12 Haziran 2013 Çarşamba

Ayın Yarılması Konusu ve Helakın Sünneti

Kamer s. 1. ayetinde "Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı." buyurulması etrafında şekillenen rivayetlere bakacak olursak muhammed as dan ayı yarmasını isteyen müşriklerin isteği üzerine bu olayın gerçekleştiği şeklindeki rivayetler herkesin malumu olup bu rivayetleri buraya alıp "bilgi kirliliği " tabir ettiğimiz bu rivayetlerle okuyucuyu meşgul etmek istemiyoruz.  "Ayın yarılması" ayeti  eğer gerçek olsaydı ve müşriklerin bunu inkar etmeleri sonucu önceki kavimlere uygulanan helak sünnetinin mekke içinde gerçekleşmesi gerekli olduğu konusunun diğer ayetler ile ortaya koymak gerekmektedirki ayet ile rivayet çelişitği zaman ayetin kabul edilme gerçeği bilinsin.   

 -----006.037 Ve dediler ki: Ona Rabbından bir ayet indirilmeli değil miydi? De ki: Şüphesiz Allah, ayet indirmeye kadirdir. Ne var ki, onların çoğu bilmezler.
-----006.109 Ve Allah Teâlâ'ya olanca yeminleriyle kasem ettiler ki, eğer onlara bir âyet gelirse elbette O'na imân edecekler. De ki: «Âyetler ancak Allah'ın indindedir.» Size ne bildirecektir ki, o âyet geldiği vakit de yine imân etmeyeceklerdir.
-----010.020 Bir de «Ona Rabbinden daha başka bir âyet indirilse ya!» diyorlar. De ki: «Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz.»
-----013.007 Küfredenler, derler ki: Ona Rabbından bir ayet indirilmeli değil miydi? Sen; ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir yol göstericisi vardır.
-----029.050-51 Ve dediler ki: «Onun üzerine Rabbinden âyetler indirilmiş olmalı değil mi idi?» De ki: «O âyetler ancak Allah'ın indindedir ve ben ancak bir apaçık nezirim.»Kendilerine okunan bir Kitap'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır.

Vermiş olduğumuz ayet mealleri örnekleri, kendilerine gelen beşer bir elçiyi kabullenmek istemeyen müşriklerin  gönderilen ayetleri azımsayarak ilave ayetler istemesi anlatılarak, istedikleri ayetleri Allah cc nin göndermeye kadir olduğunu ancak kendilerine okunan kitap ile yetinilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Gelgelelim bu ayetleri müslümanlar sanki hiç inmemişcesine üzerlerini örterek muhammed as a atfen bir çok görsel ayet (mucize) isnad etmişlerdir.  

Kur'an, diğer elçilere verildiği bildirilen bu tür ayetlerin yalanlanması neticesinde o kavmin helak edildiğini bildirerek mekkeli muhataplarına böyle bir şet istememelerini bildirerek inanmamalarının neticesinde onlara helakın hak olacağını beyan eder.     

 017.059] [E0] O istenilen âyetler (mu'cizeler) le risalet vermekten bizi men'eden de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler tekzib ettiler, Semude gözleri göre göre o nakayı(dişi deve) verdik de onunla kendilerine zulmettiler, halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.

İsra s. 59. ayetinde , Allah cc nin Muhammed as a kuran harici ayetler vermeme sebebi olarak , ondan önceki kavimlerin bu ayetleri red ederek helaka uğradıkları, eğer mekkelilere istedikleri verildiği takdirde onu inkar edecekleri bilindiği için istediklerinin verilmediği ve kur'an ile yetinilmesi (ankebut 50-51) gerektiği anlatılmaktadır.    

Kur'anda sadece isra s. 59. ayeti olsa dahi Muhammed as a mucize diye tabir edilen görsel ayetlerin neden verilmediği bu ayette açık ve net bir şekilde anlatılmış olmasına rağmen muhammed as adına onlarca mucize isnad edilerek onun adına iftiralar edilme yoluna gidilmesi hıristiyanvari elçi anlayışının müslümanların elinde nereleri gittiğinin açık bir göstergesidir.    

Ayın yarılması konusu mucizeler içinde ayrı bir yer bulmuş ve kur'ani bir dayanağa oturtulmaya çalışılmıştır. Ancak kamer suresinden sonra indirilen isra suresi 59. ayetinde kesinlikle böyle bir görsel ayetin indirilmediği beyan edilmesine rağmen kamer suresinde ,  Allah cc nin" indirmem"dediği görsel ayet isra sureinden önce inen kamer suresinde yerini buluyor? . Bu tür çelişkili anlayışlar miraç iddialarındada yerini bulmuş olup isra s. 1 . ayetinde anlatılan isra hadisesine ek olarak birde miraç hadisesi uyduranlar isra suresinden önce indirilen necm suresinden miracı çıkarmaya çalışmışlardır. Aynı çelişki ayın yarılma iddialarındada söz konusudur, Allah cc kamer suresinde "ay yarıldı" diyerek bir mucizeye !! işaret edecek kamer suresinden sonra indirdiği isra suresinde "indirmem" diyecek bu şekildeki bir anlayış  kur'ana iftiradan başka bir şey değildir.   

Şimdi haklı olarak, "isra 1. ayetinde isra hadisesi olağanüstü bir olay değilmi?" diye sorulabilir, bizde cevap olarak isra hadisesi Muhammed as dışında kimsenin görmüş olduğu bir olay olmayıp bu olayın inkarı neticesinde helak edilmek Sünnetullah gereği değildir deriz.   

"Ayın yarılması" olayı gerçek olarak vaki olmuş olsa kamer suresinin "Onlar, bir ayet görürlerse yüz çevirirler ve; süregelen bir büyüdür, derler.Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.And olsun ki, onları bu hallerinden vazgeçirecek nice haberler gelmiştir. Bunlar üstün bir hikmettir fakat uyarılar fayda vermiyor.Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;" mealindeki 2-6 ayetleri mekkelilerin helakını gerektirecek bir durumun olmadığı hem ayetlerde hemde yaşanmışlık olarak görülmüştür.   

İsra s. 59. ayetinde salih as ın kavmi Semuda dişi devenin gönderildiği fakat bu ayeti keserek helakı hak ettikleri bildirilmekte , sünnetullah gereği aynı şekilde ayet olduğu iddia edilen ayın yarılmasının gerçek olduğu iddia edildiği takdirde sünnetullahın tecellisi Mekke içinde geçerli olacağı beyan edilmektedir. Mekkenin helakı gerçekleşemediğine göre ayın yarılması iddiasının gerçek olması imkansız olup bu şekilde bir iddia elçinin değerini yükseltmek adına Allah cc nin değerini düşürme çabasıdır.  

Peki kamer suresi ilk ayetini nasıl anlamak gerekir denilecektir. İlk dönem tefsirlerinde dahi "ayın yarılma" iddiaları ihtilaflı bir konu olması bu iddianın dayanağının çürüklüğü konusunda bilgi verebilir. "Şakkul kamer" arapların günlük dilde kullandığı , "herşey ayan beyan ortaya çıktı" anlamında kullandıkları bir deyim olduğunu ragıp el isfahani "el müfredat" adlı eserinde belirtmektedir.   

Allah cc diğer kavimlerin aksine olarak mekke toplumunu helak etmeme sebeblerinden biriside diğer elçilere vermiş olduğu görsel ayetlerin muhammed as a verilmemesidir, eğer rivayet kitaplarında anlatıldığı gibi onlarca mucizeyi gösteren muhammed as a inanmayan müşriklerin bir kere değil defalarca helakı söz konusu olması gerekirdi. Kamer s. 1-6 ayetleri doğru okunduğu takdirde böyle bir mucizenin sözkonusu olmadığı görülür. Salih as ın kvmine gönderilen dişi deve o kavme bir ayet olarak gönderilmiş ve o deveyi kesip ayeti inkar etmeleri neticesinde kavmin helakı hak olmuştur. Ayın yarılması eğer bir ayet olmuş olsayıd bunun inkarı neticesindede mekke toplumunun helak edilmesi bir sünnetullah gereğidir. Bu konu ile ilgili olarak "kavimlerin helakı ve helakın sünneti" başlıklı yazımıza bakılabilir.

Sonuç olarak, Muhammed as ın ayı yardığına dair getirilen rivayetlere dayanak yapılmaya çalışılan Kamer s 1. ayeti ayın gerçek olarak yarılmış olduğunu bildiren bir ayet olmayıp, arap dilinde "her şeyin ayan beyan ortaya çıkması" ile ilgili olarak kullanılan bir deyimdir. İsra s. 59. ayetinde muhammed as ın diğer elçilere verilen görsel ayetlerle(mucize) gönderilmeme sebebi ,o ayetin inkarı neticesinde sünnetullah gereği mekkenin helakı ile sonuçlanması demek olduğu için Kur'andan başka hiçbir şekilde mucize denilebilecek şeylerin ona verilmediğini beyan eder. Kur'anın beyanı aksine ayın yarıldığını iddia etmek Muhammed asın diğer elçileriden aşağı bırakmamak adına yapılan bir yanlış olması yanında daha büyük bir cürüm olarak Allah cc nin sünnetini hiçe saymak anlamına gelir.   

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


 

7 Haziran 2013 Cuma

Mü'minleri Bırakıp Kafirlerin Yanında İzzet Arayanlar

Son günlerde Türkiyede yaşanan olayların Müslümanlar tarafından okunacak yönleri olması ve bazı ayrışımların gün yüzüne çıkması açısından önemli bir fitne (deneme) konusu olduğu görülmüştür. Bilindiği üzere taksim gezi parkında bazı düzenlemelere karşı çıkmak şeklinde başlayan olaylar tahmin edilmedik bir biçimde büyümüş Türkiye nin birçok şehrinde gösterilere neden olmuştur. İstanbulda başlayan bir olayın müsebbibinin İstanbul da olmasına bakılmadan bir çok şehirdeki gösterilerde mevcut iktidar protesto edilmiştir. Yazımızın amacı olayları analiz değil bu olaylar vesilesi ile kendilerini "Anti kapitalist Müslümanlar" olarak adlandıran bazı kişilerin bu olayların içine dahil olarak gösterilere katılması ve onları desteklemesidir.   

Allah cc nin kendisine vermiş olduğu ismi yetersiz görerek ismini "şucu bucu müslüman" olarak lanse edenlerin bu isimleri bile en başta kur'anın hoş görmediği bir durumdur.   

 -----22.078 Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır! 
-----41.033 (İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve «Ben müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha güzeldir?

Allah cc nin vermiş olduğu "Müslim" ismini yeterli görmeyerek önüne "anti kapitalist" eki koymak, "Ben Müslümanlardanım" demenin her türlü zulme karşı ayağa kalkmak olduğunu unutup bazılarının yanındaki ezikliklerini giderme amaçlı koyulmuş olan ilaveden başka bir şey değildir. Müslüman olmamız demek sadece belli bir zümrenin zulmüne karşı çıkmak değil her türlü zulme karşı çıkmak olduğunu unutan"ilave isimli müslümanlar" karşı taraftaki zulmu bırakın protesto etmeyi onlara destek olarak protestocuları  sahabelerle özdeşleştirme terbiyesizliğine kadar işi götürmeye cür'et edebilmişlerdir.

Olayların başlangıcının gezi parkındaki ağaçlar olarak başlaması devamının bu olayın sadece ağaç katliamını önlemek amaçlı olmadığı ,onun sadece bahane olduğu bazı önde gelen sanatçıların! mesajlarından anlaşılmış olup asıl amacın mevcut iktidarın "özel yaşama  müdahelesi" olarak tabir edilen bazı yasaklamalarına karşı çıkmak olduğu özellikle alkol yasağına karşı olan tepkilerinden anlaşılmıştır.   

Ellerinde alkollü içecek şişeleri ile "şerefine Tayyip" diye bağıranların mevcut iktidarın uygulamalarına hangi argümanlarla karşı çıktıkları belli olmuştur. Olayların asıl amacının iktidarın muhafazakar kesimim memnun eden uygulamaları olup bu uygulamalara karşı olanları çok rahatsız etmiş görünmektedir. Kısacası olayların temelinde iktidarın insanları "müslümanlaştırma" korkusu yatmakta olup karşı çıkanlar , "acaba bizde Müslüman mı olacağız" korkusu içinde bir ayaklanma girişiminde bulunmuşlardır.   

Yazıdaki amacımız iktidar uygulamalarının tahlili değil bu ayaklanmada ilave isimli Müslümanların duruşları olup izzeti nerede ,nasıl , kimin yanında aradıklarıdır.  

 -----4.139 Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.
-----35.010 Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.

Al-i imran s 139. ayetinde " Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir." buyuran rabbimiz bizlere, kimseye karşı bir ezikliğimiz olamayacağı üstün olmak ölçüsünün inanmak olduğu ve inananların birbirleriyle kardeş olduğu (hucurat s. 10) izzet ve şeref aramak adına kafirler ile birlikte olmamamız gerektiği yolundaki ayetlerle yol haritamızı belirlemiştir.  

Bu yol haritasında, asıl amaçları dinin öngördüğü yasakları hazmedememek olan bazı gurupların yanında yer alarak onların kuyruğu altında izzet aramak bir Müslümana yakışmaz. Hele hele dini argümanları kullanarak o insanları sahabeye benzeterek övmek kişinin kalbindeki marazı ortaya çıkaran bir durum olması itibarı ile dikkat çekici bir durumdur.   

Medinede inen ayetlere baktığımız zaman bu ayetlerde savaş ile ilgili durumların anlatıldığı ayetlerin fazlalığı dikkat çekici olup bu ayetlerin içinde en fazla yer tutan konu islam toplumu içinde "inandım" deyip fitne yani deneme zamanlarında yaz çizip gerçek yüzlerini ortaya koyanların nifakları dır.   

Yaşanan son olaylar bizlere de bazılarının kalplerindeki nifakın gün yüzüne çıkarmalarına vesile olması yönünden okunabilecek mesajlar vermesi açısından önemlidir. İsminin önüne ilave koyarak ayrımcı mezhepçi bir yaklaşım sergilemesi öteden beri rahatsızlık konusu olan bu insanların başı durumundaki İhsan Eliaçık ın daha önceki söylemlerinde öne çıkan kur'an hakkındaki sapkın düşüncelerinin kendisinin kayma eğiliminin bir göstergesi olduğu bilinen bir durum idi.    

İzzeti aradıkları adamların dün Müslümanlara yapılan zulümlerde onların yanında yer almayarak kafirce dik bir duruş sergilemelerine aldırmadan kafirlerin rahatsız oldukları bazı islami yasaklara karşı onların yanında yer almaları onların isimlerinin ancak " ANTİ KAPİTALİST MÜNAFIKLAR" dan başka bir isim olamayacağını göstermiştir.   

Kalem suresinde elçisine müşriklere hiçbir zaman "müdahene" (dalkavukluk) etmemesini emreden rabbimizin bu emri arkaya atılarak kafirlerin kuyruğu altında islami argümanları kullanarak yer almaları kafirleri memnun edeceğine inanmaları safdillikten başka bir şey olamaz.    

Allah cc nin indirdikleri ile hükmetmeyenlerin zalim,kafir ve fasıklar olduğu hiç bir zaman akıldan çıkarılmaması gerekirken, mevcut iktidarın muhafazakar uygulamaları bir kesim müslümanı atalete uğratmış ve tağuti rejimden rahatsızlık duymadan rahat bir hayat sürmelerine vesile olmuştur.    

Bugün müslümanların bu rejime karşı bir ayaklanmaya girişmeleri halinde "ANTİ KAPİTALİST MÜNAFIKLARIN" nerede yer alacakları merak  konusudur. Çünkü bugün kuyruklarının altında izzet aradıkları o kafirlerin müslümanların yanında olmayacakları açıktır.

"Ben müslümanlardanım" demenin zulmun her türlüsüne karşı çıkmak demek olduğunu unutup bir kesimin zulmune karşı çıkan diğer zalimin yanında yer almak münafıkça bir tavır olup "düşmanımın düşmanı benim dostumdur" sloganı ile yola çıkan ikiyüzlülerin yapacakları iştir.   

"Müslüman olmak" demenin, argümanlarını sadece kur'andan alıp zulme nasıl ve kime karşı mücadele etmeyi bilmek olduğunu unutmadan bugün kalbindeki nifakı ortaya çıkaran insanların kafirlerin yanında izzet aramaları artık safların belirli bir hale geldiği müslüman toplum içindeki münafıkların saflarını kafirlerin yanında almak suretiyle belli ettiği görülmelidir. Tavsiyemiz müslüman isminin başına ilave isimler alarak ve o ismin yerine "münafık"" ismin koyarak müslümanlar içinde fitne konusu olan ihsan eliaçığın nifakının samimi insanlar tarafından görülmesidir. Dün eleştirmiş olduğu , "nurcu müslüman ", "tasavvufçu müslüman" vs gibi ilaveli isimlere karşı kendisinede "anti kapitalist müslüman" adı vererek fırkalaşmaya giden insanların samimi olduklarını söyleyebilmek çok zor olup, son söylemleri ile müslümanların yanında bile olmaya dayanamadığı belli olan ihsan eliaçığın başını çektiği fırkanın ismi ancak " ANTİ KAPİTALİST MÜNAFIKLAR" olmaya yakışır.  

6 Haziran 2013 Perşembe

Yusuf s. 52. Ayetinde Konuşan Yusuf as mı Melik'in Karısı mı ?

Yusuf as ın kıssasının anlatıldığı yusuf suresi 52. ayeti ile ilgili olarak, ayetteki konuşan kişinin Yusuf as veya Melik'in karısı olduğu yönünde tefsirlerde tartışılmış olduklarını görmekteyiz. Konuşan kişinin kim olduğu ilgili ayetleri tefsir usulunda kullanılan bir yol olan "takdim-tehir" metodu ile okunduğu zaman daha kolay ortaya çıkmaktadır.   

Yusuf as hapiste iken meliğin rüyasını yorumlar ve bu yorum üzerine melik yusuf as ın yanına getirilmesini emreder, fakat yusuf as bu çağrıyı red ederek meliğin kadınların ellerini kesme sebebini sormasını kendisine gelen elçiden ister. 
-----12.050]  Melik: «Onu bana getirin» dedi. Yusuf'a elçi gelince, «Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir» dedi.

Yusuf as bu isteğinin sebebi ise 52.53. ayetlerde şu şekilde beyan edilmektedir.
-----12.052 Bu işte şunun için ki bilsin hakıkaten ben, ona gaybında hıyanet etmedim ve hakıkaten Allah hâinlerin hiylesini muvaffakıyyete erdirmez.
-----012.053 Nefsimi temize de çıkarmıyorum, çünkü nefis kötülüğü emreder; meğer Rabbim rahmetiyle bağışlaya, çünkü Rabbim çok bağışlayan, çok merhamet edendir.»

Yusuf as ın isteğinin meliğe bildirilmesi üzerine 51. ayette melik kadınları toplar ve sorar.  
-----12.051 (Melik  kadınlara) dedi ki: Yusuf'un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin karısı da dedi ki: «Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir.»

54. ayette yusuf as ın suçsuzluğu belli olduktan sonra melik yusuf as ın tekrar getirilmesini emreder ve suçsuz olduğu kendisine bildirilen yusuf as bu çağrıyı kabul ederek meliğin huzuruna gelir.  
-----12.054Melik de dedi: getirin bana onu kendime tahsıs edeyim! bunun üzerine vaktâ ki onunla konuştu, dedi: sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevkı' sahibisin, eminsin.

Sonuç olarak, tefsirlerde tartışma konusu yapılan yusuf s. 52. ayetindeki konuşanın kim olduğu meselesi ilgili ayetlerin takdim-tehir metodu ile , 50-52-53-51-54  sıralaması okunması sonucu daha kolay anlaşılarak 52. ayette konuşan kişinin yusuf as  olduğu ortaya çıkmaktadır. Yapılan meallerin bir çoğunda konuşan kişinin yusuf as olduğu yönündeki tesbitlerin doğru yapılmış olmasına rağmen son zamanlarda farklı olmak adına yapılan bazı ayet meallendirmelerinde bazı şazz görüşlere rağbet edildiğini, bu şazz görüşlerinde ayetin siyak sibakı veya kur'an bütünlüğü ile uyum sağlayıp sağlamadığı göz önüne alınmadan yapıldığına şahid olduğumuz için yusuf s 52. ayeti ile ilgili olarak yapılabilecek bu tür şazz meallendirmenin doğru olmadığını düşünmekteyiz.    

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

4 Haziran 2013 Salı

Lut a.s Kavminin İmtihan Sonucunun Önceden Bilinmesi

Kur'anda "ibrahim'in misafirleri" adı altında anlatılan, hud,hicr, ankebut ve zariyat surelerinde geçen kıssa'da ibrahim as a müjde verilmesi ve lut kavminin helak edileceği haberi verilir. Lut as ın kavminin helak edileceği haberi artık geri dönülmez bir karar olarak elçiler tarafından ibrahim as a bildirilmesinin bize mesaj veren yönlerinden birisi, Allah cc nin kulunun imtihan sonucunu önceden bildiği mesajıdır. Lut as ın kavminin imtihanı devam etmekte ancak karısının geride kalacaklardan olduğunun geri çevrilemez bir karar olması onların imtihanlarının sonucunun daha bitmeden önce bilindiğinin bir haberidir.    

İbrahim as a gelen elçilerin ona lut as kavmi ile ilgili verdikleri haber şöyledir.  

 -----11.074-76 Vaktaki İbrâhim’in kalbinden korku geçip gitti ve ona müjde geldi, hemen tuttu Lût’un halkı hakkında bizimle mücadeleye başladı. Çünkü İbrâhim çok yumuşak huylu, yufka yürekli ve kendisini Allah’a teslim eden bir kuldu. «Ey İbrahim, bundan vazgeç. Çünkü gerçek şu ki, Rabbinin emri gelmiştir ve gerçekten onlara geri çevrilmeyecek bir azab gelmiştir.»
-----015.058-60 «Haberin olsun» dediler, «Biz suçlu bir topluluğu cezalandırmak için gönderildik. Ancak eşi dışında Lut’un ailesi müstesna. Çünkü onların hepsini kurtaracağız. Eşinin suçlularla beraber kalmasını gerekli gördük.»
-----029.031 Vaktâ ki elçilerimiz, İbrahim'e müjde ile geldiler. Dediler ki: «Biz muhakkak şu kasabanın ahalisini helâk edeceğiz. Çünkü onun ahalisi, zalimler oldular.» Dedi ki: «Orada muhakkak ki, Lût vardır. Dediler ki: «Biz orada kim olduğunu daha iyi biliriz. Elbette O'nu ve ehlini kurtaracağız, karısı müstesna. O geride kalanlardan oldu.»
-----051.032-37  «Biz» dediler, «Suçlu bir güruhun, haddini aşanların tepelerine, çamurdan pişirilip de Rabbinin nezdinde damgalanmış taşları indirmek için görevlendirildik.»Bu arada, mü'minlerden orda kim varsa çıkardık. Fakat orada müslümanlardan bir haneden başka bulmadık.Ve pek acıklı azabtan korkacaklar için orada bir alâmet bıraktık.

4 ayrı surede anlatılan lut kavminin helak öncesi durumları o kavmin geri çevrilmez bir azaba çarptırılacakları , hatta zariyat s. de anlatılan bölümü olayın olmadan önce olacak olan şeklini anlatan bir bölümdür.    

Lut kavminin helakının bu şekilde bildirilmesi o kavmin imtihanı devam etmekte iken olan bir durum olup özellikle karısının iman etmeyeceğinin bildirilmesi lut as ın karısının imtihanın devam etmekte iken onun iman etmeyeceği ve geride kalanlardan olacağının takdir edilmiş olmasının bildirlmesi , "Allah cc nin kulunun imtihan sonucunu bilmeyeceği" düşüncesi ile örtüşmez. Zariyat s.de anlatılan bölümde ise olayın olduktan sonraki hali daha olmadan anlatılarak bir tek ev halkından başka iman eden olmayacağının bildirilmesi sonucun önceden bilinmesinin daha açık bir anlatım ile beyanıdır.   

Elçiler lut as a geldiklerinde helak kararının önceden verilmiş olması artık o kavmin iman etsede helak edileceğini göstermez. Karısı veya kavmi elçiler geldiği zaman toptan iman etme niyetleri olmuş olsaydı acaba onlara ," sizin helak kararınız verildi artık iman edemezsiniz" mi denilecekti ? tabiki hayır ancak helak anındaki iman etmeleri onlara fayda etmeyecekti.  

Sonuç olarak , "ibrahim as kıssası içinde anlatılan "ibrahim'in misafileri" bölümündeki lut as ın kavminin helak kararının ibrahim as ave bu haber verilmesi o kavmin helakının geri dönülmez olduğu imtihan sonucunun önceden bilindiğinin bir haberi olması açısından mesaj taşımaktadır. Kulun imtihan sonucunun önceden bilinmesi demek o kulun işledikleri üzerinde bir baskı yapılarak Allah cc nin istediği yönde bir sonuç alması demek değildir. "Gayb" dednilen kavramın Allah cc için geçerli olmadığı onun gaybı bilmesi demenin kulları için gayb olan şeyi bilmesi demek olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. "Kulun imtihan sonucunu biliyorsa imtihanın ne  önemi var" gibi düşünceler kur'an kaynaklı bir düşünce olmayıp felsefik kader inancının bir yansıması olup kur'an dışı kader inancının kur'ana onaylattırılmaya çalışılmasından başka bir şey değildir.    

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Haziran 2013 Pazar

İbrahim a.s ın İmtihanı'nın Sonucunun Bilinip İshak ve Yakub'un Önceden Müjdelenmesi

Atamız ibrahim as ın kıssası içinde anlatılan onun imtihan edilip ishak ve yakub'un hediye edilmesi ve bu hediyenin daha çocuklar dünyaya gelmeden  kur'anda daha önce bildirilmesinin bizlere verdiği mesajlardan birisi son zamanlarda yeniden ortaya atılan "Allah cc kişinin imtihanın sonucunu bilmez" veya " Allah cc senin kiminle evleneceğini bilmez" şeklinde söylenen, Allah cc nin bilgisine sınır koyma şeklindeki düşüncelerin yanlışlığını ortaya koyması açısından mesaj taşıyan bir kıssadır.   

"İbrahim'in misafirleri" olarak anlatılan elçilerin lut as ın kavminin helakından önce ibrahim as a uğrayarak ona ve eşine vermiş oldukları çocuk müjdesinin taşıdığı mesajlardan birisi Allah cc nin kulunun imtihan sonucunun önceden bildiği hatta kulunun kiminle evleneceğini'de bildiğinin mesajını taşıyan bir anlatımdır. Çocuk müjdesinin verildiği ayetleri görüp sonra onlara "ishak ve yakub" un  müjdelendiği ayetin mesajını anlamaya çalışalım.  

 -----011.071 Bu arada, İbrahim'in ayakta duran karısı gülünce, «Ona İshak'ı ardından Yakub'u müjdeleriz» dediler.
-----015.053Dediler ki: Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz.
-----051.028 Derken onlardan korkmaya başladı. «Korkma» dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.
Vermiş olduğumuz  ayet mealleri ibrahim as a gelen misafir elçilerin ona ve eşine verdiği çocuk müjdesini anlatmaktadır. Ayetlerde  hud s. 71. de "ishak ve yakub" hicr s. 53 ve zariyat s 28. de "bilgin bir oğul" olarak müjde verildiği görülmektedir.

Kur'an kıssalarının sadece yaşanmış olduğu zamanı anlatan bir hikaye olmayıp , muhataplarına mesaj verme amaçlı olduğu düşünülecek olursa bir kıssa içinde yaşanmış olan bir olayın kur'anda farklı ibareler ile anlatılma sebebini daha kolay anlayabiliriz. Bu satırları kişi olarak bu kıssadaki farklı anlatımın sebebini "Allah cc kişinin imtihan sonucunu bilmez" veya "Allah cc senin kiminle evleneceğini bilmez" sözlerini duyana kadar bilmiyordu, bu düşünceler ortaya atıldığı zaman baktık'ki bu tür anlatımların mesaj taşıyan yönü Allah cc nin kulunun imtihan sonucunun ne olacağını imtihan'dan bilirmiş.   

İbrahim as ın ilk oğlu ismail as olduğu yine kur'andan öğrendiğimiz bir bilgi olup ishak as, ismail as ile tabi tutulduğu imtihan sonucu ona hediye edilmiştir. Hud s. 71. ayetinde gelen elçilerin, diğer ayetlerdeki tek oğlu müjdesinin aksine o tek oğuldan sonraki gelecek olanları haber vermesinin bize mesaj veren yönü saffat s. de anlatılan ibrahim as ile oğlunun imtihanı neticesi ile birlikte okunarak anlamak mümkündür.  

 -----037.104-113 Biz ona: «Ey İbrahim» diye seslendik.Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Hiç şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.» Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim'e selam! dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.Sâlihlerden bir peygamber olarak O'na (İbrahim'e) İshak'ı müjdeledik. Kendisini ve İshak'ı mübarek (kutlu ve bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak.

Saffat s. ayetleri, ibrahim ve oğlu ismail as ile birlikte bir imtihana tabi tutulup bu imtihanı yüz akı ile başarıp sonunda bu imtihanın hediyesi olarak ishak as ın müjdelendiğini bildirir. Hud s. 71. ayetinde ishak ve yakubun ismail as ın doğumundan önce zikredilmesinin bize mesaj veren yönü ibrahim as ın , ilk oğlu ismail as doğduktan sonra onların bir imtihana tabi tutulup bu imtihandan yüz akı çıkacaklarının önceden bilindiğinin mesajıdır. Tabiki bu önceden bilinme onların iradelerinin başarılı olacak şekilde zorlanması ile gerçekleşmeyip serbest iradelerini kullanmışlardır, Allah cc bu kıssa içindeki vermiş olduğu mesajla bu bilginin önceden kendi ilminde olduğunu bildirmektedir. Üstüne üstlük birde ishak as ın kiminle evleneceğini bile bilmiş daha ortada ne ismail ve ishak as lar yokken yakub isminide vererek ishak as ın kiminle evleneceğini bilmiştir.  

"Allah kulunun imtihanının sonucunu bilmez" iddiasının nasıl çürük ve yanlış bir iddia olduğu bu kıssadaki mesajdan çıkmakta olup kıssaların vermek istediği arka plan mesajlarına örnek olabilecek bir konudur. Kıssalardaki farklı anlatımların aynı olayın 3 ayrı yaşanmışlığı değil o olay üzerinden muhataplarına mesaj vermesi olup imtihanın sonucunun daha önceden bilinmesine güzel bir örnektir. 

Bazı ayetlerde geçen "Allah bilinceye kadar" şeklindeki sözlerden , Allah "bilmiyorum" diyor anlayışı çıkarılarak ön kabul sonucu oluşturulan düşüncelerin desteklenmesi yoluna gidildiği görülmektedir. Allah cc nin kuluna ahirette vereceği karşılığın onun işlediği ameller neticesinde olduğu bir gerçek olup,  o kulun herhangi bir amel işlemeden cennet veya cehennem şeklinde bir karşlık alamayacağıda malmdur. Allah cc nin "bilinceye kadar" buyurması onun haşa" bilmiyorum" demesi değil kuluna olan adaletinin bir sonucu olup o kulun amel işleyip sonucunun karşılığını alması anlamında olup "bilmiyorum diyor" şeklindeki sözler ona atılan iftiradan başka bir şey değildir.

"Allah kulunun kiminle evleneceğini bilmez" şeklindeki iddianın kur'an tarafından yanlış olduğunun delilleri diğer elçiler ile ilgili ayetlerde'de mevcut olmasına rağmen konuyu uzatmamak için ibrahim as kıssası dahilindeki bir anlatımının nasıl bir mesaj taşıyabileceği örneği ile sınırlandırmakla yetiniyoruz.

Sonuç olarak, kuran kıssalarını okurken mesaj taşıması yönünden okunmasının bizlere nasıl farklı bilgiler verebileceğinin bir örneği olan ibrahim as ın misafirleri kıssası içinde anlatılan ismail as dan sonra doğacak çocukların anlatılma sebebi ibrahim as ve oğlunun tabi tutulacağı imtihandan yüz akı ile çıkacaklarının bilgisinin Allah cc katında daha önceden mevcut olması olup bu bilinmesi onların iradelerini zorlayarak başarmaları şeklinde olmamıştır. Allah cc için gayb diye bir şey olmadığı onun bildiği gayb'ın kullar için gayb olan şeyler olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Allah cc nin bilgisine sınır koyan düşüncelerin kur'an tarafından onay almadığı bu tür düşüncelerin ön kabuller sonucu kur'ana onaylattırılmaya çalışılan düşünceler olduğu unutulmamalıdır.    

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.




1 Haziran 2013 Cumartesi

Ahzab s. 37. Ayeti ve Resulun Örnekliği

Allah cc nin, muhammed as a kadar gönderdiği elçileri vasıtası ile kullarına bildirdiği vahyi hayat sahasına koyan yine aynı elçileri olmuştur. Allah cc nin dininin  yaşanması imkansız kurallar bütünü olarak değil hayat içinde tatbik olunabilir kurallar olduğu yine o elçilerin örnekliğinde gösterilmiştir. Bunun açık örneğini ahzab s. 37. ayetinde "fiili sünnet" diyebileceğimiz bir uygulama şeklinde resul sav üzerinden onun mü'minler nezdindeki durumu canlı olarak gösterilmiştir.

Nisa s. 22. ayette "Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin, geçmişte olanlar artık geçmiştir çünkü bu bir fuhuş ve igrenç bir şeydi, ne kötü yoldu!" buyurulmuş ve evlenilmesi haram olanlar listesine eklenmiş ve bu yolla bir evlilik yasaklanmıştır.  

 -----33.4-5 Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir. Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. 

Ahzab s. 4.5. ayetlerde evlatlıklar ile ilgili hükümler yeniden düzenlenip onların özoğullar olmadığı doğru olanın onların babalarının ismi ile anılması yani nesil emniyeti açısından neslinin kimden geldiğinin belli olması gerektiği , eğer babaları bilinmiyorsa onların din'de kardeşler olduğu önceki yanlış uygulamaların bir vebal olmadığı bildirilmektedir. Kur'an'ın yetimlere iyi davranılması hususundaki emirlerine binaen bir yetimi barındırıp onu hayata kazandırmak kişi için büyük bir ecir kaynağıdır, ancak bunu yaparken o yetimin gerçek ebeveyninin isminin kimliğinde yer alması gerekir, onu evlat edinen ailenin kendi ismini onun kimliğine anne ve babası olarak yazdırmaları kur'anın neslin emniyeti açısından kabul etmediği bir durumdur.   

 -----33.021 Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.
Ahzab s. 21. ayeti yine bu konuya ön hazırlık mahiyetinde hatırlatıcı bir ayet olup resulun örnekliği ve bu örnekliğin kimler için olduğu beyanı vardır.   

 -----33.036 Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.
Ahzab s. 36. ayetinde verilen bir hüküm karşısında o hüküm ile muhatap olanların durumu beyan edilmekte olup bu hükme resul sav in de muhatap olduğu ve itiaraz edemeyeceği gelecek ayetten belli olmaktadır.

-----33.037 Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah'tan sakın» diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.

Ahzab s. 37. ayeti artık nihai hüküm olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği gibi "zeyd" muhammed asın evlatlığı olup onu "zeyneb binti cahş" ile evlendirmiş fakat bu evlilik  bazı sebeblerden ötürü yürümemiştir. Bazı sebebler olarak kısa geçtiğimiz o sebebler ile ilgili olarak tefsir ve siyer kitaplarındaki bilgi kirliliği buraya onları almamıza engel olup ayet çerçevesinden dışarı çıkmak istemiyoruz. 

Muhammed as ın isteği ile evlenen zeyd ile  zeyneb validemiz boşandıktan sonra, Allah cc zeyneb validemizi muhammed as ile evlendirerek evletlıklar konusunda verdiği hükmün hayat sahasında nasıl tatbik edilebileceği örneğini elçisinin örnekliği üzerinden mü'minlere göstermiştir. 

Yukarda okuduğumuz ayetler bilindiği gibi evlatlık olarak alınan kişilerin onu evlatlık olarak alanların nezdindeki durumlarını düzenlemekte, evlatlıkların onların gerçek çocukları olmadığı bildirilmektedir. Toplum içinde bir tabu olabilecek bir durum olan evlatlıkların onların gerçek çocuklarının olmadıklarının net bir şekilde belli olması için evlenilmesi haram olan kişilerin dışında tutularak bir tabu olmaktan çıkarılmış ve bunun yıkılması elçinin fiili olarak uygulaması ile gösterilmiştir. Bu ayetten bir kaç ayrı mesaj çıkarılması mümkündür.  

Bir kişinin resul dahi olsa kendini toplumun yerleşik kurallarından ayrı bir konumda tutamayacağı ve yerleşik örfe aykırı bir davranışta bulunumayacağı muahmmed as ın 37. ayetinde bildirilen çekincesinde görülmekte olup, Allah cc çekinmesi gerekenin toplum baskısı değil kendisi olduğunu elçisi üzerinden bizlere bildirmektedir.  

Tabiki böyle bir durum belki herhangi bir uygulamaya gerek duyulmadan sadece ayet emri ile yapılabilirdi ve mü'minler için yine bu şekilde bir emir bağlayıcı sayılırdı. Ancak evlatlık olarak bildiğimiz birisinin ne bizim gerçek evladımız , evlatlık olan kişininde onu besleyip büyüten kişilerin gerçek anne babası olmadıklarının net bir şekilde belli olması için böyle bir uygulamaya gidilmiş olup bu durum bizler  içinde örneklik olarak bilinmesi ve uygulaması gereken bir durum olduğu beyan edilmektedir.  

Allah cc nin verdiği bir hükmü gönül rahatlığı ile uygulama konusu'da ayetin mesajları içinde sayılabilir. 36. ayet verilen bir hüküm konusunda muhatabın olması gereken tavrını bildirmekte olup ne elçinin nede toplumun bu uygulama karşısında yadırganacak bir durum olmadığını bilmeleri istenmektedir.   

Ahzab s. 37. ayetinden çıkarılabilecek mesajların en önemlisi elçilerin örnekliği meselesidir. Allah cc göndermiş olduğu elçileri vahyi tebliğ ve onu uygulama sahasına koymakla görevli olduğunu kur'anın diğer ayetlerinde bizlere bildirmektedir. Muhammed as sadece vahyi iletmekle kalmamış o vahyin hükümlerini bizzat kendi örnekliğinde yaşayarak topluma göstermiştir. 37. ayetteki durum elçilerin görevlerinin sadece vahyi iletmekle sınırlı olmadığının mesajını vermesi açısından önemli bir ayet olup zeyneb validemize gönlü kaymışmı kaymamışmı şeklindeki tefisir ve siyer kitaplarında sayfalar tutan rivayetler onun canlı örnekliği konusundaki anlama eksikliğinin bir göstergesidir.    

Kur'anı öncelliğini iddia edip elçinin adını duyduğu zaman elektirik çarpmış gibi saçları diken diken olan bazı kişilerin elçi as ın geleneksel anlayıştaki yanlış konumlandırılmasına karşın onu hepten dışlayıcı bir tavır içinde olduklarını görmek bir yanlışa karşı diğer yanlış anlayış olarak karşımıza çıkmakta olup ahzab s. 37. ayeti çerçevesindeki ayetlerin daha dikkatli okunması gereğini ortaya çıkarmaktadır.
 

 -----33.040Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir; fakat Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.
Ahzab s. 40. ayeti, aynı konunun devamı olan ayetlerden olup muhammed as ın toplum nezdindeki konumunu bildiren bir ayettir. Ancak bu ayetin bağlamından ayrı olarak düşünülüp nebi ve resul kavramları bağlamında okunmaya çalışıldığını görmekteyiz. "nebilerin sonuncusu" mealindeki ifade sanki resullerinde sonuncusu değildir anlamında okunarak ,resullukleri kendinden menkul çakma resuller üremesine sebeb olmuştur. Bir kişinin "ben resulum " diye ortaya çıkmasının onun Allah cc den almış olduğu vahiy ile mümkün olabileceğini bilmeyen bazıları vahiy almadan " ben resulum" diyerek ortalarda gezmekte onlardan daha uyanık olan ve bu işin gereçekten vahiy almadan mümkün olmadığını bilen bazı sahte resuller " ben vahiy aldım " diyerek elçiliklerini vahye dayandırmak yoluna gitmektedirler. Nebi olmadan resul olunmayacağı gerçeğini bilen kişiler ise bunların sadece yalancı ve iftiracı olduğunu bilerek onların yalancılıklarını dünyada onlara haber vermekte olup,  ahirette onların ne ile muhatab olacaklarını enam s. 93.94. ayetleri haber vermektedir. 

 -----6.93-94- Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!Onlara: «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» denecek.

Sonuç olarak, insanlar içinden seçilmiş olan elçilerin görevi sadece o vahyi iletmekle kalmayıp o vahyin gerçek hayat içinde nasıl uygulamaya konulacağının örnekliği olması açısından önemli bir görev yüklendiklerinin bilinmesi gereği ortada olup elçilerin sadece postacı mesabesinde olmadığı ahzab s. 37. ayetinde görülmektedir. "Fiili sünnet" olarak tabir edebileceğimiz bir şekilde gerçekleştirilen bu evlilik elçilerin "usvetun hasene" olmalarının bir gerçeği olup bu en güzel örneklik bugün, yarın ve her zaman bizler için göz önüne alınması gerekli bir olan  bir durumdur.    

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Salat'ın (Namaz'ın) Vakitleri Üzerinden İlmihal Kur'ancılığı Yapmak

Salat kavramı kur'anda en fazla yer tutan kavramlardan biri olup, kullanılan dilde birden fazla anlama gelen kelimelerden olması nedeniyle bu kelimenin türevleride kur'anda farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bu yazımızın amacı bu kavramı genel olarak değil,dilimizde kullandığımız adı ile "namaz" dediğimiz secdeli (ritüel) salat'ın vakitleri ile ilgili olan kur'an ayetlerinin hangi vaktin namazı ile ilgili olduğu ile olacaktır.    

Nisa s. 101-102. ayetlerinde korku durumu (savaş vs) gibi hallerde salat'tan kısaltma yapılabileceğini ve bu kısaltılmış salatın şeklini izah ettikten sonra 103. ayetinde şu şekilde buyurulur , "Namazı bitirdikten sonra ayaktayken, otururken ve yere uzanmışken Allah'ın adını anınız. Tehlikeyi savuşturup güvene kavuştuğunuzda namazı tam olarak kılınız. Zira namaz müminlere, vakitleri belirli bir farzdır." Bu şekilde yapılan salatın vakitleri belirli olarak yazılmış olduğunu bildiren rabbimizin bu vakitleri kur'anın diğer ayetlerine ne şekilde serpiştirdiğini görmek faydalı olacaktır.  Bu ayet bize gösterirki secdeli salat her halukarda edası gerekli olup en zor zamanda bile terkdilmemesi gerekli olan bir ibadettir. 

Öncelikle nur . 58. ayetini ele alarak burada bahsedilen vakitlerin hangi vakitler olduğunu görelim. 

 "Yâ eyyuhellezîne âmenû li yeste’zinkumullezîne meleket eymânukum vellezîne lem yeblugûl hulume minkum selâse merrât(merrâtin), min kabli salâtil fecri, ve hînetedaûne siyâbekum minez zahîrat(zahîrati), ve min ba’di salâtil ışâi, selâsu avrâtin lekum, leyse aleykum ve lâ aleyhim cunâhun ba’de hunn(hunne), tavvâfûne aleykum ba’dukum alâ ba’d(ba’dın), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyât(âyâti), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun)".

-----[024.058] [E0] Ey o bütün iyman edenler! ellerinizdeki memlûkleriniz ve sizden henüz bülûğa irmiyenler üç vakıt size istiyzan etsinler: sabah namazından evvel ve öğle sıcağından elbisenizi çıkardığınız sırada, bir de yatsu namazından sonra ki sizin üç eksikli vaktınızdır, bunların maadasında ne size ne onlara günah yoktur, üzerinize dolaşırlar, birbirinize bakarsınız, işte böyle size Allah âyetleri beyan ediyor, ve Allah alîmdir, hakîmdir.

Ayette 3 tane gün içindeki vakitten söz edilerek bu vakitlerde izin istenmesi emredilmektedir. Bu vakitlerden iki tanesi "salatil fecr" ve "salatil işa" olarak namaz vakitleri olarak diğer vakit ,"ezzahireti" (öğle vakti) olarak geçmektedir. Bu ayete istinaden kur'anda namaz vakitlerinin sabah-öğle-akşam olarak 3 tane olduğunu iddia edenlere rastlamakla beraber iki yanlışın yapıldığına şahid olmaktayız. 1- öğle vakti olarak geçen kelimeye salat izafe edilmediği için öğle namazı bu ayetten çıkmaz, 2- "salatil işa"yı akşam namazı olarak anlayanlar bu kelimenin anlamının akşam namazını karşılayıp karşılamadığı konusunda herhangi bir araştırma yapmadan bu kelimenin başka ayetlerde geçen "akşam" şeklindeki karşılığını dikkate alarak meallerdeki anlama tabi olup işin içinden çıkmak istemektedirler. Ayette geçen "fecr" ve "işa" kelimelerinin hangi vakitleri içine aldığını görelim.   

"Fecr" kelimesi, bir nesneyi geniş biçimde yarmak anlamından hareketle geceyi yarmasından dolayı gündüzün başlarına , yani ufkun güneişin ilk ışıklarıyla kızardığı tan vaktinin adı olup "sabah namazı" olarak bildiğimiz vakte tekabul ederki bu vakitte herhangi bir ihtilaf yoktur.  

"İşa" kelimesi ile ifade edilen kelimenin yatsı vakti olmadığı bu vaktin akşam vakti olduğunu iddia edildiğini gördüğümüz için " salatil işa"nın hangi namaz olduğu üzerinde durmak gerekmektedir.  

"Aşiyyu" kelimesi , güneşin meridyen düzleminden batışa geçtiği zamandan sabaha kadar olan vakit anlamındadır. "Sabaha kadar olan" denilmesinden kasıt  sabah namazının girdiği ana kadar olan vakittir. Bu kelimenin nasıl bir akşama delalet ettiğini bu kelime ile ifade edilen yan anlamlardan çıkarabiliriz ,çünkü bu kelimenin akşamı karşıladığı iddiasında bulunanlar yatsı namazının kuran'da olmadığı iddiasını dillendirmektedirler. 

"el işae" göze arız olan karanlık- "aşevtünnare" gece ateşe doğru yöneldim- "el uşvetu"alevli odun parçası (karanlığı aydınlatması) - "el aşvau" önünde ne olduğunu görmeyen bundan dolayı her şeye çarpan dişi deve - şeklinde yan anlamları olan bu kelimenin ifade ettiği yan anlamlar nasıl bir akşam vaktini izah ettiğini anlatması bakımından dikkate değer kelimelerdir. Akşam'ın iyice karardığı vaktin adını karşılayan bu kelimenin ifade ettiği salat vakti yatsı adıyla maruf salat vaktini ifade ettiğini söylemek daha doğru olup bildiğimiz akşam namazı vaktini karşılamamaktadır.   

Nur s. 58. ayetinden , sabah ve yatsı namazı olarak iki adet namazdan bahdesildiğini görmüş olduk. Kur'anın diğer ayetlerine dağılmış olan vakitlerin hangileri olduğunu ilgili ayetleri okuyarak anlamaya çalışalım.    

 "Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyl(leyli), innel hasenâti yuzhibnes seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ liz zâkirîn(zâkirîne)."
-----[011.114] [E0] Hem namaz kıl gündüzün taraflarından ikisinde ve gecenin gündüze yakın saatlerinde, çünkü hasenat, seyyiatı giderir, bu, idrâki olanlara bir öğüddür.  

Hud s. 114. ayetinde belirtilen "gündüzün iki tarafı" ve " gecenin zülefi" hangi vakitlere tekabul edebilir? dersek ve bu ayet ile ilgili görüşlere baktığımızda farklı izahlar olduğunu görmekteyiz. "gündüzün iki tarafı" ile kastedilen salatın hangi salat olduğu ile ilgili izahlara baktığımızda , "sabah-ikindi" , "sabah-öğle-ikindi" ,"sabah-akşam" , "öğle-akşam", "öğle-ikindi" şeklinde farklı görüşlere rastlamaktayız.   

"Gecenin zülefi" ile ilgili izahlara baktığımızda ise , "yatsı" , "akşam-yatsı" , "sabah-akşam-yatsı" namazları olduğu şeklinde farklı görüşlere buradada rastlamaktayız.  

Ayetler üzerinde her ne kadar farklı görüşler mevcutsa'da "gündüzün iki tarafı" ile kastedilenden anlaşılabilecek olan gündüz vakti 2 , "gecenin zülefi" ile anlatılandan kastedilenin kelimenin çoğul olduğu düşünülecek olursa gece 3 olmak üzere günlük olarak 5 vakit olarak edası gerekli olan secdeli salat çıkarılması mümkündür.  

"Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecr(fecri), inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ(meşhûden)." 
-----[017.078] [E0] Güneşin kaymasından gecenin kararmasına kadar namazı güzel kıl, bir de kıraetiyle mümtaz olan sabah namazını, zira sabah Kur'anı hakıkaten meşhuddur (şühuda mazhardır)

İsra s. 78. ayetindeki vaktin "şems'in duluku"ve " leyl'in ğasak'ı" şeklinde anlatılan vaktin hangi vakitler olduğuna bakacak olursak güneşin batıya doğru meyletmesinden başlayan vakitten , gecenin kararmasına kadar olan zamanı içine alır.  

Bu ayetlerin dışında bazı vakitlerde "tesbih edilmesi" şeklinde ayetler mevut olup bunların secdeli salat ile ilgisinin bulunup bulunmadığı tartışma konusu olabilir.   

Aslında anlaşılması gereken konu secdeli salat dediğimiz ve dilimizde "namaz" olarak bilinen ibadetin vakitleri konusunda daha önceki uygulamaların dikkate alınıp alınmaması ile olan bağı olup bazı iddia sahiplerine göre kur'anın 5 vakit değil 3 vakit namaz emrettiği yolundaki görüşleri kur'andan çıkardıklarını söyleyenlerin ne derece isabet ettiğidir.  

Kur'anın " SALATI AYAKTA TUTUN"  şeklindeki emrinin bir çok ayette tekrarlanması kulun salatının sadece belli vakitler içinde değil , belli vakitler içinde yapması gereken salatın hayatının diğer saatlerindeki Allah cc ye  karşı olan kulluğunun dışa vurumudur.   

Konumuz "salat" kavramını konuşmak olmadığı için bu kavram ile ifade edilen namaz kelimesinin ve bunun vakitleri ile ilgili olarak konuyu açmak istiyoruz.  

Kur'anın " şu zamanlarda salatı ikame edin"  veya " şu vakitlerde tesbih edin"şeklindeki ayetleri aslında günün 24 saatini kapsayan zamanlar olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kulun salatının ne veya nasıl olması gerektiğini anlamak için nur. 41. ayetini anlamak gerektiğini düşünmekteyiz.  

E lem tera ennallâhe yusebbihu lehu men fîs semâvâti vel ardı vet tayru sâffât(sâffâtin), kullun kad alime salâtehu ve tesbîhah(tesbîhahu), vallâhu alîmun bimâ yef’alûn(yef’alûne).

Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi salatını ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.

Nur s. 41 . ayetinde Allah cc nin yaratmış olduğu varlıkların tümünün onu tesbih ettiği ve bu tesbih salatın nasıl yapılması gerektiğinin bilindiği anlatılmaktadır. Kuşların tesbihi ve salatı onların uçmaları olup hiç bir kuş " ben uçmak istemiyorum" şeklinde bir itirazda bulunup tesbihini ve salatını terkedemez, bu mealdeki başka ayetlerde kur'anda mevcut olup yerde ve gökte herkesin Allah cc yi tesbih ettikleri bildirilmektedir.  

Allah cc nin yaratmış varlıklardan olan ins ve cin toplulukları mensuplarının büyük çoğunluğu Allah cc ye yapmaları gereken tesbih ve salatlarını ya inkar etme yada savsaklama durumunda olmaları bir gerçektir.

-----68.028 (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: «Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?»

 -----029.045Kitap'tan sana vahyolunanı oku; salatı ikame et; muhakkak ki salat hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor; Allah'ı anmak en büyük şeydir! Allah Yaptıklarınızı bilir.
Kur'anın pek çok yerinde bulunan ankebut s. 45. ayetindeki "salatı ikame " emrinden kastedilen şeyin, ikame edilen salat ile kişinin "fahşa" ve "münker"den alıkonulacağıdır. Şuayb as ın hud suresinde anlatılan kıssasının 87. 2ayetinde "Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı meneden senin salatın mıdır? Sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin» dediler." denilmesinden şuayb as, salat'ının gereği olarak kavmini fahşa ve münker'den alıkoymak istediğini görmekteyiz.

"Salat" kavramı ile ifade edilen şeyin , kulun bütün gün içinde rabbine karşı olan vazifelerini yerine getirmesi ile ilgili bir kavram olduğuna göre "şu vakitlerde salat edin" emrinin namaz ibadeti adı verilen bölümünün hangi vakitler içinde eda edilmesi konusuda önemli olup bu vakitlerin uygulamasının muhammed as tarafından nasıl olduğu konusu önemli bir konudur.İsra s. 78. ayeti veya hud s. 114. ayetindeki "şu vakitlerde salat edin" denilen ayetlerdeki vakitlerin net bir vakit olmadığı bu konudaki yapılan farklı görüşlerden anlaşılmakta olup bu ibadetin kendisine kitap indirilen ve bize bilmediklerimizi öğreten elçinin yapmış olduğu tatbikatının göz önüne alınmak mecburiyeti gereği ortaya çıkmaktadır.

Kur'an insana bilmediklerini öğretenin , Allah ve elçileri olduğunu beyan eder.İnsanlara dinleri konusunda bilmediklerini elçileri vasıtası ile öğretmiş olduğunu yine kur'an beyanı ile öğrenmekteyiz.

-----002.151]  Nitekim Biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir resul gönderdik. 
-----62.2-3 O'dur, ümmiler içinde kendilerinden olup onlara ayetlerini okuyan, onları temize çıkarıp parlatan, onlara kitap ve hikmet öğreten bir peygamber gönderen. Oysa bundan önce açık bir sapıklık içindeydiler. Henüz onlara katılmamış bulunan diğer insanlara da (o Peygamberi göndermiştir). O, çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Cuma s. 3. , "onlara katılmamış olan diğer insanlar" gurubuna girenlerin bizler olduğu ve onun çağrısının bizler için ne ifade etmesi gerektiğini beyan eden bir ayet olması bizim elçi ile olan bağımızın ölçüsünü bildirir.

 -----019.059Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, salatı zayi ettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir.

Zaman içinde zayi edilen salatın ikamesi için yeniden elçiler gönderen Allah cc muhammed as ı son elçi olarak göndererek zayi edilen salat'ın yeniden ikame ettirmiştir. Yeniden ikame edilen bu salatın içinde onun ritüel kısmı olan namaz'da vardır.    

Muhammed as ın elçiliği önderliğinde örneklendirilen namazın hangi vakitler içinde ikame edildiği onunla beraber ikame edenlerin uygulamaları ile günümüze kadar gelmiştir. Ancak "sadece kur'an" söyleminin bir gereği zan edilerek bu uygulamalar göz ardı edilerek kur'an mealinden bu vakitlerin yeniden tesisi yoluna gidilmek istenmekte ve bugünkü uygulamadan farkı vakit adetleri olduğu iddiaları dillendirilmeye çalışılmaktadır.    

"Sadece kur'an" söylemi demek onun elçisinin örnekliğini de içinde barındıran ayetlerin bir nevi red edilmesi anlamına gelmektedir. Geleneğin ilmihal bilgilerine mahkum ettiği namazı "sadece kur'an" söylemi içinde bir başka şekilde ilmihal bilgilerine indirgemek anlamına gelen vakit veya rekatları konusunda farklı düşüncelerin namaz ibadeti ile anlaşılması gereken mesajı dışlamak anlamına gelmektedir.     

Bugün vakit adedi olarak 5 olan isimleri sabah-öğle-ikindi-akşam-yatsı olarak bilinen namazların hiçbiri muhammed as tarafından sadece kendi düşüncesi olarak ihdas edilmemiş olup kur'an ayetlerinin ona verdiği emir doğrultusunda yapmış olduğu uygulamalardır.  

Geçmişte birinin ak dediğine diğerinin kara demeyi sanki görev edinmiş gibi farklı düşünceler içinde olan mezhepler ve fırkaların namaz vakitleri konusunda herhangi bir farklı düşünce olmamaları bu vakitlerin yazılı materyal şeklinde değil uygulamalı materyal şeklinde gelmiş olmanın daha doğru bir şekil olmasından değil midir?   

Müslüman olmak iddiasında bulunan kimselerin özellikle "kur'an müslümanı" olduğunu iddia edenlerin , gelenekteki "aşırı yüceltmeci" peygamber anlayışına tepki için "yere batırıcı" peygamber anlayışını öne çıkarmış olmalarının en büyük tezahürü namaz vakitleri konusunda görülmektedir. Allah cc nin dini için her şeyini terk eden elçilerin son halkası olan muhammed as aynı sıkıntılara göğüs gererek elçiliğini ifa etmiş olması en azından ona göstermek zorunda olduğumuz bir saygıyı gerektirir. Kur'an adına onu haşa adam yerine dahi koymayan anlayışları gündeme getirmek gaflet ve dalalet eseri değilse hıyanet eserinden başka bir şey olamaz.   

Bugün kur'andan habersiz bir insanın eline kur'an versek , "al sana bu Allah cc nin kitabı bundan sorumlusun" desek kitaptaki ruku ve secdeyi nasıl yapacağını nereden bilecek? . Bizler kafamızı pc misali formatlayarak yeniden kur'anı okumaya çalışsak önceki bilgilerimizi silmemiz nedeniyle  o kitaptaki bir çok konuyu anlamamız mümkün olmayacaktır. Başka konulardaki bilgilerin bizlere yüzyıllardır aktarılarak gelmesine herhangi bir itirazımız mümkün olmadığı halde namaz ibadetinin bizlere aktarılarak gelmesi konusundaki itirazımızın sebebi haklı bir sebeb olamaz.    

Hadis ve sünnet'in kaynağının muhammed as olması , sünnet adı altında gelen uygulamaların kaynak olarak daha sahih olmasından hareketle namaz vakitleri konusundaki uygulamaların bizler içinde geçerli olması gerektiği sakıldan çıkarılmamalıdır.  

Üzüntümüz odur'ki başkalarını takit konusunda hassas olan insanların geleneksel taklitçiliğe savaş açmasına karşın bu konularda fikir beyan insanların düşüncelerine tabi olmaları savaş açtıkları taklitçiliğe boyun eğmeleri anlamına gelir. Namaz vakitleri ile olduğu düşünülen ayetlerin sadece mealleri üzerinde yürütülen düşünceler bizleri doğru bir karar vermemizi güçleştirir . Arap dilinde  o kelimenin hangi anlamlara geldiğini bilmeden sadece meallerde ki anlama takılarak yapılan yorumlar bizleri gereksiz ayrılıklara düşürmekten başka işe yaramayacak olup bu ayrılıkların kimlerin ekmeğine yağ süreceği akıldan çıkarılmamalıdır.   

Aynı durum namaz rekatları konusunda da dile getirilerek kur'anın bu konudaki emrinin nisa s. deki kısaltılmış namazın 1 olduğundan hareketle normal zamandaki namazın 2 rekat olması gerektiği söylenmektedir. Kur'anın rekat konusunda net bir bilgi vermemesinin bu konudaki elçi as ın uygulamasının örnek olmasını gerektirir.

Sonuç olarak, namaz vakitleri konusunda bugün uygulanan 5 vaktin dışındaki farklı düşüncelerin" ilmihal kur'ancılığı" yapmaktan öte gidemeyeceği namaz ibadetinin kur'andaki asıl vurgulanan boyutunu öteleyici bir anlama gelmesi açısından yanlış bulduğumuzu, doğrusunun namaz ile vurgulanmak istenen Allah cc den başkasına kul olmadığımızı cümle aleme ilan ettiğimizin idrak edilmesi olmalıdır.

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.  





25 Mayıs 2013 Cumartesi

Rum Ordusunun Galibiyet Haberi ve Allah c.c nin Bilgisine Sınır Koymak

Allah cc alemlere, rahmet ve hidayet olmak üzere elçisi muhammed as a indirdiği kitabının rum s. ilk ayetlerinde rum ordusunun yenildiği bir savaşın ardından bir kaç yıl içinde tekrar galip geleceğinin haberi vermektedir. Bu ayetler tarihi bir bilgi vermenin ötesinde bizler için gayb olan bir konunun Allah cc için aynı durumda olmadığının bilgisi olması açısından önemlidir.    

Allah cc nin bilgisi konusu çok öteden beri tartışılan bir konu olup bu konunun bir başka yönü kader konusu ile bağlantılıdır. İslam düşünce tarihi içinde oluşmuş olan bazı fırkaların Allah cc nin bilgisinin öncesi ve sonrası olması konusunda bazı farklı görüşler içinde oldukları bilinmekte olup bu yazıdaki amaç onları tartışmak olmayıp kur'anın bu konu ile ilgili beyanını ortaya koymaya çalışmak olup öncelikle rum s. ilk ayetleri ve diğer kur'an ayetleri çerçevesinde konu ile ilgili ayetleri okumaya çalışacağız.   

1 - Elif, Lâm, Mim.
2 - Rumlar yenildi.
3 -  en yakın bir yerde onlar, bu yenilgilerinin ardından mutlaka galib geleceklerdir.
4 -  birkaç yıl içinde . Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah'ındır ve o gün müminler, sevineceklerdir.
5 -  Allah'ın yardımıyla . Allah dilediğine yardım eder, galip kılar. O çok güçlüdür, çok merhamet edicidir.
6 - Allah'ın vaadi budur. Allah, vaadinden caymaz. Fakat insanların çoğu bilmezler.  

Vermiş olduğumuz ayet mealleri rum s.1-6. ayet mealleri olup rumların yenilgisinin ardından birkaç yıl içinde tekrar galip gelecekleri bildirilmekte olup, bu bilgi bir kaç farklı yönden mesaj taşımaktadır.  

Kur'an pek çok yerde gayb'ın Allah cc den başkası tarafından bilinemeyeceğini, cin s. 27. ayetinde ise istisna yapılarak razı olduğu elçilerine açacağını bildirmektedir. Rum ordusunun yenilgisinin ardından tekrar galip geleceği elçilere açılan gayb bilgisinin bir örneğidir. Elçilere açılan geçmiş gayb, kendisinden öncekilerin durumları olup yine bu şekildeki gayb bilgisi razı olunan elçilere vahiy ile bildirilmiştir. Rum s. ayetlerinde açılan ise gelecek gayb olup yine bu şekildeki gayb haberi ise vahiy ile bildirilmiştir. Rivayetlerde özellikle gelecek gayb ile ilgili olan haberlerin muhammed as  a atfen yapılmış haberler olup bilgi değeri açısından herhangi bir kıymeti bulunmamaktadır.  

Allah cc nin geçmişi ve geleceği bilmesi onun ilahlığının şanından olup onun gelecek ile ilgili olarak herşeyi bilmesi yadırganacak bir durum değildir, aksine yadırganacak ve yanlış olan onun özellikle kullarının yapacaklarını önceden bilmemesi iddiasıdır.

Geçmişte ortaya itikadi fırkalardan bazıları kulun fiili işlemesinde onun bir dahli olmadığı, kurulmuş bir saat veya kukla misali olduğu üzerine düşüncelerini oluşturmuş olup ,"cebriyye"fırkası olarak bilinmektedir. Buna karşın haklı olarak "Allah madem kullarının ne yapacakları üzerinde müdahil imtihanın gereği ne ?" sorusu sorulmuş ve bunun cevabı aranmaya başlanmıştır.  

Bu düşünceye karşı olarak, cebriyyenin başka bir kolu olan cehmiyye , " Allah cc nin ilminin sonradan meydana geldiği ve bir şeyi yaratmadan önce bilmesinin caiz olmadığı" nı söylemişlerdir. İslam düşünce tarihinde ortaya çıkan itikadi fırkaların hepsi birbirinden ucube düşüncelere sahip olup kur'an dışı kaynaklardan aldıkları bilgileri kur'ana yamamaya çalışarak düşüncelerine islami bir kılıf giydirmeye çalıştıkları bilnen bir gerçektir. Kur'anın gündem etmediği konuları tartışıp bunlara kur'andan delil getirmeye çalışmak bu fırkaların genel bir özellği olup önkabullu okumalar neticesinde çıkarılmış suni düşünceler yüzyıllarca tartışma konusu yapılmış olup bu konuda bunlardan biridir.  

"Gayb" kavramını kur'an insanların bilmediği geçmiş ve gelecek olaylar için kullanmakta olup, Allah cc için böyle bir durum sözkonusu olamaz. Rum ordusunun yenilgisinin ardından tekrar galip geleceği insanlar için bir gayb bilgisi olup," Allah cc nin gaybı bilmesi" demek kendi açısından gayb olan bir şeyi anlamına asla gelmeyip bizler açısından gayb olan bir şeyi bilmesi anlamına gelir'ki karıştırılan nokta burası olup Allah cc için gayb diye bir şey olmasının imkanı yoktur.    

Hadid s. 22-23. ayetlerinde , arz veya insanlara isabet eden herhangi bir şeyin onun meydana gelmesinden önce bir kitapta bilgisinin olduğu ve bu bilginin kulun imtihanı olduğu bildirilmektedir. Bu önceden bilmenin kulların yapacakları üzerinde herhangi bir baskı olmayıp , kulların özgür iradeleri ile yapacaklarının önceden bilinmesi anlamına gelir. Bu şekilde bir bilinmenin imtihana herhangi bir etkisi olmayıp kulun yapacak olduğu ameller noktasında serbest olmadığı anlamına gelmez.   

Rum ordusu tekrar galip gelecekse bunu Allah cc nin onların galip geleceklerinin ezelde yazdığı için değil yenilgilerinin ardından toparlanarak galip gelmenin gereklerine uyarak yeniden savaşacaklarını ve sonunda neticenin rum ordusunun galibiyeti ile sonuçlanacağını bilmesidir. Rum ordusu şayet bu ayeti bilse ve ona inansa, "  Allah bizim galip geleceğimizi ezelde yazmış nasılsa galibiz savaşta fazla güç sarfetmememize gerek yoktur" deselerdi acaba galip gelebilirlermiydi?.  

Rum ordusunun bu galibiyeti onların sebeblere tevessül ederek savaşmaları sonucudur. Allah cc nin bilgisinin sınırlayarak "Allah cc nin bir şeyi yaratmadan önce bilmesi caiz değildir" diyen görüşün kur'an tarafından red edildiğinin açık bir örneğinin sergilendiği ayetlerdir. Bu düşünceyi red eden gaybi konularda haber veren buna benzer bir çok ayetin bulunduğunu geçmişteki bu tür düşünceleri bugün taklit ederek Allah cc nin bilgisine sınır koymak isteyenlere hatırlatırız.   

4. ayetteki " o gün Mü'minler sevineceklerdir" cümlesi ile ilgili olarak bir kaç söz etmek yerinde olacaktır. Ayetin öncesi Rumların galibiyetine Mü'minlerin sevinmesi demek onların "ehli kitap" savaştıkları ordunun müşrik olması "ehveni şer!" duyguları altında Hristiyanların galibiyetlerine sevinecekleri anlamına gelmez. "O gün Mü'minlerin sevinmesi" demek, bu galibiyetin olmadan önce haberinin verilerek kur'anın olmadan önce verdiği bir haberin gerçek çıkması sonucudur. Sayın Abdülaziz Bayındır hoca 4. ayet ile ilgili olarak önceki yıllarda söylemiş olduğu bu sevinmenin "bedir galibiyetinin haberinin verilmesi" iddiasından sanırız yeni ortaya "attığı düşünceleri ile çelişki arz edeceği için geri dönmesi gerekmektedir. 

Allah cc nin dilediğine yardım etmesi demek onların galibiyetlerinde baskıcı rol oynayarak karşı tarafın mağlubiyetinde etkin rol oynaması anlamında olmayıp galibiyeti isteyen tarafın gerekleri yerine getirmesinin sonucudur.

"Allah kulunun imtihanı ile ilgili sonucunu bilmez" şeklindeki düşüncenin rum s. ayetleri üzerinden ne derece doğru olduğunu düşünecek olursak şöyle bir netice çıkar. Rum ordusunun ve savaştığı tarafın'da imtihana tabi tutulduğu gerçeğinden hareketle bu imtihanın rum ordusunun galibiyeti karşı tarafın mağlubiyeti ile sonuçlanacağını olay daha vaki olmadan bilinmesi bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koyması açısından önemlidir.  

Sonuç olarak, Rum s. ilk ayetleri olmamış bir olayın sonucunun nasıl olacağını bilinmesi şeklinde mesaj taşıyan ayetler olup , Allah cc nin bilgisini sınırlayan düşünceleri red eden ayetlerdir.   

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.





22 Mayıs 2013 Çarşamba

Rum s. 30. Ayeti ve Fıtrat, Rab-Abd İlişkisi

Rum s. 30. ayetinde Rabbimiz mealen "Öyleyse sen, yüzünü Hanif olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler." buyurmaktadır. Ayette bütün insanların, "fıtrat" adı verilen bir yaratılış düzeni içinde yaratıkları ve hiç bir insanın bunun dışında olmadığı beyan edilmektedir. 

Peki bu nasıl bir fıtrat'tır ki dünyanın neresinde olursa olsun ve ya hangi bölgesinde olursun değişmiyor , yani Mekke'de Kabe'nin karşısında doğan bir çocuk ile Avustralya'nın Aborjin yerlisi olarak doğan bir çocuk aynı sistem üzerinde yaratılıyor.  Kur'an bunun  cevabını diğer surelerde ki ayetlerde vermektedir. Rum s. 30. ayetini bağlamı içinde okuduğumuz takdirde bu cevaplardan birini surenin ilgili ayetlerinde'de görmekteyiz.   

Allah cc kur'anda mesel darb ederek anlatma üslubunu bir çok ayette kullanmış olup bu tür anlatımlar insanın anlamasını kolaylaştıran ve hatırda kalıcı olmasını sağlayan bir anlatım tarzıdır. Bu tarz anlatımı bizlere kendisini tanıtırken ve bizim Allah cc karşısındaki durumuzu anlatan ayetlerde'de karşımıza çıkmaktadır. Rum s. 28. ayetinde bu şekilde bir mesel darb edilmiş olup konumuz  ile yakın alakalıdır.  

----- 030.028 (Allah) size kendinizden bir misal verdi: Hiç size kısmet ettiğimiz şeyde elleriniz altındaki kölelerinizden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur, aranızda birbirinizi saydığınız gibi, onları da sayar mısınız? İşte düşünecek bir toplum için ayetleri böyle ayırdediyoruz.
-----030.029 Fakat zulmedenler hiç bir ılimsiz hevalarına uydular, artık Allahın şaşırdığını kim yola getirebilir? onlara yardımcılardan eser de yoktur.
-----030.030 Öyleyse sen, yüzünü Hanif olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.
-----030.031 Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salatı ikame edin; müşriklerden olmayın.
-----030.032 (O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayıran ve kendileri de parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp-sevinç duymaktadır.

Rum s. 30. ayetini 28-32. ayetlerin bağlamı içinde okuduğumuz takdirde 30. ayetin mesajı daha net anlaşılacaktır. Fıtrat,Rab,kul ilişkisini kur'an içine serpilmiş olan ayetleri bir araya getirdiğimiz takdirde anlamamız kolaylaşacaktır. Başlangıç ayetimiz araf s. 172-173. ayetleridir.   

   -----007.172-3 Rabbin, ademoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim» demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: «Evet şahidiz» demişlerdi. Bu, kıyamet günü, «Bizim bundan haberimiz yoktu» dersiniz veya «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?» dersiniz diyedir.

Ayetler yaratılan ve yaratılacak olan bütün insanların, Allah cc yi rab olarak bilme itiyadında yaratılmış olduklarını beyan etmektedir. Bu beyana Mekke'de  veya Aborjin yerlisi olarak doğan herkes dahildir.Adem'den başlayıp kıyamete kadar doğan her insan kıyamet günü kendisine verilen bu bilgi dahilinde hesaba çekilecektir. Bunun içindir'ki, ne bizim Müslüman bir anne babadan doğmamız avantajdır, ne de Aborjin yerlisi bir ana babadan doğmak  dezavantajdır. Allah cc nin elçileri vasıtası ile indirmiş olduğu herhangi bir kitap kendisine ulaşmamış olup o kitaplardaki emir ve yasaklardan haberi olmadan yaşamış bir insana bu kitaplardaki emir ve yasaklara uyup uymadığı sorulmayacak olup bu insanlar fıtratlarında olan Allah cc yi mi yoksa başkasını mı Rab olarak bilip bilmediği üzerinden sorguya tutulacaklardır.  

En'am s. ayetlerindeki İbrahim as kıssası fıtratı çalıştırarak Rabbi bulmanın anlatıldığı bir bölümdür, ayetlerde İbrahim as görmüş olduğu yıldız, ay ve güneşin önce parıltısına binaen , "bunlar Rabbim olabilir " demiş sonra fıtratı çalıştırma örneği olarak onların batttıklarını görünce onların üstünde başka bir varlığın olduğunu kavmine tebliğ etmiştir. İlgili ayetlerde "bu benim Rabbimdir" demesi tartışma konusu olmasına rağmen onun üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmak İbrahim as ın yıldız, ay ve güneşe Rabbim neden dediği tartışmalarına gerek bırakmayacaktır.    

Yazımızın başında kur'anın mesel yolu ile anlatıma önem vererek bu uslubta bir çok ayeti barındırdığına işaret etmiştik. Kur'an bize Allah cc yi tanıtırken yine bu uslubu kullanarak "Rab-Abd" tasviri içinde anlatır. Kur'anın nazil olduğu zaman içinde "Rab" kelimesinin Araplar için ifade ettiği anlam teşbihi içinde Allah cc nin, "Alemlerin Rabbi" olması yine o günkü kullanılan ve bilinen anlam olarak "köle"yani abd kelimesi etrafında bizim onun karşımızdaki durumumuzu anlatmıştır. YANİ ALLAH CC BİZİM RABBİMİZ BİZDE ONUN ABD I YANİ KULUYUZ..  

Bu durumu anlatırken insanların köle -efendi ilişkisi içinde birbirleri ile olan durumlarını örnek vererek bizlerin onun karşısındaki durumuzu beyan etmiştir. Rum s 28 . ayeti buna bir örnektir. Allah cc ayette, köleleriniz ile kendinizi aynı kefeye nasıl koymazsanız bende sizi benle aynı kefeye koymam veya köleniz ile aranızda nasıl bir statü farkınız varsa benimle sizin arasındada benzer statü frakı vardır deyip kimseyi rablik iddiasında bulunmamaya çağırmaktadır.   

30. ayette bahsedilen "fıtrat" o fitrattır'ki Araf s 172-173. ayetlerinde beyan edildiği üzere bizleri kendisinden üstün varlığı rab olarak bilme itiyadında yaratmış olup hiç bir insan bu şekilde bir fıtrat dışında değildir. 30. ayet bizlerin bu fıtrat üzere yani "abd-köle" fıtratı üzere yaratıldığımızı bütün insanların bunun dışında olmadığının beyanıdır.    

Bizlerin istisnasız olarak kendi üzerimizde üstün bir varlığı gücünü hissederek yaşama itiyadında yaratılmamız gerçeğinden hareketle kendimizden üstün 2 farklı rabbe iman etmekteyiz, 1- Allah cc yi 2- şeytanı . Bütün insanlar istisnasız olarak ya Allah cc yi yada şeytanı rab olarak bilerek hayatlarını onların vahy ettikleri üzerine kurarlar.  

Bizler Allah cc yi rab olarak bilip onun vahyettiklerine üzerine hayatımızı yönlendiririz. Şeytanı Rab edinenler ise onlarda aynı şekilde şeytanın vahyettikleri üzerine kurulmuş olan dinlerini hayatlarına ikame ederler. Asıl olan ve Allah cc nin "Alemlerin Rabbi" olmasına binaen bütün insanların ona kul-abd olması gerektiğidir.   

Başka ayetlerde kendisinin yegane ilah ve rab olduğunu bir çok vurgulayan Allah kendisinden başka ilahlar olması durumunda olacakları şu şekilde bildirmektedir. 

 -----021.022Yerde Gökte Allahtan başka ilâhlar olsa idi ikisi de fâsid olmuş gitmişti, rabbın o arşın rabbı Allah münezzeh sübhandır onların isnad ettikleri vasıflardan.
-----039.029 Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler.

Allah cc kendisinin tek olduğu ve kendisinden başka ilahlar olsaydı doğacak olan kaosa dikkat çekerek akletme ile ilgili mesel vererek bizleri bilgilendirmektedir. Allah cc nin, yaratmış olduğu insanlara elçiler ve kitaplar göndererek fıtratları doğrultusunda olan ,kendisinden yüce bir varlık olan Allah cc yi Rab olarak ibadet yani kulluk etmelerini istemiştir, ancak şeytan o insanlara çeşitli vesveseler vererek kendisini Rab olarak bilmelerini vahyederek bir çok insanı yoluna çekmiştir.   

Sonuç olarak, Rum s. 30. ayeti insanın fıtrat olarak kendisinden yüce olan bir varlığa kul olma itiyadında yaratılmış olduğu ve bu durumu 28. ayette bir meselle anlatarak kendimiz üzerinden görselleştirip köle-efendi (Rab) arasındaki statü farkına bizim bile razı olamayacağımızı bildirip kendisinin buna hiç razı olmadığı , insan kendi statüsünü bilip kul olmaktan sıyrılıp rab olmaya soyunamayacağı bunun tersi bir duruma soyunduğu takdirde sonuçlarına katlanacağını müteaddit ayetlerde bildirir. Allah cc nin Rabliğini red edip kendisini rab ilan eden kullara uyanların da aynı şekilde sonucuna katlanacağını beyan eden Rabbimizin ebedi azabına düçar olmamak için kendisinden başka ilah ve rab tanımadan onun kulu olduğumuzu unutmamız gerekmektedir.   

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Sünnet Terimi ve Allah'ın Sünneti-Resulun Sünneti-Müşriklerin Sünneti

Yazımızın başlığına 3 farklı sünnet kelimesini kullanmamız bu kelimenin genel bir anlamı olduğu içindir. Hangi terkiple kullanılırsa bu terim ,"onun izlediği yol" anlamına gelmektedir , dolayısı ile Kur'anda bu anlama uygun sünnet çeşitleri görmekteyiz.   

"Sünnet" kelimesi, "iyi veya kötü tutulan yol,gidişat, davranış" anlamlarına gelmektedir. Bu anlama gelen kelimenin önce Kur'anda Allah cc nin kendi uyguladığı yolu yani sünneti olarak kullanılan ayetleri görelim.   

 -----008.038 Kâfir olanlara de ki, nihâyet verirlerse geçmişteki günahları onlara bağışlanır. Ve eğer yine geri dönerlerse, artık şüphe yok ki, evvelkilerin sünneti geçmiştir.

Enfal s. 8. ayetinde kafirlerden mü'minlere olan düşmanlıklarına son vermeleri istenilmekte, aksi takdirde kendilerinden evvel geçmiş olan kavimlere uygulanan helak sünnetinin uygulanacağı tehdidinde bulunulmaktadır. 

-----003.137 Sizden önce, Allah’ın koymuş olduğu sünnete uygun olarak, nice olaylar, ümmetler geçti... İsterseniz dünyayı gezip dolaşın da dîni yalan sayanların âkıbetlerini görün!

Al-i imran s. 137. ayetinde, dini yalanlayanların akıbetlerinin helak olduğu bu helakın bir sünnete uygun olarak herkese uygulandığının , yıkıntılarının görüleceği bildirilmektedir.

-----004.026 Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Nisa s. 22-23-24-25. ayetlerinde bildirilen hükümlerin 26. ayette kendilerinden öncekilere uygulanan emirler olduğu bildirilerek kur'andaki ilgili hükümlerin kur'an nazil olmadan evvel insanların yükümlü oldukları emirler olduğu beyan edilmektedir.   

----- 015.013 Onlar ona (indirilen Kitaba) inanmazlar, oysaki evvelkilerin sünneti geçmiştir.

Hicr s. 15. ayetinde kendilerine indirilen kitablara inanmayanlara uygulanan helak sünneti hatırlatılmaktadır.   

----- 017.76 77 Memleketinden çıkarmak için seni nerdeyse zorlayacaklardı. O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi.Senden önce gönderdiğimiz resuller hakkında cari olan sünnet budur. Sen bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın!

İsra s. 76-77. ayetlerinde, müşriklerin Muhammed as ı yurdundan etmek için zorlamaları neticesinde başlarına gelecek olanların kendilerinden önce geçmiş olan kavimlerin kendilerine gönderilenleri inkar edip yurtlarından çıkarmaları neticesinde başlarına gelen helak olayının bunlarında başlarına geleceğini bunun Allah cc nin bir sünneti olduğunu bu sünnette bir değişiklik yapmadan aynısını Mekke müşrikleri içinde uygulayacağı beyan edilmektedir.    

-----018.055 İnsanlara doğruluk rehberi gelmişken, onları inanmaktan, Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan öncekilere uygulanan sünnetin kendilerine de uygulanmasını veya gözleri göre göre azaba uğramayı beklemeleridir.

Kehf s. 55. ayetinde, kendilerine gönderilen elçiye inanmamalarına sebeb olan şeyin kendilerinden öncekilere uygulanan helak sünnetinin gelmesini beklemeleri olduğu beyan ediliyor. Kur'andaki diğer ayetlerde müşriklerin iman etmelerinin artık kendilerine helak gelince ancan bu imanlarının kendilerine fayada vermediği beyan edilirek bu hatırlama yapılıp mekke müşriklerininde helak gelediği vakit imanlarının fayda etmeyeceği hatırlatılmaktadır.   

 -----033.037-38 Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah'tan sakın» diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.Allah'ın Peygamber'e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı sünnetidir. Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.

Ahzab s. 37.38. ayetinde, insanlar arasında yaygın olan bazı adetlerin elçilerinin vasıtası ile  kaldırmasının Alah cc nin bir sünneti olduğu vurgulanarak Muhammed as ı evlatlığının boşamış olduğu hanımla evlendirerek, evlatlıklarının boşamış olduğu kadınlarla evlenilmesini hoş karşılanmayan bir toplumda bu tabuyu onun vasıtası ile kaldırması konu edilmektedir.

-----033.60-61-62 İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar.Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler.(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnet idir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.

Ahzab s. 60-61-62. ayetlerinde, münafıkların mü'minlerin elleri ile nifaklarından vazgeçirilmelerinin Allah cc nin bir sünneti olduğu bu sünnetin öncekiler içinde uygulandığı bildirilmektedir. 

-----035.42-43 Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.(Bu da) yeryüzünde bir kibirlenme ve bir suikast düzenidir. Halbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.

Fatır s. 42-43. ayetlerinde, kendilerine elçi geldiği takdirde iman edeceğini söyleyenlerin o elçi geldiği zaman onu inkar etmeleri ve bu inkarlarının neticesinde helake uğramalarının Allah cc nin sünneti olduğu aynı şekilde mekkeli muhataplarında bu inkarlarına devam ettiği takdirde değişmeyen sünnetin uygulanacağı bildirilmektedir.   

 -----40.082-85Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca) daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından da kendilerinden daha üstündüler. Fakat kazanmakta oldukları şeyler, (azaba karşı) onlara hiç bir şey sağlayamadı.Resulleri onlara açık açık delilleri getirdikçe, bunlar kendilerinde bulunan bilgi ile şımarıp böbürlendiler. Sonunda alaya almalarının cezası, kendilerini her taraftan kuşatıverdi.Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.

Mü'min s. 82-85. ayetlerinde, güçlü ve kuvvetli kavimlerin kendilerine gelen elçileri inkar etmeleri sonucunda helak edilmeleri anlatılmakta, burada "müşriklerin sünneti" diyebileceğimiz bir durum bizlere anlatılarak o müşriklerin helak anında iman etmeleri , bu imanlarının onlara fayda vermemesi Allah cc nin sünneti olduğu beyan edilemektedir.  

  -----048.22-23 Kâfir olanlar, sizinle savaşmış olsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı; sonra, ne bir veli (koruyucu dost), ne de bir yardımcı bulamazlardı.Bu, önceden beri geçmiş olan Allah'ın sünnetidir. Ve sen; Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.

Fetih s. 22.23. ayetinde mü'minlerle savaşan kafirlerin kendilerine bir dost ve yardımcı olarak Allah cc yi yanlarında bulamamalarının öteden beri süregelen bir sünnet olduğu beyan edilmektedir.    

Kur'anda "sünnet" kelimesi ile ilgili olarak geçen ayet meallerini sıraladıktan sonra görünen odurki "Allah'ın sünneti" olarak bizlere bildirilen ayetlerin ağırlık noktası , kendilerine gelen elçiyi red edenlerin helak edilmesinin bir sünnet olduğu ve bu sünnette değişme olmadığı görülmektedir.   

Özellikle kur'an kıssalarını okumada önkabullu davranan bir kesim elçilerin bazıları ile ilgili olarak anlatılan görsel ayetlerin inkarına "Allahın sünnetinde değişiklik bulamazsın" cümlesini dillerine dolayarak bu tür ayetlerin imkansız olduğunu savunmaktadırlar. Ortasından kırpılarak yapılan bağlamdan kopuk olarak yapılan bu okumada, Musa as ın asası yılan olamaz, deniz ortadan ikiye ayrılamaz,İsa as babasız doğamaz veya İbrahim as ın atıldığı ateş gerçek ateş olamaz  gibi çıkarımlar yapılmakta savunma ayeti olarak ortasından kırpılıp okunan "Allahın sünnetinde değişiklik bulamazsın" ayeti dilden düşürülmemektedir.   

Allah cc hangi sünnetinde değişiklik olmadığını ayetleri bütüncül bir yaklaşım ile okunduğu kolayca görülebilecek iken kıssalarda anlatılan görsel ayetlerle ilgili olarak "böyle bir şey olamaz" mantığıyla yapılan bir okumada yapılan zorlama tevillere maalesef  ortasından kırpılan "Allahın sünnetinde değişiklik olmadığı" ayeti payanda yapılmak istenmektedir.    

Yine Kur'an hakkında  problemli düşüncelere sahip olduğunu düşündüğümüz bazı kişiler, kur'andan "Sünnetullah" kelimesinin geçtiği "peygamber sünneti" diye bir kelimenin geçmediğinden hareketle Muhammed as ın yaşamış olduğu hayatındaki Kur'ani uygulamaları ret etme yoluna gittikleri görülmektedir.  

Sünnet kelimesi sadece Allah cc için kullanılacak özel bir kelime olmayıp genel bir kelimedir. 

Allah cc nin uyguladığı izlediği bir yol varsa elçilerinde bir yolu sünneti vardır, hatta müşriklerinde helak anında iman etmeleri onların bir sünneti olarak karşımız çıkmaktadır. Muhammed as ın kur'anı hayata tatbik etme noktasında izlediği yolda onun bir sünneti olup buna karşı çıkmak kur'anla elçinin arasını ayırmak anlamına gelir.  

Müşriklerin sünneti olarak niteleyebileceğimiz ilgili ayetlere bakarsak görülür ki , onların her elçi geldiğinde kendilerinden önce helak olan kavimlerin o elçilere karşı geliş yollarını izleyerek sanki karbon kağıdı konmuş gibi aynı sözleri tekrarlamaları, gelen elçilerin beşer olmalarına itirazları, melek elçi istemeleri vs gibi. 

Elçilerin sünnetleri olarak niteleyebileceğimiz ayetlere bakarsak, kendilerinden önce gelen elçiler  gibi aynı tebliği yapmaları, müşriklere karşı olan duruşları, onlara karşı olan tebliğ ve davranışları onların sünneti olarak bizlere örneklik sergilemektedir.   


Kur'anın "sünnet" terimini has değil genel olarak kullanımı bu kelimenin Muhammed as ın örnekliğini ret için istismar edilip kur'anda "Muhammed as ın sünneti geçmiyor" şeklinden bir bahane ile dışlama yoluna gitmek kur'anı arkaya atmaktan başka bir anlamı yoktur. Kur'an bir çok kıssada Muhammed as dan önceki elçilerin örnekliğini anlatırken o elçilerin sünnetlerini de anlatmaktadır, Mekki sureler deki vahiy karşıtlarına nasıl davranılacağını öğütleyen ayetler veya muhataba nasıl tebliğ yapılacağını öğütleyen ayetleri uygulama safhasına koyması Muhammed as ın sünneti değilde nedir?

Medine de nazil olan ayetlerde Mekke deki nazil olan ayetler gibi yaşanan hayatın içindeki olaylarla ilgili olarak inmiş olup yaşantı ve örnekliği bir arada bizlere sunan ayetlerdir. Bizler bu ayetler içinde resul as ve arkadaşlarının yaşantılarını görüp kur'an ayetlerinin bir ütopik düşünceyi anlatmadığını görüyoruz.  

Yaşanmış ve örnekli bir hayattan soyutlanarak okunan bir Kur'an ütopik bir kitap olmaktan öteye geçmeyen "eskilerin masalları" mesabesinde kalmaya mahkum bir kitap olmaktan öteye geçmeyecektir. Kur'anda sünnet kelimesinin  sadece "sünnetullah" olarak geçmesi demek başka sünnetlerde yok demek anlamına gelmez. Resul as ın yaşanmış örnekliğini ret etmek demek Kur'ani bir düşünce olmayıp kur'an düşmanlarının payandalığını yapan bazı cahil kesimin kandırılarak onların kullanılmasından başka bir şey değildir.  

Bizler resul sünneti adı altında yapılan yanlışları gözönüne alıp onun örnekliğini red etmemiz demek "papaza kızıp oruç bozmak " deyiminin bir karşılığıdır. Hiç bir yanlış uygulama bizlere doğru olanları da atmak hakkını vermez bu tür yaklaşımlar doğru ve iyi niyetli yaklaşımlar değildir. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



19 Mayıs 2013 Pazar

Beyt'ul Ankebut ve Beyt'ullah

Allah azze ve celle alemlere rahmet ve hidayet olan kitabının ankebut s. 41. ayetinde mealen şöyle buyurmaktadır. 

 "Allah'tan başka dost edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi. "

Bu ayet mesel ile anlatmanın güzel örneklerinden biri olup örümceğinin evinin dayanıksızlığının  teşbihi üzerinden , Allah cc den başka veli edinenlerin durumunu örümceğin yapmış olduğu ev misali bir üfürükle yıkılacak cinsten evler olduğu bildirilmektedir. Bu ayetteki teşbihten hareketle kabenin "beyt" olarak adlandırılmasının ve kabenin "beyt'ullah" olarak anılmasının bizler için ne anlam ifade etmesi gerektiği üzerinde durmak istiyoruz.    

"Beyt" kelimesi lügatte "insanın gece sığındığı yer" anlamına gelir. Kur'an gece kelimesini hem hakiki manada "günün bir vakti" olarak, hemde mecazi manada "vahye iman etmeyenlerin" durumları ile ilgili olarak kullanımıştır. Hakiki anlamda "vennehar" olarak gece kelimesi mecazi anlam olarak vahyi kabul etmemeyi gecenin karanlığı anlamında "ezzulumat" olarak kullanır. 

----- [002.257]  Allah iman edenlerin velisidir onları zulümattan nura çıkarır, küfredenlerin ise velileri Taguttur onları nurdan zulümata çıkarırlar, onlar işte eshabı nar, hep orada kalacaklardır.
-----005.016] Allah bununla rıdvanı ardınca gideni selâmet yollarına doğrultacak ve iznile onları zulmetlerden nura çıkarıb doğru bir yola koyacak.
-----006.039]  Ve o kimseler ki, Bizim âyetlerimizi yalanladılar. Zulmetler içinde kalmış birtakım sağır ve dilsizlerdir. Allah Teâlâ kimi dilerse şaşırtır, kimi de dilerse doğru bir yol üzerinde kılar.
-----006.122]  Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamıyanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir.
-----014.001]  Elif, Lam, Ra. bir kitab ki sana indirdik insanları Rablarının iznile zulmetlerden nûra çıkarasın diye: doğru o azîz hamîdin yoluna ki bütün izzet-ü hamd onun.

Örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere vahiy, mecaz anlamda "ennur"(aydınlık) vahye iman etmemek ise, "ezzulumat" (karanlık) anlamında kullanılmıştır. İnsan nasıl gecenin karanlığından veya tehlikesinden bir yerlere sığınma ihtiyacana binaen kendisine "beytler" (evler) inşa ettiyse , Allah cc de insan için "ezzulumat" kelimesi ile karanlığa benzettiği "şirk" ten şığınmak için "beyt" inşa ettirmiştir. Mekke'de olan bu beyt sembolik olarak "Allahın evi" adıyla bilinir ve o eve sığınanın şirkte düşmekten emin olacağı bildirilir.   

----- 003.96-97Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke) de, o, kutlu ve bütün insanlar (alemler) için hidayet olan (Kâbe) dir.Orada apaçık alametlerle, İbrahim'in makamı vardır. Kim, oraya girerse emin olur. Ona yol bulabilen herkesin, Ka'be'yi haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim inkar ederse; bilsin ki doğrusu Allah, alemlerden müstağni'dir.

97. ayette, "kim oraya girerse emin olur" cümlesini biraz açmak istiyoruz. Bir insanın beyt'in içine girmesi onun canını garanti alması konusu bir tarafa daha geniş anlamını düşünecek olursak "beyt' e girmek" ten kasıt o beyt üzerinden kur'anın anlatmış olduğu tevhid akidesinin altına girmektir.  

Şeytan ve yandaşlarının kıyamete kadar insana düşman olacakları onu şirk bataklığına gömmek için ellerinden geleni yapacakları bilinen bir gerçektir. İbrahim ve oğlu ismail  as .ın temellerini yükselltiği ve insanlar için yapılan ilk ev olmasının bu evin temellerinin ne kadar eski olduğunu göstermektedir. İnsanlar için kurulan ile ev olması oradaki yerleşim tarihinin'de eskilere dayanmasının bir göstergesidir.   

Sembol kelimesi , "bir gayeyi bir fikri ifade eden ortak bir anlamı olan harf,kelime veya obje" anlamına gelen bir kelimedir.  Kabe'ninde taş bir bina olmasının ötesinde sembolize ettiği bir anlam vardır. 

-----002.125 Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam- ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: «Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!»

Bakara s. 125. ayetinde geçen "beytiye" (benim evimi) şeklindeki geçen kelime kabeyi Allah cc nin "beyt'im" yani evim şeklinde tanımlaması burasının diğer bir adının BEYT'ULLAH olarak kabul edilmesini beraberinde getirmiştir. Burada yeri gelmişken şunu ifade etmek isterizki, kur'anı tek kaynak olarak aldıklarını söyleyen bazı kişiler bu şekilde bir kelimenin kur'anda geçmediğini öne sürerek bu kullanımın yanlış olduğunu iddia etmektedirler. Onlara sadece kur'andaki kabe,hacc ,mekke ile ilgili ayetlerin sadece meaalerini değil metinleri ile birlikte okuyarak bu kelimenin nasıl geçtiğini sonrada bu kullanımın kur'anla nasıl  
örtüştüğüne bakmalarını tavsiye ediyoruz.   

"Kabe" veya "beytullah" sembolleri üzerinden verilmek istenen mesajı anlamak için önce  "beyt" kelimesinin insan için ne  ifade ettiğini anlamak, sonra ankebut s. 41. ayetindeki ayetin mesajını anlamak gerekmektedir. Ankebut s. 41. de Allah cc örümceğin evinin dayanıksızlığını hatırlatarak sağlam evin hangisi olmasını gerektiğini göstermektedir. Allahın evinin şirke karşı sığınılabilecek en sağlam ev olduğu yukarda mealini verdiğimiz al-i imran s. 96-97. ayetlerinden anlaşılmaktadır. İnsanların oraya girmeleri demek sadece çatısının altında toplanmak şeklinde değil, beyt sembolü üzerinden anlatılmaya çalışılan kişinin şirk zulumatından tevhid nuruna girmesidir.

İnsanların yılın belli bir zamanında bir araya gelerek kabeyi tavaf etmeleri veya dünyanın  neresinde olurlarsa olsunlar salatlarında yüzlerini oraya döndürmeleri orasını Allah cc nin sığınılacak evi olduğunu unutmamaları anlamına gelir. Bugün bu şuurdan yoksun olarak yapılan bu ritüeeller bazı kesimlerin istismar edebileceği bir hale gelmiş ve beyt2in bir put olduğu düşüncesi dile getirilmeye başlanmıştır.   

Beytullah'ın sembolize ettiği anlamı bırakıp onun taşına ve örtüsüne tazime başlayan müslümanların bu yaptıkları Allah cc nin kendi evine istediği tazim olmayıp aksine tevhid akidesinin aksine yapılan bir hareket olduğu bilinmelidir. Yapılan bu yanlışlar beytullahın olması gereken işlevini müslümanlardan daha iyi kavrayan şeytan yandaşlarının işlerine gelmiş kendilerini kur'anla özdeşleştiren ancak kur'andan haberi olmayan bazı kesimleri kullanarak müslümanlardaki bu şuuru örtmek için beytullahın bir put olduğu sözlerini onlara söylettirme çabasına girmişlerdir. Beytullah'ın bir put olduğunu herhangi bir gayri müslüma kişi söylese bu sözleri dolayısı ile bütün müslümanların onlara tepkisini bilen şeytan yandaşları bazı cahil kesimleri kandırarak bu söylemlerini sözde kur'anı öncelliğini iddia eden saf kişileri söyletebilmektedirler.

-----002.189  Onlar sana hilalleri soruyorlar. De ki: «Onlar, insanlar için ve hac için vakit ölçüleridir. Birr, evlere arkalarından gelmenizle değildir, gerçek birr, korunanlardır. Evlere kapılarından gelin ve Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.

Bu ayetteki "evlere arkadan girme" ile alakalı olarak tefsirlerde cahiliye devrinde hacc zamanı insanların evlerine kapıdan değil arkadan girdikleri gibi bilgilere rastlamakla beraber bu deyimin daha geniş bir anlamı olması gerekiğini düşünmekteyiz. Ayette "birr" kavramı ile anlatılmak istenen şey insanların kendi yanllarından uydurdukları bid'at inaçların yanlış olduğu Allah cc ye yakınlık adına yapmış oldukları uygulamaların yanlış olduğu, eğer Allah cc ye yakın bir kul olmak istiyorlarsa "evlere kapılarından girmeleri" yani Allah cc nin em
i doğrultusunda hareket etmeleri emredilmektedir. Bazıları evlere arkadan girme yanlışına karşı başkalarının o evi kökten yıkma çabası doğru bir yöntem olmayıp şeytan yandaşlarının ekmeğine yağ süren düşüncelerdir.  

----- 71.028 «Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin de yalnız helakını artır.»

Nuh s. 28. ayetinde nuh as "evime inanmış olarak gireni bağışla" diye yapmış olduğu dua onun geceleri barınmak için oturduğu eve anlamında değil onun davetini kabul edenler anlamındadır.   

Sonuç olarak, ankebut s. 41. ayetinde "çürük ev" teşbihinden hareketle bu tür evlere girilmemesi, aksine sağlam olan eve yani Allah cc nin evine girilmesi gerektiği bizlere emredilmektedir. Semboller ve meseller üzerinden yapılan anlatımların anlaşılma kolaylığı üzerinden hareketle ,Allahın beyt'i olan kabeye kur'anın emrettiği şekilde yapılan tazimler ve onun müslümanlar için ifade ettiği anlamın doğru şekilde anlaşılması şirk evlerini terkedip tevhid evine girmek olduğudur.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.