatılışı dahada azamet kazanmaktadır bakara 255. deki " kürsi" kelimeside müteşabih olarak anlamak gerekmektedir.Arşına çıkmak için kullandığı kürsinin genişliği gökleri ve yeri kaplayan ALLAH CC nin arşının büyüklüğünü kürsisinin kapladığı alan doğrultusunda anlamaya çalıştığımız zaman " arşının" ,dolayısıyla hakimiyetinin büyüklüğü karşısında  onun  hakimiyetini inkar eden kullarının acziyeti ve zavallığını   sözler anlatmaya yetmez.

"Arş" kavramının müteşabih (benzeştirmeli)   bir anlatım tarzı ile Allah cc nin kullarına kendi azametini anlatması  olarak anladığımız  zaman zihni kapasitemizin en son sınırlarını zorlayarak Allahın hükümdarlığını  anlamaya gayret etsek bile bu onun büyüklüğünü anlamaya yeterli olmayacaktır .Böylesine ululuk .azamet. ve hükümranlık sahibi olan Allah cc karşısında biz kullarına düşen ise ona  ortaklar koşmadan secde etmektir.  


"Arş " kavramının geçtiği  hakka s. 17. ayetinde  müteşabih bir kullanımın güzel bir örneği verilmiştir.  bu konuyu anlamak için hakka suresi 13. ve 37. ayetlerini okumamız gerekmektedir . ayet mealleri şöylediir. 

13- Artık sur'a tek bir üfürülüşle üfürüleceği.
14- Yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı, ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça olacağı zaman.
15- İşte o gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık vukubulmuş (gerçekleşmiş)tur.
16- Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.'
17- Melek(ler) ise, onun çevresi üzerindedir. O gün, Rabbinin arşını onların da üstünde sekiz (melek) taşır.
18- Siz o gün arzolunursunuz; sizden yana hiçbir gizli (şey), gizli kalmaz.
19- Artık kitabı sağ-eline verilen kişi, der ki: "Alın, kitabımı okuyun."
20- "Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım."
21- Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir.
22- Yüksek bir cennette.
23- Devşirilecek (meyve ve eşsiz ürün)leri pek yakındır.
24- "Geride kalan günlerde, 'peşin olarak sunduklarınıza karşılık olmak üzere,' afiyetle yiyin ve için."
25- Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi."
26- "Hesabımı hiç bilmeseydim."
27- "Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi.
28- "Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı."
29- "Güç ve kudretim yok olup gitti."
30- (Allah buyruk verir:) "Onu tutuklayın, hemen bağlayın."
31- "Sonra çılgın alevlerin içine atın."
32- "Daha sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin."
33- "Çünkü, o, büyük olan Allah'a iman etmiyordu."
34- "Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı."
35- "Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur."
36- "İrin ve kan karışımından başka bir yemek yoktur."
37- "Bunu da, hata edenlerden başkası yemez."

Ayetlerden anlaşıldığı üzere kıyamet sonrası olacaklar bizlere bir mahkeme salonu görüntüsü içinde teşbihi bir şekilde anlatılmaktadır.   13.14.15.16. ayetlerde kıyametin kopuşu anlatılmaktadır. 17. ayette meleklerin semanın etrafını çevirmelerini davalıların mahkemeden hesabı görülmeden çıkmamasını sağlamak  yani kaçmanın mümkün olmadığı , davalılar hazır bulundurulduktan sonra ve yine teşbihi bir biçimde mahkeme başkanının azametli bir biçimde  salona girişi resmedilmektedir.    

Zengin ve soylu kişilerin çölde 4 kişinin taşıdığı "tahtırevan" denilen  araçlarla yol aldıklarını  bazı arap filmlerinde gözümüze çarpmıştır. Zenginlik ve ihtişamın göstergesi olan bu araçlarla taşınmanın teşbihi bir şekilde 8 ayrı melek tarafından taşınmasının bize anlatmak istediği, Hakimlerin hakimi olan Allah cc nin azameti ve büyüklüğünü  müteşabih bir anlatım  tarzıyla anlatılmasıdır. Etrafı kimsenin dışarı çıkamamasını sağlamak amacıyla melekler tarafından çevrilmiş bir salona benzetilen yer , yine azamet ve büyüklüğün bir göstergesi sayılan tahtırevanın dahada azametli olduğunun göstergesi 8 melek tarafından   "arşının 8 melek tarafından taşınması" ayeti ile anlatılması herkes hazır olduktan sonra mahkemeye hakimin girişi resmedilmektedir. 

18 ayette  mahkeme başlamıştır  , 19.24 ayetler arasında    suçsuz görülüp kitabı sağından verilen kişi ebedi kalacağı cennete gönderilir.   25. 37 ayetler arasında kitabı solundan verilerek ebede cehenneme gönderilen kişinin bu karara bir itirazı olmadığını görmekteyiz. Çünkü hakimlerin en adili olan Allah cc tarafından muhakeme edilmiştir. ve devamında gerekçeli kararıda açıklanmaktadır. Buna benzer bir mahkeme salonu teşbihi zümer suresi 68 ile 75 ayetlerdede görmekteyiz. 


Sonuç olarak ali imran s. 7 ayeti ışığında muhkem ve müteşabih olarak iki kısım olan kuran ayetleri muhkem ayetler ışığında anlaşılmaya çalışıldığı takdirde kolay  bir şeklide anlaşılmaktadır . Müteşabih ayetlerin anlaşılmaz ayetler gurubu değil aksine muhkemlerle benzeştirilerek anlatılan  ayetler  olduğu düşüncesi ışığında anlaşılan ayetleri  antropomorfik ( insan biçimci) bir anlayışa kaçmadan anladığımız takdirde    kolaylaştırılmış bir kitap olan kur'ana uygun bir biçimde anlamış oluruz . 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.                                                     

21 Ağustos 2011 Pazar

Mü'min s. 46. ve Tevbe s.101. Ayeti Kabir Azabına Delil Olurmu

Kur'anda varlığına dair hiçbir delil bulunmayan kabir azabı konusu Resulullah s.a.v den rivayet edildiği iddia edilen hadisler yoluyla itikadi bir konu haline getirilmiş ve buna inanmayan kişiler kafir ilan edilmeye kadar gidilmiştir. Bizlerin iman etmesi gereken her türlü itikadi bilgi Kur'an kaynaklı olması gerekmesine rağmen bu konu hadisler yolu ile itikat alanında mühim bir yer teşkil ettirilmiştir. 
 
Kabir azabı konusuna girmeden önce Kur'an harici bize gelen bir bilgiyi ne şekilde kabul edeceğimizi hatırlamadan bu konunun açıklığa kavuşması zor görünmektedir.Bizlere hadis adı gelen herhangi bilginin sağlamasını Kur'an ile yapmadıkça o bilginin doğruluğu ve yanlışlığı anlaşılamaz.Hadis adı altında gelen bir bilgi Kur'an ile uyuşuyorsa kabule şayandır eğer bu bilgi Kur'anla uyuşmuyorsa kabul edilemez. Kabir azabı hakkında gelen hadisleri de bu kriter ile ölçmek zorundayız. Yani Kur'anın doğruluğu hadis ile değil , hadisin doğruluğu kur'an ile ölçülmelidir. Kabir azabı konusu da bu kriter ile ölçüldüğü zaman karşımıza çıkan sonuç bu haberlerin sahih olmadığıdır. 

Geleneksel din anlayışına hakim olan genel geçer düşünce Kur'an ile hadis çakışınca Kur'anı hadise uydurmak şeklinde bir anlayıştır. Kabir azabı konusu da bu anlayışa uydurulan meselelerdendir. Özelikle Mümin suresi 46. ayeti kabir azabına delil getirilen bir ayet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yazımız Mü'min s. 46. ayetinin kabir azabına delil olup olmayacağı ile ilgili olacaktır. Ölüm ile diriliş arası durumu kur'an ışığında başka bir yazımızda ortaya koymaya çalışmıştık. Bu ayeti anlamak için konu bütünlüğü içinde okunması gerekmektedir. Ayetin bağlamı bilindiği gibi Musa as ve Firavun kıssası ile ilgilidir. Mü'min s. 23. ve 50. ayetlerinin meali şu şekildedir.

23- Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik;
24- Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler.
25- Böylece, o, Katımız'dan kendilerine bir hak ile geldiği zaman, dediler ki: "Onunla birlikte iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın." Ancak kafirlerin hileli-düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir.
26- Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum."
27- Musa dedi ki: "Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım."
28- Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: "Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; ve eğer doğru sözlü ise, (o zaman da) size va'dettiklerinin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez."
29- "Ey Kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize Allah’tan dayanılmaz bir azap gelecek olursa bize kim yardımcı olabilecek?" Firavun dedi ki: "Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum."
30- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum."
31- "Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez."
32- "Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum."
33- "Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz."
34- "Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki; "Allah, ondan sonra kesin olarak bir elçi göndermez." İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır."
35- "Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah Katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler."
36- Firavun (alayla) dedi ki: "Ey Haman, bana yüksek bir kule bina et; belki o yollara ulaşabilirim,"
37- "Göklerin yollarına. Böylelikle Musa'nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum." İşte Firavun'a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun'un hileli-düzeni, 'yıkım ve kayıpta' olmaktan başka (bir şey) olmadı.
38- İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi doğru yola iletip-yönelteyim."
39- "Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur."
40- "Kim bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkasıyla ceza görmez; kim de -erkek olsun, dişi olsun- bir mü'min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler."
41- "Ey kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırıyorken, siz beni ateşe çağırıyorsunuz."
42- "Siz beni Allah'a (karşı) inkar etmeye ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah')a çağırıyorum.
43- "İmkanı yok; gerçekten sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin, dünyada da, ahirette de çağrıda bulunma (yetkisi, gücü, değeri ve bağışlama)sı yoktur. Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah'adır. Ölçüyü taşıranlar, onlar ateşin halkıdırlar."
44- "İşte size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir."
45- Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.
46- Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek).
47- Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?
48- Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)."
49- Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: "Rabbinize dua edin; azaptan bir günü (olsun) bize hafifletsin."
 50- (Bekçiler:) "Size kendi Resulleriniz açık belgelerle gelmez miydi?" dediler. Onlar: "Evet" dediler. (Bekçiler:) "Şu halde siz dua edin" dediler. Oysa kafirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir. 

Firavun , Haman ve Karun bilindiği üzere kur'anda küfrüne örnek verilen sembol şahsiyetlerdendir. Bu 3 insan gurubu ademden kıyamete kadar müstazafların başına musallat olan ve olacak olan zalimlere bir örnektir. Bu inkarcılar daha dünyada iken cehennemi hak edenler gurubuna dahildirler. Yani daha dünyada iken bunların yerleri rezerve edilmiştir. Buna dair ayet meallerinden birkaçını örnek olarak verelim.

5.10 İnkar edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir. 
22.51 Ayetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar, işte onlar cehennemliklerdir. 
57.19 Allah'a ve peygamberlerine inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır

  4.115 Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! 

Daha dünyada iken yaptıkları karşısında cehennemi hak eden İbrahim as ın babasının zikri geçen Tevbe s 113. ayetinde de "çılgın ateşin yaranı oldukları açıklananlardan oldukları" kimseler bahsedilmektedir. Mümin s. 45 ayetinde de mümin kimseyi koruyup firavun ve yaranının ateşin en kötüsüne aday oldukları ve ateşin onları kuşattıkları 46. ayette bildirilmektedir. 


Yunus s. 33. ayetinde fasıkların iman etmeyeceklerini kesin olarak bildiren rabbimiz yukarıda verdiğimiz örnek ayetlerde de bunların yerlerinin cehennem olduğunu beyan etmektedir. Firavun ve yaranı da bunlara dahildir. Sabah akşam ateşe sunulmaları kıyamet gününden önce değil aksine hayatta iken ateşe rezervasyonu yapılanlardan oldukları için "sabah akşam ateşe sunulurlar" denilmektedir. 

Kur'anda ölümden sonra kabirlerden kalkanlar için kullanılan "yattığımız yerden bizi kim kaldırdı" sorusunu soranlar şayet kabirlerinde herhangi bir azap görselerdi bu sözleri söyleyecekleri bize bildirilir miydi? 

Kabir azabı ile ilgili delil getirilen ayetlerden biride Tevbe s. 101 ayetidir. Ayetin meali şöyledir.


9.101 Çevrenizdeki Bedeviler içinde ikiyüzlüler ve Medine'liler içinde de ikiyüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil, ancak Biz biliriz. Kendilerine iki defa azab edeceğiz; onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar.
 
 Ayette geçen "iki defa azab edilmesi " tabirinden yola çıkılarak birinci azabın kabirde olacağı görüşü ortaya atılmıştır. Kur'an bütünlüğü göze alındığı zaman bu ayetinde kabir azabına delil olmayacağı ortaya çıkmaktadır.


10.97 Onlara bütün uyarıcı mesajlar gelse bile. Ancak acıklı azabı görünce iman ederler. 
26.201Onlar acıklı azabı görmedikçe ora inanmazlar. 
39.26 Allah onlara, dünya hayatında rezilliği tattırdı; ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bilseler!

Tevbe s. 126. ayetine baktığımızda, iki defa azap etmenin nerede olduğu daha net anlaşılmaktadır. 


[009.126]  Ya görmüyorlar mı ki, onlar her yıl mutlaka bir defa veya iki defa bir fitneye, bir belâya tutuluyorlar da sonra tevbe etmiyorlar. Ve onlar düşünüp ibret de almıyorlar.

Tevbe s. 101. ayetinin bağlamı Medine ve çevresindeki münafıklar ile olduğunu dikkate aldığımızda, Tevbe s. 126. ayetinde onların yanlışlarını düşünüp kendilerini düzeltmeleri için, yılda bir veya iki defa belaya çarptırıldıklarının anlatılmış olduğunu görmekteyiz. Tevbe s. 101. ayeti onlara verilecek olan bu belayı haber vermekte, kendilerini düzeltmedikleri takdirde ise, büyük azaba yani ebedi cehennem azabına atılacaklarını bildirmektedir.

Sonuç olarak: kur'anda herhangi bir şekilde bizlere haber verilmemesine rağmen kabir azabı konusu hadisler gündeme getirilerek ortaya atılmıştır. Ancak hadisleri kur'anla sağlama yapma gereğince bu konuya kur'andan delil yoktur. Kur'andan delil olarak getirilen Mümin s. 46 ve Tevbe s. 101 ayetlerini kur'an bütünlüğünde ele aldığımız zaman bunların delil olamayacakları ortadadır.
 
                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


 
 

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Yunus a.s Kıssası

Yunus as kıssası müminler için tebliğ sürecinde karşılacakları engellere karşı sabır ve kararlılık mesajı veren bir kıssadır. Yunus as ın tebliğine muhatap olan kavmi kur'anda zikri geçen elçilerin çoğunun kavimlerinin helak edilmesine karşılık iman edip helak olmaktan kurtulmuşlardır. Kıssanın kur'anda geçtiği ayetlerin mealleri üzerinde durarak kıssanın bizim için vermek istediği mesajı anlamaya çalışalım.

Kıssa ile ilgili olarak inen ilk ayet kalem suresi 48.49.50 ayetleridir

68.48 Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret; balık sahibi (Yunus) gibi olma, o, pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti.
68.49 Rabbinin katından ona bir nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak sahile atılacaktı
68.50 Rabbı, onu seçti de salihlerden kıldı. 
 
 

"Sabret"  şeklinde gelen emirler özellikle tebliğin mekke döneminde inen ayetlerinde daha fazla gözümüze çarpmaktadır. Kur'anda muhammed sav den önce risalet görevi verilen bütün resuller , kavimleri tarafından hoş karşılanmamış ve türlü eziyetlere uğratılmışlardır. Dolayısı ile muhammed sav de bu eziyet ve işkencelere maruz kalmıştır. Bu eziyet ve işkencelere karşı kalem suresinde yunus as ın sabırsızlığı öne çıkarılarak onun gibi olunmaması emredilmektedir.

Fahreddin razinin tefsirinde yunus as ın sahile atıldıktan sonra resulluk görevi verildiğine dair ibni abbastan bir görüş nakledilmektedir. Bu görüşe katılmadığımızı belirtelim ve nedenini şu şekilde izah edelim. Kıssanın anlatım gayesi ilk muhatabı olan muhammed sav e sabretmesini öğütlemek amaçlı olduğuna göre yunus as kendisi gibi bir resul olmasaydı ve yalanlamalara karşı sabır göstermeyerek kavmini terketmeseydi "balık sahibi gibi olma" şeklinde bir emir verilmezdi. Aynı görevi taşıyan elçilerin kaşılaştıkları durumlar karşısında yapması gerekenleri rabbimiz kıssa şeklinde anlatarak ibret almamızı istemektedir. Saffat suresi 138.139 ayetlerde"doğrusu yunusta gönderilenlerdendi, hani o dolu bir gemiye kaçmıştı" mealindeki ayetten anlaşılacağı üzere resul olduktan sonra gemi ile kaçtığını görmekteyiz. 

Yunus as ın sahile atıldıktan sonramı yoksa atılmadan öncemi resul olduğu konusu özellikle kur'an kıssaları konusunda aykırı düşünmeye hevesli bazı araştırmacıların üzerinde durdukları bir konu olduğu için zikrekme gereği duyduk. Kur'an kıssalarını anlama metodu olarak bir kıssanın günümüze ne gibi bir mesaj vermek istediği konusunu öne çıkarmak düşüncesinde olduğumuz için kıssa içinde dönüp dolaşmak şeklinde bir anlayışı tasvip etmediğimizi belirtmek isteriz. Zaten bu konu özellikle geleneği toptan reddedip modernist bir yaklaşım içinde olan kişilerin kaynağını otaya koymak amaçlı olduğu için yazma gereiği duyduk. Görüldüğü gibi yunuz as ın sahile atıldıktan sonra risalet görevi verilmesi düşüncesi "ibni abbastan" alınan bir nakildir. 

Yunuz as a sahile atıldıktan sonra risalet verilseydi muhammed sav içinde bir çıkış yolu olabilirdi şöyleki: Yunus as kavminin yalanlaması karşısında sabır göstermeyip" ey rabbim mekke halkı beni yalanladı ben bu kavimle uğraşamayacağım başka bir kavme gidip onlara tebliğ edeyim" şeklinde bir bahanesi olabilirdi , çünkü" yunus as ın kavmi onu yalanlamış kavmini terketmiş ve başka bir kavme resul olmuş" diyebilirdi. Halbuki böyle olmamıştır. Yunus as ilk başta hangi kavme gönderildi ise sahile atıldıktan sonrada aynı kavme gönderilmiştir.Çünkü esas olan sabır mücadele ve zaferdir. 

Kıssanın enbiya suresindeki ayetlerinin meali şöyledir. 

85- İsmail, İdris ve Zü'l-Kifl, hepsi sabredenlerdendi.
86- Onları rahmetimize soktuk, şüphesiz onlar salih kimselerdi.
87- Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu.
88- Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız.

85. ayette yine sabır olgusu vurgulanarak 3 resulun sabrı ve yunus as ın sabırsızlığı ve bu sabırsızlığı yüzünden başına gelen sıkıntıyı dua etmesi neticesinde Allah cc nin nasıl giderdiğini görmekteyiz. Burada bizlere verilmek istenen bir mesajda herhangi bir sıkıntı karşısında velevki yaptığımız bir hata sonucu ile olsa dahi rabbimiz Allah cc nin rahmetinin ve bağışlamasının sonsuz olduğunu görmemiz gerektiğidir. Yunus as haşa" benim ona bakacak yüzüm yok" dememiş yine onun verdiği bir sıkıntıdan yine ona sığınmıştır. Bizlerede yakışan budur.Başımıza gelen bir sıkıntı karşısında isyan veya karamsarlığa kapılmadan Allah cc nin rahmetine sığınmaktır.Çünkü Allah cc kullarını işitir ve görür

Saffat suresindeki ayetlerde kıssa biraz daha teferruatlı şekilde bizlere anlatılmaktadır. Ayetlerin mealleri şöyledir.

139- Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.
140- Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.
141- Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.
142- Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.
143- Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,
144- Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.
145- Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.
146- Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.
147- Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.
148- Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık

139.ve 140 . ayetlerden anladığımıza göre yunus as gemiye binip kaçmadan önce elçilerdendi.140. ayetteki "elfulkil meşhun" (dolu gemi) ifadesi başka  ayetlerdede gözümüze çarpmaktadır. Nuh as ve inananlarını tufandan "dolu gemi " ifadesi ile kurtaran rabbımız ,kendi ayetlerine örnek olarak kullarını dolu bir gemide taşımasını gösterir.Kullarını dolu gemilerde taşıyan rabbimiz yunus as ı oradan denize atma kudretinede sahiptir.142. ayette "oysa o kınanmıştı" ifadesine zariyat suresi  40 . ayette denizde boğulan firavun içinde kullanıldığını görmekteyiz. 143. ayetteki "eğer tesbih edenlerden olmasaydı" ifadesinden,yunus as ın sadece o anda değil hayatının her anında tesbih edenlerden olduğu anlaşılmalıdır.Çünkü firavun boğulma anından önce ilahlık ve rablık iddiasında bulunup can boğaza geldiği anda "musanın ve harunun rabbına iman ettim" demiş ancak bu imanı kendisine fayda vermemiştir. Yunus as hayatının her anında Allah cc yi rab ve ilah bilip sıkıntı anındada ona sığınıp duası kabul edilmiştir.

144. ayette yunus as ın "tesbih edenlerden olmasaydı kıyamete kadar balığın karnında kalacağı" ifade edilmektedir. Burada şöyle bir soru akla gelebilir balık kıyamete kadar yaşayacakta yunus as onun karnındamı kalacak? bu sorunun cevabını yunus as ile kendimizi özdeşleştirerek verebiliriz. Yani kıssayı günümüze taşıyarak ve  kendimizi yunus as yerine koyarak bunu anlayabiliriz. Enbiya suresi 87. ayetindeki "ezzulumat" (karanlıklar) kelimesi ile saffat s. 144. ayetindeki "fi batnıhi"  (balığın karnında) kelimesini aynı mekan için kullanıldığını görmekteyiz yani balığın karnı karanlıklar olarak tavsif edilmektedir. Belki yunus as dan başka hiçbir kul balığın karnında karanlıklar içinde kalmayacaktır ama kıyamete kadar gelecek olan Allahın kulları içinde hata edip karanlıklar içinde kalanlar olacaktır. İşte o kullar hata edip karanlıklar içinde kaldıkları zaman onların yardımına yine Allah cc koşacaktır. Rabbimiz bizlere bu konuda kitabında bir çok ayet indirmiştir. Örnek olarak birkaç ayet meali verelim. 

2.257 Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır. 
5.16 Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir. 
6.39 Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar. 
14.1 Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. 
57.9 Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna, apaçık ayetler indiren O'dur. Doğrusu Allah size karşı şefkatlidir, merhametlidir. 


146. ayetteki "yaktin ağacı" üzerinde durmak gerekirse önce saffat s. 145 ve kalem s. 49 ayetlerinde geçen "bil arai "kelimesi üzerinde durmak gerekmektedir. Bu kelime "ıssız boş yer ve üzerinde bitki örtüsü olmayan yerler için kullanılan bir kelimedir. Allah cc böyle bir arazi üzerinde yunus as ın kavminekarşı bir ayet olarak bu ağacı bitirmiş ve  o kavim bu ayet karşısında yunus as a iman etmişlerdir.

Yunus suresi 98. ayeti bizlere resullerin kavimleri ile gelen "sünnetullah" hakkında açık bir bilgi vermektedir.
 12
 98- Ama (azap geldiği sırada) iman edip imanı kendisine yarar sağlamış -Yunus kavminin dışında- bir ülke olsaydı ya! Onlar iman ettikleri zaman dünya hayatında onlardan aşağılatıcı azabı kaldırdık ve onları belli bir zamana kadar yararlandırdık 


Kur'anda, herhangi bir kavime gönderilipte Allahın ayetlerini yalanlayan kavim helak edilmiştir. Yunus as  ın kavmi bundan istisna edilmiştir. Sadece yunus as ın kavmi kendilerine gönderilen "yaktin ağacı" ayeti karşısında imana gelerek helaktan kurtulmuşlardır. 

Sonuç olarak bizlere birer ibret vesikası olarak anlatılan kur'andaki resullerinden kıssalarından birisi olan yunus as kıssası tevhid mücadelesinde yolumuza çıkan her türlü engele sabretme ve yolumuzdan sapmama açısından örnek bir kıssadır.Bir müslüman tebliğ yolunda hiç bir zaman yılgınlık ve zaaf göstermeden Allahın emri doğrultusunda hareket etmek mecburiyetindedir. Velevki bu yolda bir hata yaptı isede yine Allah cc nin sonsuz rahmeti ve bağışlamasına sığınarak düştüğü yerden ayağa kalkmayı bilmelidir. SABIR SAVAŞ VE ZAFER böyle elde edilir. Yunus as  kıssasıda buna en güzel örnektir. Salat ve selam Allah cc nin bütün resullerinin üzerine olsun.
                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 
 

18 Ağustos 2011 Perşembe

Tebyinül Kur'andan Tahrifül Kur'an Örnekleri 6(İsmail a.s)

"Tebyinül kur'andan tahriful kur'an örnekleri " adlı yazı serimizin 6. sını  mutad olduğu vechile tahrifçiliğini özellikle kur'an kıssaları üzerinde gösteren , kelimeleri yerinden oynatarak kıssaları tahrif etmede  usta olan tebyin sahibinin saffat suresindeki ismail as kıssasını nasıl tahrif ettiğini görmeye çalışacağız. Bir fedakarlık ve teslimiyet gösterisi olan bu kıssa kıyamete kadar bütün müminlere örnek olması hasebiyle müminler üzerindeki fedakarlık ve teslimiyeti ortadan kaldırma amaçlı olarak bununda bir şekilde tahrif edilmesi gereğini çok iyi bilen araf s. 175.176 ayetlerinin muhatabı olan sayın yazar kıssasyı tahrife şu şekilde başlar

Bu Âyet gurubunda da İbrâhîm peygamberin hayatından başka kesitler verilmektedir. te'vîlleri yapılamadığı için bu Âyetlerden yola çıkılarak birçok yalan senaryolar düzülmüştür 

Diyerek kıssayı te'vil etmeye başlayan sayın yılmaz 

Bilindiği gibi, Sâffât Sûresi'nin bu pasajı ile ilgili olarak dine, inanç ve amellere aykırı, akla ve mantığa sığmayan birçok şey sokulmuştur. Hem bu saçmalıkları bertaraf etmek hem de Kur'ân'ı doğru anlamak için Âyetlerde geçen ifadeleri ve bunların işaret ettiği olayları doğru bilmek zorundayız

Şeklinde devam ederek "başkasının koyduğu aykırı şeyler yerine ben aykırı şeyler koymaya daha layığım" edalarında kendi şaçmalıklarını sıralamaya başlamaktadır.Önce kıssa ile ilgili mealini vererek devam edelim. 

99–100.    Ve o [İbrâhîm]: 'Kuşkunuz ben Rabbime gideceğim, O, bana yol gösterecek: Rabbim! Bana sâlihlerden birini lütfet!' demişti.
101.       Bunun üzerine Biz, İbrâhîm'e yumuşak huylu bir delikanlıyı müjdeledik.
102.       Sonra ne zaman ki o [müjdelenen çocuk] onunla birlikte koşacak duruma/onunla birlikte iş tutacak çağa geldi, o zaman o [İbrâhîm]: "Oğulcuğum! Şüphesiz ben, uykumda; şüphesiz kendimi seni boğazlıyor [helak; perişan, mağdur ediyor]  görüyorum. Bak bakalım sen ne görürsün [sen ne düşünürsün]?" dedi. O (Oğlu): "Babacığım! Sen emir olunacağın şeyleri yap. İnşallah beni [sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere] sabredenlerden bulacaksın" dedi.
103–105.   Sonra ne zamanki ikisi de İslâmlaştılar ve O [İbrâhîm], onu alnı üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz ona: "Ey İbrâhîm! Sen o rüyayı kesinlikle onayladın" diye seslendik… –Şüphesiz Biz, muhsinleri [iyilik güzellik üretenleri]  işte onun gibi karşılıklandırırız/ödüllendiririz.–
106.       Şüphesiz bu [oğulu yüzüstü bırakma işi], kesinlikle, apaçık bir beladır.
107.       Ve Biz ona [İbrâhîm'e], bu boğazlayacağı [[helak; perişan, mağdur edeceği] çok büyük şey karşılığında/sebebiyle bedel [bahşiş] verdik.
108.       Ve sonra gelenler içinde onun üstüne bıraktık.
109.       Selâm olsun İbrâhîm'e!
110.       İşte Biz[ iyilik güzellik üretenleri] onun gibi ödüllendiririz.
111.       Şüphesiz o, Bizim inanan kullarımızdandır.
112.       Ve Biz ona sâlihlerden bir peygamber olarak İshâk'ı müjdeledik.
113.       Ona [İbrâhîm'e] ve İshâk'a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de iyilik - güzellik üreten ile açıkça kendi nefsine zülmeden vardır.  

Saffat s 102. ayetine verdiği mealde parantez içi tahrif yaparak "zebhetme" kelimesine (helak,perişan,mağdur) etmek anlamı vermiştir.Bu anlamı desteklemek için zebehe fiiline şu anlamı vermektedir. 

Âyetteki ifadeler içinde, üzerinde önemle durulması gereken sözcük, "kurban kesmek" anlamıyla değerlendirilen "zebh" sözcüğüdür.

ZEBH:

ذبح - zebh sözcüğünün esas anlamı şaklamak; herhangi bir şeyden parça koparmak demektir. Daha sonraları "boğazdan kesme" anlamında kullanılır olmuştur.Zebh sözcüğü mecazen "helak" anlamında kullanılır. Zira boğazın kesilmesi, bir canlıyı helâke götürmenin en seri yoludur. [56–25](Lisanü'l Arab; c: 3, s: 486–488 "zbh" mad; Tacü'l-Arus, c: 4, s: 38–41 "zbh" mad.)
ذبح - zebh sözcüğünün mecaz anlamından açıkça bu sözcüğün "Kurban etme (Kurban kesme değil), helak etme, mağdur etme, feda etme", argo ifadeyle"harcama" anlamlarında kullanıldığı anlaşılmaktadır.    

Ragıp el isfahanin müfredatında "zebeha" kelimesinin anlamı "temelde hayvanların boğazını yarmak " şeklinde ifade edilmiştir.Sayın yazar her zaman olduğu gibi bir kelimenin kur'anda kullanılış anlamından öte hakiki anlam ile mecaz anlamı işine geldiği şekilde kullanarak burada "mecaz anlam" olduğunu idda etmektedir.Kendisi ciltlerce kur'an tefsiri olduğunu iddia ettiği kitabı olmasına rağmen kur'an bütünlüğünü hiçe sayarak nerede mecaz anlam, nerede hakiki anlamı kullanacağına hevasının gereğince karar vermektedir. eserlerinde "zebeha" fiilinin geçtiği bütün ayetleri parantez koymadan çeviren sayın yazar burada acaba neden parantez koyma gereği duymuştur?. Bakara kıssasında ve firavunun israiloğullarının erkeklerini boğazlaması ile ilgili ayetlerinde parantez istesede koyamayacağı için bu ayetlerdeki "zebeha" fiilinin karşılığını mecburen doğru olarak vermek zorunda kalmıştır, çünkü kur'an öyle bir kitaptırki bel'amların elinde oyuncak olmaz. 

Sayın yazar kıssanın başında başkalarını akla mantığa aykırı şeyler yazmakla suçlayıp kendisi "benim akla mantığa aykırılarım iyidir" edası içinde şöyle devam eder.

Âyetten anladığımıza göre, İbrâhîm, henüz çocuk yaşta, bakıma, himayeye muhtaç bir çağda olan oğlunu bırakıp gitme niyetindedir. Bu fikrini oğluna açarak oğlunun tepkisini ölçmektedir. Baba ile oğul arasında şu diyalog geçer:
İbrâhîm;
– Oğulcuğum! Şüphesiz ben, uykumda; şüphesiz kendimi seni boğazlıyor [helak; perişan, mağdur ediyor]görüyorum. Bak bakalım sen ne görürsün [sen ne düşünürsün]?
Oğlu:
– Babacığım! Sen emir olunacağın şeyleri yap. İnşaallah beni [sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere] sabredenlerden bulacaksın.
Bu diyalogdan anlaşılmaktadır ki, İbrâhîm peygamberin elçilik görevine başlarken kendisine ayak bağı olacak şeylerden uzaklaşması gerekmektedir. Nitekim Rabbimiz Mâsâ'ya (a.s) elçilik görevi lütfettiğinde şöyle buyurmuştu:    

Sayın yazarın mantığına göre ismail as ibrahim as a risalet görevinde ayak bağı olacağı için onu helak mağdur ve perişan etmesi!! gerekmektedir. Bunuda musa as ın tur dağında ayakkabılarını çıkarması emrine dayandırmaktadır. Kendi düzgün!! mantığına göre 102. ayetteki "tü'meru" kelimesinide başını gözünü yararak halletmesi gerekmektedir. Bu kelimeyle ilgili olarak şunları yazmaktadır.  

Âyette افعل بما تؤمر - if'al bimâ tü'mer ifadesi yer almaktadır. Bu ifade genellikle Emir olunduğun şeyi yap! anlamıyla çevrilmektedir. İfadeye verilen bu anlam bir de İsrâîliyattan kalma bilgilerle Allah'ın İbrâhîm'e oğlunu boğazlamayı emrettiği anlayışıyla birleştirilince, yukarıdaki ifade de "Madem Allah sana beni kurban kesmeni emretti, hiç durma, beni kurban kes!" anlamına gelecek şekilde bütün Müslümanların zihinlerine yerleşmiştir. Bu konuya dair asılsız söylentiler pasajın sonunda toplu olarak verilecektir. Hâlbuki Âyette yer alan تؤمر - tü'mer ifadesi Arapça deyimiyle "fiil-i müzari"; Türkçe ifadesiyle "geniş zaman ve gelecek zaman" anlamlarını içeren siygadır. Anlamı da "emir olunacağın" şeklindedir.


 "Tü'meru" kelimesi kur'anda birde hicr suresi 94. ayetinde geçmektedir. sayın yazarın bu ayete verdiği meal şu şekildedir."Şimdi sen emrolunduğunu açıkça bildir ve müşriklerden yüz çevir.  "

Arapça gramer kaideleri acaba ayete göre bir değişkenlikmi gösteriyorda aynı kelimeyi bir ayette başka, diğer ayette başka anlam vermiş.Hicr suresi 94. ayetine "emrolunacağın " şeklinde bir meal verseydi sanki daha önceden hiçbir emir gelmemiş gibi bir durum arzedeceği için burada doğru anlamı mecburen vermek zorunda kalmıştır. Sayın yazarın ,hicr s. 94. ayetine "emrolunduğun" şeklinde meal verip hem bu meali saffat s. 102 de vermemesi , üstelik eleştirmesi, bu tür tenakuzları başka ayet meallerinde vermesi kendi yazdığından haberi olmaması veya eseri kendisinden başka kimselerede yazdırmış olduğu intibaıını vermektedir.Yukarda belirttiğimiz gibi kur'an kendini tahrifçilerin elinde oyuncak edecek bir kitap değildir ve bir şekilde bu tahrifi yine tahrifçinin eli ile açığa çıkarmaktadır.
Başkalarını israiliyatçılıkla suçlayıp israiliyatçılara parmak ısırtacak şekilde tevillerine devam ederek ismail as a şunları dedirtmektedir. 

"Bundan sonra beni kafana takma! İnşallah senin yokluğunda, başıma gelecek her sıkıntıya, perişanlığa, kurban edilmişliğe sabırlı davranacağım. Sen, elçilik görevinde, tevhid mücadelende sana ne emir olunacaksa onları yap! Sen, kendi görevini sürdür!" demiştir. 

Saffat s. 103.105 ayetleri ile ilgili olarak şunları yazmaktadır. 

103–105. Âyetlerdeki Sonra ne zamanki ikisi de İslâmlaştılar ve O [İbrâhîm], - onu alnı üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz ona: Ey İbrâhîm! Sen o rüyayı kesinlikle onayladın diye seslendik… ifadesiyle İbrâhîm ve oğlu ile ilgili bir başka safha anlatılmaktadır. Bu anlatımın önceki Âyetlerle bağlantısı yoktur. Sadece İbrâhîm'in oğlunu yüzüstü bıraktığına dair bir gönderme yapılmış, hayatlarındaki o safha kısaca hatırlatılmıştır.
Bu Âyetlerdeki فلمّا اسلما - felemmâ eslemâ = ne zaman ki teslim oldular ifadesi de "İbrahim (a.s) Allah'ın 'oğlunu kurban kes!' emrine, oğlu da kurban kesilme emrine teslim oldular" şeklinde kabullenilmiştir. Hâlbuki Âyetteki اسلما - eslemâ sözcüğünün "teslim olmak" anlamıyla hiç mi hiç ilişkisi yoktur. Sözcüğün anlamı "ne zaman ki İslamlaştılar; Müslümanlaştılar" demektir.  

103. ayetteki "onu alnı üzere yatırdı" ayetini parantez içine (yüzüstü bıraktı, mağdur etti) şeklinde vermiştir. Halbuki sayın yazar "yüzüstü bırakma ve mağdur etme" kelimelerini "zebeha" fiilinin karşılığı olarak daha önceki ayette vermişti.103. ayette" bu kadarınada pes" dedirtecek bir tahrife girerek "ve tellehu lilcebine" şeklindeki ayetin metnini " zebeha" fiiline verdiği anlam ile aynı şekilde vermiştir.Yine aynı şekilde "eslema" fiilini teslim olmak anlamında değil "müslümanlaştılar" şekilnde vererek sanki bundan önce ibrahim as ve oğlu ismail as ın müslüman olmadıkları şeklinde bir iddia ortaya atmaktadır. 

Sonuç olarak, kur'anda örnek ,öğüt ve ibret alınması için anlatılan kıssaları sadece o gün içine hapsederek öğüt ve ibret almaktan uzaklaştırıp bir masal haline getiren geleneksel ve modernist kıssa anlayışının modernist kıssa anlatımına örneklerini verdiğimiz ismail as  kıssası bir teslimiyet örneği olması hasebiyle müminler için büyük bir örnektir.Geleneksel kıssa anlayışına rahmet okutturacak kadar tahrif ve te'vil örnekleri ile dolu olan "tebyinül kur'an" adlı eserin bu kıssaları tahrif amacı ne olabilir diye sorduğumuzda cevabımız şu olacaktır. Bir hayat kitabı olan kur'an ve yaşanmış hayattaki iman örnekleri ile dolu kıssaları sadece o gün yaşanmış bitmiş ve ibret alınması gerekmeyen bir olaylar zinciri halinde göstererek bir masal şekline sokarak anlatılması ancak kur'an düşmanları tarafından yapılabilecek yorumlardır. Halbuki kur'an kıssaları hayat kitabı olan kur'anın çağlar boyunca süren tevhid ve şirk mücadelesi örneklerini vererek bağlılarına ibret vesikası olması, iman ve teslimiyet örneklerini vererek yaşanmışlığını ve yaşanabilirliğini göstermesi açısından canlı örneklerdir.Modernist ve tahrifçi yöntemlerle bu kıssalar bir şekilde te'vil ve tahrif edilerek kur'anla hayatın bağı koparılmaya çalışılmaktadır. Bunun en bariz örneklerini "tebyinul kur'an " adlı eserde görmekteyiz. Tabiki her devirde bu tür eserler çıkacaktır ve tabiki her devirde bunların tahirfleri yine kendi elleri ile ortaya konulacaktır.

         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

15 Temmuz 2011 Cuma

KUR'AN KISSALARINI ANLAMAK

Kur'anda kıssa anlatım metodu ile Adem as dan Muhammed as a kadar geçen resuller ve onların kavimleri ile olan tevhid mücadeleleri muhataplarına anlatılarak her iki kesiminde( mümin ve müşriklerin) ibret almaları istenmektedir. Bu kıssalar anlatılırken kur'anda teferruata girilmeden anlatılması muhataplarının sadece verilmek istenen mesaja yönlendirilmesi amaçlıdır. Günümüze kadar kur'an kıssaları için oluşturulan anlayışları 3 ana kategoride görmek mümkündür. 1-geleneksel anlayış 2- modern anlayış. 3- kur'ani  anlayış . Bu anlayışların özellikle 1. ve 2. kategorideki anlayışların kur'an kıssalarını anlama konusundaki düştüğü yanlışları ayrı başlıklar halinde görelim. 

                 GELENEKSEL     KISSA   ANLAYIŞI  

Geleneksel kıssa anlayışında hakim olan genel geçer düşünce, anlatılan kıssada teferruat verilmeden anlatılan olaylardaki var olduğu düşünülen boşlukları sanki Allah cc "benim boş bıraktığım yerleri siz doldurun" şeklinde bir emir vermişcesine doldurma yarışına girilmesidir. Bu boşluklar doldurulurken doldurulan boşlukların çoğu "hadis" adı altında isimlendirilmektedir. Muhammed sav e kur'anda anlatılan kıssaların haricinde kur'anda bildirilmeyen bazı ayrıntılar
verildide acaba onları  ashabınamı anlattı ? .Bu sorunun cevabını bize kur'an müteaddit ayetlerde vermektedir

3.44 Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın. 

11.49 Bunlar sana vahyettiğimiz bilinmeyen olaylardır. Sen de, milletin de daha önce bunları bilmezdiniz. Sabret, sonuç, Allah'tan sakınanlarındır.

12.3 Biz bu Kuran'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz.. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin

12.102 İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).

18.22 Karanlığa taş atar gibi, «Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir» derler, yahut, «Beştir, altıncıları köpekleridir» derler, yahut «Yedidir, sekizincileri köpekleridir» derler. De ki: «Onların sayısını en iyi bilen Rabbim'dir. Onları pek az kimseden başkası bilmez.» Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.

28.044 Musa'ya hükmümüzü bildirdiğimiz zaman, sen batı yönünde, (Musa'yı bekleyenler arasında) değildin, onu görenler arasında da yoktun.

28.46 Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler

Verdiğimiz ayet meallerindende anlaşılacağı gibi Muhammed sav e kur'an haricinde kendisine herhangi bir kıssa bilgisi verilmemiştir.Kur'an kıssaları hakkındaki bilgisi sadece kendisine indirilen kur'andaki kadardır.Hal böyle iken tefsir kitaplarımıza hakim olan bilgi kirliliğine nasıl bakmamız gerekir veya o bilgilerin değeri nedir sorusu karşımıza çıkmaktadır.


Öncelikle kıssalardaki kur'an harici bilgilerin "hadis" adı altında gelen bütün kısımları yukarda meallerini verdiğimiz ayetler çerçevesinde kendisine kur'an harici hiçbir bilgi verilmediğini kesinlikle bilmemiz hasebiyle "hadis" adı altında gelen bilgilerin tamamı uydurmadır. "Hadis" harici gelen bilgiler ise önceden hıristiyan veya yahudi olupta sonradan müslüman olan ve özellikle "vehb ibni münebbih" ve "ka'bul ahbar" gibi kişilerin rivayetlerinden onlarında genellikle tevrattan alıp rivayet  ve tefsir kitaplarına giren bilgilerdir. Tevratın tahrif edilmiş bir kitap olduğunu bilmemiz ve özellikle resuller hakkında ahlaksızca  anlatımlar olan tevrattaki bu bilgilere ne kadar güvenilir.

Geleneksel tefsir anlayışındaki bu kirli bilgilerin hiçbirine değer vermeden tamamını çöpe atarak kur'an kıssalarını sadece kur'andaki anlatılan kadarı ile yetinip anlamaya çalışmak gerekmektedir.Allah cc bizlere gerektiği kadar bilgi vermiştir.Fazlasını aramak verilen bilginin azlığını iddia ederek haşa "senin eksik bıraktığın yerleri biz dolduruyoruz" demek anlamına gelir. 


Bu kıssa anlayışında , kıssaların yaşanmışlığı ile ilgili bir problem bulunmamasına rağmen kıssaların sadece o günkü yaşanmışlığı etrafında dönüp durularak o kıssanın yaşanan zamana ne tür bir mesaj vermek istediği konusu pek hesaba atılmadan ,sadece kirli bilgiler etrafında oluşan anlayışların getirdiği  gereksiz bilgiler etrafında dönüp dolaşmak şeklinde oluşmuş bir anlayıştır. Geleneksel anlayışın ifrata varan , kıssalardaki kur'an dışı anlatımları , bu ifrata karşı tefrit bir anlayış olan bu uydurmaları red sadedinde toptan bir red anlayışı getirerek modern anlayış dediğimiz düşünceyi oluşturmuştur.
               
Sonuç olarak geleneksel kıssa anlayışında hakim olan düşünce kur'an dışı bilgilerin etrafında oluşmuş ve kıssayı sadece o günkü yaşanmışlığı içinde anlamaya çalışmak, "kıssadan hisse almak " şeklinde değil " kıssanın içinde dönüp dolaşmak" şeklinde oluşturulan bir anlayıştır. 


         MODERN    DÜŞÜNCEDE    KISSA  ANLAYIŞI

Modern düşünce ile kastetmek istediğimiz şudur: Bundan aşağı yukarı ikiyiz yıl önce hin alt kıtasında başlayan "kur'ana dönüş" hareketlerinin etkisi ile ve avrupada oluşan "pozitivist" akımların "kutsal kitapları red" düşüncesine karşı " kutsal kitapları mitolojiden arındırma" düşüncesinin , kur'an kıssaları içinde uygulanabileceği düşüncesinin "kur'an kıssalarının vakiliği" konusundaki şüphelerin getirdiği düşünceler etrafında , bu kıssalardaki dilimizde  "mucize" dediğimiz olayların hakiki anlamda değil mecazi anlam olarak anlaşılması gereğidir. 


Bu anlayışa  yukarda bahsettiğimiz geleneksel kıssa anlayışının kıssaları uydurmalarla anlamaya kalkma ifratının getirdiği  " madem bu olaylar böyle olmuş bunları aklın kabul etmesine imkan yoktur" şeklindeki tefrit anlayışıdır. Bu kıssa anlayışında kur'an dışı önkabullerin etkisi büyüktür. Özellikle "muhammed abduh" "reşid rıza" "muhammed esed" gibi düşünürlerin batının tesiri altında kalarak "eziklik psikolojisi" altında kur'an kıssalarını anlama yöntemi oluşturduğunu görmekteyiz. Günmüz türkiyesindede yine "kur'an merkezli islam" söylemi etrafında oluşturulan bazı düşüncelerdede bu kişilerin etkisi görülmektedir.

Kur'an kıssalarında" mucize" dediğimiz veyasonu helak olma ile biten olayların "hakiki anlamda değil mecazi bir anlatım" olarak anlaşılması gerektiği söyleminin gerekçelerinden biri "determinzim" çıkışlı kur'an anlayışlarıdır."Determinist" bakış açısına göre Allah kainatı tabiri caizse "otomatik pilota" bağlamış ve bunun dışında herhangi bir olay vaki olamaz.İbrahim as ın ateşin yakmaması, denizin yarılması, asanın yılan  olmasına bu yasaya göre imkan yoktur. Yalnız bu düşünce sahiplerinin hesaba katmadığı birşey vardır. Bu yasaları koyanda Allah cc dir. Allah cc başka birinin koyduğu yasaların uygulayıcısı değildirki ona bağlı kalsın " o her istediğini yapandır" kullara düşen " neden böyle yaptın" şeklinde onu sorgulamak değildir. 

 
"Modern anlayış" dediğimiz bu anlayışın en bariz yanlışlarından birisi " ön kabul " ile kur'ana bakış olduğunu söylemiştik. Daha önceki  yazılarımızda özellikle "tebyinül kur'an" adlı eserden yaptığımız alıntılardan anlaşılacağı üzere bu anlayış sahiplerinin bu önkabullerini kur'ana tasdik ettirmek amaçlı olarak ayetler üzerinde oynayarak kur'anda "kelimeleri yerinden oynatmak" olarak gördüğümüz metodu seçmeleridir. 


Biz bunların örneklerini daha önceki yazılarımızda vermeye çalıştık ve bundan sonraki yazılarımızdada vererek bu anlayışlardaki yanlışları ortaya koyup doğruyu anlamaya çalışacağız. Metodumuz, sadece kişilerin yanlışlarını ortaya  koyarak onların yanlışlarını eleştirip doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi ortaya koymak olduğu için onların isimlerini vererek eleştirmemiz onların her düşüncesinin yanlış olduğu anlamına gelmez. Bir yanlışı söylerken ortaya doğru olduğuna inandığımız olanıda ortaya koymamız gerekir

                     KUR'ANİ  KISSA ANLAYIŞI

Yukarda gördüğümüz üzere geleneksel ve modern kıssa anlayışlarının birleştiği nokta kıssayı o günkü yaşanmışlığı içinde değerlendirerek, ya uydurmalar ile karıştırarak anlatmak, yada o uydurmaları bahane ederek yaşanmışlığınıda red ederek mecaz anlatımlar olduğunu iddia etmektir. 

Kur'andaki kıssa anlatımlarının amacını yine bizlere kur'an  vermektedir

011.120] [DI] Peygamberlerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar; sana bu belgelerle gerçek; inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir

Adem as dan muhammed as a kadar kur'anda zikri geçen resullerin, kavimleri ile olan tevhid mücadeleleri müminler için bir örnek teşkil etmektedir.Bu mücadele kıyamete kadar sürecektir.Her devirde müminlerin karşısına şirk düşüncesini savunanlar kale gibi dikileceklerdir. Kur'an kıssalarında anlatılanları " vay be adamlar ne kahramanmış " yada " vay be adamlar ne zalimmiş" gibi bir bir düşünceyle anladığımız zaman kıssadan hisse almak mümkün olmaz

Kur'an kıssalarını daha kolay anlamak için onları görsel bir eseri, yani sinema veya tiyatro izlerken, yaptığımız gibi oyuncuların oynadığı rol üzerine odaklanarak o eseri anlamaya çalışmamız gerekir.Aksi takdirde o oyuncunun gerçek hayattaki kimliği ile oyunu anlamaya kalkmak yanlış olur. Oynanan eserin seyirciye vermek istediği mesaj bizim için önceliklidir. 


Kur'an kıssalarınıda okurken böyle bir metodla anlamaya çalışmak öncelikle bizlere kıssayı günümüze taşımamıza yardımcı olacaktır. Aksi takdirde sadece kıssadaki kişilere odaklanıp o kişiler üzerinden kıssayı anlamaya çalışmak doğru bir yol değildir. Çünkü o kıssadaki kişiler üzerinden anlatılmaya çalışılan karakterler kıyamete kadar gelecek olan insanların karakterleri ile aynıdır. Öncelikle bir kıssayı okurken "bu kıssa bana ne gibi bir mesaj veriyor" şeklinde bir ön soru ile okumaya başladığımız takdirde o sorunun cevabını bulabiliriz. 

Kuran kıssaları ile ilgili geleneksel anlayıştaki rivayetlerin içine gömülmeden anlama doğrusu ile bu rivayetleri red etme adına kur'andaki doğrularıda red etmek yanlış bir yoldur. Kıssaların mecazi bir anlatım tarzı olduğu şeklindeki düşüncelerin müdafileri öncelikle doğru bir yoldan kalkarak ancak yolun yarısında virajı alamayarak şarampole yuvarlanmaktadırlar.


Muhammed as için rivayet ve hasais kitaplarında ona atfedilen yüzlerce uydurma mucizeden yola çıkarak bunların uydurma olduğu doğrusunda isabet edip ancak bu uydurmalara bakıp kur'anda diğer peygamberlerin kavimleri ile olan tevhid mücadelerinde onlara Allahın izini verilen görsel ayet dediğimiz "mucize" leride red ederek muhammed sav e atfedilen uydurmalar kategorisine koymak çok büyük bir hatayı getirmektedir.

Kur'anda anlatılan kıssaları hiç birimiz gözümüz ile şahid olarak görmedik.Kur'anın bize bildirdiği üzere bilgimiz vardır.Tek taraflı bir önkabul olarak değil iki taraflı bir ön kabulude ( yani ne vaki olmadığı ön kabulu nede vaki olduğu önkabulu) kafamızdan atarak kıssalara bakmak durumunda kaldığımız zaman bize en doğru düşünceyi kur'an metni vermektedir.


Edebi bir anlatım üslubu olarak "mecaz" kur'anda kullanılmaktadır, ancak nerede mecaz nerede hakiki anlam olarak kullanıldığı tesbiti önemlidir. Düşüncemize uyduğu şekli ile" burada mecaz"veya" burada hakiki "anlam olarak kullanılmıştır demek kur'ani bir yöntem değildir. Kuranda bir kelimenin hangi anlamda kullanıldığı siyak ve sibaktan veya kur'an bütünlüğünden rahatlıkla anlaşılabilir. 
Kıssaların vakiliği konusunda şüpheleri olan ve bu düşüncelerini mecaz anlama dayandıranların bu delillerini gördüğümüz zaman traji komik bir manzara karşımıza çıkmaktadır.

Kur'an kendi sağlamasını yine kendisi yapan bir kitaptır.Bir yerde yapılan bir meal yada tefsir hatası başka bir ayette karşımıza çıkar ve diğer ayetteki yaptığımız hatayı ortaya çıkarır. Halis niyetli bir kişinin yanlışını gördüğünde o yanlıştan dönmsi erdemdir. 


Daha önceki yazılarımızda "tebyinül kur'andan tahriful kur'an örnekleri" seri başlıklı yazılarımızda özellikle "mucize" dediğimiz konularla ilgili olarak bunların "mecaz " anlatımlar olduğunu iddia edipte,  aynı kıssanın başka surelerde geçen bölümlerini , veya o kıssada geçen bir kelimeyi tahrif edipte aynı kelimenin geçtiği başka ayetleri tahrif etme imkanı  bulamadağında orayı doğru meallendirerek kendisinin düştüğü tezatları  örnekleri ile ortaya koymaya çalışmıştık. 

Kıssa anlatımlarımda geçen kelimelerin hangisinin mecaz hangisinin hakiki anlamda kullanıldığını yine kur'an bizlere göstermektedir. Önkabulsuz bir okuma sayesinde bunlar bizlere rahatlıkla açılacaktır. Özellikle kıssaların vakiliği konusunda şüpheli bir önkabul bu kelimeleride bizler için kur'andan onay alan değil , "determinizmden" onay alan düşüncelere götürür

Sonuç olarak kur'an kıssalarını kur'ani bir anlayış ile anlamak için öncelikle kur'an dışı hiçbir kaynağa başvurmadan sadece kur'an ile anlamak gerekmektedir.Uydurma rivayetleri kaynak edinerek kur'an kıssalarını o rivayetler ile anlamak "kur'an merkezli düşünce" yöntemi değildir.


Kıssaların anlatım usulubunun "mecazi" olduğu düşünceside kur'andan onay almak zorundadır.Çünkü kur'an kendi sağlamasını kendisi yapar başka kaynaklara gerek duymaz. Başka kaynaklara gerek duyarak kıssaları anlamaya çalışmak kur'ani bir yöntem olmayıp bu yönteme başvuranların vardığı bazı traji komik sonuçlar ortadadır.Kıssaları anlama hususundaki tercih ettiğimiz metod doğrultusundaki kıssa anlayışlarını daha önceden olduğu gibi inşallah bundan sonrada sizlerle paylaşarak teorinin pratiğe geçmiş hali ile sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz

                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.