Yazımıza böyle bir başlık atma sebebimiz;
sayın Mehmet Okuyan Hoca'nın Akabe Vakfı'nda yapmış olduğu "Envarul
Kur'an" dersinde, Kur'an'daki yeminlerin Cibril'e ait olduğu iddiası
üzerinedir. Sayın Hoca'nın bu derste "Kur'an Yeminleri" (MÜDDESSİR
Suresi 5. ayet) konusunda söylemiş olduklarını, bu düşüncesi haricinde
takdire şayan bulduğumuzu öncelikle hatırlatarak, bu konu ile ilgili
söylediklerini nakledip düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.
Sayın Hoca bu konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir; "Cümlede
yemin ile ifadeyi desteklemek Allah'a aittir. Yeminin lafzı Cebrail'e
ait, mana Allah'ındır. Cümlenin yeminle gelmesi kararı Allah'ındır.
Kur'an önce O'nun kelamıdır, meselenin söz boyutu Cebrail'e aittir.
'Feve Rabbike' (Rabbine yemin olsun ki) lafzı Allah'a ait olsaydı 'Bana
yemin olsun' derdi, kendisi üzerinden yemin ederdi."
Sayın
Hoca'nın "Kur'an'ın Allah kelamı olduğu" düşüncesi tabi ki doğrudur
ancak bu kelamın içinde Cibril'in sözünün de olduğu iddiasına
katılmadığımızı söylemek istiyoruz. Kur'an Elçi aracılığı ile inmiş bir
kitap olduğu için, tamamı için "elçi sözüdür" ifadesi kullanılmış olup,
sayın Hoca'nın iddiası "Kur'an'da Allah(c.c)'ye ait olmayan sözler olduğu"
yönündedir. Sayın Hoca, Allah'a ait olmayan bu sözlerin Kur'an'daki
yeminler olduğu ve bu yeminlerin Cebrail'e ait olduğunu iddia
etmektedir.
Sayın Hoca şayet "Kur'an'ın tamamı Cebrail'in sözüdür"
şeklinde bir ifade kullanmış olsaydı, bu ifadenin altına imzamızı
atardık. Kur'an'ın Cebrail sözü olması demek; manasını onun beyan etmesi
demek anlamında değildir. Kur'an'ın tamamı mana olarak Allah(c.c)'nin
kelamıdır ancak bu kelamın yerdeki beşer elçiye aktarılma keyfiyeti
Cebrail vasıtası ile olup, Cebrail'in Allah katından aldığı sözleri
beşer elçiye ulaştırması ile gerçekleşmiştir.
"İnnehu
le kavlü Resulin kerimin" (Muhakkak o Kerim bir Elçinin sözüdür) ayeti
Kur'an'da HAKKA 40 ve TEKVİR 29 ayetlerinde geçmektedir. Bu ayetlere
geçmeden "elçi" kavramının ifade ettiği anlam üzerinde durmakta fayda
vardır.
Kur'an'ın anlatım
usluplarından birisi olan "teşbih" yani benzeterek anlatma uslubu,
özellikle gaybi konularda ortaya çıkmaktadır. Allah(c.c) ile ilgili
anlatımlarda, O'nun aşkın bir varlık olması nedeniyle bu uslup
kullanılmıştır. Allah(c.c) kendisini Kur'an'da "Hükümdar" olarak tasvir
etmektedir. Mülkü, Arşı, Ordusu, Hazineleri v.s gibi kelimeler ifade
edilenler, muhatapların zihninde ilk olarak bir hükümdar tasviri
oluşturmaktadır. Bir hükümdar bazı ülkelere elçiler göndererek onlara
isteklerini bildirir. Bu elçiler o mesajı sadece taşırlar; taşıdıkları
mesajın içeriğine ne bir ilave ne bir eksiltme yapmak gibi bir yetkileri
asla yoktur.
Allah(c.c) en
yüce hükümdar olarak, mülkü içinde yaşayan insanlara bir takım mesajlar
göndermiştir. Bu mesajları seçtiği elçiler vasıtası ile gönderdiğini
ayetlerde beyan etmiştir. Allah(c.c), yerdeki "beşer elçi"ye iletmesi
için "melek elçi"ye kelamını verir. Bu elçinin görevi; sadece yerdeki
"beşer elçi"ye mesajı iletmektir. TEKVİR 29'daki "kerim elçi" Cibril
olup, bu Kitap'ın onun sözü olması demek; onun elçiliğini yaptığı söze
herhangi bir ilavede bulunmuş olması anlamına gelmez. Onun görevi sadece
mesajı taşımak olup, bunun dışında başka bir görevi veya yetkisi
yoktur.
HAKKA 40 ayetine
baktığımızda "kerim elçi" olarak bahsedilen kişinin bu sefer "beşer
elçi" olan Muhammed(a.s) olduğunu görürüz. Kur'an'ın onun sözü olması
demek; elçilik görevini yüklenmiş olması sebebi ile yüce Hükümdarın
mesajını taşıması demek olup, taşıdığı mesaja herhangi bir ilavede
bulunması gibi bir yetkiye sahip olduğu anlamına gelmez. Bir elçinin
görevini ve yetki alanının sınırını 40. ayetten sonraki ayetlerde şöyle
görmekteyiz.
[069.044] O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,
[069.045] Muhakkak onun sağ elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
[069.046] Sonra onun can damarını elbette keserdik.
[069.047] O zaman sizden hiç biriniz de buna engel olamazdınız.
Bu
ayetler bir elçinin görev ve yetki sınırlarını açık bir şekilde beyan
etmekte olup, Cibril'in de "elçi" sıfatına haiz olması nedeniyle onun da
getirdiği mesaja herhangi bir ilavesi veya eksiltmesi asla sözkonusu
olamaz. Elçiler, Hükümdardan aldıkları mesajın noktasına virgülüne
dokunmadan onu iletmekle görevli olup Kur'an'daki yeminlerin Cibril sözü
olması gibi bir durum asla sözkonusu olamaz.
Bu bağlamda sayın Hoca'nın "Feve Rabbike (Rabbine yemin olsun ki) lafzı Allah'a ait olsaydı 'Bana yemin olsun' derdi, kendisi üzerinden yemin ederdi"
sözü üzerinde durmak istiyoruz. Sayın Hoca bu ifadesi ile bu tür
ifadelerin Allah(c.c)'nin sözü olmayıp, Cibril'in sözü olduğunu,
dolayısı ile elimizdeki Kitap'ta Allah(c.c)'ye ait olmayan sözlerin
bulunduğunu iddia etmektedir.
Böyle
bir mantık yürüterek, Kur'an'da Cibril sözü olduğunu iddia etmek demek;
Kur'an'da bulunan bir sürü ifadenin Cibril'e ait ifadeler olabileceği
düşüncesini de beraberinde getirir. Sayın Hoca'nın ortaya koyduğu
düşünceyi, Kur'an'ın diğer ayetlerinde nasıl bir durum ortaya
çıkarabileceğini birkaç örnek ile gösterelim.
BAKARA
30 Ayetinde "Ve iz gale Rabbüke lil Melaiketihi" (Rabbin Meleklere dedi
ki). Sayın Hoca'nın mantığına göre bu ayetin de Cibril sözü olması
gerekir. Neden mi? "Ben dedim ki" şeklinde bir ifade kullanılmamış.
BAKARA
147 ayetinde "El hakku min Rabbike" (Hak Rabbinden dir). Sayın Hoca'nın
mantığına göre bu ayetin de Cibril sözü olması gerekir. Neden mi? "Hak
bendendir" şeklinde bir ifade kullanılmamış.
BAKARA
149 ayetinde "Ve innehulhakku min Rabbike" (Muhakkak bu Rabbinden bir
haktır). Sayın Hoca'nın mantığına göre bu ayetin de Cibril sözü olması
gerekir. Neden mi? "Hak bendendir" şeklinde bir ifade kullanılmamış.
NİSA
65 Ayetinde "Fela ve Rabbike" (Hayır Rabbine andolsun ki). Aynı mantığa
göre bu ayetin de Allah sözü olmaması gerekmektedir çünkü "Hayır bana
yemin olsun ki" dememiş.
MAİDE
64 ayetinde "Yahudiler, «Allah'ın eli sıkıdır» dediler; dediklerinden
ötürü elleri bağlandı, lanetlendiler. Hayır, O'nun iki eli de açıktır,
nasıl dilerse sarfeder. And olsun ki, sana Rabbinden indirilen sözler
onların çoğunun azgınlığını ve inkarını artıracaktır. Onların arasına
kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Savaş ateşini ne zaman
körükleseler Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar.
Allah bozguncuları sevmez." buyurulmaktadır.
Bu
ayette neden "Benim iki elim açıktır" denilmedi? Neden "Ben nasıl
dilersem sarf ederim" denilmedi? Neden "Benden indirilen sözler"
denilmedi? Neden "Kin saldım" denilmedi? Neden "Ben söndürdüm"
denilmedi? Neden "Ben bozguncuları sevmem" denilmedi? vb. şeklinde
sorularla, bütün Kur'an'da geçen ayetleri sorgulayarak, birçoğunun
Cibril'e ait olduğunu iddia etmek mümkündür.
Kur'an'ın
pek çok ayetinde geçen "Rabbike" (Senin Rabbin) kelimesine birkaç tane
daha örnek vererek, burada neden "Ben" dememiş sorusunu sormak
mümkündür.
[017.017] Nuh'dan sonra nice nesilleri yok etmişizdir. Kullarının günahlarından haberdar ve onları gören olarak Rabbin yeter.
[017.030] Doğrusu senin Rabbin dilediği kimsenin rızkını genişletir ve bir ölçüye göre verir. O kullarını gören ve haberdar olandır.
[017.055] Göklerde
ve yerde olan kimseleri Rabbin daha iyi bilir. And olsun ki
peygamberleri birbirinden üstün kılmış ve Davud'a Zebur vermişizdir.
[020.129] Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.
[023.072] Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Rabbinin ecri daha iyidir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
Bu tür örneklerden yüzlerce sıralamak mümkündür.
Sayın
Hoca'nın "cümlenin yeminle gelmesi kararı Allah'ındır" diyerek,
uygulamayı başkasına yani Cibril'e bıraktığı iddiası; düşüncesini
oluşturduğu mantık örgüsünün diğer ayetler üzerine uyguladığımız zaman
Kur'an'da neredeyse Allah(c.c)nin sözü diyebileceğimiz ayet
kalmayacaktır.
"Allah ......
dir .......dir" veya "Allah ......sever veya sevmez" şeklinde gelen
ayetlerde neden "Ben" demedi de "Allah" dedi sorusunun cevabını, "Bunlar
Cibril sözü de ondan" şeklinde bir cevabı sayın Hoca'nın bile
vermeyeceği muhakkaktır.
Konu açılmışken; Kur'an'da Cibril'in sözünün olup olmadığı konusunda tartışma yapılabilecek ayetler de yok değildir.
[019.064] Biz
(elçiler,) ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar
arasında olan her şey O'nundur. Senin Rabbin kesinlikle unutkan
değildir.
[037.165-6] Ve şüphe yok ki, bizleriz, elbette bizleriz, o saf beste olanlar. Ve muhakkak ki, bizleriz, o tesbih ediciler.
MERYEM
64 ve SAFFAT 165-166 ayetlerine baktığımızda, direk olarak meleklerin
konuşmaları görülmektedir. Eğer Kur'an'da Cebrail sözü var iddiası
ortaya atılacaksa, bu ayetler için ortaya atmak daha makul bir düşünce
olabilir. Ancak bu ayetlerin de Allah(c.c)'nin vahyetmesi haricinde
melekler tarafından ilave edilerek Muhammed(a.s)'a vahyedildiğini
söylemek doğru olmaz.
Bu tür ayetleri anlamak için "hazf" dediğimiz kavramı anlamak gerekmektedir. Hazf bir edebi terim olarak; "söylenilmesi lazım gelen sözün ibarede bulunmaması"
anlamına gelir. Ancak bulunmayan yani hazf edilen kelime cümlenin
yapısından anlaşılır ve burada bir hazf olduğu herkes tarafından
bilinir. Türkçemizde kullandığımız "10 dakikaya geliyorum" sözü ile "10
dakikaya KADAR geliyorum" demek istediğimiz anlaşılır. Burada "kadar"
kelimesi hazf edilmiştir.
Kur'an'da bu tür hazf örneklerine çokça rastlamak mümkündür. Birkaç örnek verdiğimizde konu daha kolay anlaşılacaktır.
[042.010] Ayrılığa
düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a aittir; «İşte bu
Allah, benim Rabbimdir. O'na güvenirim ve O'na yönelirim.»
ŞURA 10 ayetini dikkatli okuduğumuzda "işte bu Allah, benim Rabbimdir. O'na güvenirim ve O'na yönelirim"
cümlesinde konuşanın sanki Muhammed(a.s) olduğu zannı uyanmaktadır.
Sayın Hoca'nın mantığı üzerinden gidersek, Kur'an'da Muhammed(a.s)'ın
sözünün olduğu gibi bir durum oluşmaktadır. Sayın Hoca'ya bu cümlenin
Muhammed(a.s)'ın sözü olup olmadığını sorduğumuzda, böyle bir şeyin asla
olmadığını söyleyecek ve ayet içinde "kul" (de ki) şeklinde bir
kelimenin hazf edildiğini söyleyecektir.
[007.110] «Sizi yerinizden çıkarmak istiyor, o halde siz ne emredersiniz?»
A'RAF 110 ayetinde "Sizi yerinizden çıkarmak istiyor" ifadesi Firavun'un melesine ait olup, "o halde siz ne emredersiniz?" diyen kişi Firavun'dur. Burada "Ka'le Fir'avnu" (Firavun dedi ki) ifadesi hasf edilmiştir.
Kur'an'da
bu tür ebedi uslup olarak ifade edebileceğimiz kullanımlar mevcut olup,
sanki Allah(c.c)'den başkasına ait bir söz varmışçasına düşünce
uyandıran ayetleri bu tür edebi veya Arapça'nın ifade özellikleri olarak
okumak ve öyle anlamak gerektiğini düşünüyoruz. Kur'an eğer direk
olarak Allah(c.c)'den Muhammed(a.s)'a ilka edilmiş olsaydı, Kur'an'ın
büyük kısmında gördüğümüz "Biz" şeklindeki ifadelerin neden "Ben"
şeklinde olmadığını veya bir başkasının konuştuğu zannı uyandıran
ifadeleri sorgulamak hakkına belki sahip olabilirdik. Ancak Allah(c.c)
ile Muhammed(a.s) arasında Cebrail adı ile anılan "melek elçi"nin olduğu
ve bu çoğul ifadelerin kullanım sebebinin bu duruma matuf olarak böyle
kullanıldığı düşünüldüğünde herhangi bir problem kalmayacaktır.
Sonuç
olarak; Kur'an, ilk harfinden son harfine kadar Allah(c.c)'nin Cibril
adındaki elçisi tarafından Muhammed(a.s) adındaki elçisine verilmek
üzere gönderilmiş bir mesajdır. Her iki elçi vazifeleri gereği bu mesajı
iletmek görevine sahip olup bu mesaja Allah(c.c)'nin haricinde herhangi
bir söz ilave etmek yetkisine sahip değillerdir. Sayın Hoca'nın
Kur'an'daki yeminlerin Allah'ın kararı olması iddiası, bu kararı
uygulama yetkisinini bir başkasına verilmiş olması iddiasını beraberinde
getirmesi açısından kabul edilebilir bir iddia değildir. Elçi sıfatının
ne anlam ifade ettiği anlaşılmış olsaydı, bir elçinin taşıdığı mesaja
karşı herhangi bir müdahale yetkisinin olmadığı üzerinden gidilerek, bu
tür ifadelerin Cibril sözü olduğu gibi bir düşünce içine girilmemiş
olurdu. Sayın Hoca'nın bu konudaki düşüncelerini yeniden gözden
geçirmesini tavsiye ederek yazımıza son veriyoruz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.