20 Mart 2015 Cuma

Kur'andaki Yeminler Cibril'e mi Ait ?

Yazımıza böyle bir başlık atma sebebimiz; sayın Mehmet Okuyan Hoca'nın Akabe Vakfı'nda yapmış olduğu "Envarul Kur'an" dersinde, Kur'an'daki yeminlerin Cibril'e ait olduğu iddiası üzerinedir. Sayın Hoca'nın bu derste "Kur'an Yeminleri" (MÜDDESSİR Suresi 5. ayet) konusunda söylemiş olduklarını, bu düşüncesi haricinde takdire şayan bulduğumuzu öncelikle hatırlatarak, bu konu ile ilgili söylediklerini nakledip düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.

Sayın Hoca bu konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir; "Cümlede yemin ile ifadeyi desteklemek Allah'a aittir. Yeminin lafzı Cebrail'e ait, mana Allah'ındır. Cümlenin yeminle gelmesi kararı Allah'ındır. Kur'an önce O'nun kelamıdır, meselenin söz boyutu Cebrail'e aittir. 'Feve Rabbike' (Rabbine yemin olsun ki) lafzı Allah'a ait olsaydı 'Bana yemin olsun' derdi, kendisi üzerinden yemin ederdi."

Sayın Hoca'nın "Kur'an'ın Allah kelamı olduğu" düşüncesi tabi ki doğrudur ancak bu kelamın içinde Cibril'in sözünün de olduğu iddiasına katılmadığımızı söylemek istiyoruz. Kur'an Elçi aracılığı ile inmiş bir kitap olduğu için, tamamı için "elçi sözüdür" ifadesi kullanılmış olup, sayın Hoca'nın iddiası "Kur'an'da Allah(c.c)'ye ait olmayan sözler olduğu" yönündedir. Sayın Hoca, Allah'a ait olmayan bu sözlerin Kur'an'daki yeminler olduğu ve bu yeminlerin Cebrail'e ait olduğunu iddia etmektedir.

Sayın Hoca şayet "Kur'an'ın tamamı Cebrail'in sözüdür" şeklinde bir ifade kullanmış olsaydı, bu ifadenin altına imzamızı atardık. Kur'an'ın Cebrail sözü olması demek; manasını onun beyan etmesi demek anlamında değildir. Kur'an'ın tamamı mana olarak Allah(c.c)'nin kelamıdır ancak bu kelamın yerdeki beşer elçiye aktarılma keyfiyeti Cebrail vasıtası ile olup, Cebrail'in Allah katından aldığı sözleri beşer elçiye ulaştırması ile gerçekleşmiştir.

"İnnehu le kavlü Resulin kerimin" (Muhakkak o Kerim bir Elçinin sözüdür) ayeti Kur'an'da HAKKA 40 ve TEKVİR 29 ayetlerinde geçmektedir. Bu ayetlere geçmeden "elçi" kavramının ifade ettiği anlam üzerinde durmakta fayda vardır.

Kur'an'ın anlatım usluplarından birisi olan "teşbih" yani benzeterek anlatma uslubu, özellikle gaybi konularda ortaya çıkmaktadır. Allah(c.c) ile ilgili anlatımlarda, O'nun aşkın bir varlık olması nedeniyle bu uslup kullanılmıştır. Allah(c.c) kendisini Kur'an'da "Hükümdar" olarak tasvir etmektedir. Mülkü, Arşı, Ordusu, Hazineleri v.s gibi kelimeler ifade edilenler, muhatapların zihninde ilk olarak bir hükümdar tasviri oluşturmaktadır. Bir hükümdar bazı ülkelere elçiler göndererek onlara isteklerini bildirir. Bu elçiler o mesajı sadece taşırlar; taşıdıkları mesajın içeriğine ne bir ilave ne bir eksiltme yapmak gibi bir yetkileri asla yoktur.

Allah(c.c) en yüce hükümdar olarak, mülkü içinde yaşayan insanlara bir takım mesajlar göndermiştir. Bu mesajları seçtiği elçiler vasıtası ile gönderdiğini ayetlerde beyan etmiştir. Allah(c.c), yerdeki "beşer elçi"ye iletmesi için "melek elçi"ye kelamını verir. Bu elçinin görevi; sadece yerdeki "beşer elçi"ye mesajı iletmektir. TEKVİR 29'daki "kerim elçi" Cibril olup, bu Kitap'ın onun sözü olması demek; onun elçiliğini yaptığı söze herhangi bir ilavede bulunmuş olması anlamına gelmez. Onun görevi sadece mesajı taşımak olup, bunun dışında başka bir görevi veya yetkisi yoktur.

HAKKA 40 ayetine baktığımızda "kerim elçi" olarak bahsedilen kişinin bu sefer "beşer elçi" olan Muhammed(a.s) olduğunu görürüz. Kur'an'ın onun sözü olması demek; elçilik görevini yüklenmiş olması sebebi ile yüce Hükümdarın mesajını taşıması demek olup, taşıdığı mesaja herhangi bir ilavede bulunması gibi bir yetkiye sahip olduğu anlamına gelmez. Bir elçinin görevini ve yetki alanının sınırını 40. ayetten sonraki ayetlerde şöyle görmekteyiz.

[069.044] O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,

[069.045] Muhakkak onun sağ elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

[069.046] Sonra onun can damarını elbette keserdik.

[069.047] O zaman sizden hiç biriniz de buna engel olamazdınız.

Bu ayetler bir elçinin görev ve yetki sınırlarını açık bir şekilde beyan etmekte olup, Cibril'in de "elçi" sıfatına haiz olması nedeniyle onun da getirdiği mesaja herhangi bir ilavesi veya eksiltmesi asla sözkonusu olamaz. Elçiler, Hükümdardan aldıkları mesajın noktasına virgülüne dokunmadan onu iletmekle görevli olup Kur'an'daki yeminlerin Cibril sözü olması gibi bir durum asla sözkonusu olamaz.
 
Bu bağlamda sayın Hoca'nın "Feve Rabbike (Rabbine yemin olsun ki) lafzı Allah'a ait olsaydı 'Bana yemin olsun' derdi, kendisi üzerinden yemin ederdi" sözü üzerinde durmak istiyoruz. Sayın Hoca bu ifadesi ile bu tür ifadelerin Allah(c.c)'nin sözü olmayıp, Cibril'in sözü olduğunu, dolayısı ile elimizdeki Kitap'ta Allah(c.c)'ye ait olmayan sözlerin bulunduğunu iddia etmektedir.

Böyle bir mantık yürüterek, Kur'an'da Cibril sözü olduğunu iddia etmek demek; Kur'an'da bulunan bir sürü ifadenin Cibril'e ait ifadeler olabileceği düşüncesini de beraberinde getirir. Sayın Hoca'nın ortaya koyduğu düşünceyi, Kur'an'ın diğer ayetlerinde nasıl bir durum ortaya çıkarabileceğini birkaç örnek ile gösterelim.

BAKARA 30 Ayetinde "Ve iz gale Rabbüke lil Melaiketihi" (Rabbin Meleklere dedi ki). Sayın Hoca'nın mantığına göre bu ayetin de Cibril sözü olması gerekir. Neden mi?  "Ben dedim ki" şeklinde bir ifade kullanılmamış.

BAKARA 147 ayetinde "El hakku min Rabbike" (Hak Rabbinden dir). Sayın Hoca'nın mantığına göre bu ayetin de Cibril sözü olması gerekir. Neden mi? "Hak bendendir" şeklinde bir ifade kullanılmamış.

BAKARA 149 ayetinde "Ve innehulhakku min Rabbike" (Muhakkak bu Rabbinden bir haktır). Sayın Hoca'nın mantığına göre bu ayetin de Cibril sözü olması gerekir. Neden mi? "Hak bendendir" şeklinde bir ifade kullanılmamış.

NİSA 65 Ayetinde "Fela ve Rabbike" (Hayır Rabbine andolsun ki). Aynı mantığa göre bu ayetin de Allah sözü olmaması gerekmektedir çünkü "Hayır bana yemin olsun ki" dememiş.

MAİDE 64 ayetinde "Yahudiler, «Allah'ın eli sıkıdır» dediler; dediklerinden ötürü elleri bağlandı, lanetlendiler. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, nasıl dilerse sarfeder. And olsun ki, sana Rabbinden indirilen sözler onların çoğunun azgınlığını ve inkarını artıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah bozguncuları sevmez." buyurulmaktadır.

Bu ayette neden "Benim iki elim açıktır" denilmedi? Neden "Ben nasıl dilersem sarf ederim" denilmedi? Neden "Benden indirilen sözler" denilmedi? Neden "Kin saldım" denilmedi? Neden "Ben söndürdüm" denilmedi? Neden "Ben bozguncuları sevmem" denilmedi? vb. şeklinde sorularla, bütün Kur'an'da geçen ayetleri sorgulayarak, birçoğunun Cibril'e ait olduğunu iddia etmek mümkündür.

Kur'an'ın pek çok ayetinde geçen "Rabbike" (Senin Rabbin) kelimesine birkaç tane daha örnek vererek, burada neden "Ben" dememiş sorusunu sormak mümkündür.

[017.017] Nuh'dan sonra nice nesilleri yok etmişizdir. Kullarının günahlarından haberdar ve onları gören olarak Rabbin yeter.

[017.030] Doğrusu senin Rabbin dilediği kimsenin rızkını genişletir ve bir ölçüye göre verir. O kullarını gören ve haberdar olandır.

[017.055] Göklerde ve yerde olan kimseleri Rabbin daha iyi bilir. And olsun ki peygamberleri birbirinden üstün kılmış ve Davud'a Zebur vermişizdir.

[020.129] Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.

[023.072] Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin ecri daha iyidir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

Bu tür örneklerden yüzlerce sıralamak mümkündür.

Sayın Hoca'nın "cümlenin yeminle gelmesi kararı Allah'ındır" diyerek, uygulamayı başkasına yani Cibril'e bıraktığı iddiası; düşüncesini oluşturduğu mantık örgüsünün diğer ayetler üzerine uyguladığımız zaman Kur'an'da neredeyse Allah(c.c)nin sözü diyebileceğimiz ayet kalmayacaktır.

"Allah ...... dir .......dir"  veya "Allah ......sever veya sevmez" şeklinde gelen ayetlerde neden "Ben" demedi de "Allah" dedi sorusunun cevabını, "Bunlar Cibril sözü de ondan" şeklinde bir cevabı sayın Hoca'nın bile vermeyeceği muhakkaktır.

Konu açılmışken; Kur'an'da Cibril'in sözünün olup olmadığı konusunda tartışma yapılabilecek ayetler de yok değildir.

[019.064] Biz (elçiler,) ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar arasında olan her şey O'nundur. Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir.

[037.165-6] Ve şüphe yok ki, bizleriz, elbette bizleriz, o saf beste olanlar. Ve muhakkak ki, bizleriz, o tesbih ediciler.

MERYEM 64 ve SAFFAT 165-166 ayetlerine baktığımızda, direk olarak meleklerin konuşmaları görülmektedir. Eğer Kur'an'da Cebrail sözü var iddiası ortaya atılacaksa, bu ayetler için ortaya atmak daha makul bir düşünce olabilir. Ancak bu ayetlerin de Allah(c.c)'nin vahyetmesi haricinde melekler tarafından ilave edilerek Muhammed(a.s)'a vahyedildiğini söylemek doğru olmaz.

Bu tür ayetleri anlamak için "hazf" dediğimiz kavramı anlamak gerekmektedir. Hazf bir edebi terim olarak; "söylenilmesi lazım gelen sözün ibarede bulunmaması" anlamına gelir. Ancak bulunmayan yani hazf edilen kelime cümlenin yapısından anlaşılır ve burada bir hazf olduğu herkes tarafından bilinir. Türkçemizde kullandığımız "10 dakikaya geliyorum" sözü ile "10 dakikaya KADAR geliyorum" demek istediğimiz anlaşılır. Burada "kadar" kelimesi hazf edilmiştir. 

Kur'an'da bu tür hazf örneklerine çokça rastlamak mümkündür. Birkaç örnek verdiğimizde konu daha kolay anlaşılacaktır.

[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a aittir; «İşte bu Allah, benim Rabbimdir. O'na güvenirim ve O'na yönelirim.» 

ŞURA 10 ayetini dikkatli okuduğumuzda "işte bu Allah, benim Rabbimdir. O'na güvenirim ve O'na yönelirim" cümlesinde konuşanın sanki Muhammed(a.s) olduğu zannı uyanmaktadır. Sayın Hoca'nın mantığı üzerinden gidersek, Kur'an'da Muhammed(a.s)'ın sözünün olduğu gibi bir durum oluşmaktadır. Sayın Hoca'ya bu cümlenin Muhammed(a.s)'ın sözü olup olmadığını sorduğumuzda, böyle bir şeyin asla olmadığını söyleyecek ve ayet içinde "kul" (de ki) şeklinde bir kelimenin hazf edildiğini söyleyecektir.

[007.110] «Sizi yerinizden çıkarmak istiyor, o halde siz ne emredersiniz?»

A'RAF 110 ayetinde "Sizi yerinizden çıkarmak istiyor" ifadesi Firavun'un melesine ait olup, "o halde siz ne emredersiniz?" diyen kişi Firavun'dur. Burada "Ka'le Fir'avnu" (Firavun dedi ki) ifadesi hasf edilmiştir.

Kur'an'da bu tür ebedi uslup olarak ifade edebileceğimiz kullanımlar mevcut olup, sanki Allah(c.c)'den başkasına ait bir söz varmışçasına düşünce uyandıran ayetleri bu tür edebi veya Arapça'nın ifade özellikleri olarak okumak ve öyle anlamak gerektiğini düşünüyoruz. Kur'an eğer direk olarak Allah(c.c)'den Muhammed(a.s)'a ilka edilmiş olsaydı, Kur'an'ın büyük kısmında gördüğümüz "Biz" şeklindeki ifadelerin neden "Ben" şeklinde olmadığını veya bir başkasının konuştuğu zannı uyandıran ifadeleri sorgulamak hakkına belki sahip olabilirdik. Ancak Allah(c.c) ile Muhammed(a.s) arasında Cebrail adı ile anılan "melek elçi"nin olduğu ve bu çoğul ifadelerin kullanım sebebinin bu duruma matuf olarak böyle kullanıldığı düşünüldüğünde herhangi bir problem kalmayacaktır.

Sonuç olarak; Kur'an, ilk harfinden son harfine kadar Allah(c.c)'nin Cibril adındaki elçisi tarafından Muhammed(a.s) adındaki elçisine verilmek üzere gönderilmiş bir mesajdır. Her iki elçi vazifeleri gereği bu mesajı iletmek görevine sahip olup bu mesaja Allah(c.c)'nin haricinde herhangi bir söz ilave etmek yetkisine sahip değillerdir. Sayın Hoca'nın Kur'an'daki yeminlerin Allah'ın kararı olması iddiası, bu kararı uygulama yetkisinini bir başkasına verilmiş olması iddiasını beraberinde getirmesi açısından kabul edilebilir bir iddia değildir. Elçi sıfatının ne anlam ifade ettiği anlaşılmış olsaydı, bir elçinin taşıdığı mesaja karşı herhangi bir müdahale yetkisinin olmadığı üzerinden gidilerek, bu tür ifadelerin Cibril sözü olduğu gibi bir düşünce içine girilmemiş olurdu. Sayın Hoca'nın bu konudaki düşüncelerini yeniden gözden geçirmesini tavsiye ederek yazımıza son veriyoruz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

1 yorum: