altında etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
altında etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2016 Çarşamba

Süleyman (a.s) Örneğinde Bir Devletin Cinleri ve Şeytanları Kontrol Altında Tutmasının Yolu

Kur'an kıssaları geçmiş yaşantılardan kesitler sunarak , gelecek olan yaşantılara örnekler veren anlatımlardır. Süleyman (a.s) kıssası , kendisine yönetim gücü ve servet verilenlerin , bu gücü nasıl kullanmaları gerektiği dair bilgiler ihtiva etmektedir. Onun kıssasında geçen, Cinler ve Şeytanların onun emrine verilmiş olmasının bizlere dönük nasıl bir mesaj taşıyabileceğini konu etmeye çalışacağımız bu yazımızda , konumuz ile ilgili ayetlerin mealleri şöyledir; 

[034.012]  Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgâra (boyun eğdirdik) ; erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinler de vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırırdık.
[034.013]  Onlar, ona mihraplar, heykeller, havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın ey Davud hanedanı, şükür için çalışın! Kullarım arasında şükreden azdır.

[038.036-8] Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgarı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik.

Süleyman (a.s) çok geniş bir coğrafi alana yayılmış toprakları ve bu geniş alanda yaşayan kalabalık bir insan nüfusunu yöneten bir hükümdardır. Bu coğrafi alandaki insanları yönetmek , yönetim gücü ve kabiliyeti gerektirmektedir. 

Meallerini verdiğimiz ayetler, onun yönetimi altındaki insanları nasıl yönettiğine dair anlatımlar olup, bu ayetlerin bir devlet içindeki insanların nasıl yönetilmesi gerektiği dair mesajlar içermekte olduğunu söyleyebiliriz . Süleyman (a.s) kıssası okunurken onun hükümdar olması dikkate alınarak okunmaya çalışıldığında , kıssa masal olmaktan çıkarak, güncel hayata dair mesajlar olmaya başlayacaktır.

"Cinler" ve "Şeytanlar" olarak ifade edilenlerin kim oldukları noktasında söyleyeceklerimiz , bazı kimselerden tarafından yadırganabilir. Böyle bir ifadenin kullanılmış olması , Kur'anda bu isimle anılan varlık guruplarının isyankar , bozguncu , insanları ayartan v.s gibi vasıflara sahip olması olup , bu vasıflara sahip olan veya bu vasıflara sahip olma potansiyeli bulunan insan guruplarının , bir devlet yönetimi altında nasıl kontrol altında tutulabileceğini yukarıdaki ayetlerden okumak mümkündür. 

Süleyman (a.s) kıssası genellikle hayat içinden kopuk bir anlayışla okunduğu için, kıssa içinde geçen bazı anlatımların gerçek hayata dair mesajlar olarak okunmaya çalışılmaması sonucunda , kıssanın doğru mesajı maalesef okunamamaktadır. Kıssa genellikle "aya değil parmağa bakmak" yöntemi ile veya kerameti müritlerinden menkul din baronlarının sahtekarlıklarına payanda olması amacına dönük okunduğu için , asıl mesaj ıskalanarak , bize herhangi bir faydası olmayacak kısır tartışmalar içinde buhar olup gitmiştir. 

Yine tekrarlamak isteriz ki ; Biz, ayetlerde geçen "Cinler" ve "Şeytanlar" ifadeleri ile onların ontolojik kimliklerini değil , Kur'anda bu kimlikler üzerinden ifade edilenlerin Kur'an geneline baktığımızda olumsuz bir anlamda kullanılmış olmasından hareketle , Süleyaman (a.s) kıssası içindeki anlatımlar ile, bir devlet çatısı altında bu vasfa veya potansiyele sahip insanların nasıl yönetilebileceği yazının konusu olacaktır.

Bir ülke toprakları içinde yaşayan insanların, bir takım etnik farklılıkları olması bir realitedir. Din , dil , ırk , kavim , renk vs. gibi farklılıkları taşıyan insanlar, aynı ülke ve devlet çatısı altında birlik , beraberlik ve huzur içinde nasıl yaşaması gerektiğini bize yine Kur'an öğretmektedir.

Süleyman (a.s) kıssası içinde geçen cin ve şeytanları , o ülkede yaşayan etnik azınlık veya ülke içinde yaşayan diğer insan gurupları ile birbirleri arasında husumet olan insanlar olarak okumaya çalıştığımızda , kıssanın güncel mesajını okumak kolaylaşacaktır. 

Her ülke ve devlet içinde, etnik farklılıkları olan insan gurupları mutlaka bulunur , asıl olan bu farklılıkların, o insanlar arasında kin ve düşmanlık vesilesi değil , Hucurat s. 13. ayeti gereğince, birlik ve beraberlik vesilesi olarak görülmesini sağlamak , bir devletin asli vazifesi olmalıdır. Devletin yönetim modeli , o devlet içinde yaşayan insanlar üzerinde önemli bir paya sahiptir.

Bir devletin topraklarına göz koymuş, bir başka düşman ülke, tarih boyunca var olmuş , her zaman da var olacaktır. Bu devletler, topraklarına göz koydukları devletleri ele geçirebilmek için, bu gibi etnik ayrılıkları fırsata dönüştürmek gayesi ile , halkın içinde fitne ateşini körükleyerek devletleri güçsüz bırakma yollarını denemektedirler.  

Devletler , düşmanlarının ellerine koz vermemek için , kendi içlerinde mevcut olan, bu gibi farklı guruplara mensup olan insanlar arasında ayrım yapmamak ve onları adalet anlayışına uygun bir biçimde yönetmek zorundadırlar. 

Süleyman (a.s) ın yönetimi, bu noktada örnek bir yönetim modeli olarak bizlerin karşısındadır. Cinler ve şeytanlar olarak ifade edilen insan guruplarını çalıştırmak sureti ile öncelikle onların ekonomik olarak sıkıntı içine düşmemelerini hem de böyle bir mekanizma içinde yer alarak , Süleyman (a.s) ın yönetimi ile barışık olmalarını sağlamıştır.

 "Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgâra(boyun eğdirdik)"

Bu cümle Süleyman (a.s) ın geniş bir coğrafya üzerinde hüküm sürdüğünü bildirmektedir. Ayeti lafızcı bir anlam ile okuduğumuzda rüzgarların esmesini kontrol altında tutması gibi bir anlam çıkar ki böyle bir anlam yanıltıcı olacaktır. Rüzgarın Süleyman (a.s) a boyun eğmesinin ne anlama gelebileceğini, Enfal s. 46. ayetine baktığımızda daha kolay anlayabiliriz. 

[008.046]  Allah'a ve Rasulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da zaafa düşerseniz ve rüzgarınız gider. Sabredin, muhakkak ki Allah; sabredenlerle beraberdir.

Bu ayette "Rüzgarınız gider" şeklinde kullanılan deyimin anlamı , bir topluluğun birbiri ile çekiştiği zaman , sahip oldukları gücün ellerinden gitmesi anlamında olup , Süleyman (a.s) ın rüzgarını da bu anlamda okumak gerektiğini düşünmekteyiz. Yani Süleyman (a.s) çok geniş coğrafyaya hükmeden güçlü bir hükümdardır.

"erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık

Bir devletin güçlü ve kuvvetli olması için askeri ve teknolojik bakımdan üstün bir güce sahip olması gerekmektedir. Başkalarına bağımlı olarak yaşayan devletler , hiç bir zaman güçlü bir devlet olamazlar. Halkı için gerekli olan maddeleri temin etmekte dışa bağımlı olan devletler , hele hele stratejik önemi olan maddeleri temin etmekte dışa bağımlı olan ülkeler , yeri geldiğinde ambargoya maruz kalarak elleri kolları bağlanarak dış devletlerin kölesi durumuna geleceklerdir.

Bu cümle, Süleyman (a.s) ın askeri ve teknolojik bakımdan büyük bir üstünlüğe sahip olduğunu ifade etmektedir. 

"Onun eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinler de vardı."
"bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları,"
"Onlar, ona mihraplar, heykeller, havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlardı.

Süleyman (a.s) ın elinin altında cinler ve şeytanların olmasını , gaybi varlıkların elinde olması olarak değil , ülkesinin içinde farklı insan guruplarının olması şeklinde anlamanın daha doğru olacağını düşünmekteyiz. Bu gurupları ülke içinde kullanarak onları ekonomik ve sosyal yönden ülkeye katkı vermelerini sağlamış , hem yönetim için tehlike oluşturmalarının önüne geçmiş hem kendileri için çalışma imkanı sağlamış , günümüz tabiri ile onlara iş , aş ve ekmek vermiştir. 

Süleyman (a.s) ın tebası üzerinde uyguladığı yönetim modeli onların karnını doyurarak aç bırakmayan yani onları ekonomik yönden destekleyen bir yönetim modeli olup , bu modelin ip uçlarını, emrinde çalışanlara yaptırdığı "Çanaklar" ve "Sabit kazanlar" olarak ifade edilen kelimelerde görebiliriz. Emrinde çalıştırdıklarına yaptırdığı bu eşyalarla hem onlara hem iş güvencesi sağladığını, hem de tebası altındaki insanları aç bırakmayan bir yönetim sergilediğini okuyabiliriz. Çünkü yapılan eşyalar ile onu yapanlar iş sahibi olurken , yapılan eşyalar ile insanlar karnını doyurmaktadırlar. 

Bir devlet , tebasının tamamını kucaklayan bir yönetim , hem de onların tamamının geleceklerini ekonomik ve sosyal açıdan garanti altına aldığı zaman, her türlü iç ve dış tehlikeden emin olacaktır. Devletlerin dış düşmanları , o devleti ele geçirmek için o devletin tebasına yaptığı zulmü koz olarak kullanarak  tebasını, o devlete isyan etmesi için kışkırtamayacaktır.

Bir devlet yönetimi altında yaşayan halk , o devletin kendisine karşı uyguladığı yönetim modelinden memnun olduğu müddetçe , o devlete isyan etmesi için herhangi bir sebep olmayacağı gibi , dış düşmanların ellerinde halkı kışkırtmak için bir kozları da olmayacaktır. 

" demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik.

Süleyman (a.s) yönetiminin , acziyet gösteren bir yönetim olmadığını bu cümleden anlamaktayız. Bir devlet güvenliği için sosyal ve ekonomik önlemlerin yanı sıra , her türlü asayiş olayları için polisiye tedbirleri almak zorundadır. İnsan unsurunun olduğu her yerde suç işleme potansiyelinin her zaman muhtemel olduğu düşünüldüğünde sert tedbirlerin alınması gayet makul ve gereklidir.

"Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırırdık."

Bir devlet , halkının mutlu ve müreffeh yaşaması için gerekli olan her türlü sosyal ve ekonomik önlemleri alarak , halkının ihtiyaçlarını karşılamak sureti ile onları memnun eden bir yönetim tarzı sergilemek zorundadır . Yönetim sahiplerinin , halktan gelecek olan her türlü şikayet ve isyan yollarını kapattıktan sonra , böyle bir yönetime karşı isyan sergileyenler için sert önlemler almaları artık zaruret haline gelmiş demektir. 

Karnı tok sırtı pek olan ve devlet tarafından her türlü ihtiyacı karşılanmış olan halkın isyan etmesi için geçerli bir sebep artık yokken , hala isyan hareketleri içinde olanlar her türlü şekilde bertaraf edilmesi gerekecektir.

Bir devlet içinde, kıssada "Cinler" ve "Şeytanlar" olarak ifade edilen ve başkaları tarafından istismar edilmeye açık olan unsurların , önce devlet tarafından ekonomik ve sosyal bakımdan gerekli olan ihtiyaçları karşılanarak , muhtemel olan her türlü kalkışmalarının önüne geçilmelidir. 

Adil bir devlet önce suça giden yolları kapatarak , halkının suç işlemesine ihtiyaç bırakmayacak her türlü sosyal ve ekonomik tedbirleri alması gerekmektedir. Her türlü tedbiri alarak şuça giden yollar tıkandıktan sonra , hala suç işleyen olursa o suçun bir daha işlenmemesi için sert önlemler almak devletin hakkı ve vazifesidir. 

Sonuç olarak ; Süleyman (a.s) geniş bir coğrafyaya yayılmış bir devletin yönetiminin başıdır.

Süleyman (a.s) böyle bir coğrafi alana yayılmış ülkenin geleceğinin sağlam zemine oturması için gerekli olan askeri ve teknolojik ihtiyacı dışa bağımlı olarak değil , kendi iç imkanları ile sağlamaktadır. 

Süleyman (a.s) ın yönetimi altında cinler ve şeytanlar ifade edilen isyan etme potansiyeli olan insan gurupları vardır. 

Süleyman (a.s) bu gibi insan guruplarını dışlamak yerine , onları ekonomik ve sosyal içine alarak , onlara iş ve aş sağlayarak isyan etmelerini önleyecek tedbirler almaktadır.Süleyman (a.s) yönetim konusunda zaafiyet göstermeyen bir hükümdardır. Hükümranlığı altında yaşayan insanların , isyan etme sebeplerini ortadan kaldırdıktan sonra,yine isyan edecek olurlarsa onları bu yaptıklarına pişman edecek güce sahiptir.

"Bu kıssada Süleyman (a.s) tarafından yapılan yönetim modeli eğer , günümüz Türkiyesinin kuruluşundan beri uygulanarak bir kavmi üstün tutan , diğer kavmi aşağılayan bir yönetim sergilenMEmiş olsaydı acaba  şu anda içinde yaşadığımız günlere gelinirmiydi ?" sorusunun cevabı herhalde koskoca bir "HAYIR" olacaktır. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Eylül 2015 Çarşamba

Süleyman (a.s) ın Cinleri ve Şeytanları Emri Altında Çalıştırmasının Günümüze Dair Mesajı

Kur'an kıssaları; geçmişteki hayatlardan kesitler sunarak o kıssaları okuyanlara, yaşadıkları hayata dair mesajlar sunmaktadır. Süleyman(a.s) kıssası aynı şekilde günümüze dair mesajlar ihtiva eden bir kıssa olup, klasik ve modernist okumalarda sadece yaşandığı zamana dair okumalar yapılarak anlaşılmaya çalışıldığı için mesaj yönü ıskalanan bir kıssa olarak okunmuş ve okunmaya devam etmektedir.

Süleyman(a.s) kıssası ile ilgili birkaç yazımızda kıssadaki anlatımları, mesaj yönünün olması cihetinden okuyarak anlamaya çalışmış ve bu konudaki düşüncelerimizi paylaşmıştık. Bu yazımızda Süleyman(a.s)'ın emrine verildiği söylenen "Cin" ve "Şeytan"ların bize dönük nasıl bir mesajı olabileceğini okumaya gayret edeceğiz.

[034.012] Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.

[034.013] Onlar, ona mihraplar, heykeller, havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın ey Davud hanedanı, şükür için çalışın! Kullarım arasında şükreden azdır.

[034.014] Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü cinlere farkettirdi. O, ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki, şayet cinler görülmeyeni bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azap içinde kalmazlardı.

[038.035] Süleyman: «Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın» dedi.

[038.036] Bunun üzerine ona rüzgârı müsahhar ettik, emriyle istediği yere yumuşacık cereyan ederdi [038.037]  Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı.

[038.038] Demir halkalarla bağlı diğerlerini de.

[038.039] «İşte Bizim bağışımız budur; ister ver, ister tut, hesapsızdır.» dedik.

Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki; yazının amacı "Cin" ve "Şeytan" olarak ifade edilenlerin mahiyetlerini araştırmak değil, bu isimlerin insanlara verdiği zararlar dikkate alınarak, her toplum içinde böyleleri bulunmak sureti ile kişileri ve toplumu ifsad etmek potansiyeline sahip olması öne çıkarılarak, bunların işlevleri dikkate alınmak sureti ile anlaşılmaya çalışılacaktır.

"Şeytan" kelimesi Kur'an'daki bütün geçişlerinde ruhani varlık gibi bir anlamda kullanılmayıp, saptırıcılık anlamında bir sıfat olarak kullanılmıştır. "Cin" kelimesi insandan ayrı bir varlık kategorisine sahip olanlar olarak kullanılmış olmasına rağmen, onların ontolojik mahiyetleri ile ilgili bilgiler Kur'an'da yoktur. Onlar hakkındaki bilgiler, Mekke müşriklerinin cinler hakkındaki algılarının yanlışlıklar üzerine kurulmuş ve onları şirke sürüklemeleri üzerinde durulmuştur.

Süleyman(a.s)'ın emrine verilenlerin "Cin" ve "Şeytan" olarak anlatılmasının, Süleyman(a.s)'ın yaşadığı zaman içindeki anlamını değerlendirecek olursak; onun güçlü bir mülk ve saltanat sahibi olduğunun ifade edilmesi açısından bu ifadelerin kullanıldığını söyleyebiliriz. Çünkü bu isimle ifade edilen unsurlar, insanları saptırmak konusunda maharete sahip olan gruplar olup, yönetim kademesinde olanların bu tür guruplara karşı Süleyman(a.s) örnekliğinde nasıl bir yönetim politikası uygulanabileceği anlatılmaktadır.

Bunların mahiyetinin ne olduğunu tartışmaktan çok "Cin" ve "Şeytan" olarak geçen kelimelerin, Kur'an'da kullanılışlarını dikkate alarak, bir devletin potansiyel düşmanları için kullanıldığını söyleyebiliriz. Bir devletin içinde her zaman onun yıkılmasını arzu eden unsurlar vardır ve bu unsurları "CİN"lerin görünmezliği üzerinden yeraltı faaliyetleri, "ŞEYTAN"lar gibi insanları iğva edici, zihinleri ifsad edici çalışmalar yapanlar olarak okuyabiliriz.

Her devlet içinde "Cin" ve "Şeytan" olarak ifade edilen yıkıcı unsurlar potansiyel olarak mevcuttur. Asıl öneme haiz olan mesele; bu potansiyelin ortaya çıkarak halkı ifsad etmesine sebebiyet vermemektir. Süleyman(a.s), bir hükümdar olarak yönetimi altındaki halk içinde, potansiyel olarak bulunan yıkıcı unsurların nasıl açığa çıkarılmaMAsını ve onların nasıl bir yöntemle kontrol altında tutularak ifsad edici faaliyet yapmalarının önünün kapatılacağını bizlere öğretmektedir.

Bu ayetleri literal bir okumaya tabi tuttuğumuz zaman, Süleyman(a.s)'ın elinde kırbaç, cin, şeytan gibi varlıkları köle gibi çalıştırdığı, onların da korkudan ona isyan edemeği gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Böyle bir okuma, kıssanın vermek istediği mesajın anlaşılamamasını beraberinde getirmesi açısından doğru bir okuma yöntemi değildir.

Modernist okumaya tabi tutanlar ise olayı "Cin" ile ilgili ayetler çerçevesinde değerlendirerek, onların ontolojik mahiyetlerinin tespiti konusunda bu ayetlere de müracaat ederek, onların farklı bir yapıları olmayan bizler gibi insanlar olduğu iddiasını getirmektedirler. Biz "Cin" ile ilgili ayetlerin, onların ontolojik mahiyetlerinin olup olmadığı veya insan olup olmadığı üzerinden değil, Mekke müşriklerinin bu konudaki algılarının red edilmesi cihetinden bir okumaya tabi tutulması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu konudaki düşüncelerimizi CİN Suresi ayetlerini ele almaya çalıştığımız bir yazımızda daha önce paylaşmıştık.

Ayetleri önce Süleyman(a.s)'ın yaşamış olduğu zaman ve mekan dahilinde okumak, sonra "bunların bize dönük nasıl bir mesajı olabilir?" sorusunun cevabını aramak istiyoruz.

Süleyman(a.s) kendisine mülk ve yönetim gücü verilmiş bir elçi olarak, kendisine mülk ve yönetim gücü verilmiş diğer insanlar için model bir kişidir. İnsanlar birlikte yaşamanın bir gereği olarak, yöneten ve yönetilen şeklinde iki gruptan birisi içinde bulunurlar. Her grubun birbirilerine karşı olan sorumluluğunu Allah(c.c) kitabında tayin ederek doğabilecek anarşi zulüm ortamının önünü kesmiştir.

Kur'an "Yöneten" konumunda olan insanların, yönetimi altındaki insanlara karşı nasıl bir tutum sergilemeleri gerektiğini yaşanmış kıssalar ile anlatarak, doğru ve yanlış yönetim sergileyenleri ve onların akıbetlerini anlatarak yol göstermiştir. Süleyman(a.s), Davud(a.s), Yusuf(a.s), Zülkarneyn(a.s) gibilerin örnek yönetimlerine karşılık Firavun, Nemrut gibilerinin zulüm yönetimlerini anlatarak, bu gibilerin yanlışlarının onları nereye götüreceğini haber vermiş, kendisinin yolundan ayrılmamaları gerektiğini müteaddit defalar hatırlatmıştır.

Süleyman(a.s) kıssasının bu çerçevede okunarak değerlendirilmesi ve mesajının bu yönde okunması, yönetimi ellerinde tutanların nasıl bir yönetim sergilemesi gerektiği yönünde öğütler ihtiva etmektedir. Onun kıssası içinde cin, kuş, şeytan, karınca gibi objeler üzerinden verilmek istenen mesajın ana merkezinde, adil bir yönetim sergilemenin örnekleri ve elindeki gücü vahyin kontrolünde kullanması vardır.

Süleyman(a.s) bir hükümdar olması hasebiyle hükümranlığı altında büyük bir toprak parçası ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar vardır. Her ülkede olduğu gibi, o ülkeyi de oluşturan insanların ırk, dil, kavim, gelenek vb. birbirlerinden bir takım farklılıkları vardır. Bir ülke ne kadar büyükse, o ülkenin büyüklüğü oranında farklı etnik grupların o topraklar üzerinde yaşaması bir realitedir. Süleyman(a.s) bu realite ile karşı karşıya kalan bir hükümdar olarak bu farklılıklardan doğabilecek bazı sıkıntılı durumları bertaraf etme hususunda önemli bir örnektir.

Bir devlet yöneticisi için en büyük sorun; hükümranlığı altında yaşayan insanların tamamını kontrol altında tutması ve onların yönetime karşı bir hoşnutsuzluk duyarak başkaldırmalarıdır. Tarih; yöneticilerine başkaldıranlar ve bu uğurda dökülen kanların örnekleri ile doludur. Hala bu uğurda kan dökülmeye ve isyan hareketlerine devam edilmektedir ve kıyamete değin edilecektir.

Bu sorunu dikkate alarak ve bu sorunların üstesinden nasıl gelinebileceği hayat kitabı olan Kur'an'ın nasıl öğrettiği, yaşanmış örneklerden bizlere okunmaktadır. Süleyman(a.s)'ın Cin ve Şeytanları emri altında çalıştırmasını şu şekilde okumak mümkündür;

Daha önce kıssa içinde anlatılan "Cin" ve "Şeytan"ların ontolojik mahiyetinin ne olduğundan çok, bize dönük mesajının okunması gerektiğini söylemiştik.

Süleyman(a.s) kıssasında anlatılan "Cin" ve "Şeytan"ları, onun hükümranlığı altındaki topraklarda yaşayan ve etnik farklılıklara sahip insanlar olarak okumak mümkündür .Cinleri ve Şeytanları insan olarak ifade etmemiz, kıssanın bize dönük mesajının okumak için olduğunu hatırlatmak isteriz. Bugün bir ülke içinde yaşayan farklı etnik kökenlere mensup olan insanların Süleyman(a.s) kıssası içinde anlatılan Cin ve Şeytan gibi anlatımlar ile benzeştirerek kıssadaki anlatımın mesajını anlayabiliriz.

Süleyman(a.s) kıssasında anlatılan Cin ve Şeytanların günümüze dönük mesajını okuyabilmek için bir ülke içinde her an için huzursuzluk ve anarşi çıkarma potansiyeline sahip olan veya yönetime karşı çıkarak onu devirmek için planlar yapan insanlara benzetebiliriz. Bir ülke içinde huzursuzluk çıkarmak isteyenlerin ellerindeki en büyük koz; o ülke içinde yaşayan ve birbirleri ile bazı farklılık arz eden insan gruplarıdır. Bu gruplar çeşitli oyunlar ile kışkırtılarak o ülkenin huzurunu bozmak isteyenler tarafından kolaylıkla provake edilebilir.

Ülke yöneticilerine düşen en önemli görev; ülkede yaşayan farklı grupları birbirine bağlayan alt kimlik üzerinden değil en üst kimlik üzerinden birbirlerine bakmalarını sağlamak olmalıdır. Ülke içinde siyah-beyaz şeklinde yapılan bir ayrım, zaman içinde başkaları tarafından kullanılarak ülkenin birlik ve beraberliği sarsılmak istenebilir.

Bir ülke yönetimini elinde tutanlar öncelikle yönetimleri altında yaşayan insanları eşitlik ve adalet ilkeleri çerçevesinde yöneterek, onların isyan, anarşi, terör gibi çarelere başvurmalarını önlemek zorundadırlar. Bunun yegane çaresi; o ülke topraklarında yaşayan insanların yönetiminde, vahyin dikkate alındığı bir yönetim biçimidir.

Süleyman(a.s), işte bu noktada adalet ve eşitlik prensibine uygun bir yönetimin nasıl olması gerektiğini sergilemektedir. Süleyman(a.s) kıssasının tamamını okuduğumuz zaman, onun yönetim konusunda önceliğinin "Vahiy" olduğu, kendisinden daha üst olan bir hükümdara yani "Alemlerin Rabbi"ne karşı sorumlu olduğunu unutmadan bir yönetim sergilediği öne çıkmaktadır. Bu yönetim tarzı yani vahyi öncelleyen yönetim tarzının eşitlik ve adalet ilkelerine uyduğu müddetçe yönetimi altında yaşayanlar için doğru bir yönetim tarzı olduğu görülmektedir.

Adil bir yönetim, elinin altındaki halkın kendisine karşı herhangi bir hoşnutsuzluk içine girmemesi için öncelikle ekonomik ve sosyal tedbirleri almak zorundadır. Ekonomik ve sosyal yönden sıkıntıya giren bir toplum terör ve anarşiye gebe kalmaya mahkumdur.

SEBE Suresi ayetlerine baktığımızda, Süleyman(a.s) için erimiş bakırın ona akıtılmasını, onun yaşadığı zamanın teknolojisine ayak uydurmada geri kalmadığı yönünden okuyabiliriz. Teknolojik imkanlar bakımından üstün olan bir ülke, bu imkanlarını öncelikle kendi halkının refahı için kullanır, Süleyman(a.s) da bunu yapmıştır. Ülkelerin kendilerine yetmesi ve başkalarına muhtaç olmaması, orada yaşayan insanların mutlu bir hayat sürmesini sağlar. Başkalarına muhtaç olan bir ülkenin insanları, başkaları tarafından her an kullanılmaya mahkumdur.

Süleyman(a.s)'ın, elinde olan bu imkanları nasıl kullandığını, aynı surenin 13. ayetinde görmekteyiz. Emri altında her an isyan, anarşi ve terör çıkarmaya müsait olan "Cinler" ve "Şeytanlar" olarak ifade edilenleri çalıştırarak kontrol altında tutan yani onlara günümüz tabiri ile "İş-Aş-Ekmek" veren Süleyman(a.s) suretle yönetimi altında bulunanların herhangi bir terör, anarşi gibi olaylara kalkışmamaları için her sebebi ortadan kaldırmaktadır. Bir ülkede anarşi ve terörü körükleyen en büyük unsur, o ülke halkının sosyal ve ekonomik yönden zayıf bırakılması olup, bu durum başkaları tarafından kullanılarak ülkenin baş ağrısı olmaktadır.

Karnını doyuramadığınız bir ülkenin halkı, aç bırakıldığı takdirde karnını doyurmak için her türlü yola başvurur. Aç kalan bir insan karnını doyurmak için elini uzattığı ekmeğin helal mi haram mı olduğunu düşünmeden, önce aç karnını doyurmanın yolunu arar. Süleyman(a.s) örnekliği işte burada çok önemli mesajlar vermektedir.

Yaşadığı zamanın teknolojisine ayak uydurarak yönetimi altında yaşayan ve aç kaldığı anda terör ve anarşiye kalkışabilecek olan halkı sosyal ve ekonomik yönden tatmin ederek böyle bir harekete girişmesini önleyen Süleyman(a.s)'ın yöneticilik örnekliğinin tarihin her devrinde geçerli olacak bir örneklik olarak okunması gerekmektedir.

SEBE 12 ayetinin sonunda "Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık." cümlesini şöyle anlamak mümkündür;

Bir yönetim, elinin altında yaşayanlara sosyal ve ekonomik olarak her türlü imkanı sağlayarak onların bir takım yanlışlara sapmasını önlemek zorundadır. Evrensel hukuk kurallarında, bir suça ceza verilmesinin adil olması için, kişileri o suça sevkeden amillerin ortadan kaldırılması gereklidir. Eğer siz halkınızı aç bırakırsanız, o halka hırsızlık suçunu işlediği için verdiğiniz ceza ancak onlara zulmetmek anlamına gelecektir. Ömer(r.a)'ın yönetiminde kıtlık zamanında hırsızlık cezasının uygulamadığı konusundaki rivayetler, onun bu konudaki adil davranışının bir örneğidir.

Süleyman(a.s), suça giden yolları önleme noktasında her türlü önlemi almış bir yönetim sahibi olarak, bundan sonra yanlış yaparak anarşi ve teröre bulaşan unsurlara karşı her türlü sert tedbiri almıştır. Anarşi ve teröre bulaşılmasının önünü sosyal ve ekononmik tedbirlerle kapatan bir yönetime karşı isyana giren kim olursa olsun artık cezayı haketmiş sayılacaktır.

Bütün bu yazdıklarımızı Türkiye şartları dahilinde bir genellemeye tabi tutacak olursak; bugün içinde bulunduğumuz anarşi ve terörü doğuran sebeplerin çok iyi irdelenmesi, olayların buralara kadar gelmesine sebep olan sosyal ve ekonomik yönden yapılan yanlışların okunması ve bu yanlışların ortadan kaldırılması için gereken önlemlerin alınması gereklidir.

Bu önlemler alınırken Kur'an'ın hayat kitabı olma özelliği dikkate alınmalı ve yönetim mekanizması vahyi merkeze alan bir sistem üzere kurulmalıdır. Vahyi merkez alan sistemde, geçmişteki örneklikler dikkate alınır ve ona göre bir yönetim biçimi belirlenir. Süleyman(a.s) örnekliği bir devletin nasıl yönetileceği hususunda yaşanmış bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. Sosyal, ekonomik ve askeri yönden güçlü bir devlete dışarıdan ve içeriden düşmanlık etmek isteyen unsurlar daha dikkatli davranacak ve o devlete herhangi bir düşmanlıkta bulunmak için iki defa düşünmek zorunda kalacaklardır.

Sonuç olarak; Süleyman(a.s)'ın "Cin" ve "Şeytan"ları emri altında tutmasının bize dönük mesajını okumaya çalıştığımız bu yazıda, bu isim altında toplananların ontolojik mahiyetlerini tartışmaktan ziyade, bu isim altında toplananların Kur'an genelindeki işlevleri göz önüne alınarak okumaya tabi tutulmuş ve "bu kıssanın bize dönük nasıl bir mesajı olabilir?" sorusunun cevabı aranmaya çalışılmıştır.

Cin ve Şeytan olarak ifade edilen isimleri, ifsad edilme potansiyeline sahip olmak şeklinde okuyarak, bu tür bir potansiyelin her ülke içinde olmasının doğal bir durum olduğu, asıl önemli noktanın bu tür ifsada müsait olanların "iş-aş-ekmek" sahibi yapılarak, ne kendilerinin bir ifsad hareketine girişmeleri, ne de başkaları tarafından ifsad edilerek toplumda huzursuzluk çıkarmalarının önlenmesi hedeflenmektedir.

Süleyman(a.s) kıssasını okuduğumuz zaman Cin ve Şeytan olarak ifade edilenlerin önce çalıştırılarak onları ekonomik yönden tatmin etme cihetine gidildiği, bundan sonra artık bir huzursuzluk çıkarmak şeklinde eyleme girenlerin asayiş suçu ile işlemiş olduğu gerekçesi ile cezalandırma cihetine gidebileceğini okumaktayız. Sosyal ve ekonomik olarak geri bıraktığınız bir grubu, bu tür haklar istediği gerekçesi ile suç işlemiş muamelesi yaparak askeri tedbirler ile onları sindirme planları hiçbir zaman işe yaramaz ve bu muamele adil olmaz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

8 Kasım 2014 Cumartesi

Ehli Sünnet Akidesi Adı Altında Müslümanlara Yapılan Mahalle Baskısı

Tarih içinde gelişen siyasi olaylar neticesinde "Ehli sünnet" ve "Şia" olarak iki guruba ayrılan Müslümanlar, bu ayrışımı itikadi noktada da göstererek araya aşılmaz duvarlar örmüşlerdir. Bu iki gurubun tek ortak noktası Kur'an ile olan bağlarının sadece sözde kalmış olması ve itikatlarını Kur'an ın değil rivayetlerin belirlemiş olmalarıdır. 

Türkiye Müslümanlarının bir çoğunun bağlı bulunduğu "Ehli sünnet akidesi" adı altındaki yapılanma son yıllarda ortaya çıkan "Kur'ana dönüş" hareketine alternatif bir hareket olarak yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu yapılanma asla, yanlış düşünceleri Kur'an merkezli bir zemine oturtma amaçlı değil, aksine Kur'an merkezli düşüncelere alternatif olarak yeniden sunulma gayretidir.

Her hareketin içinde olabilecek olumsuzluklar çerçevesinde, Kur'an dönüş hareketinin içinde de olumsuz düşünceler olduğu bir gerçektir. Bu olumsuzluklar gerekçe gösterilerek hareketin bütününü mahkum etmeye kalkmak doğru bir davranış değildir. Ehli sünnet düşüncesinin savunucuları olumlu- olumsuz ayrımı yapmadan hareketin bütününü mahkum etmeye kalkarak herkesi kendi düşüncelerine davet etmeye çalışmaktadırlar. 

Peki bu davetlerinin temeli nedir ve davet hakları varmıdır?. 

Ehli sünnet akidesi adı altındaki yapılanma temelinin "Ehli Hadis" düşüncesinden almış olup , bilindiği üzere bu düşüncenin ana temeli, rivayetlerin baz alınarak din oluşturulması esasına dayanmaktadır. Rivayet ile Kitap çeliştiği anda Kitabın değil rivayetin alınması gerektiği bu akidenin temel inancı olarak bu düşüncenin savunucuları tarafından her fırsatta dile getirilmektedir. 

Kur'an her yanlış düşünceyi mahkum eden bir Kitap olarak , Ehli sünnet düşüncesinin bu tür yanlışlarını da mahkum etmektedir. Kur'ana dönüş hareketi ile bu yanlışlar ile yüzyüze gelenler ,salim akıl ile düşündükleri zaman gerçeği görmekte ve Ehli sünnet düşüncesine karşı cephe almaya başlamaktadırlar.

Son zamanlarda bu düşünceye mensup "akademisyen" etiketli bazı insanların biraz daha fazla günyüzüne çıkmaya çalışarak, Kur'ani düşüncelere ve bu düşünceler etrafındaki bazı insanlara karşı bir yıpratma kampanyası başlatarak kendi akidelerini savunmaktadırlar.  Özellikle akademisyen kimliklerine sığınarak söylemlerini haklı çıkarma gayretleri gözden kaçmamaktadır.

"O dediyse doğrudur" düşüncesini empoze ederek , bazı insanların empoze ettiği dini "Hak Din" olarak sunma gayretinde olan bu zevat özellikle Kur'ana karşı aşırı bir kutsiyet atfederek onu herkesin eline bile almaya cesaret edemeyeceği bir Kitap olduğu fikrini yaymaya çalışarak kendi söylemlerini oturtmaya çalışmaktadırlar. 

Herkesin anlayamayacağı bir Kitap nasıl olurda avamın eline geçer ve bu avam geleneği sorgulayabilir? , bu bazıları için akıl almaz bir olaydır  halbuki olması gereken şuydu ; Biz din adına ne anlatırsak o kabul edilmeli Kur'ana uyup uymadığı gibi sapıkça! sözlere asla yer verilmemeliydi, ama olanlar oldu ve bazı sapıklar ! zincirlerini şakırdatan köleler misali bazı şeylerin iyi gitmediğini , bazı düşüncelerin yanlış olduğunu söylemeye başladılar hemde bunu avamın anlamayamacağı! bir Kitap olan Kur'an üzerinden yapmaya başladılar.   

Bu sapıklara karşı Ehli sünnet ulemasının ! öne çıkan söylemleri, bütün Müslümanların "Ehli sünnet akidesi" ne uymaları gerektiği ve kendilerinin bu akideye çağırdıkları , bu akidenin dışında kalanların Cehennem azabına hak kazanacakları şeklinde söylemler olup bir tür "Mahalle baskısı" yöntemini kullanmalarıdır. 

Peki Allah (c.c) bizlerin Cennet veya Cehennem ile karşılık bulacağımız ameller yapmayı bu akideye mensup olma veya olmama şartına mı bağlamıştır?.

Allah (c.c) bizleri, Cennet veya Cehennem ile karşılık görmek için Dünya hayatında onun Kitabına uymak veya uymamak şeklinde ortaya çıkan amellerimize bağlamıştır , "Ehli sünnet düşüncesine mensup bir hayat sürerek o düşüncenin söylemlerini savunmak bizleri nereye götürür?" sorusunun cevabını, bu düşüncenin  esaslarından bir kaçını görerek cevaplamaya çalışalım. 

1- Mütevatir Sünnet veya Hadis Kur'an ayetini nesheder. 

Bu teori özellikle zina cezası bağlamında evli bekar ayrımı yapılarak , evli iken zina edenin recm edilerek öldürülmesini meşru bir zemine oturtmak için üretilmiştir. Kur'anın zina eden kişiye evli-bekar ayrımı yapmadan aynı cezayı vermiş olmasına rağmen , evli kişinin recm edilmesini rivayetlerden alınan bilgiler ışığında öngören bu düşünce , evli kişinin recm edilmesine dair bir ayetin aslında indiğini fakat o ayeti keçi yediği için mushafa alınmadığını "Metni mensuh hükmü baki ayetler" adı altında bir kategori oluştururarak Dinin aslı gibi göstermektedirler. 

Kendisine vahy olunandan başkasına uymayan , ve uymamakla yükümlü bulunan bir elçi nasıl böyle bir cürüm işleyebilir sorusunun cevabı , "hadislerde ayet gibidir" şeklinde olup büyük bir iftira ile cevablandırılmaktadır. Şimdi sorarız  , recm cezasının kabul edilmesimi yoksa kabul edilmemesi küfürdür.

2- Muhammed (a.s) ölmediği kabrinde diri olduğu ve amellerimizin ona arz olunduğu. 

Bu düşünce bu akidenin temel düşüncelerinden birisi olup işi daha azıtanlar , Muhammed (a.s) ın eşlerinin bile ölmediğini hatta onlarla cinsel ilşki dahi kurduğunu söyleme cüretine kadar işi götürebilmektedirler. Kur'an da bu şekil bir düşüncenin asla karşılığı olmamasına rağmen üretilen Din esası haline getirilmiş " Sen de öleceksin onlar da ölecekler" , "Her nefis ölümü tadacaktır" gibi ayetler göz ardı edilmiştir. Şimdi sorarız , ayete rağman hale Muhammed (a.s) "ölmedi" demek mi yoksa "öldü" demek mi küfürdür*.

3- İsa (a.s) ın yeniden yer yüzüne ineceği düşüncesi. 

Bu düşünce diğer düşünceler gibi Ehli sünnet in temel düşüncelerinden biri olup , temelini Kur'an dan değil Hıristiyan düşüncesinden almış ve Kur'an ayetlerini tahrif etme pahasına Kitaptanmış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.

4- Allah (c.c) nin dışında şefaatçiler olduğu düşüncesi. 

Şefaat düşüncesi Ehli sünnetin rivayetler kanalıyla oluşturduğu dinin olmazsa olmazlarından olup , Kur'anda Allah (c.c) dışında kimsenin şefaatçi olamayacağına dair ayetlere karşılık bu ayetler rivayetler ışığında okunarak , Allahın dışında şefaatçiler olduğu düşüncesi ayetler tahrif edilerek oturtulmuştur. 

Kur'an aykırı tüm düşünceleri ele almak yazının hacmini büyülteceği için sadee örnek olarak vermeye çalıştığımız bu ve benzeri Ehli sünnet akidesi düşüncelerinin bir çoğu Kur'andan onay almamakta olup aksine Kur'an ın red ettiği düşüncelerdir. 

Bu ve benzeri Kur'an dışındaki düşüncelerin önünde en büyük engel Kur'an olup bu Kitabın öne çıkmaması için elinden gelen gayreti gösteren Ehli sünnet savunucuları , Kur'an dönüş hareketi içindeki bir takım olumsuz düşünceleri delil göstererek bu hareketi mahkum etmek yoluna gitmektedirler. 

Hiç bir düşünce kendi içindeki yanlışlar örnek gösterilerek mahkum edilemez , bu tür davranışları etik olarak değerlendirmek mümkün değildir. Eğer bir hareket veya bir düşünce eleştirilecek ise o düşünceyi savunan kişiler üzerinden değil o düşüncenin argümanları üzerinden yapılmalıdır etik olan budur.  

Ehli sünnet düşüncesi mensupları , kendi düşüncelerini insanlara kabul ettirmek için bu düşüncelerin Kur'an ile uyumlu olup olmadığı gibi bir test edilme düşüncesini dini argümanları kullanarak mahkum etmeye kalkmaları en hafif deyim ile cambazlıktan başka bir şey değildir. 

"Atalar dini" mantığına uygun olarak , "bizden öncekilerin dedikleri mutlaka doğrudur ve kabul edilmelidir" , "biz hocalarımızın dediğini kabul ederiz" , " sizden önce bunları kimse dememiş" gibi belden aşağı vurucu argümanlar ile cahil halk kesimi uyuşturularak bu düşüncenin dışındaki söylemler batılmış inancı yaygınlaştırılmak istenmektedir. 

Akıldan asla çıkarılmaması gereken şudur ki; Din sadece Allahın Kitabında delili bulunan meseleler olup bunun dışında , delilini Kitap tan almayan her düşünce, adı insanları korkutmak için karizmatik bir yapıya büründürülmüş olsa bile  mahkum edilmelidir. 

 Rabbimiz bizlere hesap günü Ehli sünnet akidesine uyup uymadığımızı değil onun Kitabına  uyup uymadığımızı soracak ve ona göre bir değerlendirmeye tabi tutacaktır. Ehli sünnet savunucularının Kur'an dışındaki rivayet kitaplarını Kur'an ile eşdeğer kılmaları bizleri aldatmamalıdır. Rivayet kitaplarında geçen herhangi bir meselenin doğruluğu veya yanlışlığı Kur'ana arz edilerek ölçülmelidir. 

İşte bu noktada Ehli sünnet savunucuları bu kapıyı kapatmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Kur'ana arz denilen metodun doğru olmadığını! hararetle savunarak Kur'an dışı kaynakların esas alınması gerektiğini yaymaya çalışmakta ve Kur'anı rivayetlere arz ederek okumaktadırlar. 

Rivayetlerin Kur'ana arz edilmesi karşısında hop oturup hop kalkanlar , Kur'anı rivayetlere arz ederek oluşturulmuş dinin verdiği inanç konularının sorgulanmasına asla müsamaha göstermemektedirler. Şayet oluşturulmuş olan düşünceden yana bir sıkıntıları yoksa ve Kur'ana uygun ise neden böyle bir ameliyeden rahatsız olmaktadırlar, malından emin olanın o malın kontrol edilmesinden hiç bir surette kaygı duymaması gerekmektedir,eğer böyle bir kaygısı varsa malından emin değil demektir.

Sonuç olarak; "Aklı birilerine kiraya verme" esasına dayalı din anlayışı olan "Ehli sünnet akidesi" adı altındaki yapılanma , insanlar üzerinde "Mahalle baskısı" oluştururak , "bizden çıkan Cehenneme gider" şeklinde bir dayatma içine girmişlerdir. Yukarıda bir kaçını örnek verdiğimiz Ehli sünnet düşüncesine baktığımız zaman esas o düşünceleri savunanların yerinin Cehennem olduğu açık seçik ortadadır. Kur'an bu tür aykırı düşüncelerin karşısında en büyük engel olup , Kur'anın etkinliğini ortadan kaldırarak rivayetlerin etkinliğini empoze etmeye çalışmak Ehli sünnet düşüncesinin en büyük silahıdır. Bize Kitab'ta "Müslüman" ismi verilmesine rağmen bu ismin önüne veya arkasına eklenecek olan her türlü ilave doğru bir düşüncenin eseri olamaz. Müslümanlar kendi üzerilerinde oluşturulmak istenen bu tür baskı faaliyetlerine karşı Kur'an temelli bir düşünce üzerinde bulunarak , oluşturulmuş her türlü karizmatik ismi ve düşünceyi Kur'ana arz etmek zorundadırlar. 

Ehli sünnet akidesi adı altındaki düşüncelerin ve bu düşünceleri ortaya atanların, sorgulanamaz olduğu gibi bir düşünce asla doğru olmadığı gibi böyle bir düşünceyi yayarak cahil kesimi baskı altında tutmak isteyenler bu fiilerinin karşılığını hesap günü acı bir biçimde ödeyeceklerdir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

20 Nisan 2014 Pazar

"Temiz Fikir" Adı Altında Yapılan Meal Üzerine Birkaç Söz

Alemlerin rabbi Allah cc nin, kulu Muhammed as a indirmiş olduğu kitab'ın dili  arapça olarak inzal edilmiştir. Arap dilini bilmeyen diğer insanların bu kitabı anlamaları için konuştukları dile çevrilmesi doğal hatta gereklidir diyebiliriz. Kur'anın konuştuğumuz dil olan türkçeye çevrilmiş olan bir çok kur'an meali piyasada satılmakta olup bazı ayetler üzerinde çeviri hatalarının olduğu bir gerçektir.

Yazımızın başlığı olan "temiz fikir" adlı meal çalışması internet sitesi üzerinden yapılan bir meal çalışması olup henüz devam etmekte olan tamamlanmamış bir çalışmadır. Bu mealde gözümüze çarpan nokta meal hatalarından daha ziyade kur'anın bazı ayetlerinde yanlış yazımlar olduğu şeklindeki iddialar olup yazımızda, meal yazarının bu iddialarını konu etmeye çalışacağız.

                                               1- MERYEM S. 24. AYETİ

Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).

Bu ayetin temiz fikire göre meali şöyledir.

"Doğurduktan hemen sonra ona seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin senin doğuruşunu meşru kılmıştır."

Bu şekilde meal yapma gerekçesi şu şekilde not olarak düşülmüştür.   

 "Not:  Nuhhata, nahtuta, aramice de terk, teslim, çıkış, veriş, doğurma anlamlarına gelir.    Min edatı aramice de ve arapça da -den, -dan olarak genel kullanımının yanında “that point in time” “yani o olayın olduğu an, o anda” manalarında da kullanılır.” İza nudiye li el-salati MİN yevm el cumuati” Cuma/9 bu kullanımdır. Benzeri bu surenin 37. Ayetinde “MİN meşhedi yevmin azim” HAALE Hud/43
“Min nahtiha” şeklinde okunursa anlamı “doğurduktan hemen sonra, doğruduğu anda” olur.   Arapçada Nahte ( nun-ha-te ) yontmak, yonga, yontulan nesneden düşen şey, insanın üzerine yontulduğu tabiatı ( nuhita aleyha – Müfredat ), Kuran mushafı harfleri çok sonradan noktalanırken büyük ihtimalle yazıcı bir nokta yerine iki nokta koyarak NUN olması gereken harfi TE yapmıştır ve kritik kelime NUHİTAHA dan TAHTİHA ya dönüşmüş olmuştur, Allahu alem.    
Sin-ra-elif ( Lisan ) Asil, şerefli, soylu, yiğit, mert, Reculün seriyyun ( Müfredat ) yüce ve yüksek asil saygın onurlu cömert adam
Seriya nın arami köklü bir kelime olduğu çok açıktır. Aramice’de (SARYA), yasal doğum,asil, yüce şerefli adam manalarındadır.    Kelimenin direkt anlamı özgürlük (hür) kökünden gelir.    Kehf suresi 61.Ayetin sonundaki seraba okunan kelime de buradaki seriya olabilir. "

Bu ayetin mealini " Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: «Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır. Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün." şeklinde yapanlar olmasına rağmen, bu şekil bir meal yapanlar yaptıkları meali orjinal metin ile ilgili olarak herhangi bir yanlış yazım gerekçesi göstermeden o şekilde bir tercihte bulunmuşlardır , halbuki sadece mu'minun s. 50. de " İbni Meryemi de anasiyle bir âyet kıldık ve ikisini bir oturaklı ve temiz sulu bir tepeye barındırdık" buyurulmasından hareketle meryem s. 24. ayetinin mealini " Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi" şeklinde yapılsaydı kur'an bütünlüğü gözetilmiş ve daha isabetli olurdu. 

Temiz fikire göre yapıldığı iddia edilen mealdeki gerekçe olarak öne sürülen " Kuran mushafı harfleri çok sonradan noktalanırken büyük ihtimalle yazıcı bir nokta yerine iki nokta koyarak NUN olması gereken harfi TE yapmıştır ve kritik kelime NUHİTAHA dan TAHTİHA ya dönüşmüş olmuştur, Allahu alem. "şeklindeki gerekçeye gelince sayın meal yapıcısı noktalama işaretleri yapılırken sanki bu mushafı noktalama yapan kişiden başka kimse bilmiyormuşcasına bir algı oluşturmaktadır, varsayalım böyle oldu yanlışı farkedecek kadar kur'anı bilmeyen hiç bir kişi yokmuydu acaba , yanlış yazan kişiye yanlış yazdın diye ikaz edebilecek hiç kimse yokmuydu? 

Meryem s. ile ilgili olarak alman oryantalistlerinden Christoph Luxenberg takma isimli kişinin buna benzer bir düşüncesi olması dikkat çekicidir. Luxenberg , kur'anın doğru anlaşılması için aramice okunmasının gerekli olduğu şeklinde bir iddia içinde olup o da meryem s. 24. ayetini aynı şekilde çevirmektedir. Bu kişinin bir oryantalist olması ve böyle bir düşünce olması yadırganacak bir durum olmayıp, esas yadırganacak olan şeyin "temiz fikir" adı altında dile getirilen bu tür düşüncelerin kimlerle ortak bir paydada buluşulduğudur.

                                                     2- KEHF S. 9. AYETİ

Em hasibte enne ashâbel kehfi ver rakîmi kânû min âyâtinâ acabâ(acaben).

Bu ayetin temiz fkire göre meali şöyledir.

"Yoksa sen, Mağara Arkadaşlarını yani Uyuyanları bizim için şaşılacak bir mucize mi zannettin"

Ayet içinde geçen " verraqım"  kelimesini , "uyuyanlar" şeklinde çevirme gerekçesi ise şöyledir. 

"Not: Mushafta orijinal yazım ” Ashab-ı Kehf ve el-Raqîm” şeklinde olup ilk tamlama Mağara Arkadaşları olarak çevrilmekte ve net bilinerek anlaşılmaktadır.    Fakat devamında gelen el-Raqîm kavramı tarih boyunca birçok yoruma neden olmuş ve ne olduğu üzerinde net anlaşılamamıştır.    Kavram, Arapça RA-QAF-MİM harfleri ile yazılmıştır.    Arapça’da “uyku” anlamına gelen RA-QAF-DAL kelimesi aşağıda 18.    Ayette bu kişiler için “uyuyanlar – RuQûD- RA-QAF-vav-DAL” anlamı ile de kullanılmıştır.    Ayrıca Yasin Suresi “uyunan yer – MeRQaD – MİM-RA-QAF-DAL ” olarak da kullanılmıştır.    Tüm bunların ışığında, kavram orijinal okuyuşta “Ashab-ı Kehf ve el-RuQûD ( RA-QAF-vav-DAL)” iken Yani anlamı ” Mağara Arkadaşları yani O-UYUYANLAR” iken, Not: Mushafta orijinal yazım ” Ashab-ı Kehf ve el-Raqîm” şeklinde olup ilk tamlama Mağara Arkadaşları olarak çevrilmekte ve net bilinerek anlaşılmaktadır.    Fakat devamında gelen el-Raqîm kavramı tarih boyunca birçok yoruma neden olmuş ve ne olduğu üzerinde net anlaşılamamıştır.    Kavram, Arapça RA-QAF-MİM harfleri ile yazılmıştır.    Arapça’da “uyku” anlamına gelen RA-QAF-DAL kelimesi aşağıda 18.    Ayette bu kişiler için “uyuyanlar – RuQûD- RA-QAF-vav-DAL” anlamı ile de kullanılmıştır.    Ayrıca Yasin Suresi “uyunan yer – MeRQaD – MİM-RA-QAF-DAL ” olarak da kullanılmıştır.    Tüm bunların ışığında, kavram orijinal okuyuşta “Ashab-ı Kehf ve el-RuQûD ( RA-QAF-vav-DAL)” iken Yani anlamı ” Mağara Arkadaşları yani O-UYUYANLAR” iken, Mushafa yazılırken yazıcının sehven hatası ya da mürekkep damlaması gibi nedenler ile “Ashabı-Kehf ve el-RaQîM” şeklinde harf hatası ile yazılmış olabilir.    Eğer orijinal okumada kavram el-RuQûD ise tamlama çok net bir şekilde ve müfessir VAV’ın eşliğinde ” Mağara Arkadaşları yani o-UYUYANLAR” olarak anlaşılabilir.    Allahu alem.     Eğer orijinal okumada kavram el-RuQûD ise tamlama çok net bir şekilde ve müfessir VAV’ın eşliğinde ” Mağara Arkadaşları yani o-UYUYANLAR” olarak anlaşılabilir.    Allahu alem." 

Gerekçe olarak öne sürülen "Mushafa yazılırken yazıcının sehven hatası ya da mürekkep damlaması gibi nedenler ile “Ashabı-Kehf ve el-RaQîM” şeklinde harf hatası ile yazılmış olabilir." şeklindeki sözleri, bu mushafı yazan kişinin, yazmış olduğu kitabın Allah cc nin kitabı değilde sanki herhangi bir şahsın kitabı gibi imiş muamele edip dikkatsizlik ve mürekkebi bol bularak damlatmaktan sakınmayan birisi gibi gösterilmesi komik bir gerekçedir, acaba bu mushaf yazılırken bunu bilen birisi yoktu veya yanlışı ikaz edecek kimseler yoktuda yazan kişi , " ne yazarsak yerler" deyip üstünkörü yazdı geçtimi?

                                                3- ZUHRUF S. 23. AYETİ 

Ve kezâlike mâ erselnâ min kablike fî karyetin min nezîrin illâ kâle mutrefûhâ innâ vecednâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim muktedûn(muktedûne).

Bu ayetin temiz fikire göre meali şöyledir.

"İşte hep böyle olmuştur; senden önce de nereye bir Peygamber gönderdiysek oranın  haddi aşmış azgınları: ” Biz atalarımızdan bir din öğrendik ve biz de onların dinine   tabi olduk ve kesinlikle doğru yolda olanlarız ” derlerdi. " 

Ayetin mealini bu şekilde yapma gerekçeside şöyledir. "

 "Not: 22. ve 23.Ayetlerin son cümlesi birebir aynıdır ve zaten anlam olarak da öyle   olmalıdır.    Fakat orijinal Mushaf yazılımında sondaki kelime de SADECE BİR   HARF FARKLI YAZILMIŞTIR:
-22. Ayet: “innâ vecednâ   âbâenâ alâ ummetiv ve innâ alâ âsârihim MuHTeDûN.   ”
-23. Ayet: “innâ vecednâ   âbâenâ alâ ummetiv ve innâ alâ âsârihim MuQTeDûN.   ”
22.ayette “doğru   yolda olanlarız” anlamındaki MuHtedûn kelimesi varken, tamamı aynı kelimelerden   oluşan ve sadece tek bir harf farklı olarak 23. ayette son kelime MuQtedûn   şeklinde yazılmıştır.    Bu tip bir kelime Kuran Mushafında başka hiç bir yerde   de geçmemektedir ve bu cümlede bir anlam da ifade etmemektedir.    Kuran Mushafı   yazımı esnasında yazıcı tarafından sehven yapılan bir hataya, ya da mürekkep   damlaması ve nüsha çoğaltırken yanlış kopyalama yapılması gibi yazım   hatalarına net bir örnektir.    
İşin çok ilginç   yanı, bizim yaptığımız araştırmada incelediğimiz hiç bir Meal müellifi bu   farkı belirtmemiş, bir çoğu sanki birebir aynı yazımmış gibi ya da o kelime   “orada yokmuş gibi” çevirip geçmişlerdir.    Bu, yapılan işe ihanettir.    Değilse,   yazdığı Meali bir yerlerden kopyaladığının açık delilidir.    O da değilse “iman   ettiği” bir şeyin ( “Kuran Mushafı harfi harfine korunmuştur” iddiasının ) Batıl   olduğunu saklamak yani ikiyüzlülüktür.

    
Gerekçe notunda "  Bu tip bir kelime Kuran Mushafında başka hiç bir yerde   de geçmemektedir" dediği kelime "muktedun" kelimesi olup, bu kelime enam s. 90. ayetinde " Ulâikellezîne hedallâhu, fe bi hudâyuhumuktedih, kul lâ es’elukum aleyhi ecrâ(ecren), in huve illâ zikrâ lil âlemîn(âlemîne)." şeklinde geçmekte olup , "bu tip bir kelime geçmiyor" dediği kelimenin "iqtedih" formunda geçen enam s. 90 ayetini kendi mealinde şu şekildedir.      " İşte Allah’ın o-Dosdoğru Yola ilettikleri bunlardır; sen de onların bu dosdoğru   YOLUNA UY.    De ki: “Ben sizden bu Dosdoğru Yola çağırmam karşılığında hiç   bir karşılık istemiyorum.    Hiç şüphesiz ki o-Dosdoğru Yol/el-KitabVahyi/ed-Din tüm insan kuşakları için tek Hak olan düşünce ve yaşam tarzıdır."      Bu tip bir kelime demek enam s 90 da varmış ve kendisi onu doğru olarak meallendirmiş.  

 Meal yazarı diğer ayetlerde öne sürdüğü gerekçeyi bu ayettede öne sürerek " Kuran Mushafı   yazımı esnasında yazıcı tarafından sehven yapılan bir hataya, ya da mürekkep   damlaması ve nüsha çoğaltırken yanlış kopyalama yapılması gibi yazım   hatalarına net bir örnektir." demektedir. Yine soruyoruz, yazıcı yazdığı kitabın herhangi bir şahsın kitabıymış gibi mürekkebi bol bularak oraya buraya saçarak yazmış ve kendinden başka bu yanlışı farkedecek kimsede mevcut değilmiydi ? yüzyıllar sonra "temiz fikir" adı altında meal yazan bir şövalye orjinal mushafa vakıf oldu ve bunu farketti öylemi?.  Bu hatayı!! kendisinin görüpte ve başkalarının görmediği için hain ve iki yüzlü olarak vasıflayan temiz fikir meali yazarı bu başarısı !! takdire şayandır. 

                                                      4- ZÜMER S. 10. AYETİ

 Kul yâ ıbâdıllezîne âmenûttekû rabbekum, lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(hasenetun), ve ardullâhi vâsiah(vâsiatun) innemâ yuveffas sâbirûne ecrehum bi gayri hisâb(hisâbin).

 Bu ayetin temiz fikire göre meali şöyledir.

 " İman eden kullarıma de ki: “Rabbinize karşı günahsız   tertemiz yaşayın.  Bu dünyada en güzel şekilde yaşayanlar en güzeli ile   karşılık bulacaktır.    Allah’ın arz’ı geniştir, ki zaten sabredenlere ödülleri   sınırsız olarak verilecektir.  "

Bu ayete bu şekilde bir meal verilme gerekçesi şöyledir.  

"Not:   Bu ayette ve bu surenin 53.    Ayetinde geçen “İbaad” (AYN-BE-ELİF-DAL) kelimesi   ABD ( AYN-BE-DAL) = Köle kelimesinin, İnsan-Tanrı ilişkisinde ABD-RAB yani   KUL-TERBİYE EDEN, TEAKMÜL ETTİREN kullanımındaki çoğul kullanım olan “KULLAR”   demektir.    İki ayette de “ KullarIM” şeklinde çevrildiği halde orijinal   yazımda bu ayette AYN-BA-elif-DAL şeklinde yazılmış ve harekelenmiş fakat aynı   anlamı verdikleri 53.    Ayet orijinal yazımında AYN-BA-elif-DAL-YE olarak (   İbaaDiYe) olarak yazılmıştır.    İki ayetin başında bulunan “DE Kİ” ifadesi ile   beraber okunduğunda Vahyi okuyan Muhammed Peygamberin ağzından sanki onun   insanlara karşı “ Ey Kullarım” şeklinde bir hitab oluştuğu zannedilmektedir.      İnsanlığı kullara kulluk etmekten alıkoymak birinci şartı olan ed-Din’de   tabii ki böyle bir ifade olması düşünülemez, kaldı ki onlarca diğer ayette   Muhammed Peygamberin ve tüm diğer Peygamberlerin hatta Meleklerin dahi sadece   ve sadece Allah’ın KULLARI oldukları zaten vurgulanmaktadır ve aslında temiz   bir akılla düşünüldüğünde bunun dışında bir ihtimal olması dahi imkansızdır.    Bu   iki ayette mushaf yazıcısı ya da kopya yazıcıları yazarken sehven hata yapmışlardır.      10.    Ayet ile 53.    Ayette kelimenin sonuna bir YE harfi eklenerek yazılması da   bunu açıkça göstermektedir.    Ayetin doğru yazımı el-Kuran Mushafındaki İsrâ   Suresi  53.    Ayet ve İbrahim Suresi 31.      Ayette olduğu gibi “ kul: Lİ-İbaaDiYe = KULLARIMA DE Kİ:….   ” şeklindedir.      Muhtemelen farklı bir Yazıcı bu sureyi yazmış ve Zümer Suresinin bu iki   ayetinde LAM harfi yerine YAA harfini yazmıştır ya da kopyalanırken LAM   harfi  YAA şeklinde yazılmıştır ki bu   hata da muhtemelen 16.    Ayette geçen “YAA İBADİ” okuması ile karıştırılarak   yapılmıştır. "   

Sayın meal yazıcısı zümer s. 10 ve 53. ayetleri ile ilgili olarak "Bu   iki ayette mushaf yazıcısı ya da kopya yazıcıları yazarken sehven hata yapmışlardır" şeklinde bir iddiada bulunmuş gerekçe olarak, ""Peygamberin ağzından sanki onun   insanlara karşı “ Ey Kullarım” şeklinde bir hitab oluştuğu zannedilmektedir. "" demektedir. Doğru olduğu iddia ettiği yazımın ibrahim s. 31 ve isra s. 53. ayetinde olduğu gibi " li ibadiye" şeklinde olması gerektiğini söylemektedir. Ancak gerekçe olarak ileri sürdüğü "peygamberin ağzından çıktığı zannedilme" iddiası doğru olmayıp kendiside dahil Muhammed as ın ELÇİ olma sıfatı gereği elçiliğini yaptığı Allah cc nin sözlerini aktarmak durumunda olduğunu herkesin bildiği bir durumdur.


Sayın meal yazıcısı , kur'anın Muhammed as ın sözü olduğu zannedilir korkusu ile !! zuhruf s. 68. ayetine metinde olmadığı halde ilavede bulunarak şu şekilde bir meal vermekte olup bu ilave gerekçesini, "mushaf yazıcılarının konuşmaya dalarak unutmuş!!!" bir gerekçe yazmayı herhalde bu sefer kendisi unutmuştur. 

Zuhruf s. 68. ayetinin orjinal metni şu şekildedir. 
" Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn(tahzenûne).

Zuhruf s. 68. ayetinin temiz fikire göre şöyledir. 
 " Ve Allah onlara: “Ey kullarım, artık siz hiç korkmayacak ve hiç hüzünlenmeyeceksiniz”   diyecek. "

Ayetin metninde "ve Allah onlara diyecek" şeklinde bir meal vermeyi gerektirecek " ve yekulullahe" şeklinde bir ibare mevcut olmayıp sayın meal yazarı herhalde kur'anın Muhammed as ın sözü olduğu zannedilir diye Allah cc nin unuttuğu !! bir ibareyi durumdan vazife çıkartarak ayete koyma başarısını göstermiştir.

Sonuç olarak; temiz fikir adı altında yapılan kur'an mealinde , kur'an mushafının korunmamış olduğu ve yazıcı hatalarının olduğu iddialarının dile getirildiği 4 ayet hakkındaki görüşleri paylaştık. Kur'an mushafında yazıcı hatasının olduğu iddialarının gerçek olduğu şahsi düşünceler ile değil doğru olduğu iddia edilen bir mushafın delil getirilerek dile getirilmesi gerekir. Bu iddiaları doğrulayacak bir mushaf yeryüzünde yoktur. Allah cc kitabında "Allah hakkında konuşmak için aydınlatıcı bir kitap gerektiğini" bu konuşmaların bu kitap tarafından desteklenmesi gerektiğini bildirmiştir. Eğer birisi Allah cc nin bizlere indirmiş olduğu kitabın yazıcı hatası veya mürekkep damlaması  gibi sudan bahanelerle yanlış yazıldığı , ve doğru olarak sunduğu delilin kaynağı kendisi olursa buna ancak kendisi inanır. 

Bu mushafın yazıldığı zaman, bunu sadece yazan kişimi biliyordu ? , bu mushaf yazıldığı zaman, yazıcı hatasını farkedebilecek bir babayiğit yokmuydu? , bu mushaf yazıldığı zaman, yazan adam ne yazdığının şuurunda olmadan  kahvede tavla atıp çay içerkenmi bunları yazdı?  hiç bir sorumluluk hissetmeden başı bozuk adamlarmı bu mushafı yazdı, veya senin yanında okuduğun bir kitabın varda yanlışı o kitabtaki doğruya göremi gördün diye sormazlarmı temiz fikir adı altında meal yazıpta doğruyu kendi dediğinin olduğunu iddia eden adama? .

Temiz fikir adı altında yazılmaya çalışılan mealin pek de temiz bir fikirle yazılmadığı mushafın yanlış yazıldığı iddialarının dile getirilmesi ile ortadadır, şayet ortada yanlış yazım varsa  kur'anın tevrattaki bazı ayetlerin israiloğulları tarafından örtüldüğü iddiasını dile getirmesi gibi yeni bir mushaf ile bu iddianın doğruluğu ispatlanabilir aksi takdirde sadece kuru bir iddia ve iftiradan başka bir şey olmaz.

Müslümanlar için kur'an tuz mesabesinde olup, bunun böyle olduğunu bilen islam düşmanları tuzu kokutmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar, temiz fikir gibi isimler alıp tuzu kokutmak için çalışan insanların kimin ordusuna su taşıdıklarını o meali okuyacak olanların takdirine bırakıyoruz. Biz kimsenin kalbini yarıp onun ne kadar samimi olduğunu bakmak gibi bir durumuz olmadığına göre yazdıkları ve o yazdıklarından kimlerin çıkar sağladığı ve memnun olduğuna bakarak kişilerin Allahamı yoksa onun düşmanlarınamı hizmet ettiği kararına varırız.

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.