15 Temmuz 2018 Pazar

BAKARA SURESİ MEALİ

1- Elif, Lâm, Mim. 

2- İşte bu kitap ki onda şüphe yoktur, korunanlar için yol göstericidir.

3- O korunanlar ki, duyularla algılanamayana inanırlar ve kulluk görevlerini* ayakta tutarlar ve onlara rızık olarak verdiğimizden harcarlar. 

* Bu ayete bütün mealler (istisnalar hariç) Namazı dosdoğru kılarlar şeklinde anlam vermiş olmaları, Salat kavramının geniş bir anlama sahip olması gerçeğini bir kenara itmektedir. Bu kavram namazı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olduğu için, bu anlamın genişliğini meale yansıtmaya çalıştık. Yukimunessalate kelimesine verdiğimiz bu anlamı, Meryem s. 59. ayetini dikkate alarak tercih ettik. Ayrıca Mekke döneminde inen ayetlerde geçen Salat kavramının müşrikler tarafından içinin boşaltılmış olmasını haber veren ayetler, böyle bir anlamı vermemizdeki etkenlerden birisidir.

4- Ve o kimseler ki sana indirilmiş olana ve senden önceki indirilmiş olana da inanırlar. Ve onlar sonrakine de şüphe duymadan inanırlar.

5- İşte onlar, Rablerinden bir yol göstericilik üzerindedirler. Ve işte onlar, arzuladığına kavuşacakların ta kendileridir.

6- Şüphesiz ki örtenleri uyarsan da uyarmasan da, onlar için eşittir. Onlar inanmazlar.

7- Allah onların kalplerinin ve işitmelerinin üzerini mühürlemiştir. Görme yetilerinin üzerinde ise bir örtü vardır. Ve büyük azap onlar içindir. *

* 6. ve 7. ayetlerde bahsedilen inkâr edenlerin, Medine'de belirli bir gurup olduğu genelleme içermediğine dikkat edilmelidir. 

8- (Medine'deki) insanların bazıları, "Biz Allah'a ve sonraki güne inandık" diyorlar. Oysa onlar inananlar değildir.

9- Allah'ı(n elçisini)* ve inanmış olanları aldatıyorlar. Oysa kendilerinden başkalarını aldatmıyorlar ve bunun farkında değiller. 

* 9. ayette (elçisini) şeklinde açtığımız parantezin gerekçesi; Aldatma fiilinin Allah'a nispet edilerek kullanılmasının nedeni Allah'ın elçisine edilen muamelenin Allah'a edilmiş gibi olmasından ötürüdür. Ayrıca Fetih s. 10. ayetinde Allah'ın elçisine yapılan biatın Allah'a yapılmış gibi beyan edilmesi bu parantezi açmamızın gerekçelerinden birisidir (Nisa s. 80). 

10- Kalplerinde bozukluk vardır. Bundan dolayı Allah da onların bozukluğunu artırmıştır. Yalanlamaları sebebiyle acı azap onlar içindir.

11- Ve onlara, "Bu topraklarda bozuculuk yapmayın" denildiği zaman: "Biz ancak ve ancak  doğruluk için çalışanlarız" derler.

12- İyi bilin, şüphesiz ki onlar bozucuların ta kendileridir. Fakat bunun farkında değiller.

13- Ve onlara, "(İnanmış) insanların inandığı gibi siz de inanın" denildiği zaman: "Kıt akıllıların inandığı gibi mi inanalım?" derler. İyi bilin, şüphesiz ki onlar kıt akıllıların ta kendileridir. Fakat (böyle olduklarını) bilmiyorlar.

14- Ve inananlarla karşılaştıkları zaman, "Biz inandık" derler. Ve şeytanları ile yalnız kaldıkları zaman ise, "Şüphesiz ki biz sizinle beraberiz, biz ancak ve ancak onlarla alay edicileriz" derler.

15- Allah, alay etmelerinin karşılığını onlara verecektir*. Taşkınlıkları içinde bocalamalarını uzatmaktadır.

*15. ayette geçen Allahü yestehziu bihim cümlesinin bir çok mealde motamot bir tercüme ile, Allah onlarla alay eder şeklinde çevrilmesine karşılık, bizim bu şekilde çevirmemizin gerekçesi, Arapların işlenen bir suça verdikleri karşılığı aynı kelime ile ifade etmek bir üsluba sahip olmalarındandır. Arap şair Amr Bin Külsüm'ün şu beyitinde olduğu gibi: Dikkat edin kimse bize karşı bir cahillik etmesin, bu sefer cahillerin cahilliklerinden daha fazla cahillik ederiz. Şura s. 40 ayeti olan Bir kötülüğün cezası onun benzeri bir kötülüktür, Arapların kullandığı bu üslubun ayete yansımış halidir. 

16- İşte onlar, doğru yola karşılık sapkınlığı satın almışlardır. Artık bu ticaretleri onlara fayda sağlamamış ve doğru yolu bulamamışlardır.

17- Onların örneği, ateş yakmak istemiş birinin örneği gibidir. (Ateş)  çevresinde olanı aydınlattığında, Allah onların ışıklarını giderdi ve onları karanlıklara terk etti. Onlar göremezler.

18- Sağır, dilsiz, kördürler. Onlar artık dönmezler.

19- Veya (onların örneği) içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek bulunan, gökten boşalan yağmura tutulmuş, çakan yıldırımlardan dolayı ölümün çekincesine kapılarak, parmaklarını kulaklarına tıkayanlar(ın örneği) gibidir. Allah örtücüleri çepeçevre kuşatıcıdır.

20- Şimşek neredeyse onların görmelerini kapıp götürüverecek. (Şimşek) onları her aydınlattığında, on(un aydınlığın)da yürürler. Üzerlerine karanlık çökertildiği zaman ise, dikilip kalırlar. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı kesinlikle işitmelerini ve görmelerini giderirdi. Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine güç yetiricidir.
 
21- Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki korunabileseniz.

22- O, sizin için yeryüzünü döşek, gökyüzünü tavan* haline getiren ve gökten su indirip te onunla ürünlerden size rızık olarak çıkarandır. Artık sizler Allah'a, biliyor olduğunuz halde denkler kılmayın.

* Tavan anlamını verme gerekçemiz, Enbiya s. 32. ayetine istinadendir. 

23- Ve eğer kulumuza indirdiğimizden şüphe içinde iseniz, haydi siz de eğer doğru söyleyenlerden iseniz onun örneğinden olan bir sure getirin ve Allah'ın aşağısından olan tanıklarınızı da çağırın.

24- Eğer bunu yapmadıysanız ki asla yapamazsınız, artık yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun ki o, örtücüler için hazırlanmıştır.

25- Ve inanan ve doğrulukları işleyenlere, onlar için mutlaka altından nehirler akar cennetler olduğunu müjdele. Her ne zaman rızık olarak oradaki üründen faydalandırılsalar, "Bu önceden faydalandırıldığımızdandır" derler. (Bu ürün) onlara (dünyada tattıklarına) benzer olarak verildi. Oradaki tertemiz eşler onlar içindir. Ve onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

26- Şüphesiz ki Allah, bir sivrisineği de ondan (küçüklük bakımından) daha üstün olanını da örnek olarak ortaya koymaktan utangaçlık duymaz. İnananlara gelince, onlar hemen bilirler ki şüphesiz o (örnek) Rablerinden bir gerçektir. Ve örtenlere gelince ise, hemen onlar "Allah bu örnekle ne istedi?" derler. Allah bununla çoklarını saptırır ve çoklarını da doğru yola iletir. Bununla itaatten çıkanlardan başkasını saptırmıyor.

27- O(itaatten çıka)nlar ki, Allah'ın sözünü, yeminle bağlanmasının ardından bozarlar ve Allah'ın, kendisiyle temas halinde olmasını buyurduğunu keserler ve yeryüzünde bozuculuk yaparlar. İşte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.

28- Allah'ı nasıl örtebiliyorsunuz? Sizler ölüler iken sizi diriltti. Sonra sizi öldürecek sonra sizi yine diriltecek, sonra O'na döndürüleceksiniz.

29- O, yeryüzünde olanları topluca sizin için yaratandır. Sonra göğe yönelerek onu yedi gök olarak düzenledi. Ve O her şeyi bilicidir.

30- Ve bir zaman senin Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde birbirinin ardından gelecek olanı*  var edeceğim" demişti de (melekler): "Biz seni övgünle çizdiğin daire içinde kalmakta ve senin şanını gereği gibi yüceltmekte iken, orada bozuculuk yapacak ve orada kanlar akıtacak olanı mı var edeceksin?" demişlerdi. (Allah): "Şüphesiz ki ben sizin bilemeyeceklerinizi en iyi bilirim" demişti.

(*)- 30 ayette geçen Halifeten kelimesine, Birbirinin ardından gelmek anlamını verme sebebimiz için bakınız Yunus s. 14-73, Araf s. 69- 74. Bu ayetlerde geçen kelime, helak edilenlerin yerine geçenler için kullanılmaktadır. Helak edilen kavimler ile ilgili ayetlere dikkat ettiğimizde, helakı hak eden toplumların yerine, başka toplumlar geçmiştir. Sünnetullah gereği, kan döken ve bozuculuk yapan bir topluluk mutlaka helak edilir ve yerine bir başka topluluk gelir.

31- Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretmiş ve sonra o(isimlere sahip ola)nları meleklere sunarak: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz bana şunların isimlerini haber verin" demişti.

32- (Melekler): "Sen her türlü eksikten uzaksın, biz de senin öğrettiğinden başka bilgi yoktur, şüphesiz ki sen her şeyi bilicisin en doğru karar vericisin" demişlerdi.

33- (Allah): "Ey Adem onlara, onların isimlerini haber ver" demişti de, (Adem) onlara isimleri haber verdiğinde (Allah meleklere): "Ben size göklerin ve yerin duyularla algılanamayanını gerçekten ben en iyi bilirim, her ne açığa vuruyorsunuz ve her ne gizliyorsunuz şüphesiz ki ben en iyi bilirim dememiş miydim?" demişti.

34- Bir zaman meleklere: "Adem'e boyun eğin" demiştik de, onlar da iblis hariç hemen boyun eğmişlerdi. O, kaçınmış ve büyüklenmiş ve örtücülerden olmuştu.

35- Ve (Adem'e): "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş ve ikiniz orada dilediğiniz yerden yeyin ve ikiniz bu ağaca yaklaşmayın, aksi takdirde ikiniz de yanlış yapanlardan olursunuz" demiştik.

36- Derken şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde oldukları yerden çıkarmış, ve biz de: "Birbirinize düşman halde olarak inin. Ve sizin için yeryüzünde belirli bir vakte kadar yerleşim ve yararlanma vardır" demiştik.

37- Bunun üzerine Adem, kendisinin Rabbinden (öğretilen) kelimeleri karşılamış, böylelikle Rabbi de ona (lütuf ile) dönmüştü. Çünkü O, daima (lütufla) dönücü çok merhamet edicidir.

38- (Biz de onlara): "Toplu halde oradan inin, eğer benden bir yol gösterici gelir de kim benim yol göstericime uyarsa, artık onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir" demiştik.

39- Onlar örttüler ve ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

40- Ey İsrailoğulları, size lûtfettiğim nimetimi hatırlayın. Ve benim sözümü tastamam yerine getirin ki, ben de sizin sözünüzü tastamam yerine getireyim ve yalnızca benden sakının.

41- Ve beraberinizde olanı doğrulayıcı olarak indirdiğime inanın ve onu örtücü öncü olmayın. Ve ayetlerimi az bedele satmayın ve yalnızca benden ürkün.

42- Ve gerçeğe gerçek olmayan elbisesi giydirmeyin. Biliyor olduğunuz halde gerçeği saklamayın.

43- Ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin. Ve eğilenlerle beraber eğilin.

44- Kitabı peşi sıra okuyor olduğunuz halde, insanları erdemli olmayı buyurup ta kendinizi unutuyor musunuz? hala bağ kurmayacak mısınız?

45- Ve direnerek gayret etmek ve kulluk görevlerinizi ayakta tutmak suretiyle yardım isteyin. Şüphesiz ki bu gönülden saygı besleyenlerden başkasına ağır gelir.

46- O gönülden saygı besleyenler ki, Rablerine karşılacaklarına ve O'na dönücüler olduklarına dair sanıya sahiptirler.

47- Ey İsrailoğulları, sizi nimetlendirdiğim nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben sizi Firavun  askerlerine karşı üstün kılmıştım.

*- 47. ayette geçen El Alemine kelimesine Firavun ve askerleri şeklinde anlam verme sebebimiz, bu kelimenin anlamını konu bütünlüğü içinde bulmasından dolayıdır. 49. 50. ayetlerde hatırlatılan bu üstünlüğün, Firavun ve ordusuna karşı olduğu görülmektedir.
 
48- Ve öyle bir güne karşı korunun ki (o günde) kişinin kendisinden başka bir şey karşılığı olmaz. Ve ondan şefaat kabul de edilmez ve ondan denklik bedeli de alınmaz ve onlar yardım da edilmezler.

49- Ve bir zaman, oğullarınızı boğazlamak, kadınlarınızı sağ bırakmak suretiyle sizi azabın kötüsüne süren Firavun askerlerinden* sizi kurtarmıştık. Bunda sizin için Rabbinizden büyük lütuf ile deneme vardı.

*- Ali Fir'avne kelimesine Firavun askerleri anlamı verme sebebimiz, 50. ayette suda boğulanların onlar olmasındandır.

50- Ve bir zaman, denizi size bölmüş, böylelikle sizi kurtarmış ve Firavun askerlerini siz onlara bakıyor halde iken boğmuştuk.

51- Ve bir zaman, Musa ile kırk geceliğine sözleşmiş, sonra onun ardından sizler buzağıya (ilah olarak) tutunarak yanlış yapanlar olmuştunuz.

52- Sonra bunun ardından (pişman olup döndüğünüzde) şükretmeniz için siz(i yok etmek)den geçmiştik.

53- Ve bir zaman Musa'ya, doğru yolu bulmanız için (doğru ile yanlışın arasını) bölen kitabı vermiştik.

54- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Ey topluluğum, şüphesiz ki sizler buzağıyı (ilah olarak) edinmek sureti ile kendinize karşı yanlış yaptınız. Haydi sizi en güzel şekilde yaratanınıza (itaatle) dönün, (itaatle) dönmeyenlerinizi öldürün*. Böylesi sizin için sizi en güzel şekilde yaratanınızın katında daha hayırlıdır. Allah size (lütufla) döndü. Çünkü O, daima (lütufla) dönücü çok merhamet edicidir" demişti.

*- 54. ayete böyle bir anlam verme gerekçemiz, ayet içinde geçen Faktülü (öldürün) kelimesinin, Kur'an içinde geçtiği hiç bir ayette mecazi anlamda kullanılmamış olmasıdır. Hakiki anlamı dikkate alınarak verilen bir mealde Kendinizi öldürün olarak ortaya çıkan anlamın düşük olması bizi, bazı tefsirlerde geçen yorumları dikkate almaya yönelterek, kelimeye mecazi bir anlam vermememize, ve tevbe edenlerin tevbe etmeyenleri öldürmesi gerektiği şeklinde bir anlam vermeye yöneltmiştir. Her mealin neticede bir yorum olduğu hata ve yanlıştan uzak olmadığı unutulmamalıdır. En doğrusunu Allah (c.c.) bilir.

55- Ve bir zaman Musa'ya: "Ey Musa, Allah'ı açıkça görünceye kadar biz sana asla inanmayacağız" demiştiniz de, bundan dolayı sizi bakıyor halde iken sizi yıldırım çarpmıştı.

56- Sonra ölümünüzün ardından, şükretmeniz için sizi harekete geçirmiştik.

57- Ve üzerinize bulutu gölge yapmış, üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirmiş: "Size rızık olarak verdiğimizin temizlerinden yeyin" (demiştik). Ve onlar yanlışı bize yapmadılar, fakat onlar yanlışı ancak kendilerine yapıyorlardı.

58- Ve bir zaman: "Şu şehre girin, orada dilediğiniz yerden bolca yeyin, kapısından boyun eğmiş olarak girin ve -Günahlarımızı üzerimizden düşür- deyin ki, biz de sizin yanılgılarınızı bağışlayalım. Ve  güzel davrananlara (karşılığını) artıracağız" demiştik.

59- Fakat yanlış yapanlar, onlara denilmiş olan sözü başka sözle değiştirmişler, buna karşılık biz de o yanlış yapanların üzerine itaatten çıkmaları sebebiyle gökten sarsıntı indirmiştik.

60- Ve bir zaman Musa, topluluğuna su vermeyi istemişti de ona: "Asanı taşa vur" demiştik. Böylece ondan oniki göze halinde su fışkırmış, (topluluğundan olan) bütün insanlar su içeceği yerlerini kesinlikle bilmişti. (Onlara): "Allah'ın rızkından yeyin ve için ve yeryüzünde bozucular olarak karışıklık çıkarmayın" (demiştik).

61- Ve bir zaman: "Ey Musa, biz tek çeşit yemekle asla direnç gösteremeyiz. Bizim için hemen Rabbine çağrı yap ta yerin bitirmekte olduğu sebzesinden ve salatalığından ve sarmısağından ve mercimeğinden ve soğanından çıkarsın" demiştiniz de, (Musa): "Daha hayırlı olanı daha aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Mısır'a inin sizin istediğiniz şüphesiz ki vardır" demişti. (Nankörlüklerinden dolayı) üzerlerine aşağılanma ve yoksulluk vuruldu ve Allah'tan bir gazaba yerleştiler. Bu, onların Allah'ın ayetlerini örtmeleri ve Habercileri gerçek bir nedeni olmaksızın öldürmeleri nedeniyledir. Bu, baş kaldırmaları ve sınırı aşıyor olmaları nedeniyledir.

62- Şüphesiz ki İnananlar ve Yahudiler ve Hristiyanlar ve sabiilerden, kim Allah'a ve sonraki güne inanır ve doğruluğu işlerse, artık onların emeklerinin karşılığı Rablerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir. 

63- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü sizden almış ve Tur'u tepenize yükseltmiş: " Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve onda bulunanı hatırınızda tutun ki korunmuş olasınız" (demiştik).

64- Sonra siz bu sözünüzün ardından (başka tarafa) yönelmiştiniz. Eğer Allah'ın sizin üzerinizdeki nimeti ve rahmeti olmasaydı, o takdirde kesinlikle zarara uğrayanlardan olurdunuz.

65- And olsun ki içinizden Cumartesi'de sınırı aşmış olanları bildiniz. Bundan dolayı onlara: "Azarlanıp kovalanan maymunlar olunuz"demiştik.

66- Böylece bunu önündekilere ve ardından gelenlere ibret verici bir karşılık ve korunanlar için öğüt olarak yapmıştık.

67- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Şüphesiz ki Allah size bir sığır boğazlamanızı buyuruyor" demişti de (onlar): "Bizi alaya mı alıyorsun?" demişler, (Musa'da): "(Alay ederek) bilgisizce hareket edenlerden olmaktan Allah'a sığınırım" demişti.
 
68- (Onlar): "Rabbine bizim için çağrı yap ta o nedir bize açıklasın" demişler, (Musa'da): "Şüphesiz ki O, ne toprağı yarmış ve ne de körpe, ikisinin arasında bir sığırdır, diyor. Buyurulduğunuzu hemen yerine getirin" demişti.

69- (Onlar): "Rabbine bizim için çağrı yap ta onun rengi nedir bize açıklasın" demişler, (Musa da):  " Şüphesiz ki O, bakanların içine ferahlık veren sarı bir sığırdır, diyor" demişti.

70- (Onlar): "Rabbine bizim için çağrı yap ta o nedir bize açıklasın. Şüphesiz ki inekler bizce birbirine benzeşiyor. Ve şüphesiz ki eğer Allah dilerse, kesinlikle doğru yolu bulanlardan oluruz" demişlerdi.

71- (Musa'da): "Şüphesiz ki O, ne boyunduruk vurulmuş, ne  toprak sürmüş ne de ekin sulamış, sarıdan başka renge sahip olmayan kusursuz bir sığırdır, diyor" demişti de (onlar): "Şimdi bize gerçeği getirdin" demişler ve onu boğazlamışlardı. Neredeyse bunu yapmayacaklardı.

72- Ve bir zaman bir kişi öldürmüştünüz de, suçu üzerinizden savuşturmaya çalışmıştınız. Ve Allah gizlemekte olduklarınızı ortaya çıkarandır.

73- Bunun üzerine biz de: "Onun (sığırın) bir parçasını ona (öldürülen şahsa) vurun" demiştik. Allah böylece ölüleri diriltir ve bağ kurmanız için size ayetlerini gösterir. 

74- Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı. Artık o (kalpleriniz) taşlar gibi, hattâ katılıkta (taştan) daha şiddetli haldedir. Şüphesiz ki taşlardan öylesi vardır ki ondan nehirler fışkırır. Ve onlardan öylesi vardır ki, yarılarak ondan su çıkar. Ve onlardan öylesi vardır ki, Allah'tan çekinmesinden dolayı aşağı yuvarlanır. Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

75- Durum bu iken size inanacaklarını halâ umuyor musunuz? Muhakkak ki onlardan bir bölük vardı ki Allah'ın kelâmını işitirler, sonra onu bağ kurmalarının ardından onu bile bile kaydırırlardı.

76- Ve inananlarla karşılaştıkları zaman: "Biz inandık" derler. Birbirleri ile yalnız kaldıklarında ise:"Allah'ın size açtığını, Rabbinizin katında onu size karşı tartışmak için getirsinler diye mi onlara anlatıyorsunuz, halâ bağ kurmayacak mısınız?" derler.

77- Onlar bilmiyorlar mı şüphesiz ki Allah, onların gizlemekte olduklarını da gizlememekte olduklarını da biliyor.

78- Ve içlerinde kitap bilgisi olmayanlar vardır ki onlar kitabı bilmezler, (bildikleri) ancak boş beklentilerdir. Ve onlar sanıdan başka bir şeyde bulunmuyorlar.

79- Artık yazıklar olsun o kimselere ki elleri ile kitabı yazarlar, sonra da onu az bedele satmak için "Bu Allah'ın katındandır" derler. Artık yazıklar olsun onlara elleri ile yazdığından dolayı ve yazıklar olsun kazanmakta olduklarından dolayı. 

80- Ve: "Ateş bize sayılı günlerden başka asla dokunmayacaktır" dediler. De ki: "Allah'ın katından bir söz mü aldınız? Eğer öyle ise Allah asla sözüne sırt dönmez. Yoksa Allah üzerine (doğruluğunu) bilmediğiniz birşeyi mi söylüyorsunuz?"

81- Hayır, kim bir kötülük kazanmış ve bu yanılgısı onu kuşatmış (halde ölmüş) ise, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır, onlar ölüm görmemek üzere oradadırlar.

82- Ve onlar ki inandılar ve doğrulukları işlediler. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, onlar ölüm görmemek üzere oradadırlar.

83- Ve bir zaman İsrailoğulları'ndan: "Allah'tan başka kimseye kulluk etmeyin ve anne babaya, yakınlık sahiplerine (akrabaya), yetimlere, yoksullara güzel davranın ve insanlara güzel söz deyin ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin" diye, yeminle bağlanmış söz almıştık. Sonra içinizden pek azınız hariç (başka tarafa) yönelmiştiniz. Ve sizler de halâ buna kayıtsız kalanlarsınız.

84- Ve bir zaman; "Kanlarınızı akıtmayın, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" diye sizden yeminle bağlanmış sözünüzü almış, siz de kararlılık sözü vermiştiniz. Ve sizler de halâ buna tanıklarsınız.

85- Sonra sizler onlarsınız ki, birbirinizi öldürüyor ve içinizden bir bölümü, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birbirinize arka çıkarak yurtlarından çıkarıyorsunuz. Ve eğer size esirler olarak gelirlerse onlardan kurtulmalık alıyorsunuz. Halbuki onların (yurtlarından) çıkarılması size yasak kılınmıştı. Yoksa siz kitabın (kurtulmalık almayı serbest kılan) bir kısmına inanıyorsunuz da, (birbirinizi yerinizden çıkarmanızı yasak kılan) bir kısmını örtüyor musunuz? Artık içinizden kim böyle yaparsa karşılığı şimdiki hayatta rezil olmaktır. Ve kalkış'ın gününde ise azabın en şiddetlisine döndürüleceklerdir. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

86- İşte onlar sonrakine karşılık şimdiki hayatı satın almışlardır. Artık azap onlardan ne hafifletilir ve onlara ne de yardım edilir.

87- Ve and olsun ki Musa'ya kitabı verdik ve onun ardından elçileri takip ettirdik. Ve Meryem oğlu İsa'ya da apaçık delilleri verdik ve onu Kudüs'ün Ruhu ile güçlendirdik. Her ne zaman bir elçi size benliklerinizin hoşlanmadığı bir şeyi getirmiş olsa büyüklendiniz, bir bölümünü yalanladınız ve bir bölümünü de öldürüyordunuz.

88- Ve: "Kalplerimiz (senin bizi çağırdığına karşı) muhafazalıdır" dediler. Aksine, örtmelerinden ötürü Allah onları dışlamıştır. Bundan dolayı pek azı inanır.

89- Ve onlara Allah'ın katından beraberlerinde olan (Tevrat)ı doğrulayıcı bir kitap geldiğinde, ki önceden örtücü (Arap)ler üzerine açılış istiyorlardı. Fakat tanıdıkları onlara geldiğinde (bu sefer de) onu örttüler. Artık Allah'ın dışlaması örtücülerin üzerinedir.

90- Allah'ın, kullarından dilediği kimsenin üzerine lütfundan (kitap) indirmesine saldırganlık yaparak, Allah'ın indirmekte olduğunu örtmekle, karşılığında kendilerini ona sattıkları şey ne kötüdür. Bu yüzden gazap üzerine gazaba yerleştiler. Örtücüler için alçaltıcı azap vardır.

91- Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine inanın" denildiği zaman, onlar: "Biz, bize indirilmiş olana inanırız" derler ve onun arkasındaki(indirile)ni örterler. Halbuki o, onların beraberinde olanı doğrulayan bir gerçektir. De ki: "Eğer inananlar iseniz önceden Allah'ın habercilerini ne için öldürüyordunuz?"

92- Ve and olsun ki Musa size apaçık delilleri getirmiş, onun (Tur'a çıkmasının) ardından yanlış yapanlar olarak buzağıya (ilah olarak) tutunmuştunuz.

93- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü sizden almış ve Tur'u tepenize yükseltmiş: "Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve dinleyin" (demiştik). (Bu emre rağmen) "İşittik ve baş kaldırdık" demişler ve örtmeleri nedeniyle kalplerine buzağı (sevgisi) içirilmişti. De ki: "Eğer inananlar iseniz inancınız size ne kötü şey buyuruyor."

94- De ki: "Eğer sonraki yurt Allah'ın katında (Yahudi olmayan) insanların dışında sadece size özel ise, öyleyse eğer doğru söyleyenlerden iseniz hemen ölüm beklentinizi dile getirin."

95- Fakat ellerinin sunduğu nedeniyle, onu ebedi olarak asla dile getirmezler. Allah yanlış yapanları bilicidir.

96- Ve onları kesinlikle, yaşamaya karşı insanların en isteklisi olarak bulacaksın. Ve ortak koşanların bazılarından her biri de bin sene ömür verilmesini arzu eder. Halbuki ömür verilmesi onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Ve Allah onların işlemekte olduklarını görücüdür.

97- De ki: "Kim Cibril'e düşmansa, şüphesiz ki o önündekini doğrulayıcı, inananlara yol gösterici ve müjdeci olanı Allah'ın duyumuyla senin kalbine indirmiştir."

98- Kim, Allah'a ve meleklerine ve elçilerine ve Cibril'e ve Mikal'e düşmansa, artık şüphesiz ki Allah'ta örtücülere düşmandır.

99- Ve and olsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları itatten çıkanlardan başkası örtmüyor.
 
100- Her ne zaman bir sözleşme yaptılarsa onlardan bir bölümü onu atmadı mı? Hayır onların hiçbiri inanmazlar.

101- Ve onlara Allah'ın katından beraberlerinde olanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde, kitap verilmiş olanlardan bir bölümü sanki bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına attı.

102- Ve o (insan) şeytanların Süleyman'ın hükümranlığı üzerine peşi sıra okumakta olduklarına uydular. Oysa Süleyman örtmemiş, fakat o (insan) şeytanlar örtmüşlerdi. Onlar insanlara, sihri ve Babil'de güç sahibi* iki olan Harut veMarut'a indirilmiş olanı öğretiyorlardı. Ve o ikisi "Biz ancak ve ancak denemeyiz sakın örtme" deyinceye kadar bir kimseye dahi hiçbir şey öğretmiyorlardı. O ikisinden onunla karı ve kocanın arasını bölecek şeyleri öğreniyorlardı. Allah'ın duyumu olmadıkça onlar, onunla bir kimseye dahi zarar verici değillerdi. Onlar kendilerine zarar verecek, fayda vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı. And olsun ki onlar (insan şeytanlar) kim onu (sihri) satın aldıysa onun sonrakinde (güzel) bir payı olmayacağını bildiler. Kendilerini onunla sattıkları şey ne kötüdür. Keşke biliyor olsalardı. 

(*)-102. ayet içinde geçen Melekeyn  kelimesine Elçi anlamı verme gerekçemiz, Harut ve Marut'un bildiğimiz anlamda iki melek anlamı verildiğinde ortaya çıkan problemlerin, bu ayetin Kur'an içinde birbirinden çok farklı biçimde anlaşılan bir ayet durumuna düşürmesidir. Bu konu ile ilgili açıklama dipnot olarak değil, ayrı bir makale halinde blogumuzda mevcuttur.

103- Ve eğer onlar inanmış ve korunmuş olsalardı, Allah'ın katındaki ödülü daha hayırlı olurdu. Keşke biliyor olsalardı.

104- Ey inananlar, "Bize çobanlık et" demeyin, "Bize bak" deyin ve dinleyin. Ve örtücüler için acı azap vardır.

105- Ne kitabın ehlinden olan örtenler ve ne de ortak koşanlar, size Rabbinizden üzerinize bir hayır indirilmesini arzu etmezler. Oysa Allah kitap ve elçiliğini* dilediği kimseye ayrıcalık tanır. Ve Allah büyük lütuf sahibidir. 

* Rahmet kelimesine kitap ve elçilik anlamı verme nedenimiz, Zuhruf s. 32. ayetine istinadendir.

106- Ondan daha hayırlısını veya bir örneğini getirmedikçe, ayetten bir hükmü yürürlükten kaldırmaz veya unutturmayız. Şüphesiz ki Allah'ın herşeyin üzerine güç yetirici olduğunu bilmedin mi?

107- Göklerin ve yerin hükümranlığının şüphesiz ki Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? Sizin için onun aşağısından ne bir yönelen ne de bir yardımcı vardır.

108- (Ey Yahudiler) yoksa siz önceden Musa'nın bilgi istenildiği gibi (size gönderilen) elçinizden de mi  bilgi istiyorsunuz? Ve kim inanmayı örtme ile değiştirirse, artık kesinlikle yolun düzgün olanından sapmıştır.

109- Kitabın ehlinden olanların çoğu, onlara doğru ve gerçek inanç apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü inanmanızdan sonra örtücüler olarak sizi geri döndürmeyi arzu etti. Artık Allah buyruğunu getirinceye kadar (şimdilik) onlara karşılık vermekten geçin ve müsamaha gösterin. Şüphesiz ki Allah herşeyin üzerine güç yetiricidir.

110- Ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin. Kendiniz için hayırdan ne sunarsanız, Allah'ın katında onu bulursunuz. Şüphesiz ki Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür.

111- Ve (Yahudiler) "Cennete Yahudilerden (başkası)", (Hristiyanlar da cennete): "Hristiyanlardan başkası asla giremez" dediler. Bu onların boş beklentileridir. (Onlara) de ki: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz sağlam kanıtınızı getirin."

112- Hayır, kim güzel davranan olarak yüzünü Allah'a teslim ederse, artık onun emeğinin karşılığı kendisinin Rabbinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir. 

113- Ve Yahudiler: "Hristiyanlar hiçbir şey üzerinde değildir" dedi. Ve Hristiyanlar: "Yahudiler hiçbir şey üzerinde değildir" dedi. Oysa onlar kitabı peşi sıra okuyorlar. (Kitabı) bilmeyenler (müşrikler) de onların sözlerinin örneğini dedi. Artık Allah anlaşmazlığa düşüyor oldukları hususta kalkışın gününde aralarında karar verecektir.

114- Ve Allah'ın boyun eğilen yerlerinde onun isminin hatırlanmasından alıkoyan ve onların harap olması için koşan kimseden, daha yanlış yapan kimdir? İşte onlar için oralara ancak kaygılananlar olarak girmekten başkası yoktur. Şimdikinde rezillik onlar içindir. Ve sonrakinde ise büyük azap onlar içindir.

115- Ve doğu da batı da Allah'ındır. Nereye yönelirseniz Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz ki Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

116- Ve: "Allah çocuk sahibi oldu" dediler. O, her türlü eksikten uzaktır. Aksine, göklerde ve yerde olanlar O'nundur, hepsi O'na gönülden bağlıdırlar.

117- Göklerin ve yerin örnek bir model olmadan yaratıcısıdır. Ve bir buyruğun yerine gelmesini istediği zaman ona sadece ""Ol" der, o da oluverir.

118- Ve bilmeyen (müşrik) ler, "Allah bizimle konuşmalı veya bize (gözle görülen) bir ayet gelmeli değil miydi?" dedi. Kendilerinden önceki kimseler de onların sözlerinin örneğini dedi. Kalpleri birbirine benzeşti. Şüphe duymadan inananlar topluluğu için biz ayetlerimizi mutlaka açıkladık.

119- Şüphesiz biz seni bir gerçeklik üzerine müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Şiddetli ateşin arkadaşlarından bilgi istenmeyeceksin.

120- Ve ne Yahudi ne de Hristiyanlar, onların ortak değerlerine uyuncaya kadar senden asla hoşnut olmaz. (Onlara) de ki: " Şüphesiz Allah'ın doğru yolu, asıl doğru yolun ta kendisidir." Ve and olsun ki eğer, sana gelmiş olan bu bilgiden sonra, onların keyfi arzularına uyacak olursan, Allah'tan sana ne bir yönelen ve ne de bir yardımcı vardır.

121- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu peşi sıra okumak suretiyle, onu okumanın hakkını verirler. İşte onlar ona inanmakta olanlardır. Ve kim onu örterse, işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.

122- Ey İsrailoğulları, size nimetlendirdiğim nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben sizi Firavun ve ordusuna karşı üstün kılmıştım.

*- 122. ayette geçen El Alemine kelimesine Firavun ve ordusu şeklinde anlam verme sebebimiz, bu kelimenin anlamını konu bütünlüğü içinde bulmasından dolayıdır. Bu surenin 49. 50. ayetlerde hatırlatılan bu üstünlüğün, Firavun ve ordusuna karşı olduğu görülmektedir.

123- Ve öyle bir güne karşı korunun ki (o günde) kişinin kendisinden başka bir şey karşılığı olmaz. Ve ondan denklik bedeli kabul edilmez ve ona şefaat fayda vermez ve onlar yardım da edilmezler.

124- Ve bir zaman Rabbi, İbrahim'i bir takım kelimeler(den oluşan emirler) ile denemiş, o da onları (yerine getirerek) tamamlamıştı. (Rabbi ona) "Şüphesiz ki ben seni insanlara önder yapıcıyım" demişti. (İbrahim) "Soyumdan da (önderler yap)" demişti. (Rabbi de ona) "Benim sözüm yanlış yapanlara kavuşmaz" demişti.

125- Ve bir zaman Ev'i (Kâbe'yi) insanlar için ödül alınacak bir yer ve güvenli bir yer yapmış ve (insanlara): "İbrahim'in konumundan ( kulluk ve elçiliğinden dolayı vazifelerine siz de) kulluk görevi olarak tutunun" (demiş), İbrahim ve İsmail'e: "Evimi, etrafında dönerek yürüyenler ve (ibadete) kapananlar ve eğilip boyun eğenler için temiz tutun" diye söz (emir) vermiştik.

126- Ve bir zaman İbrahim: "Rabbim burasını güvenli bir yerleşim bölgesi yap, ve halkını onlardan Allah'a ve sonraki güne inananları ürünlerden rızıklandır" demiş, (Rabbi de): "Kim örterse onu da pek az yararlandırır, sonra da onu ateşin azabına zorlarım. Ve ne kötü dönüştür" demişti.

127- 128- 129- Ve bir zaman İbrahim, Ev'den (Kabe'den) temelleri: "Rabbimiz bizden kabul et, şüphesiz ki sen her şeyi işiticisin her şeyi  bilicisin.Rabbimiz ikimizi sana teslim olanlardan yap ve soyumuzdan da sana teslim olan bir toplum yap ve bize kulluk hacc görevi yerlerimizi göster ve bize (lütuf ile) dön. Şüphesiz ki sen (lütufla) çokça dönücü çok merhamet edicisin. Rabbimiz onlara içlerinden senin ayetlerini peşi sıra okuyacak ve onlara kitabı ve doğruyla yanlışı ayırmayı öğretecek ve onları arındıracak bir elçi harekete geçir. Şüphesiz ki sen güçlüsün doğru karar vericisin." (diyerek) yükseltiyor ve İsmail'de (yükseltiyordu).

130- Ve İbrahim'in ortak değerinden, benliğini kıt akıllı hale getirenden başka kim yüz çevirir? And olsun ki biz onu şimdikinde süzdürdük, sonrakinde ise o doğrulardan olacaktır.

131- Bir zaman Rabbi ona "Teslimiyet göster" demiş, o da "Alemlerin Rabbine teslimiyet gösterdim" demişti.

132- Ve İbrahim bunu oğullarına da önerdi ve Yakup ta (oğullarına aynı şekilde): "Ey oğullarım şüphesiz ki Allah size bu hayat nizamını süzdürdü, artık siz teslim olanlardan başka bir halde ölmeyin" (diye öğütledi).

133- Yoksa siz (Ey Yahudi ve Hristiyanlar), ölüm Yakub'un hazırında olduğu zaman tanıklar mıydınız? Oğullarına, "Ben (im ölümüm)den sonra kime kulluk edeceksiniz?" demişti de, (oğulları): "Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhına, tek olan ilâh'a kulluk edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız" demişlerdi.

134- O toplum gelip geçti. Onun kazandığı kendisine, sizin kazandığınız ise sizedir. Ve siz onların işlemekte olduklarından bilgi istenmezsiniz.

135- Ve (Yahudiler): "Yahudi (olun ki)" (Hristiyanlar da): "Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız" dediler. De ki: "Aksine, yaratılış ayarı üzerine meyilli olan İbrahim'in ortak değerine (uyarak doğru yolu buluruz).

136- (Onlara): "Biz Allah'a ve bize indirilmiş olana ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a ve Yakub'a ve torunlara indirilmiş olana ve Musa'ya ve İsa'ya ve habercilere Rablerinden verilmiş olana inandık.Onlardan birinin bile arasında bölücülük yapmayız. Ve biz O'na teslim olanlarız" deyin.

137- Eğer O'na sizin inandığınızın örneği gibi inanırlarsa, o takdirde doğru yolu bulmuşlardır. Ve eğer (başka tarafa) yönelirlerse, onlar ancak ve ancak ayrışma içindedirler. Allah onlara karşı sana yeterlidir. Ve O, her şeyi işiticidir her  şeyi bilicidir.

138- Allah'ın boyası, boyası Allah'tan daha güzel olan kimdir? Ve biz O'na kulluk edenleriz.

139- Ve O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Ve bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz ise sizedir. Ve biz O'na katışıksız bağlananlarız.

140- (Ey Yahudi ve Hristiyanlar) yoksa siz; "Şüphesiz ki İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve torunları, Yahudi veya Hristiyandır" mı diyorsunuz? De ki: "Siz mi en iyi biliyorsunuz yoksa Allah'mı?" Yanındaki bir tanıklığı Allah'tan gizlemiş olandan daha yanlış yapan kimdir? Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

141- O toplum gelip geçti. Onun kazandığı kendisine, sizin kazandığınız ise sizedir. Ve siz onların işlemekte olduklarından bilgi istenmezsiniz.

142- İnsanlardan bazı kıt akıllılar: "Onları üzerinde bulundukları kıbleden ne (başka tarafa) yönellti?" diyecekler. De ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır.O, dilediği kimseyi dosdoğru yola iletir."

143- Ve sizi böylelikle insanlar üzerine tanıklar olmanız için dengeli bir toplum yaptık. Ve Elçi de sizin üzerinize tanık olsun. Senin üzerinde bulunduğun (Kabe'yi), elçiye uyan ile iki ökçesi üzerinde çevrileni bilmekten başka nedenle kıble yapmadık. Ve bunu yapmamız Allah'ın doğru yolu üzerinde olanlardan başkalarına ağırdır. Allah sizin inanmanızı (n karşılığını) göz ardı edecek değildir. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı kesinlikle çok şefkatlidir çok merhamet edicidir.

144- Biz senin yüzünün göğe çevrildiğini kesinlikle görüyoruz. Şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına yönelt. Her nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına yöneltin. Ve şüphesiz ki kitap verilmiş olanlar bunun Rablerinden  bir gerçek olduğunu kesin olarak biliyorlar. Allah onların işlemekte olduklarından duyarsız değildir.

145- Ve and olsun ki eğer kitap verilmiş olanlara bütün delilleri getirmiş olsan, yine de senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uyacak değillerdir. Ve and olsun ki eğer sana gelmiş olan bu bilgiden sonra onların keyfi arzularına uyacak olursan, o takdirde şüphesiz ki sen de kesinlikle yanlış yapanlardansın.

146- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Mescid-i Haram'ın kıble olduğunu)* oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ve şüphesiz ki içlerinden bir bölümü, kesinlikle gerçeği bilmekte oldukları halde gizliyorlar. 

(*) Bu ayeti bir çok meal (Muhammed'i) şeklinde bir parantez açarak çevirmesine rağmen, ayetin bağlamı kıble konusu ile alakalı olduğu için o şekilde açılan parantezlerin bağlama uymadığını düşünmekteyiz.

147- Gerçek Rabbindendir. Artık sakın tereddüte düşenlerden olma.

148- Herkes için bir yüzünü çevirdiği yer vardır, o ona yönelendir. Öyleyse hayırlarda öne geçin. Nerede olursanız Allah sizi (kalkış gününde) toplu halde bir araya getirecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerine güç yetiricidir.

149- Ve her nereden çıkmış olursan yüzünü Mescid-i Haram tarafına yönelt. Çünkü o Rabbinden bir gerçektir. Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

150- Ve her nereden çıkmış olursan yüzünü Mescid-i Haram tarafına yönelt. (Yahudilerin) içlerinde yanlış yapanlardan başka insanların size karşı tartışma yapmaması için nerede olursanız yüzlerinizi onun tarafına yöneltin. Doğru yolu bulmanız ve sizin üzerinizdeki nimetimi tamamlamam için onlardan çekinmeyin benden çekinin.

151- Bunun için içinizden size, ayetlerimizi peşi sıra okuyan ve sizi arındıran ve size kitabı ve doğruyla yanlışı ayırmayı öğreten size bilmediklerinizi öğreten bir elçi gönderdik.

152- Artık beni hatırlayın ki ki bende sizi hatırlayayım ve bana şükredin sakın beni(m kitabımı) örtmeyin.

153- Ey inananlar, direnerek gayret etmek ve kulluk görevlerinizi ayakta tutmakla (Allah'tan) yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah, direnerek mücadele edenlerle beraberdir.

154- Ve Allah'ın yolunda öldürülen kimse için "Ölüler" demeyin. Aksine onlar dirilerdir, fakat siz bunun farkında değilsiniz.

155- Ve sizi, kaygıdan ve açlıktan ve mallardan ve canlardan ve ürünlerden noksanlaştırma ile mutlaka bir deneyeceğiz. Direnerek gayret edenleri müjdele.

156- Onlar ki, kendilerine bir erişme eriştiği zaman, "Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz ki biz ona dönücüleriz" derler.

157- İşte onlara Rablerinden destekler ve rahmet vardır. Ve işte onlar doğru yolu bulanların ta kendileridir.

158- Şüphesiz ki Safa ve Merve, Allah'ın farkındalıklarındandır. Kim Ev'i (Kabe'yi) hacc veya umre yaparsa, bu ikisini yürümesinde onun üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve kim gönülden bir hayır yaparsa, şüphesiz ki Allah şükrün karşılığını vericidir her şeyi bilicidir.

159- Şüphesiz ki apaçık delillerden ve doğru yoldan indirdiğimizi, bizim onu insanlara kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya, Allah işte onları dışlar ve dışlayıcılar da onları dışlar.

160- Ancak (itaatle) dönmüş, durumlarını düzeltmiş ve (kitabı) açıklamış olanlar, işte onlara bende (lütufla) dönerim. Ve ben (lütufla) çokça dönücü çok merhamet ediciyim.

161- Şüphesiz ki onlar örttüler ve örtücü oldukları halde öldüler. Allah'ın ve meleklerin ve (inanan) insanların topluca dışlaması onlaradır. 

162- Ölüm görmemek üzere oradadırlar. Azap onlardan ne hafifletilir ve onlara ne de bakılır.

163- Ve sizin ilâhınız tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, çok şefkatlidir çok merhamet edicidir.

164- Şüphesiz ki  göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde ve insanların menfaatini sağlayan (yüklerle) denizde akar gemilerde ve Allah'ın gökten indirerek ölümünden sonra onunla yeryüzünü dirilttiği su da ve her canlıyı orada yaymasında ve rüzgârları çevirmesinde ve yer ile gök arasındaki boyun eğdirilmiş bulutlarda, bağ kuranlar topluluğu için kesinlikle işaretler vardır.

165- Ve insanlardan bazıları, Allah'ın aşağısından denklere tutunarak onları Allah'ı sever gibi severler. Ve inananlar ise Allah'a sevgice daha bağlıdır. O yanlış yapanlar azabı gördüklerinde topluca kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu keşke görseydi.

166- Kendilerine uyulmuş olanlar, uymuş olanlardan uzaklaşmış, azabı görmüşler ve onlarla olan bağları kesilmiştir.

167- Ve uymuş olanlar: "Keşke bizim için bir kere daha (dönüş) olsa da, onların bizden uzaklaştığı gibi biz de onlardan uzaklaşsak" dedi. Allah onlara bu işlediklerini pişmanlıklar olarak gösterir. Ve onlar ateşten çıkacak değillerdir.

168- Ey insanlar, yeryüzünde olanlardan serbest temiz olarak yeyin. Ve şeytana ayak uydurmayın. Çünkü o size apaçık düşmandır.

169- O size ancak kötülüğü ve hayasızlığı, (doğruluğunu) bilmediğiniz şeyleri Allah üzerine söylemenizi buyurur.

170- Ve onlara "Allah'ın indirdiğine uyundenildiği zaman,  "Aksine, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız" derler. Ataları bağ kurmayan ve doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı?

171- Ve örtenlerin örneği, çağırma ve seslenmeden başka bir şey işitmeyen haykıran  (hayvan) ın örneği gibidir. Sağır, dilsiz, kördürler, Onlar artık bağ kurmazlar.

172- Ey inananlar, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yeyin. Ve eğer sadece ona kulluk ediyorsanız Allah'a şükredin. 

173- O size ancak ölü hayvanı ve kanı ve domuzun etini ve (kesilirken) Allah'tan başkasına ses yükseltilmişi yasaklamıştır. Artık kim (açlık sebebi ile) zorlanırsa, saldırganlık yapmamak ve sınırı aşmamak şartı ile bunları yemesinde ona bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

174- Şüphesiz ki Allah'ın kitaptan indirdiğini gizleyenler ve onu pek az bedele satanlar var ya; İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey yemiyorlar. Kalkışın gününde Allah onlarla ne konuşacak ve ne de onları arındıracaktır. Ve acı azap onlar içindir.

175- İşte onlar, doğru yola karşılık sapkınlığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. Onlar ateş üzerinde ne de dirençlidirler.

176- İşte bu Allah'ın kitabı gerçeklikle indirmesindendir. Ve şüphesiz ki kitap üzerinde anlaşmazlığa düşenler, kesinlikle derin bir ayrışma içindedirler.

177- Yüzünüzü doğuya ve batıya yöneltmeniz erdemlilik değildir. Fakat erdemlilik, kişinin Allah'a ve sonraki güne ve meleklere ve kitaba ve habercilere inanması ve mala karşı olan sevgisine rağmen onu yakınlık sahiplerine ve yetimlere ve yoksullara ve yolun oğluna (yolda kalmışa) ve isteyicilere ve kölelere vermesi ve kulluk görevlerini ayakta tutması ve arınmayı yerine getirmesi ve sözleşme yaptıkları zaman sözlerini tastamam yerine getirmeleri ve sıkıntı ve darlık ve savaş vaktinde dayanarak mücadele etmesidir. İşte onlar doğru sözlü olanlardır. Ve işte onlar, korunanların ta kendileridir.

178- Ey inananlar, (cinayetle) öldürülenler hakkında suça denk karşılık vermek, sizin üzerinize yazıldı. Hür hüre ve köle köleye ve kadın kadına karşılıktır. Kime (öldürülenin) kardeşi tarafından bir şey (denk karşılıktan) geçilmişse, benimsenene uymak ve güzel şekilde ona ödemek vardır. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bu karardan sonra kim haddi aşarsa, ona acı azap vardır.

179- Ve suça denk karşılık vermekte sizin için hayat vardır. Ey temiz akıl sahipleri umulur ki korunursunuz.

180- Ölüm birinizin hazırında olduğu zaman eğer bir mal terk ediyor ise, ana babaya ve yakınlık bağı olanlara benimsenen bir şekilde öneride bulunması, korunanlar üzerine bir vazife olarak yazıldı.

181- Artık kim bunu işittikten sonra değiştirirse, şüphesiz ki bunun günahı ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz ki Allah her şeyi işitici her şeyi bilicidir.

182- Fakat bir kimse, öneride bulunanın (haksızlığa) meyletmesinden veya günahtan kaygılanarak aralarını doğrultursa, artık ona bir günah yoktur. Hiç şüphesiz  Allah çok bağışlayıcı  çok merhamet edicidir.

183- Ey inananlar, oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi, korunmanız için size de  yazıldı.

184- Sayılı günlerdir. Artık içinizden kim hasta veya yolculuktaysa, sonraki günlerde (tutamadığının) sayısınca (tutar). Ve (oruca) zorlukla dayananların üzerine ise bir çaresiz doyumu kurtulmalık vardır. Fakat kim gönüllü olarak hayır işlerse, bu onun için daha hayırlıdır. Ve eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

185- Ramazan ayı ki, insanlar için yol gösterici olan ve doğru yolu kapsayan açıklamaları ve (doğru ile yanlışı birbirinden) bölen Kur'an, onda indirildi.  Artık içinizden kim o aya tanık olursa onu tutsun. Ve kim hasta veya yolculuktaysa, sonraki günlerde (tutamadığının) sayısınca tutar. Allah sizin için kolaylık istiyor ve sizin için zorluk istemiyor. (Bu ruhsat), sayıyı eksiksiz yapmanız ve sizi doğru yola ilettiği için onu yüceltmeniz ve ona şükretmeniz içindir.

186- Ve kullarım sana benden bilgi istediği zaman, (bilsinler ki) şüphesiz ben onlara yakınım. Beni çağırdığı zaman çağrıcının çağrısına cevap veririm. Öyleyse onlar da bana cevap versinler, bana inansınlar ki erginliği bulmuş olsunlar.

187- Orucun gecesinde kadınlarınız ile cinsel ilişki kurmanız size serbest kılındı. Onlar sizin için bir elbise ve siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah sizin kendinize karşı ihanet edebileceğinizi bildi böylelikle size (lütuf ile) döndü ve siz(e zorluk vermek)den geçti. Artık şimdi onlarla (oruç gecelerinde de) birlikte olun ve Allah'ın sizin üzerinize yazdığının peşine düşün. Ve fecir de beyaz iplik siyah iplikten size açıkça belli oluncaya kadar yeyin ve için, sonra orucu geceye tamamlayın. Ve boyun eğilen yerlerde (ibadete) kapananlar halinde olduğunuzda ise onlarla birlikte olmayın. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, sakın ona yaklaşmayın. Allah işte böylece insanlara korunmaları için ayetlerini açıklıyor.

188- Ve mallarınızı aranızda geçersiz yollarla yemeyin. İnsanların mallarından bir bölümünü günahla yemek için biliyor olduğunuz halde onu karar vericilere sarkıtmayın.

189- Sana hilâllerden bilgi istiyorlar. De ki: "O insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir." Ve evlere arkalarından gelmek (işi usulüne göre yapmamak) erdemlilik değildir. Erdemlilik, ancak kişinin korunmasıdır. Ve evlere kapılarından gelin (işi usulüne göre yapın). Ve arzuladığınıza kavuşabilmeniz için Allah'a karşı korunun.

190- Ve sizinle savaşanlarla siz de Allah'ın yolunda savaşın ve sınırı aşmayın Şüphesiz ki Allah sınırı aşanları sevmez. 

191- Ve onları ele geçirdiğiniz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Kargaşa çıkarmak öldürmekten daha şiddetlidir. Ve onlar sizinle Mescid-i Haram yanında savaşıncaya kadar, siz de onlarla orada savaşmayın. Eğer onlar sizinle savaşırlarsa, artık siz de onları öldürün. Örtücülerin karşılığı işte böyledir.

192- Eğer onlar vazgeçerlerse, şüphesiz ki artık Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

193- Ve kargaşa olmayıncaya ve hayat nizamı Allah'ın oluncaya kadar, onlarla savaşın. Eğer onlar vazgeçerlerse, artık yanlış yapanlardan başkasına düşmanlık yoktur.

194- Yasak ay yasak aya karşılıktır. Ve yasaklar da denklik esası üzerinedir. Kim size karşı sınırı aşarsa, siz de size karşı sınırın aşılma örneği kadar ona sınırı aşın. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah'ın korunanlarla beraberdir.

195- Allah'ın yolunda harcayın. Ve ellerinizle kendinizi yok oluşla karşılaştırmayın. Ve güzel davranın. Şüphesiz ki Allah güzel davrananları sever.

196- Hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer alıkonulursanız kolayınıza gelen bir kurbanlık hediye (gönderin). Kurbanlık hediye kesim yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta veya onda başından bir rahatsızlığı olan kimse oruç, bağış veya kurbanlıkdan ibaret bir kurtulmalık ödemesi gerekir. Artık güvende olduğunuz zaman, kim hacc zamanına kadar umre ile yararlanacak olursa, artık ona da kolayına gelen bir kurbanlık hediye (gerekir). Şayet bulamazsa, hac vaktinde üç gün ve hacdan döndüğünüz zaman ise yedi gün oruç vardır. Bu eksiksiz on (oruç)dur. Bu, ailesi Mescid-i Haram'ın hazırında olmayan içindir. Ve  Allah'a karşı korunun, ve bilin şüphesiz ki Allah'ın sonuçlandırmasının şiddetlidir.

197- Hacc bilinen aylardır. Artık kim onlarda haccı kendisi için belirlerse, artık hacda ne cinsel ilişki ve ne yoldan çıkma ve ne de tartışma vardır. Ve hayırdan ne yaparsanız, Allah onu bilir. Ve azık edinin, şüphesiz ki azığın hayırlısı korunmaktır. Ey temiz akıl sahipleri benden korunun.

198- (Hac aylarında ticaret yapmak sureti ile) Rabbinizden bir lütfun peşine düşmenizde üzerinize bir sorumluluk yoktur. Artık Arafat'tan aktığınız zaman, artık Meşar-ı Haram (Müzdelife) yanında Allah'ı size doğru yola ilettiği gibi hatırlayın. Ve şüphesiz ki siz bundan önce sapkınlardan idiniz.

199- Sonra insanların aktığı yerden siz de akın ve Allah'a bağışlama isteyin. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

200- Artık kulluk hacc görevini yerine getirdiğiniz zaman artık Allah'ı atalarınızı hatırladığınız gibi, hatta ondan daha şiddetli bir hatırlamayla hatırlayın. İnsanlar içinde "Rabbimiz bize şimdikinde ver" diyen vardır. Bu kimseye sonrakinde ise bir pay yoktur.

201- Ve içlerinden kimi de "Rabbimiz bize şimdikinde de güzellik, sonrakinde de güzellik ver ve bizi ateşin azabından koru" der.

202- İşte onlar için, kazandıklarından hisse vardır. Ve Allah hesabı hızlı görendir.

203- Ve Allah'ı sayılı günlerde hatırlayın. Kim (Mina'dan Mekke'ye) iki günde acele ederse, artık ona günah yoktur. Ve kim sonralarsa, korunan kimse için artık ona da günah yoktur. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin ki O'na sürülüp toplanacaksınız.

204- Ve insanlardan bazıları vardır ki, şimdiki hayata dair sözleri seni şaşırtır, ve kalbindekine Allah'ı tanık getirir. Halbuki o çekişenin en azılısıdır.

205- Ve (başka tarafa) yöneldiği zaman ise yeryüzünde orada bozuculuk yapmak, ekinin ve neslin (iktisadi ve sosyal düzenin) yok etmek için koşar. Ve Allah bozucuları sevmez.

206- Ve ona "Allah'tan korun" denildiği zaman, güçlülük gururu onu günah ile tutar. Artık ona cehennem yeterlidir ve ne kötü bir yataktır.

207- İnsanlardan kimisi vardır ki Allah'ın rızasının peşine düşmek için kendisini feda eder. Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.

208- Ey inananlar, el birliğiyle barış ve selâmete girin, ve şeytana adımlarına uymayın. Çünkü o sizin için apaçık düşmandır.

209- Eğer size apaçık deliller geldikten sonra kayacak olursanız, artık bilin şüphesiz ki Allah çok güçlü en doğru kararı vericidir

210- Onlar (inanmak için) Allah'ın ve meleklerin bulut gölgelerinin içinden gelmesini ve buyruğun yerine getirilmesinden başka bir şeye mi bakıyorlar? Ve işler Allah'a döndürülür.

211- İsrailoğulları hakkında bilgi iste, onlara apaçık delilden nicesini verdik. Kim Allah'ın nimetini, kendisine geldikten sonra değiştirirse, artık şüphesiz ki Allah'ın sonuçlandırması şiddetlidir.

212- Örtenlere şimdiki hayat süslendi. Ve onlar inananlardan bir kısmını gülünç duruma düşürüyorlar. Oysa Allah'a karşı gelmekten korunan bu kimseler kalkışın gününde onların üstündedirler. Ve Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır. 

213- İnsanlar bir tek toplumdu (fakat zaman içinde anlaşmazlığa düştüler). Bunun üzerine Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak habercileri harekete geçirdi. Ve insanlar arasındaki anlaşmazlığa düştükleri konuda karar vermesi için onların beraberinde kitabı gerçeklikle indirdi. Ve onlara apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki saldırganlık yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o kendilerine (kitap) verilmiş olanlardan başkası olmadı. Böylece Allah, kendi duyumu ile inananları, onların üzerinde anlaşmazlığa düştükleri doğru ve gerçeğe iletti. Ve Allah dilediği kimseyi dosdoğru yola iletir.

214- Yoksa sizden önceki gelip geçenlerin başlarından geçenlerin (sıkıntılarının) örneği sizin de başınızdan geçmeden, cennete girivereceğinizi mi hesab ettiniz? Baskı ve darlık onları öylesine dokundu ki, elçiler ve onunla beraber olan inananlar: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar sarsıldılar. Bilmiş olun şüphesiz ki Allah'ın yardımı yakındır.

215- Sana, neyi (kime) harcayacakları hakkında bilgi istiyorlar. De ki: "Hayırdan harcayacağınız mal anne baba ve yakınlık bağı olanlar ve yetimler ve yoksullar ve yolun oğluna (yolda kalmışa) olmalıdır. Ve iyilikten ne yaparsanız artık şüphesiz Allah onu bilicidir."

216- Onu istememiş halde olsanız da savaş sizin üzerinize yazıldı. Ve sizin istemediğiniz bir şey, umulur ki sizin için daha hayırlıdır. Ve sizin sevdiğiniz bir şey ise, umulur ki sizin için daha şerlidir.Ve  Allah bilir siz ise bilmezsiniz.

217- Sana, yasak ayda onda savaşı soruyorlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük (günah)tır. Allah'ın yolundan uzaklaştırmak, O'nu örtmek, Mescid-i Haram'dan uzaklaştırmak ve oranın halkını  çıkarmak, Allah'ın katında ondan daha büyüktür. Ve kargaşa çıkarmak öldürmekten daha büyüktür." Eğer onların güçleri yetecek olsa, sizi hayat nizamınızdan geri döndürünceye kadar, sizinle savaşmaya devam edeceklerdir. İçinizden kim hayat nizamından geri döndürülür de örtücü olarak ölürse, işte onların işledikleri şimdikinde ve sonrakinde boşa gitmiştir. Ve işte bu kimseler ateşin arkadaşları olacaktır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

218- Şüphesiz ki inanan ve Allah'ın yolunda hicret eden ve çabalayanlar var ya, işte onlar Allah'ın rahmetini bekleyebilirler. Ve Allah çok bağışlayacıdır çok merhamet edicidir.

219- Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: "İkisinde de büyük günah ve insanlar için faydalar vardır. Ancak bu ikisinin günahı, faydasından daha büyüktür." Ve sana neyi harcayacakları hakkında bilgi istiyorlar. De ki: "(İhtiyaçtan) geçileni." Allah böylece düşünesiniz diye ayetlerini açıklıyor.

220- Şimdikinde ve sonrakinde. Ve sana yetimlerden de bilgi istiyorlar. De ki: "Onların durumlarını doğrultmak daha hayırlıdır. Eğer onlarla birbirinize karışırsanız artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Ve Allah bozuculuk yapan ile, doğrultanı bilir. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle sizi sıkıntıya sokardı Şüphesiz ki Allah güçlüdür doğru karar vericidir.

221- Ve Allah'a ortak koşan kadınlar ile, onlar inanıncaya kadar evlenmeyin. İnanan bir cariye, sizi (dış görünüşü ile) şaşırtmış bile olsa ortak koşan (hür) bir kadından daha hayırlıdır. Ve  ortak koşan erkekleri de onlar  inanıncaya kadar (inanan kadınlarla) evlendirmeyin. İnanan bir erkek köle, (dış görünüşü ile) sizi şaşırtmış bile olsa ortak koşan (hür) bir erkekten daha hayırlıdır. İşte onlar ateşe çağırırlar. Ve Allah ise kendi duyumu ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. Ve insanlar hatırlasınlar diye ayetlerini böylece açıklar.

222- Ve sana hayızdan bilgi istiyorlar. De ki: "O bir rahatsızlık halidir. Artık hayızda kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın (cinsel ilişki kurmayın). Temizlendikleri zaman, artık Allah'ın size buyurduğu yerden, onlara gelin (cinsel ilişki kurun). Allah şüphesiz ki (itaatle) dönenleri sever ve temizlenenleri de sever."

223- Kadınlarınız sizin için (nesillerinizin devamını sağlayan) tarladır. O halde tarlanıza (Allah'ın emrettiği yerden) dilediğinizce gelin ve kendiniz için sunum hazırlayın ve Allah'a karşı korunun, ve bilin ki O'na karşılaşacaksınız. Ve inananları  müjdele.

224- Ve erdemli olmaya ve korunmaya ve insanlar arasını doğrultmaya, yeminlerinizden dolayı Allah'ı, kayıtsız kalma vesilesi kılmayın. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

225- Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin kazandığından dolayı sorumlu tutar. Ve Allah çok bağışlacıdır karşılık vermekte acele etmeyicidir.

226- Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler, dört ay gözetlerler. Eğer (uzaklaşma yemininden)  dönerlerse, şüphesiz ki artık Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

227- Ve eğer boşamaya kesin karar verirlerse de, şüphesiz ki Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

228- Boşanmış kadınlar üç hayız müddeti kendilerini (evlenmeden) gözetlerler. Eğer Allah'a ve sonraki  güne inanıyorlar ise, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri onlara serbest olmaz. Ve (onları boşayan) kocaları eğer arayı doğrultmak istedikleri takdirde onları geri döndürmeye daha hak sahibidirler. Ve kadınların  hakları olduğu gibi benimsenen şekilde sorumlulukları da vardır. Ve adamlar onların üzerinde (hakları) bir kademe daha fazladır. Ve Allah güçlüdür, doğru karar vericidir.

229- Boşama iki keredir. Artık (sonrasında ise) benimsenen şekilde tutmak veya iyilik ederek salıvermek vardır. (Boşadıktan sonra) onlara verdiklerinizden bir şey geri almanız size serbest değildir. Ancak her ikisinin Allah'ın  sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kaygılanmaları hariç. Eğer siz de bu ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kaygılanırsanız, artık kadının onu kurtulmalık olarak vermesinde ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. Bu Allah'ın sınırlarıdır, artık bunu aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar yanlış yapanların ta kendileridir.

230- Eğer kadını (üçüncü defa) boşarsa, artık o kadın ondan başka bir eş ile evleninceye kadar ona serbest olmaz. Eğer (evlendiği kişi) o kadını boşarsa, eğer o ikisi de Allah'ın sınırlarını ayakta tutacakları sanısına sahiplerse, artık birbirlerine dönmelerinde ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. İşte bu Allah'ın sınırlarıdır, bilenler topluluğu için onu böyle açıklıyor.

231- Ve kadınları boşadığınız zaman, onlar bekleme sürelerinin sonuna ulaştıklarında, artık onları benimsenen şekilde tutun, veya benimsenen şekilde salıverin. Onları, zarar vermek ve sınırı aşmak amacı ile tutmayın. Ve kim böyle yaparsa, artık kesinlikle kendisine yanlış yapmıştır. Ve Allah'ın ayetlerini alaya  tutmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size onunla hatırlatmak için kitap ve doğruyu yanlıştan ayırandan indirdiğini hatırlayın. Ve Allah'a karşı korunun, ve bilin şüphesiz ki Allah her şeyi bilicidir.

232- Ve kadınları boşadığınız zaman onlar bekleme sürelerinin sonuna ulaştıklarında, artık aralarında karşılıklı hoşnutluk ve benimsenen şekilde anlaştıkları zaman, koca(aday)ları ile evlenmeleri konusunda sertlik göstermeyin. İçinizden Allah'a ve sonraki güne inananlar bununla öğütleniyor. Sizin için böylesi daha arınmış ve daha temizdir. Ve Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

233- Ve (boşanmış) anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, çocuklarını eksiksiz iki yıl emzirirler. (Emzirme süresince) Ve onların yiyecek ve giyeceklerinin temini, hoşlanılan şekilde babaya aittir. Hiç kimse genişliğinden başkasıyla yükümlü değildir. Ne anneye çocuğu sebebiyle ve ne de babaya çocuğu sebebiyle zarar verilmesin. Varis olana da aynı örnek davranış vardır. Ve eğer ikisi karşılıklı hoşnutluk ve danışma sonucunda çocuğu iki yıldan önce sütten ayırmak isterlerse, artık ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (süt anneye) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz (emzirme ücretini)  benimsenen şekilde teslim ettiğiniz zaman, artık sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah'ın işlemekte olduklarınızı görücüdür.

234- Ve içinizden ömürleri tamamlatılarak geriye eşler bırakanların eşleri, kendilerini benimsenen dört ay on gün gözetlerler. Artık bu sürenin sonuna ulaştıkları zaman, kendileri içinşekilde yaptıkları (evlilik anlaşmaları)ndan dolayı, sizin üzerinize herhangi bir sorumluluk yoktur. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

235- (Bekleme sürelerini doldurmamış) Kadınlarla evlenmek isteğinizi onlara sözlü olarak sunmanızdan, veya içinizden geçirmenizden dolayı, sizin üzerinize herhangi bir sorumluluk yoktur.  Çünkü Allah, sizin onları hatırlayacağınızı bilmektedir. Fakat benimsenen şekilde söz söyleme haricinde, onlarla gizlice sözleşmeyin. Ve yazılı olan sürenin sonuna ulaşıncaya kadar onlarla evlenme bağlılığına karar vermeyin. Ve Allah'ın içinizdekini bilmekte olduğunu bilin o halde O'ndan sakının. Ve bilin şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır karşılık vermekte acele etmeyicidir.

236- Ve eğer kadınları, onlara dokunmadan (cinsel ilişki kurmadan) veya onlara herhangi bir (mehir) belirleme yapmadan boşayacak olursanız, sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve onları yararlandırın. Genişte olanın üzerine  ölçüsünce, darda olanın da üzerine gücü nispetinde benimsenen şekilde onları yararlandırması vardır. (Bunu yapmak) güzel davrananların üzerine bir vazifedir.

237- Ve eğer onlara dokunmadan (cinsel ilişki kurmadan) önce, ve onlar için (mehir) belirlemiş olarak boşayacak olursanız, artık belirlediğinizin yarısı vardır. Ancak kadınların (mehiri almaktan)  geçmeleri, veya evliliğin bağlılığını elinde tutanın (yarısını vermekten) geçmesi başkadır. Ve eğer (yarısını vermekten) geçerseniz (tamamını verirseniz) bu korunmaya daha yakındır. Ve aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Şüphesiz ki, Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür.

238- Kulluk görevlerini koruyun ve en ortadaki kulluk görevinizi (namazı da koruyun). Ve Allah'a gönülden bağlılar olarak ayağa kalkın.

239- Eğer (güvenliğinizden) kaygılanırsanız, artık yaya veya binekli halde iken de (koruyun). (Güvenliğinizden) artık emin olduğunuz zaman, bilmediklerinizi size öğrettiği gibi Allah'ı hatırlayın.

240- Ve içinizden ömürleri tamamlatılarak geriye eşler bırakacak olanlar, eşleri için evlerinden çıkarılmaksızın bir yıl geçimlerini temin edecek şekilde yararlanmalarını önersinler. Eğer onlar (kendi istekleri ile) çıkacak olurlarsa, benimsenen şekilde yaptıklarından dolayı, artık sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve Allah güçlüdür doğru karar vericidir.

241- Ve boşanmış kadınlara benimsenen şekilde fayda sağlamak,  korunmak isteyenlerin üzerine gerekli bir vazifedir.

242- Allah, bağ kurmanız için size ayetlerini böylece açıklıyor.

243- Binlerce oldukları halde ölüm sakınması ile yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara "Ölün"dedi, sonra onları hayata döndürdü. Şüphesiz ki, Allah insanlara karşı kesinlikle çok lütufkardır, fakat insanların çoğu şükretmezler.

(*) Buradaki Ölün emrinin, hakiki anlamda bir ölüm değil toplumların düşman istilası karşısında maruz kaldıkları zelil durumu tasvir eden mecazi anlamda bir kullanım olduğunu düşünmekteyiz. Çünkü devamında gelen Talut kıssasındaki hayata döndürülme işlemi de aynı şekilde mecazi anlam taşımaktadır.

244- Ve Allah'ın yolunda savaşın ve şüphesiz ki Allah'ın her şeyi işitici her şeyi bilici olduğunu bilin.

245- Kim ki Allah'a güzel ödünçle ödünç verirse, artık Allah'ta onu kendisi için kat kat artırır. Ve Allah sıkar  ve genişletir. Ve O'na döndürüleceksiniz.

246- Musa'dan sonraki İsrail oğulları'ndan ileri gelenleri görmedin mi? Bir zaman habercilerinden birine: "Bize bir hükümdar harekete geçir de Allah'ın yolunda savaşalım" demişlerdi. (Haberci de onlara): "Savaş sizin üzerinize yazılır da, savaşmamanız sizden umulur mu?demiş. (Onlar da) " Bize ne oluyor ki yurtlarımızdan ve oğullarımızdan çıkarılmış olduğumuz halde, biz Allah'ın yolunda neden savaşmayalım?" demişlerdi. Fakat savaş üzerlerine yazıldığında ise, onlardan pek azı hariç olmak üzere (başka tarafa) yöneldiler. Ve Allah yanlış yapanları bilicidir.

247- Ve habercileri onlara: "Şüphesiz ki Allah size Talut'u hükümdar olarak harekete geçirdi" demiş, (Onlar ise): "Biz hükümdarlığa ondan daha hak sahibi, ve ona mali yönden de bir genişlik verilmemiş iken, onun üzerimize hükümdarlığı nasıl olabilir?" demişlerdi. (Nebileri de): "Şüphesiz ki Allah size hükümdar olarak onu süzdürdü, onu bilgi ve beden gücünü  geniş tuttu. Allah hükümranlığını dilediğine verir. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir" demişti.

248- Ve habercileri onlara: "Şüphesiz ki onun hükümdarlığının delili, size melekler tarafından taşınan sandığın gelmesidir ki, onda Rabbinizden bir güven duygusu ve Musa ailesi ve Harun ailesinin terk ettiği kalıntı bulunmaktadır. Eğer İnananlar iseniz şüphesiz ki bunda sizin için kesinlikle bir delil vardır" demişti.

249- Talut askerleri ile (sefer için) ayrıldığında: " Şüphesiz ki Allah, sizi bir nehir ile bir deneyecektir. Kim o nehrin suyundan içerse, artık benden değildir. Ve kim ancak eliyle bir avuç almak dışında tatmaz ise, artık şüphesiz ki o bendendir" demişti. İçlerinden pek azı hariç olmak üzere, ondan içtiler. Onu, o ve beraberindeki kendisine güvenenler ile geçtiğinde, (Talut'a güvenmemiş olan geride kalanlar): "Bugün Calut ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok" demişler, Allah'a karşılaşacakları sanısına sahip olan (Talut'la beraber geçen) ler ise: "Askeri birlikten, pek az halde olan nicesi vardır ki, Allah'ın duyumu ile çok halde olan askeri birliğe karşı üstün gelmiştir. Ve Allah direnerek gayret edenlerle beraberdir" demişti.

250- Calut ve askerlerine göründüklerinde, "Rabbimiz üzerimize direnç ve gayret yağdır, ayaklarımızı sabitle, örtücüler topluluğuna karşı bize yardım et demişlerdi.

251- Sonunda onları Allah'ın duyumu ile hezimete uğrattılar ve Davut Calut'u öldürdü ve Allah ona hükümdarlık ve doğruyu yanlıştan ayırt etme yeteneği verdi ve ona dilediğinden olduğundan öğretti. Ve Allah'ın insanların bir kısmını bir kısmı  ile defetmesi olmasaydı, o takdirde yeryüzü kesinlikle bozulurdu. Ancak Allah, yaratmış olduğu her şeye karşı lütuf sahibidir.

252- İşte bu Allah'ın ayetleridir. Onu sana gerçeklikle peşi sıra okuyoruz. Ve şüphesiz sen gönderilmişlerdensin.

253- İşte bu elçiler, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden bir kısmı ile Allah konuşmuş ve bir kısmını da kademelerle yükseltmiştir. Ve Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik ve onu Kudüs'ün Ruhu ile güçlendirdik. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra elçilerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat içlerinden kimi inanmak ve içlerinden kimi örtmek suretiyle anlaşmazlığa düştüler. Ve eğer ayet Allah dilemiş olsaydı, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah dilediğini yapar.

254- Ey inananlar, onda ne alış verişin ne dostluğun ve ne de şefaatin olmayacağı gün gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden harcayın. Örtücüler yanlış yapanların ta kendileridir.

255- Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. O, diridir, (yarattıkları üzerinde her an) ayaktadır. O'nu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz. Göklerde olanlar ve yerde olanlar O'nundur. O'nun duyumu olmadan, O'nun katında şefaat edecek te kimmiş? O, (yarattıklarının) önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve dileğinden başka O'nun ilminden hiç bir şey kuşatamazlar. O'nun tahtı gökleri ve yerden geniştir. Bu ikisinin korunması O'na ağır gelmez. Ve O, yücedir büyüktür

256- Hayat nizamında zorlama yoktur. Erginlik, azgınlıktan açıkça belli olmuştur. Kim taşkınlık yapanı örter ve Allah'a inanırsa, artık kesinlikle kırılması olmayan sağlam kulpu tutunmuştur. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

257- Allah, inananların yönelenidir. Onları karanlıklardan ışığa çıkarır. Örtenlerin yöneleni ise taşkınlık yapandır. Onları ışıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

258- Allah kendisine hükümdarlık verdi diye, kendisinin Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim dirilten ve öldürendir" demiş, (tartışan da):  "Ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. İbrahim: "Şüphesiz ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir" demiş, o örtücü birden dehşete düşmüştü. Ve Allah yanlış yapanlar topluluğunu doğru yola iletmez.

259- Veya çatıları üzerine çökmüş haldeki bir şehre uğrayan kişiyi (görmedin mi). "Allah bunu ölümünden sonra nasıl harekete geçirecek?" demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl öldürmüş, sonra yeniden harekete geçirmişti. (Allah ona) "Ne kadar kaldın?" demiş, o da: "Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldım" demişti. (Allah): "Aksine yüz yıl kaldın, yiyeceğine ve içeceğine bak hiç bozulmamış. Ve eşeğine de bak, seni insanlara böylece delil yapmak için. Ve  kemiklere de bak onları nasıl ayaklandırıyor, sonra et giydiriyoruz." (Sorusunun cevabı) apaçık belli olduğunda: " Biliyorum şüphesiz ki Allah her şeyin üzerinde güç yetiricidir" demişti.

260- Ve bir zaman İbrahim: "Rabbim, ölüleri nasıl diriltiyorsun bana göster" demiş, (Rabbi de ona): "Yoksa inanmıyor musun?" demiş. (İbrahim de): "Hayır (inanıyorum) fakat kalbim yatışsın" demişti. (Rabbi ona): "Kuş'tan dört tanesini tut, onları kendine alıştır, sonra da onları parça halinde her dağın üzerine bırak, sonra onları çağır koşarak sana gelirler. Ve bil şüphesiz ki Allah güçlüdür doğru karar vericidir" demişti. 

261- Mallarını Allah'ın yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tane olan yedi başak bitiren tanenin örneği gibidir. Ve Allah dilediği kişi için kat kat artırır. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

262- Mallarını Allah'ın yolunda harcayıp, sonra ne başa kakmayı ve ne de rahatsızlık vermeyi harcadıklarının arkasına takmayanlar var ya,  onların emeklerinin karşılığı Rablerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

263- Benimsenen bir söz ve bağışlama, arkasına rahatsızlık vermek takılan bağıştan daha hayırlıdır. Ve Allah zengindir karşılık vermekte acele etmeyendir.

264- Ey inananlar, Allah'a ve sonraki güne inanmadığı halde, malını insanlara gösteriş olsun diye harcayan kimse gibi, bağışlarınızı başa kakmak ve rahatsızlık vermek sureti ile geçersiz hale getirmeyin. Böylesinin örneği, üzerinde toprak olan, kuvvetli bir yağmur eriştiğinde ise üzerindeki toprağı selin sürükleyerek onu çıplak hale terk ettiği  kayanın örneği gibidir. (Bu kimseler) kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremezler. Allah örtücüler topluluğunu doğru yola iletmez.

265- Ve mallarını, Allah'ın hoşnutluğunun peşine düşmek, içlerinde olanı sabitlemek için harcayanların örneği, yüksek bir tepede bulunan, bol yağmur eriştiğinde yemişini iki kat veren, bol yağmur erişmese dahi çisentisi düşen bahçe gibidir. Ve Allah işlemekte olduklarınızı görücüdür.

266- Sizden biriniz, hurma ve üzümlerden oluşan, altından nehirler akar, içinde her türlü ürünün yetiştiği bir bahçesi olsun da, kendisine yaşlılık erişmiş ve onun soyu da zayıf kimseler olsun, o böyle bir durumda iken bahçesine ateşli bir kasırga erişerek yanmasını arzu eder mi? Allah, düşünmeniz için ayetlerini size böyle açıklıyor.

267- Ey inananlar kazandıklarınızın temiz  olanlarından, ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan harcayın. Size verilse ona gözünüzü yummadan alamayacağınız murdar olanı hayır olarak harcamaya yönelmeyin. Ve bilin şüphesiz ki Allah zengindir övgüye layıktır.

268- Şeytan size, fakirlik sözü verir ve hayasızlığı buyurur. Ve Allah ise size kendisinden bağışlama ve lütuf  sözü verir. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

269- Doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini dilediğine verir, kime bu yetenek verilirse ise, artık ona kesinlikle çokça hayır verilmiştir. Ve temiz akıl sahiplerinden başkası hatırlamaz.

270- Ve harcama türünden yaptığınız her harcamayı, ve adak türünden yaptığınız her adağı, şüphesiz ki Allah onu bilir. Ve yanlış yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur.

271- Eğer bağışlarınızı açığa vurursanız o ne güzeldir. Ve eğer onu saklı olarak fakirlere öyle verirseniz, artık o sizin için daha hayırlıdır. Ve kötülüklerinizden bir kısmını sizden örter (kaldırır). Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

272- Onları doğru yola iletmek senin üzerine değildir. Fakat Allah dilediğini doğru yola iletir. Ve hayırdan ne harcarsanız, kendiniz içindir. Ve siz ancak Allah'ın yüzünün peşine düşmekten başka bir amaçla harcamazsınız. Ve hayırdan yaptığınız her harcamanın karşılığı size tastamam ödenir,  ve size yanlışla uğratılmazsınız.

273- (Yapacağınız yardımlar) Şu fakirler içindir, kendilerini Allah'ın yolunda alıkoymuşlardır. Yeryüzünde (rızık temin etmeye) güç yetiremezler. İffetlerinden ötürü, bilgisizler onların zenginler olduğunu hesap ederler. Sen onları (durumlarının) belirtilerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler. Ve hayırdan ne harcarsanız, şüphesiz ki Allah onu bilicidir.

274- Mallarını gece ve gündüz, gizleyerek veya gizlemeyerek harcayanlar, onların emeklerinin karşılığı Rablerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

275- Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytanın dokunarak çarptığı kimsenin kalkışından başka bir şekilde kalkmazlar. Bu onların: "Alışveriş te faiz  gibidir" demiş olmalarındandır. Halbuki Allah alışverişi serbest ve faizi yasaklamıştır. Kim, ona Rabbinden bir öğüt gelir de, artık vazgeçerse geçmişteki kendisinin ve onun buyruğu  Allah'a aittir. Ve her kim geri dönerse,  işte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

276- Allah, faiz (kazancın)i  mahveder ve bağışları (n kazancını) ise artırır. Ve  Allah bütün azılı örtücü günahkârı sevmez.

277- Şüphesiz ki, inanan, doğrulukları işleyen ve kulluk görevlerini ayakta tutan ve arınmayı yerine getirenler ise, onların emeklerinin karşılığı Rablerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

278- Ey inananlar, Allah'a korunun ve eğer inananlardan iseniz faizden geri kalan(alacaklar)ı bırakın.

279- Eğer bunu yapmazsanız,  artık Allah ve elçisinden açılan harbi artık duyun. Eğer (itaatle) dönerseniz (faiz bulaşmamış olan) mallarınızın başları  sizindir. Böylece ne siz yanlış yapmış olursunuz, ve ne de siz yanlışa uğratılmış olursunuz.

280- Ve eğer (borçlu) zorluk sahibi ise, artık borcunu (ödeme) kolaylığına kadar bakmak vardır. Ve eğer bilirseniz (borcunu) bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. 

281- Ve öyle bir güne karşı korunun ki, onda Allah'a döndürüleceksiniz, sonra her kişiye kazandığı tastamam ödenecek ve onlar asla yanlışa uğratılmayacak. 

282- Ey inananlar, süreli bir sona kadar ödemek üzere bir borçla borçlandığınız zaman, artık onu yazın. Ve aranızdan bir yazıcı onu denk şekilde yazsın. Ve yazıcı da Allah'ın ona öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın. Ve üzerinde (alacaklısının) hakkı olan da (borçlu da) dikte ettirsin, Rabbi olan Allah'a korunsun borcundan hiç bir şeyi düşük tutmasın. Eğer (borçlu) aklı kıt veya aciz veya borcunu dikte ettirmeye gücü yetmiyorsa, o takdirde yöneleni borcu denk şekilde dikte ettirsin. Ve (bunu yaparken) adamlarınızdan iki kişiyi de tanık bulundurun. Eğer iki adam olmazsa, o takdirde hoşnut olacağınız tanıklardan bir adam ve kadınlardan biri unuttuğunda sonrakinin ona hatırlatması için iki kadını (tanık) bulundurun. Ve tanıklar (tanıklık için) çağrıldıkları zaman kaçınmasınlar. Ve (borç) küçük veya büyük olsa da onun süresinin sonunu yazmaya üşenmeyin, sizin için böylesi Allah'ın katında hakkaniyete daha uygun, tanıklık bakımından daha sağlam ve (borç konusunda) herhangi bir şüpheye düşmemenize daha yakındır. Ancak aranızda hazır (peşin) ticaret olarak idare ettiğinizi kayıt altına almamanızda size herhangi bir sorumluluk yoktur. Ve birbiriniz ile alışveriş yaptığınız zaman tanık bulundurun. Ne yazıcı ve ne de tanık zarara uğratılmasın. Ve eğer böyle yaparsanız, artık şüphesiz ki bu sizin için yoldan çıkmak olur. Ve Allah'a karşı korunun. Ve Allah size (ticari hayatta nasıl davranacağınızı) böyle öğretiyor. Ve Allah her şeyi bilicidir.

283- Ve eğer yolculukta iseniz ve yazıcı da bulamadıysanız, o takdirde (borç karşılığında) alıkonulmuş rehinler yeter. Eğer (borçlu ve alacaklı olarak) birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse artık emanetini ödesin ve Rabbi olan Allah'a korunsun. Ve tanıklığı sakın gizlemeyin. Ve kim onu gizlerse, muhakkak ki onun kalbi günahkâr olmuştur. Ve şüphesiz ki Allah işlemekte olduğunuz her şeyi bilicidir.

284- Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Ve eğer içinizde olanı açıklasanız da veya onu saklasanız da, Allah sizi onunla hesaba çeker. Artık dilediğini bağışlar ve dilediğine de azap eder. Ve Allah her şeyin üzerinde güç yetiricidir.

285- Elçi, kendisine Rabbinden indirilmiş olana inandı ve inananlar da. (Resul ve inananların) Hepsi, Allah'a ve meleklerine ve kitaplarına ve elçilerine inandı. (İnananlar dediler ki): "O'nun elçilerinden hiçbiri arasında (Yahudiler gibi) bölücülük yapmayız." Ve: "İşittik ve itaat ettik, Rabbimiz senin bağışlamanı isteriz. Ve dönüş yalnız sanadır" dediler.

286- Allah bir kimseyi genişliğinden başkasıyla yükümlü tutmaz. (Kişinin) kazandığı kendine, kazandırdığı (kötülük) da aleyhinedir. Rabbimiz, unutur veya yanılgıya düşersek bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, üzerimize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceğini yükleme. Biz (e ceza vermek)den geç ve bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim yönelenimizsin artık örtücüler topluluğuna karşı bize yardım et. 


5 Haziran 2018 Salı

Bakara s. 249. Ayetindeki Bir Çeviri Sorunu: "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" Diyenler Kimler?

Bakara s. 249. ayetini Türkçeye çevrilmiş olan meallerden okuyan bir kimsenin kafasında, bu ayet içinde geçen "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" diyenlerin kimler olduğuna dair bir takım soru işaretleri oluşacaktır. Çünkü yapılan bir çok çeviri maalesef, bu cümlenin kimler tarafından söylendiğini meale yansıtmamış (bazı meallerde yansıtıldığını görmekteyiz) bunun neticesinde ise, bu sözü söyleyenlerin Talut'un emrine itaat eden gurup olduğu gibi bir durum ortaya çıkarak, bir çeviri sorunu oluşturmuştur. 

Yazımızın konusu, bu cümlenin kimler tarafından söylendiğinin çeviriye yansıtarak, okuyucuların kafasında oluşabilecek soru işaretlerinin giderilmesine yönelik olacaktır.

 فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ مُبْتَلِيكُمْ بِنَهَرٍ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ ۚ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ ۚ قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو اللَّهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ

Ayetin çevirileri genellikle şu şekilde yapılmaktadır:

[002.249] Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

Öncelikle şunu söylemek isteriz ki: İddiamız, bu ayetin yapılan çevirilerinin hatalı olduğu değil, okuyucunun kafasında bir takım soru işaretleri belirecek şekilde yapılmış olmasıdır. Oluşabilecek soru işaretlerinin, ayet içine parantez açılmak sureti ile giderilmesi mümkündür.

Şimdi ayeti bir kaç parçaya bölerek okumaya çalışalım.

"Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi"

Ayetin bu cümlesi Talut'un, ordusunu bir güven ve itaat testine tabi tuttuğunu göstermektedir. Geçecekleri yol üzerinde olan ırmağın suyundan içip içmemeleri, ordunun Talut'a karşı ne derece itaatkar olduğunun göstergesi olacaktır.

" Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler."

Bu cümle Talut'un ordusu içinde büyük bir kesimin onun emrine itaat etmediğini göstermektedir.

Talut'un ordusunu tabi tuttuğu bu deneme, aynı zamanda ordu içinde bir ayrışıma da sebep olacaktır. Çünkü bir komutanın, kendisine itaat etmeyen askerler ile çıkacağı bir sefer, kendi sonunu eli ile hazırlamasına sebep olacaktır. Talut'un söylediği "ondan içen benden değildir" sözü, nehrin suyundan içen askerlerin orduya artık dahil olmayacağını ordu dışında kalacağını göstermektedir.

Burada dikkate alınması gereken önemli bir husus, ordunun iki kısma ayrılmış olmasıdır. Ayetin bundan sonraki kısmında bu ayrışımın ortaya çıkarılması önemlidir.

"Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince"

Talut artık sadece kendisine itaat eden askerler ile kalmış, diğerleri ordudan ayrılmış, yola kendisine itaat eden askerlerle devam etmektedir. Cümle içinde geçen آمَنُوا kelimesinin, "İnananlar, İman edenler" şeklinde çevrilmesine karşın bu kelimenin çevirisine, kelimenin sözlük anlamlarından biri olan Güven anlamının verilmesinin daha uygun olacağını burada hatırlatmak isteriz.

"Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok dediler

Bu cümle ayetin çevirisinde sorun teşkil ettiğini düşündüğümüz cümledir. Çünkü bu sözü sanki bir önceki cümledeki  "Kendisi ve kendisiyle olan inananlar" olarak bahsedilen kimselerin söylemiş olduğu gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Halbuki ordu içinde ayrışım meydana gelmiş, itaat etmeyenler ordudan ayrılmış, itaat edenler ise Talut ile yola devam etmektedir. Talut'a itaat eden askerlerin ise "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" sözünü söylemiş olmaları pek mümkün değildir.

Bu sözü, Talut'a itaat etmeyerek ordudan ayrılanların söylemiş olması, daha makul bir yaklaşımdır. Bu durumun çeviriye parantez açılmak sureti ile yansıtılması, okuyucuda oluşması muhtemel olan soru işaretlerini ortadan kaldıracaktır.

"
Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler."

Bu sözü söyleyenler ise, Talut'a itaat ederek orduda kalan askerlerdir. Burada iki gurubun birbiri ile karşılıklı olarak bir konuşması söz konusudur.

Talut'a itaat etmeyen ordudan ayrılanlar= Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok.
Talut'a itaat eden ordu içinde kalanlar=    Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir.

Bu ayet ile ilgili olarak bizim yapmaya çalıştığımız çeviri örneği şu şekildedir:

Bakara s. 249- Talut ordusu ile sefere çıktığında (ordusuna), "Allah, (bana itaat edip etmediğiniz ve güven duyup duymadığınız hususunda) sizi bir nehir ile imtihan edecek, kim o nehrin suyundan içerse (bana itaat etmemiş ve bana güven duymamış olduğu için) benden değildir. O nehrin suyundan bir avuç almak müstesna olmak üzere tatmayan ise (bana itaat etmiş ve güven duymuş olduğu için) bendendir." dedi. Talut'un bu emrine rağmen ordusundan az bir kısmı müstesna olmak üzere, o nehrin suyundan içti (ona itaat eden ve etmeyenler, güven duyan ve duymayanlar böylece birbirinden ayrılmış oldu). Nehri, kendisine itaat eden ve güven duyanlar ile birlikte geçtiğinde, (Talut'a itaat etmeyen ve güven duymayan geride kalanlar) "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. Rablerine kavuşacaklarını kesin olarak bilen (Talut'a güven duyan ve itaat eden) ler ise, "Nice sayıca az olan topluluk vardır ki, Allah'ın izni ile sayıca çok olan topluluğa karşı galip gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir" dedi.

                                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

4 Haziran 2018 Pazartesi

Bakara s. 243. Ayeti: Allah İsrailoğullarını Öldükten Sonra Nasıl Diriltti?

Arapça orjinal metni, أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ أُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِ فَقَالَ لَهُمُ اللَّهُ مُوتُوا ثُمَّ أَحْيَاهُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ olan, Türkçeye yapılan çevirileri ise, "Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara «Ölün!» dedi. Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez." olarak yapılan Bakara s. 243. ayeti, içinde Ölüm ve Diriliş kelimelerini barındırmasından dolayı, bu kelimelerin hakiki anlama mı, yoksa mecazi anlama mı sahip oldukları konusunda üzerinde düşünülmesi gereken bir ayettir. 

Bu ayeti okuyan bir kimse, ayet içinde geçen ölüm ve dirilişin keyfiyetini merak edecek, bu olayın nasıl gerçekleştiği konusundaki sorularına cevap arayacaktır.

Bu ayet ile ilgili tefsirlere bakıldığında, Ölüm ve Diriliş kelimelerinin hakiki anlamlara sahip olduğu şeklindeki yorumlar ağırlık kazanmakta, fakat bu ayeti tek bir ayet olarak okuyup anlamaya çalışmak yerine, devam eden ayetlerde anlatılan Talut kıssası ile birlikte bütüncül olarak okuduğumuzda, bu kelimelerin hakiki anlamdan ziyade, mecazi bir anlam taşıdığı görülecektir. 

[002.246] Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Nebilerinden birine: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.

Bakara s. 243. ayetinde geçen, binlerce oldukları halde ölüm korkusu ile yurtlarından çıkanları, 246. ayet ile birleştirerek okuduğumuzda, binlerce kişinin yurtlarından çıkma sebebinin, düşmanlarının onlara karşı galip gelmesi neticesinde olduğunu görmekteyiz. 243. ayette onların bu durumları Ölüm olarak tasvir edilmektedir. Talut kıssasını okuduğumuzda ise, İsrailoğullarının Talut'un komutası altında Calut ve ordusuna karşı savaşarak, yeniden yurtlarına döndüklerini görmekteyiz. Talut'un komutası altında Calut ve ordusuna karşı savaşarak galip gelen İsrailoğullarının yurtlarına geri dönmesi ise Diriliş, yani yeniden hayata dönüşleri olarak tasvir edilmektedir.

243. ayeti Talut kıssası ile bağlantılı okuduğumuzda, ayet içinde geçen Ölüm kelimesini Esaret, Diriliş kelimesini ise Özgürlük ile eşitlemenin daha isabetli bir yaklaşım olduğu kanaatindeyiz.

Bakara s. 243. ayetinde topluluğun adının zikredilmemiş olmasına rağmen, bu topluluğun İsrailoğulları olması, ilerleyen ayetler ile bağını kurmaya çalıştığımızda daha muhtemel olduğu görülmektedir. Fakat ayetlerin daha önemli tarafı ise, olayın sadece tek bir topluluğu değil, geçmiş ve gelecek olan bütün toplumları ilgilendirmesidir. Çünkü ayetler, düşmanları tarafından esaret altına alınan bir topluluğun özgürlüklerine nasıl kavuşabileceğini, yaşanmış bir örnek olarak İsrailoğullarının başlarından geçen bir olay üzerinden anlatmaktadır. Bu kıssa aynı zamanda, tüm zamanlarda bu durum ile karşılaşacak olan topluluklara bir mesaj vermektedir.

Bütüncül bir okuma sonucunda Bakara s. 243. ayetinin, Talut kıssasının sonuç ayeti olduğu görülmektedir. Ayet içinde geçen Ölüm ve Diriliş kelimelerinin ise bu bağlamada mecazi bir anlama sahip olduğu daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. 

Bakara s. 243. ayetine verilecek olan anlamın, Talut kıssası dikkate alınmak sureti ile yapılmaya çalışılması, ayet içinde geçen Ölüm ve Diriliş kelimelerinin üzerinden verilmek istenilen mesajın daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. 

Bu ayet ile ilgili olarak bizim yapmaya çalıştığımız anlam çalışması şu şekildedir:

Bakara s. 243- Binlerce kişilik kalabalık topluluk olmalarına rağmen (düşmanları ile savaşmanın verdiği) ölüm korkusu ile yerlerinden yurtlarından çıkanları görmedin mi?. (Düşmanları ile savaşmaktan korkmalarından dolayı yerleri yurtları istila edilerek zelil duruma düştükleri için) Allah onlara Ölün * dedi, sonra onları (düşmanlarına karşı galip getirmek sureti ile yeniden kaybettikleri yurtlarını geri kazandırarak) hayata döndürdü. Allah insanlara lütufkar olmasına rağmen, insanların çoğu buna karşı nankörce davranırlar.

(*) Buradaki Ölün emri, hakiki anlamda bir ölüm değil toplumların düşman istilası karşısında maruz kaldıkları zelil durumu tasvir eden mecazi anlamda bir kullanımdır. Çünkü devamında gelen Talut kıssasındaki hayata döndürülme işlemi de aynı şekilde mecazi anlam taşımaktadır.

Sonuç olarak: Düşmanları tarafından galebe çalınarak yerlerinden ve yurtlarında çıkarılmak sureti ile esaret altına alınan yani ölen bir topluluğun özgürlüğüne kavuşmasının, yani dirilmesinin yegane yolu, düşmanlarına karşı savaşarak galip gelmek sureti ile olacaktır. Esaretin ölüm ile eşitlendiğini dikkate aldığımızda, bugün İslam coğrafyasının bazı bölgelerinin işgal altında olmasının ne kadar acı bir durum olduğu da ortaya çıkacak, bu esaretten kurtuluşun Kur'an'da verilen reçetesi ise, tatbik edilecek günleri beklemektedir.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

30 Mayıs 2018 Çarşamba

Bakara s. 233. Ayetinde Geçen " izâ sellemtüm mâ âteytüm bil ma’rûfi" Cümlesinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Bakara s. 233. ayeti içinde geçen "iza sellemtüm ma ateytüm bil marufi" cümlesinin çevirisini farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, bu cümlenin çevirisinin iki farklı şekilde meallere yansıdığını görecek, ve hangi çevirinin daha doğru konusunda tereddüte düşecektir. Yazımızda bu cümleye yapılan farklı çevirilerden hangisinin daha doğru olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşmaya çalışacağız.

Konumuz ile ilgili cümlenin iki farklı çevirisi şu şekilde yapılmaktadır:

وَإِنْ أَرَدْتُمْ أَنْ تَسْتَرْضِعُوا أَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُمْ مَا آتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ

1- Çocuklarınızı (sütannesi tutup) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz(ücret)i güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günâh yoktur.

2-Eğer çocuğunuzu süt annelere emanet etmeye karar verirseniz, teslim edeceğiniz çocuğun emniyetini uygun bir şekilde sağlamanız şartıyla size bir günah yüklenmez.

1. guruptaki çevirilerin anlamı, çocuğu emzirecek olan süt anneye çocuk için vereceği bu hizmete karşılık bir ücret ödenmesi ile ilgili iken, 2. guruba dahil olan çevirilerin anlamı, süt anneye teslim edilecek olan çocuğun güvenliğinin sağlanması ile ilgilidir.

Bu iki farklı çevirinin sebebini araştırdığımızda ayet ile ilgili kıraat farklılıkları karşımıza çıkmakta, cümle içinde geçen bir kelimenin farklı okuyuşları bu anlam farklılığını doğurmaktadır. Kıraat farklılıkları ile ilgili görüşleri merak edenler, Zemahşeri, Razi, Kurtubi, Taberi gibi müfessirlerin bu ayet ile ilgili olarak yaptıkları tefsirlere bakabilirler. 

Biz ayet içi bütünlüğe dikkat ederek farklı çevirilerin hangisinin daha isabetli olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşacağız. Ayet içindeki şu cümle, bu konuda bize yardımcı olacaktır.

وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ

Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir.

Bu cümle eşinden ayrılan emzirme çağında çocuğu olan bir kadının, bu çocuğu emzirme süresince kendisi ve çocuğun maddi ihtiyaçlarının baba tarafından karşılanması gerektiğini beyan etmektedir. Her iki cümle içinde geçen بِالْمَعْرُوفِ kelimesi ortak payda olarak alınmak sureti ile, konumuz olan cümlenin hangi çevirisinin daha uygun olabileceğini bulmak mümkündür.

Emziren anne ve emzirilen çocuğun maddi ihtiyaçlarının karşılanması maruf ölçülerde babaya ait ise, çocuğu kendi annesinin emzirmemesi nedeniyle süt anneye verilmesi neticesinde, çocuğu emzirecek olan süt annenin maddi ihtiyaçlarının karşılanması da yine maruf ölçülerde süt anneye verilen çocuğun babasına ait olmalıdır. Konumuz olan cümlenin böyle bir durumu beyan etmiş olması, kanaatimizce daha makuldür. 

Dolayısı ile konumuz olan cümlenin iki farklı çevirisinden daha isabetli olanı kanaatimizce, 1. şıktaki şekilde yapılan çevirilerdir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, isabetli olmadığını düşündüğümüz 2. şıktaki çevirinin yanlış ve hatalı olduğunu iddia etmediğimizdir.

Buna göre Bakara s. 233. ayetinin tamamının çevirisi şu şekilde olmalıdır:

Bakara s. 233- (Boşanmış) Anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, çocuklarını tam iki yıl emzirirler. (Emzirme süresince) Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir. Hiç bir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklenmez. Anne ve baba çocuğu yüzünden zarara uğratılmasın. (Çocuğun babası ölecek olursa annenin ihtiyaçlarını karşılamak) aynı şekilde mirasçıların üzerine vazifedir. Eğer anne ve baba karşılıklı rıza ile yaptıkları istişare sonucunda, çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse, anne ve babaya herhangi bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (süt annelerine) emzirtmek isterseniz, emzirme ücretini uygun ölçüler dahilinde verdiğiniz takdirde, size bir günah yoktur. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görmektedir.

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

29 Mayıs 2018 Salı

Bakara s. 238. Ayetindeki "Hafizu Ales Salavati" İfadesine Farklı Bir Anlam Denemesi

Arapça orjinal metni حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَىٰ وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ  olan, Bakara s. 238. ayetinin, Türkçeye yapılan çevirileri, büyük çoğunlukla "Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun." şeklinde yapılmaktadır. Biz, böyle yapılan bir çevirinin yanlış olduğunu iddia etmemekle birlikte, ayet içinde geçenحَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ  ifadesinin anlamını, aynı surenin 157. ayetinde geçen "Salavatün" kelimesinin anlamını dikkate alarak, farklı bir anlam denemesi yapmaya çalışacağız.

Ayetin حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ ifadesinin,  "Namazlara ve orta namaza devam edin" şeklinde yapılan çevirilerinde, farklı görüşler ortaya atılan ve hangi namaz olduğu hususunda ortak bir fikir birliği olmayan "Orta Namaz" deyiminin, diğer namazlara göre daha önemli olduğu gibi bir anlam uyandırmış olmasına karşın, bu sefer de diğer namazların orta namaza göre daha önemli olmadığı gibi anlam ortaya çıkarabileceği, bizi bu konuda farklı bir anlam çalışması yapmaya iten nedenlerden birisidir.

Bu ayetin o şekilde yapılan çevirilerinde, bazı zihinlere takılması muhtemel olan bu tür soru işaretlerinin, yapacak olduğumuz anlam denemesi ile giderilebileceğini düşünmekteyiz.

Bakara s. 155- Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile yıpratıcı bir imtihana tabi tutarız. Başlarına gelenlere karşı dayanma ve mücadele gücüne sahip olanları müjdele.

Bakara s. 156- Onlar ki, böyle sıkıntılı durumlar ile karşılaştıklarında (asla isyan etmezler)"Bizim her şeyimiz Allah'a aittir, biz ona döneceğiz" dediler.

Bakara s. 155. ve 156. ayetlerinde, Allah (c.c) kullarını yaşadıkları hayat içinde bir takım sıkıntılı durumlar ile sınayacağını bildirmekte, bu sınamalara karşı isyan etmeden dayanan ve bu sıkıntılardan kurtulmak için mücadele edenleri övmektedir. 157. ayette ise bu kimselere Allah (c.c) tarafından verilecek olan ödülden bahsedilmekte, bu ödül ise ayet içinde "Salavatün" kelimesi ile ifade edilmektedir. Bakara s. 157. ayeti içinde geçen bu kelime, bizi surenin 238. ayetinde geçen aynı kelimenin anlamı ile aralarında bir bağ kurulabileceği düşüncesine sevk etmiştir.

Bakara s. 157- İşte onlara Rablerinden destek ve bağışlama vardır, ve onlar doğru yol üzerindedirler.

Dikkat edilirse 157. ayet içinde geçen kelime, namaz anlamında değil, destek ve bağışlanma anlamında kullanılmakta, ve 155. ve 156. ayetler ile bir bağlam dahilindedir. Yine dikkat edilirse, Bakara s. 226. ayetten beri süregelen boşanma ile ilgili hüküm ayetlerinin sonuna geldiğinde حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ buyurulmakta, bu buyruktaki الصَّلَوَاتِ kelimesine verilebilecek anlamın, önceki ayetlerde geçen boşanma ile ilgili hükümler arasında bir bağının kurulabileceğini akla getirmektedir. 

Hatırlayacak olursak, Bakara s. 155. ve 156. ayetlerinde başa gelen sıkıntılara, kullar tarafından verilen olumlu karşılıkların ödülü, Allah(c.c) den salavat üzere olmaktır. Öyleyse Bakara s. 238. ayetinde geçen حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ ifadesine, "Salavat üzerinde olmayı gözetin" şeklinde, taslak bir anlam vermek mümkündür. Bu taslak anlamdan sonra anlamı biraz daha açarak ayete yansıtabiliriz.

Malum olduğu üzere, Allah (c.c) 226. ayetten beri süregelen, insanların yaşamları içinde karşılaşabilecekleri ailevi durumlar ile ilgili hükümleri sıralamakta, ve bu hükümlere riayet etme konusunda titizlik gösterilmesini istemektedir. Allah (c.c) kulları ile ilgili hükümlerine riayet edenlere ve etmeyenlere vereceği karşılığı ise müteaddit ayetlerinde beyan etmektedir.

Kulları için sıraladığı hükümlere riayet edenlere vereceği karşılığı, Bakara s. 157. ayette Salavatün kelimesi ile bildiren Rabbimiz, aynı surenin 238. ayetinde, Allah'ın koyduğu hükümlere riayet etmek sureti ile, yine bu karşılığı almaya özen gösterilmesini istemektedir.

Bütün bunları dikkate alarak, Bakara s. 238. ayetine şu şekilde bir anlam vermek mümkündür.

Bakara s. 238- (Sizin için koyduğumuz bu hükümlere riayet etmek sureti ile Rabbinizden) Bağışlama ve destek üzere bir hayata ve (sizi kötülüklerden alıkoyacak olan) namaza özen gösterin. Allah'a itaat için ayağa kalkın.

Mevdudi, Tefhim-ül Kur'an adlı eserinde, konumuz olan ayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

"Sosyal refahı ve daha medenî bir hayat kurmayı sağlamak amacıyla gerekli kanun ve düzenlemeler ortaya konulduktan sonra Allah, son nokta olarak namazın önemini vurgulamaktadır. Çünkü namaz tek başına bile, Allah korkusu, fazilet ve hikmet duyguları doğurup İlâhî Kanun'a itaatkâr bir tavır ortaya çıkarabilir ve insanı doğru yolda tutabilir. Kimse namazsız Allah'ın kanunlarına tamamen bağlı kalamaz; çünkü insan, Yahudiler gibi şu veya bu tür isyana kaymaya mütemayildir."
Mevdudi, dikkat edilirse bu ayet ile ilgili olarak yazdıklarında daha önceki ayetler ile bir bağ kurmakta, Allah'ın hükümlerine riayet etmek ile namaz arasında bir bağ kurmaktadır. Biz bu ayete verdiğimiz anlamda Ankebut s. 45. ayeti ile parantez içinde bağ kurmaya çalıştık.

Tevbe s. 99. ayetine baktığımızda Salavat kelimesi o ayette de karşımıza çıkmakta, ve o ayette de dua ve destek anlamında kullanılmaktadır. 

[009.099]  Bedevilerden, Allah'a ve ahiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Resulün dualarına (salavüttürresul) nail olmağa vesile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.

Sonuç olarak: Bakara s. 238. ayeti içinde geçen Salavatün ve Salat kelimeleri bir çok mealde Namaz olarak verilmesine karşın, biz sadece Salat kelimesine namaz anlamı vererek, diğer kelimeye Bakara s. 157 ve Tevbe s. 99. ayetlerinde geçen anlamlar doğrultusunda bir anlam vermeye çalıştık. 

Kur'an üzerinde yapılan her yorumun kişisel görüşler olduğunu, doğru veya yanlış olma ihtimalini hiç bir zaman unutmadığımızı hatırlatarak, bu ayetin yapılan çevirilerine sadece katılmadığımız, fakat o çevirileri yanlış, bizim yaptığımız anlam çalışmasını doğru olarak göstermeye çalışmadığımız bilinmelidir. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

22 Mayıs 2018 Salı

Bakara s. 232. Ayetine Verilen Çelişkili Mealler Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ı, Türkçeye çevrilmiş olan meallerden okumaya ve anlamaya çalışan bir kimse, Bakara s. 232. ayetini karşılaştırmalı okuduğunda, karşısına bu ayet ile ilgili olarak birbirinden farklı mealler çıkacak, haklı olarak bu meallerden hangisinin doğru olduğu konusunda karar vermekte zorlanacaktır. Yazımızda bu ayet ile ilgili yapılan mealleri ele almaya, hangi mealin daha doğru olduğu konusundaki görüşlerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bakara s. 232. ayetinin Arapça metni şu şekildedir:

وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ ۗ ذَٰلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۗ ذَٰلِكُمْ أَزْكَىٰ لَكُمْ وَأَطْهَرُ ۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

Bakara s. 232. ayeti, eşlerini boşayan erkekleri muhatap almakta, eşlerini boşamış olan erkeklerin, boşadığı eşlerinin yeniden bir başka erkekle evlenmeleri hususunda, onlara mani olmamalarını emretmektedir.

Fakat bu ayet ile ilgili yapılan bazı meallere baktığımızda bu durumu yansıtmadıklarını görmekteyiz. Erişme imkanı bulduğumuz mealleri 1- Anlamı tam olarak yansıtamamış, 2- Anlamı yanlış olarak yansıtmış, 3- Anlamı doğru olarak yansıtmış mealler başlığı altında, 3 bölümde incelemeye çalışacağız.

                                       1- Anlamı tam olarak yansıtamayan mealler.

---Abdulbaki Gölpınarlı: 
Kadınları boşadınız da zamanlarını geçirdiler mi aralarında güzellikle uzlaşırlarsa kocalarına varmalarına engel olmayın. Bu, içinizde Allah’a ve son güne inananlara verilmiş bir öğüttür. Bu, sizin için daha hayırlıdır, daha temiz bir iştir. Siz bilmezsiniz ama Allah bilir.

---Abdullah Parlıyan: 
Ve eşlerinizi boşadığınızda, bekleme süreleri de sona erdiğinde kocalarıyla örfe uygun güzelce anlaşmışlarsa onlara engel olmayın. Bu Allah’a ve ahiret gününe inanan, herbiriniz için bir uyarıdır. Bu sizin için en erdemli ve en temiz yoldur. Allah bilir siz bilmezsiniz.

Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsin--Ali Bulaç: 
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsiniz.

---Bekir Sadak: 
Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ermişse, kocaları ile birbirleriyle güzellikle anlaşmışlarsa evlenmelerine engel olmayın. İçinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse bundan ibret alır. Bu sizin için daha nezih ve daha paktır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Celal Yıldırım: 
Kadınları boşadığınızda şer’î bekleme süresi sona erince aralarında örfe uygun iyilik ölçüleri içinde anlaştıkları takdirde, kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. Bununla sizden Allah’a ve Âhiret gününe inananlara öğüt veriliyor. Bu sizin için daha uygun ve daha pâk ve nezîhtir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Edip Yüksel: 
Boşanan kadınlar bekleme sürelerini bitirdikten sonra, kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde o kadınların tekrar evlenmelerine engel olmayın. İçinizden ALLAH’a ve ahiret gününü onaylayan kimseler bundan öğüt alır. Bu sizin için daha arı ve daha sağlıklıdır. Siz bilmeseniz de ALLAH bilir.

---Elmalılı Hamdi Yazır: 
Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz. 

---Gültekin Onan: 
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini (ecele) de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Tanrı’ya ve ahiret gününe inananlara bununla (böyle) öğüt verilir. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Tanrı bilir de siz bilmezsiniz.

---Harun Yıldırım: 
Kadınları boşadığınızda iddetlerinin sonuna ulaştıklarında aralarında örfe uygun olarak anlaştıkları takdirde artık onları kocalarıyla nikahlanmaktan alıkoymayın! İşte bu içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere kendisiyle verilen bir öğüttür. İşte bu, sizin için daha faydalı ve daha temizleyicidir. Şüphesiz Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz.

---Hasan Basri Çantay: 
Kadınları boşadınız da ıddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru’ bir suretde anlaşdıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın, işte içinizden Allaha ve âhiret gününe îmân etmekde olan (lar) a bununla öğüd veriliyor. Bu sizin için daha fazıyletli ve daha temizdir. (Ondaki maslahatı) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Kadri Çelik: 
Kadınları boşadığınızda, böylece bekleme müddetlerini (iddetlerini) tamamladıkları zaman, kendi aralarında güzellikle anlaşmaları durumunda, evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha faydalı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Şaban Piriş: 
Kadınları boşadığınız vakit, onlar da bekleme sürelerini bitirince aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde, kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere, bununla öğüt veriliyor. Bu, sizin için daha faydalı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 

---Ümit Şimşek: 
Kadınları boşadığınız zaman, iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru şekilde anlaşacak olurlarsa kocalarına dönmelerine engel olmayın. Sizden Allah'a ve âhiret gününe inanmış olanlara verilen öğüt işte budur. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temiz bir iştir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki, ayetin çevirisi ile ilgili  problem olarak gördüğümüz kısım, ayetin وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ cümlesidir, ve bu cümle yukarıdaki meal örneklerinde "Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın." şeklinde çevrilmektedir. Yukarıda verdiğimiz meallerde gramer yönünden herhangi bir çeviri hatası bulunduğunu iddia etmemekle birlikte, ayetin bu şekilde yapılan bir çevirisi, okuyucu tarafından net bir şekilde anlaşılmayacaktır şöyle ki:

Dikkat edileceği üzere ayet, eşlerini boşayan erkekleri muhatap almakta ve onlara seslenerek, eşlerini boşamış olan erkeklere, boşadıkları eşleri tekrar evlenmek istedikleri zaman, onlara engel olmamalarını emretmektedir.

Buradaki asıl önemli nokta, eşleri tarafından boşanmış olan kadınların, evlenecekleri erkeklerin eski eşleri mi, yoksa başka erkekler mi olduğudur. Ayet içinde bu durum biraz kapalı şekilde,  أَزْوَاجَهُنَّ kelimesi ile ifade edildiği, ve bu kelime ayet içinde "kadınların kocalarına" anlamına geldiği için, yukarıdaki örnek mealler anlamı daha açık ve net olarak yansıtmaktan kaçınarak, motamot bir çeviri yaparak yanlış bir çeviri yapmış olmaktan kurtulmuş olmalarına karşın, anlamı tam olarak yansıtamama durumuna düşmüşlerdir. Çünkü böyle bir çeviri, okuyucu tarafından boşanan kadınların evlenecekleri erkeklerin kimler olduğu sorusunun sorulmasına sebep olmakta, ve bu sorunun cevabı ayet içinde bulunamamaktadır.

                                    2- Anlamı yanlış olarak yansıtmış olan mealler.


Bu gurupta vereceğimiz mealler, Bakara s. 232. ayetinin anlamını yanlış olarak yansıtan meallerdir. 

---Adem Uğur: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Bayraktar Bayraklı: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, eski kocalarıyla evlenmelerine engel olmayınız! İşte bununla, içinizden Allah`a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız, kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

---Cemal Külünkoğlu: 
Kadınları boşayıp da bekleme sürelerini doldurdukları zaman eğer daha önceki kocaları ile örfe uygun (meşru) bir biçimde anlaşırlarsa evlenmelerine engel olmayın! Bununla içinizden Allah`a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah (neyin sizin için hayırlı olacağını) bilir, siz bilmezsiniz. 

---Diyanet İşleri: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Diyanet Vakfı: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Sadık Türkmen: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında örfe uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, (eski) eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel çıkarmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Süleyman Ateş: 
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde, (eski) kocalarıyle evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Bu, sizin için daha iyi ve daha temizdir. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.

---Yaşar Nuri Öztürk: 
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini tamamladıklarında, kendi aralarında örfe uygun olarak anlaşmışlarsa eski kocalarıyla nikahlanmaları hususunda onlara engel çıkarmayın. Bu, sizin Allah’a ve âhıret gününe inanmış olanınıza verilen öğüttür. Bu sizin için daha isabetli ve daha temizdir, Allah bilir ama siz bilmezsiniz. 

---Ali Fikri Yavuz: 
Kadınları (Ric’î talâkla) boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşrû bir şekilde anlaştıkları takdirde, ey veliler, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın. Bu anlatılanlar, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş olanlara verilen bir öğüttür. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah sizin menfaatinizi bilir, siz bilemezsiniz.

---Hayrat Neşriyat: 
Hem kadınları (ric`î, dönüşü mümkün bir boşama ile) boşadığınızda, bekleme müddetlerini de bitirdiklerinde, artık aralarında meşrû` olarak anlaştıkları takdirde, bu durumda kocalarıyla (tekrar) evlenirler diye onlara mâni` olmayın! Bu, içinizden Allah`a ve âhiret gününe îmân etmekte olan kimselere, kendisiyle nasîhat olunan(bir e mir)dir. Bu, sizin için daha hayırlı ve da ha temizdir. Çünki (sizin için neyin daha hayırlı olduğunu, ancak) Allah bilir, siz bilmezsiniz.


---Ömer Nasuhi Bilmen: 
Ve kadınları boşadığınızda, onlar da iddetlerini sonuna erdirince onların kendi aralarında maruf veçhile karşılıklı rızayla kocaları ile tekrar evlenmelerine mani olmayınız. Sizden Allah’a ve Ahiret gününe inanmış olanlara işte bununla öğüt verilir. Bu husus sizin için daha faydalı ve daha temizdir ve Allah Teâlâ bilir, siz bilmezsiniz. 


---Suat Yıldırım: 
Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın. Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bu ayetlerle öğüt verilir. Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

Bu guruptaki meallere baktığımızda bu meallerin ortak paydaları, ilgili cümleye "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın." şeklinde bir anlam vermiş olmalarıdır. Bu şekil bir anlam maalesef doğru bir anlam değildir. Şöyle ki:

Ayetin muhatabı, bilindiği gibi eşlerini boşamış olan erkeklerdir. Muhatabın, eşlerini boşayan erkekler olduğu bir cümleye "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın." şeklinde bir anlam vermek çelişkili bir anlamdır. Çünkü ayet hem eski kocaya hitap edecek, hem de eski kocaya hitaben "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın."  yani "Sizinle evlenmelerine engel olmayın" diyecek, bu anlamın kabul edilebilir olmaktan uzak olduğu aşikardır.

Bu şekil hatalı bir meal verme gerekçelerinden bir tanesi de, ayetin boşanmış olan kadının velisine hitap ettiği düşüncesidir ki, Ali Fikri Yavuz tarafından yapılan mealde, bu anlayışı görmekteyiz. Ayet içinde "Ey veliler" şeklinde anlam verilecek herhangi bir ibare bulunmamasına rağmen, maalesef bu ibare ayet içinde var gibi parantez dahi açılmadan konulmuştur. 

Ayetin boşanan kadınların velisine hitap ettiği düşüncesi, maalesef mezhebi kaygılardan dolayı ortaya çıkmıştır. Yani ayet mezhebi görüşler doğrultusunda çevrilmeye çalışılmıştır, yani mezheplerin bu konuda sahip olduğu görüşleri, ayete söyletmek adına böyle bir çeviri yapılmış, yapılan bu iş ise ancak "Kitaba uymak değil, kitabına uydurmak" deyimi ile ifade edilebilir. 

Çünkü ayet içindeki طَلَّقْتُمُ ve فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ  kelimelerinin muhatabı, eşlerini boşayan erkekler olup, boşanan kadınların velisi olarak anlamlandırılabilecek olan herhangi bir kelime ayet içinde yoktur. Suat Yıldırım tarafından yapılmış olan meal, bu garip durumu en net bir şekilde ortaya koyan bir meal örneğidir.

                                    3. Anlamı doğru olarak yansıtan mealler.

Bu gurupta vereceğimiz meal örnekleri, Bakara s. 232. ayetinin anlamını doğru olarak yansıtan meallerdir. 

---Ahmet Varol: 
Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerini tamamlarlarsa, aralarında iyilik üzere anlaşmaları durumunda (kendileriyle evlenmeye niyetlendikleri) eşleriyle nikahlanmalarını engellemeye çalışmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edene öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha elverişli ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

---İlyas Yorulmaz: 
Kadınlarınızı boşadığınız ve bekleme süreleri dolduğu zaman, başka erkeklerle evlenmek için örfe uygun aralarında anlaşırlarsa, onların evlenmelerine engel olmayın. Sizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimseler için verilen öğüt budur. Böylece sizin için en temiz ve en güzel yolda budur. Allah bilir, siz bilemezsiniz. 

Muhammed Esed:
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları taktirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan her biriniz için uyarıdır; bu, sizin için en erdemli ve en temiz (yol)dur. Allah her şeyi aslıyla bilir, ama siz bilmezsiniz. 
---Muhammed Esed: 
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları taktirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan her biriniz için uyarıdır; bu, sizin için en erdemli ve en temiz (yol)dur. Allah her şeyi aslıyla bilir, ama siz bilmezsiniz. 


---Mustafa İslamoğlu: 
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerini tamamlamışlarsa, aralarında münasip bir biçimde anlaştıkları takdirde, eş(namzet)leriyle evlenmelerine engel çıkarmayın! Bu, içinizden Allah`a ve ahiret gününe inanan herkese bir uyarıdır; işte bu sizin için en yararlı ve en temiz olandır. Allah her şeyi bilir ve fakat siz bilemezsiniz. 


---Erhan Aktaş: 
Boşadığınız kadınlar, bekleme sürelerini tamamlayınca; aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde; onların eşleriyle1 evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman edenlere yapılan bir öğüttür. Bu sizin için daha iffetli, daha temiz bir yoldur. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 

1- Evlenmeye karar verdikleri kimselerle. Bu kimseler, boşanılan kimseler yani eski eşler değil, evlenmeye uygun görülen kimselerdir.

---Süleymaniye Vakfı Meali:
Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerinin sonuna varırlarsa, koca adaylarıyla[1*] marufa uygun olarak anlaştıkları taktirde evlenmelerine engel olmayın[2*]. Bu, içinizden Allah'a ve Ahiret gününe inananlara verilen öğüttür. Sizin için iyi ve temiz[3*] olan budur. Bunları bilen Allah'tır siz bilemezsiniz.

[1*] Kadın kocasıyla zaten evli olacağı için ayetteki eşleri ifade mecazdır, koca adayı anlamında kullanılmıştır. 

[2*] Kadın eşini kendi seçer. Yaptığı seçim sadece marufa uygunluk açısından denetlenir. 


[3*] Buradaki kelimelere ism-i tafdil anlamı uygun olmadığı için sıfat-ı müşebbehe anlamı verilmiştir.


Bu guruptaki mealler, erkeğin boşadığı kadının bir başka erkekle evlenmek istediğinde, eski eşin ona engel olmaması gerektiği yönünde yapılmış, ve anlamı doğru olarak yansıtmaktadır. Erhan Aktaş ve Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan çeviride, dipnot ile bu durumun izah edilmiş olması, okuyucu tarafından ayetin daha net ve doğru şekilde anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.

Mealleri karşılaştırmalı olarak vermemizin amacı, bir ayeti mezhebi ön kabul ile çevirmek ile, herhangi bir ön kabul olmadan çevirmenin farkını göstermektir.

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

Ali Bulaç:
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsin

28 Nisan 2018 Cumartesi

İman Nedir Mümin Kimdir? Küfür Nedir Kafir Kimdir?

Yazımıza konu etmeye çalışacağımız kavramlar, Kur'an içinde sıkça geçen ve büyük bir öneme haiz kavramlardan olmasına rağmen, bu kavramların anlam alanı konusunda farklı mülahazaların bulunduğu, her fırkanın bu kavramları kendi anlayışları çerçevesinde tarif etmeye çalıştığı da bir gerçektir. 

Bu kavramlar hakkında yazılabilecek bir çok şey olmasına rağmen, biz yazımızı, bu kavramların anlam alanı üzerinde sınırlı tutarak, özellikle Mümin Kimdir? sorusu üzerinde durmaya çalışacağız. Bu kavram üzerinde durmaya çalışırken, bazı kimseler tarafından ortaya atılan, Müslüman bir kimliğe sahip olmadığı halde insanlık için faydalı işler yapan kişilerin ahiretteki durumlarının ne olduğu sorusuna da cevap vermeye çalışacağız.

[004.124] Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez.

[016.097] Kadın, erkek, mümin olarak kim iyi iş işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz.

[017.019] Kim de ahireti isterse ve mümin olarak kendine yaraşır bir çaba ile onun için çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir.

[020.112]  Her kim de mümin olarak salih amelleri işlerse, artık o, ne bir haksızlıktan ve ne de çiğnenmekden korkar.

[021.094] Artık kim mü'min olarak yararlı işlerden bir iş yaparsa, onun çalışmasına nankörlük edilmeyecek; şüphesiz Biz onun hesabına yazarız.

[040.040]  Kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza görür. Kim de kadın veya erkek, mümin olarak salih amel işlerse işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.

Yukarıdaki ayet meallerine baktığımızda, ayetlerdeki ortak noktanın cennete girme şartının "Mümin olarak salih amel işlemek" şartına bağlandığını görmekteyiz. Böyle bir durum, mümin olmayan fakat salih amel işleyenlerin durumlarının ne olduğu sorusunu beraberinde getirmektedir. Bu sorunun cevabı için öncelikle Mümin  kavramının anlamı üzerinde durmak gerektiğini düşünmekteyiz.

Bu kavramın Müslümanlar arasındaki yaygın olan tarifinin, kanaatimizce pek doğru olmadığını düşündüğümüzü baştan söyleyerek, bu kavrama bir çok kimse için sıra dışı olarak görülebilecek bir tarif getirmenin, bu konuda oluşan bazı sorulara daha kolay cevap bulunabilmesi açısından gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

Kanaatimizce Mümin kavramının anlam alanını tespit edebilmek için insanları, 1- Vahiy ile muhatap olanlar, 2- Vahiy ile muhatap olmayanlar olarak ikiye ayırmak gerekmektedir. Ne yazıktır ki böyle bir ayrımın yapılmaması neticesinde ortaya konulan Mümin, Kafir kavramlarının tarifi, bir çok insanın kafasında oluşmuş olan sorulara cevap verememekte, haşa Allah (c.c) nin adaletinin kullar tarafından sorgulanmasına sebep olmaktadır.

Vahiy ile muhatap olan bir kimseye Mümin denilebilmesi için, o kişinin vahiy tarafından ortaya konulan bütün dini esaslara kayıtsız şartsız inanması gerekmektedir. Kendisine vahiy ile ulaşmış olan bilgiyi anlayarak ve bilerek ret eden bir kimsenin mümin olarak görülmesi mümkün değildir. 

Vahiy ile muhatap olan kişilerin yaşadığı bölgeler, genel olarak islam coğrafyası olup, bu coğrafyada yaşayan insanların hemen hemen tamamı bir şekilde vahiy ile muhatap olmuş, ve onların vahiy ile muhatap olmuş olmaları, onları Kur'an içindeki hükümlerle aynı zamanda sorumlu kılmaktadır.

Fakat bir de bu coğrafya dışında yaşayan insanların bulunduğu, onların da bizler tarafından Kafir olarak görüldüğü bir gerçeği vardır. Bu durumda bir kişinin kafir olarak görülmesinin kriterinin ne olması gerektiği gündeme gelmektedir. Bizler tarafından kafir olarak görülen insanlara herhangi bir şekilde vahyin ulaşıp ulaşmadığı, ve onların kendilerine ulaşan vahyi ret ettiği konusunda kesin bilgi sahibi olmadan, o kişinin kafir olduğuna hükmetmek doğru bir karar olmayacaktır. Maalesef bir çok Müslümanın zihnindeki kafir portresi, İslam coğrafyası dışında yaşayan bütün insanları kapsamakta, İslam coğrafyası dışındaki insanların tamamı kafir olarak görülmektedir.

Bu meyanda dünyanın İslam coğrafyası dışında yaşayan ve İslam dini dışındaki dinlere tabi olan, fakat bir çok Müslümandan daha dürüst, daha erdemli, insanlığa daha faydalı olanların cehenneme mi gideceği sorusu, bir çok insanın zihninde cevap aramaktadır.

İslam coğrafyası dışında yaşayan bütün toplulukların, ve o topluluklarda yaşayan bütün fertlerin hepsinin kafir olduğunu düşünmek veya  iddia etmek, kanaatimizce doğru bir yaklaşım değildir. Bu topluluklar içinde yaşayan, fakat Mümin olan insanlarında var olabileceği, maalesef bir çok Müslümanın aklının ucundan dahi geçmemektedir.

Bizim böyle bir düşünce ortaya atmış olmamız, Müslüman olmayan bir toplumda yaşayan bir insanın, nasıl mümin olarak görülebileceği sorusunu da beraberinde getirecektir.

Burada, İslam toplumu içinde doğmuş olan bir insan ile, ineğe, taşa, tahtaya tapan, yani müşrik bir toplumda doğan insanın fıtri olarak eşit şartlarda dünyaya geldiklerini bilmek, ve hesap gününde insanların kendilerine ulaşan bilgiden sorumlu tutulacaklarını dikkate almak önemli bir husustur. Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında toteme tapan bir toplumda doğan çocuk ile, Mekke'nin göbeğinde doğan çocuğun fıtratı eşit düzeyde olup, bu şartlarda doğan çocuklar ahirette kendilerine ulaşan bilgi kadar sorumlu olacaklardır. 

Mekke'nin göbeğinde doğan çocuk, vahiy ile muhatap olmuş bir toplumda doğduğu için, dolayısı ile ilerleyen yaşlarında o da vahiy ile muhatap olacak, ve vahyin kendisini sorumlu tuttukları ile hayatına yön vermek zorunda kalacak, ahirette ise kendisine ulaşan vahiy ile sorumlu tutulacaktır.

Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında toteme tapan bir toplumda doğan çocuk, vahiy ile muhatap olmadığı için, bu çocuğun ahiretteki durumu, fıtratına yüklenmiş olan bilgi ile sınırlı kalacak, vahyin ona yüklediği hac, oruç, namaz, içki yasağı, domuz eti yasağı v.s gibi görevleri yerine getirip getirmediğinden sorulmayacaktır. 

"Peki bu kişi ahirette hangi konulardan sorumlu olacaktır" diye sorulduğunda bunun cevabını Araf s. 172. ve 173. ayetlerde bulmaktayız. 

[007.172-173] Hem Rabbin Ademoğullarının bellerinden zürriyetlerini alıp onları nefislerine karşı şahit tutarak: «Rabbiniz değil miyim?» diye şahit gösterdiği zaman «Evet Rabbimizsin, şahidiz !» dediler. Kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yoktu!» demeyesiniz,Yahut, «Ancak, atalarımız şirk koştular, biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik; şimdi o batılı tesis edenlerin yaptıklarıyla bizi helak mı edeceksiniz?» demeyesiniz diye.

Bu ayetler bizlere dünyaya gelen insanların fıtratına, Allah'ı rab olarak tanıma bilgisinin konulduğunu haber vermektedir. Buna göre hiç bir şekilde vahyi bilgi ile buluşmamış bir kişiye ahirette sadece Allah'a başka bir şeyi ortak koşup koşmadığından sorulacak, şayet bu kişi hayatında kavminin tapmış olduğu totemi, İbrahim (a.s) ın Enam suresi içinde geçen kıssasında gördüğümüz gibi, "Bunları da bir yaratan var" diyerek ret etmiş ise, bu kişi hayatında namaz hac, oruç gibi vahyi bilgileri yerine getirMEmiş olsa da bu kişi MÜMİNdir. 

Şimdi acaba hangimiz, bugün müşrik toplumda yetiştiği, ve sadece adı yabancı bir isim olduğu için bir kimseye kafir veya müşrik diyebiliriz?.

El cevap= Bu kimselerin bilerek ve isteyerek Allah'a ortak koştukları konusunda elimizde kesin bilgiler şayet varsa bu kimselere kafir veya müşrik diyebiliriz, aksi takdirde elimizde herhangi kesin bir bilgi olmadan, bu kimseler sadece İslam coğrafyası dışında yaşıyor diye bu kimleri toptan kafir ve müşrik olarak görmek sadece zanna tabi olmaktır. Dolayısı ile bu kimselerin direk cehenneme gideceklerini iddia etmek hatalı olacaktır.

Sonuç olarak: Mümin kavramının anlam alanına sadece İslam coğrafyası dahilinde yaşayan insanların girdiği düşüncesi kanaatimizce doğru bir düşünce değildir. Mümin kavramının anlam alanını kendisine vahiy ulaşmış, ve ulaşmamış olarak ikiye ayırmanın daha sağlıklı bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz.

Bir kimsenin mümin veya kafir olarak görülmesinin kriterinin, o kişinin yaşadığı toplumun ağırlıklı inancı ile değerlendirilmesi isabetli bir yaklaşım değildir. İslam coğrafyası içinde yaşayan mümin olmayan kişiler olabileceği gibi, İslam coğrafyası dışında yaşayan müminlerde olabilir. Bu kişilerin, Hans, George, Michael, Barbara v.s gibi yabancı isimler olsa da, fıtratları bozulmamış ise bunlara kafir demek doğru olmayacaktır. Belki onlar bu isimlerle gayri müslim bir toplulukta yaşasalar dahi, mensup oldukları topluluğun yaşadığı inancı sahiplenmemekle bile içlerinde doğru bir Allah inancı olabileceği mümkündür.

Kendisine vahiy ulaşmamış fakat fıtratında mevcut bulunan Allah'ı rab olarak tanıma yetisini kullanarak puta tapan bir toplumda yetişen, fakat o putlara tapmayı ret ederek onların da bir yaratıcısı olduğuna inanan her bireyin de bir MÜMİN olduğu unutulmamalıdır.

Bu sebepten dolayı bazı kimseler tarafından sorulan "Edison cehenneme mi gidecek?, Rachel Corrie cehenneme mi gidecek" gibi soruların cevabını, bizler değil onları yaratan en doğru, en adil şekilde verecektir. Çünkü bizler o gibi kimselerin kafir veya müşrik olduğu konusunda şayet kesin bir bilgi sahibi değilsek ki çoğumuz değiliz, bundan dolayı bizlerden onların ahiretteki durumları konusunda herhangi bir cevap beklenemez.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.