15 Temmuz 2018 Pazar

BAKARA SURESİ MEALİ

1- Elif, Lâm, Mim. 

2- İşte sana bu kitap ki onda belirsizlik yoktur, korunanlar için yol göstericidir.

3- O korunanlar ki, duyularla algılanamayana inanırlar ve kulluk görevlerini* ayakta tutarlar ve onlara rızık olarak verdiğimizden dağıtırlar. 

* Bu ayete bütün mealler (istisnalar hariç) Namazı dosdoğru kılarlar şeklinde anlam vermiş olmaları, Salat kavramının geniş bir anlama sahip olması gerçeğini bir kenara itmektedir. Bu kavram namazı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olduğu için, bu anlamın genişliğini meale yansıtmaya çalıştık. Yukimunessalate kelimesine verdiğimiz bu anlamı, Meryem s. 59. ayetini dikkate alarak tercih ettik. Ayrıca Mekke döneminde inen ayetlerde geçen Salat kavramının müşrikler tarafından içinin boşaltılmış olmasını haber veren ayetler, böyle bir anlamı vermemizdeki etkenlerden birisidir.

4- Ve o kimseler ki sana indirilmiş olana ve senden önceki indirilmiş olana da inanırlar. Ve onlar sonrakine de şüphe duymadan inanırlar.

5- İşte onlar, Efendilerinden bir yol göstericilik üzerindedirler. Ve işte onlar, arzuladığına kavuşacakların ta kendileridir.

6- Şüphesiz ki örtenleri uyarsan da uyarmasan da, onlar için eşittir. Onlar inanmazlar.

7- Allah onların kalplerinin ve işitmelerinin üzerini mühürlemiştir. Görme yetilerinin üzerinde ise bir örtü vardır. Ve büyük azap onlar içindir. *

* 6. ve 7. ayetlerde bahsedilen inkâr edenlerin, Medine'de belirli bir gurup olduğu genelleme içermediğine dikkat edilmelidir. 

8- (Medine'deki) insanların bazıları, "Biz Allah'a ve sonraki döneme inandık" diyorlar. Oysa onlar inananlar değildir.

9- Allah'ı(n elçisini)* ve inanmış olanları aldatıyorlar. Oysa kendilerinden başkalarını aldatmıyorlar ve bunun farkında değiller. 

* 9. ayette (elçisini) şeklinde açtığımız parantezin gerekçesi; Aldatma fiilinin Allah'a nispet edilerek kullanılmasının nedeni Allah'ın elçisine edilen muamelenin Allah'a edilmiş gibi olmasından ötürüdür. Ayrıca Fetih s. 10. ayetinde Allah'ın elçisine yapılan biatın Allah'a yapılmış gibi beyan edilmesi bu parantezi açmamızın gerekçelerinden birisidir (Nisa s. 80). 

10- Kalplerinde bozukluk vardır. Bundan dolayı Allah da onların bozukluğunu artırmıştır. Yalanlamaları sebebiyle acı azap onlar içindir.

11- Ve onlara, "Bu topraklarda bozuculuk yapmayın" denildiği zaman: "Biz ancak ve ancak  düzeltmek için çalışanlarız" derler.

12- Dikkat edin, şüphesiz ki onlar bozucuların ta kendileridir. Fakat bunun farkında değiller.

13- Ve onlara, "(İnanmış) insanların inandığı gibi siz de inanın" denildiği zaman: "Ahmakların inandığı gibi mi inanalım?" derler. Dikkat edin, şüphesiz ki onlar ahmakların ta kendileridir. Fakat (böyle olduklarını) bilmezler.

14- Ve inananlarla buluştukları zaman, "Biz inandık" derler. Ve şeytanları ile yalnız kaldıkları zaman ise, "Şüphesiz ki biz sizinle beraberiz, biz ancak ve ancak onlarla alay edicileriz" derler.

15- Allah, alay etmelerinin karşılığını onlara verecektir*. Taşkınlıkları içinde bocalamalarını uzatmaktadır.

*15. ayette geçen Allahü yestehziu bihim cümlesinin bir çok mealde motamot bir tercüme ile, Allah onlarla alay eder şeklinde çevrilmesine karşılık, bizim bu şekilde çevirmemizin gerekçesi, Arapların işlenen bir suça verdikleri karşılığı aynı kelime ile ifade etmek bir üsluba sahip olmalarındandır. Arap şair Amr Bin Külsüm'ün şu beyitinde olduğu gibi: Dikkat edin kimse bize karşı bir cahillik etmesin, bu sefer cahillerin cahilliklerinden daha fazla cahillik ederiz. Şura s. 40 ayeti olan Bir kötülüğün cezası onun benzeri bir kötülüktür, Arapların kullandığı bu üslubun ayete yansımış halidir. 

16- İşte onlar, doğru yola karşılık sapkınlığı satın almışlardır. Artık bu ticaretleri onlara fayda sağlamamış ve doğru yolu bulamamışlardır.

17- Onların örneği, ateş yakmak istemiş birinin örneği gibidir. (Ateş)  çevresinde olanı aydınlattığında, Allah onların ışıklarını giderdi ve onları karanlıklara terk etti. Onlar göremezler.

18- Sağır, dilsiz, kördürler. İşte onlar artık dönmezler.

19- Veya (onların örneği) içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek bulunan, gökten boşalan yağmura tutulmuş, çakan yıldırımlardan dolayı ölümün çekincesine kapılarak, parmaklarını kulaklarına tıkayanlar(ın örneği) gibidir. Allah örtücüleri çepeçevre kuşatıcıdır.

20- Şimşek neredeyse onların görmelerini kapıp götürüverecek. (Şimşek) onları her aydınlattığında, on(un aydınlığın)da yürürler. Üzerlerine karanlık çökertildiği zaman ise, dikilip kalırlar. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı kesinlikle işitmelerini ve görmelerini giderirdi. Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine ölçü koyandır
 
21- Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri takdir eden Efendinize kulluk edin ki korunasınız.

22- O, sizin için yeryüzünü döşek, gökyüzünü tavan* haline getiren ve gökten su indirip te onunla ürünlerden size rızık olarak çıkarandır. Artık sizler Allah'a, biliyor olduğunuz halde denkler kılmayın.

* Tavan anlamını verme gerekçemiz, Enbiya s. 32. ayetine istinadendir. 

23- Ve eğer kulumuza indirdiğimizden belirsizlik içinde iseniz, haydi siz de eğer doğru söyleyenlerden iseniz onun örneğinden olan bir sure getirin ve Allah'ın aşağısından olan tanıklarınızı da çağırın.

24- Eğer bunu yapmadıysanız ki asla yapamazsınız, artık yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun ki o, örtücüler için hazırlanmıştır.

25- Ve inanan ve düzgünlükleri işleyenlere, onlar için mutlaka altından nehirler akar cennetler olduğunu müjdele. Her ne zaman rızık olarak oradaki üründen faydalandırılsalar, "Bu önceden faydalandırıldığımızdandır" derler. (Bu ürün) onlara (dünyada tattıklarına) benzer olarak verildi. Oradaki tertemiz eşler onlar içindir. Ve onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

26- Şüphesiz ki Allah, bir sivrisineği de ondan (küçüklük bakımından) daha üstün olanını da örnek olarak ortaya koymaktan utangaçlık duymaz. İnananlara gelince, onlar hemen bilirler ki şüphesiz o (örnek) Efendilerinden bir gerçektir. Ve örtenlere gelince ise, hemen onlar "Allah bu örnekle ne istedi?" derler. Allah bununla çoklarını saptırır ve çoklarını da doğru yola iletir. Bununla itaatten çıkanlardan başkasını saptırmıyor.

27- O(itaatten çıka)nlar ki, Allah'ın sözünü, yeminle bağlanmasının ardından bozarlar ve Allah'ın, ona bitiştirilmesini buyurduğunu keserler ve yeryüzünde bozuculuk yaparlar. İşte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.

28- Allah'ı nasıl örtebiliyorsunuz? Sizler ölüler iken size yaşam verdi. Sonra sizi öldürecek sonra size yine yaşam verecek, sonra O'na döndürüleceksiniz.

29- O, yeryüzünde olanları topluca sizin için takdir edendir. Sonra göğe yönelerek onu yedi gök olarak düzenledi. Ve O her şeyi bilicidir.

30- Ve bir zaman senin Efendin meleklere: "Ben yeryüzünde birbirinin ardından gelecek olanı*  var edeceğim" demişti de (melekler): "Biz seni övgünle çizdiğin daire içinde kalmakta ve senin şanını gereği gibi yüceltmekte iken, orada bozuculuk yapacak ve orada kanlar akıtacak olanı mı var edeceksin?" demişlerdi. (Allah): "Şüphesiz ki sizin bilemeyeceklerinizi en iyi ben bilirim" demişti.

(*)- 30 ayette geçen Halifeten kelimesine, Birbirinin ardından gelmek anlamını verme sebebimiz için bakınız Yunus s. 14-73, Araf s. 69- 74. Bu ayetlerde geçen kelime, helak edilenlerin yerine geçenler için kullanılmaktadır. Helak edilen kavimler ile ilgili ayetlere dikkat ettiğimizde, helakı hak eden toplumların yerine, başka toplumlar geçmiştir. Sünnetullah gereği, kan döken ve bozuculuk yapan bir topluluk mutlaka helak edilir ve yerine bir başka topluluk gelir.

31- Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretmiş ve sonra o(isimlere sahip ola)nları meleklere sunarak: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz bana şunların isimlerini haber verin" demişti.

32- (Melekler): "Sen her türlü eksikten uzaksın, biz de senin öğrettiğinden başka bilgi yoktur, şüphesiz ki sen her şeyi bilicisin en bilgesin" demişlerdi.

33- (Allah): "Ey Adem onlara, onların isimlerini haber ver" demişti de, (Adem) onlara isimleri haber verdiğinde (Allah meleklere): "Ben size göklerin ve yerin duyularla algılanamayanını gerçekten ben bilirim, her ne açığa vuruyorsunuz ve her ne gizliyorsunuz şüphesiz ki ben bilirim dememiş miydim?" demişti.

34- Bir zaman meleklere: "Adem'e boyun eğin" demiştik de, onlar da iblis hariç hemen boyun eğmişlerdi. O, kaçınmış ve büyüklenmiş ve örtücülerden olmuştu.

35- Ve (Adem'e): "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş ve ikiniz orada dilediğiniz yerden yeyin ve ikiniz bu ağaca yaklaşmayın, aksi takdirde ikiniz de yanlış yapanlardan olursunuz" demiştik.

36- Derken şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde oldukları yerden çıkarmış, ve biz de: "Birbirinize düşman halde olarak inin. Ve sizin için yeryüzünde belirli bir vakte kadar kararlaşma ve yararlanma vardır" demiştik.

37- Bunun üzerine Adem, kendisinin Efendisinden (öğretilen) kelimelerle buluşmuş, böylelikle Rabbi de ona (lütuf ile) dönmüştü. Çünkü O, son derece (lütufla) dönücü son derece merhamet edicidir.

38- (Biz de onlara): "Toplu halde oradan inin, eğer benden bir yol gösterici gelir de kim benim yol göstericime uyarsa, artık onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir" demiştik.

39- Onlar örttüler ve ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

40- Ey İsrailoğulları, size lûtfettiğim nimetimi hatırlayın. Ve benim sözümü tastamam yerine getirin ki, ben de sizin sözünüzü tastamam yerine getireyim ve yalnızca benden çekinin.

41- Ve beraberinizde olanı doğrulayıcı olarak indirdiğime inanın ve onu örtücü öncü olmayın. Ve ayetlerimi az bedele satmayın ve yalnızca benden korunun.

42- Ve gerçeğe gerçeksizlik elbisesi giydirmeyin. Biliyor olduğunuz halde gerçeği saklamayın.

43- Ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin. Ve eğilenlerle beraber eğilin.

44- Kitabı peşi sıra okuyor olduğunuz halde, insanları erdemli olmayı buyurup ta kendinizi unutuyor musunuz? hala bağ kurmayacak mısınız?

45- Ve direnerek gayret etmek ve kulluk görevlerinizi ayakta tutmak suretiyle yardım isteyin. Şüphesiz ki bu gönülden saygı besleyenlerden başkasına ağır gelir.

46- O gönülden saygı besleyenler ki, Efendileriyle buluşacaklarına ve O'na dönücüler olduklarını sanırlar.

47- Ey İsrailoğulları, sizi nimetlendirdiğim nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben sizi Firavun  askerlerine karşı üstünleştirmiştim.

*- 47. ayette geçen El Alemine kelimesine Firavun ve askerleri şeklinde anlam verme sebebimiz, bu kelimenin anlamını konu bütünlüğü içinde bulmasından dolayıdır. 49. 50. ayetlerde hatırlatılan bu üstünlüğün, Firavun ve ordusuna karşı olduğu görülmektedir.
 
48- Ve öyle bir döneme karşı korunun ki (o günde) kişinin kendisinden başka bir şey karşılığı olmaz. Ve ondan eşlik kabul de edilmez ve ondan denklik bedeli de alınmaz ve onlar yardım da edilmezler.

49- Ve bir zaman, oğullarınızı boğazlamak, kadınlarınıza yaşam vermek suretiyle sizi azabın kötüsüne süren Firavun yoldaşlarından sizi kurtarmıştık. İşte size bunda Efendinizden büyük lütuf ile deneme vardı.

50- Ve bir zaman, denizi size bölmüş, böylelikle sizi kurtarmış ve Firavun askerlerini siz onlara bakıyorken boğmuştuk.

51- Ve bir zaman, Musa ile kırk geceliğine sözleşmiş, sonra onun ardından sizler buzağıya (ilah olarak) tutunarak yanlış yapanlar olmuştunuz.

52- Sonra bunun ardından (pişman olup döndüğünüzde) şükretmeniz için siz(i yok etmek)den geçmiştik.

53- Ve bir zaman Musa'ya, doğru yolu bulmanız için (doğru ile yanlışın arasını) böleni vermiştik.

54- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Ey topluluğum, şüphesiz ki sizler buzağıyı (ilah olarak) edinmek sureti ile kendinize karşı yanlış yaptınız. Haydi sizi en güzel şekilde yaratanınıza (itaatle) dönün, (itaatle) dönmeyenlerinizi öldürün*. İşte bu sizin için sizi en güzel şekilde yaratanınızın katında daha hayırlıdır. Allah size (lütufla) döndü. Çünkü O, son derece (lütufla) dönücü son derece merhamet edicidir" demişti.

*- 54. ayete böyle bir anlam verme gerekçemiz, ayet içinde geçen Faktülü (öldürün) kelimesinin, Kur'an içinde geçtiği hiç bir ayette mecazi anlamda kullanılmamış olmasıdır. Hakiki anlamı dikkate alınarak verilen bir mealde Kendinizi öldürün olarak ortaya çıkan anlamın düşük olması bizi, bazı tefsirlerde geçen yorumları dikkate almaya yönelterek, kelimeye mecazi bir anlam vermememize, ve tevbe edenlerin tevbe etmeyenleri öldürmesi gerektiği şeklinde bir anlam vermeye yöneltmiştir. Her mealin neticede bir yorum olduğu hata ve yanlıştan uzak olmadığı unutulmamalıdır. En doğrusunu Allah (c.c.) bilir.

55- Ve bir zaman Musa'ya: "Ey Musa, Allah'ı açıkça görünceye kadar biz sana asla inanmayacağız" demiştiniz de, bundan dolayı siz bakıyorken sizi yıldırım çarpmıştı.

56- Sonra ölümünüzün ardından, şükretmeniz için sizi harekete geçirmiştik.

57- Ve üzerinize bulutu gölge yapmış, üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirmiş: "Size rızık olarak verdiğimizin temizlerinden yeyin" (demiştik). Ve onlar yanlışı bize yapmadılar, fakat onlar yanlışı ancak kendilerine yapıyorlardı.

58- Ve bir zaman: "Şu şehre girin, orada dilediğiniz yerden bolca yeyin, kapısından boyun eğmiş olarak girin ve -Günahlarımızı üzerimizden düşür- deyin ki, biz de sizin yanılgılarınızı bağışlayalım. Ve  güzel davrananlara (karşılığını) artıracağız" demiştik.

59- Fakat yanlış yapanlar, onlara denilmiş olan sözü başka sözle değiştirmişler, buna karşılık biz de o yanlış yapanların üzerine itaatten çıkmaları sebebiyle gökten sarsıntı indirmiştik.

60- Ve bir zaman Musa, topluluğunu suvarmak istemişti de ona: "Asanı taşa vur" demiştik. Böylece ondan oniki göze halinde su fışkırmış, (topluluğundan olan) bütün insanlar su içeceği yerlerini kesinlikle bilmişti. (Onlara): "Allah'ın rızkından yeyin ve için ve yeryüzünde bozucular olarak karışıklık çıkarmayın" (demiştik).

61- Ve bir zaman: "Ey Musa, biz tek çeşit gıdaya asla direnç gösteremeyiz. Bizim için hemen Efendine çağrı yap ta yerin bitirmekte olduğu sebzesinden ve salatalığından ve sarmısağından ve mercimeğinden ve soğanından çıkarsın" demiştiniz de, (Musa): "Daha hayırlı olanı daha aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Mısır'a inin sizin istediğiniz şüphesiz ki vardır" demişti. (Nankörlüklerinden dolayı) üzerlerine aşağılanma ve beceriksizlik vuruldu ve Allah'tan bir hiddete yerleştiler. İşte bu, onların Allah'ın ayetlerini örtmeleri ve Habercileri gerçek (bir neden) olmaksızın öldürmeleri nedeniyledir. İşte bu, baş kaldırmaları ve sınırı aşıyor olmaları nedeniyledir.

62- Şüphesiz ki İnananlar ve Yahudiler ve Hristiyanlar ve sabiilerden, kim Allah'a ve sonraki döneme inanır ve düzgünlük işlerse, artık onların emeklerinin karşılığı Efendilerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir. 

63- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü sizden almış ve Tur'u tepenize yükseltmiş: " Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve onda bulunanı hatırınızda tutun ki korunasınız" (demiştik).

64- Sonra siz bu sözünüzün ardından (başka tarafa) yönelmiştiniz. Eğer Allah'ın sizin üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, o takdirde kesinlikle zarara uğrayanlardan olurdunuz.

65- And olsun ki içinizden dinlenme (günün)de sınırı aşmış olanları bildiniz. Bundan dolayı onlara: "Azarlanıp kovalanan maymunlar olunuz"demiştik.

66- Böylece bunu önündekilere ve ardından gelenlere ibret verici bir karşılık ve korunanlar için öğüt olarak yapmıştık.

67- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Şüphesiz ki Allah size bir sığır boğazlamanızı buyuruyor" demişti de (onlar): "Bizi alaya mı alıyorsun?" demişler, (Musa'da): "(Alay ederek) bilgisizce hareket edenlerden olmaktan Allah'a sığınırım" demişti.
 
68- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap ta o nedir bize açıklasın" demişler, (Musa'da): "Şüphesiz ki O, ne toprağı yarmış ve ne de körpe, ikisinin arasında bir sığırdır, diyor. Buyurulduğunuzu hemen yerine getirin" demişti.

69- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap ta onun rengi nedir bize açıklasın" demişler, (Musa da):  " Şüphesiz ki O, bakanların içine ferahlık veren sarı bir sığırdır, diyor" demişti.

70- (Onlar): "Efendine bizim için çağrı yap ta o nedir bize açıklasın. Şüphesiz ki inekler bizce birbirine benzeşiyor. Ve şüphesiz ki eğer Allah dilerse, kesinlikle doğru yolu bulanlardan oluruz" demişlerdi.

71- (Musa'da): "Şüphesiz ki O, ne boyunduruk vurulmuş, ne  toprak sürmüş ne de ekin suvarmış, sarıdan başka renge sahip olmayan kusursuz bir sığırdır, diyor" demişti de (onlar): "Şimdi bize gerçeği getirdin" demişler ve onu boğazlamışlardı. Neredeyse bunu yapmayacaklardı.

72- Ve bir zaman bir kişi öldürmüştünüz de, suçu üzerinizden savuşturmaya çalışmıştınız. Ve Allah gizlemekte olduklarınızı ortaya çıkarandır.

73- Bunun üzerine biz de: "Onun (sığırın) bir parçasını ona (öldürülen şahsa) vurun" demiştik. İşte böyle Allah ölülere yaşam verir ve size ayetlerini size gösterir ki bağ kurasınız. 

74- Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı. Artık o (kalpleriniz) taşlar gibi, hattâ katılıkta (taştan) daha şiddetli haldedir. Şüphesiz ki taşlardan öylesi vardır ki ondan nehirler fışkırır. Ve onlardan öylesi vardır ki, yarılarak ondan su çıkar. Ve onlardan öylesi vardır ki, Allah'ın endişesinden dolayı aşağı yuvarlanır. Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

75- Durum bu iken size inanacaklarını halâ umuyor musunuz? Muhakkak ki onlardan bir bölük vardı ki Allah'ın kelâmını işitirler, sonra onu bağ kurmalarının ardından onu bile bile kaydırırlardı.

76- Ve inananlarla buluştukları zaman: "Biz inandık" derler. Birbirleri ile yalnız kaldıklarında ise:"Allah'ın size açtığını, Efendinizin katında onu size karşı tartışmak için getirsinler diye mi onlara anlatıyorsunuz, halâ bağ kurmayacak mısınız?" derler.

77- Onlar şüphesiz ki Allah'ın ne gizliyor ve ne açığa vuruyor olduklarını bildiğini bilmezler mi?

78- Ve içlerinde anasından doğduğu gibi olanlar (okuma bilmeyenler) vardır ki onlar kitabı bilmezler, (bildikleri) ancak boş beklentilerdir. Ve onlar sanıdan başka bir şeyde bulunmuyorlar.

79- Artık yazıklar olsun o kimselere ki elleri ile kitabı yazarlar, sonra da onu az bedele satmak için "Bu Allah'ın katındandır" derler. Artık yazıklar olsun onlara elleri ile yazdığından dolayı ve yazıklar olsun kazanmakta olduklarından dolayı. 

80- Ve: "Ateş bize sayılı dönemlerden başka asla dokunmayacaktır" dediler. De ki: "Allah'ın katından bir söz mü aldınız? Eğer öyle ise Allah asla sözüne aykırı davranmaz. Yoksa Allah üzerine (doğruluğunu) bilmediğiniz birşeyi mi söylüyorsunuz?"

81- Hayır, kim bir kötülük kazanmış ve bu yanılgısı onu kuşatmış (halde ölmüş) ise, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır, onlar ölüm görmemek üzere oradadırlar.

82- Ve onlar ki inandılar ve düzgünlükleri işlediler. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, onlar ölüm görmemek üzere oradadırlar.

83- Ve bir zaman İsrailoğulları'ndan: "Allah'tan başka kimseye kulluk etmeyin ve anne babaya ve yakınlık sahiplerine ve yetimlere ve beceriksizlere güzel davranın ve insanlara güzel söz deyin ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin" diye, yeminle bağlanmış söz almıştık. Sonra içinizden pek azınız hariç (başka tarafa) yönelmiştiniz. Ve sizler de halâ buna kayıtsız kalanlarsınız.

84- Ve bir zaman; "Kanlarınızı akıtmayın, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" diye sizden yeminle bağlanmış sözünüzü almış, siz de süreklilik sözü vermiştiniz. Ve sizler de halâ buna tanıklarsınız.

85- Sonra sizler onlarsınız ki, birbirinizi öldürüyor ve içinizden bir bölümü, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birbirinize arka çıkarak yurtlarından çıkarıyorsunuz. Ve eğer size esirler olarak gelirlerse onlardan kurtulmalık alıyorsunuz. Halbuki onların (yurtlarından) çıkarılması size yasaklanmıştı. Yoksa siz kitabın (kurtulmalık almayı serbest kılan) bir kısmına inanıyorsunuz da, (birbirinizi yerinizden çıkarmanızı yasak kılan) bir kısmını örtüyor musunuz? Artık içinizden kim işte böyle yaparsa karşılığı şimdiki yaşamda rezilliktir. Ve kalkış'ın döneminde ise azabın en şiddetlisine geri döndürüleceklerdir. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

86- İşte onlar sonrakine karşılık şimdiki yaşamı satın almışlardır. Artık azap onlardan ne hafifletilir ve onlara ne de yardım edilir.

87- Ve and olsun ki Musa'ya kitabı verdik ve onun ardından elçileri takip ettirdik. Ve Meryem oğlu İsa'ya da apaçık delilleri verdik ve onu Kutsal'ın esintisi (vahy) ile güçlendirdik. Her ne zaman bir elçi size benliklerinizin hoşlanmadığı bir şeyi getirmiş olsa büyüklendiniz, bir bölümünü yalanladınız ve bir bölümünü de öldürüyordunuz.

88- Ve: "Kalplerimiz (senin bizi çağırdığına karşı) muhafazalıdır" dediler. Aksine, örtmelerinden ötürü Allah onları dışlamıştır. Bundan dolayı pek azı inanır.

89- Ve onlara Allah'ın katından beraberlerinde olan (Tevrat)ı doğrulayıcı bir kitap geldiğinde, ki önceden örtücü (Arap)ler üzerine açılış istiyorlardı. Fakat tanıdıkları onlara geldiğinde (bu sefer de) onu örttüler. Artık Allah'ın dışlaması örtücülerin üzerinedir.

90- Allah'ın, kullarından dilediği kimsenin üzerine lütfundan (kitap) indirmesine saldırganlık yaparak, Allah'ın indirmekte olduğunu örtmekle, karşılığında kendilerini ona sattıkları şey ne sıkıntılıdır. Bu yüzden hiddet üzerine hiddete yerleştiler. Örtücüler için alçaltıcı azap vardır.

91- Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine inanın" denildiği zaman, onlar: "Biz, bize indirilmiş olana inanırız" derler ve onun arkasındaki(indirile)ni örterler. Halbuki o, onların beraberinde olanı doğrulayan bir gerçektir. De ki: "Eğer inananlar iseniz önceden Allah'ın habercilerini ne için öldürüyordunuz?"

92- Ve and olsun ki Musa size apaçık delilleri getirmiş, onun (Tur'a çıkmasının) ardından yanlış yapanlar olarak buzağıya (ilah olarak) tutunmuştunuz.

93- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü sizden almış ve Tur'u tepenize yükseltmiş: "Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve dinleyin" (demiştik). (Bu emre rağmen) "İşittik ve baş kaldırdık" demişler ve örtmeleri nedeniyle kalplerine buzağı (sevgisi) içirilmişti. De ki: "Eğer inananlar iseniz inancınız size ne sıkıntılı şey buyuruyor."

94- De ki: "Eğer sonraki yurt Allah'ın katında (Yahudi olmayan) insanların dışında sadece size özgü ise, öyleyse eğer doğru söyleyenlerden iseniz hemen ölüm beklentinizi dile getirin."

95- Fakat ellerinin sunduğu nedeniyle, onu ebedi olarak asla dile getirmezler. Allah yanlış yapanları bilicidir.

96- Ve onları kesinlikle, yaşama karşı insanların en isteklisi olarak bulacaksın. Ve ortaklaştıranların bazılarından her biri de bin sene ömür verilmesini arzu eder. Halbuki ömür verilmesi onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Ve Allah onların işlemekte olduklarını görücüdür.

97- De ki: "Kim Cibril'e düşmansa, şüphesiz ki o önündekini doğrulayıcı, inananlara yol gösterici ve müjdeci olanı Allah'ın duyumuyla senin kalbine indirmiştir."

98- Kim, Allah'a ve meleklerine ve elçilerine ve Cibril'e ve Mikal'e düşmansa, artık şüphesiz ki Allah'ta örtücülere düşmandır.

99- Ve and olsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları itatten çıkanlardan başkası örtmüyor.
 
100- Her ne zaman bir sözleşme yaptılarsa onlardan bir bölümü onu atmadı mı? Hayır onların hiçbiri inanmazlar.

101- Ve onlara Allah'ın katından beraberlerinde olanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde, kitap verilmiş olanlardan bir bölümü sanki bilmezlermiş gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına attı.

102- Ve o (insan) şeytanların Süleyman'ın hükümranlığı üzerine peşi sıra okumakta olduklarına uydular. Oysa Süleyman örtmemiş, fakat o (insan) şeytanlar örtmüşlerdi. Onlar insanlara, sihri ve Babil'de güç sahibi* iki olan Harut veMarut'a indirilmiş olanı öğretiyorlardı. Ve o ikisi "Biz ancak ve ancak denemeyiz sakın örtme" deyinceye kadar bir kimseye dahi hiçbir şey öğretmiyorlardı. O ikisinden onunla karı ve kocanın arasını bölecek şeyleri öğreniyorlardı. Allah'ın duyumu olmadıkça onlar, onunla bir kimseye dahi zarar verici değillerdi. Onlar kendilerine zarar verecek, fayda vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı. And olsun ki onlar (insan şeytanlar) kim onu (sihri) satın alırsa onun sonrakinde (güzel) bir takdiri olmayacağını bildiler. Kendilerini onunla sattıkları şey ne sıkıntılıdır. Keşke biliyor olsalardı. 

(*)-102. ayet içinde geçen Melekeyn  kelimesine Elçi anlamı verme gerekçemiz, Harut ve Marut'un bildiğimiz anlamda iki melek anlamı verildiğinde ortaya çıkan problemlerin, bu ayetin Kur'an içinde birbirinden çok farklı biçimde anlaşılan bir ayet durumuna düşürmesidir. Bu konu ile ilgili açıklama dipnot olarak değil, ayrı bir makale halinde blogumuzda mevcuttur.

103- Ve eğer onlar inanmış ve korunmuş olsalardı, Allah'ın katındaki ödülü daha hayırlı olurdu. Keşke biliyor olsalardı.

104- Ey inananlar, "Bize çobanlık et" demeyin, "Bize bak" deyin ve dinleyin. Ve örtücüler için acı azap vardır.

105- Ne kitabın halkından olan örtenler ve ne de ortaklaştıranlar, size Efendinizden üzerinize bir hayır indirilmesini arzu etmezler. Oysa Allah kitap ve elçiliğini* dilediği kimseye özel kılar. Ve Allah büyük lütuf sahibidir. 

* Rahmet kelimesine kitap ve elçilik anlamı verme nedenimiz, Zuhruf s. 32. ayetine istinadendir.

106- Ondan daha hayırlısını veya bir örneğini getirmedikçe, ayetten bir hükmü yürürlükten kaldırmaz veya unutturmayız. Şüphesiz ki Allah'ın herşeyin üzerine ölçü koyan olduğunu bilmedin mi?

107- Göklerin ve yerin hükümranlığının şüphesiz ki Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? Sizin için onun aşağısından ne bir yönelen ne de bir yardımcı vardır.

108- (Ey Yahudiler) yoksa siz önceden Musa'nın bilgi istenildiği gibi (size gönderilen) elçinizden de mi  bilgi istiyorsunuz? Ve kim inanmayı örtme ile değiştirirse, artık kesinlikle yolun düzgün olanından sapmıştır.

109- Kitabın halkından olanların çoğu, onlara doğru ve gerçek apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü inanmanızdan sonra örtücüler olarak sizi geri döndürmeyi arzu etti. Artık Allah buyruğunu getirinceye kadar (şimdilik) onlara karşılık vermekten geçin ve müsamaha gösterin. Şüphesiz ki Allah herşeyin üzerine ölçü koyandır.

110- Ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin. Kendiniz için hayırdan ne sunarsanız, Allah'ın katında onu bulursunuz. Şüphesiz ki Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür.

111- Ve (Yahudiler) "Cennete Yahudilerden (başkası)", (Hristiyanlar da cennete): "Hristiyanlardan başkası asla giremez" dediler. İşte bu, onların boş beklentileridir. (Onlara) de ki: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz sağlam kanıtınızı getirin."

112- Hayır, kim güzel davranan olarak yüzünü Allah'a teslim ederse, artık onun emeğinin karşılığı kendisinin Efendisinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir. 

113- Ve Yahudiler: "Hristiyanlar hiçbir şey üzerinde değildir" dedi. Ve Hristiyanlar: "Yahudiler hiçbir şey üzerinde değildir" dedi. Oysa onlar kitabı peşi sıra okuyorlar. (Kitap) bilmez (müşrik)ler de onların sözlerinin örneğini dedi. Artık Allah aykırılığa düşmekte oldukları hususta kalkışın döneminde aralarında karar verecektir.

114- Ve Allah'ın boyun eğilen yerlerinde onun isminin hatırlanmasından alıkoyan ve onların harap olması için koşan kimseden, daha yanlış yapan kimdir? İşte onlar için oralara ancak kaygılananlar olarak girmekten başkası yoktur. Şimdikinde rezillik onlar içindir. Ve sonrakinde ise büyük azap onlar içindir.

115- Ve doğu da batı da Allah'ındır. Nereye yönelirseniz Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz ki Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

116- Ve: "Allah çocuk sahibi oldu" dediler. O, her türlü eksikten uzaktır. Aksine, göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, hepsi O'na gönülden bağlıdırlar.

117- Göklerin ve yerin örnek bir model olmadan yaratıcısıdır. Ve bir buyruğun yerine gelmesini istediği zaman ona sadece ""Ol" der, o da oluverir.

118- Ve (kitap) bilmez (müşrik) ler, "Allah bizimle konuşmalı veya bize (gözle görülen) bir ayet gelmeli değil miydi?" dedi. Kendilerinden önceki kimseler de onların sözlerinin örneğini dedi. Kalpleri birbirine benzeşti. Şüphe duymadan inananlar topluluğu için biz ayetlerimizi mutlaka açıkladık.

119- Şüphesiz biz seni bir gerçek (bir neden) üzerine müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Şiddetli ateşin arkadaşlarından bilgi istenmeyeceksin.

120- Ve ne Yahudi ne de Hristiyanlar, onların ortak değerlerine uyuncaya kadar senden asla hoşnut olmaz. (Onlara) de ki: " Şüphesiz Allah'ın doğru yolu, asıl doğru yolun ta kendisidir." Ve and olsun ki eğer, sana gelmiş olan bu bilgiden sonra, onların keyfi arzularına uyacak olursan, Allah'tan sana ne bir yönelen ve ne de bir yardımcı vardır.

121- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu izleyerek, onu gerçek olarak peşi sıra okurlar. İşte onlar ona inanmakta olanlardır. Ve kim onu örterse, işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.

122- Ey İsrailoğulları, size nimetlendirdiğim nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben sizi Firavun ve ordusuna karşı üstünleştirmiştim.

*- 122. ayette geçen El Alemine kelimesine Firavun ve ordusu şeklinde anlam verme sebebimiz, bu kelimenin anlamını konu bütünlüğü içinde bulmasından dolayıdır. Bu surenin 49. 50. ayetlerde hatırlatılan bu üstünlüğün, Firavun ve ordusuna karşı olduğu görülmektedir.

123- Ve öyle bir döneme karşı korunun ki (o günde) kişinin kendisinden başka bir şey karşılığı olmaz. Ve ondan denklik bedeli kabul edilmez ve ona eşlik fayda vermez ve onlar yardım da edilmezler.

124- Ve bir zaman Efendisi, İbrahim'i bir takım kelimeler(den oluşan emirler) ile denemiş, o da onları (yerine getirerek) tamamlamıştı. (Rabbi ona) "Şüphesiz ki ben seni insanlara önder yapıcıyım" demişti. (İbrahim) "Soyumdan da (önderler yap)" demişti. (Rabbi de ona) "Benim sözüm yanlış yapanlara kavuşmaz" demişti.

125- Ve bir zaman Ev'i (Kâbe'yi) insanlar için ödül alınacak bir yer ve güvenli bir yer yapmış ve (insanlara): "İbrahim'in konumundan ( kulluk ve elçiliğinden dolayı vazifelerine siz de) kulluk görevi olarak tutunun" (demiş), İbrahim ve İsmail'e: "Evimi, etrafında dönerek yürüyenler ve (ibadete) kapananlar ve eğilip boyun eğenler için temiz tutun" diye söz (emir) vermiştik.

126- Ve bir zaman İbrahim: "Efendim burayı güvenli bir yöre yap, ve halkını onlardan Allah'a ve sonraki döneme inananları ürünlerden rızıklandır" demiş, (Rabbi de): "Kim örterse onu da pek az yararlandırır, sonra da onu ateşin azabına zorlarım. Ve ne sıkıntılı dönüştür" demişti.

127- 128- 129- Ve bir zaman İbrahim, Ev'den (Kabe'den) temelleri: "Efendimiz bizden kabul et, şüphesiz ki sen her şeyi işiticisin her şeyi  bilicisin.Efendimiz ikimizi sana teslim olanlardan yap ve soyumuzdan da sana teslim olan bir toplum yap ve bize kulluk hacc görevi yerlerimizi göster ve bize (lütuf ile) dön. Şüphesiz ki sen son derece (lütufla) dönücü son derece merhamet edicisin. Efendimiz onlara içlerinden senin ayetlerini peşi sıra okuyacak ve onlara kitabı ve bilgeliği öğretecek ve onları arındıracak bir elçi harekete geçir. Şüphesiz ki sen güçlüsün doğru karar vericisin." (diyerek) yükseltiyor ve İsmail'de (yükseltiyordu).

130- Ve İbrahim'in ortak değerinden, benliğini ahmak hale getirenden başka kim ilgisini keser? And olsun ki biz onu şimdikinde süzdürdük, sonrakinde ise o düzgünlerden olacaktır.

131- Bir zaman Efendisi ona "Teslimiyet göster" demiş, o da "Alemlerin Efendisine teslimiyet gösterdim" demişti.

132- Ve İbrahim bunu oğullarına da önerdi ve Yakup ta (oğullarına aynı şekilde): "Ey oğullarım şüphesiz ki Allah size bu hayat nizamını süzdürdü, artık siz teslim olanlardan başka bir halde ölmeyin" (diye öğütledi).

133- Yoksa siz (Ey Yahudi ve Hristiyanlar), ölüm Yakub'un hazırında olduğu zaman tanıklar mıydınız? Oğullarına, "Ben (im ölümüm)den sonra kime kulluk edeceksiniz?" demişti de, (oğulları): "Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhına, tek olan ilâh'a kulluk edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız" demişlerdi.

134- İşte o toplum gelip geçti. Onun kazandığı kendisine, sizin kazandığınız ise sizedir. Ve siz onların işlemekte olduklarından bilgi istenmezsiniz.

135- Ve (Yahudiler): "Yahudi (olun ki)" (Hristiyanlar da): "Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız" dediler. De ki: "Aksine, yaratılış ayarı üzerine meyilli olan İbrahim'in ortak değerine (uyarak doğru yolu buluruz. Ve o ortaklaştıranlardan değildi."

136- (Onlara): "Biz Allah'a ve bize indirilmiş olana ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a ve Yakub'a ve torunlara indirilmiş olana ve Musa'ya ve İsa'ya ve habercilere Efendilerinden verilmiş olana inandık.Onlardan birinin bile arasında bölücülük yapmayız. Ve biz O'na teslim olanlarız" deyin.

137- Eğer O'na sizin inandığınızın örneği gibi inanırlarsa, o takdirde doğru yolu bulmuşlardır. Ve eğer (başka tarafa) yönelirlerse, onlar ancak ve ancak ayrışma içindedirler. Allah onlara karşı sana yeterlidir. Ve O, her şeyi işiticidir her  şeyi bilicidir.

138- Allah'ın boyası, boyası Allah'tan daha güzel olan kimdir? Ve biz O'na kulluk edenleriz.

139- Ve O, bizim de Efendimiz, sizin de Efendiniz olduğu halde, Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Ve bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz ise sizedir. Ve biz O'na özgülenenleriz.

140- (Ey Yahudi ve Hristiyanlar) yoksa siz; "Şüphesiz ki İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve torunları, Yahudi veya Hristiyandır" mı diyorsunuz? De ki: "Siz mi en iyi bilensiniz yoksa Allah'mı?" Yanındaki bir tanıklığı Allah'tan gizlemiş olandan daha yanlış yapan kimdir? Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

141- İşte o toplum gelip geçti. Onun kazandığı kendisine, sizin kazandığınız ise sizedir. Ve siz onların işlemekte olduklarından bilgi istenmezsiniz.

142- İnsanlardan bazı ahmaklar: "Onları üzerinde bulundukları kıbleden ne (başka tarafa) yönellti?" diyecekler. De ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır.O, dilediği kimseyi dosdoğru yola iletir."

143- Ve işte böyle sizi insanlar üzerine tanıklar olmanız için dengeli bir toplum yaptık. Ve Elçi de sizin üzerinize tanık olsun. Senin üzerinde bulunduğun (Kabe'yi), elçiye uyan ile iki ökçesi üzerinde çevrileni bilmekten başka nedenle kıble yapmadık. Ve bunu yapmamız Allah'ın doğru yolu üzerinde olanlardan başkalarına ağırdır. Allah sizin inanmanızı (n karşılığını) göz ardı edecek değildir. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı kesinlikle çok şefkatlidir çok merhamet edicidir.

144- Biz senin yüzünün göğe çevrildiğini kesinlikle görüyoruz. Şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına yönelt. Her nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına yöneltin. Ve şüphesiz ki kitap verilmiş olanlar bunun Efendilerinden  bir gerçek olduğunu kesin olarak biliyorlar. Allah onların işlemekte olduklarından duyarsız değildir.

145- Ve and olsun ki eğer kitap verilmiş olanlara bütün delilleri getirmiş olsan, yine de senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uyacak değillerdir. Ve and olsun ki eğer sana gelmiş olan bu bilgiden sonra onların keyfi arzularına uyacak olursan, o takdirde şüphesiz ki sen de kesinlikle yanlış yapanlardansın.

146- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Mescid-i Haram'ın kıble olduğunu)* oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ve şüphesiz ki içlerinden bir bölümü, kesinlikle gerçeği bilmekte oldukları halde gizliyorlar. 

(*) Bu ayeti bir çok meal (Muhammed'i) şeklinde bir parantez açarak çevirmesine rağmen, ayetin bağlamı kıble konusu ile alakalı olduğu için o şekilde açılan parantezlerin bağlama uymadığını düşünmekteyiz.

147- Gerçek senin Efendindendir. Artık sakın tereddüte düşenlerden olma.

148- Herkes için bir yüzünü çevirdiği yer vardır, o ona yönelendir. Öyleyse hayırlarda koşuşun. Nerede olursanız Allah sizi (kalkış gününde) toplu halde bir araya getirecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerine ölçü koyandır.

149- Ve her nereden çıkmış olursan yüzünü Mescid-i Haram tarafına yönelt. Çünkü o senin efendinden bir gerçektir. Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

150- Ve her nereden çıkmış olursan yüzünü Mescid-i Haram tarafına yönelt. (Yahudilerin) içlerinde yanlış yapanlardan başka insanların size karşı tartışma yapmaması için nerede olursanız yüzlerinizi onun tarafına yöneltin. Doğru yolu bulmanız ve sizin üzerinizdeki nimetimi tamamlamam için onlardan endişe duymayın benden endişe duyun.

151- Bunun için içinizden size, ayetlerimizi peşi sıra okuyan ve sizi arındıran ve size kitabı ve bilgeliği öğreten size bilmediklerinizi öğreten bir elçi gönderdik.

152- Artık beni hatırlayın ki ki bende sizi hatırlayayım ve bana şükredin sakın beni(m kitabımı) örtmeyin.

153- Ey inananlar, direnerek gayret etmek ve kulluk görevlerinizi ayakta tutmakla (Allah'tan) yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah, direnerek mücadele edenlerle beraberdir.

154- Ve Allah'ın yolunda öldürülen kimse için "Ölüler" demeyin. Aksine onlar yaşamaktadırlar, fakat siz bunun farkında değilsiniz.

155- Ve sizi, kaygıdan ve açlıktan ve mallardan ve canlardan ve ürünlerden eksiltme ile mutlaka bir deneyeceğiz. Direnerek gayret edenleri müjdele.

156- Onlar ki, kendilerine bir erişme eriştiği zaman, "Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz ki biz ona dönücüleriz" derler.

157- İşte onlara Efendilerinden destekler ve rahmet vardır. Ve işte onlar doğru yolu bulanların ta kendileridir.

158- Şüphesiz ki Safa ve Merve, Allah'ın farkındalıklarındandır. Kim Ev'i (Kabe'yi) hacc veya umre yaparsa, bu ikisini yürümesinde onun üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve kim gönülden bir hayır yaparsa, şüphesiz ki Allah şükrün karşılığını vericidir her şeyi bilicidir.

159- Şüphesiz ki apaçık delillerden ve doğru yoldan indirdiğimizi, bizim onu insanlara kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya, Allah işte onları dışlar ve dışlayıcılar da onları dışlar.

160- Ancak (itaatle) dönmüş, düzeltmiş ve (kitabı) açıklamış olanlar, işte onlara bende (lütufla) dönerim. Ve ben son derece (lütufla) dönücü son derece merhamet ediciyim.

161- Şüphesiz ki onlar örttüler ve örtücü oldukları halde öldüler. Allah'ın ve meleklerin ve (inanan) insanların topluca dışlaması onlaradır. 

162- Ölüm görmemek üzere oradadırlar. Azap onlardan ne hafifletilir ve onlara ne de bakılır.

163- Ve sizin ilâhınız tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, çok şefkatlidir çok merhamet edicidir.

164- Şüphesiz ki  göklerin ve yerin takdir edilişinde, gece ve gündüzün aykırılığında ve insanların menfaatini sağlayan (yüklerle) denizde akar gemilerde ve Allah'ın gökten indirerek ölümünden sonra onunla yeryüzüne yaşam verdiği su da ve her canlıyı orada yaymasında ve rüzgârları çevirmesinde ve yer ile gök arasındaki boyun eğdirilmiş bulutlarda, bağ kuranlar topluluğu için kesinlikle işaretler vardır.

165- Ve insanlardan bazıları, Allah'ın aşağısından denklere tutunarak onları Allah'ı sever gibi severler. Ve inananlar ise Allah'a sevgice daha bağlıdır. O yanlış yapanlar azabı gördüklerinde topluca kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu keşke görseydi.

166- Kendilerine uyulmuş olanlar, uymuş olanlardan uzaklaşmış, azabı görmüşler ve onlarla olan bağları kesilmiştir.

167- Ve uymuş olanlar: "Keşke bizim için bir kere daha (dönüş) olsa da, onların bizden uzaklaştığı gibi biz de onlardan uzaklaşsak" dedi. İşte böylece Allah onlara bu işlediklerini pişmanlıklar olarak gösterir. Ve onlar ateşten çıkacak değillerdir.

168- Ey insanlar, yeryüzünde olanlardan serbest temiz olarak yeyin. Ve şeytana ayak uydurmayın. Çünkü o size apaçık düşmandır.

169- O size ancak kötülüğü ve hayasızlığı, (doğruluğunu) bilmediğiniz şeyleri Allah üzerine söylemenizi buyurur.

170- Ve onlara "Allah'ın indirdiğine uyundenildiği zaman,  "Aksine, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız" derler. Ataları bağ kurmayan ve doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı?

171- Ve örtenlerin örneği, çağırma ve seslenmeden başka bir şey işitmeyen haykıran  (hayvan) ın örneği gibidir. Sağır, dilsiz, kördürler. İşte onlar artık bağ kurmazlar.

172- Ey inananlar, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yeyin. Ve eğer sadece ona kulluk ediyorsanız Allah'a şükredin. 

173- O size ancak ölü hayvanı ve kanı ve domuzun etini ve (kesilirken) Allah'tan başkasına ses yükseltilmişi yasaklamıştır. Artık kim (açlık sebebi ile) zorlanırsa, saldırganlık yapmamak ve sınırı aşmamak şartı ile bunları yemesinde ona bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

174- Şüphesiz ki Allah'ın kitaptan indirdiğini gizleyenler ve onu pek az bedele satanlar var ya; İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey yemiyorlar. Kalkışın döneminde Allah onlarla ne konuşacak ve ne de onları arındıracaktır. Ve acı azap onlar içindir.

175- İşte onlar, doğru yola karşılık sapkınlığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. Onlar ateş üzerinde ne de dirençlidirler.

176- İşte bu Allah'ın kitabı gerçeklikle indirmesindendir. Ve şüphesiz ki kitap üzerinde aykırılığa düşenler, kesinlikle derin bir ayrışma içindedirler.

177- Yüzünüzü doğuya ve batıya yöneltmeniz erdemlilik değildir. Fakat erdemlilik, kişinin Allah'a ve sonraki güne ve meleklere ve kitaba ve habercilere inanması ve mala karşı olan sevgisine rağmen onu yakınlık sahiplerine ve yetimlere ve beceriksizlere ve yolun oğluna (yolda kalmışa) ve isteyicilere ve boyunduruk altındakilere vermesi ve kulluk görevlerini ayakta tutması ve arınmayı yerine getirmesi ve sözleşme yaptıkları zaman sözlerini tastamam yerine getirmeleri ve sıkıntıda ve darlıkta ve  sıkıntılı (savaş) vaktinde dayanarak mücadele etmesidir. İşte onlar doğru sözlü olanlardır. Ve işte onlar, korunanların ta kendileridir.

178- Ey inananlar, (cinayetle) öldürülenler hakkında suça denk karşılık vermek, sizin üzerinize yazıldı. Hür hüre ve köle köleye ve kadın kadına karşılıktır. Kime (öldürülenin) kardeşi tarafından bir şey (denk karşılıktan) geçilmişse, benimsenene uymak ve güzel şekilde ona ödemek vardır. İşte bu, Efendinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa, ona acı azap vardır.

179- Ve suça denk karşılık vermekte sizin için yaşam vardır. Ey temiz akıl sahipleri umulur ki korunursunuz.

180- Ölüm birinizin hazırında olduğu zaman eğer bir mal terk ediyor ise, ana babaya ve yakınlık bağı olanlara benimsenen bir şekilde öneride bulunması, korunanlar üzerine bir gerçek (vazife) olarak yazıldı.

181- Artık kim bunu işittikten sonra değiştirirse, şüphesiz ki bunun günahı ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz ki Allah her şeyi işitici her şeyi bilicidir.

182- Fakat bir kimse, öneride bulunanın (haksızlığa) meyletmesinden veya günahtan kaygılanarak (aralarını) düzeltirse, artık ona bir günah yoktur. Hiç şüphesiz  Allah çok bağışlayıcı  çok merhamet edicidir.

183- Ey inananlar, oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi, korunmanız için size de  yazıldı.

184- Sayılı günlerdir. Artık içinizden kim hasta veya yolculuktaysa, sonraki günlerde (tutamadığının) sayısınca (tutar). Ve (oruca) zorlukla dayananların üzerine ise bir beceriksiz gıdası kurtulmalık vardır. Fakat kim gönüllü olarak hayır işlerse, bu onun için daha hayırlıdır. Ve eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

185- Ramazan ayı ki, insanlar için yol gösterici olan ve doğru yolu kapsayan açıklamaları ve (doğru ile yanlışı birbirinden) bölen Kur'an, onda indirildi.  Artık içinizden kim o aya tanık olursa onu tutsun. Ve kim hasta veya yolculuktaysa, sonraki günlerde (tutamadığının) sayısınca tutar. Allah sizin için kolaylık istiyor ve sizin için zorluk istemiyor. (Bu ruhsat), sayıyı eksiksiz yapmanız ve sizi doğru yola ilettiği için onu yüceltmeniz ve ona şükretmeniz içindir.

186- Ve kullarım sana benden bilgi istediği zaman, (bilsinler ki) şüphesiz ben onlara yakınım. Beni çağırdığı zaman çağrıcının çağrısına cevap veririm. Öyleyse onlar da bana cevap versinler, bana inansınlar ki erginliği bulmuş olsunlar.

187- Orucun gecesinde kadınlarınız ile cinsel ilişki kurmanız size serbestleştirildi. Onlar sizin için bir elbise ve siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah sizin kendinize karşı ihanet edebileceğinizi bildi böylelikle size (lütuf ile) döndü ve siz(e zorluk vermek)den geçti. Artık şimdi onlarla (oruç gecelerinde de) birlikte olun ve Allah'ın sizin üzerinize yazdığının peşine düşün. Ve fecir de beyaz iplik siyah iplikten size açıkça belli oluncaya kadar yeyin ve için, sonra orucu geceye tamamlayın. Ve boyun eğilen yerlerde (ibadete) kapananlar halinde olduğunuzda ise onlarla birlikte olmayın. İşte bu, Allah'ın sınırlarıdır, sakın ona yaklaşmayın. Allah işte böylece insanlara korunmaları için ayetlerini açıklıyor.

188- Ve mallarınızı aranızda gerçeksiz yollarla yemeyin. İnsanların mallarından bir bölümünü günahla yemek için biliyor olduğunuz halde onu karar vericilere sarkıtmayın.

189- Sana hilâllerden bilgi istiyorlar. De ki: "O insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir." Ve evlere arkalarından gelmek (işi usulüne göre yapmamak) erdemlilik değildir. Erdemlilik, ancak kişinin korunmasıdır. Ve evlere kapılarından gelin (işi usulüne göre yapın). Ve arzuladığınıza kavuşabilmeniz için Allah'a karşı korunun.

190- Ve sizinle savaşanlarla siz de Allah'ın yolunda savaşın ve sınırı aşmayın Şüphesiz ki Allah sınırı aşanları sevmez. 

191- Ve onları ele geçirdiğiniz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Kargaşa çıkarmak öldürmekten daha şiddetlidir. Ve onlar sizinle Mescid-i Haram yanında savaşıncaya kadar, siz de onlarla orada savaşmayın. Eğer onlar sizinle savaşırlarsa, artık siz de onları öldürün. Örtücülerin karşılığı işte böyledir.

192- Eğer onlar vazgeçerlerse, şüphesiz ki artık Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

193- Ve kargaşa olmayıncaya ve hayat nizamı Allah'ın oluncaya kadar, onlarla savaşın. Eğer onlar vazgeçerlerse, artık yanlış yapanlardan başkasına düşmanlık yoktur.

194- Yasak ay yasak aya karşılıktır. Ve yasaklar da denklik esası üzerinedir. Kim size karşı sınırı aşarsa, siz de size karşı sınırın aşılma örneği kadar ona sınırı aşın. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah'ın korunanlarla beraberdir.

195- Allah'ın yolunda dağıtın. Ve ellerinizle kendinizi yok oluşla buluşturmayın. Ve güzel davranın. Şüphesiz ki Allah güzel davrananları sever.

196- Hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer alıkonulursanız kolayınıza gelen bir kurbanlık hediye (gönderin). Kurbanlık hediye kesim yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta veya onda başından bir rahatsızlığı olan kimse oruç, bağış veya kurbanlıkdan ibaret bir kurtulmalık ödemesi gerekir. Artık güvende olduğunuz zaman, kim hacc zamanına kadar umre ile yararlanacak olursa, artık ona da kolayına gelen bir kurbanlık hediye (gerekir). Şayet bulamazsa, hac vaktinde üç gün ve hacdan döndüğünüz zaman ise yedi gün oruç vardır. Bu eksiksiz on (oruç)dur. Bu, ev halkı Mescid-i Haram'ın hazırında olmayan içindir. Ve  Allah'a karşı korunun, ve bilin şüphesiz ki Allah'ın sonuçlandırmasının şiddetlidir.

197- Hacc bilinen aylardır. Artık kim onlarda haccı kendisi için belirlerse, artık hacda ne cinsel ilişki ve ne yoldan çıkma ve ne de tartışma vardır. Ve hayırdan ne yaparsanız, Allah onu bilir. Ve azık edinin, şüphesiz ki azığın hayırlısı korunmaktır. Ey temiz akıl sahipleri benden korunun.

198- (Hac aylarında ticaret yapmak sureti ile) Efendinizden bir lütfun peşine düşmenizde üzerinize bir sorumluluk yoktur. Artık Arafat'tan aktığınız zaman, artık Meşar-ı Haram (Müzdelife) yanında Allah'ı size doğru yola ilettiği gibi hatırlayın. Ve şüphesiz ki siz bundan önce sapkınlardan idiniz.

199- Sonra insanların aktığı yerden siz de akın ve Allah'ın bağışlamasını isteyin. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

200- Artık kulluk hacc görevini yerine getirdiğiniz zaman artık Allah'ı atalarınızı hatırladığınız gibi, hatta ondan daha şiddetli bir hatırlamayla hatırlayın. İnsanlar içinde "Efendimiz bize şimdikinde ver" diyen vardır. Bu kimseye sonrakinde ise bir takdir yoktur.

201- Ve içlerinden kimi de "Efendimiz bize şimdikinde de güzellik, sonrakinde de güzellik ver ve bizi ateşin azabından koru" der.

202- İşte onlar için, kazandıklarından hisse vardır. Ve Allah hesabı hızlı görendir.

203- Ve Allah'ı sayılı günlerde hatırlayın. Kim (Mina'dan Mekke'ye) iki günde acele ederse, artık ona günah yoktur. Ve kim sonralarsa, korunan kimse için artık ona da günah yoktur. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin ki O'na sürülüp toplanacaksınız.

204- Ve insanlardan bazıları vardır ki, şimdiki yaşama dair sözleri seni şaşırtır, ve kalbindekine Allah'ı tanık getirir. Halbuki o çekişenin en azılısıdır.

205- Ve (başka tarafa) yöneldiği zaman ise yeryüzünde orada bozuculuk yapmak, ekinin ve neslin (iktisadi ve sosyal düzenin) yok etmek için koşar. Ve Allah bozucuları sevmez.

206- Ve ona "Allah'tan korun" denildiği zaman, güçlülük gururu onu günah ile tutar. Artık ona cehennem yeterlidir ve ne sıkınıtlı bir yataktır.

207- İnsanlardan kimisi vardır ki Allah'ın rızasının peşine düşmek için kendisini feda eder. Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.

208- Ey inananlar, el birliğiyle barış ve selâmete girin, ve şeytana adımlarına uymayın. Çünkü o sizin için apaçık düşmandır.

209- Eğer size apaçık deliller geldikten sonra kayacak olursanız, artık bilin şüphesiz ki Allah çok güçlü en bilgedir.

210- Onlar (inanmak için) Allah'ın ve meleklerin bulut gölgelerinin içinden gelmesini ve buyruğun yerine getirilmesinden başka bir şeye mi bakıyorlar? Ve işler Allah'a döndürülür.

211- İsrailoğulları hakkında bilgi iste, onlara apaçık delilden nicesini verdik. Kim Allah'ın nimetini, kendisine geldikten sonra değiştirirse, artık şüphesiz ki Allah'ın sonuçlandırması şiddetlidir.

212- Örtenlere şimdiki yaşam süslendi. Ve onlar inananlardan bir kısmını gülünç duruma düşürüyorlar. Oysa Allah'a karşı gelmekten korunan bu kimseler kalkışın döneminde onların üstündedirler. Ve Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır. 

213- İnsanlar tek toplumdu (fakat zaman içinde aykırılığa düştüler). Bunun üzerine Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak habercileri harekete geçirdi. Ve insanlar arasındaki aykırılığa düştükleri konuda karar vermesi için onların beraberinde kitabı gerçek (bir neden)le indirdi. Ve onlara apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki saldırganlık yüzünden aykırılığa düşenler, o kendilerine (kitap) verilmiş olanlardan başkası olmadı. Böylece Allah, kendi duyumu ile inananları, onların üzerinde aykırılığa düştükleri doğru ve gerçeğe iletti. Ve Allah dilediği kimseyi dosdoğru yola iletir.

214- Yoksa sizden önceki gelip geçenlerin başlarından geçenlerin (sıkıntılarının) örneği sizin de başınızdan geçmeden, cennete girivereceğinizi mi hesab ettiniz? Sıkıntı ve darlık onları öylesine dokundu ki, elçiler ve onunla beraber olan inananlar: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar sarsıldılar. Dikkat edin, şüphesiz ki Allah'ın yardımı yakındır.

215- Sana, neyi (kime) dağıtacakları hakkında bilgi istiyorlar. De ki: "Hayırdan dağıtacağınız mal anne baba ve yakınlık bağı olanlara ve yetimleer ve beceriksizlere ve yolun oğluna (yolda kalmışa) olmalıdır. Ve iyilikten ne yaparsanız artık şüphesiz Allah onu bilicidir."

216- Onu istememiş halde olsanız da savaş sizin üzerinize yazıldı. Ve sizin istemediğiniz bir şey, umulur ki sizin için daha hayırlıdır. Ve sizin sevdiğiniz bir şey ise, umulur ki sizin için şerdir.Ve  Allah bilir siz ise bilmezsiniz.

217- Sana, yasak ayda onda savaşı soruyorlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük (günah)tır. Allah'ın yolundan uzaklaştırmak, O'nu örtmek, Mescid-i Haram'dan uzaklaştırmak ve oranın halkını çıkarmak, Allah'ın katında ondan daha büyüktür. Ve kargaşa çıkarmak öldürmekten daha büyüktür." Eğer onların güçleri yetecek olsa, sizi hayat nizamınızdan geri döndürünceye kadar, sizinle savaşmaya devam edeceklerdir. İçinizden kim hayat nizamından geri döndürülür de örtücü olarak ölürse, işte onların işledikleri şimdikinde ve sonrakinde boşa gitmiştir. Ve işte bu kimseler ateşin arkadaşları olacaktır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

218- Şüphesiz ki inanan ve Allah'ın yolunda göç eden ve güçlerini kullananlar var ya, işte onlar Allah'ın rahmetini bekleyebilirler. Ve Allah çok bağışlayacıdır çok merhamet edicidir.

219- Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: "İkisinde de büyük günah ve insanlar için faydalar vardır. Ancak bu ikisinin günahı, faydasından daha büyüktür." Ve sana neyi dağıtacakları hakkında bilgi istiyorlar. De ki: "(İhtiyaçtan) geçileni." İşte böylece Allah düşünesiniz diye ayetlerini açıklıyor.

220- Şimdikinde ve sonrakinde. Ve sana yetimlerden de bilgi istiyorlar. De ki: "Onların (durumlarını) düzeltmek daha hayırlıdır. Eğer onlarla birbirinize karışırsanız artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Ve Allah bozuculuk yapan ile, düzelteni bilir. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle sizi sıkıntıya sokardı Şüphesiz ki Allah güçlüdür en bilgedir.

221- Ve Allah'a ortaklaştıran kadınlar ile, onlar inanıncaya kadar evlenmeyin. İnanan bir cariye, sizi (dış görünüşü ile) şaşırtmış bile olsa ortaklaştıran (hür) bir kadından daha hayırlıdır. Ve  ortaklaştıran erkekleri de onlar  inanıncaya kadar (inanan kadınlarla) evlendirmeyin. İnanan bir erkek köle, (dış görünüşü ile) sizi şaşırtmış bile olsa ortaklaştıran (hür) bir erkekten daha hayırlıdır. İşte onlar ateşe çağırırlar. Ve Allah ise kendi duyumu ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. Ve insanlar hatırlasınlar diye ayetlerini böylece açıklar.

222- Ve sana hayızdan bilgi istiyorlar. De ki: "O bir rahatsızlık halidir. Artık hayızda kadınlardan uzaklaşın ve onlar temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın (cinsel ilişki kurmayın). Temizlendikleri zaman, artık Allah'ın size buyurduğu yerden, onlara gelin (cinsel ilişki kurun). Allah şüphesiz ki (itaatle) dönenleri sever ve temizlenenleri de sever."

223- Kadınlarınız sizin için (nesillerinizin devamını sağlayan) tarladır. O halde tarlanıza (Allah'ın emrettiği yerden) dilediğinizce gelin ve kendiniz için sunum hazırlayın ve Allah'a karşı korunun, ve bilin ki O'nunla buluşacaksınız. Ve inananları  müjdele.

224- Ve erdemli olmaya ve korunmaya ve insanlar arasını düzeltmeyi, yeminlerinizden dolayı Allah'ı, kayıtsız kalma vesilesi kılmayın. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

225- Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin kazandığından dolayı sorumlu tutar. Ve Allah çok bağışlacıdır karşılık vermekte acele etmeyicidir.

226- Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler, dört ay beklerler. Eğer (uzaklaşma yemininden)  dönerlerse, şüphesiz ki artık Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

227- Ve eğer boşamaya kesin karar verirlerse de, şüphesiz ki Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

228- Boşanmış kadınlar üç hayız müddeti kendilerini (evlenmeden) bekletirler. Eğer Allah'a ve sonraki döneme inanıyorlar ise, rahimlerinde Allah'ın takdir ettiğini gizlemeleri onlara serbestleşmez. Ve (onları boşayan) kocaları eğer arayı düzeltmek istedikleri takdirde onları geri döndürmeye daha hak sahibidirler. Ve kadınların  hakları olduğu gibi benimsenen şekilde sorumlulukları da vardır. Ve adamlar onların üzerinde (hakları) bir kademe daha fazladır. Ve Allah çok güçlüdür en bilgedir.

229- Boşama iki keredir. Artık (sonrasında ise) benimsenen şekilde sıkıca tutmak veya iyilik ederek salıvermek vardır. (Boşadıktan sonra) onlara verdiklerinizden bir şey geri almanız size serbestleşmez. Ancak her ikisinin Allah'ın  sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kaygılanmaları hariç. Eğer siz de bu ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kaygılanırsanız, artık kadının onu kurtulmalık olarak vermesinde ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. Bu Allah'ın sınırlarıdır, artık bunu aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar yanlış yapanların ta kendileridir.

230- Eğer kadını (üçüncü defa) boşarsa, artık o kadın ondan başka bir eş ile evleninceye kadar ona serbestleşmez. Eğer (evlendiği kişi) o kadını boşarsa, eğer o ikisi de Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını sanırlarsa, artık birbirlerine dönmelerinde ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. İşte bu Allah'ın sınırlarıdır, bilenler topluluğu için onu böyle açıklıyor.

231- Ve kadınları boşadığınız zaman, onlar (bekleme) süre sonlarına ulaştıklarında, artık onları benimsenen şekilde sıkıca tutun, veya benimsenen şekilde salıverin. Onları, zarar vermek ve sınırı aşmak amacı ile sıkıca tutmayın. Ve kim böyle yaparsa, artık kesinlikle kendisine yanlış yapmıştır. Ve Allah'ın ayetlerini alaya  tutmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size onunla hatırlatmak için kitap ve bilgelikten indirdiğini hatırlayın. Ve Allah'a karşı korunun, ve bilin şüphesiz ki Allah her şeyi bilicidir.

232- Ve kadınları boşadığınız zaman onlar (bekleme) süre sonlarına ulaştıklarında, artık aralarında karşılıklı hoşnutluk ve benimsenen şekilde anlaştıkları zaman, koca(aday)ları ile evlenmeleri konusunda sertlik göstermeyin. İçinizden Allah'a ve sonraki döneme inananlar bununla öğütleniyor. Sizin için böylesi daha arınmış ve daha temizdir. Ve Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

233- Ve (boşanmış) anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, çocuklarını eksiksiz iki yıl emzirirler. (Emzirme süresince) Ve onların yiyecek ve giyeceklerinin temini, hoşlanılan şekilde babaya aittir. Hiç kimse genişliğinden başkasıyla yükümlü değildir. Ne anneye çocuğu sebebiyle ve ne de babaya çocuğu sebebiyle zarar verilmesin. Varis olana da aynı örnek davranış vardır. Ve eğer ikisi karşılıklı hoşnutluk ve danışma sonucunda çocuğu iki yıldan önce (sütten) ayırmak isterlerse, artık ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (süt anneye) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz (emzirme ücretini)  benimsenen şekilde teslim ettiğiniz zaman, artık sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah'ın işlemekte olduklarınızı görücüdür.

234- Ve içinizden ömürleri tamamlatılarak geriye eşler bırakanların eşleri, kendilerini benimsenen şekilde dört ay on gün bekletirler. Artık bu süre sonuna ulaştıkları zaman, kendileri içinşekilde yaptıkları (evlilik anlaşmaları)ndan dolayı, sizin üzerinize herhangi bir sorumluluk yoktur. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

235- (Bekleme sürelerini doldurmamış) Kadınlarla evlenmek isteğinizi onlara sözlü olarak sunmanızdan, veya içinizde korunaklı tutmanızdan dolayı, sizin üzerinize herhangi bir sorumluluk yoktur.  Çünkü Allah, sizin onları hatırlayacağınızı bilmektedir. Fakat benimsenen şekilde söz söyleme haricinde, onlarla gizlice sözleşmeyin. Ve yazılı olan süre sonuna ulaşıncaya kadar onlarla evlenme bağlılığına karar vermeyin. Ve Allah'ın içinizdekini bilmekte olduğunu bilin o halde O'ndan sakının. Ve bilin şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır karşılık vermekte acele etmeyicidir.

236- Ve eğer kadınları, onlara dokunmadan (cinsel ilişki kurmadan) veya onlara herhangi bir (mehir) belirleme yapmadan boşayacak olursanız, sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve onları yararlandırın. Genişte olanın üzerine  ölçüsünce, darda olanın da üzerine ölçüsünce benimsenen şekilde onları yararlandırması vardır. (Bunu yapmak) güzel davrananların üzerine bir gerçek (vazife)dir.

237- Ve eğer onlara dokunmadan (cinsel ilişki kurmadan) önce, ve onlar için (mehir) belirlemiş olarak boşayacak olursanız, artık belirlediğinizin yarısı vardır. Ancak kadınların (mehiri almaktan)  geçmeleri, veya evliliğin bağlılığını elinde tutanın (yarısını vermekten) geçmesi başkadır. Ve eğer (yarısını vermekten) geçerseniz (tamamını verirseniz) bu korunmaya daha yakındır. Ve aranızda lütfu unutmayın. Şüphesiz ki, Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür.

238- Kulluk görevlerini koruyun ve en ortadaki kulluk görevinizi (namazı da koruyun). Ve Allah'a gönülden bağlılar olarak ayağa kalkın.

239- Eğer (güvenliğinizden) kaygılanırsanız, artık yaya veya binekli halde iken de (koruyun). (Güvenliğinizden) artık emin olduğunuz zaman, bilmediklerinizi size öğrettiği gibi Allah'ı hatırlayın.

240- Ve içinizden ömürleri tamamlatılarak geriye eşler bırakacak olanlar, eşleri için evlerinden çıkarılmaksızın bir yıl geçimlerini temin edecek şekilde yararlanmalarını önersinler. Eğer onlar (kendi istekleri ile) çıkacak olurlarsa, benimsenen şekilde yaptıklarından dolayı, artık sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve Allah çok güçlüdüren bilgedir.

241- Ve boşanmış kadınlara benimsenen şekilde fayda sağlamak,  korunmak isteyenlerin üzerine bir gerçek (vazife)dir.

242- Allah, bağ kurmanız için size ayetlerini böylece açıklıyor.

243- Binlerce oldukları halde ölüm sakınması ile yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara "Ölün"dedi, sonra onları yaşama döndürdü. Şüphesiz ki, Allah insanlara karşı kesinlikle çok lütufkardır, fakat insanların çoğu şükretmezler.

(*) Buradaki Ölün emrinin, hakiki anlamda bir ölüm değil toplumların düşman istilası karşısında maruz kaldıkları zelil durumu tasvir eden mecazi anlamda bir kullanım olduğunu düşünmekteyiz. Çünkü devamında gelen Talut kıssasındaki hayata döndürülme işlemi de aynı şekilde mecazi anlam taşımaktadır.

244- Ve Allah'ın yolunda savaşın ve şüphesiz ki Allah'ın her şeyi işitici her şeyi bilici olduğunu bilin.

245- Kim ki Allah'a güzel ödünçle ödünç verirse, artık Allah'ta onu kendisi için kat kat artırır. Ve Allah sıkar  ve genişletir. Ve O'na döndürüleceksiniz.

246- Musa'dan sonraki İsrail oğulları'ndan ileri gelenleri görmedin mi? Bir zaman habercilerinden birine: "Bize bir hükümdar harekete geçir de Allah'ın yolunda savaşalım" demişlerdi. (Haberci de onlara): "Savaş sizin üzerinize yazılır da, savaşmamanız sizden umulur mu?demiş. (Onlar da) " Bize ne oluyor ki yurtlarımızdan ve oğullarımızdan çıkarılmış olduğumuz halde, biz Allah'ın yolunda neden savaşmayalım?" demişlerdi. Fakat savaş üzerlerine yazıldığında ise, onlardan pek azı hariç olmak üzere (başka tarafa) yöneldiler. Ve Allah yanlış yapanları bilicidir.

247- Ve habercileri onlara: "Şüphesiz ki Allah size Talut'u hükümdar olarak harekete geçirdi" demiş, (Onlar ise): "Biz hükümdarlığa ondan daha hak sahibi, ve ona mali yönden de bir genişlik verilmemiş iken, onun üzerimize hükümdarlığı nasıl olabilir?" demişlerdi. (Nebileri de): "Şüphesiz ki Allah size hükümdar olarak onu süzdürdü, onu bilgi ve beden gücünü  geniş tuttu. Allah hükümranlığını dilediğine verir. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir" demişti.

248- Ve habercileri onlara: "Şüphesiz ki onun hükümdarlığının delili, size melekler tarafından taşınan sandığın gelmesidir ki, onda Efendinizden bir sakinlik ve Musa ailesi ve Harun ailesinin terk ettiği kalıntı bulunmaktadır. Eğer İnananlar iseniz şüphesiz ki bunda sizin için kesinlikle bir delil vardır" demişti.

249- Talut askerleri ile (sefer için) ayrıldığında: " Şüphesiz ki Allah, sizi bir nehir ile bir deneyecektir. Kim o nehrin suyundan içerse, artık benden değildir. Ve kim ancak eliyle bir avuç almak dışında gıdalanmaz ise, artık şüphesiz ki o bendendir" demişti. İçlerinden pek azı hariç olmak üzere, ondan içtiler. Onu, o ve beraberindeki kendisine güvenenler ile geçtiğinde, (Talut'a güvenmemiş olan geride kalanlar): "Bugün Calut ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok" demişler, Allah ile buluşacaklarını sanan (Talut'la beraber geçen) ler ise: "Askeri birlikten, pek az halde olan nicesi vardır ki, Allah'ın duyumu ile çok halde olan askeri birliğe karşı üstün gelmiştir. Ve Allah direnerek gayret edenlerle beraberdir" demişti.

250- Calut ve askerlerine belirdiklerinde, "Efendimiz üzerimize direnç ve gayret yağdır, ayaklarımızı yerinde tut, örtücüler topluluğuna karşı bize yardım et demişlerdi.

251- Sonunda onları Allah'ın duyumu ile hezimete uğrattılar ve Davut Calut'u öldürdü ve Allah ona hükümdarlık ve bilgelik verdi ve ona dilediğinden olduğundan öğretti. Ve Allah'ın insanların bir kısmını bir kısmı  ile defetmesi olmasaydı, o takdirde yeryüzü kesinlikle bozulurdu. Ancak Allah, yaratmış olduğu her şeye karşı lütuf sahibidir.

252- İşte bu Allah'ın ayetleridir. Onu sana gerçek (bir neden)le peşi sıra okuyoruz. Ve şüphesiz sen gönderilmişlerdensin.

253- İşte bu elçiler, onların bir kısmını bir kısmına üzerine üstünleştirdik. İçlerinden bir kısmı ile Allah konuşmuş ve bir kısmını da kademelerle yükseltmiştir. Ve Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik ve onu Kutsal'ın esintisi ile güçlendirdik. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra elçilerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat içlerinden kimi inanmak ve içlerinden kimi örtmek suretiyle aykırılığa düştüler. Ve eğer ayet Allah dilemiş olsaydı, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah dilediğini yapar.

254- Ey inananlar, onda ne alış verişin ne dostluğun ve ne de eşliğin olmayacağı dönem gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden dağıtın. Örtücüler yanlış yapanların ta kendileridir.

255- Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. O, yaşamaktadır (yarattıkları üzerinde her an) ayaktadır. O'nu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz. Göklerde olanlar ve yerde olanlar O'nundur. O'nun duyumu olmadan, O'nun katında eşlik edecek te kimmiş? O, (yarattıklarının) önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve dileğinden başka O'nun ilminden hiç bir şey kuşatamazlar. O'nun tahtı gökleri ve yerden geniştir. Bu ikisinin korunması O'na ağır gelmez. Ve O, yücedir büyüktür

256- Hayat nizamında zorlama yoktur. Erginlik, azgınlıktan apaçık belli olmuştur. Kim taşkınlık yapanı örter ve Allah'a inanırsa, artık kesinlikle kırılması olmayan sağlam kulba sıkıca tutunmuştur. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

257- Allah, inananların yönelenidir. Onları karanlıklardan ışığa çıkarır. Örtenlerin yöneleni ise taşkınlık yapandır. Onları ışıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

258- Allah kendisine hükümdarlık verdi diye, kendisinin kendisinin Efendisi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Efendim yaşatan ve öldürendir" demiş, (tartışan da):  "Ben de yaşatır ve öldürürüm" demişti. İbrahim: "Şüphesiz ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir" demiş, o örtücü birden dehşete düşmüştü. Ve Allah yanlış yapanlar topluluğunu doğru yola iletmez.

259- Veya çatıları üzerine çökmüş haldeki bir şehre uğrayan kişiyi (görmedin mi). "Allah buraya ölümünden sonra nasıl yaşam verecek?" demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl öldürmüş, sonra yeniden harekete geçirmişti. (Allah ona) "Ne kadar kaldın?" demiş, o da: "Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldım" demişti. (Allah): "Aksine yüz yıl kaldın, gıdana ve içeceğine bak hiç bozulmamış. Ve eşeğine de bak, seni insanlara böylece delil yapmak için. Ve  kemiklere de bak onları nasıl ayaklandırıyor, sonra et giydiriyoruz." (Sorusunun cevabı) apaçık belli olduğunda: " Biliyorum şüphesiz ki Allah her şeyin üzerine ölçü koyandır" demişti.

260- Ve bir zaman İbrahim: "Efendim, ölülere nasıl yaşam veriyorsun bana göster" demiş, (Rabbi de ona): "Yoksa inanmıyor musun?" demiş. (İbrahim de): "Hayır (inanıyorum) fakat kalbim yatışsın" demişti. (Rabbi ona): "Kuş'tan dört tanesini tut, onları kendine alıştır, sonra da onları parça halinde her dağın üzerine bırak, sonra onları çağır koşarak sana gelirler. Ve bil şüphesiz ki Allah çok güçlüdür en bilgedir" demişti. 

261- Mallarını Allah'ın yolunda dağıtanların örneği, her başağında yüz tane olan yedi başak bitiren tanenin örneği gibidir. Ve Allah dilediği kişi için kat kat artırır. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

262- Mallarını Allah'ın yolunda dağıtıp, sonra ne iyiliği çok görmeyi ve ne de rahatsızlık vermeyi dağıttıklarının arkasına takmayanlar var ya,  onların emeklerinin karşılığı Efendilerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

263- Benimsenen bir söz ve bağışlama, arkasına rahatsızlık vermek takılan bağıştan daha hayırlıdır. Ve Allah zengindir karşılık vermekte acele etmeyendir.

264- Ey inananlar, Allah'a ve sonraki döneme inanmadığı halde, malını insanlara gösteriş olsun diye dağıtan kimse gibi, bağışlarınızı başa kakmak ve rahatsızlık vermek sureti ile gerçeksizleştirmeyin. Böylesinin örneği, üzerinde toprak olan, kuvvetli bir yağmur eriştiğinde ise üzerindeki toprağı selin sürükleyerek onu çıplak hale terk ettiği  kayanın örneği gibidir. (Bu kimseler) kazandıklarından hiç bir şey elde edemezler. Allah örtücüler topluluğunu doğru yola iletmez.

265- Ve mallarını, Allah'ın hoşnutluğunun peşine düşmek, içlerinde olanı yerinde tutmak için dağıtanların örneği, yüksek bir tepede bulunan, bol yağmur eriştiğinde yemişini iki kat veren, bol yağmur erişmese dahi çisentisi düşen bahçe gibidir. Ve Allah işlemekte olduklarınızı görücüdür.

266- Sizden biriniz, hurmalık ve üzümlüklerden oluşan, altından nehirler akar, içinde her türlü ürünün yetiştiği bir bahçesi olsun da, kendisine yaşlılık erişmiş ve onun soyu da zayıf kimseler olsun, o böyle bir durumda iken bahçesine ateşli bir kasırga erişerek yanmasını arzu eder mi? Allah, düşünmeniz için ayetlerini size böyle açıklıyor.

267- Ey inananlar kazandıklarınızın temiz  olanlarından, ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan dağıtın. Size verilse ona gözünüzü yummadan alamayacağınız murdar olanı dağıtmaya yönelmeyin. Ve bilin şüphesiz ki Allah zengindir övgüye layıktır.

268- Şeytan size, fakirlik sözü verir ve hayasızlığı buyurur. Ve Allah ise size kendisinden bağışlama ve lütuf  sözü verir. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

269- Bilgeliği dilediğine verir, kime bilgelik verilmişse, artık ona kesinlikle çokça hayır verilmiştir. Ve temiz akıl sahiplerinden başkası hatırlamaz.

270- Ve dağıtımdan yaptığınız her dağıtmayı, ve adakdan yaptığınız her adağı, şüphesiz ki Allah onu bilir. Ve yanlış yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur.

271- Eğer bağışlarınızı açığa vurursanız o ne güzeldir. Ve eğer onu saklı olarak fakirlere öyle verirseniz, artık o sizin için daha hayırlıdır. Ve kötülüklerinizden bir kısmını sizden örter (kaldırır). Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

272- Onları doğru yola iletmek senin üzerine değildir. Fakat Allah dilediğini doğru yola iletir. Ve hayırdan ne dağıtırsanız, kendiniz içindir. Ve siz ancak Allah'ın yüzünün peşine düşmekten başka bir amaçla dağıtmazsınız. Ve maldan her dağıtımın karşılığı size tastamam ödenir,  ve size yanlışla uğratılmazsınız.

273- (Yapacağınız yardımlar) Şu fakirler içindir, kendilerini Allah'ın yolunda alıkoymuşlardır. Yeryüzünde (rızık temin etmeye) güç yetiremezler. İffetlerinden ötürü, bilgisizler onların zenginler olduğunu hesap ederler. Sen onları çehrelerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler. Ve maldan ne dağıtırsanız, şüphesiz ki Allah onu bilicidir.

274- Mallarını gece ve gündüz, gizleyerek veya açığa vurarak dağıtanlar, onların emeklerinin karşılığı Efendilerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

275- Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytanın dokunarak çarptığı kimsenin kalkışından başka bir şekilde kalkmazlar. Bu onların: "Alışveriş te faiz  gibidir" demiş olmalarındandır. Halbuki Allah alışverişi serbestleştirmiş ve faizi ise yasaklamıştır. Kim, ona Efendisinden bir öğüt gelir de, artık vazgeçerse geçmişteki kendisinin ve onun buyruğu  Allah'a aittir. Ve her kim geri dönerse,  işte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

276- Allah, faiz (kazancın)i  mahveder ve bağışları (n kazancını) ise artırır. Ve  Allah bütün azılı örtücü günahkârı sevmez.

277- Şüphesiz ki, inanan, düzgünlükleri işleyen ve kulluk görevlerini ayakta tutan ve arınmayı yerine getirenler ise, onların emeklerinin karşılığı Efendlerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

278- Ey inananlar, Allah'a korunun ve eğer inananlardan iseniz faizden geri kalan(alacaklar)ı bırakın.

279- Eğer bunu yapmazsanız,  artık Allah ve elçisinden açılan harbi artık duyun. Eğer (itaatle) dönerseniz (faiz bulaşmamış olan) mallarınızın başları  sizindir. Böylece ne siz yanlış yapmış olursunuz, ve ne de siz yanlışa uğratılmış olursunuz.

280- Ve eğer (borçlu) zorluk sahibi ise, artık borcunu kolayca ödeyebilene kadar bakmak vardır. Ve eğer bilirseniz (borcunu) bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. 

281- Ve öyle bir döneme karşı korunun ki, onda Allah'a döndürüleceksiniz, sonra her kişiye kazandığı tastamam ödenecek ve onlar asla yanlışa uğratılmayacak. 

282- Ey inananlar, ismi konulmuş süre sonuna kadar ödemek üzere bir borçla borçlandığınız zaman, artık onu yazın. Ve aranızdan bir yazıcı onu denk şekilde yazsın. Ve yazıcı da Allah'ın ona öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın Ve üzerinde (alacaklısının) hakkı olan da (borçlu da) dikte ettirsin, Efendisi olan Allah'a korunsun borcundan hiç bir şeyi düşük tutmasın. Eğer (borçlu) ahmak veya aciz veya borcunu dikte ettirmeye gücü yetmiyorsa, o takdirde yöneleni borcu denk şekilde dikte ettirsin. Ve (bunu yaparken) adamlarınızdan iki kişiyi de tanık bulundurun. Eğer iki adam olmazsa, o takdirde hoşnut olacağınız tanıklardan bir adam ve kadınlardan biri unuttuğunda sonrakinin ona hatırlatması için iki kadını (tanık) bulundurun. Ve tanıklar (tanıklık için) çağrıldıkları zaman kaçınmasınlar. Ve (borç) küçük veya büyük olsa da onun süresinin sonunu yazmaya üşenmeyin, sizin için böylesi Allah'ın katında hakkaniyete daha uygun, tanıklık bakımından daha sağlam ve (borç konusunda) herhangi bir belirsizliğe düşmemenize daha yakındır. Ancak aranızda hazır (peşin) ticaret olarak idare ettiğinizi kayıt altına almamanızda size herhangi bir sorumluluk yoktur. Ve birbiriniz ile alışveriş yaptığınız zaman tanık bulundurun. Ne yazıcı ve ne de tanık zarara uğratılmasın. Ve eğer böyle yaparsanız, artık şüphesiz ki bu sizin için yoldan çıkmak olur. Ve Allah'a karşı korunun. Ve Allah size (ticari hayatta nasıl davranacağınızı) böyle öğretiyor. Ve Allah her şeyi bilicidir.

283- Ve eğer yolculukta iseniz ve yazıcı da bulamadıysanız, o takdirde (borç karşılığında) alıkonulmuş rehinler yeter. Eğer (borçlu ve alacaklı olarak) birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse artık emanetini ödesin ve Efendisi olan Allah'a korunsun. Ve tanıklığı sakın gizlemeyin. Ve kim onu gizlerse, muhakkak ki onun kalbi günahkâr olmuştur. Ve şüphesiz ki Allah işlemekte olduğunuz her şeyi bilicidir.

284- Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Ve eğer içinizde olanı açıklasanız da veya onu saklasanız da, Allah sizi onunla hesaba çeker. Artık dilediğini bağışlar ve dilediğine de azap eder. Ve Allah her şeyin üzerine ölçü koyandır.

285- Elçi, kendisine Efendisinden indirilmiş olana inandı ve inananlar da. (Resul ve inananların) Hepsi, Allah'a ve meleklerine ve kitaplarına ve elçilerine inandı. (İnananlar dediler ki): "O'nun elçilerinden hiçbiri arasında (Yahudiler gibi) bölüm yapmayız." Ve: "İşittik ve itaat ettik, Rabbimiz senin bağışlamanı isteriz. Ve dönüş yalnız sanadır" dediler.

286- Allah bir kimseyi genişliğinden başkasıyla yükümlü tutmaz. (Kişinin) kazandığı kendine, kazandırdığı (kötülük) da aleyhinedir. Efendimiz, unutur veya yanılgıya düşersek bizi sorumlu tutma. Efendimiz, üzerimize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Efendimiz, bize gücümüzün yetmeyeceğini yükleme. Biz (e ceza vermek)den geç ve bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim yönelenimizsin artık örtücüler topluluğuna karşı bize yardım et. 


5 Haziran 2018 Salı

Bakara s. 249. Ayetindeki Bir Çeviri Sorunu: "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" Diyenler Kimler?

Bakara s. 249. ayetini Türkçeye çevrilmiş olan meallerden okuyan bir kimsenin kafasında, bu ayet içinde geçen "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" diyenlerin kimler olduğuna dair bir takım soru işaretleri oluşacaktır. Çünkü yapılan bir çok çeviri maalesef, bu cümlenin kimler tarafından söylendiğini meale yansıtmamış (bazı meallerde yansıtıldığını görmekteyiz) bunun neticesinde ise, bu sözü söyleyenlerin Talut'un emrine itaat eden gurup olduğu gibi bir durum ortaya çıkarak, bir çeviri sorunu oluşturmuştur. 

Yazımızın konusu, bu cümlenin kimler tarafından söylendiğinin çeviriye yansıtarak, okuyucuların kafasında oluşabilecek soru işaretlerinin giderilmesine yönelik olacaktır.

 فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ مُبْتَلِيكُمْ بِنَهَرٍ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ ۚ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ ۚ قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو اللَّهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ

Ayetin çevirileri genellikle şu şekilde yapılmaktadır:

[002.249] Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

Öncelikle şunu söylemek isteriz ki: İddiamız, bu ayetin yapılan çevirilerinin hatalı olduğu değil, okuyucunun kafasında bir takım soru işaretleri belirecek şekilde yapılmış olmasıdır. Oluşabilecek soru işaretlerinin, ayet içine parantez açılmak sureti ile giderilmesi mümkündür.

Şimdi ayeti bir kaç parçaya bölerek okumaya çalışalım.

"Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi"

Ayetin bu cümlesi Talut'un, ordusunu bir güven ve itaat testine tabi tuttuğunu göstermektedir. Geçecekleri yol üzerinde olan ırmağın suyundan içip içmemeleri, ordunun Talut'a karşı ne derece itaatkar olduğunun göstergesi olacaktır.

" Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler."

Bu cümle Talut'un ordusu içinde büyük bir kesimin onun emrine itaat etmediğini göstermektedir.

Talut'un ordusunu tabi tuttuğu bu deneme, aynı zamanda ordu içinde bir ayrışıma da sebep olacaktır. Çünkü bir komutanın, kendisine itaat etmeyen askerler ile çıkacağı bir sefer, kendi sonunu eli ile hazırlamasına sebep olacaktır. Talut'un söylediği "ondan içen benden değildir" sözü, nehrin suyundan içen askerlerin orduya artık dahil olmayacağını ordu dışında kalacağını göstermektedir.

Burada dikkate alınması gereken önemli bir husus, ordunun iki kısma ayrılmış olmasıdır. Ayetin bundan sonraki kısmında bu ayrışımın ortaya çıkarılması önemlidir.

"Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince"

Talut artık sadece kendisine itaat eden askerler ile kalmış, diğerleri ordudan ayrılmış, yola kendisine itaat eden askerlerle devam etmektedir. Cümle içinde geçen آمَنُوا kelimesinin, "İnananlar, İman edenler" şeklinde çevrilmesine karşın bu kelimenin çevirisine, kelimenin sözlük anlamlarından biri olan Güven anlamının verilmesinin daha uygun olacağını burada hatırlatmak isteriz.

"Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok dediler

Bu cümle ayetin çevirisinde sorun teşkil ettiğini düşündüğümüz cümledir. Çünkü bu sözü sanki bir önceki cümledeki  "Kendisi ve kendisiyle olan inananlar" olarak bahsedilen kimselerin söylemiş olduğu gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Halbuki ordu içinde ayrışım meydana gelmiş, itaat etmeyenler ordudan ayrılmış, itaat edenler ise Talut ile yola devam etmektedir. Talut'a itaat eden askerlerin ise "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" sözünü söylemiş olmaları pek mümkün değildir.

Bu sözü, Talut'a itaat etmeyerek ordudan ayrılanların söylemiş olması, daha makul bir yaklaşımdır. Bu durumun çeviriye parantez açılmak sureti ile yansıtılması, okuyucuda oluşması muhtemel olan soru işaretlerini ortadan kaldıracaktır.

"
Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler."

Bu sözü söyleyenler ise, Talut'a itaat ederek orduda kalan askerlerdir. Burada iki gurubun birbiri ile karşılıklı olarak bir konuşması söz konusudur.

Talut'a itaat etmeyen ordudan ayrılanlar= Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok.
Talut'a itaat eden ordu içinde kalanlar=    Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir.

Bu ayet ile ilgili olarak bizim yapmaya çalıştığımız çeviri örneği şu şekildedir:

Bakara s. 249- Talut ordusu ile sefere çıktığında (ordusuna), "Allah, (bana itaat edip etmediğiniz ve güven duyup duymadığınız hususunda) sizi bir nehir ile imtihan edecek, kim o nehrin suyundan içerse (bana itaat etmemiş ve bana güven duymamış olduğu için) benden değildir. O nehrin suyundan bir avuç almak müstesna olmak üzere tatmayan ise (bana itaat etmiş ve güven duymuş olduğu için) bendendir." dedi. Talut'un bu emrine rağmen ordusundan az bir kısmı müstesna olmak üzere, o nehrin suyundan içti (ona itaat eden ve etmeyenler, güven duyan ve duymayanlar böylece birbirinden ayrılmış oldu). Nehri, kendisine itaat eden ve güven duyanlar ile birlikte geçtiğinde, (Talut'a itaat etmeyen ve güven duymayan geride kalanlar) "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. Rablerine kavuşacaklarını kesin olarak bilen (Talut'a güven duyan ve itaat eden) ler ise, "Nice sayıca az olan topluluk vardır ki, Allah'ın izni ile sayıca çok olan topluluğa karşı galip gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir" dedi.

                                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

4 Haziran 2018 Pazartesi

Bakara s. 243. Ayeti: Allah İsrailoğullarını Öldükten Sonra Nasıl Diriltti?

Arapça orjinal metni, أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ أُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِ فَقَالَ لَهُمُ اللَّهُ مُوتُوا ثُمَّ أَحْيَاهُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ olan, Türkçeye yapılan çevirileri ise, "Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara «Ölün!» dedi. Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez." olarak yapılan Bakara s. 243. ayeti, içinde Ölüm ve Diriliş kelimelerini barındırmasından dolayı, bu kelimelerin hakiki anlama mı, yoksa mecazi anlama mı sahip oldukları konusunda üzerinde düşünülmesi gereken bir ayettir. 

Bu ayeti okuyan bir kimse, ayet içinde geçen ölüm ve dirilişin keyfiyetini merak edecek, bu olayın nasıl gerçekleştiği konusundaki sorularına cevap arayacaktır.

Bu ayet ile ilgili tefsirlere bakıldığında, Ölüm ve Diriliş kelimelerinin hakiki anlamlara sahip olduğu şeklindeki yorumlar ağırlık kazanmakta, fakat bu ayeti tek bir ayet olarak okuyup anlamaya çalışmak yerine, devam eden ayetlerde anlatılan Talut kıssası ile birlikte bütüncül olarak okuduğumuzda, bu kelimelerin hakiki anlamdan ziyade, mecazi bir anlam taşıdığı görülecektir. 

[002.246] Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Nebilerinden birine: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.

Bakara s. 243. ayetinde geçen, binlerce oldukları halde ölüm korkusu ile yurtlarından çıkanları, 246. ayet ile birleştirerek okuduğumuzda, binlerce kişinin yurtlarından çıkma sebebinin, düşmanlarının onlara karşı galip gelmesi neticesinde olduğunu görmekteyiz. 243. ayette onların bu durumları Ölüm olarak tasvir edilmektedir. Talut kıssasını okuduğumuzda ise, İsrailoğullarının Talut'un komutası altında Calut ve ordusuna karşı savaşarak, yeniden yurtlarına döndüklerini görmekteyiz. Talut'un komutası altında Calut ve ordusuna karşı savaşarak galip gelen İsrailoğullarının yurtlarına geri dönmesi ise Diriliş, yani yeniden hayata dönüşleri olarak tasvir edilmektedir.

243. ayeti Talut kıssası ile bağlantılı okuduğumuzda, ayet içinde geçen Ölüm kelimesini Esaret, Diriliş kelimesini ise Özgürlük ile eşitlemenin daha isabetli bir yaklaşım olduğu kanaatindeyiz.

Bakara s. 243. ayetinde topluluğun adının zikredilmemiş olmasına rağmen, bu topluluğun İsrailoğulları olması, ilerleyen ayetler ile bağını kurmaya çalıştığımızda daha muhtemel olduğu görülmektedir. Fakat ayetlerin daha önemli tarafı ise, olayın sadece tek bir topluluğu değil, geçmiş ve gelecek olan bütün toplumları ilgilendirmesidir. Çünkü ayetler, düşmanları tarafından esaret altına alınan bir topluluğun özgürlüklerine nasıl kavuşabileceğini, yaşanmış bir örnek olarak İsrailoğullarının başlarından geçen bir olay üzerinden anlatmaktadır. Bu kıssa aynı zamanda, tüm zamanlarda bu durum ile karşılaşacak olan topluluklara bir mesaj vermektedir.

Bütüncül bir okuma sonucunda Bakara s. 243. ayetinin, Talut kıssasının sonuç ayeti olduğu görülmektedir. Ayet içinde geçen Ölüm ve Diriliş kelimelerinin ise bu bağlamada mecazi bir anlama sahip olduğu daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. 

Bakara s. 243. ayetine verilecek olan anlamın, Talut kıssası dikkate alınmak sureti ile yapılmaya çalışılması, ayet içinde geçen Ölüm ve Diriliş kelimelerinin üzerinden verilmek istenilen mesajın daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. 

Bu ayet ile ilgili olarak bizim yapmaya çalıştığımız anlam çalışması şu şekildedir:

Bakara s. 243- Binlerce kişilik kalabalık topluluk olmalarına rağmen (düşmanları ile savaşmanın verdiği) ölüm korkusu ile yerlerinden yurtlarından çıkanları görmedin mi?. (Düşmanları ile savaşmaktan korkmalarından dolayı yerleri yurtları istila edilerek zelil duruma düştükleri için) Allah onlara Ölün * dedi, sonra onları (düşmanlarına karşı galip getirmek sureti ile yeniden kaybettikleri yurtlarını geri kazandırarak) hayata döndürdü. Allah insanlara lütufkar olmasına rağmen, insanların çoğu buna karşı nankörce davranırlar.

(*) Buradaki Ölün emri, hakiki anlamda bir ölüm değil toplumların düşman istilası karşısında maruz kaldıkları zelil durumu tasvir eden mecazi anlamda bir kullanımdır. Çünkü devamında gelen Talut kıssasındaki hayata döndürülme işlemi de aynı şekilde mecazi anlam taşımaktadır.

Sonuç olarak: Düşmanları tarafından galebe çalınarak yerlerinden ve yurtlarında çıkarılmak sureti ile esaret altına alınan yani ölen bir topluluğun özgürlüğüne kavuşmasının, yani dirilmesinin yegane yolu, düşmanlarına karşı savaşarak galip gelmek sureti ile olacaktır. Esaretin ölüm ile eşitlendiğini dikkate aldığımızda, bugün İslam coğrafyasının bazı bölgelerinin işgal altında olmasının ne kadar acı bir durum olduğu da ortaya çıkacak, bu esaretten kurtuluşun Kur'an'da verilen reçetesi ise, tatbik edilecek günleri beklemektedir.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

30 Mayıs 2018 Çarşamba

Bakara s. 233. Ayetinde Geçen " izâ sellemtüm mâ âteytüm bil ma’rûfi" Cümlesinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Bakara s. 233. ayeti içinde geçen "iza sellemtüm ma ateytüm bil marufi" cümlesinin çevirisini farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, bu cümlenin çevirisinin iki farklı şekilde meallere yansıdığını görecek, ve hangi çevirinin daha doğru konusunda tereddüte düşecektir. Yazımızda bu cümleye yapılan farklı çevirilerden hangisinin daha doğru olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşmaya çalışacağız.

Konumuz ile ilgili cümlenin iki farklı çevirisi şu şekilde yapılmaktadır:

وَإِنْ أَرَدْتُمْ أَنْ تَسْتَرْضِعُوا أَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُمْ مَا آتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ

1- Çocuklarınızı (sütannesi tutup) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz(ücret)i güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günâh yoktur.

2-Eğer çocuğunuzu süt annelere emanet etmeye karar verirseniz, teslim edeceğiniz çocuğun emniyetini uygun bir şekilde sağlamanız şartıyla size bir günah yüklenmez.

1. guruptaki çevirilerin anlamı, çocuğu emzirecek olan süt anneye çocuk için vereceği bu hizmete karşılık bir ücret ödenmesi ile ilgili iken, 2. guruba dahil olan çevirilerin anlamı, süt anneye teslim edilecek olan çocuğun güvenliğinin sağlanması ile ilgilidir.

Bu iki farklı çevirinin sebebini araştırdığımızda ayet ile ilgili kıraat farklılıkları karşımıza çıkmakta, cümle içinde geçen bir kelimenin farklı okuyuşları bu anlam farklılığını doğurmaktadır. Kıraat farklılıkları ile ilgili görüşleri merak edenler, Zemahşeri, Razi, Kurtubi, Taberi gibi müfessirlerin bu ayet ile ilgili olarak yaptıkları tefsirlere bakabilirler. 

Biz ayet içi bütünlüğe dikkat ederek farklı çevirilerin hangisinin daha isabetli olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşacağız. Ayet içindeki şu cümle, bu konuda bize yardımcı olacaktır.

وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ

Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir.

Bu cümle eşinden ayrılan emzirme çağında çocuğu olan bir kadının, bu çocuğu emzirme süresince kendisi ve çocuğun maddi ihtiyaçlarının baba tarafından karşılanması gerektiğini beyan etmektedir. Her iki cümle içinde geçen بِالْمَعْرُوفِ kelimesi ortak payda olarak alınmak sureti ile, konumuz olan cümlenin hangi çevirisinin daha uygun olabileceğini bulmak mümkündür.

Emziren anne ve emzirilen çocuğun maddi ihtiyaçlarının karşılanması maruf ölçülerde babaya ait ise, çocuğu kendi annesinin emzirmemesi nedeniyle süt anneye verilmesi neticesinde, çocuğu emzirecek olan süt annenin maddi ihtiyaçlarının karşılanması da yine maruf ölçülerde süt anneye verilen çocuğun babasına ait olmalıdır. Konumuz olan cümlenin böyle bir durumu beyan etmiş olması, kanaatimizce daha makuldür. 

Dolayısı ile konumuz olan cümlenin iki farklı çevirisinden daha isabetli olanı kanaatimizce, 1. şıktaki şekilde yapılan çevirilerdir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, isabetli olmadığını düşündüğümüz 2. şıktaki çevirinin yanlış ve hatalı olduğunu iddia etmediğimizdir.

Buna göre Bakara s. 233. ayetinin tamamının çevirisi şu şekilde olmalıdır:

Bakara s. 233- (Boşanmış) Anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, çocuklarını tam iki yıl emzirirler. (Emzirme süresince) Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir. Hiç bir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklenmez. Anne ve baba çocuğu yüzünden zarara uğratılmasın. (Çocuğun babası ölecek olursa annenin ihtiyaçlarını karşılamak) aynı şekilde mirasçıların üzerine vazifedir. Eğer anne ve baba karşılıklı rıza ile yaptıkları istişare sonucunda, çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse, anne ve babaya herhangi bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (süt annelerine) emzirtmek isterseniz, emzirme ücretini uygun ölçüler dahilinde verdiğiniz takdirde, size bir günah yoktur. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görmektedir.

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

29 Mayıs 2018 Salı

Bakara s. 238. Ayetindeki "Hafizu Ales Salavati" İfadesine Farklı Bir Anlam Denemesi

Arapça orjinal metni حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَىٰ وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ  olan, Bakara s. 238. ayetinin, Türkçeye yapılan çevirileri, büyük çoğunlukla "Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun." şeklinde yapılmaktadır. Biz, böyle yapılan bir çevirinin yanlış olduğunu iddia etmemekle birlikte, ayet içinde geçenحَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ  ifadesinin anlamını, aynı surenin 157. ayetinde geçen "Salavatün" kelimesinin anlamını dikkate alarak, farklı bir anlam denemesi yapmaya çalışacağız.

Ayetin حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ ifadesinin,  "Namazlara ve orta namaza devam edin" şeklinde yapılan çevirilerinde, farklı görüşler ortaya atılan ve hangi namaz olduğu hususunda ortak bir fikir birliği olmayan "Orta Namaz" deyiminin, diğer namazlara göre daha önemli olduğu gibi bir anlam uyandırmış olmasına karşın, bu sefer de diğer namazların orta namaza göre daha önemli olmadığı gibi anlam ortaya çıkarabileceği, bizi bu konuda farklı bir anlam çalışması yapmaya iten nedenlerden birisidir.

Bu ayetin o şekilde yapılan çevirilerinde, bazı zihinlere takılması muhtemel olan bu tür soru işaretlerinin, yapacak olduğumuz anlam denemesi ile giderilebileceğini düşünmekteyiz.

Bakara s. 155- Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile yıpratıcı bir imtihana tabi tutarız. Başlarına gelenlere karşı dayanma ve mücadele gücüne sahip olanları müjdele.

Bakara s. 156- Onlar ki, böyle sıkıntılı durumlar ile karşılaştıklarında (asla isyan etmezler)"Bizim her şeyimiz Allah'a aittir, biz ona döneceğiz" dediler.

Bakara s. 155. ve 156. ayetlerinde, Allah (c.c) kullarını yaşadıkları hayat içinde bir takım sıkıntılı durumlar ile sınayacağını bildirmekte, bu sınamalara karşı isyan etmeden dayanan ve bu sıkıntılardan kurtulmak için mücadele edenleri övmektedir. 157. ayette ise bu kimselere Allah (c.c) tarafından verilecek olan ödülden bahsedilmekte, bu ödül ise ayet içinde "Salavatün" kelimesi ile ifade edilmektedir. Bakara s. 157. ayeti içinde geçen bu kelime, bizi surenin 238. ayetinde geçen aynı kelimenin anlamı ile aralarında bir bağ kurulabileceği düşüncesine sevk etmiştir.

Bakara s. 157- İşte onlara Rablerinden destek ve bağışlama vardır, ve onlar doğru yol üzerindedirler.

Dikkat edilirse 157. ayet içinde geçen kelime, namaz anlamında değil, destek ve bağışlanma anlamında kullanılmakta, ve 155. ve 156. ayetler ile bir bağlam dahilindedir. Yine dikkat edilirse, Bakara s. 226. ayetten beri süregelen boşanma ile ilgili hüküm ayetlerinin sonuna geldiğinde حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ buyurulmakta, bu buyruktaki الصَّلَوَاتِ kelimesine verilebilecek anlamın, önceki ayetlerde geçen boşanma ile ilgili hükümler arasında bir bağının kurulabileceğini akla getirmektedir. 

Hatırlayacak olursak, Bakara s. 155. ve 156. ayetlerinde başa gelen sıkıntılara, kullar tarafından verilen olumlu karşılıkların ödülü, Allah(c.c) den salavat üzere olmaktır. Öyleyse Bakara s. 238. ayetinde geçen حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ ifadesine, "Salavat üzerinde olmayı gözetin" şeklinde, taslak bir anlam vermek mümkündür. Bu taslak anlamdan sonra anlamı biraz daha açarak ayete yansıtabiliriz.

Malum olduğu üzere, Allah (c.c) 226. ayetten beri süregelen, insanların yaşamları içinde karşılaşabilecekleri ailevi durumlar ile ilgili hükümleri sıralamakta, ve bu hükümlere riayet etme konusunda titizlik gösterilmesini istemektedir. Allah (c.c) kulları ile ilgili hükümlerine riayet edenlere ve etmeyenlere vereceği karşılığı ise müteaddit ayetlerinde beyan etmektedir.

Kulları için sıraladığı hükümlere riayet edenlere vereceği karşılığı, Bakara s. 157. ayette Salavatün kelimesi ile bildiren Rabbimiz, aynı surenin 238. ayetinde, Allah'ın koyduğu hükümlere riayet etmek sureti ile, yine bu karşılığı almaya özen gösterilmesini istemektedir.

Bütün bunları dikkate alarak, Bakara s. 238. ayetine şu şekilde bir anlam vermek mümkündür.

Bakara s. 238- (Sizin için koyduğumuz bu hükümlere riayet etmek sureti ile Rabbinizden) Bağışlama ve destek üzere bir hayata ve (sizi kötülüklerden alıkoyacak olan) namaza özen gösterin. Allah'a itaat için ayağa kalkın.

Mevdudi, Tefhim-ül Kur'an adlı eserinde, konumuz olan ayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

"Sosyal refahı ve daha medenî bir hayat kurmayı sağlamak amacıyla gerekli kanun ve düzenlemeler ortaya konulduktan sonra Allah, son nokta olarak namazın önemini vurgulamaktadır. Çünkü namaz tek başına bile, Allah korkusu, fazilet ve hikmet duyguları doğurup İlâhî Kanun'a itaatkâr bir tavır ortaya çıkarabilir ve insanı doğru yolda tutabilir. Kimse namazsız Allah'ın kanunlarına tamamen bağlı kalamaz; çünkü insan, Yahudiler gibi şu veya bu tür isyana kaymaya mütemayildir."
Mevdudi, dikkat edilirse bu ayet ile ilgili olarak yazdıklarında daha önceki ayetler ile bir bağ kurmakta, Allah'ın hükümlerine riayet etmek ile namaz arasında bir bağ kurmaktadır. Biz bu ayete verdiğimiz anlamda Ankebut s. 45. ayeti ile parantez içinde bağ kurmaya çalıştık.

Tevbe s. 99. ayetine baktığımızda Salavat kelimesi o ayette de karşımıza çıkmakta, ve o ayette de dua ve destek anlamında kullanılmaktadır. 

[009.099]  Bedevilerden, Allah'a ve ahiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Resulün dualarına (salavüttürresul) nail olmağa vesile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.

Sonuç olarak: Bakara s. 238. ayeti içinde geçen Salavatün ve Salat kelimeleri bir çok mealde Namaz olarak verilmesine karşın, biz sadece Salat kelimesine namaz anlamı vererek, diğer kelimeye Bakara s. 157 ve Tevbe s. 99. ayetlerinde geçen anlamlar doğrultusunda bir anlam vermeye çalıştık. 

Kur'an üzerinde yapılan her yorumun kişisel görüşler olduğunu, doğru veya yanlış olma ihtimalini hiç bir zaman unutmadığımızı hatırlatarak, bu ayetin yapılan çevirilerine sadece katılmadığımız, fakat o çevirileri yanlış, bizim yaptığımız anlam çalışmasını doğru olarak göstermeye çalışmadığımız bilinmelidir. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.