8 Mayıs 2014 Perşembe

Saff Suresi Ayetleri Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Saff suresi medinede nazil olan surelerden olup 14 ayetlik bir suredir, bu yazımızda sure ile ilgili olarak bir teffekkür çalışması yapmaya çalışacağız . 

 [061.001] Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah'ı tesbih etmiştir. O üstündür, hikmet sahibidir.

Sure 57 ve 59. surelerdeki başlangıç ayetiyle başlamakta olup, ortak özelliği "sebbeha" kelimesi ile ifade edilen yerde ve gökte ne varsa yani, Allah cc nin haricinde ne varsa onu tesbih ettiği haberi verilmektedir , bu kelime üzerinde biraz tefekür edelim inş. 

Sebbeha, se-be-ha kelimesinden türemiş bir kelime olup sözlükte "su veya havada süratle geçip gitmek" anlamında kullanılan bir kelimedir. Varlıkların yüzmesi demek, bütün varlıkların kendileri için konulmuş olan bir hareket ölçüsü içinde olması demek olup, bunun dışına çıkmaları diye bir durumun sözkonusu olmadığıdır. Kur'anda bir çok ayette geçen bu kelimenin türevleri ile ilgili olarak verilmek istenen mesaj hakkında şunları söyleyebiliriz. 

Bu surenin veya diğer surelerin ilk ayetlerinin " yerde ve gökte ne varsa Allahı tesbih eder" şeklinde başlaması, yegane ilahımız ve rabbımız olan Allah cc nin gücünün ve azametinin bir hatırlatması ve bizlerinde bu şekil onu tesbih etmemiz gerektiği, eğer onu gereği gibi tesbih etmez isek onun bizim tesbihimize ihtiyacı olmadığı ve ihtiyaç sahibi olanın bizler olduğudur. Bu konu ile ilgili olarak bir kaç ayet meali vererek 1. ayetin mesajının kur'an ayetleri ile anlatılmasını görelim. 

[055.005-8] Güneş ve Ay hesap iledir;Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler. Göğü bu âhenkle O yükseltti ve bu mîzânı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taşmayasınız.
[024.041]  Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi salatını ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.
[017.044]  Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan'dır.

Güneş,ay,bitki,ağaç ve kuşların tesbihi onlar için konulmuş olan ölçünün dışına taşmamaları misalen , güneş " binlerce yıldır aynı yerden doğup batıyorum biraz değişiklik olsun" veya kuşlar " ömrümüz havada'mı geçecek biraz yerde hayat sürelim" gibi bir değişikliğe gitmelerinin mümkün olmadığı her şeyin üzerinde yegane hakim olanın kendisi olduğunu bizlere hatırlatarak, bizlerinde onlar gibi emre itaat ederek tesbih dairesinin dışına çıkmamamız hatırlatılmaktadır. 

[004.170]  Ey İnsanlar! Peygamber Rabbiniz'den size gerçekle geldi, inanın, bu sizin hayrınızadır. İnkar ederseniz, bilin ki, göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Allah bilendir. Hakim'dir.
[014.008]  Musa: «Siz ve yeryüzünde olanlar, hepiniz nankörlük etseniz, Allah yine de müstağni ve övülmeğe layık olandır» demişti.
[039.007]  Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Nihayet hepinizin dönüp gidişi, Rabbinizedir. Yaptıklarınızı O size haber verir. Çünkü O, kalplerde olan herşeyi hakkıyla bilendir.
Örnek olarak vermiş olduğumuz ayet meallerinde, Allah cc nin müstağni olduğu ve fakir olanın bizler olduğu hatırlatılarak bizim ona ihtiyaç duyduğumuz , eğer onu inkar edersek ona bir zarar veremeyeceğimiz aksine zarar gören bizler olacağı beyan edilmektedir. 


[061.002]  Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
[061.003]  Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük öfke ile karşılanır.
[061.004]  Doğrusu Allah, kendi uğrunda, kenetlenmiş bir duvar gibi, saf halinde çarpışanları sever.

2-3-4. ayetleri bir bütünlük içinde okuduğumuzda , Allah katında büyük öfkeye sebeb olan söz veripte yapmadığımız şeyin ne olduğu görülmektedir. Kur'anı doğru olarak anlamak için, ayetlerin nuzül dönemi içinde hitap ettiği topluma olan mesajını , sonra o mesajın sonraki gelenler için bağlayıcılığı üzerinde düşünmek gerekmektedir.   

Surenin medine'de nazil olduğu hatırlanacak olursa,medine'de inen ayetlerin karakteristik özelliğinin ehli kitap ve münafıkların müslümanlara karşı olan tutumları ile ilgili olan ayetler büyük bir yekun tutmaktadır. Kur'anın bir çok ayeti, iman iddiasında bulunanların bu imanlarını sadece sözle değil mal ve can ile ortaya koymalarını gerektiğini hatırlatmaktadır. 

[029.002-3]  Yoksa, insanlar; inandık demeleriyle bırakılıvereceklerini ve kendilerinin denenmeyeceklerini mi sandılar.Andolsun ki; Biz, onlardan öncekileri de denedik. Allah; elbette doğruları bilir ve elbette yalancıları da bilir.
[009.016] Allah, içinizden cihat edenleri; Allah'tan, peygamberinden ve inananlardan başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.
[033.023]  İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir.
[002.155]  Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.
[047.031]  And olsun ki sizi, içinizden cihada çıkanları ve sabredenleri meydana çıkarana ve haberlerinizi açıklayana kadar deneyeceğiz.

Bu ve benzeri ayetler, iman iddiasında bulunanların imanlarının ne derece samimi olduğunun ortaya çıkarılması amacıyla denemeye tabi tutulacaklarını haber vermekte olup saff s. 2-3-4. ayetleri bu arka plan dahilinde okumak gerekmektedir. Bilindiği üzere medinede müslüman olan bir kişi biat dediğimiz bir söz vermekte olup bu biat ile kendilerini bağlamaktadırlar. 

 [048.010]  Herhalde sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir. 
 [048.018]  Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.
 
[060.012] Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, başkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına isnadda bulunmamak ve uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek şartıyla sana beyat etmek üzere geldikleri zaman, onları kabul et; onlara Allah'tan bağışlanma dile; doğrusu Allah, bağışlayandır, acıyandır.
  
Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere medinede alınan bu biat kişiyi bağlayan ve bozulması neticesinde kişinin zararına olacak durumlara yol açan bir anlaşmadır. Şimdi saff s. 2-3-4 ayetlerini bu örnek ayet mealleri çerçevesinde tefekkür etmeye çalışalım. 


Medine'de müslüman olduğunu iddia eden ve kendini biat ile bağlayanların bu sözlerine sadık kalmaları gerektiği hatırlatılmakta olup,biatın bozulması neticesinin Allah katında büyük bir gazaba neden olacağı hatırlatılmaktadır. Acaba böyle bir hatırlatmaya sebeb olan olay ne olabilir? dersek bunu yine kur'an bütünlüğünü gözeterek yaptığımız bir okumada öğrenmemiz mümkündür. 



[047.020]  İman edenler: «Bir sure indirilseydi?» diyorlar. Ancak kesin hükümlü bir sure indirilip onda savaş anılınca kalplerinde bir hastalık bulunanların tıpkı ölüm baygınlığında olan kimsenin bakışı misali sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.
[002.216] Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.
[004.077] Kendilerine, «Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin» denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve «Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Ne olurdu bize azıcık bir müddet daha tanımış olsaydın da biraz daha yaşasaydık?» derler. Onlara de ki: «Dünya zevki ne de olsa azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için daha hayırlıdır ve size kıl kadar haksızlık edilmez.»



Her ne kadar müslüman olduğunu iddia eden bir kısım insan bu sözünü özellikle can ve mal ile denemeye tabi tutulduğunda unutur ve ölüm korkusu kişiyi verdiği sözden caymaya teşvik edebilir. Bu arka plan ayetler kur'anın medinede inen ayetlerinde çok görülmekte olup verilen sözün çocuk oyuncağı olmadığı, istediği zaman dönebilmek gibi bir seçenekleri olmadığı, iddia sahibinin bu iddiasını ispatlamak gibi bir zorunluluğunun olduğu ayetlerde hatırlatılmaktadır. 

Bu ayetlerden bizlere düşen mesaja gelince; yaşadığımız hayatın herhangi bir anında bizler eğer iman iddasında bulunuyor isek ve bu imanın can ve mal ile ispatlanması gerekiyorsa hiç tereddüt etmeden bu görevi yerine getirmemiz gerekmekte olup yan çizmek gibi bir lüksümüzün asla olmadığı bizlerede hatırlatılmakta olup, bu şekil bir yan çizmenin gazaba neden olacağı bizlerede hatırlatılmaktadır.

[061.005] Ve bir vakit ki, Mûsa kavmine dedi ki: «Ey kavmim! Ne için bana eziyet veriyorsunuz? Ve halbuki, benim sizin için bir Allah resûIü olduğumu şüphe yok ki, bilirsiniz.» Vaktâ ki, onlar (Hak'tan) döndüler. Allah Teâlâ da, onların kalplerini döndürdü ve Allah fâsıklar olan kavme hidâyet etmez.

Saff s. 5. ayetinde , Musa as kavmi olan israiloğulları'nın ona eziyet ettiği hatırlatılmaktadır, böyle bir hatırlatmaya acaba neden gerek duyuldu dersek, önceki 2-3-4. ayetler ile bir bağı olduğu görülecektir ve yine özellikle münafıklar olarak toplumda yerini bulan insanların müslümanlara ve Muhammed as a karşı olan tutumları hatırlanacak olursa ve bu münafıkların genelde yahudilerden olduğu hatırlanacak olursa ayeti anlamak kolaylaşacaktır.

İsrailoğullarının Musa as a olan eziyetleri onun kıssasının anlatıldığı ayetlerde hatırlanacaktır. Kendilerine soykırım uygulayan firavun zulmunden kurtarılıp denizin öte yakasına geçer geçmez puta tapan bir kavim görüp aynı puttan Musa as dan istemişler, tura 40 günlüğüne çıktığı zaman samiri onların bu isteklerini yerine getirmiş , Allah cc nin onlara ikram ettiği yiyeceklerden bıkarak daha değişik şeyler istemişler ve Musa as ı onlara ihtiyacı olduğu anda "sen ve rabbin gidin savaşın" diyerek onu yalnız bırakmışlardır. İsrailoğullarının bu tür ve diğer eziyetleri kur'an ayetlerinde teferruatlı bir biçimde anlatılarak bizlerinde o tür bir eziyet verme girişiminden uzak durmamız öğütlenmiştir. 
 
[033.048]  İnkarcılara, ikiyüzlülere itaat etme; eziyetlerine aldırma; Allah'a güven, güvenilecek olarak Allah yeter.
 
[033.057] Şüphesiz ki Allah'a ve Resulü'ne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem ahirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır.
[033.069] Ey iman edenler, sizler o Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın! Eziyet ettiler de Allah onu onların dediklerinden temize çıkardı. O, Allah katında yüzlü (itibar sahibi) idi.
[009.061]  Onlardan kimileri de; o, her şeye kulak kesiliyor, diyerek peygambere eziyyet ederler. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır, mü'minlere inanır. Ve aranızda iman etmiş olanlara rahmettir. Allah'ın Rasulüne eziyyet verenler için elem verici bir azab vardır.
[006.034] Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.
[003.186]  Çaresiz, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve kesinlikle gerek sizden önce kitap verilenlerden ve gerekse Allah'a ortak koşanlardan bir çok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız işte bu, azmedilmesi gereken şerefli işlerdendir.

Yukarda meallerini verdiğimiz ayetlere bakacak olursak, kitap ehlinin Musa as a yaptığı aynı eziyeti müslümanlara ve elçiye taptıkları ve bu eziyetlere katlanmaları gerektiğine olan emirler görülmektedir. 

[061.006] Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.

Saff s. 6. ayetindede 5. ayetin devamı olarak israiloğullarına gönderilmiş olan İsa as ın kavmi ile olan mücadelesinden bir kesit görmekteyiz. İsa as kendisini tanıtırken özellikle "tevrat'ı doğrulayan" şeklindeki tanıtımının aynısı Muhammed as ın da tanıtılırken kullanıldığı  bir söz olması dikkat çekicidir. Muhatap kavmin tevrat ve Musa as ı elçi olarak kabul etmesi , Musa as dan sonra gelen elçilerin kendilerinin aynı kaynaktan beslnediğine dair olan delillleri olarak görülmektedir. İsa as ın kendinden sonra gelecek olan elçinin adının " Ahmed" olarak söylemesi ile Muhammed as ismi arasında fark olması bizleri şaşırtmamalıdır.

"İsm" kelimesi sözlükte "kendisi aracılığıyla bir aslın , temelin,zatının , özünün bilindiği şey" anlamında bir kelime olup bu anlama göre "ahmed" ismi demek onun Allah cc ye başkasından daha fazla hamd etme gibi bir özelliğinin olduğunun veya kendisindeki güzellikler nedeni ile başkalarından daha fazla övülen anlamında olup " Muhammed" kelimesi ise övülen anlamında bir kelimedir.  

İsa as belgelerle israiloğullarına geldiği zaman yalanlanma şeklinde bir karşılık görmesi ondan önce gelen ve ondan sonra gelen Muhammed as ın da gördüğü karşılıklar olarak anlatılmakta bu tür bir çok ayet mevcuttur.

[061.007]  İslama davet edilirken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim de kim olabillr? Allah da zalimler topluluğunu muvaffak etmez.
[061.008]  Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.

İsa as ın çağrısına karşılıkolarak icabet edilmesi gerektiği yerde "bu apaçık bir sihirdir" şeklinde karşılık verilmesi, Muhammed as ın çağrısı içinde geçerli olduğu onun muhataplarınında onun çağrısına aynı karşılığı verdikleri bilinmektedir. Saff 7. ayeti islama çağrılırken bu çağrıyı red eden kimsenin zalim olduğunu , 8. ayet ise kafirler ne kadar red etseler onların  bu redleri Allah cc nin nurunu tamamlamasına engel olmayacağı bildirilmektedir.

[061.009]  O Allahdır ki Resulünü hidayet  ve hak dini ile gönderdi, onu her dinin üstüne çıkarmak için, isterse müşrikler hoşlanmasınlar

Saff s. 9. ayeti ise Allah cc nin elçilerin gönderme amacını anlatmaktadır. "Hüda" kelimesi sözlükte , " bir kimseye nazik bir şekilde yol göstermek, kalvuzluk etmek,ya da doğru yolu yönü istikameti tutmasına ya da takip etmesine vesile olmak" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'an öncesi çölde yolunı kaybedene yol göstermek gibi bir anlam içermesine rağmen kur'anın nazil olması ile birlikte anlam genişlmesine uğramış ve ıstılahi bir anlamda kur'anda bir çok ayette kullanılarak Allah cc nin göndermiş olduğu kitab ve elçilerin, "hüda" olduğu yani yolunu kaybedenlere klavuz olduğu hatırlatılmaktadır.

Ayette dikkati çeken kelimelerden biriside "eddin"kelimesidir. Bu kelimeyi, "kişinin yaşamı içinde tabi olduğu kurallar bütünü" şeklinde bir anlam etrafında düşünecek olursak Allah cc bizlere din olarak islamı seçmiş ve o dinin kurallarını elçileri vasıtası ile kullarına bildirmiştir. İslamı din olarak beğenmeyip kendileri ayrı bir din üretenler ise Allah cc nin dinini yıkmak için ellerinden geleni tarih boyunca yapmışlar ve yapmaya devam etmektedirler. Kafirler ne kadar red etsede insanlar ne kadar kendi dinlerini üstün kılmak için çabalasalarda Allah cc nin dini onların dinlerinden üstündür ve yıkılmaya mahkumdur. 

[061.010]  Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?
[061.011]  Allah'a ve Resulüne iman edip mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız; eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.
[061.012] Günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş hoş meskenlere koyar. İşte büyük kurtuluş odur.
[061.013]  Bundan başka, sevdiğiniz bir şey daha: Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır. İnananlara müjde ver.

Bu ayetlerde , Allah cc katından bir yardımın , günahların bağışlanmasının, adn cennetlerine girmenin yolu gösterilmekte ve bu yol "ticaret" terimi ile mesellendirilmektedir. Ticaret insanlık tarihinin bilinen bir işlemi olup bu işlemde karşılık yapılan alış veriş sonucunda kazanç meydana gelmektedir. Bu kazanç şekli insanları celbettiği için diğer bir çok ayette karşımıza çıktığı üzere sermaye olarak mal ve can ortaya konulacak yani satılacak ve bu can ve mal karşılığında cennet verilecektir. İnsanların ticaret yapmaktaki esas amacı kar olduğuna göre ve şekil bir alışverişin karlı bir durum olduğu rabbimiz tarafından bizlere başka ayetlerde'de bildirilmiştir.Yine ticaret terimi üzerinden insanların zarar etmeleri de ayetler üzerinden bizlere anlatılmaktadır. 

 [035.029]  O Allah'ın kitabını okuyup ardınca gidenler, namazı kılıp kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık vermekte olanlar, herhalde hiç batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.
[009.111]  Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.
[002.016]  Onlar (o münafıklar) o kimselerdir ki, hidâyet mukabilinde dalâleti satın almışlardır. Onların bu ticaretleri bir kazanç temin etmemiştir. Ve onlar hidâyete ermiş kimseler değildir.

[061.014]  Ey iman edenler, Allah yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu İsa havarilere: «Allah yolunda benim yardımcılarım kimdir?» dedi. Havarileri: «Biz Allah (yolunun) yardımcılarıyız.» dediler Bunun üzerine İsrail oğullarından bir grup iman etti, bir grup inkar etti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik o suretle onlar üstün gelip yüze çıktılar.

Saff s. son ayetinde yine İsa as ın havarilerinden örnek verilerek onların üzerinden iman edenlerin desteklendiği haberi verilerek destek sözünün boş bir söz olmadığı hatırlatılmaktadır. İsa as a iman eden bu havariler ile ilgili ayetler başka surelerde'de geçmektedir.

[003.052-53]  İsa onların inkarlarını hissedince: «Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?» dedi. Havariler şöyle dediler: «Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O'na teslim olduğumuza şahid ol».«Rabbimiz! İndirdiğine inandık, Peygambere uyduk; bizi sahid olanlarla beraber yaz».
[005.111]  Hani Ben Havarilere: Bana ve peygamberime iman edin, diye vahyetmiştim de; inandık, şahid ol ki biz, müslümanlarız, demişlerdi.

Ayetin son cümlesindeki Allah cc nin vaadi olan "iman edenlerin düşmanlarına karşı desteklenmesi ve onların galip gelmesi" şeklindeki yardım Allah cc nin bir sünneti olup bu sünnetin nasıl tecelli ettiği bir çok ayette canlı örnekleri ile bizlere gösterilmiştir. Yardımı hak etmek için hiç bir mü'min yan gelip yatmamış aksine güçlerinin son haddine kadar çabalayıp bu yardıma hak kazanmışlardır. Allah cc nin sünneti olarak gerçekleşen mü'minlere yardım vaadi kıyamete kadar geçerli olup ancak bu yardımı hak etmek için gerekli gayretin gösterilmemesi yüzünden bugün bizler baskı ve zulum altında inlemekteyiz ve sadece sözlü dua ile bu yardımın gerçekleşeceğini zannetmekteyiz. Kur'anın hiç bir ayetinde Allah cc nin yardım vaadinin sadece sözlü dua ile gerçekleştiğine dair bir ayet görmemekteyiz aksine bu yardımın takatlarının son haddine kadar gayret eden mü'minlere yapıldığını görmekteyiz.

[002.214]  Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[030.047]  Andolsun ki biz, senden önce birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik de, onlara apaçık delillerle vardılar. Onun üzerine günah işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım ise, bizim nezdimizde bir hak oldu.
[006.034] Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki peygamberlerin haberi sana da geldi.
[012.110]  Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.

Allah cc nin verdiği yardım sözünün gerçekleşmesi için meallerini verdiğimiz ayetlerdeki elçiler ve onunla beraber olan mü'minler gibi zorluklara karşı koyup yardımı öyle talep etmek gerekmektedir ki rabbimizin kendi üzerine hak kıldığı ve Allahın kelimelerinde bir değişme olmaz buyuyarak bunun her zaman yerine getirileceği ancak bu yardımın şartlarının bizler tarafından yerine getirilmesi gereken şartları olduğu bildirilmiştir.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Tesbih Kelimesi ve Kur'anda Geçişleri

Tesbih kelimesi sözlükte sebeha kökünden türemiş olup , "su veya havada süratle geçip gitmek , suda yüzmek" anlamında kullanılan bir kelimedir. Tesbih kelimesi ise "Allah cc ye olan kulluğa süratle gitme koşmak" anlamındadır. Kur'an öncesi günlük dilde bu anlamda kullanılan  kelime , kur'anın inmeye başlaması sonrasında anlam genişlemesine uğramış ve Allah cc nin yaratmış olduğu varlıklar için çizmiş olduğu sınırların dışına çıkamaması veya çıkmaması gerektiği" gibi bir anlam şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Allah cc nin yarattığı şeylerin onu tesbih etmesi veya tesbih etmesinin gerekmesi o varlıkların Allah cc tarafından çizilmiş olan sınırların içinden dışarıya çıkamaması veya çıkmaması gerektiğidir.Allah cc yarattıkları için bir sistem kurmuş olup bütün yaratılanlar bu sistemin içinde hareket etme mecburiyetindedir. Allah cc nin "subhan" olması onun ve kurmuş olduğu sistemin kusursuz olması her türlü eksiklikten münezzeh olması demektir. Bu kelimenin anlamı , kur'anda geçtiği ayetleri okuyacak olursak daha kolay anlaşılacaktır.

[021.033] O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı... yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler (yesbehune).
[036.040]  Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler (yesbehune).
Enbiya ve yasin surelerindeki ayetlerde güneş ve ayın onları yaratan tarafından konulmuş olan hareket dairesi içinde işlevlerini yerine getirdikleri ve bu dairenin dışına çıkmayacakları anlatılmaktadır.

[073.007]  Çünkü sana gündüzün uzun bir yüzüş (sebhan)vardır.
[079.001-5]  Söküp çıkaranlara, yavaşça çekenlere, yüzdükçe yüzenlere (sabihatu sebhan), yarıştıkça yarışanlara, iş düzenleyenlere andolsun;
Müzzemmil ve naziat surelerinde kelimenin sözlük anlamına uygun olarak bir uğraş dairesi içinde Muhammed as ve meleklerin kendilerine verilen görevi yerine getirmeleri hatırlatılmaktadır.

[057.001] Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir(sebbeha). O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
[059.001]  Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir(sebbeha). O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
[061.001]  Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir(sebbeha). O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
[062.001] Göklerde ve yerde olanların hepsi mülkün sahibi, mukaddes, aziz, hakim olan Allah'ı tesbih eder(yusebbihu).
[064.001]  Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih eder(yusebbihu). Mülk de O'nundur, hamd (övgü) de O'nundur. O, her şeye güç yetirendir.
57-59-61-62-64. surelerin ilk ayetleri gökte ve yerde olanların yani Allah cc nin dışındaki bütün varlıkların onlar için konulmuş olan bir ölçü dahilinde hareket ettikleri yine hatırlatılmaktadır.

[021.019-20]  Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur, O'nun yanında olanlar, O'na ibadet etmekte büyüklüğe kapılmazlar ve onlar yorgunluk da duymazlar.Gece ve gündüz, bıkmadan tesbih ederler.(yusebbihune)
[017.044]  Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder(tusebbihu); O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini(tesbihahum) anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan'dır.
[024.041] Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini (yusebbihu)görmez misin? Her biri kendi duasını ve tesbihini (tesbihahu) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bilir.
[059.024]  O öyle Allahki halık, barî, müsavvir o, en güzel isimler  onun, bütün Göklerdeki ve yerdeki ona tesbih (yusebbihu)eder, o öyle azîz öyle hakîmdir.
Bu ayetlere baktığımızda yine Allah cc nin yaratmış olduğu varlıkların onu teşbih etmesinden bahsedilmekte olup o varlıklardan olan kuşların onu teşbih etmesi demek , Allah cc nin onlar için koymuş olduğu uçmak şeklindeki hayat tarzları onların teşbihleri olup zaman içinde evrimleşerek havada uçanların " artık bir yerde hayatımızı devam ettirmek istiyoruz daha uçmayacağız" veya yerde yaşayanların " yerde ne zamana kadar sürüneceğiz biraz uçalım kuşlar gibi özgür olalım" demek gibi sünnetullaha aykırı bir eylem içinde olmaları mümkün değildir. 

[013.013]  Gök gürültüsü O'na hamd ile teşbih eder(yusebbihu); melekler de korkusundan. Yıldırımlar gönderir de onunla dilediğini çarpar; onlar ise Allah hakkında mücadele edip duruyorlar. Oysa O'nun gücü çok şiddetlidir.
[039.075] Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek (yusebbihune)Arş'ın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve «alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun» denilmiştir.
[040.007] Arşı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler(yusebbihune); O'na inanırlar. Müminler için: «Rabbimiz! İlmin ve rahmetin herşeyi içine almıştır. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla; onları cehennemin azabından koru» diye bağışlanma dilerler.
[041.038]  Eğer büyüklük taslarlarsa kendi aleyhlerinedir. Rabbinin katında bulunanlar hiç usanmadan, O'nu gece gündüz tesbih ederler(yusebbihune).
[042.005] Gökler neredeyse üstlerinden çatlayacak. Melekler Rablerini överek tesbih eder (yusebbihune)ve yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma dilerler. İyi bilin ki Allah Şüphesiz bağışlayandır, merhametli olandır.
[007.206]  Kuşkusuz Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder (yusebbihunehu) ve yalnız O'na secde ederler.
[037.166]  Ve biz elbette biz o tesbih edenleriz.

Yukarıdaki ayetler meleklerin tesbihinden bahseden ayetler olup onların Allah cc nin çizmiş olduğu dairenin dışına çıkmaları gibi bir durumun söz konusu olmadığı sadece onun emirlerini yerine getirdikleri isyan gibi bir duruma düşmadikleri anlatılmaktadır.

[003.041]  Yarab! dedi: Bana bir âyet (bir alâmet) yap, buyurdu ki: Ayetin nasa üç gün sade işaretten başka söz söyliyememendir. Bununla beraber rabbını çok zikret ve akşam sabah tesbih eyle (sebbih)
[019.011]  Derken, mihrabdan kavminin karşısına çıkıp onlara: «Sabah ve akşam tesbih edin!»(sebbihu) diye işaret verdi.
[015.097-98]  And olsun ki, söyledikleri şeylerden senin gönlünün daraldığını biliyoruz.Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et(sebbih) ve secde edenlerden ol!
[020.130]  O halde onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gece saatlerinde de gündüzün uçlarında da tesbih et ki (sebbih) , hoşnutluğa eresin.
[025.058]  Ölümsüz, diri olan Allah'a güven, O'nu överek tesbih et(sebbih). Kullarının günahlarından haberdar olarak kendisi yeter.
[040.055]  O halde sabret, çünkü Allahın va'di haktır hem günahına istiğfar ve akşam, sabah rabbına hamdiyle tesbih et (sebbih)
[050.039-40]  Söylediklerine sabret; Rabbini, güneşin doğmasından önce ve batışından önce överek tesbih et.(sebbih)Geceleyin ve secdelerin ardından O'nu tesbih et (sebbihhu).
[052.048-49]  Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. Kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et (sebbih). Geceleyin ve yıldızlar kaybolurken de O'nu tesbih et.(sebbihhu)
[056.074]  O halde Rabbini o büyük adıyla tesbih et!(sebbih)
[056.096]  o halde Rabbını büyük adıyla tesbih et (sebbih).
[069.052]  O halde, haydi tesbih et(sebbih) Rabbinin yüce ismiyle.
[087.001]  Rabbının o çok yüce adını tesbih et (sebbih)
[110.003]  Rabbine hamd ile tesbih et (sebbih)ve O’ndan af dile. Çünkü O tevvabdır, tövbeleri çok kabul eder.
[076.025-6]  Sabah akşam Rabbinin adını zikret! Gecenin bir kısmında da O’na secde et, geceleyin uzun bir süre de O’na tesbih et (sebbihhu).
[033.041-2]  Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin, O’nu sık sık anın. Sabah akşam O’nu tesbih edin(sebbihuhu).

Bu ayetler insanlara teşbih etmelerini emreden ayetler olup, insan Allah cc nin yaratmış olduğu varlıklardan bir topluluk olması nedeni ile onun çizmiş olduğu daire içinde hareket etmek gibi bir zorunluluğu olmasına rağmen bu dairenin sınırlarını zorlayıp dışına çıkma çalışmaları içinde olan bir varlıktır. Ayetlerdeki bahsedilen bazı vakitlerde teşbih et gibi emirler sadece o vakitler içinde değil aksine ayetleri alt alta koyup okuyacak okursak kişinin 24 saatinin tesbih içinde geçmesi şeklindeki hatırlatmalardır. Allah cc yi tesbih etmek demek sadece belirli sözlerin tekrarlanması şeklinde olmayıp hayatımızın her anında onun kulu olduğumuzun hatırda tutulması ve onun çizdiği daire içinde hareket edilmesi hatırlatılmaktadır.

[012.108]  De ki: «İşte benim yolum budur. Allah Teâlâ'ya açık bir hüccet ile dâvet ederim, ben de ve bana tâbi olanlar da. Ve Allah Teâlâ'yı tenzih ederim (subhane)ve ben müşriklerden değilim.»
[017.001]  Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O(subhane)! Gerçekten, herşeyi işiten, her şeyi gören O’dur.
[017.093]  «Yahut altından bir evin olsun, ya da göğe çıkmalısın. Ona çıktığına da asla inanmayız. Ta ki bize, okuyacağımız bir kitap indiresin.» De ki: «Rabbimi tenzih (subhane)ederim. Nihayet ben de, peygamber olan bir insandan başka bir şey değilim.»
[017.107-108] De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar. Ve derlerdi ki: Rabbimizi tesbih (subhane)ederiz. Rabbimizin vâdi mutlaka yerine getirilir.
[021.022]  Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka tanrılar olsaydı; bunların ikisi de muhakkak bozulup gitmişti. Arş'ın Rabbı olan Allah; onların nitelendirdiklerinden münezzehtir(subhane).
[023.091]  Allah çocuk edinmemiştir; O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir (subhane).
[027.008]  Oraya geldiğinde, kendisine şöyle nida olunmuştu: «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah münezzehtir»(subhane)
[028.068]  Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için seçim hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir (subhane), yücedir.
[030.017]  Haydi siz akşama girerken, sabaha çıkarken Allah’ı  tenzih edin (subhane), namaz kılın.
[036.036]  Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir (subhane).
[036.083]  Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir (subhane).
[037.158-159]  Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular. Andolsun, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler.Allah onların vasıflandırmalarından münezzehtir (subhane).
037.180]  Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir(subhane).
[043.012-4]  Her sınıf varlığı yaratan O'dur. Gemiler ve hayvanlardan binesiniz diye size binekler var etmiştir. Bütün bunlar; üzerlerine oturunca Rabbinizin nimetini anarak: «Bunları buyruğumuza veren münezzehtir (subhane); zaten bizim takatimiz bunlara yetmezdi; şüphesiz Rabbimize döneceğiz» demeniz içindir.
[043.081-2] De ki: «Eğer Rahmân için bir veled olsa idi, (O'na) ibadet edenlerin ilki ben olurdum.» Göklerin ve yerin Rabbi, arş'ın Rabbi (o müşriklerin) tavsif ettikleri şeyden münezzehdir(subhane).
[052.043]  Yoksa Allah'tan başka bir tanrıları mı vardır? Allah, onların ortak koşmalarından münezzehtir(subhane).
[059.023]  O kendisinden başka ilah olmayan, hüküm sahibi mukaddes, esenlik veren, güven veren gözetip koruyan üstün ve galip olan otorite sahibi, gerçekten ulu olan Allah'tır. Yüce Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir(subhane).

[068.028] En mutedil olanları: «Ben size Rabbinizi tesbih etsenize(tusebbihune), demedim mi?» dedi.Rabbimizi tenzih(subhane) ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz, dediler.
Kalem suresinde anlatılan "bahçe sahipleri" kıssasında geçen bu ayetteki vasat kişinin diğerlerine tesbih etmeleri gerektiğini hatırlatması demek , onların bahçelerinin ürünlerini Allah cc nin emri gereği ihtiyaç sahiplerinden sakınmamaları gerektiği halde ürünlerinin bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermekten kaçınmak için onlar görmeden işi halledelim diye aralarında konuşmalarına karşın bu şekilde yapmalarının yanlış olduğu Allah cc nin onlar için çizmiş olduğu dairenin yani tesbihin ihtiyaç sahiplerininde gözetilmesi olduğunu onlara hatırlatmasıdır.

[002.032]  Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz(subhaneke), senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.
[003.191]  Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: «Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin(subhaneke). Bizi ateşin azabından koru»
[005.116]  Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim(subhaneke); hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.
[007.143]  Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim(subhaneke), sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.
[010.010]  Orada duaları «subhaneke allahumme» sağlıkları «selam», Dualarının sonu da hakikat «elhamdulillahi rabbilalemîn» dir.

[021.087]  Zünnun'u (Yunus'u) da. Hani öfkelenerek gitmişti de Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken karanlıklar içinde: «Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim (subhaneke), ben gerçekten zalimlerden oldum diye.» seslendi.
[037.143-4] Eğer Allah'ı tesbih edenlerden(musebbihune) olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı.
Yunus as ın denize atıldığı zaman balığın karnından kurtulması onun tesbih edenlerden olması sebebi ile olduğu bildirilmektedir. Her insan hayatının bir anında bir şekilde günaha düşebilir , Yunus as örnekliğinde bu hatasını anlayıp tevbe etmesi insan için çizilmiş olan dairenin içine girmeyi kabul etmesi demek olup rabbimiz bizler için tevbe kapısını her zaman açık bırakarak dışarı çıktığımız gibi içeri girmemizide ve daire içinde kalıp tesbihimize devam edip salih kulllarından olmamızı kolaylaştırmıştır.

[024.016]  Onu işittiğiniz zaman: «Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (ey aişe) Sen münezzehsin (subhaneke) (böyle şeyler yapmazsın); bu, büyük bir iftiradır» demeniz gerekmez miydi?
Nur s. 16. ayetinde geçen bu kelime için ayrı bir başlıkta yazımız olup "subhaneke" kelimesinin kullanımı ile ilgili düşüncemiz o yazıdadır.

[025.018] Onlar: Seni tenzih ederiz(subhaneke). Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda (seni) anmayı unuttular ve helâki hak eden bir kavim oldular, derler.
[034.040-41] O gün, onların hepsini bir arada toplayacak (haşredecek), sonra meleklere diyecek ki: «Size tapmakta olanlar bunlar mıydı?»«Seni tenzih ederiz(subhaneke). Bizim velîmiz, onlar değil Sen'sin. Hayır. Onlar cinlere tapar olmuşlardı. Onların birçokları onlara imân ediciler idi.» derler.

[002.116]  Onlar; «Allah oğul edindi» dediler. O böyle bir şeyden münezzehtir(subhanehu). Göklerdeki ve yeryüzündeki varlıkların tümü O'nundur, hepsi O'na boyun eğmişlerdir.
[004.171] Ey Ehl-i kitap! Dininizde haddi aşmayın, taşkınlık yapmayın ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri iddia etmeyin! Meryemin oğlu Mesih Îsâ sadece Allah’ın resulü, Meryeme ulaştırdığı kelimesidir. Allah tarafından gelen bir ruhtur. Gelin Allah’a ve elçilerine iman getirin, «Tanrı üçtür» demeyin. Kendi iyiliğiniz için bundan vazgeçin. Allah ancak tek bir İlahtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir(subhanehu). Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nundur. Koruyan ve yöneten olarak Allah yeter.
[006.100]  Cinnleri, Allah'a ortak koştılar. Halbuki onları, O yaratmıştır. Bilmeden O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa O, onların vasıflandırdıklarından yüce ve münezzehtir(subhanehu).
[009.031]  Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek Tanrı'dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir(subhanehu).
[010.018]  Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh (subhanehu)ve yücedir.
[010.068] (Müşrikler:) «Allah çocuk edindi» dediler. Hâşâ! O bundan münezzehtir(subhanehu). O’nun (çocuğa) ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Bu hususta yanınızda herhangi bir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
[016.001] Allah'ın emri geldi. Artık onu acele istemeyin. O; ortak koşmakta oldukları şeylerden münezzehtir(subhanehu), yücedir.
[016.057] Onlar, Allah'a kız çocuklarını mal ederler ki, O bu yakıştırmadan uzaktır(subhanehu), canlarının istediği erkek çocuklarını ise kendilerine ayırırlar.
[017.042-43]  De ki: «Allah ile birlikte dedikleri gibi ilahlar olsaydı, o takdirde onlar Arş'ın sahibine bir yol ararlardı.O, onların söylediklerinden Münezzeh'tir(subhanehu), Yüce'dir, Ulu'dur.
[019.035] Allah’ın evlat edinmesi olacak iş değildir. O bundan münezzehtir(subhanehu)! Bir işi yapmak istedi mi, «şöyle olsun!» demesi kâfidir.
[021.026]  Ve dediler ki: «Rahmân evlat ittihaz etti. O bundan münezzehtir(subhanehu).» Hayır, (onlar) ikram olunmuş kullardır.
[030.040]  Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra öldüren, daha sonra da dirilten Allah'tır. O'na koştuğunuz ortaklarınızdan böyle bir şey yapan var mıdır? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir(subhanehu), yücedir.
[039.004]  Allah çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O bundan münezzehtir(sunhanehu), yücedir. O, tek ve kahredici Allah'dır.
[039.067]  Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O'nun avucundadır; gökler O'nun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir(subhanehu).
Allah cc nin subhan olması demek yarattıkları için çizmiş olduğu dairenin hata yanlış eksiklik gibi şeyler içermemesi yarattıkları için her ne demişse veya yarattıkları için her ne kural koyduysa onda yanlış hata gibi şeylerden beri olmasıdır.

[048.008-9]  Doğrusu seni şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ey insanlar, siz de Allah'a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve O'nu sabah akşam tesbih edesiniz.
[032.015]  Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.
[024.035-36]  Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru içinde bir kandil bulunan bir oyma hücre misalidir. Kandil, bir sırça içindedir. Bu sırça sanki inciden bir yıldızdır; ne doğuya, ne de batıya nisbet edilen mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulur. Onun yağı hemen hemen ateş dokunmasa bile ışık verir; nur üstüne nur! Allah, dilediğini kendi nuruna yönettir ve insanlara birçok misaller verir. Allah, herşeyi bilendir. O evlerde ki; Allah, onların yüceltilmesine ve içlerinde kendisinin adının anılmasına izin vermiştir. Onlar da sabah akşam O'nu tesbih ederler.

[021.079]  Süleyman'a bu meselenin hükmünü bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber tesbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.
[038.018]  Biz dağları onun emrine vermiştik, akşam ve işrak vakti onunlar birlikte tesbih ederlerdi.
Davud as ın dağlar ile birlikte tesbih etmesi demek onların Allah cc tarafından çizilmiş olan görevlerini yerine getirmeleri ve Davud as ında Allah cc ye olan tesbihinde dağların tesbihi gibi eksiklik yapmadığı ifade edilmektedir Allahu alem. 

Sonuç olarak; tesbih kelimesinin sözlük anlamı olan yüzmek şeklinde, çizili bir dairenin dışına çıkamama anlamı ile ilgili ayetleri konu etmeye çalıştığımız yazıdaki ayet meallerinden anlaşılacağı üzere alemlerin rabbi olan Allah cc yarattığı şeylerin tümü için belirli bir daire çizmiş olup hiçbir varlık (insan ve cin hariç)bu dairenin dışına çıkmak gibi bir cüret içinde olmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. İnsan ve cin bu teşbih etme şeklindeki kendileri için çizilmiş olan kulluk kurallarının dışına çıkma itiyadında olan varlıklar olup bu cüretlerinin karşılığının ahirette karşılığının ne olacağı müteaddit ayetlerde bildirilmiştir. Rabbimiz bir an için bu dairenin dışına çıkarak teşbihini unutan kulları için tevbe kapısını açık bırakmış ve hatasını anlayan kullarının tevbe ederek yine daire içinde kalmasını sağlamıştır.İnsan ve cin taifesi eğer kendileri için çizilmiş dairenin dışına çıkmak gibi bir cüret içinde olmayıp teşbih dairesinde kaldıkları müddetçe alacakları karşılık yine kur'anın bir çok ayetinde bildirilmiştir. Rabbimiz bizleri kendisini gereğince teşbih eden kullarından kılsın.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.









4 Mayıs 2014 Pazar

Nur Suresi 16. Ayetindeki Subhaneke Kelimesi İle İlgili Bir Düşünce

Nur suresi içinde anlatılan konulardan birisi nazil olma sebebi olarak , Aişe validemize atılan iftira hakkında olup onun temize çıkarılması ile ilgili ayetlerdir. Bu ayetleri okurken sadece, bu ayetler Aişe validemizin masumiyeti hakkında nazil olmuş deyip ayetleri tarihsel bir konuma oturtmak gibi bir durum sözkonusu olmamalıdır. Olması muhtemel olan bu tür olaylara nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğreten ayetler olarak bu mesajlar kıyamete kadar bizlere yola gösterecektir. Yazımızın konusu bu surenin 16. ayetinde geçen "subhaneke" kelimesinin kullanımı ile ilgili olacağı için önce ilgili ayeti verip sonra konu ile ilgili ayetleri sıralayarak 16. ayetteki kelimenin muhatabının kim olabileceği üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız.

 Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ subhâneke hâzâ buhtânun azîm(azîmun).
 Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?

Konu bütünlüğünü anlamak açısından ifk olayı ile ilgili ayetlerin mealleri şöyledir.  
[024.011] Muhakkak o kimseler ki, iftira ile geliverdiler, sizden bir zümredirler. Onu sizin için bir şer sanmayın, belki o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişiye de günahtan kazandığı şey vardır. Onlardan o kimse ki, onun büyüğünü deruhte etmiştir, onun için de pek büyük bir azap vardır.
[024.012]  Onu işittiğiniz vakit mü'min erkeklerle, mü'min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup: Bu, apaçık bir iftiradır, demeleri gerekmez miydi?  
[024.013]  Ona dört şahit getirselerdi ya, madem ki şahit getiremediler, o halde onlar Allah katında yalancılardan ibarettirler.
[024.014]  Ve eğer Allah'ın fazl-u rahmeti dünyada ve ahirette üstünüzde olmasa idi elbette o içine daldığınız yaygaradan dolayı sizi pek büyük bir azap kaplardı.
[024.015] Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.
[024.016] Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?
[024.017]  Eğer mü'min kişilerdenseniz; buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah, size öğüt veriyor.
[024.018]  Allah size ayetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir.
[024.019]  İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[024.020] Ve eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasa idi (elbette ki, sizi muazzep kılardı) ve şüphe yok ki, Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

Mealini verdiğimiz ayetlerde görüldüğü üzere Aişe validemizin üzerine atılan sözün iftira olduğu ve16. ayette , bunu duyanların Aişe validemizi böyle bir şey yapmaktan münezzeh olduğunu dile getirmeleri ve olayın gerçek değil apaçık bir iftira olduğunu söylemelerin gerektiği beyan edilmesine rağmen, ayet içindeki "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılmasından yola çıkılarak bu ayet'tede sanki Allah cc için kullanıldığını düşünerek bir çok mealin şu şekilde yapıldığını görmekteyiz.  
24.16- Onu duyduğunuzda: 'Bize bunu konuşmak yakışmaz. (Ey Rabbimiz!) Sen yücesin! Bu büyük bir iftiradır' demeli değil miydiniz?
24.16-Onu işittiğiniz vakit, (Peygamberin eşiyle ilgili) böyle bir konuşmamız bize uygun olmaz; Hakk'ı tenzîh ederiz, bu en büyük bir iftiradır, deseydiniz ya..
 24.16- Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Tanrım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?

Yukarıda verdiğimiz örnek ayet meallerine dikkat edecek olursak ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılışını dikkate alarak parantez açılarak bir ilavede bulunulmuştur. Halbuki bu kelimenin muhatabının ayet içinde Allah cc değilde Aişe validemiz olduğu biraz düşünülseydi gereksiz parantezler açarak ayetin yanlış meallendirmesine gerek kalmazdı. 
Subhaneke kelimesinin geçmiş olduğu diğer ayetler olan, 2.32/3.191/5.116/7.143/10.10/21.87/24.16/25.18/34.11 e bakmış olsalardı o ayetlerdeki "ke" zamiri ile ilgili olan muhatabın Allah cc olduğu ama nur s. 16. ayetteki "ke " zamirinin muhatabının Allah cc değil Aişe validemiz olduğu görülürdü. Subhaneke kelimesi ile eğer Allah cc kastedilmiş olsaydı "subhanallah" kelimesi kullanılması daha doğru olurdu düşüncesindeyiz.

Burada şöyle bir saptama yaparak iddiamızı daha doğru bir zemine oturtabiliriz. Allah cc aşkın bir varlık olması nedeniyle bize kendisini, algılama alanımıza giren kelimeler ile ifade ederek onu idrak etmemizi sağlar, bu idrak etme bize kendisini anlatırken benzettiği kelimelerin anlamları üzerinden olduğu için biz onu kapasitemiz kadar idrak edebiliriz. Allah cc nin subhan alması demek o kelime üzerinden ifade edilen anlamı zihnimizde canlandırarak onun her türlü eksiklikten münezzeh olduğunu biliriz işte bu şekil bir anlatım müteşabih bir anlatım olarara isimlendirilir.Müteşabih anlatımlar ise, muhkem anlatımlar üzerinden verilen mesajlar ile anlaşılabilir olması kur'anın mesani yani ikili anlatım uslubunun bir özelliğidir. Aişe validemiz için kullanıldığını iddia ettiğimiz "subhaneke" kelimesi onun için kullanılan muhkem bir kelime olup onun her türlü zina iftirasından beri olduğunu, kesinlikle böyle bir suç işlemeyeceğini ifade etmek için kullanılmış bir kelime olduğu düşünülebilir.

 Haklı olarak şöyle bir soru gelecektir, "ke" zamiri muhatap müzekker bir zamirdir neden muhatap müennnes zamiri olan " ki" şeklinde gelip "subhaneki" denilmedi'de subhaneke denildi ? . Bu duruma cevap olarakta kur'anın bazı ayetlerinde gözümüze çarpan müzekker gelmesi yerde müennes gelmesi veya müennes gelmesi gereken yerde müzekker şekilde gelen bazı örnekleri söyleyebiliriz mesela  ; yusuf suresi 30. ayetindeki " ve qale nisveten" ibaresinde "qale" (dedi) kelimesi müfret müzekker gaip sigasında gelmiş bir kelime "nisveten" çoğul müennes bir kelimedir . Bu tür örnekleri bazı ayetlerde görmek mümkündür. Bu konu ile ilgili olarak Sayın Soner Gündüzöz hocanın "Kur'anda yerleşik gramer kurallarına aykırı dil yapıları "adlı makalesine bakılabilir. 

 Sonuç olarak; nur suresinde Aişe validemize atılan iftira ile ilgili inen ayetlerdeki 16. ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin Aişe validemizin böyle bir zina eyleminden münezzeh olması gerektiğini , bunu duyan mü'minlerin o iftirayı duydukları zaman " SENİ BÖYLE BİR ŞEY YAPMAKTAN TENZİH EDERİZ SEN ZİNA GİBİ ÇİRKİN BİR ŞEY YAPMAKTAN MÜNEZZEHSİN" demeleri gerektiği halde o iftiraya inanmalarının çok büyük bir hata olduğu beyan edilmektedir. Subhaneke kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde bu kelimenin Allah cc için kullanılmasının bu ayet için'de Allah cc için kullanıldığını düşünen meal yapıcıları bu düşüncelerini ayet içinde parantez açarak gerçekleştirmişlerdir. Kur'an meali yapan kişilerin genelde birbirlerinden kopya çekerek meal yapmaları bu şekil bir hatayı beraberinde getirdiğini düşünerek tetkik ettiğimiz mealler içinde Edip yüksel'in yapmış olduğu mealin parantez açılmadan yapılmış olduğunu gördüğümüz ve doğruya en yakın bir meal olduğu için onun nur s. 16. ayet ile ilgili yaptığı meali vererek yazımızı bitiriyoruz. "Onu işittiğinizde, 'Bunu konuşmamız doğru değil. Sen Yücesin. Bu büyük bir iftiradır,' demeniz gerekmez miydi?"

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

29 Nisan 2014 Salı

Şefaat Ayetlerini Bir de Bu Sıra İle Okuyalım

Şefaat konusu ile ilgili ayetler kur'anın en fazla istismara uğrayan ve en fazla yanlış anlaşılan ayetleridir. Kur'anın şefaat ile ilgili ayetlerinin anlaşılma kolaylığı  sağlaması açısından belli bir sıraya koyarak okumak bu konu ile ilgili ayetlerin doğru anlaşılmasında faydalı olacağını umduğumuz için böyle bir çalışma yaptık .  

Şefaat ile ilgili ayetleri okumaya başlamadan önce kafamızdaki ön kabullleri atarak yani geleneksel anlayışa hakim olan , "Allah cc dışında şefaatçiler var" şeklinde düşünceyi bir tarafa bırakıp, "kur'an şefaat konusu ile ilgili olarak nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabını aramak için ayetlere yaklaşmamız gerekmektedir, aksi takdirde bu ayetlere rağmen bu konuyu yanlış anlamaktan kurtulamayız. 

[10.18]  Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek, yararları da dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: «Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir» derler. De ki: «Siz, Allah'a göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk katmakta olduklarınızdan uzak ve yücedir.»

[39.43-44] Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: «Ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?»De ki: «Şefaatin tümü Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra da O'na döndürüleceksiniz.»

Yunus s. 18 , zümer s. 43-44. ayetlerine baktığımızda müşriklerin kulluk ettikleri putlarına yüklemiş oldukları vazifelerden birisinin de , Allah cc ye yaklaşmak için onları vesile edinmeleri olduğu görülmektedir.

[043.086] O'nun dışındakilere tapmakta olanlar şefaatte  malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka.

Zuhruf s. 86. ayetinde , Allah cc nin dışındakilere kulluk etmekte olup ta onlarda şefaat bekleyenlerin böyle bir asla erişemeyecekleri beyan edilmesine rağmen bu ayet şefaat konulu ayetler içinde yanlış şekilde meallendirilen ayetlerden birisidir şöyleki ; yanlış olduğunu iddia ettiğimiz meal "O'nun dışında taptıkları şefaatte bulunmaya malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka." şeklindedir , bu meali yapanlar acaba Allah cc nin dışında kulluk edilipte şefaat istisnası getirilen bir put olabilirmi diye hiç düşünmedilermi?. Ayeti dikkatle okuyan bir kişi , kur'anın bir çok ayetinde müşriklerin Allah cc dışında kulluk etmiş olduklarının kıyamet gününde onlardan kaçacağı ve onların ibadetlerini red eedeceği ayetleri görünce ilk olarak diyeceği şey kur'anda çelişki olduğu şeklinde bir düşüncedir. Okuyucu bir ayette putlar onlardan kaybolacak ayetini okuyacak , diğer ayette putlar şefaat edebilecek ayetini okuyacak bu nasıl iştir diye haliyle soracaktır. Ancak çelişkinin kur'anda değilde şefaat ayetlerini geleneksel ön kabule uygun olarak çevrilmesinde olduğunu anlayıp doğru bir mealden bu okuyunca bazı meal  yapıcılarının nasıl bir cehalet içinde kur'an meali yaptıklarına şahit olacaktır.

[10.3]  Rabbınız o Allahdır ki Gökleri ve Yeri altı günde olarak yarattı sonra Arş üzerine istivâ buyurdu emri tedbir ediyor hiç şefaatçi yok ancak onun izninden sonra, işte bu evsafın sâhibi Allahdır rabbınız, o halde ona ibadet ediniz, artık düşünmez misiniz!

[2.255]  Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.

Yunus s. 3 , bakara s. 255. ayetlere baktığımızda " onun izni olmadan" şeklinde bir istisna ibaresi görmekteyiz. Şefaat konusuna Allah cc nin dışında herhangi bir kimsenin yetkili olabileceği düşüncesinde olanlar , izin verilmesi şeklinde bir istisnayı şefaat konusunda Allah cc nin birilerine müsade ederek başka birine böyle bir yetki verebileceği zannına kapılmışlardır. Yunus s. 18 ve zümer s.43.44 ayetlerini bu izin konusu ile ilişiklendirerek okursak , müşriklerin Allah cc nin dışında kulluk ettikleri putlara yükledikleri şefaatçi olmalarının Allah cc tarafından verilen bir bilgi dahilinde olmadığı ve  onun böyle bir şeye izin vermediği anlaşılmaktadır.

[6.70] Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.

[32.4]  Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?

[36.23]  «Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar.»

Araf s. 70 , secde s. 4 ve yasin s. 23. ayete baktığımızda Allah cc den  başka bir şefaatçi olmadığı ve onun dışında kulluk edilen bir şeyin insanlara ne fayda ne zarar vermeye güçleri olmadıkları hatırlatılmaktadır.

 [2.48] Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.

[2.123] Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve onların yardım görmeyeceği günden korunun.

[2.254]  Ey inananlar! Alışverişin, dostluğun, şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin. İnkar edenler ancak yazık edenlerdir.

[30.12-13] Kıyamet koptuğu gün suçlular umutsuz kalıverirler.Ortak koştuklarından kendilerine şefaat edenler de bulunmaz. Ortaklarını da inkar etmişlerdir.

[006.051] Hem bununla şunları inzar eyle ki rablarının huzuruna haşrolunacaklarından korkarlar, öyle ki kendileri için onun huzurunda ne bir dost ne bir şefâatci yok, gerektir ki onlar korunurlar.

[040.018]  Onları, yüreklerin ağıza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan kıyamet günü ile uyar. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenecek şefaatçisi olur.

Yukarıdaki ayetlere dikkat edecek olursak , kıyamet günü insanların dünyada iken medet ummuğu her ne ise onların o gün herhangi bir faydaları olmayacağı hatırlatılmaktadır.

 [19.77-87]  Ayetlerimizi inkar eden ve «bana elbette mal ve çocuk verilecektir» diyeni gördün mu?. Gaybe muttali' mi olmuş? Yoksa rahmanın huzurunda bir ahid mi almış?Hayır, söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça uzatacağız.Bahsettikleri şeyler Bize kalacaktır, kendisi Bize tek olarak gelecektir.Tuttular Allahtan başka ma'budlar edindiler ki kendilerine ızzet ve kuvvet olsunlar diye.Hayır, onlar kendilerinin ibadetlerini inkar edecekler ve aleyhlerine döneceklerdir.Şeytanları, kâfirlerin üzerine kışkırtıcı olarak saldığımızı görmedin mi? Onlara karşı acele davranma; biz onlar için ancak saydıkça saymaktayız.O gün, takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız.Mücrimleri de susuz olarak Cehenneme sevkedeceğiz.Şefaate mâlik olamayacaklardır, ancak Rahmân'ın nezdinde bir ahd alan müstesna.

Meryem s. 77- 87. ayetleri arasına baktığımızda konu bütünlüğünün gözetilerek okunması gerektiği ortaya çıkmaktadır. 77. ayette hayatını küfr içinde geçiren bir kişinin bu küfrünün karşılığını göreceğini unutarak yine mallar ve çocuklar ile ahirettede zenginliğinin süreceği düşüncesini red etmekte olduğu görülmektedir. Burada müşriklerin ahiret inançlarının olmadığı gibi bilgileri hatırlayacak olursak o kafirin mallar ve çocuklarla destekleneceğini neden umduğu sorusu hatıra gelecektir. Bu sorunun cevabını kehf s. de bahçe sahipleri kıssasında ayetler ile birlikte okursak herhalde sorunun cevabı verilmiş olacaktır.
[018.036]  kıyametin kopacağını da zannetmem. Bununla beraber şayet Rabbime döndürülürsem, mutlaka bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.»
Kehf s. 36. ayetinde müşrik olan bahçe sahibinin kıyamet ve sonrasını inkar ettiği görülmektedir, aynı müşrik kıyamet ve ahiret olsa bile kendisinin oradada güzel bir akıbetle karşılacağını beklemektedir.Meryem s. 77. ayetindede aynı beklentiyi görmekteyiz ve bu iddiaların Allah cc tarafından red edilişini ilerleyen ayetlerden okumaktayız. Fussilet s. 49-50 . ayetlerine baktığımız zaman kıyameti inkar eden bir kafirin kıyamet saati başına gelese bile oradada iyi şeyler bulabileceğini uman bir kişi anlatılmaktadır, "İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur.Şayet kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona tarafımızdan bir rahmet tattırırsak mutlaka der ki: «Bu benim hakkımdır. Kıyametin başıma dikileceğini (kopacağını) de sanmıyorum. Faraza Rabbime döndürülecek olursam mutlaka benim için O'nun yanında daha güzeli vardır.» Fakat o zaman Biz o inkar edenlere ne yaptıklarım haber vereceğiz ve onlara mutlaka yoğun bir azap tattıracağız."

Meryem s. 87. ayeti üzerinden şefaat konusuna geleneksel olarak yaklaşanların iki açıdan hataya düştüklerini görmekteyiz. 1. hata ayetleri bağlamından kopararak okumak çünkü 87. ayeti doğru anlamak için 77. ayetten itibaren okumak gerekmektedir. 2. hata meallendirmede yapılan hatadır, ayeti gelenğin ön kabulune uygun olarak Allah cc dışında şefaatçiler olduğu var sayılarak bir çok mealde "Rahman'ın katında bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır." şeklinde görmekteyiz halbuki "şefaat etme hakkı" diye bir terim Allah cc nin dışındakiler için hiç bir ayette geçmemekte olup tamamen ön kabullere uygun olarak meallendirilmişlerdir.

[6.93-94]  Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen! Andolsun ki Bize, ilk defa yarattığımız gibi, işte teker teker geldiniz. Ve size verip hayaline daldırdığımız servetleri arkalarınızın gerisine bıraktınız. Hani o sizin var oluşunuzda Allah'ın ortakları olduğunu yanlış yere sandığınız şefaatçıları yanınızda görmüyoruz? Gördünüz ya aranızdaki bağlar büsbütün koptu ve güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir


[7.53]  Onlar onun akibetinden başkasını beklerler mi? onun akibeti geldiği gün ise onu evvelce unutmuş olanlar diyecektir ki: «Muhakkak Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişlerdir. İmdi bizim için şefa-atçilerden kimse var mıdır ki, bize şefaat ediversinler ve- yahut geri döndürülür müyüz ki, yapar olduğumuz şeylerin başkasını yapıverelim.» Şüphe yok ki, onlar nefislerini ziyana uğratmışlardır. Ve o iftira eder oldukları şey de onlardan çıkıp gitmiştir.

[26.96-102] Orada  çekişirken şöyle derler «, tallahi biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!» «Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da, o mücrimler oldu. «Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan bir dostumuz!» «Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!»

[074.042-48]  Nedir, diye: sizi sekare sokan?Derler: biz musallin'den değildik.Yoksulu doyurmuyorduk, «Batıla dalanlarla biz de dalardık.»«Ceza gününü yalanlardık.» «Ölüm bize o haldeyken geldi.»Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez.

Bu ayetlerde ise kıyamet gününde ,dünya hayatında iken Allah cc nin dışında şefaatçiler edinenlerin durumu gözler önüne serilmekte olup pişmanlıkları bizlere bildirilerek şu anda dünya hayatını yaşamakta olan bizlere böyle bir inanca sahip isek yol yakın iken terketmemizi aksi takdirde başımıza gelecekler anlatılmaktadır. Müddessir s. 48. ayetindeki "şefaatçilerin şefaatinin fayda etmemesi" sanki şefaatçilerde varsa onlara fayda etmezmiş gibi anlaşılabilir , ancak konuyu kur'an bütünlüğünde okuyacak olursak müşriklerin şefaatçi olacağı zannı ile inandıklarının onlara şefaatçi olamayacakları anlatılmaktadır.

[020.109]  O gün, Rahman (olan Allah) 'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat bir yarar sağlamaz.

[034.023]  O'nun huzurunda , izin verdiği kimselerden başkasına şefaat fayda  vermez. Nihayet kalplerinden dehşet giderildiğinde: «Rabbiniz ne buyurdu diye sorarlar,  «Hakkı.» derler. O, öyle yüksek, öyle büyüktür.
Bu ayetlerdede kıyamet günün şefaatin nasıl gerçekleşeceği anlatılmaktadır. Yunus s. 3 ve bakara s. 255. ayetlerde gördüğümüz izin konusunu yeniden hatırlayacak olursak o ayetlerde izin konusu müşriklerin Allah cc nin dışında ihdas etmiş oldukları şefaatçilerin, Allah cc tarafından onlara böyle bir izin yani bilgi verilmemesini anlatmaktadır. Taha s. 109 ve sebe s. 23. ayetlerinde de meallendirme hatasını görmekteyiz. Klasik şefaat inancına uygun olarak Allah cc den başka şefaatçiler olduğu ön kabulune uygun olarak bu ayetlerdeki "başkasına" şeklinde olması gereken kelime "başkasının" şeklinde çevrilerek Allah cc dışında bir şefaatçi olduğu düşüncesi ayete onaylattırılmak istenilmiştir. Ayetler Allah cc nin kendi dışında birisine izin vererek o kişinin isteği üzerine  kişiyi cehennemden kurtarmak gibi olayın olabileceği şeklinde değil aksine dünya hayatında iman edip salih ameller işlemiş olan mü'minlerin cennete girme iznini yani bilgisinin Allah cc tarafından o kullara verilmesidir.

[21.26-28]  «Rahman (olan Allah) çocuk edindi» dediler. O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, onlar (melekler) ikrama layık görülmüş kullardır.Onlar Allah'dan önce söz söylemezler ve ne yaparlarsa sırf O'nun emri ile yaparlar. Allah onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Allah'ın razı olacağı kimselerden başkasına şefaat etmezler. Hepsi O'nun korkusundan titrerler. 

[53.26] Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiç bir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah'ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka

Enbiya ve necm surelerinde anlatılmakta olan şefaat konusunda, melekler'in şefaatinin nasıl olduğu anlatılmaktadır.Müşrik inancındaki melek algısı red edilerek onların Allah cc indindeki durumları anlatılmakta olup Allah cc nin izinsiz ona rağmen herhangi bir iş yapmalarının mümkün olmadığı haber verilmektedir.  

Meleklerin şefaati nasıl olacak dersek onların şefaatide yine kur'anda bildirilmiş olup dünyada iken salih ameller işleyip cenneti haketmiş olan mü'minlere cennete girerken onları karşılamaları şeklindedir.  

[013.023-4] O güzel âkıbet Adn cennetleri olup, onlar babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olanlarla birlikte o cennetlere girerler. Öyle ki melekler de her kapıdan yanlarına varıp: «Sabretmenize karşılık size selamlar, selametler! Dünya diyarının ne güzel âkıbetidir bu!» diyecekler.

[039.073] Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.

Sonuç olarak; şefaat konusundaki ayetleri sıralamaya çalışarak daha doğru anlaşılmasını kolaylaştırmak amacı ile böyle bir çalışma yapmaya gayret ettik.Ayetleri baştan söylediğimiz gibi mesajının ne olduğunu anlamak gayesi ile okuduğumuz zaman geleneksel şefaat inancına uygun düşebilecek en ufak bir delilin olmadığı görülecektir. Müşrik inancına ait olan ve Allah cc nin dışında edinmiş oldukları sahte ilahların kendilerine Allah indinde şefaatçi olduklarına inananların bu inançları red edilmekte olup doğru olan şefaatin sadece Allah cc ye ait olduğu onun dışında hiç kimseye böyle bir yetki ve izin kimseye vermediğini bildiren rabbimizin bu bilgilerine rağmen, özellikle Muhammed as kıyamet günü hakkında cehennem kararı verilmiş olan mü'minlerin (mü'minlerin geçici olarak cehenneme gidceği düşüncesi ayrı bir garabet)  cehennemden kurtulması için başını secdeden kaldırmayarak ümmeti af edilene kadar ısrarcı olacağı bilgileri dini kaynak olarak bilinen kitaplarda "  Hakkında azab hükmü kesinleşmiş, ateşte olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?"( 39.19) veya "Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim." (50.29) gibi ayetler hiçe sayılarak haşa Allah cc den daha merhametli bir peygamber portresi çizilmeye çalışılmıştır. Ayetleri bütünlük içinde okuduğumuz zaman kıyamet günü cehennemi haketmiş olan müslümanların oradan kurutlmalarını sağlamak amacı ile peygamber , din büyükleri vs gibi şahısların böyle bir yetki ile donatılacağına dair en ufak dahi bir bilgi olmamasına rağmen müşriklerin red edilen inançları müslümanlar için bir akidevi konu haline getirilmiştir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Nisan 2014 Pazar

"Temiz Fikir" Adı Altında Yapılan Meal Üzerine Birkaç Söz

Alemlerin rabbi Allah cc nin, kulu Muhammed as a indirmiş olduğu kitab'ın dili  arapça olarak inzal edilmiştir. Arap dilini bilmeyen diğer insanların bu kitabı anlamaları için konuştukları dile çevrilmesi doğal hatta gereklidir diyebiliriz. Kur'anın konuştuğumuz dil olan türkçeye çevrilmiş olan bir çok kur'an meali piyasada satılmakta olup bazı ayetler üzerinde çeviri hatalarının olduğu bir gerçektir.

Yazımızın başlığı olan "temiz fikir" adlı meal çalışması internet sitesi üzerinden yapılan bir meal çalışması olup henüz devam etmekte olan tamamlanmamış bir çalışmadır. Bu mealde gözümüze çarpan nokta meal hatalarından daha ziyade kur'anın bazı ayetlerinde yanlış yazımlar olduğu şeklindeki iddialar olup yazımızda, meal yazarının bu iddialarını konu etmeye çalışacağız.

                                               1- MERYEM S. 24. AYETİ

Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).

Bu ayetin temiz fikire göre meali şöyledir.

"Doğurduktan hemen sonra ona seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin senin doğuruşunu meşru kılmıştır."

Bu şekilde meal yapma gerekçesi şu şekilde not olarak düşülmüştür.   

 "Not:  Nuhhata, nahtuta, aramice de terk, teslim, çıkış, veriş, doğurma anlamlarına gelir.    Min edatı aramice de ve arapça da -den, -dan olarak genel kullanımının yanında “that point in time” “yani o olayın olduğu an, o anda” manalarında da kullanılır.” İza nudiye li el-salati MİN yevm el cumuati” Cuma/9 bu kullanımdır. Benzeri bu surenin 37. Ayetinde “MİN meşhedi yevmin azim” HAALE Hud/43
“Min nahtiha” şeklinde okunursa anlamı “doğurduktan hemen sonra, doğruduğu anda” olur.   Arapçada Nahte ( nun-ha-te ) yontmak, yonga, yontulan nesneden düşen şey, insanın üzerine yontulduğu tabiatı ( nuhita aleyha – Müfredat ), Kuran mushafı harfleri çok sonradan noktalanırken büyük ihtimalle yazıcı bir nokta yerine iki nokta koyarak NUN olması gereken harfi TE yapmıştır ve kritik kelime NUHİTAHA dan TAHTİHA ya dönüşmüş olmuştur, Allahu alem.    
Sin-ra-elif ( Lisan ) Asil, şerefli, soylu, yiğit, mert, Reculün seriyyun ( Müfredat ) yüce ve yüksek asil saygın onurlu cömert adam
Seriya nın arami köklü bir kelime olduğu çok açıktır. Aramice’de (SARYA), yasal doğum,asil, yüce şerefli adam manalarındadır.    Kelimenin direkt anlamı özgürlük (hür) kökünden gelir.    Kehf suresi 61.Ayetin sonundaki seraba okunan kelime de buradaki seriya olabilir. "

Bu ayetin mealini " Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: «Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır. Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün." şeklinde yapanlar olmasına rağmen, bu şekil bir meal yapanlar yaptıkları meali orjinal metin ile ilgili olarak herhangi bir yanlış yazım gerekçesi göstermeden o şekilde bir tercihte bulunmuşlardır , halbuki sadece mu'minun s. 50. de " İbni Meryemi de anasiyle bir âyet kıldık ve ikisini bir oturaklı ve temiz sulu bir tepeye barındırdık" buyurulmasından hareketle meryem s. 24. ayetinin mealini " Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi" şeklinde yapılsaydı kur'an bütünlüğü gözetilmiş ve daha isabetli olurdu. 

Temiz fikire göre yapıldığı iddia edilen mealdeki gerekçe olarak öne sürülen " Kuran mushafı harfleri çok sonradan noktalanırken büyük ihtimalle yazıcı bir nokta yerine iki nokta koyarak NUN olması gereken harfi TE yapmıştır ve kritik kelime NUHİTAHA dan TAHTİHA ya dönüşmüş olmuştur, Allahu alem. "şeklindeki gerekçeye gelince sayın meal yapıcısı noktalama işaretleri yapılırken sanki bu mushafı noktalama yapan kişiden başka kimse bilmiyormuşcasına bir algı oluşturmaktadır, varsayalım böyle oldu yanlışı farkedecek kadar kur'anı bilmeyen hiç bir kişi yokmuydu acaba , yanlış yazan kişiye yanlış yazdın diye ikaz edebilecek hiç kimse yokmuydu? 

Meryem s. ile ilgili olarak alman oryantalistlerinden Christoph Luxenberg takma isimli kişinin buna benzer bir düşüncesi olması dikkat çekicidir. Luxenberg , kur'anın doğru anlaşılması için aramice okunmasının gerekli olduğu şeklinde bir iddia içinde olup o da meryem s. 24. ayetini aynı şekilde çevirmektedir. Bu kişinin bir oryantalist olması ve böyle bir düşünce olması yadırganacak bir durum olmayıp, esas yadırganacak olan şeyin "temiz fikir" adı altında dile getirilen bu tür düşüncelerin kimlerle ortak bir paydada buluşulduğudur.

                                                     2- KEHF S. 9. AYETİ

Em hasibte enne ashâbel kehfi ver rakîmi kânû min âyâtinâ acabâ(acaben).

Bu ayetin temiz fkire göre meali şöyledir.

"Yoksa sen, Mağara Arkadaşlarını yani Uyuyanları bizim için şaşılacak bir mucize mi zannettin"

Ayet içinde geçen " verraqım"  kelimesini , "uyuyanlar" şeklinde çevirme gerekçesi ise şöyledir. 

"Not: Mushafta orijinal yazım ” Ashab-ı Kehf ve el-Raqîm” şeklinde olup ilk tamlama Mağara Arkadaşları olarak çevrilmekte ve net bilinerek anlaşılmaktadır.    Fakat devamında gelen el-Raqîm kavramı tarih boyunca birçok yoruma neden olmuş ve ne olduğu üzerinde net anlaşılamamıştır.    Kavram, Arapça RA-QAF-MİM harfleri ile yazılmıştır.    Arapça’da “uyku” anlamına gelen RA-QAF-DAL kelimesi aşağıda 18.    Ayette bu kişiler için “uyuyanlar – RuQûD- RA-QAF-vav-DAL” anlamı ile de kullanılmıştır.    Ayrıca Yasin Suresi “uyunan yer – MeRQaD – MİM-RA-QAF-DAL ” olarak da kullanılmıştır.    Tüm bunların ışığında, kavram orijinal okuyuşta “Ashab-ı Kehf ve el-RuQûD ( RA-QAF-vav-DAL)” iken Yani anlamı ” Mağara Arkadaşları yani O-UYUYANLAR” iken, Not: Mushafta orijinal yazım ” Ashab-ı Kehf ve el-Raqîm” şeklinde olup ilk tamlama Mağara Arkadaşları olarak çevrilmekte ve net bilinerek anlaşılmaktadır.    Fakat devamında gelen el-Raqîm kavramı tarih boyunca birçok yoruma neden olmuş ve ne olduğu üzerinde net anlaşılamamıştır.    Kavram, Arapça RA-QAF-MİM harfleri ile yazılmıştır.    Arapça’da “uyku” anlamına gelen RA-QAF-DAL kelimesi aşağıda 18.    Ayette bu kişiler için “uyuyanlar – RuQûD- RA-QAF-vav-DAL” anlamı ile de kullanılmıştır.    Ayrıca Yasin Suresi “uyunan yer – MeRQaD – MİM-RA-QAF-DAL ” olarak da kullanılmıştır.    Tüm bunların ışığında, kavram orijinal okuyuşta “Ashab-ı Kehf ve el-RuQûD ( RA-QAF-vav-DAL)” iken Yani anlamı ” Mağara Arkadaşları yani O-UYUYANLAR” iken, Mushafa yazılırken yazıcının sehven hatası ya da mürekkep damlaması gibi nedenler ile “Ashabı-Kehf ve el-RaQîM” şeklinde harf hatası ile yazılmış olabilir.    Eğer orijinal okumada kavram el-RuQûD ise tamlama çok net bir şekilde ve müfessir VAV’ın eşliğinde ” Mağara Arkadaşları yani o-UYUYANLAR” olarak anlaşılabilir.    Allahu alem.     Eğer orijinal okumada kavram el-RuQûD ise tamlama çok net bir şekilde ve müfessir VAV’ın eşliğinde ” Mağara Arkadaşları yani o-UYUYANLAR” olarak anlaşılabilir.    Allahu alem." 

Gerekçe olarak öne sürülen "Mushafa yazılırken yazıcının sehven hatası ya da mürekkep damlaması gibi nedenler ile “Ashabı-Kehf ve el-RaQîM” şeklinde harf hatası ile yazılmış olabilir." şeklindeki sözleri, bu mushafı yazan kişinin, yazmış olduğu kitabın Allah cc nin kitabı değilde sanki herhangi bir şahsın kitabı gibi imiş muamele edip dikkatsizlik ve mürekkebi bol bularak damlatmaktan sakınmayan birisi gibi gösterilmesi komik bir gerekçedir, acaba bu mushaf yazılırken bunu bilen birisi yoktu veya yanlışı ikaz edecek kimseler yoktuda yazan kişi , " ne yazarsak yerler" deyip üstünkörü yazdı geçtimi?

                                                3- ZUHRUF S. 23. AYETİ 

Ve kezâlike mâ erselnâ min kablike fî karyetin min nezîrin illâ kâle mutrefûhâ innâ vecednâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim muktedûn(muktedûne).

Bu ayetin temiz fikire göre meali şöyledir.

"İşte hep böyle olmuştur; senden önce de nereye bir Peygamber gönderdiysek oranın  haddi aşmış azgınları: ” Biz atalarımızdan bir din öğrendik ve biz de onların dinine   tabi olduk ve kesinlikle doğru yolda olanlarız ” derlerdi. " 

Ayetin mealini bu şekilde yapma gerekçeside şöyledir. "

 "Not: 22. ve 23.Ayetlerin son cümlesi birebir aynıdır ve zaten anlam olarak da öyle   olmalıdır.    Fakat orijinal Mushaf yazılımında sondaki kelime de SADECE BİR   HARF FARKLI YAZILMIŞTIR:
-22. Ayet: “innâ vecednâ   âbâenâ alâ ummetiv ve innâ alâ âsârihim MuHTeDûN.   ”
-23. Ayet: “innâ vecednâ   âbâenâ alâ ummetiv ve innâ alâ âsârihim MuQTeDûN.   ”
22.ayette “doğru   yolda olanlarız” anlamındaki MuHtedûn kelimesi varken, tamamı aynı kelimelerden   oluşan ve sadece tek bir harf farklı olarak 23. ayette son kelime MuQtedûn   şeklinde yazılmıştır.    Bu tip bir kelime Kuran Mushafında başka hiç bir yerde   de geçmemektedir ve bu cümlede bir anlam da ifade etmemektedir.    Kuran Mushafı   yazımı esnasında yazıcı tarafından sehven yapılan bir hataya, ya da mürekkep   damlaması ve nüsha çoğaltırken yanlış kopyalama yapılması gibi yazım   hatalarına net bir örnektir.    
İşin çok ilginç   yanı, bizim yaptığımız araştırmada incelediğimiz hiç bir Meal müellifi bu   farkı belirtmemiş, bir çoğu sanki birebir aynı yazımmış gibi ya da o kelime   “orada yokmuş gibi” çevirip geçmişlerdir.    Bu, yapılan işe ihanettir.    Değilse,   yazdığı Meali bir yerlerden kopyaladığının açık delilidir.    O da değilse “iman   ettiği” bir şeyin ( “Kuran Mushafı harfi harfine korunmuştur” iddiasının ) Batıl   olduğunu saklamak yani ikiyüzlülüktür.

    
Gerekçe notunda "  Bu tip bir kelime Kuran Mushafında başka hiç bir yerde   de geçmemektedir" dediği kelime "muktedun" kelimesi olup, bu kelime enam s. 90. ayetinde " Ulâikellezîne hedallâhu, fe bi hudâyuhumuktedih, kul lâ es’elukum aleyhi ecrâ(ecren), in huve illâ zikrâ lil âlemîn(âlemîne)." şeklinde geçmekte olup , "bu tip bir kelime geçmiyor" dediği kelimenin "iqtedih" formunda geçen enam s. 90 ayetini kendi mealinde şu şekildedir.      " İşte Allah’ın o-Dosdoğru Yola ilettikleri bunlardır; sen de onların bu dosdoğru   YOLUNA UY.    De ki: “Ben sizden bu Dosdoğru Yola çağırmam karşılığında hiç   bir karşılık istemiyorum.    Hiç şüphesiz ki o-Dosdoğru Yol/el-KitabVahyi/ed-Din tüm insan kuşakları için tek Hak olan düşünce ve yaşam tarzıdır."      Bu tip bir kelime demek enam s 90 da varmış ve kendisi onu doğru olarak meallendirmiş.  

 Meal yazarı diğer ayetlerde öne sürdüğü gerekçeyi bu ayettede öne sürerek " Kuran Mushafı   yazımı esnasında yazıcı tarafından sehven yapılan bir hataya, ya da mürekkep   damlaması ve nüsha çoğaltırken yanlış kopyalama yapılması gibi yazım   hatalarına net bir örnektir." demektedir. Yine soruyoruz, yazıcı yazdığı kitabın herhangi bir şahsın kitabıymış gibi mürekkebi bol bularak oraya buraya saçarak yazmış ve kendinden başka bu yanlışı farkedecek kimsede mevcut değilmiydi ? yüzyıllar sonra "temiz fikir" adı altında meal yazan bir şövalye orjinal mushafa vakıf oldu ve bunu farketti öylemi?.  Bu hatayı!! kendisinin görüpte ve başkalarının görmediği için hain ve iki yüzlü olarak vasıflayan temiz fikir meali yazarı bu başarısı !! takdire şayandır. 

                                                      4- ZÜMER S. 10. AYETİ

 Kul yâ ıbâdıllezîne âmenûttekû rabbekum, lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(hasenetun), ve ardullâhi vâsiah(vâsiatun) innemâ yuveffas sâbirûne ecrehum bi gayri hisâb(hisâbin).

 Bu ayetin temiz fikire göre meali şöyledir.

 " İman eden kullarıma de ki: “Rabbinize karşı günahsız   tertemiz yaşayın.  Bu dünyada en güzel şekilde yaşayanlar en güzeli ile   karşılık bulacaktır.    Allah’ın arz’ı geniştir, ki zaten sabredenlere ödülleri   sınırsız olarak verilecektir.  "

Bu ayete bu şekilde bir meal verilme gerekçesi şöyledir.  

"Not:   Bu ayette ve bu surenin 53.    Ayetinde geçen “İbaad” (AYN-BE-ELİF-DAL) kelimesi   ABD ( AYN-BE-DAL) = Köle kelimesinin, İnsan-Tanrı ilişkisinde ABD-RAB yani   KUL-TERBİYE EDEN, TEAKMÜL ETTİREN kullanımındaki çoğul kullanım olan “KULLAR”   demektir.    İki ayette de “ KullarIM” şeklinde çevrildiği halde orijinal   yazımda bu ayette AYN-BA-elif-DAL şeklinde yazılmış ve harekelenmiş fakat aynı   anlamı verdikleri 53.    Ayet orijinal yazımında AYN-BA-elif-DAL-YE olarak (   İbaaDiYe) olarak yazılmıştır.    İki ayetin başında bulunan “DE Kİ” ifadesi ile   beraber okunduğunda Vahyi okuyan Muhammed Peygamberin ağzından sanki onun   insanlara karşı “ Ey Kullarım” şeklinde bir hitab oluştuğu zannedilmektedir.      İnsanlığı kullara kulluk etmekten alıkoymak birinci şartı olan ed-Din’de   tabii ki böyle bir ifade olması düşünülemez, kaldı ki onlarca diğer ayette   Muhammed Peygamberin ve tüm diğer Peygamberlerin hatta Meleklerin dahi sadece   ve sadece Allah’ın KULLARI oldukları zaten vurgulanmaktadır ve aslında temiz   bir akılla düşünüldüğünde bunun dışında bir ihtimal olması dahi imkansızdır.    Bu   iki ayette mushaf yazıcısı ya da kopya yazıcıları yazarken sehven hata yapmışlardır.      10.    Ayet ile 53.    Ayette kelimenin sonuna bir YE harfi eklenerek yazılması da   bunu açıkça göstermektedir.    Ayetin doğru yazımı el-Kuran Mushafındaki İsrâ   Suresi  53.    Ayet ve İbrahim Suresi 31.      Ayette olduğu gibi “ kul: Lİ-İbaaDiYe = KULLARIMA DE Kİ:….   ” şeklindedir.      Muhtemelen farklı bir Yazıcı bu sureyi yazmış ve Zümer Suresinin bu iki   ayetinde LAM harfi yerine YAA harfini yazmıştır ya da kopyalanırken LAM   harfi  YAA şeklinde yazılmıştır ki bu   hata da muhtemelen 16.    Ayette geçen “YAA İBADİ” okuması ile karıştırılarak   yapılmıştır. "   

Sayın meal yazıcısı zümer s. 10 ve 53. ayetleri ile ilgili olarak "Bu   iki ayette mushaf yazıcısı ya da kopya yazıcıları yazarken sehven hata yapmışlardır" şeklinde bir iddiada bulunmuş gerekçe olarak, ""Peygamberin ağzından sanki onun   insanlara karşı “ Ey Kullarım” şeklinde bir hitab oluştuğu zannedilmektedir. "" demektedir. Doğru olduğu iddia ettiği yazımın ibrahim s. 31 ve isra s. 53. ayetinde olduğu gibi " li ibadiye" şeklinde olması gerektiğini söylemektedir. Ancak gerekçe olarak ileri sürdüğü "peygamberin ağzından çıktığı zannedilme" iddiası doğru olmayıp kendiside dahil Muhammed as ın ELÇİ olma sıfatı gereği elçiliğini yaptığı Allah cc nin sözlerini aktarmak durumunda olduğunu herkesin bildiği bir durumdur.


Sayın meal yazıcısı , kur'anın Muhammed as ın sözü olduğu zannedilir korkusu ile !! zuhruf s. 68. ayetine metinde olmadığı halde ilavede bulunarak şu şekilde bir meal vermekte olup bu ilave gerekçesini, "mushaf yazıcılarının konuşmaya dalarak unutmuş!!!" bir gerekçe yazmayı herhalde bu sefer kendisi unutmuştur. 

Zuhruf s. 68. ayetinin orjinal metni şu şekildedir. 
" Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn(tahzenûne).

Zuhruf s. 68. ayetinin temiz fikire göre şöyledir. 
 " Ve Allah onlara: “Ey kullarım, artık siz hiç korkmayacak ve hiç hüzünlenmeyeceksiniz”   diyecek. "

Ayetin metninde "ve Allah onlara diyecek" şeklinde bir meal vermeyi gerektirecek " ve yekulullahe" şeklinde bir ibare mevcut olmayıp sayın meal yazarı herhalde kur'anın Muhammed as ın sözü olduğu zannedilir diye Allah cc nin unuttuğu !! bir ibareyi durumdan vazife çıkartarak ayete koyma başarısını göstermiştir.

Sonuç olarak; temiz fikir adı altında yapılan kur'an mealinde , kur'an mushafının korunmamış olduğu ve yazıcı hatalarının olduğu iddialarının dile getirildiği 4 ayet hakkındaki görüşleri paylaştık. Kur'an mushafında yazıcı hatasının olduğu iddialarının gerçek olduğu şahsi düşünceler ile değil doğru olduğu iddia edilen bir mushafın delil getirilerek dile getirilmesi gerekir. Bu iddiaları doğrulayacak bir mushaf yeryüzünde yoktur. Allah cc kitabında "Allah hakkında konuşmak için aydınlatıcı bir kitap gerektiğini" bu konuşmaların bu kitap tarafından desteklenmesi gerektiğini bildirmiştir. Eğer birisi Allah cc nin bizlere indirmiş olduğu kitabın yazıcı hatası veya mürekkep damlaması  gibi sudan bahanelerle yanlış yazıldığı , ve doğru olarak sunduğu delilin kaynağı kendisi olursa buna ancak kendisi inanır. 

Bu mushafın yazıldığı zaman, bunu sadece yazan kişimi biliyordu ? , bu mushaf yazıldığı zaman, yazıcı hatasını farkedebilecek bir babayiğit yokmuydu? , bu mushaf yazıldığı zaman, yazan adam ne yazdığının şuurunda olmadan  kahvede tavla atıp çay içerkenmi bunları yazdı?  hiç bir sorumluluk hissetmeden başı bozuk adamlarmı bu mushafı yazdı, veya senin yanında okuduğun bir kitabın varda yanlışı o kitabtaki doğruya göremi gördün diye sormazlarmı temiz fikir adı altında meal yazıpta doğruyu kendi dediğinin olduğunu iddia eden adama? .

Temiz fikir adı altında yazılmaya çalışılan mealin pek de temiz bir fikirle yazılmadığı mushafın yanlış yazıldığı iddialarının dile getirilmesi ile ortadadır, şayet ortada yanlış yazım varsa  kur'anın tevrattaki bazı ayetlerin israiloğulları tarafından örtüldüğü iddiasını dile getirmesi gibi yeni bir mushaf ile bu iddianın doğruluğu ispatlanabilir aksi takdirde sadece kuru bir iddia ve iftiradan başka bir şey olmaz.

Müslümanlar için kur'an tuz mesabesinde olup, bunun böyle olduğunu bilen islam düşmanları tuzu kokutmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar, temiz fikir gibi isimler alıp tuzu kokutmak için çalışan insanların kimin ordusuna su taşıdıklarını o meali okuyacak olanların takdirine bırakıyoruz. Biz kimsenin kalbini yarıp onun ne kadar samimi olduğunu bakmak gibi bir durumuz olmadığına göre yazdıkları ve o yazdıklarından kimlerin çıkar sağladığı ve memnun olduğuna bakarak kişilerin Allahamı yoksa onun düşmanlarınamı hizmet ettiği kararına varırız.

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


16 Nisan 2014 Çarşamba

Hacc s. 75. Ayeti ve Meleklerin Elçiliği

Allah cc bizlere hacc s. 75. ayetinde şöyle bir haber vermektedir.  

" Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Melek kelimesi; e-le-ke kökünden türeme bir kelime olup , türediği kelimeler "elçilik" , "kudret" gibi anlamlara gelir, dolayısı ile bu kelime elçi, güçlü, kuvvetli idare eden anlamlarına gelir. Allah cc  kendisini kitabında bizlere ,benzeterek anlatma(müteşabih) metoduna uygun olarak hükümdar biçiminde anlatır. Bu anlatımla insanlar dünya hayatında şahid olduğu güçlü kuvvetli mülk sahibi emrine itaat edilmesi gereken bir hükümdar tasvirini kafalarında canlandırarak Allah cc nin kendilerinin ilahı,mülkün yegane sahibi itaat edilmesi gereken yegane varlık olduğunun bilincine varırlar.  

Hükümdar benzetmesine uygun olarak, bir hükümdarın mesajını bir başkasına ulaştıran elçilerininde olduğu herkesin malumudur. Allah cc de hacc s. 75. ayetinde bu gerçeği vurgulamıştır. Meleklerden seçilen elçilerin işlevleri kur'anın değişik ayetlerinde bizlere anlatılmış olup bu yazımızın amacı o ayetleri toplama gayretidir.Melekler yaratılmış varlıklar olması ile Allah cc nin kulları olup fiziki yapıları hakkında bilgimiz yoktur, fatır s. 1. ayetinde onların kanatlarından bahsedilmesi onların fiziki olarak kanatlı olması olarak anlaşılması doğru bir yaklaşım sayılmaz, kur'anın benzeterek anlatma metoduna uygun olarak onlarında kanatlı olması teşbihi bir anlatım olup bu konuyu ayrı bir yazımızda ele almaya çalıştık.   

Meleklerin insan elçilere vahyi nasıl ilka ettiği sadece o elçinin şahid olduğu bir durumdur, insanların vefat ettirilmesi ile görevli elçilerin o görevi nasıl yapmış olduğu yine bize gayb olan bir durum olup ilgili anlatımlar geride kalanlara yani ölüm adaylarına bir mesaj içermesi şeklinde bir düşünce ile okunması gerekir, aksi takdirde insanları vefat ettiren meleklerin ölüm anındaki konuşmalarını hakiki bir anlamda anlamak yine cevabı verilemeyecek sorular doğurur.  

Aynı şekilde amellerimizi yazan meleklerin bu amelleri yazma keyfiyeti bizim için gayb olup, bizim bu yazma işinden anlamamız gereken yaptıklarımızın en küçük bir şey olsa dahi kayıt altına alındığından haberdar olmamızdır.

İnsanlardan seçilen elçiler, Allah cc nin emir ve yasaklarını vahiy ile alıp diğer insanlara ileten kişiler olduğu kur'anın birçok ayetinde anlatılmaktadır, meleklerin elçiliği ile ilgili olan ayetler bu yazımızın konusu olup onların bu elçiliklerini kur'anda 3 şekilde görmekteyiz , 1- beşer elçilere vahyi iletmek , 2- ölüm zamanı gelenleri vefat ettirmek , 3- insanların dünyada yapmakta oldukları amelleri yazmak. Elçilerin bu görevlerini nasıl yerine getirdiği keyfiyeti bizlerce gayb konusu olup onlarla ilgili kur'an ayetlerinin verdiği bilgiyi paylaşarak meleklerden elçiler seçilmesinin kur'an ayetlerinde nasıl anlatılmış olduğunu göreceğiz. 

1- Beşer elçilere vahyi getirmeleri şeklindeki elçiliklerinin sıralandığı ayetlerin mealleri şu şekildedir. 

[042.051]  Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir.
[002.097]  De ki: «Her kim Cibrîl'e düşman olmuş ise .» Çünkü Kur'an'ı önündeki kitapları musaddık ve mü'minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah Teâlâ'nın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O'dur.
[016.102]  De ki: «İnananları sağlamlaştırmak ve müslümanlara yol gösterici ve müjde olmak üzere onu (Kur'an'ı) Ruh'ül Kudüs, Rabbinden hak gereğince indirdi.»
[016.002]  Kendi emrinden ruh (vahiy) ile melekleri, kullarından dilediği peygamberlere indirip şu gerçeği insanlara bildirin, buyuruyor: Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Ancak benden korkun.
[026.193-5]  Onu Rûhu’l-emin, uyaran nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir.
[035.001] Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah'a mahsustur. Yaratmada dilediğini artırır. Doğrusu Allah, her şeye Kadir olandır.
[019.017-18-19]  Onların öte yanlarında (kendisine) bir perde edinmişti. Artık Biz de ona ruhumuzu (Cibrîl-i Emîn) gönderdik de onun için tam bir beşer sûretinde görünüvermişti.Demişti ki: «Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah) a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma) .»«Ben temiz bir oğlan bağışlamak için Rabbinin sana gönderdiği elçiden başkası değilim» dedi.
[053.005]  Onu müthiş kuvvetli olan öğretti.
[081.019-21]  Bu Kuran, arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.
[080.011-16] Hayır, hayır, sakın! Çünkü o (Kur'an) bir öğüttür.Dileyen onu düşünüp öğüt alır.Değerli sayfalarda,Yüceltilmiş ve temizlenmiştir. saygıdeğer elçilerin eliyle Değerli, iyi yazıcıların.[056.077-80]  O, elbette şerefli bir Kur'ân'dır.Korunmuş bir kitabdadır.Ona arınmış olanlardan başkası dokunamaz.O, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.
[011.069-76]  And olsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. «Selam sana» dediler, «Size de selam» dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.Ona ellerini uzatmadıklarını görünce kendilerini yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku duydu. Onlar: «Korkma, zira biz Lut kavmine gönderildik!» dediler. Bu arada, İbrahim'in ayakta duran karısı gülünce, «Ona İshak'ı ardından Yakub'u müjdeleriz» dediler.«Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey» dedi.(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı.Doğrusu İbrahim çok içli, yumuşak huylu ve kendini Allah'a vermiş bir kimse idi.Ey İbrahim; bundan vazgeç, zira Rabbının fermanı gelmiştir. Onlara muhakkak geri çevirilmeyecek bir azab gelmektedir.
[011.077-81]  Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da «Bu, çetin bir gündür» dedi. Daha önceleri çirkin işler yapmış olan kavmi harıl harıl koşup geldiler. Lut onlara: «Ey kavmim! İşte size kızlarım, onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah'tan korkun, beni misafirlerime rezil rüsvay etmeyin. İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?» dedi.«And olsun ki, senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun; doğrusu, ne istediğimizin farkındasın» dediler.«Keşke size yetecek bir kuvvetim olsa veya sağlam bir yere sığınsam» dedi.«Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz, onlar sana ilişemiyecekler; geceleyin bir ara, ailenle beraber yola çık; karının dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelen onun başına da gelecektir. Vadeleri gün doğana kadardır. Gün doğması yakın değil mi?» dediler.
[015.051-60]  Hem onlara İbrahim'in konuklarından haber ver.Onun yanına girdikleri zaman, «selam» dediler. (İbrahim:) Biz sizden çekiniyoruz, dedi.Dediler ki: Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz.(İbrahim:) Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz? dedi.Onlar dediler ki «Sana bu müjdeyi gerçeğe dayanarak veriyoruz, sakın umutsuzlardan olma.(İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?«Ey elçiler! (Başka) ne işiniz var?» dedi.Dediler ki: Biz, günahkar bir kavme gönderildik.«Ancak Lût ailesi hariç. Onların hepsini kurtaracağız.» Yalnız Lût'un karısı müstesnâ, çünkü onun helak edilenlerle birlikte yok edilmesini takdir ettik.
[003.039-41]  Mabedde namaz kılarken melekler ona seslendiler: «Allah sana Allah'ın emriyle (vücud bulan İsa'yı) tasdik eden, efendi, iffetli, iyilerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler». «Ey Rabbim, benim nasıl oğlum olabilir? Bana ihtiyarlık gelip çattı, karım ise kısırdır.» dedi. Allah: «Öyledir, fakat Allah dilediğini yapar.» buyurdu.«Rabbim bana bir alamet ver!» dedi. Allah: «Alametin insanlarla üç gün yalnızca işaretten başka türlü konuşamamandır. Bununla birlikte Rabbini çok an ve akşam-sabah tesbih et!» buyurdu.
[003.042]  Melekler şöyle demişti: «Ey Meryem! Allah seni seçip temizledi. Dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu.»«Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rüku edenlerle birlikte rüku et.»
[003.045-48]  Melekler demişti ki: «Ey Meryem! Allah sana, Kendinden bir sözü, adı Meryem oğlu İsa olan Mesihi, dünya ve ahirette şerefli ve Allah'a yakın kılınanlardan olarak müjdeler».«İnsanlarla, beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacaktır ve o, iyilerdendir». Meryem: «Rabbim! Bana bir insan dokunmamışken nasıl çocuğum olabilir?» demişti. Melekler şöyle dediler: «Allah dilediğini böylece yaratır. Bir işin olmasını dilerse ona ol der ve olur». O'na kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
[015.061-74]  Elçiler Lut ailesine varınca; Dedi ki: «Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz.»
Elçiler dediler ki: «Bilakis biz sana onların şüphe ettiği azabı getirdik.»Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın, istenen yere gidin.»Böylece Lut'a bunların sonlarının kesilmiş olarak sabahlıyacaklarını bildirdik.Ve şehir ahalisi birbirini müjdeliyerek geldiler. Dedi ki: «Şüphe yok, onlar benim misafirlerimdir. Artık beni rüsvay etmeyin. Ve Allah'tan korkun ve beni utandırmayın.»«Biz sana kimseyi misafir kabul etmeyi yasak etmemiş miydik?» dediler.
Lut: «Alacaksanız, işte benim kızlarım» dedi. Ömrüne andolsun ki, şüphe yok, onlar kendi sarhoşlukları içinde şaşırıp durur kimseler idi.Tanyeri ağarırken, çığlık onları yakalayıverdi .
Memleketlerini alt üst ettik, üzerlerine sert taş yağdırdık.
[029.031-34]  Elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiklerinde: «Biz şu kent halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalim kimselerdir» dediler. İbrahim: «Ama Lut oradadır» dedi, elçiler: «Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız» dediler.
Elçilerimiz Lut'a gelince, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar(ı düşünmesi) sebebiyle takatten düştü. O'na: «Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de, aileni de kurtaracağız. Yalnız (azabda) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna» dediler. «Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten (feci) bir azap indireceğiz.»
[051.024-37]  İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının haberi sana geldi mi?Yanına girdikleri vakit: «Selam!» dediler. O da: «Selam! Görülmedik bir topluluk» dedi.Onlara yemek getirmek için gizlice ailesinin yanına geçti ve semiz bir dana kebabı getirdi. Önlerine koyup «buyurmaz mısınız?» diye ikram etti. (Yemediklerini görünce) onlardan endişeye düştü; «Korkma» dediler ve ona bilgin bir oğul sahibi olacağını müjdelediler.Bunun üzerine karısı hayretle seslenerek geldi, elleriyle yüzünü kapayarak: «kısır bir kocakarı!» dedi.«Öyle, Rabbin buyurdu. Şüphesiz hikmet sahibi O, herşeyi bilen O.» dediler. İbrahim: «Ey Elçiler! Göreviniz nedir?» dedi. Dediler ki: «Biz suçlu bir kavme gönderildik.»Ki; üzerlerine çamurdan taşlar yağdıralım. Rabbının nezdinde damgalanmışlar müsrifler için. Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık.Fakat bir haneden başka orada Müsliman da bulmadık. Can yakıcı azabdan korkanlar için, o beldede bir işaret, bir kalıntı bıraktık.

2- İnsanları vefat ettirmek ile görevli olan elçiler.  

[004.097]  O kimseler ki nefislerine zulmetmekdelerken melekler canlarını aldılar, «ne işde idiniz» dediler, «biz dediler: Bu arzda zebun idik», «ya, dediler: Allahın arzı geniş değil mi idi oraya hicret etsenizdi ya?» İşte bunların me'vaları Cehennemdir, ona gidiş de ne fena şeydir
[006.061]  O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Niha-yet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.
[007.037] Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitap'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler.
[008.050-51]  Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve «Tadın yakıcı cehennem azabını» (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir.
[016.028-29] Melekler, kendilerine zulmetmiş kimselerin canlarım alırken onlar: «Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk.» diyerek teslim olurlar. Hayır, Allah sizin ne maksatla yaptığınızı tamamen biliyor. Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür!
[016.032]  Melekler onların canını temizlenmiş olarak alırken: «Selam size; yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin» derler.
[032.011]  Sen de ki: «Sizi, canınızı almakla görevlendirilen ölüm meleği vefat ettirecek, sonra da Rabbinizin huzuruna götürüleceksiniz.»
[047.027]  Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nice olur?

3- İnsanların işledikleri amelleri kayıt altına alan elçiler. 

[010.021]  Kendilerine dokunan (kıtlık ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır. De ki: Allah’ın tuzağı daha süratlidir. Şüphesiz elçilerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.
[013.011]  Her insan için önünden ve arkasından takip edenler vardır. Allah'ın emrinden dolayı onu gözetirler. Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme de kötülük murad etti mi, artık onun geri çevrilmesine de imkan yoktur. Onlar için Allah'dan başka bir veli de bulunmaz.
[021.094]  İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.
[043.080]  Yoksa, kendilerinin gizli veya açık konuşmalarını duymayız mı sanırlar? Hayır; öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadır.
[045.029]  «Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk.»
[050.016-18]  And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız.Sağında ve solunda onunla beraber oturup amellerini tesbit eden iki de tesbit edici vardır.O, bir söz atmaya dursun; mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır.
[054.052-3]  Onların yaptıkları her şey, defterlerde kayıtlıdır. Küçük, büyük her şey, satır satır yazılıdır.
[082.010-2] Ve şüphe yok ki, sizin üzerinizde bekçiler vardır. Çok mükerrem yazıcılar vardır. Ne yapar olduklarınızı bilirler.

Sonuç olarak; göklerin ve yerin tek sahibi olan Allah cc kendisini kitabında bizlere hükümdar benzetmesi ile tanıtarak yine bu benzetmeye uygun olarak insanlar ve meleklerden elçiler seçmiş olduğunu beyan etmektedir. Melek elçilerin görevleri kur'anın değişik ayetlerinde bizlere haber verilmiş olup bu ayetleri bir araya getirmeye gayret ettik.  

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.