11 Haziran 2014 Çarşamba

Bakara s. 286. Ayeti ve Dua Etmenin Anlamı

Alemlere rahmet ve hidayet olarak indirilen kur'an, bizlere hayat içinde uymamız gereken kuralları belirleyen bir kitab'tır, Allah cc bizlere bu kitab'ta "bana dua edene icabet ederim" (2.186) buyurmakta olup, biz kullar her sıkıştığımızda  dua etmek sureti ile taleplerimizi ona arz ederek onun bu talebimizi yerine getirmesini isteriz. Allah cc dua eden kuluna icabet edeceğini vaad etmiştir, Allah cc haşa yalan söylemez, ancak yapmış olduğumuz duaların çoğunun kabul olacak dualar olmadığını da bilmeden, "sen iste nasıl olsa o verir" mantığıyla yapmaktayız. Allah cc her şeye bir kader yani ölçü koyduğuna göre yapılan duaların da kabul olması için koymuş olduğu şartlar vardır , aksi takdirde merhum şair Akif'in deyimiyle Allah cc yi yanaşma  ve ırgat gibi görmekten başka bir şey yapmış olmayız. Bakara s. 286. ayet çerçevesinde Allah cc ye yapmış olduğumuz duanın nasıl olması gerektiği konusunda ayet içinde dua ayetlerini kur'an içindeki karşılıklarını arayarak dua etmek ve duaya icabet edilmesinin nasıl olabileceği konusu hakkında bir tefekkür çalışması yapmaya çalışacağız. 

Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).

 [002.286] Allah Teâlâ bir kimseye takatından başkasını teklif buyurmaz. Herkesin kesbettiği kendi lehinedir. Ve iktisab eylediği de kendi aleyhinedir. «Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk ise veya hata ettik ise bizi muaheze buyurma. Ey Rabbimiz! Ve bize, bizden evvelkilere yüklemiş olduğun gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bizim için kendisine takat bulunmayan bir şey de yükleme. Ve bizden af buyur ve bizim için mağfiret buyur ve bizlere merhamet kıl, Sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler olan kavim üzerine bizlere nusret ver.»

                                       Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ

                       Allah Teâlâ bir kimseye takatından başkasını teklif buyurmaz.

Bu cümle kulun üzerine yüklenmiş olan yapması yada yapmaması gerekli olan emirler  o kulun gücünü asla aşmayacak olan görevler olduğu hiç bir kulun kendi üzerinde yüklü olan görevleri hakkında "bu benim takatımı aşar" şeklinde bir itiraz ile görevden kaçmak gibi bir lüksü asla olamaz. Yaratıcı olan Allah cc yaratmış olduğu kullarının fıtratını en iyi bilen olması nedeniyle o kula yükledikleride o kulun taşıyabileceği kadar olup istiap haddinin aşılması takdirde bir hayvanın sırtındaki yük onu nasıl çökertiğini bilen hayvan sahibi bile hayvana taşıyacağı kadarını yüklerse (insanı hayvan gibi görmek gibi bir anlam anlaşılmasın ) yaratıcımızda bizleri en iyi bilen olması nedeni ile istiap haddimizi aşmayacak kadar yüklemiştir. 

[006.152]  Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar en güzel şekilden başka türlü yaklaşmayın; ölçeği ve tartıyı tam ve denk tutun. Biz, hiçbir kimseye gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz. Söz sahibi olduğunuz zaman yakınlarınıza ait de olsa adaleti gözetin. Allah'a verdiğiniz sözü yerine getirin. Duydunuz ya, O, düşünüp tutasınız diye bunları size emretti.
[007.042]  İnanan ve yararlı iş işleyenler ki kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz işte cennetlikler onlardır, orada temelli kalacaklardır.
[023.062] Biz herkese ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır; onlar haksızlığa uğratılmazlar.
[065.007]  İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin; rızkı daralmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. Allah hiç kimseyi verdiği imkândan fazlasıyla yükümlü kılmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.

                                                 lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet

                     Herkesin kesbettiği kendi lehinedir. Ve iktisab eylediği de kendi aleyhinedir.

Bu cümleyide kur'anda pek çok ayette "la teziru vaziretun vizra uhra"(hiç bir yüklenici başka birinin yükünü yüklenmez) ayetleri çerçevesinde düşünmek gerekmekte olup, kişinin yaptığı her amel sadece kendisi için fayada ve zarar verecek olup başkasına yüklenmez.

                                          rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ,

                     «Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk ise veya hata ettik ise bizi muaheze buyurma

Unutmak ve hata yapmak insanın iki özelliği olup , bu özellikler Allah cc nin emirleri noktasında gerçekleştiği zaman insan sorumlu tutularak yaptıklarının hesabını verecektir. Hatasını anlayıp geri dönmek insana açılmış olan bir kapı olup bu kapıdan ihlas sahibi kullardan başkası girmez, bir kısım kullar ise hatada ısrar ederek ahiret günü karşılıklarını alırlar. Unutma da ısrar edenlerin karşılaşacakları durum bizlere bir çok ayette hatırlatılmıştır.  Kul böyle dua etmekle unutma sonucu yaptıklarının affedilmesi talebini bir anlık hata sonucu olduğunu , hatasını anlayınca tevbe edip döndüğünü beyan ederek , rabbinin kendisini bilerek unutan hata eden ve ısrar edenlerle bir tutmamasını ister, bu isteyiş aynı zamanda hayat içinde bir karşılığınıda bularak samimi ve içten bir tevbe ve hatayı tekrarlamamak şeklinde olur. 

Kul her gün yatsı namazlarınınsonunda bunu okur fakat gereği olan ihlası hayatı içinde gerçekleştirmez ise sadece dil ile yapılan bu dua onu kurtarmaz, çünkü dil ile söze dökülmesi dildeki sözün fiile dökülmesi için yapılan bir hatırlamadır.

[018.057]  Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola gelmezler.
 [039.008] İnsanın başına bir sıkıntı gelince Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah, katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir; Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: «İnkarınla az bir müddet zevklen, şüphesiz sen cehennemliksin.»
[005.013-14]  Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.«Biz hıristiyanız» diyenlerden de söz almıştık; onlar, kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular, bu yüzden aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Allah, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
[006.044]  Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.
[007.051]  O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.
[007.165]  Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.
[009.067] İkiyüzlü erkek ve kadınlar da birbirlerindendir: Kötülüğü emreder, iyiliğe engel olurlar; elleri de sıkıdır; Allah'ı unuttular, bu yüzden Allah da onları unuttu. Doğrusu ikiyüzlüler fasıktırlar.
[025.018]  Onlar: «Haşa; Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sonunda Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir millet oldular» derler.
[038.026]  Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır.

Yukarda verdiğimiz ayet örneklerinden anlaşılacağı üzere, kendilerine hatırlatılanı unutarak Allah cc nin azabına hak kazananlar dan olmamamız bizlere hatırlatılmakta olup dua öğretilmesi ile bu hatırlatmayı zihinlerde tutmamız sağlanmaktadır. Kul böyle bir duada bulunmakla unutma yolu ile yaptığı hatanın bilerek ve ısrarcı bir hata olmadığını ve bu hatadan döndüğünü rabbine beyan eder.

                      rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ,

                Ey Rabbimiz! Ve bize, bizden evvelkilere yüklemiş olduğun gibi ağır yük yükleme.

Bu dua cümlesini biraz düşünecek olursak kafamıza şöyle bir soru takılması gayet doğaldır. Allah cc kullarına olan bildirisi bu kitabın nazil olmaya devam ettiği süreç içindedir , kur'an ın nazil olması diye bir şey söz konusu olmadığı halde bizlerin böyle bir dua etmesinin anlamı nedir? çünkü eğer Allah cc bize evvelkilere yüklediği gibi bir yük yükleyecekse bu kur'anın nazil olması sürecinde olur şimdi böyle bir yükleme  mümkün olmadığı halde böyle bir dua kıyamete kadar neden edilsin?.

Bu dua cümlesi bizlerin kul olarak nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda eskilerin yaptıklarından örnekler verilerek , " ey rabbimiz biz eskiler gibi olmayacağız" demek anlamına gelmektedir şöyleki;

İsrailoğulları prototip bir kavim olarak  , Allah cc nin emirleri konusunda insanların nasıl davrandıkları ve nasıl davranabilecekleri konusunda yaşanmış  hayat içinden kesitler sunulan insan topluluğudur. Bu kavme verilen nimetler karşılığında o kavmin bu nimete karşı yaptıkları kur'an da geniş geniş anlatılarak bizlerin bu şekil bir davranışta bulunmamız hatırlatılmaktadır. Allah cc israiloğullarının yapmış oldukları bu zulümlerine karşı onlara vaad ettiği ahiret cezasından önce dünya hayatında bir takım cezalar vermiştir, bu cezalardan biriside daha önceden helal olan bazı yiyeceklerin bu zulumlerine karşılık bir ceza olarak haram kılınmasıdır. Bu ayetlerde bizlere şöyle anlatılmaktadır. 

 
[004.160-161] Yahudilerin zalimlikleri ve Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle onlara helal edilmiş olan bir çok temiz ve hoş nimetleri kendilerine yasakladık. Bir de kendilerine yasaklanmış olduğu halde faiz almaları ve halkın mallarını halsızlıkla yemeleri sebebiyle. Onların kafir olarak kalanlarına acı bir azap hazırladık.

Helal olan yiyeceklerin ceza olarak haram kılınması " ısr" olarak adlandırılmış olup israiloğulların bu "ısr" ların bir kısmı isa as ile kalkmış olup A-li imran s. 50. ayetinde beyan edilmiş geri kalanlar ise Muhammed as  ile kaldırılmış olup (nesih olgusunu bu konu içinde değerlendirebiliriz) araf s. 157. ayet içinde " Ve onlardan ağır yüklerini (ISRAHUM)ve üzerlerinde bulunan bağları kaldırır," cümlesi bu durumu anlatmaktadır. 

Kısaca özetlemeye çalıştığımız, ceza olarak bazı şeyler yüklenmesi şeklinde verilen karşılığı hatırlayarak rabbimize " EY RABBİMİZ BİZE EVVELKİLERE YÜKLEDİĞİN GİBİ AĞIR YÜK YÜKLEME" şeklinde dua etmemiz şu anlama gelmesi gerekmektedir. "EY RABBİMİZ BİZLER SENİN EMİRLERİNE EVVELKİLER GİBİ İSYAN ETMEDEN BOYUN EĞİYORUZ" 

Kul böyle bir cezayı hatırlayarak böyle bir cezanın artık vahiy şeklinde gelmeyeceğini bilir ancak , böyle bir dua etmekle evvelkilerin yaptıkları hatayı tekrarlamayacağını , tekrarlamamamsı gerektiğini rabbimizin bize böyle bir dua öğretmesi ile bilir.

"Duanın mantığı budur" diyebileceğimiz esas nokta bu cümlede beyan edilmiş olup dua etmek sadece el açıp yalvarmak anlamında değil ,Allah cc den bize layık görmesini istemediğimiz cezaları önce kendimizin HAKETMEMESİ gerektiğini bilmiş olur ve böyle bir istekte bulunmakla önce böyle bir cezayı hak edecek davranışlarda bulunmayacağımızı hatırlamış ve rabbmize bunu beyan etmiş oluruz. Rabbimiz aynı ayet içinde ve diğer ayetlerde herkesin kendi kazandığı ile karşılık göreceğini hatırlatmış olup bizlere EVVELKİLERİN HATALARINI tekrarlamamızı öğütlemektedir.

                             rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî)

                  Ey Rabbimiz! Bizim için kendisine takat bulunmayan bir şey de yükleme.

Bu dua cümlesi de yukardaki cümle gibi bir soruya muhatap olabilir  ; Rabbimiz aynı ayet içinde " gücünün yettiğinden başkasını yüklemez" buyuruyor, hemde aynı ayet içinde bize böyle bir duada bulunmamızı istiyor bu ne anlama gelir ?. Bu sorunun cevabını yine örnek kavim olarak israiloğullarının başından geçen bir olay içinden alacağımız ders ile alabiliriz şöyleki;

Bakara s içinde anlatılan talut kıssasını hatırlayacak olursak , israiloğullarının başına geçen talut , ordusu ile yola çıkınca onlara bir takım emirler verir ve kendisine olan sadakatlerini görmek ister , fakat israiloğullarının bir kısmı bu sadakati göstermezler . Sadakat göstermeyen tarafta olan askerlerin şu sözü yukardaki dua cümlesini anlamamıza yardımcı olacaktır. " «bizim bu gün Calut ile ordusuna takatımız yok»" diyerek sadakat'ten ayrılma yolunu seçen askerlerin bu sözü söylemelerine sebeb olan sadakatsizliğin bizler tarafından tekrarı istenmemekte olup yine daha önceki dua cümlesindeki HAKETMEK ile yakından alakalıdır. 

Şimdi soralım; bu takatsızlık nasıl olduda gerçekleşti çünkü sadakat gösteren tarafta olanların söyledikleri söz olan "«Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir»"sözü onların takatları olduğunu ve bu takat ile düşmana galebe çalacaklarına dair olan inançlarını dile getirmektedir. Allah kişiye gücünün yüklemediğini söylerken yalan söylemediğine göre bu takatsızlık nasıl oldu gerçekleşti diye soracak olursak, komutana riayet etmek gerektiğini bilipte bu itaatten geri duranların yaptıkları hatayı anlayınca böyle bir demoralize olmaları olarak görebiliriz. 

Kur'an ayetlerinin birbiri ile nasıl bir anlam bütünlüğü olduğunu hatırlattıktan sonra, bu anlam bütünlüğünü , israiloğullarının yaptıkları hatalar üzerinden sonraki gelenlerin tekrarlamamaları hatırlatılmaktadır. İsrailoğulları gördükleri zulum üzerine bir komutan talep edip bu zulmü bertaraf etme isteklerini elçilerine bildirmişler , Allah cc de onlara talut'u göndermiş fakat savaşmak israiloğullarına güç gelmiştir. Aynı durumun enfal,tevbe,ali imran gibi özellikle medine de nazil olan sureleri okuduğumuzda müslümanlar arasındada meydana çıktığı görülür. İsrailoğulları ve müslümanlar arasındaki ortak bağ hepsinin insan olması ve insanın özelliklerinden biriside zoru gördümü yan çizmek olduğu bilinen bir gerçektir. 

Ayet içindeki dua cümlesi ile bizlere yine şu hatırlatılmaktadır; "Allahın size gücünüz üstünde yük yüklememesi her zaman geçerli bir söz olup sizler gereki olan şartları yerine getirmeyip itaatten ayrıldığınız zaman bu güçten mahrum kalırsınız ve karşınızdaki sorunun sizin takatinizi aştığınızı sanırsınız.

Bizler Allah cc ye bu şekilde bir dua etmekle şunu teyid etmiş olmaktayız. " Ey rabbimiz senin bize verdiğin sözün geçerli olması için senin bizim için koymuş olduğun ölçüler dahilinde hareket ederek senden yardım istiyoruz" , aksi takdirde elimizi kolumuzu bağlayarak herhangi bir işin gerçekleşmesi için konulan ölçülere riayet etmeden sadece dua etmek ile Allah cc bizleri hiç bir işimizde muvaffak kılmaz, aksine eğer kafirler Allah cc nin koyduğu ölçüler dahilinde hareket ederse muvaffakiyet bugün bir çok konuda olduğu gibi onların olur.

                                               va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ

               Ve bizden af buyur ve bizim için mağfiret buyur ve bizlere merhamet kıl

Bu dua cümlesi içinde geçen  af ,mağfiret ve merhamet isteği kulun rabbi karşısında olan acziyetini ifade etmekte olup bu isteklerin gerçekleşmesi sadece sözde bir dua ile değil bu dualardaki isteğin önce kul tarafından hayat içinde yerine getirilmesi şeklinde olması gerekir. Allah cc affedici olduğunu bizlere bir çok ayetinde beyan etmekte ancak bu af, kulun nasılsa af var deyip her günahı işlemesine kapı aralamamaktaolup unutma sonucu meydana gelen günahların hatayı anlayıp bir daha ona göre dönmemek şartı ile olduğu unutulmamalıdır. Kul yaşamış olduğu hayat içinde af ve mağfirete layık olacak bir amel işlemesi gerektiğini bu dua ile hatırlar ve her an günah işleyebileceğini unutmadan böyle bir günah içine düşmemeye gayret eder.

                                     ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).

                     Sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler olan kavim üzerine bizlere nusret ver.»

Kafir kavim üzerine nusret taleb etmenin belirli şartları yerine getirmek sureti ile olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır. El açıp sadece dua etmek ile Allah cc nin kafirleri helak edeceğini zannetmek tıpkı israiloğullarının Musa as a dediği gibi " sen ve rabbin gidin savaşın" demek anlamına gelmektedir. Allah cc için seçilmiş bir ırk veya din mensubu olmuş olmayıp koyduğu ölçülere riayet edenlere yardımı gerçekleşir. Eğer kafir bir kavim gerekli şartları yerine getirir ise yardım onların üzerine olur , rabbimiz " onlar bana iman etmiyor" diyerek onlara yardım etmeme gibi bir durumu yoktur. Bugün müstekbirler bütün güçleri ile mazlumlar üzerindeki sömürülerini devam ettiriyor ise onların elini açarak "Allahım mazlumlara karşı bize yardım et" demeleri şeklinde değil onun koyduğu ölçülere hareket eden müstekbirlerin çalışma dili ile " Allahım bize onlara karşı yardım et" şeklindeki dualarının karşılığıdır. Bizler Allah cc nin koyduğu ölçülere riayet etmeksizin gökten meleklerin inip kafirleri helak etmesini bekler isek daha çooook bekleriz. 

Sonuç olarak; bilmediklerimize bize öğreten alemlerin rabbi olan Allah cc , bizlerin ondan dua etmek yolu ile olan taleplerini karşılamak belli ölçüler koymuştur. Cehennemden kurtulmak için sadece "beni cehennemden kurtar" diye dua etmek yeterli olmayıp oraya girmeyi gerektirecek amellerdende uzak durmak gerekmektedir. Fakir olana gökten para yağdırmayan Allah cc bu parayı kazanmak için çalışmak gerektiği ölçüsünü koymuştur. Kafirlerin zulmunden kurtulmak için elleri semaya kaldırıp sadece dil dua etmek yeterli olmayıp bu zulme engel olacak tedbirleri almak gereklidir. Allah cc rahman ismi gereğince mü'min kafir ayrımı yapmadan koyduğu ölçülere riayet edenleri başarıya ulaştırmakta olup seçilmiş kul şeklinde bir ayrımı yoktur .

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

9 Haziran 2014 Pazartesi

Yunus a.s Örneğinde Kıssaları Hayata Aktarmak

Kur'an kıssa yollu anlatım metodu ile muhataplarına vermek istediği mesajı gözlere ve kulaklara hitap ederek zihinlerde daha kalıcı bir yer tutmasını sağlamıştır, hangi birimiz yıllar önce seyrettiğimiz herhangi bir sinema veya tiyatro eserini dün seyretmiş gibi hatırlamayız?. Kur'an bizden öncekilerin geçmiş yaşantısını kıssa olarak anlatmak ile bizlerin  hisse almasını sağlamak olması gerçeği, çoğunluk tarafından doğru okunamamış ve "aya değil parmağa bakmak" veya " kıssa içinde dönüp dolaşmak metodu şeklinde okunmuş ve eskilerin masallarına dönüştürülmüştür. 

Kur'an kıssalarını 2 farklı okuma başlığı altında toplarsak, 1- geleneksel tefsir metodu içinde gördüğümüz kıssa içinde dönüp dolaşarak yaşandığı zaman ve mekana hapseden bir okuyuş , 2- bu okuyuşa tepki olarak, özellikle mucize olarak nitelenebilecek olayların yorumlarında mecaz olarak anlaşılması gerektiği şeklinde akılcı bir okuyuş şeklinde özetleyebiliriz. Her iki okuyuşun ortak noktası kıssanın mesajını anlamamak olarak ortaya çıkmakta olup problemli bir okuyuş olduğunu düşünmekteyiz. 

Bu metodlar çerçevesinde yapılmış olan okumaları eleştirmekten ziyade teklif ettiğimiz metodu anlatarak, bu  metod içinde yaptığımız okuma örneklerini paylaşmak istiyoruz. Teklif ettiğimiz metod kısaca şöyledir; kıssaları yaşanmışlığı içindeki anlatımları gerçek olarak anlayıp bu gerçekliğin bizlere verdiği mesaj ne olabilir? sorusunun cevabını aramak şeklinde özetleyebiliriz. Bu yazımızda Yunus as kıssası üzerinde durarak o kıssa üzerinden bizlere verilmek istenen mesaj nedir? sorusunun cevabını aramaya çalışacağız. 

 Önce Yunus as kıssasını kısaca hatırlayalım; Yunus as ı Allah cc kavmine elçi olarak seçmiş ve onları tevhide davet etmesi için görevlendirmiştir, ancak kavminin inadı karşısında bir gemiye binerek kavmini terketmiş ve gemiden denize atılarak balık tarafından yutulmuş ve balığın karnında ettiği dua ile kurtarılmış, yeniden kavmine dönmüş ve o kavmi ona iman ederek helak olmaktan kurtulmuştur.

Yunus as ın kıssasını kur'anda bu şekilde anlatıldığını görmekteyiz, geleneksel okuma onu yutan balığın cinsini tartışmış , modernist okuma böyle bir olayın aklen olmasının mümkün olmadığı olayın mecaz olduğu yönündeki yorumlar ile kıssayı okumaya çalışmıştır. Olayın mecaz olup olmadığını tartışmaktan ziyade , olayı hakiki olarak anlayıp bu hakikat üzerinden bizler nasıl bir mesaj çıkarabiliriz sorusunu cevaplamaya çalışalım. 

Yunus as kavmini terketmesi öncelikle tebliğ görevi ile ilgili olarak okunmalı ve öncelikle Muhammed as a bu terkediş örneği verilerek "onun gibi olma" emri verilmekte, bu emir bizler için de geçerlidir. Müslümanlar dan olmak iddiasında olmanın  gereklerinden birisi de Allah cc nin vahyini hayata aktarmak ve o vahyi başkalarına tebliğ etmektir, bu tebliğ sürecinde önümüze her türlü engelin çıkacağını bize örnekleri verilen elçilerin kıssalarında da görmekteyiz. Yunus as dışındaki elçiler bu süreç te sonuna kadar mücadele etmişler ve önlerine çıkan engelleri vahyin onlara çizdiği yol içinde göğüs germişlerdir. 

Yunus as kavmini terkederek yaptığı hatayı ancak denize atıldığı zaman anlamış ve bu hatasından dönerek tevbe etmiş ve tevbesi kabul edilerek görev yerine yeniden dönmüştür. Kavmini terkettikten sonra onun başına gelenleri kendimiz ile bir paralellik kurarak okumak bizlerin de bir anlık hata sonucu böyle bir duruma düştüğümüzde karşılaşacağımız sonuç noktasında Yunus as kıssasından örneklik çıkarmak durumundayız.

Hata yapmak insana has bir özellik olup , hatasını anlayıp geri dönüp tevbe etmek Allah cc nin insana açmış olduğu bir kapıdır. İnsan ne kadar ağır bir günah işlemiş olursa olsun kendisinin bu günahının Allah cc tarafından affedileceğini umarak ondan, yaptığı günahın affedilmesini isteyebilir. Allah cc nin affedici olduğuna dair bir çok ayet bunun gerçekliğini anlatmasının yanısıra Yunus as örneğinde bu affediciliğinin gerçek hayat içinde yansıması bizlere gösterilmektedir. 

Yunus as ın balığın karnında olduğu zaman kur'anda "zulumat" (karanlık) kelimesi ile ifade edilmektedir. Bu kelime den hareket ederek balığın karnında olmasını ve bu zulumattan kurtulmasının bizim için ne ifade edebileceğini anlamak kolaylaşır.

 [021.087]  Zünnun'u (Yunus'u) da. Hani öfkelenerek gitmişti de Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken karanlıklar(zulumati) içinde: «Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben gerçekten zalimlerden oldum diye.» seslendi.

Enbiya s. 87. ayetinde balığın karnındaki halinin anlatıldığı "zulumat içinde" olmasının ne olduğunu bu kelimenin ifade ettiği anlamı kur'an genelinde okuyarak anlayabiliriz. Zulumat (karanlık) kelimesi nur (aydınlık) kelimesinin zıddı olup, bu kelime kur'anda hakiki ve mecaz anlam şeklinde kullanılmaktadır. Hakiki anlamını nuzül öncesi arapların kullandığı dil anlamında "gecenin karanlığı içinde etrafını görememek" şeklinde olup , kur'an nazil olmaya başlayınca bu kelimenin anlamı genişlemiş , "vahyi kabul etmeyerek ışıktan yani nur dan mahrum kalmak"  şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Allah cc zulumat içinde kalan kullarına her zaman tevbe kapısını açmış ve onları bağışlayacağını vaad etmiştir. Yunus as ın balığın karnında olmasının gerçek  mekan olarak birleştirecek olursak , sesini duyurabilecek ve yardıma koşabilecek kimsenin olmadığı bir mekan olarak denizin metrelerce altında ve bir balığın karnında olan Yunus as ,sesini sadece alemlerin rabbi olan Allah cc nin duyabileceğini bildiği için ona tevbe etmiş ve bu ses denizin metrelerce altından bir balığın karnının içinden başka kimsenin duymasının imkanı olmayan bir yerden çıkmış ve "beni çağırdığınızda size icabet ederim" diye buyuran tarafından duyulmuş ve zulumat içinden (balığın karnından) kurtarılmıştır. 

Bu kurtarma sadece Yunus as a has bir  olmayıp kıyamete kadar hata ve isyan içine düşüp rabbine dua eden her insan için vaad edilmiş bir durumdur. Her insan bir şekilde hata edip Yunus as ın içinde düştüğü durum gibi çok sıkıntılı bi duruma düşebilir. İnsan düştüğü durum hali itibari ile "bundan daha beter bir duruma düşemem" dediği bir anda çağırınca duyurabileceği ve günahlarını bağışlayacağını bildiği , bu çağrıya icabet edecek olan bir varlığın olduğunu bilmesi bu kıssanın bizlere anlatılma amacı olduğunu anlayabiliriz.

Allah cc nin dışında kulluk edilen putların , çağıranın sesini duyamayacaklarının bir çok ayette vurgulanması , kullarının çağrısını duyan ve ona icabet edecek olanın sadece Allah cc olduğunun gerçek hayata yansımış bir anlatımı olan Yunus as ın balığın karnında olması ve oradan kurtarılmasını mecazi olarak okumanın şöyle bir yanlışı olduğunu hatırlatmak isteriz. Allah cc bizlere  , kendisinin her an kullarını işittiğini her ne durumda olurlarsa olsunlar onlara yardım edeceğini vaad etmiş olup tevbeleri kabul eden ve kullarını kurtuluşa çıkaranın kendisi olduğunu beyan etmektedir. Yunus as kıssası bu durumdan kurtarmanın gerçek bir örneğini vermiş olup mecazidir denildiği zaman gerçek olmadığı gibi bir iddia ortaya atılmış olup kıssanın bizlere anlatılış amacına uygun bir düşünce değildir. 

Aynı kıssanın saffat suresinde anlatılan ayetlerinin 142. ve 144. ayetler  içinde şöyle buyurulmaktadır. 

037.142-144 O yaptığından ötürü pişman bir vaziyette iken balık onu yutuverdi. Eğer çok tesbih edenlerden olmasa idi.Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.

Bu ayetleri eğer yüzeysel bir okuma yaparsak şöyle bir soru kaçınılmazdır. Yunus as tesbih edenlerden olmasaydı balığın karnında diriliş gününe kadar nasıl kalır, balık diriliş gününe kadar hiç ölmeyecekmi ki böyle söylenmektedir , bunu nasıl anlamak gerekmektedir?. Bu anlatımı şöyle anlamak mümkündür; Yunus as eğer hatasını anlayıp tevbe etmeseydi bu günahından asla kurtulamayacak enbiya s. 87. ayet te gördüğümüz zulumat içinde kalmış olacak ve yeniden diriliş günü bu günahının cezasını çekmek üzere hesab günü Allah cc nin karşısına çıkacaktır.

Sonuç olarak; bizlere yaşanmış olaylar üzerinden Allah cc nin vaadinin, kulu  hangi şartlar altında olursa olsun  gerçekleşeceğini Yunus as kısssası örneğinde anlatan rabbimiz , bizlerinde hangi şartlar altında olursak olalım, elçisi Yunus as gibi çağrımıza icabet edeceğini beyan etmekte olup balığın karnında olmak durumu ile herhangi bir insanın çok zor şartlar altında olmasını bir paralellik içinde anlarsak balığın karnında bir insan nasıl yaşar gibi bir soru ile kıssanın asıl amacından sapmadan gerekli hisseyi almış oluruz. Kıssaların bizim hayatımıza yansıması nasıl olabilir? şeklinde sorunun cevabını Yunus as örneğinde böyle vermeye gayret ettik, diğer elçilerin örnekliğini bu çerçevede okuma merkezli diğer yazılamızı da bundan sonra elimizden geldiğince yayınlamaya devam edeceğiz.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

8 Haziran 2014 Pazar

A'la s. 6.7. Ayetleri Okutulanın Unutturulmaması

Kaynağı kur'anda olmayıp başka kaynaklardan devşirilmiş ve kur'ana onaylattırılmak istenen konulardan bir taneside , kur'an ayetlerinin birbirinin hükmünü kaldırması şeklinde ve Allah cc nin Muhammed as a indirip sonradan unutturulduğu iddia edilen ayetler olduğu şeklinde ortaya atılan nasih mensuh teorisidir. Bu teoriye göre kur'an içinde bazı ayetler önce gelen ayetlerin hükmünü kaldırmıştır. Bu teorinin kaynağı , kur'ana rağmen oluşturulan diğer düşünceler gibi uydurma hadisler bile olmayıp ilk dönem tefsircilerinin kur'an ayetlerinin birbiri ile arasındaki bağı kuramaması sonucu buldukları bir çaredir. 

Nasih mensuh teorisi ile ilgili olarak Muhammed as dan rivayet edilen bir tek hadis dahi olmamasına rağmen, sahabe sözü şeklinde gelen rivayetler ile kur'anın mevsukiyetine gölge düşürülmüş ve traji komik sonuçlar  ortaya çıkmıştır. Bu teori ile ilgili düşünceler kişisel kararlar olarak kendini bulmuş ve kur'anda hükmü kalkan ayetler olduğunu iddia edenler  en az 5 en fazla 250 ayet arasında olduğu şeklinde farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bu fark bile konunun ne kadar kaypak bir zemine oturduğunu göstermesi açısından yeterlidir. 

Bu teori altında  alt kategoriler oluşturulmuş olup 1-metni ve hükmü baki ayetler , 2- metni baki hükmü mensuh ayetler , 3- metni ve hükmü mensuh ayetler, 4, metni mensuh hükmü baki ayetler şeklinde ayrım yapılmıştır. 4. kategorinin oluşturulmasının nedeni kur'anda olmayan zina suçu işleyen evli kişinin recmedilerek öldürülmesine dayanak olması için , 3. kategorinin oluşturulmasının nedeni fecaat bir durum arz etmekte olup , Muhammed as a indirilmiş olupta ona unutturulan!! ayetler için oluşturulmuştur. Bu duruma dayanak olarak A'la s. 6.7 . ayetleri delil olarak sunulmuş olup bu yazımızın konusunu teşkil etmektedir. A'la s. 6.7. ayetleri şu şekildedir. 

Senukriuke fe lâ tensâ.
[087.006] Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın.

İllâ mâ şâallâh(şâallâhu), innehu ya’lemul cehre ve mâ yahfâ.
[087.007]  Yalnız Allahın dilediği başka çünkü o açığı da bilir gizliyi de

Bu ayetler delil alınarak sonradan oluşturulmuş bir düşünceye kılıf olarak geçirilmeye çalışılmış ve " bak Allah cc sana dilediğimizi unuttururuz" diyor denilerek, nasih mensuh adı altında işlenen bu cinayet haşa Allah cc nin üzerine atılmaya çalışılmıştır. Allah cc ye binlerce hamd olsun ki mesani özelliğine sahip olarak indirdiğini beyan ettiği kitabına karşı, kur'an onayından geçmeyen herhangi bir düşünce ortaya atmaya çalışanların elini kolunu yine aynı kitabın içinde olan ayetler ile bağlamaktadır, nasılmı bağlamaktadır ? bunun cevabı alttaki vereceğimiz ayetler ile görülecektir.

A'la suresi 6. ayetinde " sana okutacağız unutmayacaksın" buyurulmasından sonra 7. ayette istisna kullanılarak "illa ma şaallah" (Allah ın dilediği müstesna) şeklinde gelmesi bir kısım ayetin unutturulacağını değil aksine , Muhammed as a okutulan hiç bir şeyin unutturulmayacağını, bu garantinin Allah cc nin uhdesinde olduğu bildirilmektedir. Muhammed as öncelikle bir insan olması nedeniyle ona okutturulan şey yazılı olarak eline verilmediği için haliyle unutmak gibi bir kaygı içine düşebilirdi , böyle bir garanti verilerek ona okutulanın unutturulmayacağı anlatılmaktadır , istisna getirilmesi imkanlılığı değil aksine imkansızlığı bildirir. "İlla ma şae allahu" ibaresinin geçtiği ayetleri okuduğumuz takdirde bu iddianın nasıl mesnetsiz bir iddia olduğu ve kur'ana rağmen oluşturulduğu ortaya çıkacaktır.

Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ mâşaallâh(mâşaallâhu), ve lev kuntu a’lemul gaybe lesteksertu minel hayri ve mâ messeniyes sûu in ene illâ nezîrun ve beşîrun li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
[007.188]  De ki: Ben, kendime Allah'ın dilediğinden başka ne fayda verebilirim, ne de zarar. Eğer ben, gaybı bileydim; daha çok hayır yapmak isterdim. Ve bana, hiç bir fenalık da dokunmazdı. Ben, sadece iman eden bir kavme uyarıcı ve müjdeciyim.

Kul lâ emliku li nefsî darran ve lâ nef'an illâ mâ şâallâh(şâallâhu), li kulli ummetin ecel(ecelun), izâ câe eceluhum fe lâ yeste'hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn(yestakdimûne).
[010.049]  De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar.»

Araf s. 188 , yunus s. 49. ayetlerine baktığımız Muhammed as ın Allah cc nin dilemesi dışında kendisine fayda ve zarara malik olamayacağını söylemesi istenmektedir, böyle bir istisna getirilerek kulları hakkında bütün gücün Allah cc nin elinde olduğu bu gücün kapsama alanına Muhammed as  ında dahil olduğu beyan edilmekte olup ayet böyle bir duruma kapı aralanabileceğini bildirmez. 


Ve yevme yahşuruhum cemîa(cemîan), yâ ma’şerel cinni kadisteksertum minel ins(insi) ve kâle evliyauhum minel insi rabbenestemtea ba’dunâ biba’dın ve belagnâ ecelenellezî eccelte lenâ, kâlen nâru mesvâkum hâlidîne fîhâ illâ mâ şâallâhu, inne rabbeke hakîmun alîm(alîmun).
[006.128]  Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir.

Yevme ye’ti lâ tekellemu nefsun illâ bi iznih(iznihî), fe minhum şakıyyun ve saîd(saîdun).
Fe emmellezîne şekû fe fîn nâri lehum fîhâ zefîrun ve şehîk(şehîkun). Hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel'ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), inne rabbeke fe'âlun limâ yurîd(yurîdu). Ve emmellezîne suidû fe fîl cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), atâen gayre meczûz(meczûzin).
[011.105-108]  (Kıyametin) Geleceği günde, O'nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez. Artık onlardan kimi 'bedbaht ve mutsuz', (kimi de) mutlu ve bahtiyardır. Mutsuz olanlar ateştedirler, onlar için orda (kahırla ve acıyla) nefes alıp vermeler vardır.Onlar, Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada temelli kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır. Mutlu olanlar da, artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orda temelli kalacaklardır. (Bu) kesintisi olmayan bir ihsandır.

En'am s. 128 , hud s 105-108. ayetlere baktığımız cehennem ve cennet'ten çıkışın Allah cc nin dilemesine bağlı şeklinde yine bir istisna getirildiğini görmekteyiz. Kafirler için cehennemin , mü'minler için cennet'in ebedi olduğunu beyan eden ayetler ışığında bakacak olursak getirilen bu istisnanın cehennem veya cennet'ten çıkışın imkanlılığına dair bir haber olarak değerlendirmek mümkün değildir. İstisna kullanımı, bu konuda tek yetkilinin Allah cc olduğu karar verme yetkisine sahip ondan başka olmadığı şeklinde anlaşılması gerekir. 

A'la s. ayetlerindeki istisna ile yukardaki ayetlerdeki istisna kullanımını birlikte düşünerek "Allah'ın dilemesine bağlı olarak" şeklinde getirilen istisnayı nasıl cehennem ve cennet'ten çıkışa bir yol olarak görmek mümkün görünmüyorsa , a'la s. ayetlerindeki istisnayı da Muhammed as indirilen kur'an'dan bir kısım ayetlerin unutturulacağına dair bir delil olarak görmek mümkün değildir.

Rivayetler gölgesinde kur'anı anlamak öyle bir hastalık haline gelmiş ki , herkesin malumu olduğ üzere Muhammed as indirilen vahyin indiği anda yazılmış olması bile bu unutturulma rivayetlerini red etmeye yetmemiş , ve sefilce diyebileceğimiz bir düşünce ile yazılan vahyin Allah cc tarafından imha edilebileceği bile iddia edilerek "kedi bile yemiş olabilir " şeklinde savunmalar getirilebilmiştir.

Sonuç olarak; kur'ana rağmen din oluşturma gayretlerinin bir uzantısı olarak icad edilmiş olan nasih mensuh teorisi adı altında dile getirilen ,"metni ve hükmü mensuh" kategorisi başlığı altında açılmış olan düşünce de , Allah cc nin bazı ayetleri unutturduğu iddia edilerek kur'an ın mevsukiyetine gölge düşürülmeye çalışılmış olup, bu cinayete maalesef kur'an ayetleri dayanak edilmeye çalışılmış , a'la s. 6-7. ayetlerinde okutulanın Allah cc nin dilemesine bağlı olarak unutturulabileceği iddia edilip rivayetlerde bu unutturulan!! ayetlerin hangiler olduğu yer almıştır. Kur'anın mesani bir kitap olma özelliği kur'ana rağmen din oluşturmaya çalışanların bu düşüncelerini kur'ana onaylattırma çabalarını her zaman kursaklarında bırakmış olup, "illa" istisnası şeklinde gelen başka ayetlerde böyle bir imkan olmadığının ortaya çıkması bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koymuştur. Bugün rakamlardan yola çıkarak kur'an a bazı ayetlerin ilave edildiğini iddia edenlere haklı olarak kafir diyenler, rivayet kitaplarında sayfalarca yer tutan kur'ana alınmayan ayetler olduğuna inanıp bunu müdafaa etmelerine acaba ne denir?

                                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Fesad Kelimesi Etrafında Kur'an da Bir Yolculuk

Fesad, kur'anın anahtar terimlerinden birisi olup insan hayatını çok yakından  ilgilendiren bir kelimedir. Bu kelimeyi baz alıp kronolojik bir süreç izleyerek insanlık tarihini bu kelimenin geçtiği ayetler çerçevesinde bir okuma çalışması yapmak istiyoruz.

Elfesadü: "bir nesnenin itidalin dışına çıkması" anlamında olup,  bu çıkış az veya çok olabilir. Bu kelimenin zıddı "salahün" dür. Nefisle bedenle ilgili ve doğruluğun dışına çıkmış şeylerle ilgili kullanılır.Fiil olarak "itidalin dışına çıktı"anlamında "fesede" şeklinde kullanılır. (elmüfredat)

Bu kelimenin insanlık tarihinin seyri içindeki anlamı için ilk insanın yaratılması ile ilgili olarak anlatılan bakara s. 30. ayetinden başlamak gerekmektedir. 

 [002.030]  Hani, Rabbin meleklere: «Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.» dediği vakit, «Biz seni tesbih ve takdis edip dururken orada fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak bir yaratık mı yaratacaksın?» dediler. «Her halde Ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim!» buyurdu.

Bakara s. 30. ayetinde arzda halife (bir biri ardınca gelen) olarak yaratılacak olan insan için "orada fesad çıkaracak olan" şeklinde melekler tarafından bir söz kullanılması,bu sözlere karşılık Allah cc nin " ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim" şeklinde ki cevabının karşılığını fesadçıların sonları ile ilgili ayetlerde göreceğiz. 

İnsanlık tarihinin ilk fesad örneğini Adem in iki oğlunun kıssasının anlatıldığı maide s. 27-31. ayetlerde görmekteyiz kıssa dan sonra gelen ayette maide 32. de ise şöyle buyurulmaktadır. 

 [005.032]  Bundan dolayı İsrailoğullarının üzerine yazdık ki, her kim bir şahsı, bir şahıs mukabilinde veya yerdeki bir fesattan dolayı olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur ve her kim de bir şahsın hayatını kurtarırsa sanki bütün insanları ihya etmiş gibi olur. And olsun ki, Bizim peygamberlerimiz onlara beyyineler ile gelmişlerdir. Sonra onlardan birçokları bunu müteakib yeryüzünde muhakkak müsrif kimseler olmuşlardır.

Maide s. 32. ayeti öldürülmeyi hak edecek bir şuç işlemeksizin öldürülen bir kişinin katlinin Allah cc indinde ki durumunu ifade etmekte olup, ayrıca ayetteki "bütün insanları öldürmüş gibi" şeklindeki bir ifade ile bir insanın ne kadar değerli olduğunu göstermesi açısından önemli bir noktadır. Ayette "israiloğullarına yazdık" şeklinde bir ifade kullanılması surenin medine de inmesi ve medine de ağırlıklı muhatap kavmin israiloğulları olması ve kur'an genelinde onların fesad konusunda başı çekmeleri hatırlanacak olursa israiloğullarından isim verilerek bahsedilmesi anlaşılabilir. İsrailoğullarına kur'an vasıtası ile emirlerin içinde fesada koşmamaları , haksız yere cana kıymamaları gibi emirlerin olduğu hatırlanacak olursa yaptıkları bu zulmun Allah cc indinde ne kadar büyük bir cürüm olduğu anlatılmaktadır. 

İsrailoğullarının üzerine yazılması diğer insanların üzerine yazılmadığı anlamına gelmemelidir, haksız yere cana kıyan insanın kavmi ne olursa olsun suçun büyüklüğü maide s. 32. ayetinde yazıldığı gibidir. Allah cc bunu bir suç olarak görmüş ahiret cezasından önce dünya cezasının nasıl olması gerektiğini maide s. 33. ayetinde bildirilmiştir.

[005.033] Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır.

Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin kavimlerine olan tebliğlerine bakacak olursak fesad çıkarmamaları emrinin tekrarlandığını görmekteyiz. 

 [007.073-74]  Semud kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Salih onlara dedi ki, 'Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilâhımız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Şu Allah'ın dişi devesi size bir delildir. Bırakın onu, Allah'ın çayırında otlasın, sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa acı bir azaba çarptırılırsınız.Düşünün ki (Allah) Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
 [007.085-86]  Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı. Dedi ki: Ey kavmim; Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiç bir ilahınız yoktur. Rabbınızdan size apaçık bir burhan gelmiştir. O halde ölçüyü ve tartıyı doğru tutun. İnsanların eşyasını eksik vermeyin. Ve o, ıslah olduktan sonra yeryüzünde fesad çıkarmayın. Bunlar, sizin için hayırlıdır, eğer mü'minlerden iseniz. Ve siz, Allah'a iman edenleri tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoyarak ve onun eğriliğini isteyerek, her yolun başını tutup oturmayın. Hem hatırlayın ki; siz, vaktiyle pek az idiniz de sizi O, çoğalttı. Ve bakın fesad çıkaranların sonu ne olmuştur.
 [007.101] İşte o kentlerin haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kafirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler.
[007.103]  Sonra onların ardından Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve erkanına gönderdik. Onlar buna karşı haksızlık ettiler. Bir bak ki; fesadçıların sonu nice oldu?
 [010.090-91] İsrailoğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla ardlarına düştüler. Firavun boğulacağı anda: «İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben O'na teslim olanlardanım» dedi.Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve fesat çıkaranlardandın.
[027.046-48] Dedi ki: «Ey kavmim, neden iyilikten önce, kötülük konusunda acele davranıyorsunuz? Allah'tan bağışlanma dilemeniz gerekmez mi? Umulur ki esirgenirsiniz»«Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık» dediler. Salih: «Uğursuzluğunuz Allah katındandır; belki imtihana çekilen bir milletsiniz» dedi.Şehirde dokuz çete vardı ki, bunlar o yerde bozgunculuk yapıyor, iyilik yapmaya yanaşmıyorlardı.
[028.076-77] Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.Ve Allah'ın sana verdiğinde, ahiret yurdunu araştır ve dünyada olan nâsibini de unutma ve Allah sana ihsan ettiği gibi ihsanda bulun ve yeryüzünde fesat arama. Şüphe yok ki, Allah müfsitleri sevmez.
[029.028] [SY] Lût’u da halkına resul olarak gönderdik. Onlara dedi ki: «Nedir bu haliniz? Siz dünyada sizden önce hiç kimsenin yapmadığı pek iğrenç bir şey yapıyorsunuz. Siz, gerçekten erkeklere gidecek, yolu kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapıp duracak mısınız?» dediği zaman, kavminin cevabı ancak şöyle demeleri oldu: «Haydi, getir bize Allah' ın azabını, eğer doğru söyleyenlerden isen!»
[029.036] Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın! dedi.

Yeryüzünde fesad çıkarmaya meyyal olan insanın, bu fesadının cezasını dünya ve ahirette çekeceklerine dair elçiler tarafından verilen haberleri red ederek fesada devam etmelerinin akıbetleri helak ile neticelenmiştir. İnsanın fesada yönelik eylemleri hiç bir zaman yanında kar kalmamış ya helak edilmek yada başkaları tarafından önlenmek sureti ile bu fesadlarının cezalarını her zaman çekmişlerdir. 

Kur'anda en fazla yer tutan kıssa olan Musa as ve israiloğulları ile ilgili anlatımlar da fesad kelimesinin  fazlaca kullanıldığı görülmektedir. İsrailoğulları prototip bir kavim olarak arz üzerinde fesad çıkaran ve bu fesadlarının cezasının yaşanmış olarak gören bir kavim olup o kavmin yaptığı fesada karşılık gördükleri muamele sadece onlara has bir durum olmayıp bütün insanlar için geçerli olan bir durumdur. Kuranın nazil olduğu dönem itibarı ile düşünecek olursak muhatap kavim olan israiloğullarına ,bir çok ayette fesada koşmamaları emredilmekte , şayet fesada devam etmeleri halinde önceden başlarına gelenlerin yine tekrarlanacağı tehdidi ayetlerde yapılmış olup ve bu tehdid, müslümanların onları yerlerinden sürmeleri ve savaşta katletmeleri şeklinde gerçekleşmiştir.

 [002.251] Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Carut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.

 Bakara s 251. ayetinde diğer fesadçılar tarafından yurtlarından çıkarılan israiloğullarının Allah cc nin yardımı ile savaşarak fesadçıları alt ettikleri bildirilmekte olup fesadın ortadan kaldırılmasının da şekli anlatılmaktadır. Ancak israiloğulları Muhammed as elçi olarak geldiği zaman müslümanlara karşı fesad hareketine devam etmişlerdir. İsraioğullarına zulmedenler Allah cc nin sünneti gereği etkisiz hale getiriliyor , ama sonra zulme uğrayan israiloğulları bu zulmü ve fesadı kendileri işlemeye başlayınca sünnetullah yine işliyor ve bu sefer israiloğulları başkaları tarafından etkisiz hale getiriliyor.

[017.004-8]  Ve İsrailoğullarına kitapta hükmettik ki, muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak ki, bük bir yükselişle yükseleceksiniz. Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi. «Bunun ardından sizi onlara galip getireceğiz; mallar ve oğullarla size yardım edecek ve sizin sayınızı artıracağız.»İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz dönerseniz Biz de döneriz. Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır.

İsra s. 4-8. ayetlerinde Allah cc nin bir sünneti olarak fesada koşanların başkaları tarafından her zaman bertaraf edileceği haberi verilerek bu sünnetin israiloğulları üzerinde geçmişte olan uygulaması hatırlatılmakta ve eğer aynı fesada koştukları takdirde önceki akıbetlerine uğrayacakları haber verilmektedir. İsra s. nin mekkede hicrete yakın bir zamanda nazil olduğu ve bu ayetlerde israiloğullarının karşılacakları müslümanlara karşı takınacakları fesadçı tutumlarının cezasız kalmayacağı önceden haber verilmektedir. İsra s. 4-8. ayetler arası ulusların dünya üzerinde halleri açısından çnemli bir bilgi içermekte olup " zulm ile abad olanın ahiri berbat olur" atasözü ile bir paralellik arzetmektedir.

[002.060]  Ve bir vakit Musa, kavmi için su dilemişti, biz de asan ile taşa vur demiştik, onun üzerine ondan on iki pınar fışkırdı, her kısım insanlar kendi su alacağı menbaı bildi, Allahın rızkından yeyin, için de müfsitlik ederek yer yüzünü fesada vermeyin.
[007.142]  Musa'ya otuz gece vade verdik. Sonra bunu on ile tamamladık. Böylece Rabbının ta'yin ettiği vakit, kırk gece olarak tamamlandı. Musa kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmim içinde, benim yerime geç. Islah et ve fesadçıların yoluna uyma.
[002.011-12] Kendilerine: «Yeryüzünde fesat çıkarmayın» denildiğinde: «Biz yalnızca ıslah edicileriz» derler. Haberiniz olsun; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.
 
[002.027] Allah'ın ahdini pekiştirdikten sonra bozanlar, birleştirilmesini emrettiği şeyi koparanlar, yeryüzünde fesad çıkaranlar, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
 [005.064]  Yahudiler dediler ki: Allah'ın eli bağlıdır. Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın, la'net olsun. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, nasıl dilerse öyle infak eder. Rabbından sana indirilen; andolsun ki, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfürünü artıracaktır. Onların aralarına kıyamet gününe kadar sürecek kin ve nefret saldık. Savaş için ateşi ne zaman körükleseler; Allah, onu söndürür. Ve yeryüzünde fesada koşarlar. Allah, ise fesadçıları sevmez.

Allah cc nin fesad çıkarmayın emrini elçileri ile alan israiloğulları bu emre tabi olmak yerine isyan etmişler ve bu isyanları Muhammed as ın gelmesi ile onun medineye hicretinden sonra had safhaya ulaşmıştır. Allah cc koyduğu sünnet gereğince (22.40/2.251) israiloğullarının bu fesadını müslümanlar eli ile bertaraf etmiştir. 

 [059.002-5]  Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.Allah onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada başka şekilde azap verecekti. Ahirette onlara ateş azabı vardır.Bu, Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması şüphesiz çetindir.İnkarcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah'ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır.

 Haşr s. 2-5. ayetlerinde fesad ehli olanların koyulan sünnet gereği nasıl alt edildiklerinin örneği yaşanmış şekli ile bizlere bildirilmekte olup bu sünnet kıyamete kadar geçerli olmuş olmasına rağmen fesadı savmakla yükümlü olan bizlerin o fesada karşı gerekli olan kuvveti hazırlayarak Allah cc nin yardımını talep etmememiz nedeniyle böyle hakir ve zelil biçimde fesadçıların elinde zulme uğramaya devam etmekteyiz, bu devamlılık bizler gerekli olan gücü ve kuvveti hazırladığımız zaman sona erecek ve fesad yeryüzünden kalkacaktır. Allah cc nin bizlere yüklemiş olduğu misyon bu olup gel gelelim bizler bu misyonun farkında bile olmadan fesadçıların yanında yardakçılık yapmaktayız.

[013.025]  Fakat Allah'a verdikleri sözü belgeledikten sonra bozanlar ve Allah'ın, birleştirilmesini emrettiği ilişkileri koparanlar ve yeryüzünü fesada verenler; işte bunlar, lanet olsun onlara ve yurdun kötüsü de onlara olsun!
 [016.088] Onlar ki kendileri kâfir oldukları gibi başkalarını da Allah yolundan çevirirler... İşte başka insanları da ifsad ettikleri için, onların cezalarını kat kat artırırız.
 [008.073]  Dini inkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar.
[011.116]  Sizden önceki nesillerde, dünyada fesat ve düzensizliği menedecek, böylece onları helâk olmaktan koruyacak idrâk ve fazilet sahipleri bulunmalı değil miydi? Onların içinden görevlerini yaptıklarından ötürü kurtardığımız az kimse var. Zalimler ise içinde bulundukları refahın ardına düştüler. Doğrusu onlar suçlu kimselerdi.
[028.077]  Ve Allahın sana bu vergisi içinde sen Âhıret evini ara ve Dünyadan nasîbini unutma da Allahın sana ihsan ettiği gibi ihsan et ve Yer yüzünde fesad arama, çünkü Allah müfsidleri sevmez
[030.041]  İnsanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat meydana geldi (ki Allah) yaptıklarının bazısını kendilerine tattırsın ki vazgeçsinler
[038.028] Biz hiç, iman edip makbul ve güzel iş yapanlara, ülkede fesat çıkararak nizamı bozanlarla aynı muameleleri yapar mıyız? Yahut Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınanları, yoldan çıkanlarla bir tutar mıyız?

Fesad ve kan dökücülük tarafı olan insanın bu şekil bir hayat sürmesinin yanlış olduğu Allah cc ni göndermiş olduğu elçileri ile defalarca hatırlatılmış olmasına rağmen bir çok insan bu fesada devam etmiş ve onun koyduğu bir sünnet dahilinde bu fesadları ortadan kaldırılmıştır. Fesad kıyamete kadar devam edecek bir olgu olmasının yanısıra fesadla mücadelede kıyamete kadar sürecek bir olgudur. Fitne yeryüzünden kalkıncaya din Allah ın oluncaya kadar mücadeleye devam edilmesini emreden rabbimizin bu emri bizler tarafından nasıl uygulanmaktadır?.

Bugün fesadçıların zulmü altında ezilen insanların bir çoğu müslüman kimliği taşımakta olanlar olduğu bir gerçektir. Müslüman kimliği taşımakta olanların vazifeleri fesada engel olmaları gerekirken fesadçıların zulmü altında inlemeleri bir yerlerde yanlış yapıldığını göstermektedir, yapılan yanlış nedir ?

[002.193]  Bir fitne kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer vazgeçerlerse, artık düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.

Rabbimiz kendisine iman ettiğini iddia edenlere bakara 193. ayetinde beyan edildiği üzere bir görev vermiş ve bu görevin yerine getirilmesi için belirli şartlar koymuş , bu şartlar Muhammed as ve ona tabi olanlar örneğinde , mesela bedir örneğinde yerine getirilmiş ve galibiyet ile sonuçlanmıştır, uhud örneğinde olduğu üzere yerine getirilmemiş ve yenilgi kaçınılmaz olmuştur. 

Aynı şartlar bugün de geçerli olup yerine getirlidiği takdirde fesadın kökü kazınacak ve Allah cc nin verdiği söz yerine gelecektir , şayet bu gün bizler sadece ellerimizi açıp yalvarmak sureti ile bu fesadın kökünün kazınacağına inanıyorsak büyük bir yanılgı içinde olduğumuzu söylemeye gerek bile yoktur çünkü durum ortadadır. Allah cc kendi üzerine vazife olarak aldığı kullarına yardım sözünün, o kullarının  yattığı yerden dua ederek gerçekleşmeyeceğini aksine küfre karşı koymak için gerekli olan her ne varsa onu yerine getirerek gerçekleşeceği bilinmelidir. 

Fesada koşmak sureti ile insanların bir kısmının diğer bir kısmı üzerinde zulüm ve baskı oluşturması Adem'in iki oğlunun başından geçen olaydan sonra başlamış ve kıyamete kadar devam edecek bir gerçektir. Allah cc koymuş olduğu bir düzen içinde bu fesadçıların zulümlerine başka kulları eli ile son vermekte olup bu kulların fesada karşı koymak için gerekli teçhizatı meydana getirdiği zaman bu fesad o zaman son bulacaktır " Zülkarneyn kıssası bize ne anlatıyor?" başlıklı yazıda bu konuyu Zülkarneyn kıssası bağlamında ele almaya çalışmıştık.

Bugün müstekbirlerin dünya üzerindeki yapmış olduğu fesad eğer birileri tarafından bertaraf edilemiyorsa bu bizlerin sorumluluğu olup bu zulme ve fesada neden karşı koymaya çalışmadığımızın hesabı ahiret günü sorulacaktır. Müslümanlar olarak her türlü teknik donanıma sahip olarak bu fesada akrşı koymamız gereken bizler sadece ellerimizi havaya açarak beddua seansları ile bu fesadın Allah cc nin gökten indireceği melekler ile son bulacağını sanıyorsak yanılıyoruz ve daha çok bekleriz Allah cc nin onları biz yatar halde iken helak etmesini . Allah cc böyle bir sünnet koymadığı için ya sünnetin değişmesini bekleyeceğiz (bu mümkün değil tabiki) yada halimizden memnun celladına aşık mahkumları oynamaya devam edeceğiz.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

5 Haziran 2014 Perşembe

Enbiya s. 7 ve 10. Ayetlerinin Meali Üzerine Bir Kaç Söz

Kur'anın arapça bir kitab olması ve bu dili bilmeyenler için kur'anı anlama yollarından birisi yapılmış olan çevirileri okuyarak anlamaya çalışmaktır. Kur'an çevirisi yapmak için sadece arapça bilmenin yeterli olmadığını , kur'an bütünlüğüne hakimiyet gerektirdiğini , belkide en önemlisi ön kabullerden sıyrılarak ümmi bir kafa ile kur'ana yaklaşılması gerektiğini bazı ayet mealleri ile ilgili yaptığımız çalışmalarda vurgulamaya çalışmıştık. Enbiya s. 7. ve 10. ayetleride bu tür yanlışlara kurban edilmiş ayetler olup yazımızda bu yanlışlıkların üzerinde durmaya gayret edeceğiz. Önce enbiya s. 7. ayeti üzerinde durmak istiyoruz.

Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
 [021.007]  Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.

Ayet kısaca, Allah cc nin elçi gönderme sünnetinin bir gereği olarak daha önce elçi ve kitab la muhatap olmuş olan, Allah cc nin elçileri ile göndermiş olduğu vahyin ortak adlarından biri olan "ezzikr" yani tevratı okuyan insanların elçi gönderilmesi şekli ile vahye muhatap oldukları bilgisine sahip oldukları anlatılmakta olup , Muhammed as ın bu sünnet gereğince gönderilen elçilerden olduğu bildirilmektedir.

Aynı surenin 105. ayetinde " Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık." buyurulmukta olup ,zikr'in ne olduğu bildirilmiş ve bu zikr'i yani tevrat'ı okuyanların elçi ile muhatap oldukları için "zikr ehli" olarak adlandırılmaları 7. ayette bu sünnet gereği elçi muhatap olan zikr ehline sormaları bildirilmektedir. Ayrıca nahl s. 43. ayetide aynı metne sahip olan bir ayet olup aynı hata bu  ayette de tekrarlanmıştır.

 Ayetin orjinal metnine uygun olan çevirinin yukardaki şekilde olmasına rağmen şu şekilde meallere rastlamaktayız. 

[021.007]  Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz.
[021.007] Ve senden evvel de göndermedik, ancak kendilerine vahyeder olduğumuz birtakım erkekler gönderdik. Eğer siz bilmez kimseler oldunuz ise artık bilgin zâtlardan sorunuz.

Ayetin metnindeki " fes'elu ehlez zikir" (zikir ehline sorun) ibaresini "bilenlere" yada " bilgin zatlara" şeklinde bir çeviri yapılmış, bu şekil çeviri baz alınarak bazı insanların elinde özellikle kur'anın anlaşılmayacağını, bazı insaların yazdıklarını okumaktan başka çıkar yol olmadığını iddia edenlerin joker ayeti haline gelmiş ve " bak ayet var bilmiyorsanız bilenlere sorun buyuruyor Allah " denilerek ayet art niyetlilerin elinde kurban edilmiştir. Kişi bilmediğini başkasına sorup öğrenebilir bu doğal bir durumdur, ancak kafaları belli zatların eline vermek için bu ayetleri kullananların yaptıkları işin adı tahrifçiliktir. 

 İsrailoğulları ile ilgili ayetleri hatırlayacak olursak tevrat a yaptıkları mualemenin anlatıldığı ayetlerde" dillerini eğip bükmeleri" , "kelimeleri yerlerinden oynatmaları" , "kitab tan olmadığı halde bu kitab tan" demeleri gibi ifadelerin karşılığı maalesef mealler yolu ile Allah cc nin kitabını eğip bükerek istediklerini söyletme çabaları olarak kur'anda gerçekleşmektedir. 

Yazımızın konusu olan enbiya s. 10. ayeti de şöyledir. 

 Lekad enzelnâ ileykum kitâben fîhi zikrukum, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
 [021.010] Andolsun ki; size, içinde zikrinizin bulunduğu bir Kitab indirdik. Hala akletmiyor musunuz?

Bu ayet ise bağlamdan kopuk olarak meallendirilmiş bir ayet olup şu şekilde meallendirmeye gidilmiştir. 

[021.010] And olsun ki,size şerefiniz ve öğüt veren bir Kitap indirdik; akletmiyor musunuz?
[021.010] [E0] Şanım hakkı için size bir kitab indirdik ki bütün şanımız onda? hâlâ akıllanmıyacakmısınız?

Ayetin metninde geçen "zikriküm" kelimesinin "şan-şeref" şeklinde çevrildiği görülmektedir. Sureyi başından okuyacak olursak vahyin inkarcılarına hitab ettiği görülecek ve bu inkarcılara kendilerinden önceki inkarcı atalarının başlarına gelenlerin anlatıldığı görülecektir.

Aynı surenin 24. ayetine baktığımızda şöyle buyurulmaktadır. 

Emittehazû min dûnihî âliheh(âliheten), kul hâtû burhânekum, hâzâ zikru men maiye ve zikru men kablî, bel ekseruhum lâ ya’lemûnel hakka fehum mu’ridûn(mu’ridûne).
 
[021.024] Yoksa ondan başka ilâhlar mı edindiler? De ki: haydi getirin bürhnınızı, işte benimle beraber olanların zikri ve benden evvelkilerin zikri, fakat çokları hakkı bilmezler de onun için ı'raz ederler

Allah cc elçisine indirmiş olduğu kitabın muhteviyatında önceki göndermiş olduğu elçilere inanan ve inanmayanların haberlerini de vererek akıbetlerini anlatmakta olup enbiye s. 10. ayetinin de bu bağlam içinde okunması gerektiğini düşünmekteyiz, surenin ilk ayetlerini okuyacak olursak "zikriküm" kelimesi ifade edilen şeyin ne olduğu gayet kolay anlaşılacaktır. 
 [021.001]  İnsanların hesap verme günü yaklaştığı halde onlar halâ gaflet içinde gerçeğe yüz çeviriyorlar.
[021.002]Rablerinden kendilerine yeni bir zikir gelmeyiversin, onlar bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinlemektedirler.
[021.003]  Onların kalpleri tutkuyla-oyalanmadadır. Zulme sapanlar, gizlice fısıldaştılar: «Bu sizin benzeriniz olan bir beşer değil mi? Öyleyse, göz göre göre siz büyüye mi geleceksiniz?»
[021.004]  Dedi ki: Benim Rabbım; gökte ve yerde söyleneni bilir. O; Semi'dir. Alim'dir
[021.005] «Hayır,» Dediler, «Karışık rüyâlardır, Hayır, onu iftira etmiştir, o belki bir şairdir. İmdi bize evvelkilerin gönderilmiş oldukları gibi bir âyet getiriversin.»
[021.006] Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir belde iman etmemişti; şimdi bunlar mı iman edecekler?
[021.007]  Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.
[021.009]  Sonra onlara verdiğimiz söze sadık kaldık, böylece onları ve dilediklerimizi kurtardık da ölçüsüz davrananları yıkıma uğrattık.
[021.010] Andolsun ki; size, içinde zikrinizin bulunduğu bir Kitab indirdik. Hala akletmiyor musunuz?
[021.011] Biz, zulmeden, ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik.
[021.012] Bizim zorlu-azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp-kaçıyorlardı.
[021.013]  «Uzaklaşıp-kaçmayın, içinde şımarıp-azdığınız refaha ve yurtlarınıza dönün; çünkü sorguya çekileceksiniz.»
[021.014]  «Yazıklar bize» dediler. «Gerçekten biz, zalimmişiz.»
[021.015] Onların bu yakınmaları, biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ocak durumuna getirinceye kadar son bulmadı.

Sonuç olarak; kur'an meali yapabilmek için gerekli olan 1-arapça bilmek 2- kur'an bütünlüğüne sahip olmak 3-ümmi bir kafaya sahip olmak 4-eğip bükme amaçlı olmamak gibi şartlardan birisinin eksik olması halinde ortaya çıkan meal çalışmalarının enbiya s. 7. 10. ayetlerinin bazı meallerdeki şeklinin, 7. ayet bazında söyleyecek olursak birilerini adres göstererek oraya kafayı kiralamak zorunda olduğumuz şeklindeki düşüncelere payanda amaçlı bir çeviri olduğu , diğer 10. ayetin ise bağlam gözetilmeden yapılan bir mealin sonucu olduğu ortadadır. 
 
                                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Haziran 2014 Pazartesi

İsra s.59.Ayeti ile Muhammed a.s ın Mucizeleri!! Arasında Kalmak

Bugün müslümanlar arasında Muhammed as ın Allah cc nezdindeki konumu konusunda farklı algıların mevcudiyeti bir gerçektir. Özellikle diğer elçilere verildiği gibi dilimizde mucize olarak bildiğimiz  görsel ayetler den ona verilmeyişi bizlerde diğer elçilere karşı bir eziklik ! duygusu uyandırmış ve "sende ne varsa bizde iki misli var" kabilinden ona atfen bir çok mucize hikayeleri uydurulmuştur. Elçileri yarıştırma mantığı içinde yürütülen bu gizli savaş! müslümanlar arasında bir akide haline dönüşmüş ve bu mucizeleri red etmek dinden çıkmak anlamında görülmeye başlanmıştır, gerçekten bu böylemidir? diye sorduğumuz zaman ve bu sorunun cevabını kur'anda aramaya kalktığımız zaman alacağımız cevap , kesinlikle hayır olacaktır.

Bir müslümana eğer , "kur'an senin için ne ifade ediyor?" diye sorduğumuz zaman alacağımız cevap , " kur'an Allah cc nin indirdiği bir kitab ve o kitab bizler için ana kaynaktır" cevabı olacaktır, ama bu cevap tercih noktasında hayat içinde karşılığını çoğu zaman bulmamakta , rivayetler ve kur'an arasında kalındığı zaman tercih edilen kaynağın rivayetler olduğu görülmekte olup bu durum ona atfedilen mucizeler!! içinde geçerlidir. Kur'an ayetlerinin bir çoğu Muhammed as a böyle bir şeyin verilmediğini bildirmesine rağmen bir çoğumuz bu ayetleri arkaya atarak rivayetler ile inanç haline getirilmiş sahte mucize hikayelerine iman eder olmuştur. Bu yazımızda şahitliği yerine getirmek için bu konunun kur'an ayetlerinde nasıl bildirildiğini paylaşacağız inş. 

Muhammed as ın mekkeli muhatapları onun elçiliğini inkar ederek ondan , okuduğu ayetler dışında görsel ayetler istemişlerdir , bu istekleri kur'an ayetlerinde şöyle anlatılmaktadır. 

 [006.037]  Ve dediler ki: Ona Rabbından bir ayet indirilmeli değil miydi? De ki: Şüphesiz Allah, ayet indirmeye kadirdir. Ne var ki, onların çoğu bilmezler.
 [006.109]  Onlar, bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; eğer kendilerine bir ayet gelirse mutlaka ona inanacaklar. De ki: Ayetler; ancak Allah'ın nezdindedir. O, geldiği zaman da onların yine inanmayacaklarının farkında değil misiniz?
 [010.020]  Bir de «Ona Rabbinden  bir âyet indirilse ya!» diyorlar. De ki: «Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz.»
 [013.007]  Küfredenler, derler ki: Ona Rabbından bir ayet indirilmeli değil miydi? Sen; ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir yol göstericisi vardır.
 [013.027]  Küfredenler dediler ki: Rabbından kendisine bir ayet inidirilmeli değil miydi? De ki: Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.
 
[025.007]  Ve dediler ki: «Bu Resûl için ne var ki, yemek yiyor ve çarşılarda yürüyor ona bir melek indirilmeli değil mi idi ki, artık O'nunla beraber bir korkutucu olsa idi!»
 [006.008]  «Ona bir melek indirilmeli değil miydi?» dediler. Bir melek indirmiş olsaydık iş bitmiş olurdu da onlara göz bile açtırılmazdı.
 [011.012]  Şimdi belki de sen, onların: «Ona bir hazine indirilse veya beraberinde bir melek gelse ya!» demeleri yüzünden için sıkılarak, sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise herşeye vekildir.
 [017.090-95] Şöyle söylediler: «Bize, yerden kaynaklar fışkırtmadıkça sana inanmayacağız»,«Veya hurmalıkların, bağların olup, aralarında ırmaklar akıtmalısın.»«Yahut da iddia ettiğin gibi, göğü tepemize parça parça düşürmeli, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin.»«Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.» De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim. İnsanlara doğruluk rehberi geldiği zaman, inanmalarına engel olan, sadece: «Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi?» demiş olmalarıdır. De ki: «Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik.»
 [029.050-51]  Ve dediler ki: «Onun üzerine Rabbinden âyetler indirilmiş olmalı değil mi idi?» De ki: «O âyetler ancak Allah'ın indindedir ve ben ancak bir apaçık nezirim.» Kendilerine okunan bir Kitap'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır.
 [020.133]  Rabbından bize bir ayet getirseydi ya derler. Onlara önceki kitablarda apaçık deliller gelmedi mi?

Yukarda verdiğimiz ayet meallerinde Muhammed as ın mekkeli muhataplarının okunan vahiy haricinde gözleri ile görecekleri ayet yani mucize olarak bildiğimiz şeyler istenmiş ve her defasında bu istekler red edilmiştir.

Muhammed as ın vefatı sonrasında oluşturulan insan üstü elçi portresinin bir uzantısı olarak rivayet kitaplarında ona atfen onlarca mucize!! uydurulmuş ve bir akide konusu haline getirilmiştir. Bu ayetlerin hiç bir olmasa sadece isra s. 59. ayeti bu konuda bizlere bir bilgi vermiş olsaydı bu ayet bile bizim mucize diye bir şey olmadığına dair düşüncemizi oluşturmaya yeterli gelirdi. 

 [017.059]  O istenilen âyetler (mu'cizeler) le risalet vermekten bizi men'eden de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler tekzib ettiler, Semude gözleri göre göre o nakayı verdik de onunla kendilerine zulmettiler, halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz

İsra s. 59. ayetinde net olarak ve hiç bir farklı bir te'vile gerek kalmayacak şekilde , Muhammed as dan istenen mucize nin verilmeme sebebi nin, mekkelilerin onuda red edecekleri ve bu red edişleri neticesinde semud kavmi gibi helak edilecekleri  bildirmektedir. 

Kur'anda helak edildiği bildirilen kavimlere uygulanan sünnet'in uygulaması bu şekildedir, şayet Muhammed as a böyle bir mucize verilmiş olsaydı bu mucizeye inanmayanların helak edilmeleri gerekirdi. Burada yapılan çok vahim bir hata vardır şöyleki; Muhammed as ı yüceltmek adına onun adına uydurulan mucize iftiraları Allah cc nin kadrini düşürmek anlamına gelmektedir, diğer kavimler için geçerli olan helak sünneti mekkeli ler içinde geçerli olup eğer görsel bir ayet indirilmiş olsaydı bunu red edecekler ve helak üzerlerine hak olacaktı. Allah cc nin sünnetini bilmeden sadece başka elçilerden aşağı kalmasın şeklinde uydurulan bu iftiraların sahipleri ve savunucuları hesap gününde bu iftiralarının karşılıklarını nasıl alacaklarını söylemeye bile gerek yoktur.

Şimdi bir tercihte bulunmamız gerekmektedir, ya rivayetler ile örülmüş mucize hikayelerini kabul edip isra s. 59. ayeti ve benzerlerini red edeceğiz, yada o kadar kitaplar , o kadar alimler bunu bilmiyorda senmi biliyorsun şeklinde itiraz edip ayetleri arkaya atacağız. 

Müslüman olmak demenin , Allah cc nin indirmiş olduğu kitaba tabi olmak demek olduğunu, din adına gelen bilgiler eğer kur'ana ters ise bu bilgi eğer Muhammed as adına geliyorsa " o kur'ana rağmen ona aykırı bir söz söylemez" diyerek o bilginin adının sadece Allah ve resulune bir ifira olacağı, eğer bu bilgiler meşhur alim!! olarak bilinenlerden geliyorsada onların söylediklerinin Allah ve elçisine iftira olduğu bilinmelidir. 

Sonuç olarak; kur'ana aykırı olarak oluşturulmuş din algısı içinde önemli bir yer tutan Muhammed as ın mucizeleri!!! bölümü kur'an ayetlerini red ederek oluşturulmuş bir algı olup , müslümanlar , ya kur'ana rağmen gelen bilgileri kabul etmeye devam edip kur'anı inkar edecekler , ya kur'an ayetleri bizim için her konuda bilgi ve inanç kaynağı dır diyerek bu gibi iftiraları red eceklerdir. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Neml s. 40. Ayetinde Hükümdarın Tahtını Getiren Kim ?

Neml s. içinde anlatılan Süleyman as kıssasını hatırlayacak olursak, Süleyman as sebe adlı ülkenin hükümdarına kendisine teslim olması için bir mektub(kitab) gönderir , yanındaki mele'sine hükümdar gelmeden önce onun tahtını bana kim getirir? şeklinde bir soru sormuş ve bu soruya cinlerden bir ifrit'in "yerinden kalkmadan önce" cevabına karşılık , "ellezi indehu ilmün min elkitabi" (kitab'tan ilmi yanında olan) olarak anlatılan kişinin " onu sana gözünü kırpmadan getiririm" cevabını verdiğini görmekteyiz.  

Tefsir kitablarında bu kişinin kimliği etrafında farklı yorumlar olduğunu görmekle beraber, bu ayetin özellikle tasavvvuf ekolu tarafından istismar edilerek uçan kaçan şeyhlere mesned edildiğini de görmekteyiz. Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda , kıssayı okurken anlatıldığı zaman ve mekana hapsetmeden, ama yaşadığı zaman ve mekan içindeki olaylarıda red etmeden bir okuma yapılması ve bu kıssa dan alınması gerekli olan hisse üzerinde yoğunlaşmak gerektiğini hatırlatarak, kıssaları bu minval üzerinde okumanın örneklerini paylaşmıştık. Süleyman as kıssası ile ilgili olarak yazmaya çalıştığımız bir kaç yazıda bu metodu takip ederek, "bu kıssa bize ne mesaj veriyor?" sorusunun cevabını aramak merkezli bir çalışma yaptığımızı hatırlatarak neml s. 40 ayetindeki tahtı getiren'in kim OLABİLECEĞİ , kim olduğu demiyorum çünkü kim olduğu yönündeki kanaatim benim şahsi düşüncem olup ,yazılarımızın sonunda yazdığımız gibi en doğrusunu Allah cc bilir deyip bu konudaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. Öncelikle neml s. 40. ayeti ile ilgili olarak tefsir kitaplarında yapılan yorumları kısaca hatırlayalım.

Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuk(tarfuke), fe lemmâ reâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı rabbî, li yebluvenî e eşkur em ekfur(ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî) ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm(kerîmun).

[027.040] Kitaptan  ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu  yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin  lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

Kitab tan ilmi olan kimse için tefsirlerde şu yorumları görmekteyiz.

1-Hızır
2-Süleyman as ın veziri asaf bin berhiya
3-İsmi azam'ı bilen bir kişi
4-ada da yaşayan bir zat
5- Süleyman as ın kendisi
6- Cibril 

Bu görüşlerin kritiğini yaparak yazımızın hacmini büyültmeden bu ayetteki bahsedilen kişinin kim olduğu konusundaki görüşümüzü ve bu görüşümüzü dayandırdığımız delillerimizi sunmak istiyoruz. NEML S. 40. AYETİNDEKİ "KİTABTAN YANINDA İLMİ OLAN ZATIN ALLAH CC  olduğunu düşündüğümüzü belirterek bu düşüncemize dayanak olarak kullandığımız delillerimiz şunlardır. 

Öncelikle müşkil oluşturduğunu düşündüğümüz " gale" (dedi) kelimesi üzerinde durarak bu demenin nasıllığı ile ilgili düşüncemizi paylaşalım. Süleyman as ın "tahtı bana hanginiz getirir?" sorusuna cevaben 40. ayette "gale ellezi indehu ilmün min el kitabi" olarak vasfedilen kişi ile ilgili olarak bunu diyen kişinin bir şahıs olduğu düşüncesi hemen hemen bütün meal ve tefsirlere yansımış olup , "kitab tan ilmi olan kişi " olarak meal verilmiştir. Neml s. 40. ayetinde "gale" (dedi) kelimesi ile ifade edilen kişinin 3. ayrı bir şahıs değil "Allah dedi" şeklinde anlaşılması gerektiğini düşünüp bu demenin Süleyman as tarafından kulak ile duyulması gerekmemektedir.

Allah cc nin kulları ile konuşmasının keyfiyetini bildirdiği şura s. 51. ayetinde ki 1. konuşma şekli olan vahy'in, seçilmiş elçilerin dışındakiler için anlatılan şeklini kur'an ayetlerindeki anlatımları üzerinden bir kaç örnek vererek bu konuyu biraz açalım. Musa as  kıssasını hatırlayacak olursak, annesine vahyedilerek onu denize bırakması söylendiği anlatılır, bu vahyedilmeyi Musa as ın annesi duyu organları ile algılaması diye bir şey söz konusu olmayıp fıtratındaki annelik duygusunun verdiği evlat sevgisinin bir tezahürü olarak yapmış olup sesli bir uyarı olarak bunu duymamıştır. 

Bakara s. 259. ayetinde anlatılan 100 yıl ölü kalan birisinin  diriltildikten sonra olan konuşmalar , ikili bir mukaleme şeklinde verilmesine karşın Allah cc nin o kişinin duyu organları ile şahid olduğu bir konuşması olmamış olup,  konuşma tasviri içinde yapılan bir anlatım uslubudur.   

Zülkarneyn kıssası içinde kehf s. 86. ayetinde "Onlara azap da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin» dedik" şeklinde buyurulması bu demenin keyfiyetinin Zülkarneyn' e vahyedilmesi şeklinde değil mülk sahibi olan hükümdarlarının yetkisi olarak anlaşılması ve mülk sahiplerinin elinde yetki ile , ellerinin altındakilere ya iyi muamele yada azab etme durumunda olduklarını anlatmaktadır. Bu örnekleri kur'an içinden örnekler vererek dahada çoğaltmak mümkündür.

Neml s. 40. ayetinde "gale" (dedi) kelimesi ile ifade edilen sözü söyleyen kişinin illaki kulağın işitmesi şeklinde bir sözü söylemesi gerekli olmayıp Allah cc nin kulları ile konuşmasını anlattığı şura s. 51. ayetindeki 1. şekil çerçevesinde anlamak mümkündür. 

Sad s. 38. ayetinde , "«İşte bu, bizim vergimizdir. (Ey Süleyman) Artık sen de hesaba vurmaksızın, ver ya da tut.»"  buyurulması Süleyman as ın duyu organları ile algıladğı bir söz olmayıp hükümdarlara verilen yetki dahilinde ellerini altında olanlara yapabilecekleri davranış olarak anlayabiliriz.



"Ellezi indehu ilmün min elkitab" ( kitabtan ilmi olan kimse) ibaresine gelince bu kelimenin mesanisi rad s. 43. ayetinde karşımıza çıkmaktadır. 
Ve yekûlullezîne keferû leste murselâ(murselen), kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum ve men indehu ilmul kitâb(kitâbi).
[013.043]  Kâfir olanlar: Sen resûl olarak gönderilmiş bir kimse değilsin, derler. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi olan  yeter.

Bu ayet ile ilgili olarak yapılan tefsirlerde, kitab kelimesi ile ifade edilen şeyinhangi kitab  olduğu konusunda farklı yorumlara rastlamaktayız. Rad s. 43. ayetinde, "indehu ilmul kitabi" cümlesinin ," ve men" edatından sonra gelmesi şahid olarak Allah cc den başka, kitabın bilgisine sahip olan yeter şeklinde okunması gramer yapısına daha uygun olmasına rağmen Said bin cübeyr , Zeccac, Hasan el Basri bu cümle ile kastedilenin Allah cc nin kendisi olduğunu iddia etmişler ve bu ayete ," ibâdete müstehak olan ve Levh-i Mahfuz'dakileri ancak kendisi bilen kimse, benimle sizin aranızda şahit olarak yeter" şeklinde anlam vermişlerdir. 
 
Bu kişilerin böyle bir anlam vermesini kendimize delil olarak almamakla beraber bu düşüncemizi destekleyen birilerininde olduğunu görmek, bizi bu konudaki düşüncemizi ortaya koymada bir nebze olsun güçlendirmiştir. Burada "El kitab" olarak nitelenen kitabın hangi kitab olduğu şeklinde bir soru haliyle akla gelecektir. Kitab kelimesi kur'anda en fazla yer tutan kelimelerden olup kullanım alanı içinde Allah cc nin ilminin kayıtlı olduğu kitab olarak nitelenen ve bir başka adının da " levhi mahfuz" olarak bilinen müteşebih yani benzetmeli olarak kullanımıda mevcut olup, neml suresinde bu anlamda kullanıldığını düşünmekteyiz. Rad s. 43. ayetini ele alarak bu düşüncemize delil olarak kullanma sebebimiz budur, her ne kadar gramer açısından böyle bir anlam vermek zorlama olduğu düşünülsede "el kitabın indinde" olmasını, getireceğimiz başka deliller ile takviye etmek mümkündür.

"Levhi mahfuz" veya "Ümmül kitab" gibi  isimlerle nitelenen , Allah cc nin indinde olan bilgi sadece ona has olup bu bilgiye onun seçtikleri dışında kimse vakıf olamaz. İndinde olan bu bilgiden verdiği kimseler için kullandığı ifadeleri dikkate alarak şunları söyleyebiliriz. 

 Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ(ilmen).
 [018.065]  Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet  vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

Allah cc kendisine ait olan bir şey için kullandığı "indehu" kelimesine karşın kullarına verdiği için kullandığı kelime kehf s. 65. ayet örneğinde olduğu gibi "indina" (indimizden) kelimesidir, yani Allah cc kendi katında olan bilgi için "indehu" kullanmakta olup neml s. 40. ayetindeki bu kelimeyi' de " levhi mahfuzun ilmi yanında olan kişi" yani Allah cc olarak anlamanın daha doğru olduğunu düşünmekteyiz. Kehf s. 65. ayetinde ki kişi için kullanılan ibare "katımızdan bir ilim verdiğimiz kul" şeklindedir.

Neml s. 40. ayetinde kitab tan ilmi olan kişi şayet Allah cc olmayıp herhangi bir kul olsaydı bu kullar, tefsirlerdeki gibi gerek Süleyman as, gerek veziri , gerek cibril olduğunu düşünecek olursak bunlar için "indehu ilmun min el kitab" (el kitabın bilgisi indinde olan) ibaresi yerine kehf s. 65. ayetinde olduğu gibi " Fe vecedâ abden ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ"şeklinde bir ifade kullanılırdı.

Allah cc olduğunu iddia etttiğimiz kitabtan ilmi olan kişinin ," Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm" demesinin keyfiyetini illaki duyu organları ile idrak etmek gerekmez , Süleyman as ın elçi olması hasebiyle şura s. 51 ayetinde beyan edilen 1. veya 2. şekil konuşmadan birisi ile olması muhtemeldir.

"Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin  lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir."

Ayetin asıl mesaj taşıyan cümlesi üstteki cümle olup, Süleyman as açısından baktığımız zaman kendisine böyle bir imkanı sağlayan kişinin rabbi olduğunu ve onu denemeden geçirdiğini idrak ederek gurur ve kibire kapılmadan hemen rabbini anması , Süleyman as gibi güç ve mülk sahibi olanların ne şekil bir hal üzere olmaları gerektiğini hatırlatarak muhataplara bir mesaj  verilmektedir. Kıssa daki şahsin kimliğinden öte, Süleyman as ın sahip olduğu güce karşı verdiği karşılığın dikkate alınarak okunmasının daha doğru sonuçlar çıkaracağını düşünmemize rağmen şahsın kimliği konusunda düşüncelerimizi paylaşmak istedik.

Sonuç olarak; neml s. 40. ayetinde tahtı getiren şahsın kimliği üzerinde yaptığımız çalışmada bu kişinin Allah cc olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu iddiamız tefsir ve meallerde bahsedilen farklı kişiler olan Süleyman as , Cibril , Vezir gibi şahıslar olduğunu iddia edenlerin yanlış olduğunu iddia etmemekle birlikte ayette bahsedilen elkitabın "levhi mahfuz" olduğunu düşündüğümüz , levhi mahfuz'un bilgisinin Allah cc nin indinde olduğu , seçtiği bazı kullarına indinde olan kitab tan vermiş olduğu bilgi ile o kulların bilgi sahibi oldukları bilgisinden yola çıkarak böyle bir iddiayı dillendirmeye çalıştık, farklı bir yaklaşım olduğu için anlaşılmakta zorlanılacağını tahmin ederek elimizden geldiğince kur'an içinden bunu delillendirmeye gayret ettik. El kitab kelimesi ile ifade edilmek istenen levhi mahfuz harici bir kitab olduğu düşünülecek olursa tefsirlerde gördüğümüz anlamlar makul görülebilir, kur'an okumalarında farklı yorumların kur'an bütünlüğü gözetilerek , kiralık düşünceler ile yapılmadığı takdirde red edilmemesi gerektiğini hatırlatarak yazımızı her yazımızı bitirdiğimiz gibi bitiriyoruz. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

İsra s. 2-8. Ayetleri İle İlgili Bir Düşünce Çalışması

Bu yazımız bundan önce yazmış olduğumuz , "isra s. 1. ayetinin mesajı üzerine bir düşünce çalışması " başlıklı yazımızın  devamı mahiyetindedir. Adı geçen yazımızda , isra s. 1. ayetinin sonraki ayetler ile bir bağı olduğunu hatırlatarak 2.ve 3. ayetleri yazımız içinde ele almıştık. O yazımızı kısaca hatırlayarak 1. ayet sonrası ayetler ile ilgili düşüncelerimizi paylaşalım.

İsra s. 1. ayeti , Allah cc nin kendi üzerine vazife kıldığı elçilerine ve mü'minlere yardım etme sözünün Muhammed as ve ona iman edenler içinde geçerli olduğunu hatırlatmakta olup, bu durumu Musa ve Lut as ı kurtarması ile ilgili ayetler de geçen kelimeler ile arada bir bağ kurarak anlatmaya çalışmıştık. İsra s. 1. ayeti Muhammed as a mekke'den hicret etmesi konusunda ona yol gösteren bir ayet olduğunu bunu devam eden ayetlerde hicret edeceği yerdeki karşılaşacağı kavim olan israiloğulları ile ilgili bilgiler vermesinden anlamaktayız. Kısaca bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konumuz ile ilgili ayetlere geçebiliriz.

Ve âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâhu huden li benî isrâîle ellâ tettehızû min dûnî vekîlâ(vekîlen).
 [017.002]  Musaya da kitab verdik ve onu Beni İsrail için bir hidayet rehberi kıldık, şöyle ki: benden başka bir vekil tutmayın diye.

2. ayette Musa as a verilen kitabın, israiloğullarına yol gösterici ve Allah cc den başkasını vekil tutulmaması gerektiğini hatırlattığı beyan edilmekte olup aynı hatırlatmalara sahip olan kitabın'da Muhammed as verilmesi ile arada bir ortak bağ olduğu bildirilmektedir.Muhammed as a verilen kitap'ta o kitabın hidayet olduğu ve Allah cc den başkasını vekil tutmamamız bir çok ayette emredilmektedir.

[002.002]  İşte bu kitab, onda hiç bir şüphe yoktur, müttekiler için hidayettir.
[002.185]  Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık O'nu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.
[027.001-2]  Ta, Sin, Bunlar Kuran'ın, Kitab-ı Mübin'in ayetleridir. Mü'minler için bir hidâyettir ve bir müjdedir.
[031.001-3] Elif, Lam, Mim. Bunlar sana o hikmetli kitabın âyetleri Muhsinler için bir hidâyet ve bir rahmettir.
[041.044]  Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.)
[004.081]  «Peki» derler, fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara aldırış etme. Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter.
[004.132]  Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.
[033.003] Allah'a güven, Allah, vekil olarak yeter.

Zurriyyete men hamelnâ mea nûh(nûhin), innehu kâne abden şekûrâ(şekûren).
Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! muhakkak o, çok şükreden bir kul idi.

2. ayette ismi geçen israiloğulları ile ilgili olarak 3. ayette onlardan "Nuh ile taşınanların soyundan" oldukları ve Nuh as ın şükreden bir kul olduğu hatırlatması yapılmakta olup bu hatırlatmanın sebebi üzerinde biraz duralım. Bilindiği gibi Nuh as ile birlikte gemide taşınanlar insanlığın ikinci atası olarak bilinir, tufan olayında bütün inanmayanlar helak olmuş ve insanlık yeniden o gemiden inen insanların çoğalması ile devam etmiştir. Burada hitaba dikkat edilecek olursa Nuh tufanının bölgesel olduğu gibi bazı yorumların yanlış olduğuda ortaya çıkmakta olup insanların o gemideki insanların nesli oldukları hatırlatılmaktadır.

Meryem s. 58. ayetinden önceki ayetlerde , İbrahim,İshak,Yakub,Musa,Harun,İsmail,İdris as ların isimleri zikredildikten sonra " İşte bunlar; Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan ve İbrahim ile İsrail'in neslinden, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman; ağlayarak secdeye kapanırlardı." buyurularak insanlar arasında ortak bir bağ kurulmaktadır. Bu durum yasin s. 41. ayettede hatırlatılmaktadır "Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir."

Ve kadaynâ ilâ benî isrâîle fîl kitâbi le tufsidunne fîl ardı merreteyni ve le ta’lunne uluvven kebîrâ(kebîren).
[017.004]  İsrailoğullarına Kitap'da: «Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz» diye bildirdik.

"Qada" kelimesi, "ister sözle ister fiille olsun bir meselede veya işte nihai ayrımı yapmak" anlamında olup , ilahi ve beşeri olmak üzere iki ayrılır.(el müfredat)

İsrailoğullarının arz'da iki defa fesad yapacakları şeklinde verilen haberin kaynağı "el kitab" olarak ayette bildirilen, diğer ayetlerde "levhi mahfuz" olarak gördüğümüz Allah cc nin indindeki bilgi için kullanılan bir kelimedir. İsrailoğullarının arz üzerinde iki defa fesad yapacaklarının kitab'ta hükmedilmiş olması sanki onların bu fesadları haşa Allah cc tarafından onlara bir cebir şeklinde olacak  gibi görünmesine rağmen bu konuyu , Allah cc nin kullarına irade vermesi ve yaptıklarını bu iradelerini kullanarak yapmaları ve bunun neticesinde cennet veya cehennemi hakettiklerini bildiren ayetler eşliğinde okuyacak olursak bu fesadı kendi iradeleri ile yaptıkları anlaşılır. 

Arz üzerinde iki defa fesad çıkarmaları israiloğulları üzerine yazılmış olması ilk fesad dan sonra toparlanıp eski gücüne kavuşanların bu güçlerine güvenerek yeniden bir fesad hareketine giriştikleri takdirde yine aynı şeyler ile karşılaşacakları bildirilmektedir.

Bu ve sonraki ayetlere geçmeden ilgili ayetleri anlamamıza yardımcı olması için şunları söyleyebiliriz. Allah cc nin arz üzerindekiler için koymuş olduğu sünnetlerden birisi de fesadçıların engellenmesi olup bu engellemeyi diğer kullarının eli ile yaptırmasıdır. 

 [002.251]  Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
[022.040]  Onlar, başka değil, sırf «Rabbimiz Allah'tır» dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.

Bakara s. 251 ve hacc s. 40. ayetlerinde , Allah cc nin bir kısım insanı diğer bir kısım ile defetmesi şeklinde bir sünneti olduğunu görmekteyiz. İsrailoğulları da arz üzerinde yaşayan kavimlerden olup bu sünnetin de onlar için geçerli olup yerine geldiği haberi verilerek ne zaman böyle bir fesada girişseler o fesadın yanlarına kar kalmayacağı haber verilmektedir. 

 Fe izâ câe va’du ûlâhumâ beasnâ aleykum ibâden lenâ ulîbe’sin şedîdin fe câsû hılâled diyâr(diyâri), ve kâne va’den mef’ûlâ(mef’ûlen).
[017.005]  O ikiden birincisinin vakti gelince, üzerinize çok güçlü olan kullarımızı saldık. Onlar, memleketin her köşesini kontrollarına aldılar. Bu, yerine gelmiş bir vaad idi.

İsra s. 5. ayeti , bu sünnet'in israiloğulları üzerindeki uygulamasının gerçekleşmiş olduğunu haber vererek, verilen sözün yerine gelmiş olmasını , bundan sonraki yapacakları fesad için aynı sünnet'in cari olacağı bildirilmektedir. Bu ilk vaad'in ne zaman ve nasıl yerine geldiği konusunda tefsir kitapların da yorumlar bulunmakla birlikte konuya evrensel bir geçerlilik açısından bakmak tercihinde bulunduğumuz için bu tür yorumlar ile yazının hacmini genişletip okuyucuyu sıkmak istemiyoruz.

Yeri gelmişken şunu da hatırlatmak yerinde olacaktır; kur'an ayetlerine baktığımızda israiloğulları ile ilgili ayetlerin hayli bir yekün tuttuğu görülecektir, bunun sebebi insanın olumsuz tarafının bu kavim üzerinde bariz olarak ortaya çıkması ve onların bu yaptıklarının karşılıklarını nasıl aldıkları gösterilerek bizlere " onlar gibi olmayın" mesajı verilmektedir, ayetleri sadece israiloğulları çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman sadece kuru bir düşmanlık la sınırlı kalacak ve bize ibret olarak okunması gibi bir durum olmayacaktır. İsra s. 2-8. ayetlerinin de bu mantık çerçevesinde okunması ve ibret alınması gerektiğini düşünmekteyiz.

Summe redednâ lekumul kerrete aleyhim ve emdednâkum bi emvâlin ve benîne ve cealnâkum eksere nefîrâ(nefîren).
[017.006]  Sonra da onların üzerine tekrar size bir galibiyet verdik ve size mallar ile ve oğullar ile imdat ettik ve sizi aşiretce (düşmanlarınızdan) daha ziyâde kıldık.

6. ayet yine geçerli olan bir sünnet olan yıkımın ardından yükselmeyi ifade etmektedir. Bu şekil bir yükseliş kur'anda helak edilen kavimlerin üzerine kurulan medeniyetler ve o medeniyetlerin yine helak edilmesi ile ilgili olarak anlatılmaktadır. Bu olguyu özellikle mü'minun suresinde anlatılan kıssalarda ve Nuh as kıssası sonra 31-44. ayetlerde görmek mümkündür. 6. ayet'te anlatılan bir durum toplulukların yaşadıkları hayat içindeki iniş çıkışları olup "her inişin bir çıkışı , her çıkışın bir inişi vardır" şeklindeki kural gereğince hiç bir topluluğun elindeki güce güvenerek zulme sapmaması hatırlatılmakta olup bunun tersi bir durumda karşılacaklarının kendilerinden kuvvetli başka bir topluluk tarafından alt edilmeleri olduğu 7. ayette anlatılmaktadır.

İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev tetbîrâ(tetbîren).
[017.007]  İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.

7. ayette , fesadın devam etmesi halinde daha önce geçerli olan sünnet'in yine cari olacağı , önceki fesadlarının karşılıklarını nasıl aldıkları tekrar hatırlatılmakta ve yapacağınız iyilik ve kötülük kendiniz içindir denilerek alacakları karşılıkların kendi elleri ile yaptıklarının olacağı anlatılmaktadır.

Asâ rabbukum en yerhamekum, ve in udtum udnâ, ve cealnâ cehenneme lil kâfirîne hasîrâ(hasîren).
[017.008]  Olur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer dönerseniz Biz de döneriz. Öyle ya, Biz cehennemi kafirlere zindan yapmışız!

8. ayet , Allah cc nin merhamet etmesinin insanların fesaddan dönmelerine bağlı olduğunu , dönmedikleri takdirde akıbetlerinin neresi olacağı haberi verilmektedir.  

2-8. ayetler arası İsrailoğullarının arz üzerinde yaptıkları fesada karşılık nasıl bir karşılıkla cevap aldıkları hatırlatılarak, yine aynı surenin 101-104. ayetlerinde bu şekil bir fesadı israiloğullarına uygulayıp nasıl bir son ile karşılık gören firavun ve ordusu hatırlatılmakta olup, cari olan sünnetin sadece israiloğulları üzerinde değil bütün fesadçılara için geçerli olduğu olduğu bildirilmektedir.

[017.101] Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!»
[017.102]  Musa da: «And olsun ki, bunları göklerin ve yerin Rabbinin açık belgeler olarak indirdiğini biliyorsun. Ey Firavun! Doğrusu senin mahvolacağını sanıyorum» demişti.
[017.103]  Firavun bunun üzerine onları memleketten sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
[017.104]  Arkasından da İsrailoğullarına: «O topraklarda oturun! Ahiret vâdi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz» dedik.

İsra s. 2-8. ayetler arası israiloğullarından bahsedilmesi bizi bu durumun sadece onlar ile ilgili olmadığı aksine, Allah cc nin cari olan sünnetinin her topluluk için geçerli olduğu , bu sünnetin israiloğulları üzerinden anlatılması nuzül zamanı ve mekanı bağlamında düşünülecek olursa , isra s. 1. ayeti ile Hicret'e bir kapı açılmış olması ve hicret edilecek beldede karşılarına çıkacak olan kavim ile ilgili ön bir bilgi olarak düşünülebilir.

İsra s. 2-8. ayetlerinden , 1- nuzül zamanı ve mekanı açısından tarihsel bir bakış açısı,  2- bu olayın verdiği mesajı evrenselleştirip bütün zamanlara uyarlayarak bir mesaj çıkarmak mümkündür.  

Nuzül zamanı ve mekanı açısından baktığımızda bunu da ikiye ayırıp ayetlere 1-Müslümanlar , 2- israiloğulları açısından bakarak her iki tarafa verilmek istenen mesajı çıkarmak mümkün olabilir. Müslümanlar açısından baktığımız zaman isra s. 1. ayetinin Hicret'e kapı açan bir ayet olduğundan yola çıkarak hicret edecekleri yerde mevcut bulunan kavim ile ilgili bilgiler verilerek bu kavmin Müslümanlara karşı tutumları ve bu tutumları sonucu , eğer Müslümanlar Allah cc tarafından konuşmuş olan galibiyet şartlarını yerine getirdikleri takdirde bu kavmin fesadını engelleyecekleri haber verilmektedir. 

İsrailoğulları açısından bakarak onlara verilmek istenen mesaj ile ilgili olarak şunları söylemek mümkündür. İsrailoğullarının karşılacakları Müslüman topluluğun Nuh ile gemide taşınanlardan olmaları nedeniyle bir bağları olduğu ve iman ettikleri Musa as ve Tevrat'ı gönderen Allah cc nin şimdi Muhammed as ve kur'anı gönderdiği , ve onlarında buna iman zorunluluğu olduğu eğer iman etmeyip daha önceki zamanlardaki gibi fesad peşinde koşacak olurlarsa önceki sünnetin uygulanacağı tehdidinde bulunulmaktadır. Bilindiği gibi israiloğulları bu daveti kabul etmek yerine olanca gayretleri ile karşı koymuş ve fesada devam etmişlerdir.

[002.011] Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler.
[005.064] Yahudiler «Allah'ın eli sıkıdır» dediler. Bu sözlerinden ötürü elleri bağlansın. onlara lanet olsun! Tersine O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Rabbin tarafından sana indirilen ayetler onların çoğunun azgınlığını ve kafirliğini arttıracaktır. Onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek bir düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş ateşini körüklediler ise, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde hep fesad, bozgunculuk peşinde koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez.

Kur'anın medine'de inen pek çok ayetinde kitab ehline yapılan hitablarda onların nasıl bir yol izledikleri hakkında bilgi sahibi olmaktayız. İsrailoğulları Muhammed as a tabi olmama yolunda başı çekmiş bir topluluk ve fesad ve nifak yoluyla yolu engellemeyi her fırsatta denemişlerdir. Müslümanlar Allah cc nin koymuş olduğu sünnet çerçevesinde bir yol izleyerek fesadçılara karşı cihad edip onların fesadlarına engel olmuşlardır.

[059.002]  Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.
[059.003]  Ve eğer Allah, onların üzerine sürülmeyi yazmamış olsa idi, elbette onları yine dünyada muazzep ederdi ve onlar için ahirette ise ateş azabı vardır.

Haşr s. 2 ve 3. ayetleri örneğinde kitab ehlinden olan yahudilerin yapmış oldukları fesada karşı müslümanlar eliyle Allah cc tarafından nasıl cezalandırıldıkları anlatılmakta olup buna benzer ayetler özellikle medine'de inen surelerde görülmektedir. 

İsra s. 2-8. ayetlerini evrensel bir mesajı olması açısından okumaya tabi tutarsak şunları söyleyebiliriz; Bakara s. 30. ayetinde rabbimiz meleklere "ben arz üzerinde bir halife kılacağım" buyurmasına karşılık meleklerin , "orada kan akıtacak fesad çıkaracak olanımı yaratacaksın" şeklinde soru ve sorudaki "fesad" kelimesinin kur'an içindeki kullanımını göz önüne almadan , "melekler neden böyle dedi?" diye onun etrafında yapılan tartışmalar, maalesef Allah cc nin bizlere görev olarak verdiği fesada engel olmayı hatırımızdan çıkarmıştır.

İsrailoğulları örneği üzerinden arz üzerinde fesada koşanların , Allah cc nin koyduğu bir sünnet dahilinde başkaları tarafından bertaraf edileceği ve bu bertaraf edilmenin haberi onlara verilerek , fesadı terketmeleri aksi takdirde bu fesadlarının ortadan kaldırılması için Allah cc nin başka kullarını göndereceği haberi verilmektedir.

Bugün yaşadığımız arz üzerinde fesad hareketi yine israiloğullarının başı çektiği oluşumlar üzerinden yürütülmekte olduğu ve bu fesad hareketinden en fazla müslümanların etkilendiği bir gerçektir. Allah cc koymuş olduğu sünnetin gereklerinin müslümanlar tarafından yerine getirilmeden sadece kuru bir dua ile bu fesadın önlenemeyeceğini hala müslümanlar anlamış değillerdir. Allah cc kur'anı bir hayat ve o hayat içindeki olayların insanları nasıl etkilediği , hayat içinde olumsuz örnekliklerden olan fesadı yayanların ne şekilde engellenmesi gerektiği bir çok kur'an ayetinde bizlere hatırlatılmış olmasına rağmen bu ayetler maalesef eskilerin masalları mesabesinde okunmuş ders çıkrmak ve o dersi hayat içinde tatbikata geçirerek zalimlere engel olmak vazifemiz unutulmuştur. 

Zülkarneyn kıssası içinde okuduğumuz, fesadçı kavim olan ye'cüc ve me'cüc için yapılan seddin yapılmasının anlatılması bizlerin fesadçılara karşı nasıl karşı koymamızı öğ reten bir kıssa olmasına rağmen yine mesajdan uzak bir okuma ile masala dönüştürülmüştür. Bugün elimizi kolumuzu bağlayıp gmkten melekler inip fesadçıları helak edecek diye beklersek bu asla olmayacak aksine bu bekleyişimiz bizim helakımızı hızlandıracaktır. İsra s. 2-8. ayetleri israiloğullarının fesada devam etmeleri halinde başlarına gelecek olanı haber vermiş olup ve haberin gerçekliği Muhammed as ve ashabı eliyle onlara gösterilmiştir, bu gösterilişin nasıl olduğu yapılan savaşlar ile olup bugünde yapılması gereken bundan başkası değildir. Müslüman olmak iddiasında olmamız bizim görev olarak fesada engel olmak gibi bir vazife şuuru içinde olmamız gerektirmektedir , maalesef bugün müslümanlar olarak birbirimizi karşı kullandığımız silahı bile fesadçılardan temin etmemiz bizlerin bu şuurdan ne kadar uzak olduğumuzu göstermektedir.

Sonuç olarak; İsra s. 1. ayetinde Allah cc nin elçilerine vaad etmiş olduğu yardım ve galibiyet sözünün gerçekleşeceği haberi ve bu vaadin gerçekleşmesi için diğer elçilerin yaptığı gibi bulunduğu beldeyi terketmesi gerektiğini bilen Muhammed as a hicret edeceği yerde 2-8. ayetler arasında , karşılaşacağı topluluk ile bilgiler verilmiş olup , bu topluluğun adıl olan israiloğullarına'da karşılaşacakları topluluk olan müslümanlara tabi olmaları, fesad çıkarmamalarının hatırlatılması yapılmakta olup aksi takdirde önceki fesadlarında aldıkları karşılık hatırlatılarak aynı sünnetin cari olacağı bildirilmektedir. Yazılarımızda takip ettiğimiz anlama metodu olarak tercih ettiğimiz soru olan " ayetlerin bize olan mesajı nedir?" sorusuna cevap aramak çerçevesinde okumaya çalıştığımız ayetlerden olan isra s. 2-8. ayetler arasındaki tarihsel bağlamın yanısıra evrensel bir mesajı olduğunu da elimizden geldiğince paylaşmaya çalıştık bu metodu takip ederek yaptığımız çalışmaların kur'an etrafında birleşmiş olan kardeşlerimizin çalışmasına bir nebze ışık tutmak amaçlı olduğunu hatırlatmak isteriz. Özellikle kıssalar ile ilgili ayetlerin bu anlayış içinde okunması ve tarihi bağlamı çerçevesinden çıkarılarak yaşayanlara olan mesajının ne olduğu konusunda düşünülmesi gerektiği ,aksi takdirde tefsir kitaplarında bolca rastladığımız açmazlar içinde kalınması kaçınılmazdır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.