4 Mayıs 2014 Pazar

Nur Suresi 16. Ayetindeki Subhaneke Kelimesi İle İlgili Bir Düşünce

Nur suresi içinde anlatılan konulardan birisi nazil olma sebebi olarak , Aişe validemize atılan iftira hakkında olup onun temize çıkarılması ile ilgili ayetlerdir. Bu ayetleri okurken sadece, bu ayetler Aişe validemizin masumiyeti hakkında nazil olmuş deyip ayetleri tarihsel bir konuma oturtmak gibi bir durum sözkonusu olmamalıdır. Olması muhtemel olan bu tür olaylara nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğreten ayetler olarak bu mesajlar kıyamete kadar bizlere yola gösterecektir. Yazımızın konusu bu surenin 16. ayetinde geçen "subhaneke" kelimesinin kullanımı ile ilgili olacağı için önce ilgili ayeti verip sonra konu ile ilgili ayetleri sıralayarak 16. ayetteki kelimenin muhatabının kim olabileceği üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız.

 Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ subhâneke hâzâ buhtânun azîm(azîmun).
 Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?

Konu bütünlüğünü anlamak açısından ifk olayı ile ilgili ayetlerin mealleri şöyledir.  
[024.011] Muhakkak o kimseler ki, iftira ile geliverdiler, sizden bir zümredirler. Onu sizin için bir şer sanmayın, belki o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişiye de günahtan kazandığı şey vardır. Onlardan o kimse ki, onun büyüğünü deruhte etmiştir, onun için de pek büyük bir azap vardır.
[024.012]  Onu işittiğiniz vakit mü'min erkeklerle, mü'min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup: Bu, apaçık bir iftiradır, demeleri gerekmez miydi?  
[024.013]  Ona dört şahit getirselerdi ya, madem ki şahit getiremediler, o halde onlar Allah katında yalancılardan ibarettirler.
[024.014]  Ve eğer Allah'ın fazl-u rahmeti dünyada ve ahirette üstünüzde olmasa idi elbette o içine daldığınız yaygaradan dolayı sizi pek büyük bir azap kaplardı.
[024.015] Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.
[024.016] Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?
[024.017]  Eğer mü'min kişilerdenseniz; buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah, size öğüt veriyor.
[024.018]  Allah size ayetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir.
[024.019]  İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[024.020] Ve eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasa idi (elbette ki, sizi muazzep kılardı) ve şüphe yok ki, Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

Mealini verdiğimiz ayetlerde görüldüğü üzere Aişe validemizin üzerine atılan sözün iftira olduğu ve16. ayette , bunu duyanların Aişe validemizi böyle bir şey yapmaktan münezzeh olduğunu dile getirmeleri ve olayın gerçek değil apaçık bir iftira olduğunu söylemelerin gerektiği beyan edilmesine rağmen, ayet içindeki "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılmasından yola çıkılarak bu ayet'tede sanki Allah cc için kullanıldığını düşünerek bir çok mealin şu şekilde yapıldığını görmekteyiz.  
24.16- Onu duyduğunuzda: 'Bize bunu konuşmak yakışmaz. (Ey Rabbimiz!) Sen yücesin! Bu büyük bir iftiradır' demeli değil miydiniz?
24.16-Onu işittiğiniz vakit, (Peygamberin eşiyle ilgili) böyle bir konuşmamız bize uygun olmaz; Hakk'ı tenzîh ederiz, bu en büyük bir iftiradır, deseydiniz ya..
 24.16- Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Tanrım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?

Yukarıda verdiğimiz örnek ayet meallerine dikkat edecek olursak ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılışını dikkate alarak parantez açılarak bir ilavede bulunulmuştur. Halbuki bu kelimenin muhatabının ayet içinde Allah cc değilde Aişe validemiz olduğu biraz düşünülseydi gereksiz parantezler açarak ayetin yanlış meallendirmesine gerek kalmazdı. 
Subhaneke kelimesinin geçmiş olduğu diğer ayetler olan, 2.32/3.191/5.116/7.143/10.10/21.87/24.16/25.18/34.11 e bakmış olsalardı o ayetlerdeki "ke" zamiri ile ilgili olan muhatabın Allah cc olduğu ama nur s. 16. ayetteki "ke " zamirinin muhatabının Allah cc değil Aişe validemiz olduğu görülürdü. Subhaneke kelimesi ile eğer Allah cc kastedilmiş olsaydı "subhanallah" kelimesi kullanılması daha doğru olurdu düşüncesindeyiz.

Burada şöyle bir saptama yaparak iddiamızı daha doğru bir zemine oturtabiliriz. Allah cc aşkın bir varlık olması nedeniyle bize kendisini, algılama alanımıza giren kelimeler ile ifade ederek onu idrak etmemizi sağlar, bu idrak etme bize kendisini anlatırken benzettiği kelimelerin anlamları üzerinden olduğu için biz onu kapasitemiz kadar idrak edebiliriz. Allah cc nin subhan alması demek o kelime üzerinden ifade edilen anlamı zihnimizde canlandırarak onun her türlü eksiklikten münezzeh olduğunu biliriz işte bu şekil bir anlatım müteşabih bir anlatım olarara isimlendirilir.Müteşabih anlatımlar ise, muhkem anlatımlar üzerinden verilen mesajlar ile anlaşılabilir olması kur'anın mesani yani ikili anlatım uslubunun bir özelliğidir. Aişe validemiz için kullanıldığını iddia ettiğimiz "subhaneke" kelimesi onun için kullanılan muhkem bir kelime olup onun her türlü zina iftirasından beri olduğunu, kesinlikle böyle bir suç işlemeyeceğini ifade etmek için kullanılmış bir kelime olduğu düşünülebilir.

 Haklı olarak şöyle bir soru gelecektir, "ke" zamiri muhatap müzekker bir zamirdir neden muhatap müennnes zamiri olan " ki" şeklinde gelip "subhaneki" denilmedi'de subhaneke denildi ? . Bu duruma cevap olarakta kur'anın bazı ayetlerinde gözümüze çarpan müzekker gelmesi yerde müennes gelmesi veya müennes gelmesi gereken yerde müzekker şekilde gelen bazı örnekleri söyleyebiliriz mesela  ; yusuf suresi 30. ayetindeki " ve qale nisveten" ibaresinde "qale" (dedi) kelimesi müfret müzekker gaip sigasında gelmiş bir kelime "nisveten" çoğul müennes bir kelimedir . Bu tür örnekleri bazı ayetlerde görmek mümkündür. Bu konu ile ilgili olarak Sayın Soner Gündüzöz hocanın "Kur'anda yerleşik gramer kurallarına aykırı dil yapıları "adlı makalesine bakılabilir. 

 Sonuç olarak; nur suresinde Aişe validemize atılan iftira ile ilgili inen ayetlerdeki 16. ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin Aişe validemizin böyle bir zina eyleminden münezzeh olması gerektiğini , bunu duyan mü'minlerin o iftirayı duydukları zaman " SENİ BÖYLE BİR ŞEY YAPMAKTAN TENZİH EDERİZ SEN ZİNA GİBİ ÇİRKİN BİR ŞEY YAPMAKTAN MÜNEZZEHSİN" demeleri gerektiği halde o iftiraya inanmalarının çok büyük bir hata olduğu beyan edilmektedir. Subhaneke kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde bu kelimenin Allah cc için kullanılmasının bu ayet için'de Allah cc için kullanıldığını düşünen meal yapıcıları bu düşüncelerini ayet içinde parantez açarak gerçekleştirmişlerdir. Kur'an meali yapan kişilerin genelde birbirlerinden kopya çekerek meal yapmaları bu şekil bir hatayı beraberinde getirdiğini düşünerek tetkik ettiğimiz mealler içinde Edip yüksel'in yapmış olduğu mealin parantez açılmadan yapılmış olduğunu gördüğümüz ve doğruya en yakın bir meal olduğu için onun nur s. 16. ayet ile ilgili yaptığı meali vererek yazımızı bitiriyoruz. "Onu işittiğinizde, 'Bunu konuşmamız doğru değil. Sen Yücesin. Bu büyük bir iftiradır,' demeniz gerekmez miydi?"

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

29 Nisan 2014 Salı

Şefaat Ayetlerini Bir de Bu Sıra İle Okuyalım

Şefaat konusu ile ilgili ayetler kur'anın en fazla istismara uğrayan ve en fazla yanlış anlaşılan ayetleridir. Kur'anın şefaat ile ilgili ayetlerinin anlaşılma kolaylığı  sağlaması açısından belli bir sıraya koyarak okumak bu konu ile ilgili ayetlerin doğru anlaşılmasında faydalı olacağını umduğumuz için böyle bir çalışma yaptık .  

Şefaat ile ilgili ayetleri okumaya başlamadan önce kafamızdaki ön kabullleri atarak yani geleneksel anlayışa hakim olan , "Allah cc dışında şefaatçiler var" şeklinde düşünceyi bir tarafa bırakıp, "kur'an şefaat konusu ile ilgili olarak nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabını aramak için ayetlere yaklaşmamız gerekmektedir, aksi takdirde bu ayetlere rağmen bu konuyu yanlış anlamaktan kurtulamayız. 

[10.18]  Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek, yararları da dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: «Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir» derler. De ki: «Siz, Allah'a göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk katmakta olduklarınızdan uzak ve yücedir.»

[39.43-44] Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: «Ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?»De ki: «Şefaatin tümü Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra da O'na döndürüleceksiniz.»

Yunus s. 18 , zümer s. 43-44. ayetlerine baktığımızda müşriklerin kulluk ettikleri putlarına yüklemiş oldukları vazifelerden birisinin de , Allah cc ye yaklaşmak için onları vesile edinmeleri olduğu görülmektedir.

[043.086] O'nun dışındakilere tapmakta olanlar şefaatte  malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka.

Zuhruf s. 86. ayetinde , Allah cc nin dışındakilere kulluk etmekte olup ta onlarda şefaat bekleyenlerin böyle bir asla erişemeyecekleri beyan edilmesine rağmen bu ayet şefaat konulu ayetler içinde yanlış şekilde meallendirilen ayetlerden birisidir şöyleki ; yanlış olduğunu iddia ettiğimiz meal "O'nun dışında taptıkları şefaatte bulunmaya malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka." şeklindedir , bu meali yapanlar acaba Allah cc nin dışında kulluk edilipte şefaat istisnası getirilen bir put olabilirmi diye hiç düşünmedilermi?. Ayeti dikkatle okuyan bir kişi , kur'anın bir çok ayetinde müşriklerin Allah cc dışında kulluk etmiş olduklarının kıyamet gününde onlardan kaçacağı ve onların ibadetlerini red eedeceği ayetleri görünce ilk olarak diyeceği şey kur'anda çelişki olduğu şeklinde bir düşüncedir. Okuyucu bir ayette putlar onlardan kaybolacak ayetini okuyacak , diğer ayette putlar şefaat edebilecek ayetini okuyacak bu nasıl iştir diye haliyle soracaktır. Ancak çelişkinin kur'anda değilde şefaat ayetlerini geleneksel ön kabule uygun olarak çevrilmesinde olduğunu anlayıp doğru bir mealden bu okuyunca bazı meal  yapıcılarının nasıl bir cehalet içinde kur'an meali yaptıklarına şahit olacaktır.

[10.3]  Rabbınız o Allahdır ki Gökleri ve Yeri altı günde olarak yarattı sonra Arş üzerine istivâ buyurdu emri tedbir ediyor hiç şefaatçi yok ancak onun izninden sonra, işte bu evsafın sâhibi Allahdır rabbınız, o halde ona ibadet ediniz, artık düşünmez misiniz!

[2.255]  Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.

Yunus s. 3 , bakara s. 255. ayetlere baktığımızda " onun izni olmadan" şeklinde bir istisna ibaresi görmekteyiz. Şefaat konusuna Allah cc nin dışında herhangi bir kimsenin yetkili olabileceği düşüncesinde olanlar , izin verilmesi şeklinde bir istisnayı şefaat konusunda Allah cc nin birilerine müsade ederek başka birine böyle bir yetki verebileceği zannına kapılmışlardır. Yunus s. 18 ve zümer s.43.44 ayetlerini bu izin konusu ile ilişiklendirerek okursak , müşriklerin Allah cc nin dışında kulluk ettikleri putlara yükledikleri şefaatçi olmalarının Allah cc tarafından verilen bir bilgi dahilinde olmadığı ve  onun böyle bir şeye izin vermediği anlaşılmaktadır.

[6.70] Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.

[32.4]  Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. O'ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?

[36.23]  «Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar.»

Araf s. 70 , secde s. 4 ve yasin s. 23. ayete baktığımızda Allah cc den  başka bir şefaatçi olmadığı ve onun dışında kulluk edilen bir şeyin insanlara ne fayda ne zarar vermeye güçleri olmadıkları hatırlatılmaktadır.

 [2.48] Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.

[2.123] Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve onların yardım görmeyeceği günden korunun.

[2.254]  Ey inananlar! Alışverişin, dostluğun, şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin. İnkar edenler ancak yazık edenlerdir.

[30.12-13] Kıyamet koptuğu gün suçlular umutsuz kalıverirler.Ortak koştuklarından kendilerine şefaat edenler de bulunmaz. Ortaklarını da inkar etmişlerdir.

[006.051] Hem bununla şunları inzar eyle ki rablarının huzuruna haşrolunacaklarından korkarlar, öyle ki kendileri için onun huzurunda ne bir dost ne bir şefâatci yok, gerektir ki onlar korunurlar.

[040.018]  Onları, yüreklerin ağıza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan kıyamet günü ile uyar. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenecek şefaatçisi olur.

Yukarıdaki ayetlere dikkat edecek olursak , kıyamet günü insanların dünyada iken medet ummuğu her ne ise onların o gün herhangi bir faydaları olmayacağı hatırlatılmaktadır.

 [19.77-87]  Ayetlerimizi inkar eden ve «bana elbette mal ve çocuk verilecektir» diyeni gördün mu?. Gaybe muttali' mi olmuş? Yoksa rahmanın huzurunda bir ahid mi almış?Hayır, söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça uzatacağız.Bahsettikleri şeyler Bize kalacaktır, kendisi Bize tek olarak gelecektir.Tuttular Allahtan başka ma'budlar edindiler ki kendilerine ızzet ve kuvvet olsunlar diye.Hayır, onlar kendilerinin ibadetlerini inkar edecekler ve aleyhlerine döneceklerdir.Şeytanları, kâfirlerin üzerine kışkırtıcı olarak saldığımızı görmedin mi? Onlara karşı acele davranma; biz onlar için ancak saydıkça saymaktayız.O gün, takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız.Mücrimleri de susuz olarak Cehenneme sevkedeceğiz.Şefaate mâlik olamayacaklardır, ancak Rahmân'ın nezdinde bir ahd alan müstesna.

Meryem s. 77- 87. ayetleri arasına baktığımızda konu bütünlüğünün gözetilerek okunması gerektiği ortaya çıkmaktadır. 77. ayette hayatını küfr içinde geçiren bir kişinin bu küfrünün karşılığını göreceğini unutarak yine mallar ve çocuklar ile ahirettede zenginliğinin süreceği düşüncesini red etmekte olduğu görülmektedir. Burada müşriklerin ahiret inançlarının olmadığı gibi bilgileri hatırlayacak olursak o kafirin mallar ve çocuklarla destekleneceğini neden umduğu sorusu hatıra gelecektir. Bu sorunun cevabını kehf s. de bahçe sahipleri kıssasında ayetler ile birlikte okursak herhalde sorunun cevabı verilmiş olacaktır.
[018.036]  kıyametin kopacağını da zannetmem. Bununla beraber şayet Rabbime döndürülürsem, mutlaka bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.»
Kehf s. 36. ayetinde müşrik olan bahçe sahibinin kıyamet ve sonrasını inkar ettiği görülmektedir, aynı müşrik kıyamet ve ahiret olsa bile kendisinin oradada güzel bir akıbetle karşılacağını beklemektedir.Meryem s. 77. ayetindede aynı beklentiyi görmekteyiz ve bu iddiaların Allah cc tarafından red edilişini ilerleyen ayetlerden okumaktayız. Fussilet s. 49-50 . ayetlerine baktığımız zaman kıyameti inkar eden bir kafirin kıyamet saati başına gelese bile oradada iyi şeyler bulabileceğini uman bir kişi anlatılmaktadır, "İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur.Şayet kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona tarafımızdan bir rahmet tattırırsak mutlaka der ki: «Bu benim hakkımdır. Kıyametin başıma dikileceğini (kopacağını) de sanmıyorum. Faraza Rabbime döndürülecek olursam mutlaka benim için O'nun yanında daha güzeli vardır.» Fakat o zaman Biz o inkar edenlere ne yaptıklarım haber vereceğiz ve onlara mutlaka yoğun bir azap tattıracağız."

Meryem s. 87. ayeti üzerinden şefaat konusuna geleneksel olarak yaklaşanların iki açıdan hataya düştüklerini görmekteyiz. 1. hata ayetleri bağlamından kopararak okumak çünkü 87. ayeti doğru anlamak için 77. ayetten itibaren okumak gerekmektedir. 2. hata meallendirmede yapılan hatadır, ayeti gelenğin ön kabulune uygun olarak Allah cc dışında şefaatçiler olduğu var sayılarak bir çok mealde "Rahman'ın katında bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır." şeklinde görmekteyiz halbuki "şefaat etme hakkı" diye bir terim Allah cc nin dışındakiler için hiç bir ayette geçmemekte olup tamamen ön kabullere uygun olarak meallendirilmişlerdir.

[6.93-94]  Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen! Andolsun ki Bize, ilk defa yarattığımız gibi, işte teker teker geldiniz. Ve size verip hayaline daldırdığımız servetleri arkalarınızın gerisine bıraktınız. Hani o sizin var oluşunuzda Allah'ın ortakları olduğunu yanlış yere sandığınız şefaatçıları yanınızda görmüyoruz? Gördünüz ya aranızdaki bağlar büsbütün koptu ve güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir


[7.53]  Onlar onun akibetinden başkasını beklerler mi? onun akibeti geldiği gün ise onu evvelce unutmuş olanlar diyecektir ki: «Muhakkak Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişlerdir. İmdi bizim için şefa-atçilerden kimse var mıdır ki, bize şefaat ediversinler ve- yahut geri döndürülür müyüz ki, yapar olduğumuz şeylerin başkasını yapıverelim.» Şüphe yok ki, onlar nefislerini ziyana uğratmışlardır. Ve o iftira eder oldukları şey de onlardan çıkıp gitmiştir.

[26.96-102] Orada  çekişirken şöyle derler «, tallahi biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!» «Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da, o mücrimler oldu. «Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim, ne candan bir dostumuz!» «Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!»

[074.042-48]  Nedir, diye: sizi sekare sokan?Derler: biz musallin'den değildik.Yoksulu doyurmuyorduk, «Batıla dalanlarla biz de dalardık.»«Ceza gününü yalanlardık.» «Ölüm bize o haldeyken geldi.»Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez.

Bu ayetlerde ise kıyamet gününde ,dünya hayatında iken Allah cc nin dışında şefaatçiler edinenlerin durumu gözler önüne serilmekte olup pişmanlıkları bizlere bildirilerek şu anda dünya hayatını yaşamakta olan bizlere böyle bir inanca sahip isek yol yakın iken terketmemizi aksi takdirde başımıza gelecekler anlatılmaktadır. Müddessir s. 48. ayetindeki "şefaatçilerin şefaatinin fayda etmemesi" sanki şefaatçilerde varsa onlara fayda etmezmiş gibi anlaşılabilir , ancak konuyu kur'an bütünlüğünde okuyacak olursak müşriklerin şefaatçi olacağı zannı ile inandıklarının onlara şefaatçi olamayacakları anlatılmaktadır.

[020.109]  O gün, Rahman (olan Allah) 'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat bir yarar sağlamaz.

[034.023]  O'nun huzurunda , izin verdiği kimselerden başkasına şefaat fayda  vermez. Nihayet kalplerinden dehşet giderildiğinde: «Rabbiniz ne buyurdu diye sorarlar,  «Hakkı.» derler. O, öyle yüksek, öyle büyüktür.
Bu ayetlerdede kıyamet günün şefaatin nasıl gerçekleşeceği anlatılmaktadır. Yunus s. 3 ve bakara s. 255. ayetlerde gördüğümüz izin konusunu yeniden hatırlayacak olursak o ayetlerde izin konusu müşriklerin Allah cc nin dışında ihdas etmiş oldukları şefaatçilerin, Allah cc tarafından onlara böyle bir izin yani bilgi verilmemesini anlatmaktadır. Taha s. 109 ve sebe s. 23. ayetlerinde de meallendirme hatasını görmekteyiz. Klasik şefaat inancına uygun olarak Allah cc den başka şefaatçiler olduğu ön kabulune uygun olarak bu ayetlerdeki "başkasına" şeklinde olması gereken kelime "başkasının" şeklinde çevrilerek Allah cc dışında bir şefaatçi olduğu düşüncesi ayete onaylattırılmak istenilmiştir. Ayetler Allah cc nin kendi dışında birisine izin vererek o kişinin isteği üzerine  kişiyi cehennemden kurtarmak gibi olayın olabileceği şeklinde değil aksine dünya hayatında iman edip salih ameller işlemiş olan mü'minlerin cennete girme iznini yani bilgisinin Allah cc tarafından o kullara verilmesidir.

[21.26-28]  «Rahman (olan Allah) çocuk edindi» dediler. O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, onlar (melekler) ikrama layık görülmüş kullardır.Onlar Allah'dan önce söz söylemezler ve ne yaparlarsa sırf O'nun emri ile yaparlar. Allah onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Allah'ın razı olacağı kimselerden başkasına şefaat etmezler. Hepsi O'nun korkusundan titrerler. 

[53.26] Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiç bir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah'ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka

Enbiya ve necm surelerinde anlatılmakta olan şefaat konusunda, melekler'in şefaatinin nasıl olduğu anlatılmaktadır.Müşrik inancındaki melek algısı red edilerek onların Allah cc indindeki durumları anlatılmakta olup Allah cc nin izinsiz ona rağmen herhangi bir iş yapmalarının mümkün olmadığı haber verilmektedir.  

Meleklerin şefaati nasıl olacak dersek onların şefaatide yine kur'anda bildirilmiş olup dünyada iken salih ameller işleyip cenneti haketmiş olan mü'minlere cennete girerken onları karşılamaları şeklindedir.  

[013.023-4] O güzel âkıbet Adn cennetleri olup, onlar babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olanlarla birlikte o cennetlere girerler. Öyle ki melekler de her kapıdan yanlarına varıp: «Sabretmenize karşılık size selamlar, selametler! Dünya diyarının ne güzel âkıbetidir bu!» diyecekler.

[039.073] Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.

Sonuç olarak; şefaat konusundaki ayetleri sıralamaya çalışarak daha doğru anlaşılmasını kolaylaştırmak amacı ile böyle bir çalışma yapmaya gayret ettik.Ayetleri baştan söylediğimiz gibi mesajının ne olduğunu anlamak gayesi ile okuduğumuz zaman geleneksel şefaat inancına uygun düşebilecek en ufak bir delilin olmadığı görülecektir. Müşrik inancına ait olan ve Allah cc nin dışında edinmiş oldukları sahte ilahların kendilerine Allah indinde şefaatçi olduklarına inananların bu inançları red edilmekte olup doğru olan şefaatin sadece Allah cc ye ait olduğu onun dışında hiç kimseye böyle bir yetki ve izin kimseye vermediğini bildiren rabbimizin bu bilgilerine rağmen, özellikle Muhammed as kıyamet günü hakkında cehennem kararı verilmiş olan mü'minlerin (mü'minlerin geçici olarak cehenneme gidceği düşüncesi ayrı bir garabet)  cehennemden kurtulması için başını secdeden kaldırmayarak ümmeti af edilene kadar ısrarcı olacağı bilgileri dini kaynak olarak bilinen kitaplarda "  Hakkında azab hükmü kesinleşmiş, ateşte olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?"( 39.19) veya "Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim." (50.29) gibi ayetler hiçe sayılarak haşa Allah cc den daha merhametli bir peygamber portresi çizilmeye çalışılmıştır. Ayetleri bütünlük içinde okuduğumuz zaman kıyamet günü cehennemi haketmiş olan müslümanların oradan kurutlmalarını sağlamak amacı ile peygamber , din büyükleri vs gibi şahısların böyle bir yetki ile donatılacağına dair en ufak dahi bir bilgi olmamasına rağmen müşriklerin red edilen inançları müslümanlar için bir akidevi konu haline getirilmiştir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Nisan 2014 Pazar

"Temiz Fikir" Adı Altında Yapılan Meal Üzerine Birkaç Söz

Alemlerin rabbi Allah cc nin, kulu Muhammed as a indirmiş olduğu kitab'ın dili  arapça olarak inzal edilmiştir. Arap dilini bilmeyen diğer insanların bu kitabı anlamaları için konuştukları dile çevrilmesi doğal hatta gereklidir diyebiliriz. Kur'anın konuştuğumuz dil olan türkçeye çevrilmiş olan bir çok kur'an meali piyasada satılmakta olup bazı ayetler üzerinde çeviri hatalarının olduğu bir gerçektir.

Yazımızın başlığı olan "temiz fikir" adlı meal çalışması internet sitesi üzerinden yapılan bir meal çalışması olup henüz devam etmekte olan tamamlanmamış bir çalışmadır. Bu mealde gözümüze çarpan nokta meal hatalarından daha ziyade kur'anın bazı ayetlerinde yanlış yazımlar olduğu şeklindeki iddialar olup yazımızda, meal yazarının bu iddialarını konu etmeye çalışacağız.

                                               1- MERYEM S. 24. AYETİ

Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).

Bu ayetin temiz fikire göre meali şöyledir.

"Doğurduktan hemen sonra ona seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin senin doğuruşunu meşru kılmıştır."

Bu şekilde meal yapma gerekçesi şu şekilde not olarak düşülmüştür.   

 "Not:  Nuhhata, nahtuta, aramice de terk, teslim, çıkış, veriş, doğurma anlamlarına gelir.    Min edatı aramice de ve arapça da -den, -dan olarak genel kullanımının yanında “that point in time” “yani o olayın olduğu an, o anda” manalarında da kullanılır.” İza nudiye li el-salati MİN yevm el cumuati” Cuma/9 bu kullanımdır. Benzeri bu surenin 37. Ayetinde “MİN meşhedi yevmin azim” HAALE Hud/43
“Min nahtiha” şeklinde okunursa anlamı “doğurduktan hemen sonra, doğruduğu anda” olur.   Arapçada Nahte ( nun-ha-te ) yontmak, yonga, yontulan nesneden düşen şey, insanın üzerine yontulduğu tabiatı ( nuhita aleyha – Müfredat ), Kuran mushafı harfleri çok sonradan noktalanırken büyük ihtimalle yazıcı bir nokta yerine iki nokta koyarak NUN olması gereken harfi TE yapmıştır ve kritik kelime NUHİTAHA dan TAHTİHA ya dönüşmüş olmuştur, Allahu alem.    
Sin-ra-elif ( Lisan ) Asil, şerefli, soylu, yiğit, mert, Reculün seriyyun ( Müfredat ) yüce ve yüksek asil saygın onurlu cömert adam
Seriya nın arami köklü bir kelime olduğu çok açıktır. Aramice’de (SARYA), yasal doğum,asil, yüce şerefli adam manalarındadır.    Kelimenin direkt anlamı özgürlük (hür) kökünden gelir.    Kehf suresi 61.Ayetin sonundaki seraba okunan kelime de buradaki seriya olabilir. "

Bu ayetin mealini " Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: «Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır. Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün." şeklinde yapanlar olmasına rağmen, bu şekil bir meal yapanlar yaptıkları meali orjinal metin ile ilgili olarak herhangi bir yanlış yazım gerekçesi göstermeden o şekilde bir tercihte bulunmuşlardır , halbuki sadece mu'minun s. 50. de " İbni Meryemi de anasiyle bir âyet kıldık ve ikisini bir oturaklı ve temiz sulu bir tepeye barındırdık" buyurulmasından hareketle meryem s. 24. ayetinin mealini " Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi" şeklinde yapılsaydı kur'an bütünlüğü gözetilmiş ve daha isabetli olurdu. 

Temiz fikire göre yapıldığı iddia edilen mealdeki gerekçe olarak öne sürülen " Kuran mushafı harfleri çok sonradan noktalanırken büyük ihtimalle yazıcı bir nokta yerine iki nokta koyarak NUN olması gereken harfi TE yapmıştır ve kritik kelime NUHİTAHA dan TAHTİHA ya dönüşmüş olmuştur, Allahu alem. "şeklindeki gerekçeye gelince sayın meal yapıcısı noktalama işaretleri yapılırken sanki bu mushafı noktalama yapan kişiden başka kimse bilmiyormuşcasına bir algı oluşturmaktadır, varsayalım böyle oldu yanlışı farkedecek kadar kur'anı bilmeyen hiç bir kişi yokmuydu acaba , yanlış yazan kişiye yanlış yazdın diye ikaz edebilecek hiç kimse yokmuydu? 

Meryem s. ile ilgili olarak alman oryantalistlerinden Christoph Luxenberg takma isimli kişinin buna benzer bir düşüncesi olması dikkat çekicidir. Luxenberg , kur'anın doğru anlaşılması için aramice okunmasının gerekli olduğu şeklinde bir iddia içinde olup o da meryem s. 24. ayetini aynı şekilde çevirmektedir. Bu kişinin bir oryantalist olması ve böyle bir düşünce olması yadırganacak bir durum olmayıp, esas yadırganacak olan şeyin "temiz fikir" adı altında dile getirilen bu tür düşüncelerin kimlerle ortak bir paydada buluşulduğudur.

                                                     2- KEHF S. 9. AYETİ

Em hasibte enne ashâbel kehfi ver rakîmi kânû min âyâtinâ acabâ(acaben).

Bu ayetin temiz fkire göre meali şöyledir.

"Yoksa sen, Mağara Arkadaşlarını yani Uyuyanları bizim için şaşılacak bir mucize mi zannettin"

Ayet içinde geçen " verraqım"  kelimesini , "uyuyanlar" şeklinde çevirme gerekçesi ise şöyledir. 

"Not: Mushafta orijinal yazım ” Ashab-ı Kehf ve el-Raqîm” şeklinde olup ilk tamlama Mağara Arkadaşları olarak çevrilmekte ve net bilinerek anlaşılmaktadır.    Fakat devamında gelen el-Raqîm kavramı tarih boyunca birçok yoruma neden olmuş ve ne olduğu üzerinde net anlaşılamamıştır.    Kavram, Arapça RA-QAF-MİM harfleri ile yazılmıştır.    Arapça’da “uyku” anlamına gelen RA-QAF-DAL kelimesi aşağıda 18.    Ayette bu kişiler için “uyuyanlar – RuQûD- RA-QAF-vav-DAL” anlamı ile de kullanılmıştır.    Ayrıca Yasin Suresi “uyunan yer – MeRQaD – MİM-RA-QAF-DAL ” olarak da kullanılmıştır.    Tüm bunların ışığında, kavram orijinal okuyuşta “Ashab-ı Kehf ve el-RuQûD ( RA-QAF-vav-DAL)” iken Yani anlamı ” Mağara Arkadaşları yani O-UYUYANLAR” iken, Not: Mushafta orijinal yazım ” Ashab-ı Kehf ve el-Raqîm” şeklinde olup ilk tamlama Mağara Arkadaşları olarak çevrilmekte ve net bilinerek anlaşılmaktadır.    Fakat devamında gelen el-Raqîm kavramı tarih boyunca birçok yoruma neden olmuş ve ne olduğu üzerinde net anlaşılamamıştır.    Kavram, Arapça RA-QAF-MİM harfleri ile yazılmıştır.    Arapça’da “uyku” anlamına gelen RA-QAF-DAL kelimesi aşağıda 18.    Ayette bu kişiler için “uyuyanlar – RuQûD- RA-QAF-vav-DAL” anlamı ile de kullanılmıştır.    Ayrıca Yasin Suresi “uyunan yer – MeRQaD – MİM-RA-QAF-DAL ” olarak da kullanılmıştır.    Tüm bunların ışığında, kavram orijinal okuyuşta “Ashab-ı Kehf ve el-RuQûD ( RA-QAF-vav-DAL)” iken Yani anlamı ” Mağara Arkadaşları yani O-UYUYANLAR” iken, Mushafa yazılırken yazıcının sehven hatası ya da mürekkep damlaması gibi nedenler ile “Ashabı-Kehf ve el-RaQîM” şeklinde harf hatası ile yazılmış olabilir.    Eğer orijinal okumada kavram el-RuQûD ise tamlama çok net bir şekilde ve müfessir VAV’ın eşliğinde ” Mağara Arkadaşları yani o-UYUYANLAR” olarak anlaşılabilir.    Allahu alem.     Eğer orijinal okumada kavram el-RuQûD ise tamlama çok net bir şekilde ve müfessir VAV’ın eşliğinde ” Mağara Arkadaşları yani o-UYUYANLAR” olarak anlaşılabilir.    Allahu alem." 

Gerekçe olarak öne sürülen "Mushafa yazılırken yazıcının sehven hatası ya da mürekkep damlaması gibi nedenler ile “Ashabı-Kehf ve el-RaQîM” şeklinde harf hatası ile yazılmış olabilir." şeklindeki sözleri, bu mushafı yazan kişinin, yazmış olduğu kitabın Allah cc nin kitabı değilde sanki herhangi bir şahsın kitabı gibi imiş muamele edip dikkatsizlik ve mürekkebi bol bularak damlatmaktan sakınmayan birisi gibi gösterilmesi komik bir gerekçedir, acaba bu mushaf yazılırken bunu bilen birisi yoktu veya yanlışı ikaz edecek kimseler yoktuda yazan kişi , " ne yazarsak yerler" deyip üstünkörü yazdı geçtimi?

                                                3- ZUHRUF S. 23. AYETİ 

Ve kezâlike mâ erselnâ min kablike fî karyetin min nezîrin illâ kâle mutrefûhâ innâ vecednâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim muktedûn(muktedûne).

Bu ayetin temiz fikire göre meali şöyledir.

"İşte hep böyle olmuştur; senden önce de nereye bir Peygamber gönderdiysek oranın  haddi aşmış azgınları: ” Biz atalarımızdan bir din öğrendik ve biz de onların dinine   tabi olduk ve kesinlikle doğru yolda olanlarız ” derlerdi. " 

Ayetin mealini bu şekilde yapma gerekçeside şöyledir. "

 "Not: 22. ve 23.Ayetlerin son cümlesi birebir aynıdır ve zaten anlam olarak da öyle   olmalıdır.    Fakat orijinal Mushaf yazılımında sondaki kelime de SADECE BİR   HARF FARKLI YAZILMIŞTIR:
-22. Ayet: “innâ vecednâ   âbâenâ alâ ummetiv ve innâ alâ âsârihim MuHTeDûN.   ”
-23. Ayet: “innâ vecednâ   âbâenâ alâ ummetiv ve innâ alâ âsârihim MuQTeDûN.   ”
22.ayette “doğru   yolda olanlarız” anlamındaki MuHtedûn kelimesi varken, tamamı aynı kelimelerden   oluşan ve sadece tek bir harf farklı olarak 23. ayette son kelime MuQtedûn   şeklinde yazılmıştır.    Bu tip bir kelime Kuran Mushafında başka hiç bir yerde   de geçmemektedir ve bu cümlede bir anlam da ifade etmemektedir.    Kuran Mushafı   yazımı esnasında yazıcı tarafından sehven yapılan bir hataya, ya da mürekkep   damlaması ve nüsha çoğaltırken yanlış kopyalama yapılması gibi yazım   hatalarına net bir örnektir.    
İşin çok ilginç   yanı, bizim yaptığımız araştırmada incelediğimiz hiç bir Meal müellifi bu   farkı belirtmemiş, bir çoğu sanki birebir aynı yazımmış gibi ya da o kelime   “orada yokmuş gibi” çevirip geçmişlerdir.    Bu, yapılan işe ihanettir.    Değilse,   yazdığı Meali bir yerlerden kopyaladığının açık delilidir.    O da değilse “iman   ettiği” bir şeyin ( “Kuran Mushafı harfi harfine korunmuştur” iddiasının ) Batıl   olduğunu saklamak yani ikiyüzlülüktür.

    
Gerekçe notunda "  Bu tip bir kelime Kuran Mushafında başka hiç bir yerde   de geçmemektedir" dediği kelime "muktedun" kelimesi olup, bu kelime enam s. 90. ayetinde " Ulâikellezîne hedallâhu, fe bi hudâyuhumuktedih, kul lâ es’elukum aleyhi ecrâ(ecren), in huve illâ zikrâ lil âlemîn(âlemîne)." şeklinde geçmekte olup , "bu tip bir kelime geçmiyor" dediği kelimenin "iqtedih" formunda geçen enam s. 90 ayetini kendi mealinde şu şekildedir.      " İşte Allah’ın o-Dosdoğru Yola ilettikleri bunlardır; sen de onların bu dosdoğru   YOLUNA UY.    De ki: “Ben sizden bu Dosdoğru Yola çağırmam karşılığında hiç   bir karşılık istemiyorum.    Hiç şüphesiz ki o-Dosdoğru Yol/el-KitabVahyi/ed-Din tüm insan kuşakları için tek Hak olan düşünce ve yaşam tarzıdır."      Bu tip bir kelime demek enam s 90 da varmış ve kendisi onu doğru olarak meallendirmiş.  

 Meal yazarı diğer ayetlerde öne sürdüğü gerekçeyi bu ayettede öne sürerek " Kuran Mushafı   yazımı esnasında yazıcı tarafından sehven yapılan bir hataya, ya da mürekkep   damlaması ve nüsha çoğaltırken yanlış kopyalama yapılması gibi yazım   hatalarına net bir örnektir." demektedir. Yine soruyoruz, yazıcı yazdığı kitabın herhangi bir şahsın kitabıymış gibi mürekkebi bol bularak oraya buraya saçarak yazmış ve kendinden başka bu yanlışı farkedecek kimsede mevcut değilmiydi ? yüzyıllar sonra "temiz fikir" adı altında meal yazan bir şövalye orjinal mushafa vakıf oldu ve bunu farketti öylemi?.  Bu hatayı!! kendisinin görüpte ve başkalarının görmediği için hain ve iki yüzlü olarak vasıflayan temiz fikir meali yazarı bu başarısı !! takdire şayandır. 

                                                      4- ZÜMER S. 10. AYETİ

 Kul yâ ıbâdıllezîne âmenûttekû rabbekum, lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(hasenetun), ve ardullâhi vâsiah(vâsiatun) innemâ yuveffas sâbirûne ecrehum bi gayri hisâb(hisâbin).

 Bu ayetin temiz fikire göre meali şöyledir.

 " İman eden kullarıma de ki: “Rabbinize karşı günahsız   tertemiz yaşayın.  Bu dünyada en güzel şekilde yaşayanlar en güzeli ile   karşılık bulacaktır.    Allah’ın arz’ı geniştir, ki zaten sabredenlere ödülleri   sınırsız olarak verilecektir.  "

Bu ayete bu şekilde bir meal verilme gerekçesi şöyledir.  

"Not:   Bu ayette ve bu surenin 53.    Ayetinde geçen “İbaad” (AYN-BE-ELİF-DAL) kelimesi   ABD ( AYN-BE-DAL) = Köle kelimesinin, İnsan-Tanrı ilişkisinde ABD-RAB yani   KUL-TERBİYE EDEN, TEAKMÜL ETTİREN kullanımındaki çoğul kullanım olan “KULLAR”   demektir.    İki ayette de “ KullarIM” şeklinde çevrildiği halde orijinal   yazımda bu ayette AYN-BA-elif-DAL şeklinde yazılmış ve harekelenmiş fakat aynı   anlamı verdikleri 53.    Ayet orijinal yazımında AYN-BA-elif-DAL-YE olarak (   İbaaDiYe) olarak yazılmıştır.    İki ayetin başında bulunan “DE Kİ” ifadesi ile   beraber okunduğunda Vahyi okuyan Muhammed Peygamberin ağzından sanki onun   insanlara karşı “ Ey Kullarım” şeklinde bir hitab oluştuğu zannedilmektedir.      İnsanlığı kullara kulluk etmekten alıkoymak birinci şartı olan ed-Din’de   tabii ki böyle bir ifade olması düşünülemez, kaldı ki onlarca diğer ayette   Muhammed Peygamberin ve tüm diğer Peygamberlerin hatta Meleklerin dahi sadece   ve sadece Allah’ın KULLARI oldukları zaten vurgulanmaktadır ve aslında temiz   bir akılla düşünüldüğünde bunun dışında bir ihtimal olması dahi imkansızdır.    Bu   iki ayette mushaf yazıcısı ya da kopya yazıcıları yazarken sehven hata yapmışlardır.      10.    Ayet ile 53.    Ayette kelimenin sonuna bir YE harfi eklenerek yazılması da   bunu açıkça göstermektedir.    Ayetin doğru yazımı el-Kuran Mushafındaki İsrâ   Suresi  53.    Ayet ve İbrahim Suresi 31.      Ayette olduğu gibi “ kul: Lİ-İbaaDiYe = KULLARIMA DE Kİ:….   ” şeklindedir.      Muhtemelen farklı bir Yazıcı bu sureyi yazmış ve Zümer Suresinin bu iki   ayetinde LAM harfi yerine YAA harfini yazmıştır ya da kopyalanırken LAM   harfi  YAA şeklinde yazılmıştır ki bu   hata da muhtemelen 16.    Ayette geçen “YAA İBADİ” okuması ile karıştırılarak   yapılmıştır. "   

Sayın meal yazıcısı zümer s. 10 ve 53. ayetleri ile ilgili olarak "Bu   iki ayette mushaf yazıcısı ya da kopya yazıcıları yazarken sehven hata yapmışlardır" şeklinde bir iddiada bulunmuş gerekçe olarak, ""Peygamberin ağzından sanki onun   insanlara karşı “ Ey Kullarım” şeklinde bir hitab oluştuğu zannedilmektedir. "" demektedir. Doğru olduğu iddia ettiği yazımın ibrahim s. 31 ve isra s. 53. ayetinde olduğu gibi " li ibadiye" şeklinde olması gerektiğini söylemektedir. Ancak gerekçe olarak ileri sürdüğü "peygamberin ağzından çıktığı zannedilme" iddiası doğru olmayıp kendiside dahil Muhammed as ın ELÇİ olma sıfatı gereği elçiliğini yaptığı Allah cc nin sözlerini aktarmak durumunda olduğunu herkesin bildiği bir durumdur.


Sayın meal yazıcısı , kur'anın Muhammed as ın sözü olduğu zannedilir korkusu ile !! zuhruf s. 68. ayetine metinde olmadığı halde ilavede bulunarak şu şekilde bir meal vermekte olup bu ilave gerekçesini, "mushaf yazıcılarının konuşmaya dalarak unutmuş!!!" bir gerekçe yazmayı herhalde bu sefer kendisi unutmuştur. 

Zuhruf s. 68. ayetinin orjinal metni şu şekildedir. 
" Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn(tahzenûne).

Zuhruf s. 68. ayetinin temiz fikire göre şöyledir. 
 " Ve Allah onlara: “Ey kullarım, artık siz hiç korkmayacak ve hiç hüzünlenmeyeceksiniz”   diyecek. "

Ayetin metninde "ve Allah onlara diyecek" şeklinde bir meal vermeyi gerektirecek " ve yekulullahe" şeklinde bir ibare mevcut olmayıp sayın meal yazarı herhalde kur'anın Muhammed as ın sözü olduğu zannedilir diye Allah cc nin unuttuğu !! bir ibareyi durumdan vazife çıkartarak ayete koyma başarısını göstermiştir.

Sonuç olarak; temiz fikir adı altında yapılan kur'an mealinde , kur'an mushafının korunmamış olduğu ve yazıcı hatalarının olduğu iddialarının dile getirildiği 4 ayet hakkındaki görüşleri paylaştık. Kur'an mushafında yazıcı hatasının olduğu iddialarının gerçek olduğu şahsi düşünceler ile değil doğru olduğu iddia edilen bir mushafın delil getirilerek dile getirilmesi gerekir. Bu iddiaları doğrulayacak bir mushaf yeryüzünde yoktur. Allah cc kitabında "Allah hakkında konuşmak için aydınlatıcı bir kitap gerektiğini" bu konuşmaların bu kitap tarafından desteklenmesi gerektiğini bildirmiştir. Eğer birisi Allah cc nin bizlere indirmiş olduğu kitabın yazıcı hatası veya mürekkep damlaması  gibi sudan bahanelerle yanlış yazıldığı , ve doğru olarak sunduğu delilin kaynağı kendisi olursa buna ancak kendisi inanır. 

Bu mushafın yazıldığı zaman, bunu sadece yazan kişimi biliyordu ? , bu mushaf yazıldığı zaman, yazıcı hatasını farkedebilecek bir babayiğit yokmuydu? , bu mushaf yazıldığı zaman, yazan adam ne yazdığının şuurunda olmadan  kahvede tavla atıp çay içerkenmi bunları yazdı?  hiç bir sorumluluk hissetmeden başı bozuk adamlarmı bu mushafı yazdı, veya senin yanında okuduğun bir kitabın varda yanlışı o kitabtaki doğruya göremi gördün diye sormazlarmı temiz fikir adı altında meal yazıpta doğruyu kendi dediğinin olduğunu iddia eden adama? .

Temiz fikir adı altında yazılmaya çalışılan mealin pek de temiz bir fikirle yazılmadığı mushafın yanlış yazıldığı iddialarının dile getirilmesi ile ortadadır, şayet ortada yanlış yazım varsa  kur'anın tevrattaki bazı ayetlerin israiloğulları tarafından örtüldüğü iddiasını dile getirmesi gibi yeni bir mushaf ile bu iddianın doğruluğu ispatlanabilir aksi takdirde sadece kuru bir iddia ve iftiradan başka bir şey olmaz.

Müslümanlar için kur'an tuz mesabesinde olup, bunun böyle olduğunu bilen islam düşmanları tuzu kokutmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar, temiz fikir gibi isimler alıp tuzu kokutmak için çalışan insanların kimin ordusuna su taşıdıklarını o meali okuyacak olanların takdirine bırakıyoruz. Biz kimsenin kalbini yarıp onun ne kadar samimi olduğunu bakmak gibi bir durumuz olmadığına göre yazdıkları ve o yazdıklarından kimlerin çıkar sağladığı ve memnun olduğuna bakarak kişilerin Allahamı yoksa onun düşmanlarınamı hizmet ettiği kararına varırız.

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


16 Nisan 2014 Çarşamba

Hacc s. 75. Ayeti ve Meleklerin Elçiliği

Allah cc bizlere hacc s. 75. ayetinde şöyle bir haber vermektedir.  

" Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Melek kelimesi; e-le-ke kökünden türeme bir kelime olup , türediği kelimeler "elçilik" , "kudret" gibi anlamlara gelir, dolayısı ile bu kelime elçi, güçlü, kuvvetli idare eden anlamlarına gelir. Allah cc  kendisini kitabında bizlere ,benzeterek anlatma(müteşabih) metoduna uygun olarak hükümdar biçiminde anlatır. Bu anlatımla insanlar dünya hayatında şahid olduğu güçlü kuvvetli mülk sahibi emrine itaat edilmesi gereken bir hükümdar tasvirini kafalarında canlandırarak Allah cc nin kendilerinin ilahı,mülkün yegane sahibi itaat edilmesi gereken yegane varlık olduğunun bilincine varırlar.  

Hükümdar benzetmesine uygun olarak, bir hükümdarın mesajını bir başkasına ulaştıran elçilerininde olduğu herkesin malumudur. Allah cc de hacc s. 75. ayetinde bu gerçeği vurgulamıştır. Meleklerden seçilen elçilerin işlevleri kur'anın değişik ayetlerinde bizlere anlatılmış olup bu yazımızın amacı o ayetleri toplama gayretidir.Melekler yaratılmış varlıklar olması ile Allah cc nin kulları olup fiziki yapıları hakkında bilgimiz yoktur, fatır s. 1. ayetinde onların kanatlarından bahsedilmesi onların fiziki olarak kanatlı olması olarak anlaşılması doğru bir yaklaşım sayılmaz, kur'anın benzeterek anlatma metoduna uygun olarak onlarında kanatlı olması teşbihi bir anlatım olup bu konuyu ayrı bir yazımızda ele almaya çalıştık.   

Meleklerin insan elçilere vahyi nasıl ilka ettiği sadece o elçinin şahid olduğu bir durumdur, insanların vefat ettirilmesi ile görevli elçilerin o görevi nasıl yapmış olduğu yine bize gayb olan bir durum olup ilgili anlatımlar geride kalanlara yani ölüm adaylarına bir mesaj içermesi şeklinde bir düşünce ile okunması gerekir, aksi takdirde insanları vefat ettiren meleklerin ölüm anındaki konuşmalarını hakiki bir anlamda anlamak yine cevabı verilemeyecek sorular doğurur.  

Aynı şekilde amellerimizi yazan meleklerin bu amelleri yazma keyfiyeti bizim için gayb olup, bizim bu yazma işinden anlamamız gereken yaptıklarımızın en küçük bir şey olsa dahi kayıt altına alındığından haberdar olmamızdır.

İnsanlardan seçilen elçiler, Allah cc nin emir ve yasaklarını vahiy ile alıp diğer insanlara ileten kişiler olduğu kur'anın birçok ayetinde anlatılmaktadır, meleklerin elçiliği ile ilgili olan ayetler bu yazımızın konusu olup onların bu elçiliklerini kur'anda 3 şekilde görmekteyiz , 1- beşer elçilere vahyi iletmek , 2- ölüm zamanı gelenleri vefat ettirmek , 3- insanların dünyada yapmakta oldukları amelleri yazmak. Elçilerin bu görevlerini nasıl yerine getirdiği keyfiyeti bizlerce gayb konusu olup onlarla ilgili kur'an ayetlerinin verdiği bilgiyi paylaşarak meleklerden elçiler seçilmesinin kur'an ayetlerinde nasıl anlatılmış olduğunu göreceğiz. 

1- Beşer elçilere vahyi getirmeleri şeklindeki elçiliklerinin sıralandığı ayetlerin mealleri şu şekildedir. 

[042.051]  Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir.
[002.097]  De ki: «Her kim Cibrîl'e düşman olmuş ise .» Çünkü Kur'an'ı önündeki kitapları musaddık ve mü'minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah Teâlâ'nın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O'dur.
[016.102]  De ki: «İnananları sağlamlaştırmak ve müslümanlara yol gösterici ve müjde olmak üzere onu (Kur'an'ı) Ruh'ül Kudüs, Rabbinden hak gereğince indirdi.»
[016.002]  Kendi emrinden ruh (vahiy) ile melekleri, kullarından dilediği peygamberlere indirip şu gerçeği insanlara bildirin, buyuruyor: Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Ancak benden korkun.
[026.193-5]  Onu Rûhu’l-emin, uyaran nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir.
[035.001] Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah'a mahsustur. Yaratmada dilediğini artırır. Doğrusu Allah, her şeye Kadir olandır.
[019.017-18-19]  Onların öte yanlarında (kendisine) bir perde edinmişti. Artık Biz de ona ruhumuzu (Cibrîl-i Emîn) gönderdik de onun için tam bir beşer sûretinde görünüvermişti.Demişti ki: «Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah) a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma) .»«Ben temiz bir oğlan bağışlamak için Rabbinin sana gönderdiği elçiden başkası değilim» dedi.
[053.005]  Onu müthiş kuvvetli olan öğretti.
[081.019-21]  Bu Kuran, arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.
[080.011-16] Hayır, hayır, sakın! Çünkü o (Kur'an) bir öğüttür.Dileyen onu düşünüp öğüt alır.Değerli sayfalarda,Yüceltilmiş ve temizlenmiştir. saygıdeğer elçilerin eliyle Değerli, iyi yazıcıların.[056.077-80]  O, elbette şerefli bir Kur'ân'dır.Korunmuş bir kitabdadır.Ona arınmış olanlardan başkası dokunamaz.O, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.
[011.069-76]  And olsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. «Selam sana» dediler, «Size de selam» dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.Ona ellerini uzatmadıklarını görünce kendilerini yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku duydu. Onlar: «Korkma, zira biz Lut kavmine gönderildik!» dediler. Bu arada, İbrahim'in ayakta duran karısı gülünce, «Ona İshak'ı ardından Yakub'u müjdeleriz» dediler.«Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey» dedi.(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı.Doğrusu İbrahim çok içli, yumuşak huylu ve kendini Allah'a vermiş bir kimse idi.Ey İbrahim; bundan vazgeç, zira Rabbının fermanı gelmiştir. Onlara muhakkak geri çevirilmeyecek bir azab gelmektedir.
[011.077-81]  Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da «Bu, çetin bir gündür» dedi. Daha önceleri çirkin işler yapmış olan kavmi harıl harıl koşup geldiler. Lut onlara: «Ey kavmim! İşte size kızlarım, onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah'tan korkun, beni misafirlerime rezil rüsvay etmeyin. İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?» dedi.«And olsun ki, senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun; doğrusu, ne istediğimizin farkındasın» dediler.«Keşke size yetecek bir kuvvetim olsa veya sağlam bir yere sığınsam» dedi.«Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz, onlar sana ilişemiyecekler; geceleyin bir ara, ailenle beraber yola çık; karının dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelen onun başına da gelecektir. Vadeleri gün doğana kadardır. Gün doğması yakın değil mi?» dediler.
[015.051-60]  Hem onlara İbrahim'in konuklarından haber ver.Onun yanına girdikleri zaman, «selam» dediler. (İbrahim:) Biz sizden çekiniyoruz, dedi.Dediler ki: Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz.(İbrahim:) Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz? dedi.Onlar dediler ki «Sana bu müjdeyi gerçeğe dayanarak veriyoruz, sakın umutsuzlardan olma.(İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?«Ey elçiler! (Başka) ne işiniz var?» dedi.Dediler ki: Biz, günahkar bir kavme gönderildik.«Ancak Lût ailesi hariç. Onların hepsini kurtaracağız.» Yalnız Lût'un karısı müstesnâ, çünkü onun helak edilenlerle birlikte yok edilmesini takdir ettik.
[003.039-41]  Mabedde namaz kılarken melekler ona seslendiler: «Allah sana Allah'ın emriyle (vücud bulan İsa'yı) tasdik eden, efendi, iffetli, iyilerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler». «Ey Rabbim, benim nasıl oğlum olabilir? Bana ihtiyarlık gelip çattı, karım ise kısırdır.» dedi. Allah: «Öyledir, fakat Allah dilediğini yapar.» buyurdu.«Rabbim bana bir alamet ver!» dedi. Allah: «Alametin insanlarla üç gün yalnızca işaretten başka türlü konuşamamandır. Bununla birlikte Rabbini çok an ve akşam-sabah tesbih et!» buyurdu.
[003.042]  Melekler şöyle demişti: «Ey Meryem! Allah seni seçip temizledi. Dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu.»«Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rüku edenlerle birlikte rüku et.»
[003.045-48]  Melekler demişti ki: «Ey Meryem! Allah sana, Kendinden bir sözü, adı Meryem oğlu İsa olan Mesihi, dünya ve ahirette şerefli ve Allah'a yakın kılınanlardan olarak müjdeler».«İnsanlarla, beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacaktır ve o, iyilerdendir». Meryem: «Rabbim! Bana bir insan dokunmamışken nasıl çocuğum olabilir?» demişti. Melekler şöyle dediler: «Allah dilediğini böylece yaratır. Bir işin olmasını dilerse ona ol der ve olur». O'na kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
[015.061-74]  Elçiler Lut ailesine varınca; Dedi ki: «Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz.»
Elçiler dediler ki: «Bilakis biz sana onların şüphe ettiği azabı getirdik.»Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın, istenen yere gidin.»Böylece Lut'a bunların sonlarının kesilmiş olarak sabahlıyacaklarını bildirdik.Ve şehir ahalisi birbirini müjdeliyerek geldiler. Dedi ki: «Şüphe yok, onlar benim misafirlerimdir. Artık beni rüsvay etmeyin. Ve Allah'tan korkun ve beni utandırmayın.»«Biz sana kimseyi misafir kabul etmeyi yasak etmemiş miydik?» dediler.
Lut: «Alacaksanız, işte benim kızlarım» dedi. Ömrüne andolsun ki, şüphe yok, onlar kendi sarhoşlukları içinde şaşırıp durur kimseler idi.Tanyeri ağarırken, çığlık onları yakalayıverdi .
Memleketlerini alt üst ettik, üzerlerine sert taş yağdırdık.
[029.031-34]  Elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiklerinde: «Biz şu kent halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalim kimselerdir» dediler. İbrahim: «Ama Lut oradadır» dedi, elçiler: «Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız» dediler.
Elçilerimiz Lut'a gelince, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar(ı düşünmesi) sebebiyle takatten düştü. O'na: «Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de, aileni de kurtaracağız. Yalnız (azabda) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna» dediler. «Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten (feci) bir azap indireceğiz.»
[051.024-37]  İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının haberi sana geldi mi?Yanına girdikleri vakit: «Selam!» dediler. O da: «Selam! Görülmedik bir topluluk» dedi.Onlara yemek getirmek için gizlice ailesinin yanına geçti ve semiz bir dana kebabı getirdi. Önlerine koyup «buyurmaz mısınız?» diye ikram etti. (Yemediklerini görünce) onlardan endişeye düştü; «Korkma» dediler ve ona bilgin bir oğul sahibi olacağını müjdelediler.Bunun üzerine karısı hayretle seslenerek geldi, elleriyle yüzünü kapayarak: «kısır bir kocakarı!» dedi.«Öyle, Rabbin buyurdu. Şüphesiz hikmet sahibi O, herşeyi bilen O.» dediler. İbrahim: «Ey Elçiler! Göreviniz nedir?» dedi. Dediler ki: «Biz suçlu bir kavme gönderildik.»Ki; üzerlerine çamurdan taşlar yağdıralım. Rabbının nezdinde damgalanmışlar müsrifler için. Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık.Fakat bir haneden başka orada Müsliman da bulmadık. Can yakıcı azabdan korkanlar için, o beldede bir işaret, bir kalıntı bıraktık.

2- İnsanları vefat ettirmek ile görevli olan elçiler.  

[004.097]  O kimseler ki nefislerine zulmetmekdelerken melekler canlarını aldılar, «ne işde idiniz» dediler, «biz dediler: Bu arzda zebun idik», «ya, dediler: Allahın arzı geniş değil mi idi oraya hicret etsenizdi ya?» İşte bunların me'vaları Cehennemdir, ona gidiş de ne fena şeydir
[006.061]  O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Niha-yet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.
[007.037] Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitap'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler.
[008.050-51]  Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve «Tadın yakıcı cehennem azabını» (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir.
[016.028-29] Melekler, kendilerine zulmetmiş kimselerin canlarım alırken onlar: «Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk.» diyerek teslim olurlar. Hayır, Allah sizin ne maksatla yaptığınızı tamamen biliyor. Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür!
[016.032]  Melekler onların canını temizlenmiş olarak alırken: «Selam size; yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin» derler.
[032.011]  Sen de ki: «Sizi, canınızı almakla görevlendirilen ölüm meleği vefat ettirecek, sonra da Rabbinizin huzuruna götürüleceksiniz.»
[047.027]  Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nice olur?

3- İnsanların işledikleri amelleri kayıt altına alan elçiler. 

[010.021]  Kendilerine dokunan (kıtlık ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır. De ki: Allah’ın tuzağı daha süratlidir. Şüphesiz elçilerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.
[013.011]  Her insan için önünden ve arkasından takip edenler vardır. Allah'ın emrinden dolayı onu gözetirler. Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme de kötülük murad etti mi, artık onun geri çevrilmesine de imkan yoktur. Onlar için Allah'dan başka bir veli de bulunmaz.
[021.094]  İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.
[043.080]  Yoksa, kendilerinin gizli veya açık konuşmalarını duymayız mı sanırlar? Hayır; öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadır.
[045.029]  «Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk.»
[050.016-18]  And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız.Sağında ve solunda onunla beraber oturup amellerini tesbit eden iki de tesbit edici vardır.O, bir söz atmaya dursun; mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır.
[054.052-3]  Onların yaptıkları her şey, defterlerde kayıtlıdır. Küçük, büyük her şey, satır satır yazılıdır.
[082.010-2] Ve şüphe yok ki, sizin üzerinizde bekçiler vardır. Çok mükerrem yazıcılar vardır. Ne yapar olduklarınızı bilirler.

Sonuç olarak; göklerin ve yerin tek sahibi olan Allah cc kendisini kitabında bizlere hükümdar benzetmesi ile tanıtarak yine bu benzetmeye uygun olarak insanlar ve meleklerden elçiler seçmiş olduğunu beyan etmektedir. Melek elçilerin görevleri kur'anın değişik ayetlerinde bizlere haber verilmiş olup bu ayetleri bir araya getirmeye gayret ettik.  

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

15 Nisan 2014 Salı

Saffat s. 24. Ayeti'nin Mealleri İle İlgili Bir Çalışma

Saffat s. 19. ayetinden itibaren başlayan kıyamet ve sonrası ile ilgili anlatımların 24. ayetinde şöyle buyurulmaktadır. 

"Vakıfûhum innehum mes’ûlûn(mes’ûlûne)".  

Bu ayetin mealleri ise genelde, " Durdurun onları; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir" şeklinde yapılmaktadır. 

Saffat s. 24. ayet öncesinde olan 22 ve 23. ayete baktığımızda ise mealen şöyle buyurulmaktadır. 

 Zulmetmiş olanları ve onların eşlerini toplayın. Onların taptıklarını da;«Allah'tan başka (taptıklarını) ; artık onları cehennemin yoluna yöneltip götürün.»

Saffat s. 22 ve 23. ayetlere baktığımız zaman, zalimlerin cehennem yoluna sevk edildikleri görülmektedir yani hesapları görülmüş ve haklarında hüküm verilmiştir. 24. ayete gelince yapılan meallerin " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." şeklinde olduğu görülmektedir.  

Şimdi dikkatli bir Kur'an okuyucusu haklı olarak , " Saffat s. 22. ve 23. ayetlerde haklarında hüküm verilmiş olanlara neden " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." denilmektedir , halbuki onların hükmü verilmemişmiydiki böyle deniliyor? ,sorguya çekilmeden cehennem hükmü nasıl verilmiş?" diyecektir.

Bu sorunun cevabını , "Saffat s.24. ayet'in o şekilde yapılan mealleri yanlıştır" şeklinde verebiliriz, bu seferde yine haklı olarak , " bu ayetin doğru meali hangisidir?" sorusu ile karşılaşılacaktır. 

"Vakafe" kelimesi "durmak" anlamında bir kelime olup , "birşeyi vakfetmek demek" , o şeyin süresiz olarak kullanıma açık olması, "tevkif etmek" demek hakkında hüküm kesinleşmiş olan birisini o hükmün gerçekleşmesi için durdurmak demektir. 

Saffat s. 24. ayetteki "vakıfuhum" kelimesinin , haklarında hüküm kesinleşmiş olanlar için kullanılan anlama uygun olarak tevkif edilmeleri yani "haklarındaki hükmün gerçekleşeceği ebedi hapishanede tutmak" şeklinde anlaşılması gerekmektedir.  

Saffat s. 24. ayetteki çevirinin problemli olduğu ikinci kelime "mes'ulune" kelimesidir. Bu kelimenin genellikle " sorguya çekilecekler" şeklinde çevrilmiş olduğu görülmektedir. 

Kur'anda 4 ayette geçen "mes'ul" kelimesinin anlamı bize bu kelime hakkında doğru bilgiyi verecektir.  

[017.034]  Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak rüşdüne erişinceye kadar en güzel şekilde yaklaşma başka; verdiğiniz sözü yerine getirin; çünkü verilen sözde muhakkak bir sorumluluk(mes'ulen) vardır.
[017.036]  Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur (mes'ulen).
 25.16 Onlar için orada, diledikleri herşey sürekli vardır. Bu, Rabbin üzerinde sorumluluğu(mes'ulen) üstlenilen bir vaattir.
[033.015]  Halbuki bundan evvel Allaha ahid vermişlerdi: arkalarını dönmiyeceklerdi, Allahın ahdi ise mes'uliyyetlidir(mes'ulen)
 

Yukarıdaki ayetlerde , Saffat s. 24. ayetindeki "mes'ulune" kelimesinin ,"mes'ulen" kelimesinin anlamına uygun olarak çevrilmediğini görmekteyiz. Bu kelimenin, "yaptığı bir işten veya verdiği bir sözden ötürü sorumluluk altına girmek" şeklinde bir anlama uygun olarak çevrilmesinin daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Sonuç olarak; Saffat s. 24. ayetinin, " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." şeklinde meallendirilmesinin, haklı olarak bazı soruları beraberinde getireceği için isabetli bir çeviri olmadığını düşünmekteyiz.

Bu ayetin , "VE ONLARI HAPSEDİN  MUHAKKAK ONLAR SORUMLUDURLAR!" şeklinde yapılan meallendirmelerin daha isabetli olacağını düşünmekteyiz. Çünkü bu şekilde yapılan meallerin 22. ve 23. ayetlerin siyak ve sibakına daha uygun olarak çevrildiğini, haklarında cehennem hükmü verilmiş olanların, artık haklarındaki hükmün ebedi olarak uygulanması için TEVKİF edilerek cehennem yoluna sevkedilmeleri emredilmekte olup, buna sebeb olarak onların SORUMLU oldukları yani cehenneme atılmalarının bir gerekçesi olduğu beyan edilmektedir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

13 Nisan 2014 Pazar

Fatır s. 1. Ayeti ve Meleklerin Kanatları

Alemlere rahmet ve hidayet olan kur'an ın fatır s. 1. ayetinde rabbimiz bizlere şöyle buyurmaktadır.

الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ
 شَيْءٍ قَدِيرٌ
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah'ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.

Allah cc bu ayette gökleri ve yeri yaratmasının yanısıra melekler'den bahsetnektedir. Ayette dikkatimizi çeken nokta meleklerin ikişer, üçer, dörder ve daha ziyade kanatlı olarak vasıflandırılmalarıdır. Meleklerin kanatlarının olması , müteşabih anlatım dediğimiz benzeterek anlatım uslubu içerisinde anlamamızı gerektirmektedir. Müteşabih anlatımın tarifini kısaca hatırlayacak olursak şunları söyleyebiliriz; Kur'an içinde anlatılan gayb ile ilgili anlatımların , duyu organlarımızın algıladığı alan verilerine göre benzetilerek anlatılmasıdır. Melekler'de gaybi alana ait varlıklar olduğu için onlarla ilgili olarak kanatlarının olması şeklindeki anlatımın bizlere benzetilme uslubu içinde anlatılmış olduğunu düşünmekteyiz.

Fatır s. 1. ayetinde meleklerin kanatlı elçiler kılınmasını kur'an bütünlüğünde  "cenah" ve "resul " kelimelerinin nasıl kullanıldığına bakmamız gerekmektedir.

El cenahe= kuş kanadı 
Cenahani= bir nesnenin iki yanı 
Cenahessefineti=geminin iki yanı 
Cenahelaskeri=ordunun iki kanadı 
Cenahelvadi= vadi'nin iki yanı 
Cenahel insani=insan'ın iki yanı 

Günah olarak kullandığımız kelimenin aslı'da bu kökten gelmektedir. Cenehu fiili "meylettiler" anlamında olup , arapların "cenahtissefinetü" (gemi iki yanından birine doğru meyletti ) sözlerinden gelir. İnsan'ın haktan uzaklaşıp başka bir yana meyletmesine sebeb olan şey "cünah" olarak adlandırılmıştır. (El müfredat)

Bu kelimenin kanat anlamında hakiki veya mecaz olarak kur'an ayetlerinde kullanılışları şu şekildedir. 

[006.038]  Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitap'da Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık; onlar sonra Rablerine toplanacaklardır.   
 
[015.088]  Kafirler içinde bazı kimselere verdiğimiz kat kat servete gözünü dikme, onlara üzülme; inananları kanatların altına al.
[017.024]  Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve: «Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et!» de.
[020.022]  «Ve elini kanadının altına sok, başka bir mucize olarak ayıpsız bir halde bembeyaz olarak çıkıversin.»
[028.032]  «Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır» (diye seslenildi).
[026.215]  Sana uyan müminleri kanatların altına al
[008.061] Ve eğer onlar sulha meylederlerse(cenehu) sen de ona meylet(fecneh) ve Allah Teâlâ'ya tevekkül kıl! Şüphe yok ki, her şeyi bihakkın işitici ve tamamıyla bilici olan ancak O'dur.

Ayrıca 25 ayette "cünah" kelimesinin kullanıldığı ayetler geçmekte olup konumuz bu kelimenin geçtiği ayetlerden daha ziyade, fatır s. 1. ayetini anlamak üzerinde olduğu bu ayetleri alma gereğini duymadık. 

Kuşların kanadının uçma işlevini yerine getirmesinin yanısıra şefkat ve merhamet kavramlarının bu kelime ile somutlaştırılmasını görürüz, kuşlar yavruları korumak için kanatlarının altına alırlar, insanlar içinde bu kelime mecaz olarak kullanılmakta olup şefkat ve merhamet kavramları "onlara kol kanat germek" deyimi ile hepimizin dilinde yer etmiştir.  

Fatır s. 1. ayetinde meleklerin elçi olmaları da  anlatılmakta olup bu konu ile ilgili kur'anda bir kaç ayet daha mevcuttur. 

[022.075]  Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.[081.019]  Şüphesiz o şerefli bir elçinin sözüdür.
[016.002]  Kullarından dilediğine emrinden rûh ile Melâike indiriyor da buyuruyor ki: şu hakikati bildirin: benden başka ilâh yok, hemen bana korunun. 
[002.097]  Söyle, her kim Cibrile düşman ise bilsin ki o, o Kur'anı senin kalbin üzerine Allahın iznile indirdi, önündekileri tasdıklayıcı ve mü'minlere bir hidayet ve bişaret olmak için.
[026.193-5]  Onu Rûhu’l-emin, uyaran nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir.
 [042.051]  Bununla beraber hiçbir insan için Allah'ın şu üç suret dışında doğrudan doğruya ona söz söylemesi mümkün değildir; ancak, ya vahiy ile, ya perde arkasından ya da bir elçi gönderir, izniyle ona dilediğini vahyeder. Çünkü O, çok yüksek ve çok hikmet sahibidir.
[004.097]  Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir!

Vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinde Allah cc nin,seçmiş olduğu beşer elçilerine vahyini ulaştıran melek elçilerden bahsedilmekte olup bu vahyin mahiyetini iki kelime ile özetleyecek olursak kanat kelimesinin bir şeyin iki tarafı olmasına uygun olarak korku ve müjde olarak özetleyebiliriz. 

 [007.037]  Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitap'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler.
[008.050]  Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve «Tadın yakıcı cehennem azabını» (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!
[016.028]  Melekler kendilerine yazık etmiş kimselerin canlarını alırken: «Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk» diyerek teslim olurlar. Hayır; öyle değil; doğrusu Allah onların yaptıklarını bilmektedir. 
[016.032] Melekler onların canını temizlenmiş olarak alırken: «Selam size; yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin» derler. 

 Yukarıda verilen örnek ayet meallerinde, meleklerin insanların canlarını almak için görevlendirilmeri ve o insanların yine canlarını iki şekilde yani ya mü'min yada kafir olarak vermelerine karşın, meleklerin o kişilerin mü'min yada kafir olarak canlarını almalarının kanat kelimesinin anlamına uygun olarak iki farklı şekilde almaları anlatılmaktadır. 

 [011.069] And olsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. «Selam sana» dediler, «Size de selam» dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.[011.077] Elçilerimiz Lut'a gelince, onun fenasına gitti; çok sıkıldı, «Bu çetin bir gündür» dedi.

Yukarıda vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinde kur'anın farklı surelerinde "İbrahim'in misafirleri" olarak anlatılan ve önce İbrahim as a müjde verip sonra Lut as a ın kavmini helak eden elçi melekler anlatılmakta olup , aynı şekilde kanat kelimesinin anlamına uygun olarak müjde ve azab haberi getirmelerini görmekteyiz. 


[010.021]  İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra bir rahmet tattırdığımız zaman da âyetlerimiz hakkında derhal bir mekirleri vardır, de ki: Allahın mekri daha çabuktur, haberiniz olsun: elçilerimiz yaptığınız mekirleri yazıb duruyorlar
[050.017-8]  Zaten onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.
082.010-2] Ve şüphe yok ki, sizin üzerinizde bekçiler vardır. Çok mükerrem yazıcılar vardır. Ne yapar olduklarınızı bilirler.

Bu örnek ayetler ise insanların dünya hayatında yaşadıkları müddet için yapmış olduğu amelleri kayıt alan meleklerin olduğu bilgisinin verildiği ayetler olup, kanat kelimesinin anlamına uygun olarak kişinin yapmış olduğu iyi veya kötü ameli yazmakla görevli olan elçilerdir.  

 [008.012]  Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun onların boyunları üstüne, vurun her parmağına» dedi.
 Enfal s. 12. ayetinde Allah cc nin meleklere mü'minlere sebat vermeleri, kafirlere ise azap vermeleri gibi bir görevi yüklemiş olduğunu görmekteyiz. Bir çok ayet "görünmeyen ordular " olarak vasfedilmiş olan meleklerin mü'minlere yardım,kafirlere ise azap götürdükleri anlatılmaktadır.
 
Fatır s. 1. ayetine dönecek olursak yukarıda vermiş olduğumuz ayetlerin delaleti ile "meleklerin iki,üç,dört ve daha fazla kanatlı elçiler" olmasının mesajını şu şekilde anlamak mümkündür.

Melekler , Allah cc nin yaratmış olduğu gaybi varlıklar olması nedeni ile onların fiziki yapılarının nasıllığı konusunda herhangi bir bilgimiz olmamakla birlikte , kur'anın bizlere onlar hakkında kanatlı elçiler şeklinde bir bilgi vermesi teşbihi bir anlatımdır. Meleklerin kanatlı elçiler olması demek , kanat kelimesinin "bir nesnenin iki yanı" şeklindeki anlamı olması ve kur'anda kullanılışlarını dikkate alacak olursak bir yanı şefkat ve merhamet, diğer tarafının  azap ve helak olarak kullanıldığını görürüz.

Allah cc nin , "yaratmada dilediğini artırması" elçilerine vermiş olduğu görevler ve yetkiler konusunda onun tek yetkili olması , ondan başkasının elçilere görev ve yetki konusunda emir vermek gibi bir durumunun olamayacağı şeklinde anlamak mümkündür.  

Meleklerin kanatlı elçiler olmalarını farklı bir açıdan yorumlamak'ta mümkündür. Mearic s. 4. ayetinde mealen " Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na yükselir." buyurulmasını yine teşbihi bir anlatım olarak düşünüp, Allah cc nin mülkünün genişliğinin kullarının tasavvur edebilmesi ve meleklerin bu çıkışın teşbihi anlatımına uygun olarak kur'anın nuzül olduğu dönem bilgi altyapısına uygun olarak kanatlarla ifade edilmiş olabileceği düşünülebilir. Kanatların uçmaya yaraması ile meleklerin göğe yükselmesinin bu kanatlar vasıtası ile olmasının anlatılması o günün şatlarına uygun bir benzetme olup , meleklerin bazılarımızın anladığı üzere resimlerde tasvir edilmiş şekli ile hakiki olarak kanatları olan varlıkları olduğu düşünülemez.  

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

10 Nisan 2014 Perşembe

Nahl s. 1. Ayeti Üzerine Bir Anlama Çalışması

Alemlerin rabbi olan Allah cc  , alemlere rahmet ve hidayet olarak kulu Muhammed as a indirmiş olduğu kitabının nahl s. 1. ayetinde bizlere şöyle buyurmaktadır. 

Etâ emrullâhi fe lâ testa’cilûh(testa’cilûhu), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).  

Allah'ın emri gelmiştir. Artık onu istemekte acele etmeyin. Allah, onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir.

Bu ayet ile ilgili yapılan çevirilerde "eta emrullahi" (Allah'ın emri gelmiştir) ibaresinin "Allah'ın buyruğu gelecektir" , "Allah’ın emri ha geldi ha gelecek" gibi geçmiş zaman sigası ile kullanılmış olan "eta" fiiline, gelecek zaman sigası olarak anlam verilen farklı meallere rastlamaktayız, bazı tefsirlerde "eta" fiilinin mazi (geçmiş zaman)sigasında olmasında rağmen muzari (gelecek zaman) anlamı olarak anlaşılması gerektiği gelecek olan bu "emr" in kıyamet saati olduğu şeklinde yorumlara rastlamaktayız. Yapılan yorumları tamamen yanlış olarak görmediğimizi belirterek ayet içinde geçen bazı kelimelerin kur'an genelindeki diğer ayetlerde kullanılışları ile bağını kurarak nahl s. 1. ayetinin daha doğru bir şekilde anlaşılabileceğini düşünmekteyiz.   

"Artık onu istemekte acele etmeyin(fe la testa'ciluhu) ." şeklinde kullanılmış olan ibaredeki "acele etmeyin" (fe la testa'ciluhu) kelimesinin bazı ayetlerde kullanılışını görerek nahl s. 1. ayeti anlama çalışmasına devam edelim.  

[046.022-23-24-25]  Onlar: «Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir.» dediler.(Hud): «O azabın ne zaman geleceğine dair ilim Allah katındadır. Ben size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.» dedi.Nihayet onu, vâdilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce: Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur, dediler. Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz(ista'celtüm) şeydir. İçinde acı azap bulunan bir rüzgârdır!Rabbinin emriyle herşeyi yerle bir eder.» dedi. Derken öyle oluverdiler ki, evlerinden başka hiçbir şey görünmez oldu. İşte öyle suçlu bir topluluğa Biz böyle ceza veririz.
[006.057]  De ki: «Ben Rabbim'den bir belgeye dayanmaktayım, halbuki siz onu yalanladınız; acele istediğiniz de(testa'cilune) elimde değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır.»
[006.058]  De ki: «Acele istediğiniz şey(testa'cilune) elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş bitmiş olurdu.» Allah zulmedenleri en iyi bilendir.
[010.050-51]  De ki: Görmüyor musunuz, ya Allah'ın azabı size gece veya gündüz gelirse? Suçlular neden bunu acele istiyorlar(yesta'cilune)?Gerçekleştikten sonra mı ona inanacaksınız? Hemen şimdi mi. Hani siz onu acele istiyordunuz(testa'cilune).
[027.046]  (Salih): «Ey kavmim! Niye iyilikten önce, acele(testa'cilune) kötülük istiyorsunuz? Merhamet olunasınız diye Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı?» dedi.
[027.072]  De ki: «O acele istediğiniz(testa'cilune) şeyin bir kısmı belki de sizin ardınıza takılmış bulunmaktadır.»
[026.201-204]  Onlar acı azabı görecekleri zamana kadar ona iman etmezler.o azap kendilerine ansızın hiç farkında olmadıkları bir anda gelecektir,Derler ki: «Bize bir süre tanınır mı?»yoksa azabımızın acele gelmesini mi(yesta'cilune) istiyorlar?
[037.176-177] Yoksa azabımızı mı acelemi(yesta'cilune) istiyorlar?O azap, yurtlarına indiğinde, uyarılan fakat yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur!
[051.059] Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmişlerinin payı gibi (azaptan) bir payları vardır! O halde acele etmesinler!(yesta'ciluni)
[013.006]  İyilikten önce, kötülük isterler acele olarak (yesta'ciluneke) senden. Oysa onlardan önce nice örnekler geçmiştir. Doğrusu insanların zulmetmelerine rağmen, Rabbın mağfiret sahibidir. Şüphesiz ki Rabbının cezalandırması; şiddetlidir.
[022.047]  Senden, başlarına acele azap getirmeni(yesta'ciluneke) istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
[029.053]  Senden azabı acele bekliyorlar(yesta'ciluneke). Eğer süre belirtilmiş olmasaydı azap onlara hemen gelirdi. Ama yine de onlar farkına varmadan başlarına ansızın gelecektir.
[029.054]  Senden acele azab istiyorlar(yesta'ciluneke), halbuki Cehennem kâfirleri kuşatıp duruyor

Yukarıda vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere, nahl s. 1. ayetinde "
onu istemekte acele etmeyin" şeklinde buyurulmasından anlayabileceğimiz şey, Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahyi red eden müşriklerin o elçilerin azab haberlerine karşı rest çekerek o azabı acele olarak getirmelerini istemiş olmalarına karşın , Muhammed as ın müşrik muhataplarıda atalarının yolunu takip ederek, Muhammed as ın da vaad ettiği azabı acele olarak başlarına getirmelerini istemekte olup Allah cc onlara "onu istemekte acele etmeyin" buyurmaktadır. 

"Allah'ın emri gelmiştir" (eta emrullahi) cümlesini anlamak için gelen bu emrin nasıl vuku bulduğunu, "eta" ve emr" kelimerinin kullanıldığı ayetleri okuyarak görmek mümkündür.

[002.210]  Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi(en ye'tiyehumullah) beklerler? Halbuki iş bitirilmiştir. ( ve gudiyel'emr) Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.
[004.047] Ey Kitap verilenler! Yüzleri silip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan, yahut cumartesi güncüleri lanetlediğimiz gibi lanetlemeden önce, yanınızdakini tasdik ederek indirdiğimiz Kuran'a inanın; Allah'ın emri daima yapılagelmiştir.
[006.008]  «Ona bir melek indirilmeli değil miydi?» dediler. Bir melek indirmiş olsaydık iş (el'emru)bitmiş olurdu da( onlara göz bile açtırılmazdı.
[006.058]  De ki: «Acele istediğiniz şey(testa'cilunu) elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş(el'emru) bitmiş olurdu.» Allah zulmedenleri en iyi bilendir.
[007.150]  Musa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak dönünce «Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin(el'emru) çabucak (a'ciltüm) gelmesini mi istiyorsunuz?» dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harun: «Ey annem oğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zalim kavimle bir sayma» dedi.
[010.024]  Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp, (rengârenk) süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
[011.043]  Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): «Bugün Allah'ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur» dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
[011.044]  Yere, «Suyunu çek!», göğe, «Ey gök sen de tut!» denildi. Su çekildi, iş de bitti(gudiyel'emru); gemi Cudi'ye oturdu. «Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun» denildi.
[011.058] [DV] Emrimiz(emruna) gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik.
[011.076] (Melekler dediler ki): Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!
[011.094] Emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
[011.101]  Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
[023.027]  Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde (muhafazamız altında) ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten birer çift ile, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.
[016.033] (Kâfirler) kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rablerinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
[016.026]  Onlardan öncekiler de (peygamberlere) hile yapmışlardı. Sonunda Allah da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavan da tepelerine çöktü. Bu azap onlara, farkedemedikleri bir yerden gelmişti.

Örnekleri daha çok mümkün olmakla birlikte vermiş olduğumuz ayet mealleri konuyu anlamakta yeterli olacaktır.   

Sonuç olarak; Nahl s. 1. ayetindeki " eta emrullahi" (Allah'ın emri gelmiştir) şeklinde gelen cümlenin bazı meallerde "gelecektir" şeklinde anlam verilmesi , ayetin kur'an bütünlüğünde okunmadan anlaşılması sonucunda yapılmış olduğunu düşünmekteyiz. Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin müşrik muhatpları o elçilerin haber vermiş olduğu azab haberlerine karşı "eğer doğru sözlülerden isen bu azabı bize getir" diyerek rest çekmişlerdir. 
 [007.070]  «Bize yalnız Allah'a kulluk etmemizi, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı söylemek için mi geldin? Doğru sözlülerden isen haydi bizi tehdit ettiğin azaba uğrat» dediler.
[007.077]  Derken o nâkayı tepelediler ve rablarının emrinden tuğyan ettiler ve dediler ki: Hey Sâlih, sen gerçek mürselînden isen bizi tehdid etmekte olduğun azâbı getir görelim
[029.029]  (Bu ilâhî ikazdan sonra hâla) siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız! Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu: (Yaptıklarımızın kötülüğü ve azaba uğrayacağımız konusunda) doğru söyleyenlerden isen, Allah'ın azabını getir bize!
[011.032]  «Ey Nuh! Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir» dediler.
[026.187] Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır.
[046.022]  Onlar: «Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaad edip durduğun azabı haydi getir.» dediler.
Bütün elçilerin müşrik muhatapları aynı şekilde ağız birliği etmişcesine aynı sözleri tekrarlamışlardır, ta ki Muhammed as a kadar, mekkeli müşrikler'de aynı şekilde inkarda bulunmalarına karşın Allah cc nahl s. 1. ayetinde o müşriklere hitaben " sizden önceki atalarınız aynı şekilde meydan okumuşlar ve bu meydan okumaları karşılıksız kalmayarak sizlere bir çok ayette verdiğim haber üzere onları helak ettim, sizler'de eğer meydan okumaya devam ederseniz sizden önceki kavimlere ALLAHIN EMRİ GELDİ ARTIK ONU İSTEMEKTE ACELE ETMEYİN" şeklinde buyurmaktadır.  

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

6 Nisan 2014 Pazar

Adem'in Konulduğu Cennet Nerede İdi ?

Adem ve iblis kıssasında tartışılan konulardan birisi onun ve eşinin yaratıldıktan sonra konuldukları cennet'in nerede olduğuna dairdir. 

[002.035]  ve dedik ki «ya Adem sen ve zevcen Cenneti mesken edin, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın ki haddi aşan zalimlerden olmıyasınız 
[007.019]  Ve ey Adem, zevcenler birlikte cennete yerleşin, dilediğiniz yerden yiyin şu ağaca yaklaşıp da zalimlerden olmayın!»
20.117119- Bunun üzerine dedik ki: "Ey Adem, bu gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun."Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana bağlı)dır."Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da."

Kıssa'nın anlatıldığı, bakara,araf ve taha surelerinde Adem ile eşinin yaratıldıktan sonra konuldukları yer  "cennet" olarak vasıflandırılmıştır. Tefsirlerde bu cennet'in dünyada'mı yoksa ahirettemi olduğu tartışmaları  yer almıştır.  

Adem ve iblis kıssasının konu alan yazılarımızda dikkati çekmek istediğimiz en önemli konu'nun bu kıssa'nın yaşanmış olduğu zaman ve mekan içinde geçenlerden ziyade, bu kıssa ile verilmek istenen hisse'nin ne olması gerektiğinin tefekkür edilmesi olduğunu hatırlatarak bu çerçevede kıssa'yı anlamaya gayret edilmesi gerektiğini söylemiştik.   

Kıssa'dan hisse alma çerçevesinde düşünmeye aynı şekilde bu konu ile ilgili olarak düşünmeye devam edilmesi gerektiği hususunu hatırlatarak Adem ile eşinin konulduğu cennet'in neresi olduğundan ziyade , bununla kur'an muhataplarına nasıl bir mesaj verilmek istenmektedir sorusunun cevabının aramak gerekmektedir.   

Adem ile eşinin cennet'e konulduktan sonra onlara "şu ağaç hariç dilediğiniz yerden yiyin için" emri olduğunu , ve emri çiğnememeleri gerektiği, emri çiğnediklerinde başlarına gelecek olanlar hatırlatılmakta olup bu hatırlatmaların bizlerle bağının kurulması gerektiği düşünmekteyiz.    

Malum olduğu üzere Allah cc yaratmış olduğu insanlara elçileri vasıtası ile bir takım emir ve yasaklar bildirmiş olup bunları kabul edip hayatına geçirenlerin ebedi cennet , kabul etmeyenlerin ebedi cehennem ile karşılık bulacaklarını bildirmiştir. Son elçi Muhammed as ın vasıtası ile gelen son vahiy'dede bu durum bir çok ayette bildirilmiştir. Kur'anın anlatım özelliklerinden birisi kıssa yollu anlatım ile mesajı görselleştirme ve muhataplarının anlamasında kolaylık sağlamasıdır.  

Adem ve iblis kıssası'da bu tür anlatım uslubu ile bizlere ,Alemlerin rabbi olan Allah'ın emirlerine isyan etmemiz halinde uğrayacağımız akıbet görsel yolla anlatılmaktadır. Adem ile kendmiz arasında bir paralellik kurarak kıssayı okuduğumuzda şu görülür. 

Allah cc Adem'i yaratmış ve ona bir takım yasaklar getirmiştir. Allah cc bizleri'de yaratmış ve  bir takım yasaklar getirmiştir. Allah cc Adem'e getirdiği yasağı ağaç sembolu olarak anlatmış olup bu ağaç sembolunun karşılığı bizlere son ilahi hitap olan kur'andaki yasaklardır. Allah cc Adem'e, ağaca yaklaşmadığı müddetçe taha suresindeki anlatımda "aç kalmayacak, susamayacak,güneşte yanmayacak, çıplak kalmayacaksın" buyurmuştur. Aynı şekilde insanlara'da emirlerini yerine getirdikleri takdirde vaad ettiği cennetlerin anlatıldığı ayetleri hatırlayacak olursak, her türlü yiyecek ve içecek, en güzel elbiseler ve gölgelikler şeklinde tasvirler görürüz.   

 "İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet'teki insanların iştahları) ölçüsünde tavin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç nedenler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir. " (el-İnsan, 76/11-22).

Bunun tersi olarak eğer Adem o ağaca yaklaşacak olursa , aç kalacak , susayacak, sıcaktan yanacak,ve çıplak kalacaktır. Kur'anın cehennem tasvirleri hatırlayacak olursak emirlere riayet etmeyerek isyan edenlerin, okurken bile içinin kalktığı anlatımlar ile cehennemde ebedi olarak ağırlanacağı hatırlatılmaktadır.

Gömlekleri katrandandır ve yüzlerini ateş kaplar. (İBRAHİM/50)
Şu ikisi Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. O'nu inkar edenler için ateşten elbiseleri biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. (HAC/19)
Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.
Karınlarınızı hep onunla dolduracaksınız. (VAKİ'A/52-53)
Onlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur.
O da ne besler, ne de açlığı giderir. (ĞAŞİYE/6-7)

Adem ile eşi ağaca yaklaşıp emri çiğnedikleri zaman yaptıkları hatayı anlamışlar tevbe edip bu günahtan affedilmişlerdir. Bu olayı yine bizlere dönük  olarak okumak gerekirse şöyle bir mesaj çıkacaktır. İblis yapmış olduğu hatada ısrar ederek ebedi olarak lanete uğramış, Adem ile eşi yaptığı hatadan pişman olmuş ve tevbe ederek af edilmişlerdir. Bizlerde insan olarak her an için şeytan'ın iğvasına kapılarak yasak ağaca yaklaşıp Allah cc nin emirlerine isyan etme potansiyelinde olup tevbe ederek günahlardan kurtulma ve cehennemde ebedi kalanlardan olmaktan kurtulma imkanımız vardır.    

Sonuç olarak; tefsir kitaplarında tartışılmakta olan , Adem ile eşinin konuldukları cennet'in neresi olduğu konusu ,"parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali bir tartışma olup yaşanmış olduğu zaman ve mekan içinde kıssayı okumaktan çok bu kıssa ile bizlere verilmek istenen mesajın okunmaya çalışılması gerekmektedir. Adem ile iblis kıssası bütün insanlığın ortak kıssası olup kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların yaşayacağı bir kıssa'dır. Adem ile eşinin konuldukları cennet ise aynı şekilde bize dönük mesajının ne  olduğu sorusu sorularak okunması gerekmektedir.  

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.