25 Mart 2015 Çarşamba

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması: 25-28.Ayetler

CİN Suresi ile ilgili olarak bundan önceki yazılarımızda Sure'nin 24. ayetine kadar tefekkür etmeye gayret etmiştik. Bu yazımızda Sure'nin geri kalan ayetlerini tefekkür etmeye gayret edeceğiz.

Kul in edrî e karîbun mâ tûadûne em yec’alu lehu rabbî emedâ(emedan)

[072.025] De ki: Size vaadedilen yakın mıdır, yoksa Rabbım onu uzun süreli mi kılmıştır bilemiyorum.

Elçilerin kavimlerine olan tebliğlerinde öne çıkan unsur; onların inkarlarına karşılık helak edilme tehditleri ve yeniden diriliştir. Müşrik muhataplar bunları red ederek bir nevi rest çekerek elçilere "Sözünüzde sadıksanız tehdit ettiğinizi getirin" şeklinde ifadeler kullanmışlardır.

[008.032] Bir de: «Ey Allah'ımız, eğer bu (Kur'an) bir gerçek olarak Senin katından ise, gök yüzünden üstümüze taş yağdır veya acıklı bir azab getir (bakalım) .» demişlerdi.

[010.048-9] «Ne zamandır bu va'dedilen (azap); eğer doğru söylüyorsanız?» diyorlar. De ki: «Ben Allah'ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir yarar, ne de bir zarara malikim!» Her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince artık bir an geride kalamazlar, ileri de gidemezler.

[017.051] Veya gözünüzde büyüttüğünüz bir yaratık olun. Diyecekler ki: Bizi tekrar kim diriltir? De ki: Sizi ilk defa yaratmış olan. Sana başlarını sallayacaklar ve ne zaman o? diyecekler. De ki: Yakın olması umulur.

[021.038] «Doğru sözlü iseniz bildirin bu tehdit ne zamandır?» derler.

Muhammed(a.s); sadece bir elçi olması sebebi ile gayb hakkında herhangi bir bilgisi bulunmadığını, görevinin sadece aldığı vahyi iletmek olduğunu, saat konusunda herhangi bir bilgisi olmadığını birçok ayette gördüğümüz gibi ifade etmektedir.

[021.109] Eğer yüz çevirirlerse, de ki: «Size düpedüz açıkladım; tehdit olunduğunuz şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem.»

[021.111] Bilmem. Belki bu, sizin için bir deneme ve bir süreye kadar yararlanmadır.

[046.009] De ki: «Ben peygamberlerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uymaktayım ve ben, apaçık bir uyarıcı-korkutucudan başkası değilim.»

Gelecek ayetler, gayb bilgisinin kime, ne kadar açılacağı ile ilgilidir.

Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden)

[072.026] Gaybı bilendir. Gaybını kimseye açıklamaz.

"Ğayb" kelimesi "algıdan ve insanın bilgisine saklı kalan şeylerle" ilgili olarak kullanılır. Ğayb bilgisinin sadece O'nun yanında olduğu ile birkaç ayet örneği ile 26. ayeti biraz daha pekiştirelim.

[006.059] Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.

[010.020] Bir de «Ona Rabbinden daha başka bir âyet indirilse ya!» diyorlar. De ki: «Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz.»

[011.123] Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na güven. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

[016.077] Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir, kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zaman içinde olur. Şüphesiz Allah her şeye Kadir'dir.

[027.065] De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.

Gayb bilgisinin sadece kendi yanında olduğunu daha birçok ayette beyan eden Rabbimiz, buna bir istisna getirerek kime, nasıl ve ne kadar açtığını devam eden ayetlerde beyan etmektedir.

İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden)

[072.027] Ancak elçileri içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici) ler dizer.

[003.179] Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak da değildir. Ama Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah'a ve Resulüne iman edin. Eğer iman eder ve korkup-sakınırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.

Allah(c.c), gaybını seçtiği elçiler dışında kimseye açmayacağını beyan etmektedir. Bu durumu Muhammed(a.s) bazında değerlendirdiğimizde şöyle bir durum ortaya çıkar; Muhammed(a.s)'ın gaybe muttali olması demek, onun Kur'an harici bir gayb bilgisine sahip olması anlamına asla gelmez. Ayetlerde gaybı bilmediği kendi ağzından bildirilmektedir.

[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»

[007.188] De ki; ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka bir yarar ya da zarar dokunduracak güçte değilim. Eğer görünmeyeni, gaybı bilseydim, daha çok iyilik elde ederdim. Ve başıma hiçbir kötülük gelmezdi. Ben sadece müminler toplumuna seslenen bir uyarıcı ve müjdeciyim.

Kendi ağzından "Ben gaybı bilmem" diyen bir elçinin ümmeti olarak bizler "Sen bilmezsen biz sana bildirttiririz" diyerek onun ağzından birçok uydurma rivayetlerle onun gayb hakkındaki bilgilerini(!) aktararak, kendi düşüncelerimizi ona tasdik ettirmeyi maalesef başarmışız. Ancak Muhammed(a.s)'ın gayb bilgisi Kur'an haricinde olmadığı yine ona Kur'an içinde vahyedilen ayetler ile gayb bilgisine sahip olduğu ayan beyan ayetlerde görülmektedir.

[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.

[011.049] İşte bunlar, sana vahyile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, iyi sonuç Allah'tan korkanlarındır.

[012.102] İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).

[028.044-46] Musa'ya o emri vahyettiğimiz sırada sen batı yönünde bulunmuyordun, olayı görenlerden de değildin.Ama biz nice nesiller var etmiştik. Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun, fakat o haberleri sana gönderen Biziz. Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.

Kerametleri müritlerinden menkul din baronları, tabiileri üzerindeki karizmalarını devam ettirmek için kendilerine bu tür bilgilerin verildiğini iddia ederler ki bu iddia tamamen iftira mahiyetindedir. Allah(c.c)'nin gaybını bile sadece Kur'an ayetleri haricinde açmadığı Elçisi'ne, açılmayan gayb bilgisinin kendilerine vahy yolu ile açıldığı iddiası, iddia sahiplerinin itikatlarında derin yaralar açar. Ayet içinde geçen "Razı olduğu Resuller"in istisna edilmesi istismara uğrayarak "Razı olduğu şeyhler"e dönüştürülmüş ve ortaya gayb bilgisine sahip olduğunu iddia eden bir sürü soytarı türemiştir.

Rivayet kitapların önemli yer tutan "Gaybî Hadisler"in tamamı uydurma kategorisine dahil olup, bu rivayetlerin bir çoğu fırka veya mezhepleri kötüleyici veya takdir edici olup, fırka mensuplarının indi düşüncelerini Muhammed (a.s) üzerinden temize çıkarmak veya karşı tarafı onun üzerinden mahkum etmek amacına matuftur.

Ayetin ikinci cümlesi olan "Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer." ayetini anlamak için yine Kur'anın diğer ayetlerine müracaat etmek gerekmektedir. "Gözetleyici" olarak ifade edilen durum, sadece elçiler için geçerli değildir. Bütün insanlar için geçerli olan bir durum olan ve "gözetleyiciler" tarafından her anının kayıt altına alındığı şeklindeki bilgiler Kur'anın diğer ayetlerinde mevcuttur.

[013.011] İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah'ın emri ile gözetlerler. Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur.

[050.016-8] And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız. Onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.

[045.029] «Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk.»

[010.021] İnsanlara darlık geldikten sonra onlara bolluğu taddırdığımızda, hemen ayetlerimize dil uzatmağa kalkışırlar; onlara de ki: «Hile yapanın cezasını vermekte Allah daha çabuktur.» Elçi meleklerimiz kurduğunuz tuzakları hiç şüphesiz yazmaktadırlar.

[054.052] İnsanların yaptıkları her şey kitablarda kayıtlıdır.

[021.094] İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.

[007.007] And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız, zira onlardan uzak değildik.

Bütün insanlar gibi Muhammed(a.s)'ın da yaşadığı hayat içinde yapmış oldukları kayıt  altına alınarak, hesap günü onun karşısına çıkacaktır.

Li ya’leme en kad eblegû rısâlâti rabbihim ve ehâta bimâ ledeyhim ve ahsâ kulle şey’in adedâ(adeden)

[072.028] Ki böylece onların (peygamberlerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır (kaydetmiştir).

Elçilerin görevinin; Rablerinin onlara yüklediği "risalet" vazifesini tebliğ etmek olduğu birçok ayette beyan edilmiş ve bu vazifelerine hakkı ile riayet ettikleri haber verilmiştir. Bu durum önceki elçilerin ağızlarından şu şekilde aktarılmaktadır.

[007.062] (Nuh)«Size Rabbimin risâletlerini (dinine ait hükümleri) tebliğ ediyorum ve sizin için hayırhâh bulunuyorum ve ben Allah Teâlâ'dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.»

[007.068] (Hud) «Size Rabbimin risâletlerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için bir emin öğüt vericiyim.»

[007.079] (Salih) Artık onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: «Ey kavmim! Ben size Rabbimin risâletini muhakkak ki, tebliğ ettim ve sizin için öğüt verdim. Velâkin siz hayırhâh olanları sevmezsiniz.»

[007.093] (Şuayb) O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: «Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, küfre sapan bir topluluğa karşı nasıl üzülebilirim?»

[033.039] Ki onlar (o peygamberler) Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.

[005.067] Ey Peygamber! Sana Rabbinden indirilmiş olanı tebliğ et. Ve eğer yapmaz isen O'nun risâletini tebliğ etmiş olmazsın. Ve Allah Teâlâ seni nâsdan korur. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ kâfir olan bir kavme hidâyet etmez.

Allah(c.c) sadece elçi kullarını değil, bütün kullarını çepeçevre kuşatarak onların bütün yaptıklarını saydığını diğer ayetlerde de beyan etmektedir.

[018.049] Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, «Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!» derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez.

[019.093-94] Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân'a gelecektir.O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir.

[036.012] Gerçekten Biz Biziz, ölüleri diriltiriz; önden gönderdiklerim ve bıraktıktan eserleri kitaba geçiririz. Zaten herşeyi açık bir kütükte «İmam-ı Mübin» de de ihsa (sayıp tesbit) etmişizdir.

Sonuç olarak; CİN Suresi ayetlerini tefekkür etmeye çalıştığımız bu yazılarımızda öne çıkan vurgu diğer Kur'an surelerinde olduğu gibi tevhid ve şirk merkezli bir anlatımdır. Bu surede özellikle Mekkelilerin cinlere verdikleri değer ve cinlerin Mekkelileri şirke sürüklemesi göz önüne alınarak, onların lisanı üzerinden onlara tevhid çağrısı yapılmaktadır. Ayetlerin tarihsel arka planı böyle olmasına rağmen, tevhid çağrısının evrensel olması nedeniyle bu ayetler çağlar boyunca bizler için birer yol gösterici olacaktır.

Modernist düşünce sahiplerinin cin düşüncesi olan, cinlerin insan oldukları hatta bu suredeki cinlerin Yahudiler olduğu düşüncesi, kendi içinde şöyle bir çelişkiyi barındırmaktadır. Ayette Kur'an dinleyen cinlerden "Yahudiler" olarak bahsedilmemektedir. Peki "bu düşüncenin kaynağı nerede?" denilince, cevap olarak rivayetler ortaya konulmaktadır. Rivayetler konusunda dikkatli olan bir düşüncenin, bazı konularda rivayetlere sarılmış olmasının çelişkili bir durum olduğunu hatırlatmak isteriz. CİN Suresini okurken tartışılması gereken; cinlerin ne olduğu veya ne olmadığı değil, Kur'an'ın anlatım sanatı dahilinde vermek istediği mesaja odaklanmak gerektiğini bir kere daha hatırlatmak isteriz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

24 Mart 2015 Salı

Cin s.İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması :18-24. Ayetler

Bundan önceki üç yazımızda, CİN Suresi'ni 17. ayetine kadar tefekkür etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda 18-24. ayetler arasını tefekkür etmeye çalışacağız.

Ve ennel mesâcide lillâhi fe lâ ted’û maallâhi ehadâ(ehaden).

[072.018] Şüphesiz mescidler, (yalnızca) Allah'a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka hiç bir şeye (ve kimseye) dua etmeyin.

Bu ayet itikadımızı oluşturması gereken ayetlerden biri olup, daha iyi anlamak için "secde" ve "mescid" kelimelerin ifade ettiği anlamın ortaya konulmasında fayda vardır.

"Secde" kelimesi "öne eğilme, aşağı bükülme, kendini alçaltma, kibrini gururunu kırmak" anlamındadır. Terim anlamı olarak "Allah'a karşı kibirini ve gururunu kırarak O'na kulluk etmek" anlamındadır. Bu kelime sadece namaz içindeki rükunlardan birisi değildir. Namaz içinde yaptığımız secde günün belli bir vaktini kapsar ancak kul Allah'a karşı olan acziyetini hayatının her safhasında göstermek mecburiyetindedir. Kulun Allah'a karşı olan acziyetini her halinde göstererek O'na karşı kibirli bir tavır takınmadan, O'nun kendi hayatı için çizdiği kurallara riayet etmek, Allah'a secde etmek anlamındadır. Kul eğer hayatını Allah dışındakilerin çizdiği yola göre tayin ediyorsa, secdesini onlara yapıyor anlamına gelir ve bu durumun adı "şirk"tir.

"Mescid" kelimesi zaman ve mekan ismi olup "secde edilecek zaman ve mekan" anlamındadır. Bu kelime sadece namaz kılınan mekanları kapsayan bir kelime değildir. Zaman ismi olması nedeniyle "mescid" kelimesi "secde edilecek zaman" anlamı da taşır ki bu zaman ise kulun 24 saatini kapsar. Sadece üstü örtülü bir mekan anlamı verdiğimiz takdirde, bu kelime ile ifade edilmek istenen anlamı daraltmış olacağımız için, bu kelime kulun her anını kapsayan bir zamandır.

"Mescidlerin Allah'a ait olması"nın ne anlama gelebileceği, kelimenin bu tarifinden sonra daha kolay anlaşılacaktır. Mescid kelimesi kulun yaşadığı her anı kapsayan bir kelime olup, kul yaşadığı her an içinde Allah'tan başkasına secde etmemekle görevlidir. Bunun tersi bir durumun literatürdeki adı "şirk" olup, ayet içinde "Allah ile birlikte başka kimseye dua etmeyin" buyrularak böyle bir ortaklığın asla kabul görmeyeceği beyan edilmektedir. Bu emrin bir benzerini A'RAF 29 ayetinde de görmekteyiz.

[007.029] De ki: «Rabbim adaleti emretti. Her mescitte yüzleriniz doğru tutun ve O'na dininizde samimi olarak ibadet edin! Sizi ilkin O yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz.

Allah(c.c)'nin tek ilah olmasına dayalı bir sistem Kur'an'ın temel çağrısı olup, onun dışında ilahlar edinmek birçok ayette yasaklanmıştır.

[028.088] Allah'la beraber başka tanrı tutup tapma. O'ndan başka tanrı yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur, O'na döndürüleceksiniz.

[017.039] Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.

[023.117] Kim Allah ile beraber ona ilişkin geçerli kesin bir kanıt (burhan) ı olmaksızın başka bir ilaha taparsa, artık onun hesabı Rabbinin katındadır. Şüphesiz küfredenler kurtuluşa eremezler.

[026.213] Sakın Allah ile beraber başka bir ilâha da dua etme. Sonra muazzep olanlardan olursun.

[027.060] Yoksa gökleri ve yeri yaratıp sizin için gökten bir su indiren mi? Biz, o su ile gözleri ve gönülleri açan bahçeler bitirmekteyiz. Siz onların bir ağacını bile bitiremezdiniz. Allah' la birlikle bir tanrı mı var? Hayır, onlar, sapıklığa giden bir topluluktur.

[050.026] O ki Allah'ın yanında başka ilâh edinmiştir. Haydi ikiniz birlikte onu şiddetli azaba atın.»

[051.051] Allah ile beraber başka bir ilah(ı ortak) kılmayın. Gerçekten ben sizi, O'ndan yana açıkça uyarıp-korkutmakta olanım.

Ve ennehu lemmâ kâme abdullâhi yedûhu kâdû yekûnûne aleyhi libedâ(libeden).

[072.019] Şu bir gerçek ki, Allah'ın kulu (olan Muhammed,) O'na dua (ibadet ve kulluk) için kalktığında, onlar (müşrikler,) neredeyse üzerine üşüşeceklerdi.

Bu ayeti anlamak için 18. ayete geri dönmek gerekmektedir. 18. ayette "Allah ile beraber başka birine dua etme" emrini hayatında pratize etmek için kalktığı zaman, Allah ile birlikte başka ilahlar edinmiş olanlar buna karşı çıkmaktadırlar. Tarih boyunca "müşrik" vasfını taşıyan insanların öne çıkan şirkleri "Allah ile beraber başka ilahlar" edinmiş olmalarıdır. Şirkin bu türü bugün dahi kendisini Müslüman olarak bilen insanların bir çoğunda mevcuttur.

[068.051] O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) «Hiç şüphe yok o bir mecnundur» derler.

[022.072] Onlara ayetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman, inkar edenlerin yüzlerinden inkarlarını anlarsın. Nerdeyse, kendilerine ayetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: «Size bundan daha fenasını haber vereyim mi? Allah'ın inkarcılara vadettiği ateş! Ne kötü bir dönüştür!..

[038.005] İlâhları hep bir ilâh mı kılmış? Bu cidden şaşılacak bir şey: çok tuhaf. Onlardan ileri gelenler; «yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur.»

[025.041] Seni gördükleri zaman, «Allah'ın gönderdiği elçi bu mudur?» diye alaya almaktan başka birşey yapmazlar. "Eğer biz ilahlarımıza ısrarla bağlılığımızı sürdürmeseydik, az kalsın bu adam bizi onlardan vazgeçirecekti" derler. Yakında azabımızı gördüklerinde kimin yolunun sapık olduğunu öğreneceklerdir.

[071.023] Sakın ilahlarınızı bırakmayın; ne Vedd'i ne Suva'ı, ne Yağus'u, ne Yeuk'u ve ne de Nesr'i dediler.

Kul innemâ ed’û rabbî ve lâ uşriku bihî ehadâ(ehaden).

[072.020] De ki: «Ben ancak Rabbime dua eder ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmam»

Surenin 2. ayetine göz attığımız zaman, 20. ayet ilgili olduğu görülecektir. Mekkelilerin değer verdikleri cinlerin ağzından, onların artık şirki terkettikleri ve tevhide döndükleri 2. ayet içinde görülmektedir. Mekkelilerin aynı duruma gelmeleri için gereken şeyin Muhammed(a.s)'a vahyedilene ve ona uymak olduğunu görmekteyiz.

Bütün elçilerin ortak çağrısı olan tek bir ilaha kulluk etmeyi, elçiler önce kendi hayatlarında pratize ederek "Müslümanların ilki" olmuşlar ve sonra muhataplarına tebliğ etmişlerdir. 19. ayette örneği görüldüğü üzere, bütün elçilere "Müstekbir" ve "Mele" kelimeleri ile ifade edilen "o kavmin mal ve servet sahipleri"ne karşı çıkarak kontrolun ellerinden gitmemesi için var güçleri ile gayret etmişlerdir. Müstekbirlerin bu gayretlerine karşı elçiler ve beraberindekiler yılmamış, onlar da canlarını ve mallarını ortaya koyarak onlara karşı çıkmışlardır. 20. ayet başındaki "kul" (de ki) emri sadece söz ile ifade edilmesi gereken eylemi değil, pratik hayat içinde yaşanarak Allah(c.c)'den başkasına dua etmemek ve ona hiç bir şeyi şirk koşmamak doğrultusunda bir hayat sürmeyi emretmektedir. Bu tür emirler Kur'an'ın pek çok ayetine yayılarak hatırdan çıkarılmaması amaçlanmıştır.

[018.110] De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.

[033.039] Onlar ki Allahın risaletlerini tebliğ ederler ve ondan korkarlar, Allahdan başka kimseden korkmazlardı, hisaba alacak da Allah yeter

[013.036] Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilenden memnun olurlar. Karşı guruplar içinde ise, onun bir kısmını inkar edenler vardır. De ki: «Ben ancak Allah'a kulluk etmekle ve O'na asla ortak koşmamakla emrolundum. Hepinizi ancak O'na çağırıyorum ve dönüşüm O'nadır.»

[109.001-2] (Resûlüm!) De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam.

[010.104] De ki: «Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz bilin ki ben Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam. Ancak, sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. İnananlardan olmakla emrolundum.»

[039.014] De ki: «Ben, dinimi Allah'a halis kılarak O'na kulluk ederim;

[039.064] De ki: «Ey cahiller! Bana, Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emredersiniz?»

Kul innî lâ emliku lekum darren ve lâ reşedâ(reşeden).

[072.021] De ki: «Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de bir yarar (irşad) sağlayabilirim.»

Kur'an'ın değişik surelerine yayılmış olan diğer ayetleri birlikte okuyarak konunun anlaşılmasını kolaylaştıralım.

[007.188] De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Görülmeyeni bileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben sadece, inanan bir milleti uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim.»

[010.049] De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar.»

[005.076] «Size zarar da fayda da veremeyecek, Allah'tan başka birine mi kulluk ediyorsunuz?» de. Allah hem işitir, hem bilir.

[013.016] De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?», «Allah'tır» de. «Onu bırakıp, kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz?» de. «Kör ile gören bir olur mu? Veya karanlıkla aydınlık bir midir?» de. Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da, yaratmaları birbirine mi benzettiler? De ki: «Her şeyi yaratan Allah'tır. O, her şeye üstün gelen tek Tanrı'dır.»

[020.089] Onlar görmüyorlar mıydı ki, o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara ne bir zarar, ne de bir yarar vermeye sahip bulunamıyordu.

[025.003] Müşrikler Allah'ı bir yana bırakarak hiç bir şey yaratamayan kendileri birer yaratık olan, kendilerine ne zarar ve ne de fayda dokunduramayan; öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltmeye güçleri yetmeyen ilahlar edindiler.

"Fayda veya zarar vermek" olarak ifade edilen; ilah olmanın gereklerinden birisi olup, Allah(c.c)'nin dışında hiçbir varlığın böyle bir gücü olmadığı vurgulanmaktadır. Müşriklerin Allah(c.c) dışında kulluk ettikleri varlıkların "fayda veya zarar verme gücü" gibi bir şeye sahip olmadıkları vurgulanarak, gerçek ilahın insanlara bunları veren olduğu hatırlatılmaktadır. Gelecek olan ayetler Muhammed(a.s)'ın görev ve yetki sınırlarını çizen ayetlerle siyak sibak içinde okunduğunda, onun beşer bir Elçi olduğu, görevinin sadece tebliğ olduğu, bunun dışında herhangi bir yetkiye ve güce sahip olmadığı hatırlatılmaktadır.

Bu ayetler; Müslümanların geleneksel Peygamber algısını yeniden sorgulanması gerektiğini vurgulayan ayetlerdendir. Beşer olması nedeniyle Mekkeliler tarafından yadırganan Muhammed(a.s), ona iman ettiğini iddia edenler tarafından dolaylı olarak onun beşer oluşu yadırganmakta ve yarı ilah durumuna çıkarılma düşüncelerinin ne kadar yanlış olduğu onun dilinden söyletilerek red edilmektedir.

Kul innî len yucîrenî minallâhi ehadun ve len ecide min dûnihî multehadâ(multehaden).

[072.022] De ki: «Şüphe yok, beni Allah'tan hiç bir kimse elbette koruyamaz ve ben O'ndan başka bir sığınacak bulamam.»

Her şeyin üzerinde tek güç sahibi olanın sadece Allah(c.c) olduğu hatırlatılarak, eğer O bir kuluna hayır veya şer dilerse bunun önüne kimsenin geçemeyeceği, kul sığınılacak merci olarak O'ndan başka birini bulamayacağı, şayet başka birinden böyle bir beklentisi olursa bunun adının "şirk" olduğu yine hatırlatılmaktadır. Bu konuda birkaç ayet örneği ile konunun anlaşılması kolaylaşacaktır.

[018.027] Rabbinin Kitap'ından sana vahyolunanı oku; O'nun sözlerini değiştirecek yoktur. O'ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.

Bu ayet, geleneksel düşünce içindeki "şefaat" algısının ne kadar yanlış olduğunu gözler önüne sermesi bakımından önemli bir ayettir. Cehennem'i hak etmiş birisi için Muhammed(a.s)'ın veya başka birilerinin Allah'tan ricacı olmaları şeklinde gerçekleşeceği iddia edilen bu düşünceyi red eden pek çok ayet olmasına karşın yeri geldiği için kısaca değinmek istedik.

İllâ belâgan minallâhi ve risâlâtih(risâlâtihî), ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe inne lehu nâre cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden).

[072.023] (Benim vazifem); ancak Allah katından olanı ve O'nun risaletlerini tebliğ etmektir. Kim, Allah'a ve Rasulüne isyan ederse; muhakkak ki onun için, cehennem ateşi vardır. Orada ebediyyen kalacaklardır.

Bu ayette, birçok ayette olduğu gibi Elçi'nin görev ve yetki sınırlarının belirlendiğini görmekteyiz. Bu belirleme bizler için de geçerlidir. Şöyle ki; karşımızdaki herhangi birisine, doğru olduğunu düşündüğümüz bir mesele hakkında bilgi vermeye çalışırken, o kişinin olumlu tepki vermemesi, bizim ona karşı sert, incitici, dışlayıcı bir tavır takınmamazı gerektirmez. Biz sadece ona anlatmakla yükümlü olup, kabul edip veya etmemek karşıdaki kişinin iradesine kalmıştır. Zorlayıcı bir tavır içine girerek kimseye iman ettirmek mümkün değildir. Tebliğ ile ilgili metodların zikredildiği bir kaç ayet örneği verdiğimizde konu daha kolay anlaşılacaktır.

[002.119] Doğrusu Biz, seni hak ile, müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Sen, cehennemliklerden sorumlu tutulmayacaksın.

[017.105] Kuran'ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

[017.054] Rabbiniz sizi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder veya dilerse size azabeder. Biz seni onlara vekil olarak göndermedik.

[050.045] Onların dediklerini Biz biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; söz verdiğim günden korkanlara Kuran'la öğüt ver.

[080.005-7]  Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin.

[026.003-4] İnanmıyorlar diye nerdeyse kendini mahvedeceksin.Dilersek, onlara gökten bir ayet indiririz de ona boyunları eğik kalır.

Hattâ izâ reev mâ yûadûne fe se ya’lemûne men ad’afu nâsıren ve ekallu adedâ(adeden).

[072.024] Sonunda, kendilerine söz verileni gördükleri zaman, kimin yardımcısının daha güçsüz ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir.

Bu ayeti anlamak için, müşriklerin diğer ayetlerde gördüğümüz mal, servet ve evlat sahibi olmaları nedeniyle kendilerini güçlü zannettikleri ayetleri okumamız gerekmektedir.

[068.014-15] Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye, Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: «Öncekilerin masalları» der.

[023.055-6] Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!

[074.013-5] Ve yanında hazır oğullar (verdim). Ve onun için bir döşemekle döşeyiverdim. Sonra da arttırayım diye tamahkar bulunuyor.

[018.039] «Bağına girdiğin zaman, 'Maşallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan.»

[071.021] Nuh dedi ki: «Ey Rabbim! biliyorsun onlar, bana isyan ettiler, malı ve çocuğu kendisine hasardan başka birşey arttırmayan kimsenin ardınca gittiler.

[102.001] (Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi.

Mal, servet ve evlat sahibi oldum diye Allah'a karşı efelenenlerin, hesap günü düşecekleri durum yine aynı Kitap'ın içindeki ayetlerde beyan edilmiştir.

[070.011-4] Onlar birbirlerine yalnız gösterilirler. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.

[080.034-6] İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar.

[026.087-9] «Ve (nâsın) kabirlerden diriltilip kaldırılacakları gün beni zelil etme. O gün, ne mal fayda verir, ve ne de oğullar. Ancak Allah'a selim bir kalp ile varan kimse müstesna.»

[092.011] O kimse ölüp ateşe yuvarlandığı zaman, malı ona fayda vermez.

[111.002] Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı.

[031.033] Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğulun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.

CİN Suresi 18-24. ayetlerini ele almaya çalıştığımız bu yazımızda, surenin 25-28. Ayetlerinin gelecek yazımızda ele almaya çalışacağız.

--Devam edecek--

23 Mart 2015 Pazartesi

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması : 8-17 Ayetler


Bundan önceki iki yazımızda CİN Suresi'ne giriş ve 1-7. ayetler arasını tefekkür etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda 8-17. ayetler arasını tefekkür etmeye gayret edeceğiz.

Ve ennâ le mesnes semâe fe vecednâhâ muliet haresen şedîden ve şuhubâ(şuhuben).

[072.008] «Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk.»

Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâıde lis sem’i fe men yestemiıl âne yecid lehu şihâben rasadâ(rasaden).

[072.009] «Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş (ışın) buluyor.»

Bu iki ayeti anlayabilmek için yine Kur'an'a müracat ederek ilgili ayetleri alt alta koymak gerekmektedir.

[015.016-18] And olsun ki, gökte burçlar meydana getirdik, onları bakanlar için donattık. Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak o ki, kulak hırsızlık etmiş olur. Artık onu da apaçık bir ateş parçası takip eder.

[037.006-10] Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk; Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak bir çalıp çarpan müstesna. Ona da hemen bir parça ateş parçası ulaşıverir.

[067.005] And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinde teşbihi bir anlatım metodu ile vahyin geliş yolunun gayet güvenli olduğu, yolda herhangi bir eşkiya veya gasıp saldırısına maruz kalmadan emin bir şekilde yerine ulaştığı anlatılmaktadır.

Vahiy bilindiği üzere Allah(c.c) > Vahiy Meleği > Muhammed(a.s) şeklinde bir yol takibi ile bizlere ulaşmıştır. Allah(c.c)'nin "melek elçi"ye verdiği vahyin, yolda herhangi bir eşkiya saldırısına uğramadan, yani cin veya şeytanların ilave veya katmalarına maruz kalmadan, emin bir şekilde sahibine ulaşmakta olduğunu bu ayetlerden öğrenmekteyiz. 8. ve 9. ayetler vahyin ve Elçi'nin güvenlik yönünden hiçbir şekilde vahye gölge düşürecek eylemlere maruz kalmadığını, onların böyle bir eyleme güç yetiremeyeceğini yine cinlerin lisanı üzerinden beyan etmektedir.

9. ayeti okuduğumuz zaman, sanki cinlerin şimdi yapamadıkları bir şeyi önceden yapıyorlarmış gibi bir algı oluşmaktadır. Bu ayeti, vahyin nazil olma süreci ile ilgili olarak düşündüğümüz zaman kafada bu tür bir soru oluşmasına gerek kalmayacaktır.

Bu bağlamda müşriklerin sünneti olarak ifade edebileceğimiz ve bütün elçiler için yaptıkları "mecnun" (cinlenmiş) suçlamalarını ele almakta fayda vardır. Mekke'li müşriklerin yaşantılarında önemli rol oynayan kahinler, cinlerle irtibat kurarak gaybdan haber aldıklarını iddia ederlerdi. Muhammed(a.s)'ın okuduğu vahiy sebebi ile ona cinlenmiş suçlamaları yapılarak, okuduklarının cinler tarafından ona ilham edildiği iddia edilmiştir.

[026.027] (Fir'avun da) «Dedi ki: «Size gönderilmiş olan resûIünüz, şüphe yok ki elbette bir mecnûndur.»

[015.006] Bir de ey o kendisine zikr indirilmiş olan, dediler: mutlaka sen mecnunsun!

[037.036] Ve «hiç biz mecnun şâır için ilâhlarımızı bırakır mıyız?» diyorlardı

[051.052] İşte böyle; onlardan öncekiler de herhangi bir peygamber gelmeyiversin, mutlaka onlar da: «Büyücü veya cinlenmiş» demişlerdir.

Ona yüklenen mecnunluk iddiaları Allah(c.c) tarafından red edilerek, vahyin böyle bir şeyin eseri olmadığı ve tamamen Allah(c.c)'nin korumasında olduğu beyan edilmiştir.

[052.029] O halde anlatıp öğüt vermeye devam et; çünkü sen, Rabbinin nimeti hakkı için, ne kahinsin ne de mecnun!

[068.002] Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.

[081.022] Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.

8.ve 9. ayetlerde yine cinlerin lisanından, vahyin izlediği yol üzerinde onların hiçbir şekilde müdahale imkanları olmadığı, vahyin emin bir şekilde yerine ulaştığı, vahiy inen "beşer elçi"ye karşı onların hiç bir müdahaleleri olmadığı söylenmektedir.

Ve ennâ lâ nedrî eşerrun urîde bi men fîl ardı em erâde bi him rabbuhum reşedâ(reşeden).

[072.010] «Yeryüzünde olanlara şer mi murad edildi, yahut Rableri onlara rüşd mü dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz.»

Gaybı öğrenme isteği, insanın öteden beri var olan bir hastalığıdır. Bu hastalıklarını iyi bilen cin tayfası, onları kendilerine bağlamak için gaybdan haber verdiklerini iddia ederek onları saptırmışlardır. Kendi lisanları üzerinden onların böyle bir bilgiye sahip olmadıkları haber verilerek, bu tür bilgilerin sadece yalan haber olduğu vurgusu yapılmaktadır. Surenin 26. ayetinde gayb bilgisinin sadece Allah katında olduğu ve bu bilgiyi vereceği insanların sadece elçileri olduğu beyan edilerek, kim olursa olsun "Bende gaybi bilgi var" şeklindeki iddiaların ancak yalan bilgiden ibaret olduğunun bilinmesi gerektiği haber verilmektedir. SEBE 14 ayetinde de aynı vurgu yapılarak cinlerin gaybı bilmesi gibi bir durumlarının söz konusu olmadığı haber verilmektedir.

[034.014] Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.

Rabbimiz bütün yarattıkları için "rüşd" yoluna gitmelerini diler ancak bu dilemesi kullarını zorlayıcı bir durum arz etmez. Kullarını kendi iradeleri doğrultusunda yapmış oldukları, "rüşd" veya "ğayy" yolundan hangisini seçerlerse bu yolda yürümelerini sağlar. Hangi yolu seçerlerse, ona göre karşılığını alırlar. Yaratılmışlardan hiçbir kimse gelecek ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye asla sahip olamaz. Gayb konusunu surenin 26. ayetinde daha geniş ele almaya çalışacağız.

Ve ennâ minnes sâlihûne ve minnâ dûne zâlik(zâlike), kunnâ tarâika kıdedâ(kıdeden). 

[072.011] «Gerçek şu ki, bizden salih olanlar da vardır ve bizden bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.»

Bu ayette; cinlerin de tıpkı insanlar gibi fırka fırka olduğu, Mekkeliler'i şirke sürükleyen cinlerin salih olmayanlar olduğu hatırlatması yapılmaktadır. Mekkeliler'e hitaben, "Sizlerin tabi olduğunuz cinler, salih olmayan fırka mensupları olup sizi ancak cehenneme çağırmaktan başka şey yapmazlar" mesajı vermektedirler.

Ve ennâ zanennâ en len nu’cizallâhe fîl ardı ve len nu’cizehu herebâ(hereben).

[072.012] «Biz şüphesiz, Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak suretiyle de onu hiç bir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık.»

Allah(c.c)'nin dinini inkar ederek başka yollara tabi olanlara vaadedilen cezanın süreye bağlanmış olması, müşrikler nazarında bu azap sözünün yalan olduğu gibi bir düşünce oluşmasına sebep olmuştur. Allah(c.c) bir kulunun günahı işlediği anda cezasını verseydi, kulun tevbe ederek geri dönme imkanı kalmazdı. Allah(c.c)'nin kullarına böyle bir zaman tanıması onların hayrına olup, onun böyle bir acziyet içinde olmadığı birçok ayette beyan edilmiştir.

[008.059] İnkar edenler, asla öne geçtiklerini sanmasınlar, çünkü onlar bizi aciz bırakamayacaklardır.

[006.134] Size vadedilen, mutlaka yerine gelecektir; siz O'nu aciz kılamazsınız.

RAHMAN 33 ayetinde ise O'nun mülk sınırlarından başka bir mülk sınırına geçmek gibi bir şansımız olmadığı hatırlatılarak, kaçarak kurtulmak gibi bir durumun asla olmadığı hatırlatılmaktadır.

[055.033] Ey cin ve insan topluluğu; göklerin ve yerin çevresinden geçip gitmeye gücünüz yetiyorsa geçip gidin. Ama üstün bir güç olmadan geçemezsiniz.

Ve ennâ lemmâ semi’nel hudâ âmennâ bih(bihî), fe men yu’min bi rabbihî fe lâ yehâfu bahsen ve lâ rehekâ(rehekan).

[072.013] Doğrusu biz, o hidayeti (Kur'an'ı) işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir (ecrinin) eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar.

Kur'an'ı işittikleri zaman inkarcı bir tavır takınanlar ile ilgili ayetleri hatırladığımız zaman, bu ayetin mesajı daha kolay anlaşılacaktır.

[008.031] Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, «İşittik, işittik! İstesek biz de aynını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır» derlerdi.

[008.021] Ve: «Biz işittik» dedikleri halde, gerçekte işitmeyenler gibi olmayın;

[068.015] Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: «Öncekilerin masalları» der.

Halbuki Kur'an işitildiği zaman verilmesi gereken böyle bir tepki değil, aşağıdaki ayetlerde gördüğümüz tepkiler olmalıydı.

[005.083] Resûle indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: «Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.»

[032.015] Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.

[025.073] Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.

[017.107] De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.

Amellerin eksiltme veya haksızlık yapılmadan karşılığının verilmesi iman edenler veya etmeyenler için aynıdır. Dünya hayatında işlenen bütün amellerin karşılığının nasıl ödeneceği ile ilgili ayetlerden birkaç örnek okuduğumuzda bunu görebiliriz.

[020.112] İnanmış olarak, yararlı işler işleyen kimse, haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz.

[099.7-8] Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.

[004.040] Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat arttırır ve yapana büyük ecir verir.

[021.047] Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz.

[031.016] Lokman: «Ey oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Latif'tir, haberdardır».

Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden).

[072.014] «Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp-bulanlardır.»

Ayette "el-muslimûne" ve "el-kasitûne" olarak isimlendirilen iki gruptan bahsedilmektedir. "el-kasitûne" olarak bahsedilen grubu anlamak için, surenin 4. ayetine geri dönmemiz gerekmektedir. 4. ayet içinde geçen "şetaten" kelimesi "zalimce, haksızca, adaletsizce,
zorbaca davranış" anlamındadır. 14. ayet içindeki "kasitun" kelimesi "haksızca, zorbaca, adaletsizce davranış" demek olup bu şekil davrananların adı "el-kasitun"dur. "el-muslimun" kelimesi ise bunun karşıtı olarak kullanıldığına göre, "el-kasitun"dan olmayı gerektirecek davranışların tersini yapanların adı "el-muslimun"dur.

Ayette "rüşd" yolunun nereden geçtiği de beyan edilmektedir. "Rüşd" kelimesi "insanın bozuk ve fasid bir inanıştan dolayı cahilce hareket etmesi" anlamına gelen "ğayye" kelimesinin zıddı bir kelime olup, "hidayet" kelimesi ile aynı anlamdadır. "Hidayet" kelimesi "bir kimseye doğru yolu tutmasına takip etmesine vesile olmak" anlamında olup, "dış ve iç afetlerden, belalardan, dertlerden uzak olmak" anlamına gelen "esleme" kelimesi ile bunları birleştirecek olursak; cahilce bir inançtan sakınıp doğru bir yol üzerinde yürümenin tek çaresi Allaha teslim olmak yani "müslim"lerden olmaktır.

Ve emmel kâsitûne fe kânû li cehenneme hatabâ(hataban).

[072.015] Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.

Doğru yolun tersi istikametinde gidenlerin alacağı karşılık birçok yerde beyan edildiği gibi burada da beyan edilmektedir.

[002.024] Yapamazsanız --ki yapamayacaksınız-- o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının.

[066.006] Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.

Ve en levistekâmû alet tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ(gadekan).

[072.016] Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerini bol bir su ile suvarırdık.

Ayet içinde geçen "tarikat" kelimesi "ayaklarla 'tark tark tark' diye vurularak gidilen yol" anlamında bir kelime olup, terim olarak "kişinin doğru veya yanlış bir fiili işlerken tuttuğu yol" anlamındadır.

"İstikamet" kelimesi ise "doğru bir çizgi üzerinde olan yol"la ilgili bir kelime olup "doğru bir yolda yürüyenlere bol su verilmesi ne anlama gelir?" sorusunun cevabı olarak şunları söylemek mümkündür.

Kişinin istikamet üzere bir yol üzerinde gitmiş olması, herhangi bir yanlış yola sapmaması anlamına gelir. Böylece bu yol üzerinde gitmeyi hayatının her safhasında uygulama alanına geçirmesi sonucunda yanlış kararlar vermez ve bu doğru kararlar ile yürüdüğü yolda her bakımdan başarı kazanır. Bu başarısı dünya hayatında ona hem dünyevi, hem uhrevi bakımdan kazanç getirir.

Li neftinehum fîh(fîhi), ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben saadâ(saaden).

[072.017] Bu nimetimiz onları imtihan etmek içindir. Kim Rabbini hatırlamaktan yüz çevirirse Allah onu git gide artan çetin bir azaba sokar.

Ayet içinde geçen "fitne" kelimesi "altının kaç ayar olduğunun belirlenmesi için ateşe sokulması" anlamında olup terim anlamı olarak "insanın kaç ayar olduğunun belirlenmesi için bir takım denemelere tabi tutulması" anlamındadır.

Bir çok ayette insanın yaşadığı hayat içinde başına gelen her türlü olayın "imtihan" olgusu dahilinde değerlendirilmesi gerektiği, dünya hayatında bu imtihanı başarı ile geçenlerin Ahiret hayatında mutlu bir hayat süreceklerini Rabbimiz vâdetmiştir. Kişi, elinde olan mal ve servetin bir imtihan olduğu bilincinde olarak doğru bir yol üzerinden sapmadığı müddetçe alacağı karşılık yine bir çok ayette beyan edilmiştir.

[002.155] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.

[057.020] Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.

[006.032] Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?

[047.036] Doğrusu dünya hayatı oyun ve oyalanmadır. Eğer inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size ecirlerinizi verir; O, sizin mallarınızı tamamen sarfetmenizi istemez.

CİN Suresi 8-17. ayetlerini ele almaya çalıştığımız yazımızın devamı olan 18-28. ayetleri arasını gelecek yazımızda ele almaya gayret edeceğiz.

--Devam edecek--


22 Mart 2015 Pazar

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması:1-7. Ayetler

Bundan önceki yazımızda sure ile ilgili giriş yapmaya çalışarak, surenin ayetlerine girmemiştik. Bu yazımızda CİN Suresi 1-7. ayetler üzerinde teker teker durmaya gayret edeceğiz. Kur'an'ı doğru anlamada usul olarak takip ettiğimiz yol olan ilk hitabın kime olduğu, yani nazil olan ayetlerin ilk muhataplarının kim olduğu öncelikle tesbit edilerek, sonrasında günümüze dair olan mesajını okuma yolunu, bu surede de takip etmeye çalışacak ve Mekkeli muhataplara dair olan hitabını öncelikle anlamaya çalışacağız. Suredeki ayetleri diğer ayetler yardımı ile anlamaya çalışarak Kur'an'ın nasıl bir anlam örgüsüne sahip olduğuna bir kere daha şahit olacağız.

Mekkelilerin cinler ile olan yakınlıklarının, yine cinlerin itirafları ile yanlış olduğunu ortaya koyan bir nevi itiraf name olarak okumanın daha doğru sonuç doğuracağını düşündüğümüz ayetlerin, sadece Mekkelilere has olarak inmiş ayetler olarak okunması düşüncesi içinde olmadığımızı öncelikle hatırlatmak isteriz. Her devirde cinler ile ilişki kurarak, onlar vasıtası ile sapmak durumunda olan herkesi ilgilendiren bu ayetlerdeki genel mesaj, yine onlar tarafından bir itiraf olarak okunmalı ve cinlerin onları bir bakıma enayi yerine nasıl koydukları görülmelidir.

Sureyi okurken cinlerin nasıllığı, varlığı, yokluğu veya insan oldukları gibi tartışmalar içine girmek "havanda su dövmek" misali getirisi olmayan tartışmalardır. Surenin, Batı ve Doğu edebiyatında örnekleri olan "fabl" yani "hayvanların konuşturularak onlar üzerinden mesaj verilme" metodunun Kur'anî bir versiyonu olarak cinlerin konuşturularak insanların ibret almasının amaçlanması olarak okunması gerektiğini düşünmekteyiz.

Nasıl ki "fabl" tarzı bir eseri okurken "yahu hayvan konuşur mu?" şeklinde bir itirazda bulunmadan okuyor ve ondan çıkan mesaja odaklanıyorsak, özellikle CİN Suresi 1-15. ayetler arasındaki bölümün bu gözle okunarak verilmek istenen mesaja odaklanmak gerektiğini düşünüyoruz.

Varsayalım böyle bir olay hiç olmadı ve sadece "intak sanatı" dediğimiz "insan dışındaki varlıkların konuşturulduğu" bir edebiyat türü ile Mekkeli müşriklerin, değer verdikleri cinlerin kendileri hakkında olan düşüncelerinin anlatıldığı bir tarz olarak okumanın imanımıza bir halel getireceğini düşünmüyoruz.

Bu edebi anlatım türü Kur'an'ın bazı ayetlerinde karşımıza çıkmaktadır. Örnek verecek olursak; AHZAB 72'de göklerin, yerin ve dağların emaneti yüklenmekten kaçınmış olmaları, FUSSİLET 11'de yerin ve göğün konuşması bu edebi tür örneklerindendir.

Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun minel cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen acebâ(aceben).

[072.001] De ki: Hakikat bir takım cinnin Kur'ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur'ân dinledik.

"De ki bana vahy edildi" ifadesi ile Muhammed(a.s)'ın bu olaydan haberinin olmadığını, yani Kur'an'ı dinleyenleri kendisinin görmediğini anlamaktayız. Kur'an dinleyen cinlerden "nefer" kelimesi kullanılarak bahsedilmiş olması burada önemli bir noktadır.

"Ennefrü" kelimesi sözlükte "dehşet ve korku duyarak bir nesneden kaçmak, veya dehşet ve korku duyarak bir nesneye sığınmak, veya rahatsız olup huzuru kaçıp bir nesneden kopup ayrılmak, veya rahatsız olup huzuru kaçıp bir nesneye doğru kopup gitmek" anlamlarındadır (el-müfredat).

Gelecek ayetleri okuduğumuz zaman, bahsi geçen cinlerden "nefer" şeklinde bahsedilmesi, onların bir şeylerden kaçarak Kur'an'a sığınmalarının neden veya kimlerden kaçtıklarının sorusunu doğuracak ve bunun cevabı 1-15 ayetler arasındaki anlatımların odak noktasını oluşturacaktır.

Cinlerin kaçtıkları kişiler; Mekkeliler ve onların şirkleridir. Cinler onlardan kaçıp Kur'an'a sığınmışlar  ve bundan önce Mekkelileri kendilerinin saptırdıklarını itiraf ederek, onları da kendilerinin yaptıkları gibi Kur'an'a kaçmalarını öğütlemektedirler.

Ayette geçen "şaşılacak ve hayret verici bir durum" anlamına gelen "aceben" kelimesinin diğer ayetlerde kullanılışını gördüğümüz zaman; cinlerin "Kur'anen aceben" ifadesini neden kullandıklarını da görmüş oluruz. Aynı kelime Mekkelilerin ve onlardan önceki müşriklerin kendilerine gelen Elçi ve Kitap'a karşı olan tepkileri için de kullanılır.

[007.063] Size o korkunç akibeti bildirmek için, korunmanız için belki de rahmete kavuşturulmanız için sizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir uyarının gelmesine inanmıyor da şaşıyor musunuz? (eve aciptum)» dedi.

[007.069] «Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile, size bir zikir gelmesine şaştınız mı? (eve aciptum) Düşünün ki (Allah) sizi, Nûh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz.»

[038.004] Küfredenler içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırmışlardı da (acibu) demişlerdi ki: Bu, çok yalancı bir sihirbazdır.

[050.002] Kafirler aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da (acibu) «Bu şaşılacak (acibun) bir şeydir» dediler.

[053.059-62] Şimdi siz bu söze mi şaşırıyorsunuz(ta'cebun)? Hep gülüyorsunuz, ama ağlamıyorsunuz. Üstelik kafa tutuyor, oyalanıyorsunuz. Haydi artık Allah’a secde ve ibadet ediniz!

[038.005] «İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı (ucabun) bir şey.»

[010.002] İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak (aceben) bir şey mi oldu ki, o kâfirler: Bu elbette apaçık bir sihirbazdır, dediler?

Kur'an ile muhatap olan Mekkelilerin veya onların önceki atalarının, Kur'an'a karşı verdikleri tepki inkarcılık yönünde olmuştur. Aynı Kur'an ile cinler de muhatap olmuş ve Mekkeliler gibi onlar da şaşırarak dinlemişlerdir. Ancak cinler Mekkeliler gibi inkar etmeyip ona iman ettiklerini beyan etmektedirler.

Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih(bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden).

[072.002] «O (Kur'an), 'gerçeğe ve doğruya' yöneltip-iletiyor. Bu yüzden biz ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.»

Ayet içinde geçen "ruşdi" kelimesi "kişinin fasit ve bozuk bir inanca sahip olmasından dolayı cahilce hareket etmesi" anlamına gelen "Ğayye" kelimesinin zıddı bir kelime olup, "hidayetun" kelimesi ile aynı anlamda kullanılır (Elmüfredat).

"Rüşd" kelimesi "fasit ve bozuk bir inanca sahip olan bir kişinin doğru yolu bulması" demek olup, bu durumun nasıl olacağı cinlerin lisanı üzerinden anlatılarak Kur'an olduğu hatırlatılmaktadır.

Kur'an'ı dinleyen cinler; aynı Kur'an'ı dinleyen Mekkeli müşriklerin "eskilerin masalları" gibi sözlerle Kur'an'ı red etmelerine karşın, 2. ayet içindeki sözleri söylemektedirler. Ayet bir nevi "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" deyimine uygun olarak Mekkelilere Kur'an'ı işittikleri zaman göstermeleri gereken tavrın ne olması gerektiğini beyan etmektedir. Cinlerin Allah'a ortak koşup koşmadıklarından ziyade asıl vurgu, Rablerine ortak koşan Mekkeli müşriklerin durumlarının ortaya konulmuş olması olup, Kur'an'ı işiten birisinin artık şirki bırakıp tevhide yönelmesi gerektiğini hatırlatmaktadır.

Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ mettehaze sâhıbeten ve lâ veledâ(veleden).

[072.003] Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.

Bu ayeti anlamak için yine Kur'an içine yayılmış olan ayetlerde, müşriklerin Allah'a çocuk isnadlarını hatırlamak yerinde olacaktır.

[006.100-101] Cinleri O yaratmışken kafirler Allah'a ortak koştular. Körü körüne O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O onların vasıflandırmalarından yücedir. Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir.

[002.116] «Allah oğul edindi» dediler; haşa, oysa, göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmişlerdir.

[010.068] «Allah çocuk edindi» dediler; haşa; O müstağnidir; göklerde ve yerde olanlara sahiptir. Elinizde, onun çocuk edindiğine dair bir delil yoktur, bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı nasıl söylüyorsunuz?

[017.111] De ki; «Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir.

[039.004] Allah çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini seçerdi. O münezzehtir, O; gücü her şeye yeten tek Allah'tır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler haricinde bir çok ayette, Allah'ın çocuk edindiği iddiaları red edilerek, bunun iftira olduğu beyan edilmektedir. Aynı iftirayı Mekkeli müşrikler de Allah için kullanıp, O'na çocuk isnad etmişlerdir. 3. ayet cinlerin böyle bir düşüncesi olup olmadığından çok, yine Mekkeli müşriklerin bu iddialarının, onlar tarafından değerli görülen cinler tarafından yanlış olduğu hatırlatılmaktadır.

Ve ennehu kâne yekûlu sefîhunâ alâllâhi şetatâ(şetatan).

[072.004] «Doğrusu şu: Bizim düşük akıllı-beyinsizlerimiz. Allah'a karşı 'gerçek dışı bir sürü saçma şeyler' söylemişler.»

Ayet içinde geçen "şetatan" kelimesi "zalim, haksız, zorba ve adaletsizce davranmak" anlamındadır. Bu kelimenin ifade ettiği anlamı KEHF 14 ayetinde "Ashab-ı Kehf"in dilinden şöyle okumaktayız;

[018.014] Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş(şataten) oluruz.

KEHF 14 ayetinde "şataten" olarak ifade edilen amel "şirk"tir. CİN 4 ayetinde bu ameli işleyenlerin "sefih" oldukları cinler üzerinden beyan edilerek, müşriklerin bu sefihliği terketmeleri, onları yüce varlıklar olarak gören müşriklere, onların böyle bir amel işlemekle "sefih" oldukları hatırlatılarak vaz geçmeleri öğütlenmektedir.

Ve ennâ zanennâ en len tekûlel insu vel cinnu alâllâhi kezibâ(keziben).

[072.005] «Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemiyeceklerini sanmıştık.»

CİN suresini, cinlerin Mekkelileri nasıl şirke sürüklediklerinin kendi ağızlarından olan itirafları çerçevesinde okuduğumuz zaman, bu ayetin Cinlerin, yalan söyleyerek Mekkelileri şirke sürükledikleri ve Mekkelilerin cinlerin bu yalanlarına kandıkları yani onları resmen enayi yerine koydukları itiraf edilerek, Mekkelilerin gözlerini açarak cinlerin onları sürükledikleri bataklığa daha fazla batmadan bir an önce çıkmaları hatırlatılmaktadır. Allah'a karşı yalan söyleyen birisinin sağlam pabuç olmadığı yine bu ayetler ile bizlere de hatırlatılmaktadır.

Ve ennehu kâne ricâlun minel insi yeûzûne bi ricâlin minel cinni fe zâdûhum rehekâ(rehekan).

[072.006] «Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.»

"İnsanlardan bazı adamlar" şeklinde bahsedilenler Mekkeli müşrikler olup, sığınılacak merci konusunda yanlış seçim yaptıkları ve bu yanlış seçim neticesinde sığınılacak merci olarak seçtikleri cinlerin onları saptırdığı yine kendi ağızlarından haber verilerek itiraf ettirilmektedir. Allah(c.c)'nin dışında sığınılacak bir merci aramak veya O'ndan başkasına sığınmanın adı "şirk" olup, başta FELAK ve NAS Sureleri olmak üzere kime sığınılacağını bize öğreten bir çok ayet mevcuttur. Bu ayetlerden bir kaç örnek şunlardır;

[040.027] Musa: «Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan böbürlenenlerin hepsinden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım» dedi.

[044.020] (Musa)«Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.»

[011.047] (Nuh) dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!

[019.018] Meryem: «Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım» dedi.

[007.200] Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bilir.

[016.098] Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

Ve ennehum zannû kemâ zanentum en len yeb’asallâhu ehadâ(ehaden).

[072.007] Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.

Bu ayetin bazı meallerde "ve şüphesiz onlar da sizin zannettiğiniz gibi zannetmişlerdir ki, Allah hiçbir kimseyi peygamber göndermeyecektir" şeklinde yapıldığını görmekteyiz. Bu farklılık ayet içindeki "En len yeb'asallahu ehaden" cümlesindeki "baase" fiilinin anlam tercihleri sebebiyledir. "Baase" kelimesi sözlükte "bir şeyi kaldırmak, harekete geçirmek ve göndermek" anlamlarına gelir ve hangi anlamda kullanıldığı ayet içindeki cümle bütünlüğünden anlaşılır. Her geçtiği yerde aynı anlama gelmeyen yani "çok anlamlı" kelimeler grubundan olan bu tür kelimelerin kullanımlarında konu bütünlüğünün önemi büyüktür. CİN 7 ayeti içindeki kullanımı "yeniden diriltme" anlamında olup, bu anlamı Kur'an bütünlüğünde Mekkeli muhatapların yeniden dirilişi inkar ettiği ayetlerde görebiliriz.

"Zan" kelimesi sözlükte "bir emareden hareketle ulaşılan bilgi" anlamındadır. Önemli olan emarenin kaynağı olup, eğer bu emare Allah'tan gelen bir bilgi kaynağına dayanmıyorsa, haktan bir şey ifade etmez. Yeniden diriliş diye bir şey olmadığı iddiası Allah'tan gelen bir bilgiye dayanmadığı için haktan hiç bir şey ifade etmemektedir. Bir çok ayet Mekkelilerin yeniden dirilişi inkar ettiklerini haber vererek, bu inkarlarının onlara pahalıya mal olacağını haber vermektedir.

[017.049] «Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka dirilecek miyiz? derler.

[017.098] Bu, ayetlerimizi inkar etmelerinin ve: «Kemik ve ufalanmış toprak olduğumuzda mı yeniden dirileceğiz?» demelerinin cezasıdır.

[023.082] Dediler ki: Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?

[037.016] «Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, diriltileceğiz?»

[056.047] Şöyle söylerlerdi: «Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?»

Yeniden dirilmeme konusunda cinlerle Mekkelilerin aynı düşünmüş olmaları sapkınlıkta ortak yönlerinin aynı olduğu ve bu zanlarının Allah'tan gelen bir bilgiye dayanmadığı yine kendi ifadeleri ile haber verilmektedir.

CİN 1-7 arası ayetleri ele almaya çalıştığımız bu yazımızdan sonra; surenin diğer ayetlerini bundan ileriki yazılarımızda ele almaya gayret edeceğiz.

--Devam edecek--

20 Mart 2015 Cuma

Kur'andaki Yeminler Cibril'e mi Ait ?

Yazımıza böyle bir başlık atma sebebimiz; sayın Mehmet Okuyan Hoca'nın Akabe Vakfı'nda yapmış olduğu "Envarul Kur'an" dersinde, Kur'an'daki yeminlerin Cibril'e ait olduğu iddiası üzerinedir. Sayın Hoca'nın bu derste "Kur'an Yeminleri" (MÜDDESSİR Suresi 5. ayet) konusunda söylemiş olduklarını, bu düşüncesi haricinde takdire şayan bulduğumuzu öncelikle hatırlatarak, bu konu ile ilgili söylediklerini nakledip düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.

Sayın Hoca bu konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir; "Cümlede yemin ile ifadeyi desteklemek Allah'a aittir. Yeminin lafzı Cebrail'e ait, mana Allah'ındır. Cümlenin yeminle gelmesi kararı Allah'ındır. Kur'an önce O'nun kelamıdır, meselenin söz boyutu Cebrail'e aittir. 'Feve Rabbike' (Rabbine yemin olsun ki) lafzı Allah'a ait olsaydı 'Bana yemin olsun' derdi, kendisi üzerinden yemin ederdi."

Sayın Hoca'nın "Kur'an'ın Allah kelamı olduğu" düşüncesi tabi ki doğrudur ancak bu kelamın içinde Cibril'in sözünün de olduğu iddiasına katılmadığımızı söylemek istiyoruz. Kur'an Elçi aracılığı ile inmiş bir kitap olduğu için, tamamı için "elçi sözüdür" ifadesi kullanılmış olup, sayın Hoca'nın iddiası "Kur'an'da Allah(c.c)'ye ait olmayan sözler olduğu" yönündedir. Sayın Hoca, Allah'a ait olmayan bu sözlerin Kur'an'daki yeminler olduğu ve bu yeminlerin Cebrail'e ait olduğunu iddia etmektedir.

Sayın Hoca şayet "Kur'an'ın tamamı Cebrail'in sözüdür" şeklinde bir ifade kullanmış olsaydı, bu ifadenin altına imzamızı atardık. Kur'an'ın Cebrail sözü olması demek; manasını onun beyan etmesi demek anlamında değildir. Kur'an'ın tamamı mana olarak Allah(c.c)'nin kelamıdır ancak bu kelamın yerdeki beşer elçiye aktarılma keyfiyeti Cebrail vasıtası ile olup, Cebrail'in Allah katından aldığı sözleri beşer elçiye ulaştırması ile gerçekleşmiştir.

"İnnehu le kavlü Resulin kerimin" (Muhakkak o Kerim bir Elçinin sözüdür) ayeti Kur'an'da HAKKA 40 ve TEKVİR 29 ayetlerinde geçmektedir. Bu ayetlere geçmeden "elçi" kavramının ifade ettiği anlam üzerinde durmakta fayda vardır.

Kur'an'ın anlatım usluplarından birisi olan "teşbih" yani benzeterek anlatma uslubu, özellikle gaybi konularda ortaya çıkmaktadır. Allah(c.c) ile ilgili anlatımlarda, O'nun aşkın bir varlık olması nedeniyle bu uslup kullanılmıştır. Allah(c.c) kendisini Kur'an'da "Hükümdar" olarak tasvir etmektedir. Mülkü, Arşı, Ordusu, Hazineleri v.s gibi kelimeler ifade edilenler, muhatapların zihninde ilk olarak bir hükümdar tasviri oluşturmaktadır. Bir hükümdar bazı ülkelere elçiler göndererek onlara isteklerini bildirir. Bu elçiler o mesajı sadece taşırlar; taşıdıkları mesajın içeriğine ne bir ilave ne bir eksiltme yapmak gibi bir yetkileri asla yoktur.

Allah(c.c) en yüce hükümdar olarak, mülkü içinde yaşayan insanlara bir takım mesajlar göndermiştir. Bu mesajları seçtiği elçiler vasıtası ile gönderdiğini ayetlerde beyan etmiştir. Allah(c.c), yerdeki "beşer elçi"ye iletmesi için "melek elçi"ye kelamını verir. Bu elçinin görevi; sadece yerdeki "beşer elçi"ye mesajı iletmektir. TEKVİR 29'daki "kerim elçi" Cibril olup, bu Kitap'ın onun sözü olması demek; onun elçiliğini yaptığı söze herhangi bir ilavede bulunmuş olması anlamına gelmez. Onun görevi sadece mesajı taşımak olup, bunun dışında başka bir görevi veya yetkisi yoktur.

HAKKA 40 ayetine baktığımızda "kerim elçi" olarak bahsedilen kişinin bu sefer "beşer elçi" olan Muhammed(a.s) olduğunu görürüz. Kur'an'ın onun sözü olması demek; elçilik görevini yüklenmiş olması sebebi ile yüce Hükümdarın mesajını taşıması demek olup, taşıdığı mesaja herhangi bir ilavede bulunması gibi bir yetkiye sahip olduğu anlamına gelmez. Bir elçinin görevini ve yetki alanının sınırını 40. ayetten sonraki ayetlerde şöyle görmekteyiz.

[069.044] O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,

[069.045] Muhakkak onun sağ elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

[069.046] Sonra onun can damarını elbette keserdik.

[069.047] O zaman sizden hiç biriniz de buna engel olamazdınız.

Bu ayetler bir elçinin görev ve yetki sınırlarını açık bir şekilde beyan etmekte olup, Cibril'in de "elçi" sıfatına haiz olması nedeniyle onun da getirdiği mesaja herhangi bir ilavesi veya eksiltmesi asla sözkonusu olamaz. Elçiler, Hükümdardan aldıkları mesajın noktasına virgülüne dokunmadan onu iletmekle görevli olup Kur'an'daki yeminlerin Cibril sözü olması gibi bir durum asla sözkonusu olamaz.
 
Bu bağlamda sayın Hoca'nın "Feve Rabbike (Rabbine yemin olsun ki) lafzı Allah'a ait olsaydı 'Bana yemin olsun' derdi, kendisi üzerinden yemin ederdi" sözü üzerinde durmak istiyoruz. Sayın Hoca bu ifadesi ile bu tür ifadelerin Allah(c.c)'nin sözü olmayıp, Cibril'in sözü olduğunu, dolayısı ile elimizdeki Kitap'ta Allah(c.c)'ye ait olmayan sözlerin bulunduğunu iddia etmektedir.

Böyle bir mantık yürüterek, Kur'an'da Cibril sözü olduğunu iddia etmek demek; Kur'an'da bulunan bir sürü ifadenin Cibril'e ait ifadeler olabileceği düşüncesini de beraberinde getirir. Sayın Hoca'nın ortaya koyduğu düşünceyi, Kur'an'ın diğer ayetlerinde nasıl bir durum ortaya çıkarabileceğini birkaç örnek ile gösterelim.

BAKARA 30 Ayetinde "Ve iz gale Rabbüke lil Melaiketihi" (Rabbin Meleklere dedi ki). Sayın Hoca'nın mantığına göre bu ayetin de Cibril sözü olması gerekir. Neden mi?  "Ben dedim ki" şeklinde bir ifade kullanılmamış.

BAKARA 147 ayetinde "El hakku min Rabbike" (Hak Rabbinden dir). Sayın Hoca'nın mantığına göre bu ayetin de Cibril sözü olması gerekir. Neden mi? "Hak bendendir" şeklinde bir ifade kullanılmamış.

BAKARA 149 ayetinde "Ve innehulhakku min Rabbike" (Muhakkak bu Rabbinden bir haktır). Sayın Hoca'nın mantığına göre bu ayetin de Cibril sözü olması gerekir. Neden mi? "Hak bendendir" şeklinde bir ifade kullanılmamış.

NİSA 65 Ayetinde "Fela ve Rabbike" (Hayır Rabbine andolsun ki). Aynı mantığa göre bu ayetin de Allah sözü olmaması gerekmektedir çünkü "Hayır bana yemin olsun ki" dememiş.

MAİDE 64 ayetinde "Yahudiler, «Allah'ın eli sıkıdır» dediler; dediklerinden ötürü elleri bağlandı, lanetlendiler. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, nasıl dilerse sarfeder. And olsun ki, sana Rabbinden indirilen sözler onların çoğunun azgınlığını ve inkarını artıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah bozguncuları sevmez." buyurulmaktadır.

Bu ayette neden "Benim iki elim açıktır" denilmedi? Neden "Ben nasıl dilersem sarf ederim" denilmedi? Neden "Benden indirilen sözler" denilmedi? Neden "Kin saldım" denilmedi? Neden "Ben söndürdüm" denilmedi? Neden "Ben bozguncuları sevmem" denilmedi? vb. şeklinde sorularla, bütün Kur'an'da geçen ayetleri sorgulayarak, birçoğunun Cibril'e ait olduğunu iddia etmek mümkündür.

Kur'an'ın pek çok ayetinde geçen "Rabbike" (Senin Rabbin) kelimesine birkaç tane daha örnek vererek, burada neden "Ben" dememiş sorusunu sormak mümkündür.

[017.017] Nuh'dan sonra nice nesilleri yok etmişizdir. Kullarının günahlarından haberdar ve onları gören olarak Rabbin yeter.

[017.030] Doğrusu senin Rabbin dilediği kimsenin rızkını genişletir ve bir ölçüye göre verir. O kullarını gören ve haberdar olandır.

[017.055] Göklerde ve yerde olan kimseleri Rabbin daha iyi bilir. And olsun ki peygamberleri birbirinden üstün kılmış ve Davud'a Zebur vermişizdir.

[020.129] Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.

[023.072] Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin ecri daha iyidir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

Bu tür örneklerden yüzlerce sıralamak mümkündür.

Sayın Hoca'nın "cümlenin yeminle gelmesi kararı Allah'ındır" diyerek, uygulamayı başkasına yani Cibril'e bıraktığı iddiası; düşüncesini oluşturduğu mantık örgüsünün diğer ayetler üzerine uyguladığımız zaman Kur'an'da neredeyse Allah(c.c)nin sözü diyebileceğimiz ayet kalmayacaktır.

"Allah ...... dir .......dir"  veya "Allah ......sever veya sevmez" şeklinde gelen ayetlerde neden "Ben" demedi de "Allah" dedi sorusunun cevabını, "Bunlar Cibril sözü de ondan" şeklinde bir cevabı sayın Hoca'nın bile vermeyeceği muhakkaktır.

Konu açılmışken; Kur'an'da Cibril'in sözünün olup olmadığı konusunda tartışma yapılabilecek ayetler de yok değildir.

[019.064] Biz (elçiler,) ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar arasında olan her şey O'nundur. Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir.

[037.165-6] Ve şüphe yok ki, bizleriz, elbette bizleriz, o saf beste olanlar. Ve muhakkak ki, bizleriz, o tesbih ediciler.

MERYEM 64 ve SAFFAT 165-166 ayetlerine baktığımızda, direk olarak meleklerin konuşmaları görülmektedir. Eğer Kur'an'da Cebrail sözü var iddiası ortaya atılacaksa, bu ayetler için ortaya atmak daha makul bir düşünce olabilir. Ancak bu ayetlerin de Allah(c.c)'nin vahyetmesi haricinde melekler tarafından ilave edilerek Muhammed(a.s)'a vahyedildiğini söylemek doğru olmaz.

Bu tür ayetleri anlamak için "hazf" dediğimiz kavramı anlamak gerekmektedir. Hazf bir edebi terim olarak; "söylenilmesi lazım gelen sözün ibarede bulunmaması" anlamına gelir. Ancak bulunmayan yani hazf edilen kelime cümlenin yapısından anlaşılır ve burada bir hazf olduğu herkes tarafından bilinir. Türkçemizde kullandığımız "10 dakikaya geliyorum" sözü ile "10 dakikaya KADAR geliyorum" demek istediğimiz anlaşılır. Burada "kadar" kelimesi hazf edilmiştir. 

Kur'an'da bu tür hazf örneklerine çokça rastlamak mümkündür. Birkaç örnek verdiğimizde konu daha kolay anlaşılacaktır.

[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a aittir; «İşte bu Allah, benim Rabbimdir. O'na güvenirim ve O'na yönelirim.» 

ŞURA 10 ayetini dikkatli okuduğumuzda "işte bu Allah, benim Rabbimdir. O'na güvenirim ve O'na yönelirim" cümlesinde konuşanın sanki Muhammed(a.s) olduğu zannı uyanmaktadır. Sayın Hoca'nın mantığı üzerinden gidersek, Kur'an'da Muhammed(a.s)'ın sözünün olduğu gibi bir durum oluşmaktadır. Sayın Hoca'ya bu cümlenin Muhammed(a.s)'ın sözü olup olmadığını sorduğumuzda, böyle bir şeyin asla olmadığını söyleyecek ve ayet içinde "kul" (de ki) şeklinde bir kelimenin hazf edildiğini söyleyecektir.

[007.110] «Sizi yerinizden çıkarmak istiyor, o halde siz ne emredersiniz?»

A'RAF 110 ayetinde "Sizi yerinizden çıkarmak istiyor" ifadesi Firavun'un melesine ait olup, "o halde siz ne emredersiniz?" diyen kişi Firavun'dur. Burada "Ka'le Fir'avnu" (Firavun dedi ki) ifadesi hasf edilmiştir.

Kur'an'da bu tür ebedi uslup olarak ifade edebileceğimiz kullanımlar mevcut olup, sanki Allah(c.c)'den başkasına ait bir söz varmışçasına düşünce uyandıran ayetleri bu tür edebi veya Arapça'nın ifade özellikleri olarak okumak ve öyle anlamak gerektiğini düşünüyoruz. Kur'an eğer direk olarak Allah(c.c)'den Muhammed(a.s)'a ilka edilmiş olsaydı, Kur'an'ın büyük kısmında gördüğümüz "Biz" şeklindeki ifadelerin neden "Ben" şeklinde olmadığını veya bir başkasının konuştuğu zannı uyandıran ifadeleri sorgulamak hakkına belki sahip olabilirdik. Ancak Allah(c.c) ile Muhammed(a.s) arasında Cebrail adı ile anılan "melek elçi"nin olduğu ve bu çoğul ifadelerin kullanım sebebinin bu duruma matuf olarak böyle kullanıldığı düşünüldüğünde herhangi bir problem kalmayacaktır.

Sonuç olarak; Kur'an, ilk harfinden son harfine kadar Allah(c.c)'nin Cibril adındaki elçisi tarafından Muhammed(a.s) adındaki elçisine verilmek üzere gönderilmiş bir mesajdır. Her iki elçi vazifeleri gereği bu mesajı iletmek görevine sahip olup bu mesaja Allah(c.c)'nin haricinde herhangi bir söz ilave etmek yetkisine sahip değillerdir. Sayın Hoca'nın Kur'an'daki yeminlerin Allah'ın kararı olması iddiası, bu kararı uygulama yetkisinini bir başkasına verilmiş olması iddiasını beraberinde getirmesi açısından kabul edilebilir bir iddia değildir. Elçi sıfatının ne anlam ifade ettiği anlaşılmış olsaydı, bir elçinin taşıdığı mesaja karşı herhangi bir müdahale yetkisinin olmadığı üzerinden gidilerek, bu tür ifadelerin Cibril sözü olduğu gibi bir düşünce içine girilmemiş olurdu. Sayın Hoca'nın bu konudaki düşüncelerini yeniden gözden geçirmesini tavsiye ederek yazımıza son veriyoruz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

18 Mart 2015 Çarşamba

Mücadele s. 12.13. Ayetleri: Nesih ,Tarihsellik ve Evrensellik

Kur'anın bir ayetinin diğer bir ayetin hükmünü kaldırması ile gerçekleştiği iddia edilen nasih mensuh teorisine delil getirilen ayetlerden bir tanesi de Mücadele s. 12. ayeti olup , bu ayetin hükmünün . 13. ayet ile kaldırıldığı düşüncesi,  sure ile ilgili tefsirlerde yer almaktadır. nasih mensuh konusu herhangi bir nas ile sabit olmayıp göreceli bir konu olup , 500 ayet ile 5 ayet arasında neshin vaki olduğu düşüncesi yaygındır. Verdiğimiz rakamlar teorinin ne kadar kaypak bir zemine oturduğunun göstergesi olup , A tefsircisine göre neshe uğradığı iddia edilen bir ayetin , B tefsircisine göre neshe uğramadığı düşüncesi mevcuttur.

Mücadele s. 12.ve 13. ayetleri neshe uğradığı iddia edilen ayetlerden olup , bu konudaki düşüncemiz böyle bir durumun vaki olmadığı yönünde olup, ilgili ayetlerin önce tarihsellik sonra da evrensellik açısından nasıl anlaşılabileceği yönündeki düşüncelerimizi paylaşacağız. nasih mensuh konusunda kısaca , Kur'anda hiç bir ayetin böyle bir işleme tabi tutulmadığı düşüncesinde olanlara katıldığımızı hatırlatmak isteriz.

[058.012]  Ey iman edenler! Resul ile gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bir şey bulamazsanız, artık Allah bağışlayan ve merhamet edendir..

[058.013] Yoksa fısıltınızdan önce sadaka vermekten korktunuz mu? Madem ki, yapmadınız, Allah da size tevbe lütfetti, artık salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a ve resulune itaat edin! Allah her ne yaparsanız haberdardır.

Bu sure içinde çokça geçen "Necva" kelimesi , "Fısıldamak ve birisiyle yalnız kalmak" anlamındadır. Surenin , 7-8-9-10. ayetlerine baktığımızda bu kelimenin münafıklar gündem edilerek kullanıldığını görmekteyiz. Bu bağlamı dikkate alarak okuduğumuz zaman, önce ayetin ilk hitap çevresi anlaşılarak mesajının anlaşılması kolaylaşacaktır. 

Medine döneminin tarihi arka planında, Müslümanlar içindeki Münafıkların Kur'an ayetleri içinde önemli bir yer tutmuş olması ,Münafıklığın tarihsellik içinde gömülüp giden bir durum değil aksine evrensellik arz eden bir durum olduğu için olup , ayetlerde bu tiplerin nasıl ortaya çıkarılabileceği yani toplum içinde bunların kendilerinin nasıl deşifre edilebileceklerinin yolları gösterilmektedir. Konumuz olan ayetlere dikkat edecek olursak , muhatap kesimin sadece iman edenler değil , iman ettiğini iddia eden fakat içlerinde nifak olanların da olduğu görülecektir.

Bu arka plan dahilinde , konumuz olan ayetlere dönecek olursak , Medine de elçi ve devlet başkanı olan Muhammed (a.s) bir yönetici olarak kapısını aşındıran bir çok insanla karşı karşıya gelmektedir. Ahzab s. 53. Ayetinde Muhammed (a.s) ın evine gelen misafirlerle ilgili yapılan düzenlemede , işi bitenin fazla oturmadan gitmesi öğütlenerek bu durumun onu rahatsız ettiği , fakat bunu alenen söylemeye onun çekindiği beyan edilerek Allah (c.c) nin bunu söylemekten çekinmeyeceği beyan edilmektedir. 

Olayı Muhammed (a.s) açısından düşündüğümüz zaman , kendisinin böyle bir danışma ücreti talep etmesi haliyle rahatsızlık yaratan bir durum oluşturacaktır. Allah (c.c) nin hakkı açıklamaktan çekinmemesi nedeniyle, bu tür gerekli gereksiz elçi ile danışma taleplerine bir düzenleme getirilmiştir. Bu düzenlemenin bir başka yönü de , ellerine her defasında cebe atmaktan çekinen münafıkların, tabiri caizse kabak gibi ortaya çıkmalarına sebep olmasıdır.

12. Ayette ki hitap çerçevesi gerçek iman edenler olup onların sadaka verecek güçleri olmadığı takdirde onların bağışlanacağı beyanı vardır. Medine toplumu içinde maddi güçleri yerinde olanlar olduğu gibi , maddi gücü olmayan samimi ve dürüst Mü'minler bulunmaktaydı. Bu durumun yansıması Tevbe s. 92. ayetini okuyanların gözlerini yaşartacak bir biçimde görülmektedir. 

 [009.092] Binek vermen için sana geldiklerinde, «Size binek bulamıyorum» dediğin zaman, sarf edecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur.

13. Ayet içindeki " E eşfaktüm" (Korktunuz mu?) kelimesinin anlamına baktığımız zaman hitabın muhatabının kimler olduğu daha açık bir biçimde anlaşılmaktadır. 

"El işfaku" kelimesi ; "Bir şeye korkuyla karışık ihtimam , ilgi , koruma ve düşkünlük göstermek" anlamındadır. 13. Ayet içinde "Sadaka vermekten korkanlar" ile kast edilen , onlardan istenen sadakalara karşı müşfik davranarak , sadakaları yanlarında tutan onları infak etmeyerek bir nevi yanlarında korumaya alan , günümüz tabiri ile ceplerinde akrep olan MÜNAFIKLARDIR. Korku anlamına gelebilecek başka bir kelime yerine , Şe-Fe-Ka kökünden türemiş bir kelimenin kullanılmış olmasının dikkate alınmadığını burada üzülerek ifade etmek isteriz, dikkate alınsaydı bu kelimenin ifade ettiği anlam ile münafıkların arasındaki bağın kurularak hatalı bir anlam verilmeye sebebiyet verilmezdi.

13. Ayet ile ilgili yapılan meallerin genelde bu ayetin neshe uğradığı düşüncesinden yola çıkılarak yapılmış mealler olduğunu görmekteyiz. Ayet içindeki , " Ve taballahu aleyküm" ibaresini bir çok meal , muhatapların Mü'minler olduğu düşüncesi ile "Allah tevbenizi kabul etti" şeklinde çevirmiştir. Ancak bu çevirinin pek doğru çeviri olmadığını düşünmekteyiz. Muhatapların Münafıklar olduğu sadakaları karşı müşfik davranarak onlara karşı aşırı bir koruma içine girerek onları infak etmeyenler ile kast edilenler Mü'minler olamazlar , 12. Ayete baktığımızda böyle bir imkan içinde olmayan Mü'minler af edilmiştir. 

Bu Ayetin mealinin Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tarafından " Ya!.. Fısıltınızdan önce sadakalar takdim etmekten korktunuz mu? Mâdemki yapmadınız Allah da size tevbe lûtfetti artık namaza devam edin ve zekâtı verin ve Allah ve Resulüne itaat edin ki Allah habîrdir her ne yaparsanız" şeklinde yapılan mealinin daha doğru olduğunu düşünmekteyiz. Çünkü Allah (c.c) tabiri caizse ceplerinde akrep taşıyan münafıkların yaptıkları bu hatadan dolayı onlara tevbe kapısını açık bıraktığını , bu kapıdan girmek isteyenler için kapının sonuna kadar açık olduğunu bildirmektedir. 

Mücadele s. 12. 13. Ayetlerinin nesh edilmek gibi bir durumunun söz konusu olmadığı ortaya çıktıktan sonra , bu ayetin bize dönük evrensel bir mesajı olabilir mi? sorusunun cevabı yönünde düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.

Ayetlerin evrensel mesajı olarak , yönetici kademesinde olanlar ile halk arasındaki ilişkileri düzenleyen bir ayet olarak okuduğumuzda , her aklına gelenin yöneticinin kapısını aşındırma gibi bir durumun yönetim mekanizmasının işleyişine sekte vuracağı için , her hangi bir kişinin yöneticiye arz edecek bir sorunu varsa "Danışma ücreti" diyebileceğimiz bir harç yatırma mecburiyeti konulması makul hatta gereklidir diyebiliriz.

Böyle bir harç yatırma mecburiyeti olduğunda , harç yatırmaya değer bir sorunu olan kişi bunu yatırmaktan çekinmeyerek sorununun çaresini arayacaktır. Şayet sorunu harç yatırmaya değecek kadar önemli olmayan birisi bunu yatırmayarak kuru kalabalık yapmış olmaktan çıkacaktır.

Münafık karakteri sadece Medine ye has bir karakter değil , tarihin her devrinde ortaya çıkarak Müslümanlar arasında fitne ve fesada sebep olma potansiyeli yüksek olan bir karakterdir. Bu karakterin en önemli yönü sizden görünüp size azılı bir düşman olmasıdır. Kimseye " Sen münafıksın" şeklinde bir yafta takarak onu etiketleyemeyeceğimize göre bu türlerin ortaya çıkarılması için bazı operasyonlara ihtiyaç olacağı aşikardır.

Bu ihtiyacımızı en güzel biçimde karşılayan ayetler gurubu , Medine de nazil olan ayetler gurubudur. Medine de nazil olan ayetlere bakıldığında öne çıkan konuların mal ve can ile cihad olup , bu konuda geri duranların başında münafıklar gelmektedir. Can ve mal ile imtihan, münafıkların en korkulu rüyası olup her devirde çıkabilecek bu karakterin deşifre olacağı imtihan şekli, malı ve canı ortaya koyma zamanlarıdır. Bu zamanlarda malını ve canını ortaya koymaktan nasıl çekindikleri , Medine de inen ayetler de görülen münafıkların her zaman değişmeyecek olan karakterleri Allah yolunda adım atmaktan geri durmak yönünde tezahür ederek, halleri ile "Ben Münafığım" diye bağırarak ortaya çıkacaktır.

Bu tür Ayetleri , Münafıkların nasıl ortaya çıkarılabileceğinin ipuçları olarak okumak ve her devirde çıkabilecek münafık karakterli insanların deşifre olmasını sağlayacak yöntemler olarak okumak mümkündür.

Sonuç olarak; Mücadele s. 12. ve 13. Ayetlerinin bir çok tefsirci açısından neshe uğramış olduğu düşüncesi makbul bir düşünce değildir. Bu ayetleri bağlam gözeterek okuduğumuzda evrensel mesajları olan Ayetlerden birisi olarak okumanın daha doğru olacağı düşüncesindeyiz.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

15 Mart 2015 Pazar

Yunus s. 83-93. Ayetleri: Musa (a.s) ın Duası Firavunun Boğulması

Kur'an kıssa yollu anlatımları ile , bizden öncekilerin yaşantılarından kesitler sunarak , onlardan ibretler çıkarmamızı amaçlamaktadır. Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda,dikkat edilirse kıssanın yaşandığı zaman ve mekan çerçevesindeki anlatımların bize dönük nasıl bir mesajı olabilir sorusunun cevabını arayarak bu konudaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışıyoruz. Musa (a.s) kıssası Kur'anda hacim olarak en fazla yer tutan kıssa olarak önümüzde durmakta ve kıssa ile ilgili yapılan anlatımlardan bir çok mesajlar okumak mümkündür. Bu yazımızda kıssanın Yunus s. içindeki bölümünün Sihirbazların imanı sonrası başlayan ve Firavunun boğulma süreci ile son bulan kısmındaki Ayetleri ele almaya çalışacağız.

Musa (a.s) a karşı toplanan Sihirbazların yenilgileri sonucunda, Firavun yeni bir soykırım başlatarak İsrailoğulları üzerindeki baskılarını artırmıştır(7.127).

[010.083]  Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.

Bu Ayetten anlaşıldığı üzere, Firavun ve Mele si baskılarını iyice artırmış ve İsrailoğulları üzerinde üzerinde büyük bir korku oluşturmuştur. Baskılardan korkan İsrailoğulları kavmine mensup bir çok kişinin Musa (a.s) a iman etmediği bildirilmektedir. Burada ortaya çıkan durum , Dünya hayatında her hangi bir sıkıntıya düşme korkusunun Ahiret hayatına tercih edilmiş olmasıdır. Allah (c.c) bir çok Ayetinde bu tür tercih yapma durumunda kalanlara Ahireti tercih etmeleri Dünya hayatının geçici bir yer olduğu , Ahiret hayatının ebedi olduğunu beyan ederek doğru tercihi göstermiştir. 

İsrailoğulları bu baskılardan dolayı Musa (a.s) suçlayarak "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyet çektik" (7.129) diyerek nankör bir tavur takınmışlar , Musa (a.s) onlara "Rabbinizin düşmanlarınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi onların yerine geçirmesi umulur. O zaman nasıl davranacağınıza bakar" diyerek umutvar olmalarını öğütlemiştir.

[010.084]  Mûsâ: «Ey kavmim!» dedi, «Siz Allah’a iman ettiniz, O’na tam bir teslimiyetle bağlandınızsa, öyleyse yalnız O’na dayanıp güvenin!»

Musa (a.s) ise Elçilik görevi olan Kavmine karşı tebliğine devam ederek onlara kime dayanılması ve kimin vekil kılınması gerektiğini anlatmaktadır. Allah (c.c) kullarına kendisine tevekkül etme şartlarına uygun harekt ettikleri takdirde onları başarıya ulaşrıcağına dair söz vermiş olup , bu sözün yerine gelmesi Kur'an içindeki örneklerde görülmektedir.

[010.085] Onlar da dediler ki: «Allah’a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!
[010.086]  Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!»

Bu Ayetlerden , Firavun korkusu ile iman etmekten korkanların büyük ihtimalle bir kısmının daha  iman ettiği anlaşılmaktadır. Bu demektir ki , Musa (a.s) ın yılmadan , bıkmadan devam ettiği tebliğ çalışmaları onun bu gayreti neticesinde karşılık bulmuş ve  İsrailoğullarından olan insanlar bu korkularını yenerek ona iman etmişlerdir. Buradan bize mesaj olarak, tebliğ çalışmalarında canlı bir örneklik olarak Musa (a.s) ın izlediği yol ve aldığı olumlu karşılığın dikkate alınarak onun izlediği yolun doğruluğu çıkabilir.

85. Ayet içinde İsrailoğullarının " Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!" şeklindeki duası üzerinde biraz durmak istiyoruz. Bu duanın bir benzeri Mümtehine s. 5. Ayetinde de karşımıza çıkmaktadır , İbrahim ve onunlar birlikte olanların bir duası olarak orada da okuduğumuz bu duanın kabul olması için sadece el açıp yalvarmak yeterli olabilir mi ? .

Dua şeklinde yakarışlar ile kulun Allah (c.c)  den olan isteklerini ona bildirmesi Allah (c.c) nin bizlere öğrettiği bir yoldur. Ancak bu yolun bazı kuralları vardır ki bu kuralları uygulamadan bu dualar asla kabul olmaz. Zalimler ile deneme yapılmaması duasının kabulu için önce mazlumların o zalimlere karşı koymaları gerekmektedir. Mazlumlar sadece el açarak dua ettikleri takdirde bu dua asla kabul olmayacaktır. Zalimlere karşı mazlumların nasıl davranış sergiledikleri Elçi kıssaları ile bizlere örneklik olarak gösterilmiş , Musa (a.s) ve kavmi böyle bir duayı yaparken zalim Firavundan nasıl korunacaklarına dair olan bilgileri Musa (a.s) dan öğrenerek hayata pratize etmişlerdir. 

Duanın en önemli adabı , abdest alarak kıbleye yönelmek veya her hangi bir şahsı vesile edinerek değil , Allah tan istenen şeyin gerçekleşmesi için fiili olarak çalışmaktır. Bizler bu gün aynı şekilde "Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!" diye ettiğimiz duaların kabul edilmemesinin sebebi, bu duanın kabulu için gerekli olan o zalimlere karşı koymaktaki gösterdiğimiz zaafiyettir.

[010.087] Mûsâ’ya ve kardeşine: «Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi kıble edinin, salatı hakkıyla ifa edin ve ey Mûsâ müminleri müjdele!» diye vahyettik.

85. Ayette ki " Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!" duasının kabulu için gerekli şartların vaz edildiği bir Ayet olarak karşımızda duran 87. Ayet , Firavunlarla nasıl bir mücadele ederken uygulanacak stratejiyi anlatması bakımından evrensel mesajlar taşımaktadır. Dün nasıl İsrailoğulları bu yöntem ile Firavunu alt etti ise , bu gün aynı yöntem çağdaş Firvaunların yıkılması içinde geçerli ve uygulanmak zorundadır. Bu konuyu daha geniş bir biçimde "Yunus s. 87. Ayeti Firavunlarla Mücadele Yöntemi" başlıklı yazımızda ele almaya çalışmıştık.

[010.088]  Mûsa da dedi ki: «Ey Rabbimiz! Şüphe yok ki, sen Fir'avun'a ve melesine dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz! Senin yolundan sapıtsınlar diye. Ey Rabbimiz! onların mallarını mahvet ve gönülleri üzerini şiddetle mühürle. Tâ ki onlar acıklı azabı görünceye kadar imân etmesinler.»

88. Ayette , Firavun ve Melesi nin ellerindeki güç ve serveti zalimliklerinin devamı için kullandıklarını görmekteyiz. Halbuki Allah (c.c) kullarına verdiği hiç bir şeyin kendilerinin olmadığı , onların üzerinde geçici olarak halife kılınmış olduklarını hatırlatarak göndermiş olduğu klavuza göre onları kullanmalarını emretmiştir. Bu klavuza uymayanlara örnek olarak Firavun ve Melesi karşımıza çıkmakta olup ,yanlış kullanım sonucu başlarına neler geleceği ilerleyen Ayetlerde görülecektir. 

Bu Ayet içinde ki , "«Ey Rabbimiz! Şüphe yok ki, sen Fir'avun'a ve melesine dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz! Senin yolundan sapıtsınlar diye." şeklindeki nidanın başka yapılan meallerinde "Diye mi?" şeklinde geçtiğini görmekteyiz. Bu nidanın Allah (c.c) ye , Musa (a.s) tarafından sanki bir kafa tutma gibi algılanması doğru değildir. Bu nida zulm artık canlarına tak etmiş olan birisinin nidası olup "Bu  verdiklerin ile bizlere zulm ediyorlar" şeklinde bir şikayet ve boyun bükerek yardım istemenin dile getirilmiş bir halidir.Kulun Rabbine karşı olan acziyetinin bir ifadesi olan bu uslubu Nuh (a.s) ın duasında ve Araf s. 155 ve 173. Ayetlerde de görmekteyiz.
 
Yine bu Ayet içindeki , " Ey Rabbimiz! onların mallarını mahvet ve gönülleri üzerini şiddetle mühürle. Tâ ki onlar acıklı azabı görünceye kadar imân etmesinler.»" şeklindeki dua hakkında kısa bir izahta bulunmak istiyoruz. Musa (a.s) ın bu bedduasına benzer bir bedduayı Nuh (a.s) kıssasının anlatıldığı Nuh s.26-27. Ayetlerinde görmekteyiz. İlk okunuşta sanki, "Firavun ve melesinin iman etme isteklerini red et , onlar iman etmek isteseler bile ettirme" şeklinde bir istek gibi görünen bedduanın anlamını "Müşrik Sünneti" olarak tarif edebileceğimiz durum ile izah edebiliriz. 

Firavunun boğulma anında görüleceği üzere, Kur'anın pek çok Ayetinde kendilerine Elçiler tarafından yapılan tebliğlere ve tehditlere boyun eğmeyerek inkarcılıkta direnen Müşriklerin, iman etmelerinin helak anında gerçekleştiği ve helak olma anına kadar küfürde direnenlerin helak anı geldiği zaman  imanlarının kabule değer bir iman olmadığı anlatılmaktadır.

 [010.096] Haklarında Rabbinin hükmü kesinleşenler asla iman etmezler. Velev ki, onlara her âyet gelsin. Pek acıklı azabı görünceye kadar

[040.083-85] Resulleri onlara açık açık delilleri getirdikçe, bunlar kendilerinde bulunan bilgi ile şımarıp böbürlendiler . Sonunda alaya almalarının cezası, kendilerini her taraftan kuşatıverdi.Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.

Musa (a.s) ın bu bedduasının ne anlama geldiği yukarıda mealini verdiğimiz diğer Ayetler yardımı ile anlaşılması kolaylaşacaktır. Kalpleri mühürlenmiş olanların iman etme zamanlarının, o imanın fayda getirmediği zaman olan son nefeslerini verecekleri an olduğunu bilen Musa(a.s) böyle bir dilekte bulunmuştur.

[010.089]  (Allah) Dedi ki: «İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın.»

Allah (c.c) bu duanın kabulu için gerekli şartın durmaksızın yola devam etmeleri yani mücadele sürecini asla bırakmamalarını olduğunu beyan etmektedir. Musa ve Harun (a.s) ettikleri bu duanın kabul olduğunu bilerek, "nasıl olsa helakları garanti" deyip bir kenara çekilmemiş ve aynı mücadele sürecini kesinti yapmadan sürdürmüşlerdir.

Firavun ve Melesi nin Sünnetullah gereği helaklarının gerçekleşmesi onların zulmu altında inleyen mazlumların direnişleri ile gerçekleşmiş olduğu asla unutulmamalıdır. Sünnetullahın gerçekleşmesi için gerekli şartlardan birisi mazlumların mücadele süreci içinde hiç bir zaman taviz vermeden yola devam etmeleridir. Allah (c.c) Elçilerinin bu dualarını kabul ettiğini bildirdikten sonra bile yola devam etmelerini emretmiş olması bu sürecin kesintiye uğratılmaması gerektiğine dair önemli bir vurgudur.

[010.090] İsrailoğulları'nı denizden geçirdik. Firavun ve askerleri saldırı ve düşmanlık amacı ile peşlerine düştüler. Sonunda Firavun boğulmanın eğişine geldiğinde, «İsrailoğulları'nın inandıkları ilahtan başka ilah olmadığına inandım, ben de O'na teslim olanlardan (müslümanlardan) biriyim» dedi.
[010.091]  Şimdi mi? Oysa bundan önce hep isyan etmiştin ve fesatçılardan idin.
[010.092]  «Senden sonrakilere bir ibret teşkil etmesi için bugün sadece senin cesedini çıkarıp (sahile) atacağız» dedik. Doğrusu insanların çoğu ayetlerimizden habersizdir.

Musa (a.s) ın , 88. Ayette gördüğümüz duasının kabulu 90. Ayette gerçekleşmiştir. Firavun da diğer Müşrik atalarının sünnetine uyarak , kendisine fayda getirmeyecek bir zamanda iman etmiş fakat bu imanı ona fayda getirmemiştir.

91.ve 92. Ayetlerde ki hitap şekline baktığımızda, yapılan hitabın Firavuna yapılmış bir konuşma gibi bir uslubu olduğunu görürüz. Yapılan hitabın sanki Firavunun duyması gibi bir durum gibi görünmesine rağmen , bu hitabı Firavunun duyması gibi bir durum asla sözkonusu değildir. Bu şekil bir konuşma uslubu içinde onun imanının artık fayda getirmediği ibret olması gerekenlerin anlamasını sağlama amacına matuftur. 

Cesedin sahile atılması ile , kendisini her şeyin üzerinde İlah ve Rab olarak niteleyen birisinin nasıl aciz bir duruma düştüğünün görülerek sonraki sahte İlah ve Rab adaylarına, onlarında nasıl bir son ile hayatlarının son bulabileceği yönünde mesajlar verilmektedir. Kendisini suyun boğmasından dahi koruyamayan birisinin İlahlık ve Rablık iddiasının nasıl trajikomik bir son ile noktalacağını görmek isteyenler Firavunun bu sonunu iyi okumalıdırlar.

Allah (c.c) Arz üzerine koymuş olduğu yasalardan bir tanesi , Arz üzerinde yaşayanların yaptıkları zulmün ilelebet payidar kalmamasıdır. Tarihin hangi devrinde olursa olsun zulüm ile abad olmak isteyenlerin akıbetleri berbat olmuştur. Ancak bu zalimlerin akıbetlerini mazlumların mücadelesinin belirleyici olması yine Arz üzerine konan yasalardandır. Hiç bir zalim karşısına bu zulmünün yıkılması için mücadele eden birileri çıkmadıkça asla yıkılmaz , aksine daha da abad olur. Musa (a.s) kıssasının öne çıkan en önemli mesajı zalimlerin nasıl yıkılabileceğine dair gösterilmiş müsadelenin örnekliğidir.

[010.093] And olsun ki, İsrailoğullarını iyi bir yere yerleştirdik, onlara temiz rızıklar verdik, kendilerine bir bilgi gelene kadar ayrılığa düşmediler.

93. Ayette ,İsrailoğullarının denizin karşı kıyısına geçtikten sonraki durumları ile bilgi verilmektedir. Denizin karşı kıyısına geçtikten sonra Musa (a.s) ve İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda öne çıkan taraf , İsrailoğullarının kendilerine verilen bu nimetlere karşı olan olumsuz tavırlarıdır. Bu Ayet içinde de bu duruma kısaca değinilmiştir. Olması gereken ise kendilerini büyük bir zulumden kurtarana karşı olan şükrü yerine getirmek iken , denizin karşı kıyısına geçer geçmez oluşan rahatlık psikolojisinin etkisi eski hallerine dönme itiyadında olduklarını beyan etmişlerdir.

Sonuç olarak; Musa (a.s) kıssası içinde yer alan Firavun ile olan mücadelenin anlatıldığı Yunus s. 83-93. Ayetlerini ele almaya çalıştığımız yazımızda öne çıkan mesaj , zulum altında inleyen mazlumların bu zulumden nasıl kurtulabileceklerine dair bir yaşanmışlık örneğidir. Her türlü baskı altında yılmadan yapılan mücadelenin er veya geç başarıya ulaşacağı Allah (c.c) nin Sünneti olup bu Sünnetin çalışma kuralında başrolu insan oynayacaktır. Zulum altında olan her kim olursa olsun sadece kuru dua seansları ile bu zulumden kurtulmasının imkansız olduğu bir çok Ayette görüldüğü gibi , yukarıda okumaya çalıştığımız Ayetlerde de görülmektedir. Musa (a.s) kıssasında önemli bir aktör olan Firavun ve ordusunun sonları da onların yolundan gidenler için bir ibret vesikasıdır. Kendilerine gelen iman etme teklifine sırt çevirenlerin helak olma noktasına geldiklerinde imana gelmeleri bir Müşrik sünnet olup bu Sünneti Firavun da uygulamış ancak diğer atalarının imanı nasıl kabul görmedi ise onun imanı da kabul görmemiştir. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.