Kur'an; kıssa yollu anlatımları ile geçmişte yaşamış bazı kavimlerin işledikleri suçlar sebebi ile helak edildiklerini bildirmektedir. Kur'an'ın haber verdiği bu helak olaylarını masal tadında okuyan bir kısım insan, helak olayının devam eden bir süreç olup olmadığı noktasında yapılan tartışmalar ile vaktini geçirerek, bu olayların değişmez toplumsal yasaların bir sonucu olduğu ve bu sürecin Kur'an tarafından beyan edilen aynı suçların işlendiği takdirde kıyamete kadar devam eden bir süreç olduğunu maalesef fark edememektedir.
Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki; Kur'an kıssalarını okuyanlar, okudukları kıssalarda anlatılan helak olaylarını, sadece o kavme ve o zamana has olaylar olarak değil, "Sünnetullah" adı verilen toplumsal yasaların bir gereği olarak meydana geldiğini ve bu yasaların değişmezliği dikkate alındığında, günümüzde de her an yaşanabilecek olaylar olduğu bilinci içinde okumaları gerekmektedir.
Bu bilinç içinde okunan kıssalar ibret alınacak kıssalar haline gelerek, helak edilen kavimlerin başlarına gelen helak sebebinin aynısının, bizler tarafından hayata geçirilmemesi gerektiği düşüncesi insanlarda hakim olacaktır.
Kavimlerin dünya hayatı içinde yıkıma uğraması, onların kendilerine Allah(c.c) tarafından yüklenmiş olan hayat sistemini icra etmeyerek, başkaları tarafından empoze edilen hayat sistemini yaşama geçirmeleri sebebiyledir. Bu nokta dikkate alındığında, Allah(c.c) dışındaki yaşam sistemi belirleyicileri tarafından insana empoze edilen bütün sistemler yıkıma uğramaya, dolayısı ile bu sistemleri hayatlarına geçirenler de yıkıma uğramaya MAHKUMDUR.
Faize dayalı bir yaşam, Allah(c.c) tarafından yasaklanan bir sistem olup, bu sistemi hayatlarına geçiren kişi ve bu kişilerin oluşturduğu toplumlar, faizin sebep olduğu ekonomik ve sosyal yıkımlar sebebi ile helak olmaya mahkumdur.
Helak devam eden bir süreç olduğuna göre, yaşadığımız dünya insanını tehdit eden helak biçimlerinden bir tanesi de harcamalarında orta yolu tutmalarına engel olan ve özellikle kapitalist sistemin baş aktörü faiz yuvaları olan bankalar tarafından neredeyse zorla verilen kredi kartlarının sebep olduğu helaka dikkat çekmek istiyoruz.
[007.031] Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
[017.026-27] Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki; Kur'an kıssalarını okuyanlar, okudukları kıssalarda anlatılan helak olaylarını, sadece o kavme ve o zamana has olaylar olarak değil, "Sünnetullah" adı verilen toplumsal yasaların bir gereği olarak meydana geldiğini ve bu yasaların değişmezliği dikkate alındığında, günümüzde de her an yaşanabilecek olaylar olduğu bilinci içinde okumaları gerekmektedir.
Bu bilinç içinde okunan kıssalar ibret alınacak kıssalar haline gelerek, helak edilen kavimlerin başlarına gelen helak sebebinin aynısının, bizler tarafından hayata geçirilmemesi gerektiği düşüncesi insanlarda hakim olacaktır.
Kavimlerin dünya hayatı içinde yıkıma uğraması, onların kendilerine Allah(c.c) tarafından yüklenmiş olan hayat sistemini icra etmeyerek, başkaları tarafından empoze edilen hayat sistemini yaşama geçirmeleri sebebiyledir. Bu nokta dikkate alındığında, Allah(c.c) dışındaki yaşam sistemi belirleyicileri tarafından insana empoze edilen bütün sistemler yıkıma uğramaya, dolayısı ile bu sistemleri hayatlarına geçirenler de yıkıma uğramaya MAHKUMDUR.
Faize dayalı bir yaşam, Allah(c.c) tarafından yasaklanan bir sistem olup, bu sistemi hayatlarına geçiren kişi ve bu kişilerin oluşturduğu toplumlar, faizin sebep olduğu ekonomik ve sosyal yıkımlar sebebi ile helak olmaya mahkumdur.
Helak devam eden bir süreç olduğuna göre, yaşadığımız dünya insanını tehdit eden helak biçimlerinden bir tanesi de harcamalarında orta yolu tutmalarına engel olan ve özellikle kapitalist sistemin baş aktörü faiz yuvaları olan bankalar tarafından neredeyse zorla verilen kredi kartlarının sebep olduğu helaka dikkat çekmek istiyoruz.
[007.031] Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
[017.026-27] Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
[017.029] Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.
Yukarıdaki ayet mealleri, toplumun çekirdeğini oluşturan bireylerin yaşamları içinde ve bireylerin oluşturduğu toplumların yönetilmesinde nasıl hareket edilmesi gerektiğini öğreten ayetlerdendir.
İnsanlar kazandıklarından fazlasını harcadıkları takdirde veya harcamaları gerektiği halde harcama yapmadıkları takdirde, yaşamın gereği olan orta yoldan sapmanın getirdiği toplumsal yasa devreye girerek insanlar dara düşmekte ve sonuçta bir nevi helaka uğramaktadırlar.
Yaşadığımız ülke bazında olaya baktığımızda, cimrilik değil israfın daha revaçta olduğu ve bu israfın en önemli aktörünün BANKALAR ve onlar tarafından kredi ve kredi kartları yolu ile tüketime zorlanan, sabit ve dar gelirli kesim olduğu görülmektedir.
Yaşadığımız ülkede hakim olan kapitalist sistemin en önemli sloganı "Harcamak, daha çok harcamak"tır. Cebinde parası olan ve harcama gücü fazla olan elit bir kesim için sorun olmayan bu sistemde en büyük zararı; sabit ve dar gelirli kimseler görmektedir.
Cebinde fazla parası olmayan fakat çeşitli algı yöntemleri ile ihtiyacı olmadığı halde "Bu ürün senin ihtiyacın, bunu mutlaka almalısın" şeklinde çağdaş bir sihir yöntemi olan REKLAMLAR ile yapılan sihire tav olan insanların imdadına(!) bankalar "Hızır" misali(!) yetişerek, o ürünü elde etmesini sağlamaktadırlar.
Bankalar bu Hızırlığı(!) (aslında muzurluğu) tabi ki babalarının hayrına yapmamaktadırlar. Çok cazip şekillerde halka sundukları TÜKETİCİ KREDİLERİ ve KREDİ KARTLARI ile insanları gırtlaklarına kadar borçlandırarak, onları iliklerine kadar sömürmektedirler.
Faizle aldığı bu borcu sanki bedava para gibi gören kişiler, bu parayı kısa bir süre içinde harcayarak aylar ve yıllar süren zaman içinde ödemeye mahkum kalmaktadır. Üç günlük zevklerini tatmin için yıllarca borç ödemeyi göze bir insan tipi meydana gelmiş olması, yaşadığımız dünyayı karanlığa sürükleyen en büyük etkenlerden birisidir. Çünkü bu borcu ödeyemedikleri takdirde her türlü yanlışı yapabilecek bir potansiyele sahip olan insandan daha tehlikeli bir varlık yoktur.
Kredi kartları ile ilgili yapılan reklamlara baktığımızda; bu kartlara sahip olmayanlar sanki ezik bir durumda bir kimse, bu kart ile yapılan harcamalar sanki bedava gibi bir imaj çizilmekte, cebinde en az bir adet kredi kartı olmayan insan taş devri insanıymış gibi bir his oluşturularak insanlar kredi kartı sahibi olmaya teşvik edilmektedirler.
Bu karta sahip olan insanların bir çoğu, bu kart ile sahip olunan ürünleri zamanı gelince sanki kendisi ödemeyecekmiş gibi bir hisse kapılarak çılgınca alışveriş yapmakta, ödeme zamanı geldiğinde ise bu borcu nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünmektedirler. Türkiye genelinde kredi kartı borcundan dolayı icra takibine düşen kimselerin sayısını araştırdığımızda bu söylediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.
Gözlerini para kazanma hırsı bürümüş olan bankaların, dini bayramları dahi kullanarak "Geleneksel bayram kredisi" adı altında verdikleri faizli krediler ile insanları tatile göndermeleri veya Kurban Bayramları'nda verdikleri "Kurban bayramı kredileri" ile İslam'ın HARAM kıldığı faiz ile, İslam'ın bir rüknü olan kurban kesmeyi bir araya getirmiş olmaları "Şeytanın bile aklına gelmez" dedirtecek kadar akıl almaz ve ŞEYTANCA bir oyundur.
Allah(c.c)'ye yakın olmak için kurban kesmek isteyenlerin, bu kurbanı O'nun tarafından haram kılınmış bir yolla elde etmeye teşvik edilmesi, kapitalist sistemin çarklarının ne kadar acımasız, zalim ve canavarca olduğunun açık bir göstergesidir.
Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki, kişilerin eğer kurban kesebilecek kadar parası yoksa, bu kişiye zaten kurban mecburiyeti yoktur (kurban kesmenin vacip olduğu fıkhi bir hüküm olup ayrı bir tartışma konusudur). Kendisine kurban kesmek mecburiyeti olmadığı halde, kredi yolu ile kurban parası temin ederek kurban kesmeye çalışmak; kişiyi günaha sokmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Kapitalist sistemin bankalar ve onlar tarafından verilen krediler ve kredi kartlarının insanları nasıl bir hale getirdiği, her gün gazete ve TV haberlerinin baş köşelerini süslemektedir.
Bu haberlere konu olmamak için yapılması gerekenler ne olmalıdır?
Öncelikle kişiler ekonomik olarak gelir-gider dengesini gözeten bir hayat üzere yaşamak zorundadırlar. Gideri, gelirinden fazla olan bireyler, zaman içinde iflas etmeye mahkum olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu durum ise kişilerin HELAK olması anlamına gelecektir.
Arabası olduğu halde başkasının arabasından daha düşük modelli olduğu için borç alarak arabasını değiştirmeye kalkan, telefonu olduğu halde daha üst model almak için borç ile telefon alan, kendilerinden daha üst gelir seviyesine sahip olan insanlara özenerek onlar gibi yaşamak için borç altına giren insanların sonları; borç batağına girerek iflas etmeleri değişmez bir ekonomik yasadır.
Geliri kadar harcamak veya harcadığından fazlasını kazanmak, kişilerin dikkate alması gereken önemli bir yaşam prensibi olmalıdır. Bu prensip ile yaşanan hayatlarda ekonomik sıkıntılar ve bu sıkıntıların meydana getirdiği sosyal sıkıntılar en aza inecek, hatta yok olacaktır.
Gelir-gider dengesinin önemini dikkate alan bir yaşam sürenleri dahi bekleyen en büyük tehlike; çağdaş sihir yolu olan reklamlar yolu ile suni ihtiyaçlar ortaya çıkarılmasıdır.
Medya yayın organları vasıtası ile oluşturulan algı operasyonları ile "İşte bu senin ihtiyacın, bunu mutlaka almalısın." şeklinde empoze edilen sihre aldanan insanlar, bütçelerini zorlayarak o ürüne sahip olmayı kendilerine bir vazife olarak görmeye başladıkları an tehlike çanları çalmaya başlamış demektir. İpin ucunu kaçıran bir bütçeye sahip olan bireyler, ipin ucunu tekrar yakalayamadıkları sürece helaka mahkum olarak yaşamaya devam edecektir.
Faizin "Haram" olduğu gerekçesi ile bankalardan kredi almaktan imtina eden Müslümanların bir çoğu, o bankaların verdikleri kredi kartlarını cüzdanlarının en nadide yerlerinde taşıyarak dolaylı olarak faize destek vermekte, kart borcunu zamanında ödememekten dolayı düştüğü faiz batağını birçok Müslüman sıradan bir olay olarak görmektedir. Bu durum biz Müslümanları, günaha karşı bir yatkınlık meydana getirmesi bakımından büyük bir tehlikedir.
Kredi kartı ile yapılan alışveriş, genelde kişilerin cebinde karşılığı olmayan bir paranın harcanması demektir. Karşılığı olup da bu karşılığı kart ile ödeyen küçük bir kesim olsa bile, çoğunluktaki kişiler bir önceki ayın borcunu diğer aya devrederek yaşamaktadır. Türkiye geneline baktığımızda "Banka kredisi veya kredi kartı borcum yok" diyebilen kişi sayısı maalesef çok azdır. Bunun en başta gelen sebebi ise lüks ve israfa dayalı bir hayat tarzını, Müslüman olsa dahi içselleştirmiş olmaktır.
Halbuki "Ben Müslümanım" diyen bir kimsenin yapması ve yapmaması gereken bir takım kurallar kendisini bağlamakta olup, bu kurallardan belki de en önemlisi lüks ve israfa dayanMAyan bir hayat tarzı sürme gereğidir. Maaleseftir ki bu lüks ve israfın başını çekenlerin biz Müslümanlar olduğunu gördüğümüzde, inancımız ile yaşamımız arasında derin uçurum ortaya çıkmaktadır.
Lüks ve israf düşkünlüğü çağdaş dünya insanı için büyük bir tehlike olup, insanları ekonomik olarak batağa çeken bir durumdur. İnsanların lüks yaşamak için hırsızlık, fuhuş gibi yasaklanan fiilleri yapmaktan çekinmediği bir ülkenin sonu HELAK olmaktır. Bu helak yaşadığımız ülke için "Geliyorum" demektedir.
Belirli zamanlarda ülke genelinde yaşanan ekonomik sıkıntılar, aslında bu helakın ayak sesleri olarak görülmesi gerekmektedir. Belirli zamanlarda yaşanan ekonomik sıkıntılar insanları tedbir almaya yönelmesinin gereğini düşündürmesi açısından önemli işaretlerdir. Ancak sıkıntı anında aklı başına gelen insan, nankör tabiatının ortaya çıkması sonucunda sıkıntılardan kurtulduğunda geriye dönük bir öz eleştiri yaparak aynı hataya düşmemek yerine, eskisinden daha azgın hale gelerek geçmişteki yaşadığı sıkıntıları unutmaktadır.
Gazetelerin 3. sayfa haberlerine bir göz atıldığında; kredi kartı borcu yüzünden bunalıma girerek cinnet geçirenlerin, kredi kartı borcu ödemek için hırsızlık yapanların, kredi kartı borcu ödemek için fuhuş yapanların, lüks hayat uğruna her türlü ahlaksızlığı yapanların haberlerini her gün görmek mümkündür.
"Küresel güçler" adı verilen ve dünya genelinde bir elin parmakları kadar olan aile tarafından yönetilen yaşadığımız dünyada, bu güçlerin insan üzerinde oynadığı en büyük oyunlardan birisi; onları borçlu olarak yaşam sürmeye mahkum etmeleridir.
Daha çok kazanma temeline kurulu sistemlerinin yaşaması için sağmal inek mesabesinde olan insanlara ihtiyaç duyan bu güçler, çeşitli algı yöntemleri ile en büyük zillet olan borçlu yaşamayı sanki bir ihtiyaç ve normal bir hal gibi göstermektedirler. Dünyanın her tarafında sahip oldukları bankalar ile insanlara sundukları bu yaşamı onları kendilerine borçlandırarak gerçekleştiren bu şeytani güçler, bu yolla tüm dünyanın kanını emmektedirler.
Türkiye geneline baktığımızda; ülke içindeki bankaların bir çoğunun sahiplerinin yabancı veya yabancı ortaklı olması, faiz yolu ile ülkeleri batırmak isteyenlerin ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunları açık ve net olarak göstermektedir. Çeşitli yollarla insanları tüketime alıştıran banka sahiplerinin dünya üzerindeki sayılı birkaç aile olduğu düşünüldüğünde, küresel güçlerin az gelişmiş ülkeler üzerinde nasıl oyunlar oynadığı da ortaya çıkmaktadır.
Türkiye genelindeki sahipleri yerli olan bankaların, kişilere kredi vermek için temin ettikleri parasal kaynak yine yurt dışındaki sahipleri birkaç kişi olan bankalardır. Türkiye'nin dış borcunun büyük bir kısmının bu yolla yurt dışındaki bankalardan alınmış borçlar olduğu düşünüldüğünde işin vehameti ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'deki insanların, aldıkları borç ile üretime değil tüketime dayalı bir ekonomi oluşturduğunu düşündüğümüzde, küresel güçlerin isteği olan üretmeyen, dışarıdan ithal edilmiş olan malları borç para alarak tüketmeye çalışan ve bunun sonucunda her türlü yaptırımı uygulayabildikleri bir ülke portresini maalesef ülkemiz çizmektedir.
Bugün "özelleştirme" adı ile ülkenin sahip olduğu önemli kaynakların yabancılar eline geçmesinin sebebi; üretemeyen bir ülkenin düştüğü borç batağının ve bu borçtan kurtulmak için varını yoğunu satan müflis tüccar zihniyetinin bir sonucudur.
Bu müstekbirlerin oyunlarının başlarına geçmesi, ancak insana Allah(c.c) tarafından önerilen lüks ve israfa dayanmayan yaşam sisteminin hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır.
Kredi kartları yolu ile sağlanmaya çalışılan tüketim ekonomisi, kişisel bazdan başlayarak ülkeleri ekonomik çöküşe götüren yolun başlangıcı olması itibarı ile kullanımı toptan iptal edilmesi, yaşadığımız kapitalist sistemin gereği olarak belki mümkün olmayabilir ancak insanların cebinde dolaşan bir bomba haline gelmesine engel olmak yöneticilerin önemli bir görevidir.
Sonuç olarak; Türkiye geneline baktığımızda kredi kartları insanların cebinde gezdirdiği saatli bir bomba haline gelmiştir. Bankalar tarafından cazip reklamlarla empoze edilen bu kartlara sahip olmak birçok kişi için elitlik ve farklılık sembolü olarak görülmektedir. Ancak bu kartları taşıyanlar, bu kartların sahip olduğu bankalar tarafından sağılacak bir inek olarak görülmektedir.
Yukarıdaki ayet mealleri, toplumun çekirdeğini oluşturan bireylerin yaşamları içinde ve bireylerin oluşturduğu toplumların yönetilmesinde nasıl hareket edilmesi gerektiğini öğreten ayetlerdendir.
İnsanlar kazandıklarından fazlasını harcadıkları takdirde veya harcamaları gerektiği halde harcama yapmadıkları takdirde, yaşamın gereği olan orta yoldan sapmanın getirdiği toplumsal yasa devreye girerek insanlar dara düşmekte ve sonuçta bir nevi helaka uğramaktadırlar.
Yaşadığımız ülke bazında olaya baktığımızda, cimrilik değil israfın daha revaçta olduğu ve bu israfın en önemli aktörünün BANKALAR ve onlar tarafından kredi ve kredi kartları yolu ile tüketime zorlanan, sabit ve dar gelirli kesim olduğu görülmektedir.
Yaşadığımız ülkede hakim olan kapitalist sistemin en önemli sloganı "Harcamak, daha çok harcamak"tır. Cebinde parası olan ve harcama gücü fazla olan elit bir kesim için sorun olmayan bu sistemde en büyük zararı; sabit ve dar gelirli kimseler görmektedir.
Cebinde fazla parası olmayan fakat çeşitli algı yöntemleri ile ihtiyacı olmadığı halde "Bu ürün senin ihtiyacın, bunu mutlaka almalısın" şeklinde çağdaş bir sihir yöntemi olan REKLAMLAR ile yapılan sihire tav olan insanların imdadına(!) bankalar "Hızır" misali(!) yetişerek, o ürünü elde etmesini sağlamaktadırlar.
Bankalar bu Hızırlığı(!) (aslında muzurluğu) tabi ki babalarının hayrına yapmamaktadırlar. Çok cazip şekillerde halka sundukları TÜKETİCİ KREDİLERİ ve KREDİ KARTLARI ile insanları gırtlaklarına kadar borçlandırarak, onları iliklerine kadar sömürmektedirler.
Faizle aldığı bu borcu sanki bedava para gibi gören kişiler, bu parayı kısa bir süre içinde harcayarak aylar ve yıllar süren zaman içinde ödemeye mahkum kalmaktadır. Üç günlük zevklerini tatmin için yıllarca borç ödemeyi göze bir insan tipi meydana gelmiş olması, yaşadığımız dünyayı karanlığa sürükleyen en büyük etkenlerden birisidir. Çünkü bu borcu ödeyemedikleri takdirde her türlü yanlışı yapabilecek bir potansiyele sahip olan insandan daha tehlikeli bir varlık yoktur.
Kredi kartları ile ilgili yapılan reklamlara baktığımızda; bu kartlara sahip olmayanlar sanki ezik bir durumda bir kimse, bu kart ile yapılan harcamalar sanki bedava gibi bir imaj çizilmekte, cebinde en az bir adet kredi kartı olmayan insan taş devri insanıymış gibi bir his oluşturularak insanlar kredi kartı sahibi olmaya teşvik edilmektedirler.
Bu karta sahip olan insanların bir çoğu, bu kart ile sahip olunan ürünleri zamanı gelince sanki kendisi ödemeyecekmiş gibi bir hisse kapılarak çılgınca alışveriş yapmakta, ödeme zamanı geldiğinde ise bu borcu nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünmektedirler. Türkiye genelinde kredi kartı borcundan dolayı icra takibine düşen kimselerin sayısını araştırdığımızda bu söylediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.
Gözlerini para kazanma hırsı bürümüş olan bankaların, dini bayramları dahi kullanarak "Geleneksel bayram kredisi" adı altında verdikleri faizli krediler ile insanları tatile göndermeleri veya Kurban Bayramları'nda verdikleri "Kurban bayramı kredileri" ile İslam'ın HARAM kıldığı faiz ile, İslam'ın bir rüknü olan kurban kesmeyi bir araya getirmiş olmaları "Şeytanın bile aklına gelmez" dedirtecek kadar akıl almaz ve ŞEYTANCA bir oyundur.
Allah(c.c)'ye yakın olmak için kurban kesmek isteyenlerin, bu kurbanı O'nun tarafından haram kılınmış bir yolla elde etmeye teşvik edilmesi, kapitalist sistemin çarklarının ne kadar acımasız, zalim ve canavarca olduğunun açık bir göstergesidir.
Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki, kişilerin eğer kurban kesebilecek kadar parası yoksa, bu kişiye zaten kurban mecburiyeti yoktur (kurban kesmenin vacip olduğu fıkhi bir hüküm olup ayrı bir tartışma konusudur). Kendisine kurban kesmek mecburiyeti olmadığı halde, kredi yolu ile kurban parası temin ederek kurban kesmeye çalışmak; kişiyi günaha sokmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Kapitalist sistemin bankalar ve onlar tarafından verilen krediler ve kredi kartlarının insanları nasıl bir hale getirdiği, her gün gazete ve TV haberlerinin baş köşelerini süslemektedir.
Bu haberlere konu olmamak için yapılması gerekenler ne olmalıdır?
Öncelikle kişiler ekonomik olarak gelir-gider dengesini gözeten bir hayat üzere yaşamak zorundadırlar. Gideri, gelirinden fazla olan bireyler, zaman içinde iflas etmeye mahkum olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu durum ise kişilerin HELAK olması anlamına gelecektir.
Arabası olduğu halde başkasının arabasından daha düşük modelli olduğu için borç alarak arabasını değiştirmeye kalkan, telefonu olduğu halde daha üst model almak için borç ile telefon alan, kendilerinden daha üst gelir seviyesine sahip olan insanlara özenerek onlar gibi yaşamak için borç altına giren insanların sonları; borç batağına girerek iflas etmeleri değişmez bir ekonomik yasadır.
Geliri kadar harcamak veya harcadığından fazlasını kazanmak, kişilerin dikkate alması gereken önemli bir yaşam prensibi olmalıdır. Bu prensip ile yaşanan hayatlarda ekonomik sıkıntılar ve bu sıkıntıların meydana getirdiği sosyal sıkıntılar en aza inecek, hatta yok olacaktır.
Gelir-gider dengesinin önemini dikkate alan bir yaşam sürenleri dahi bekleyen en büyük tehlike; çağdaş sihir yolu olan reklamlar yolu ile suni ihtiyaçlar ortaya çıkarılmasıdır.
Medya yayın organları vasıtası ile oluşturulan algı operasyonları ile "İşte bu senin ihtiyacın, bunu mutlaka almalısın." şeklinde empoze edilen sihre aldanan insanlar, bütçelerini zorlayarak o ürüne sahip olmayı kendilerine bir vazife olarak görmeye başladıkları an tehlike çanları çalmaya başlamış demektir. İpin ucunu kaçıran bir bütçeye sahip olan bireyler, ipin ucunu tekrar yakalayamadıkları sürece helaka mahkum olarak yaşamaya devam edecektir.
Faizin "Haram" olduğu gerekçesi ile bankalardan kredi almaktan imtina eden Müslümanların bir çoğu, o bankaların verdikleri kredi kartlarını cüzdanlarının en nadide yerlerinde taşıyarak dolaylı olarak faize destek vermekte, kart borcunu zamanında ödememekten dolayı düştüğü faiz batağını birçok Müslüman sıradan bir olay olarak görmektedir. Bu durum biz Müslümanları, günaha karşı bir yatkınlık meydana getirmesi bakımından büyük bir tehlikedir.
Kredi kartı ile yapılan alışveriş, genelde kişilerin cebinde karşılığı olmayan bir paranın harcanması demektir. Karşılığı olup da bu karşılığı kart ile ödeyen küçük bir kesim olsa bile, çoğunluktaki kişiler bir önceki ayın borcunu diğer aya devrederek yaşamaktadır. Türkiye geneline baktığımızda "Banka kredisi veya kredi kartı borcum yok" diyebilen kişi sayısı maalesef çok azdır. Bunun en başta gelen sebebi ise lüks ve israfa dayalı bir hayat tarzını, Müslüman olsa dahi içselleştirmiş olmaktır.
Halbuki "Ben Müslümanım" diyen bir kimsenin yapması ve yapmaması gereken bir takım kurallar kendisini bağlamakta olup, bu kurallardan belki de en önemlisi lüks ve israfa dayanMAyan bir hayat tarzı sürme gereğidir. Maaleseftir ki bu lüks ve israfın başını çekenlerin biz Müslümanlar olduğunu gördüğümüzde, inancımız ile yaşamımız arasında derin uçurum ortaya çıkmaktadır.
Lüks ve israf düşkünlüğü çağdaş dünya insanı için büyük bir tehlike olup, insanları ekonomik olarak batağa çeken bir durumdur. İnsanların lüks yaşamak için hırsızlık, fuhuş gibi yasaklanan fiilleri yapmaktan çekinmediği bir ülkenin sonu HELAK olmaktır. Bu helak yaşadığımız ülke için "Geliyorum" demektedir.
Belirli zamanlarda ülke genelinde yaşanan ekonomik sıkıntılar, aslında bu helakın ayak sesleri olarak görülmesi gerekmektedir. Belirli zamanlarda yaşanan ekonomik sıkıntılar insanları tedbir almaya yönelmesinin gereğini düşündürmesi açısından önemli işaretlerdir. Ancak sıkıntı anında aklı başına gelen insan, nankör tabiatının ortaya çıkması sonucunda sıkıntılardan kurtulduğunda geriye dönük bir öz eleştiri yaparak aynı hataya düşmemek yerine, eskisinden daha azgın hale gelerek geçmişteki yaşadığı sıkıntıları unutmaktadır.
Gazetelerin 3. sayfa haberlerine bir göz atıldığında; kredi kartı borcu yüzünden bunalıma girerek cinnet geçirenlerin, kredi kartı borcu ödemek için hırsızlık yapanların, kredi kartı borcu ödemek için fuhuş yapanların, lüks hayat uğruna her türlü ahlaksızlığı yapanların haberlerini her gün görmek mümkündür.
"Küresel güçler" adı verilen ve dünya genelinde bir elin parmakları kadar olan aile tarafından yönetilen yaşadığımız dünyada, bu güçlerin insan üzerinde oynadığı en büyük oyunlardan birisi; onları borçlu olarak yaşam sürmeye mahkum etmeleridir.
Daha çok kazanma temeline kurulu sistemlerinin yaşaması için sağmal inek mesabesinde olan insanlara ihtiyaç duyan bu güçler, çeşitli algı yöntemleri ile en büyük zillet olan borçlu yaşamayı sanki bir ihtiyaç ve normal bir hal gibi göstermektedirler. Dünyanın her tarafında sahip oldukları bankalar ile insanlara sundukları bu yaşamı onları kendilerine borçlandırarak gerçekleştiren bu şeytani güçler, bu yolla tüm dünyanın kanını emmektedirler.
Türkiye geneline baktığımızda; ülke içindeki bankaların bir çoğunun sahiplerinin yabancı veya yabancı ortaklı olması, faiz yolu ile ülkeleri batırmak isteyenlerin ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunları açık ve net olarak göstermektedir. Çeşitli yollarla insanları tüketime alıştıran banka sahiplerinin dünya üzerindeki sayılı birkaç aile olduğu düşünüldüğünde, küresel güçlerin az gelişmiş ülkeler üzerinde nasıl oyunlar oynadığı da ortaya çıkmaktadır.
Türkiye genelindeki sahipleri yerli olan bankaların, kişilere kredi vermek için temin ettikleri parasal kaynak yine yurt dışındaki sahipleri birkaç kişi olan bankalardır. Türkiye'nin dış borcunun büyük bir kısmının bu yolla yurt dışındaki bankalardan alınmış borçlar olduğu düşünüldüğünde işin vehameti ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'deki insanların, aldıkları borç ile üretime değil tüketime dayalı bir ekonomi oluşturduğunu düşündüğümüzde, küresel güçlerin isteği olan üretmeyen, dışarıdan ithal edilmiş olan malları borç para alarak tüketmeye çalışan ve bunun sonucunda her türlü yaptırımı uygulayabildikleri bir ülke portresini maalesef ülkemiz çizmektedir.
Bugün "özelleştirme" adı ile ülkenin sahip olduğu önemli kaynakların yabancılar eline geçmesinin sebebi; üretemeyen bir ülkenin düştüğü borç batağının ve bu borçtan kurtulmak için varını yoğunu satan müflis tüccar zihniyetinin bir sonucudur.
Bu müstekbirlerin oyunlarının başlarına geçmesi, ancak insana Allah(c.c) tarafından önerilen lüks ve israfa dayanmayan yaşam sisteminin hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır.
Kredi kartları yolu ile sağlanmaya çalışılan tüketim ekonomisi, kişisel bazdan başlayarak ülkeleri ekonomik çöküşe götüren yolun başlangıcı olması itibarı ile kullanımı toptan iptal edilmesi, yaşadığımız kapitalist sistemin gereği olarak belki mümkün olmayabilir ancak insanların cebinde dolaşan bir bomba haline gelmesine engel olmak yöneticilerin önemli bir görevidir.
Sonuç olarak; Türkiye geneline baktığımızda kredi kartları insanların cebinde gezdirdiği saatli bir bomba haline gelmiştir. Bankalar tarafından cazip reklamlarla empoze edilen bu kartlara sahip olmak birçok kişi için elitlik ve farklılık sembolü olarak görülmektedir. Ancak bu kartları taşıyanlar, bu kartların sahip olduğu bankalar tarafından sağılacak bir inek olarak görülmektedir.
Karşılığı olmayan paranın harcanarak insanların borçlu durumuna düşürülmeleri ve bu borcu ödemeleri için her türlü yanlışı yapabilecek duruma gelmeleri, küresel güçlerin en büyük oyunlarından birisidir.
Allah(c.c)'nin insanlığa önerdiği sistem; lüks ve israfa dayanmayan, dolayısı ile insanları birbiri ile yarışır bir hale getirmeyen ve bunun sonucunda onların borç batağına girerek helak olmalarına sebebiyet vermeyen bir sistemdir.
Helak dediğimiz olay; insanların dünya hayatında elleri ile yapmakta oldukları yüzünden meydana gelen değişmez yasalar olup, bu yasalar ekonomik hayatın gereğini yerine getirmemekten ötürü bireyler ve devletler bazında da her zaman gerçekleşecektir. Bize düşen görev; bu tür bir helaka uğramamak için bize verilen görevleri yerine getirmek olmalıdır.
Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki; bir ülkenin geleceği, o ülkeyi oluşturan bireylerin ekonomik açıdan lüks ve israfa dayanmayan bir hayat sürmeleri ile yakından alakalıdır. Lüks ve israf içinde yaşayan bir toplum, borç batağından asla kurtulamaz ve geleceği her zaman küresel güçlerin ipoteği elinin altında kalmaya mahkumdur.