Soyunan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Soyunan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2017 Perşembe

Bakara s. 113. Ayeti: Birbirlerine Karşı Hüküm Vericiliğe Soyunan Müslümanlar

Kur'an Kitap Ehli olarak nitelediği bazı toplulukların yapmış oldukları hataları bizlere anlatmak sureti ile, o hataların benzerini biz Müslümanların da tekrarlamaması için öğütler vermektedir. Bu toplulukların yaptığı hataların zikredildiği ayetler, eğer sadece kitap ehline has olduğu düşünülmek sureti ile, bize dair herhangi bir mesajı olmadığı zannı içinde okunacak olursa, asıl maksat hasıl olmayacaktır.

[002.113] Yahudiler dedi ki: «Hıristiyanlar bir şey (herhangi bir temel) üzere değillerdir. «; Hıristiyanlar da: «Yahudiler bir şey (herhangi bir temel) üzere değillerdir» dedi. Oysa onlar, Kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de, onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Artık Allah, kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir.

Bakara s. 113. ayetini okuduğumuzda, Yahudi ve Hristiyanların birbirlerini yanlış yolda oldukları gerekçesi ile suçladıklarını görmekteyiz. Onların birbirlerine karşı yaptıkları bu suçlamalara karşı Allah (c.c), Yahudi ve Hristiyanlardan herhangi bir tarafı haklı görmeyerek, her iki topluluğun birbirlerine karşı yaptıkları suçlamaların yanlış ve cehalet eseri olduğunu bildirmektedir.

Biz eğer bu ayeti, sadece Yahudi ve Hristiyanların birbirlerine karşı yaptığı suçlamalar çerçevesinde okuyarak, ayetin bize dair herhangi bir mesajı olmadığını düşünecek olursak, ayet ölü bir metin olarak sayfaların arasında kalacaktır. Ancak bu ayetin bize dair neler söylemiş olabileceği yönünde bir düşünce geliştirmeye çalıştığımız zaman, ayet canlı ve muhataplarına mesajları olan bir hale gelecektir. 

Bu ayet biz Müslümanlara nasıl bir mesaj vermiş olabilir?.

Müslümanların bugün binlerce farklı hizip ve cemaate bölünmüş olduğu bir gerçektir. Farklı hizip ve cemaatlerin söylemlerine dikkat ettiğimizde, öne çıkan söylemleri, sadece kendilerinin haklı ve doğru yolda olduğu, diğer hizip ve cemaatlerin ise haksız ve yanlış yolda olduğu yönündedir. 

Bu durumu, konumuz olan Bakara s. 113. ayetinin bize dönük mesajı çerçevesinde düşündüğümüzde, A fırkası B fırkası için, B fırkası hiç bir şey üzerinde değildir derken, aynı sözleri B fırkası A fırkası için söyleyerek, A fırkası hiç bir şey üzerinde değildir demektedir. Bu fırkalar, cennetin sadece kendi fırkalarına mensup olanlar için hazırlanmış bir yer olduğunu, cehennemin ise kendi fırkalarından olmayanlar için hazırlanmış bir yer olduğunu düşünerek, cennetin ve cehennemin anahtarlarının kendi ellerinde olduğunu zannederek cennete ve cehenneme yerleştirme yapmaktadırlar.

Allah (c.c) nasıl Yahudi ve Hristiyanların birbirlerine karşı olan suçlamalarına karşı "Oysa onlar, Kitabı okuyorlar. Bilmeyen (bilgisiz) ler de, onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Artık Allah, kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir" buyurmuş ise, aynı durumda olan ve birbirlerini yanlış yolda olmakla suçlayan Müslüman fırkalar içinde aynı şeyi buyurmuştur.

"Oysa onlar, Kitabı okuyorlar"

Kitabı okumak demek, bu kitap içinden kendi fırkasından olmayanların yanlışlığına delil aramak, veya kendi fırkasının doğruluğuna delil aramak olmamalıdır. Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan fırkaların Kur'an üzerinde yaptıkları çalışmaların büyük bir kısmı, bu kitabın kendi fırkalarının düşünceleri doğrultusunda anlaşılma çalışmaları olduğunu dikkate aldığımızda, bugün bir çok Müslümanın bu kitabı hangi amaçla okudukları anlaşılabilir. 

Kitabı okumak demek, o kitap içinden mensup olduğu fırka, cemaat ve düşüncenin doğruluğunu tasdikletmeye, veya karşı tarafın yanlışlığını bulmaya yönelik okumalar yapmak değildir. Böyle okunan bir kitap hidayet rehberi olmaktan çıkarak, onun bunun düşüncelerini tasdikletmeye veye ret etmeye yarayan bir kitap haline gelecektir.

"Bilmeyenler de, onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi"

Kitabı okudukları halde, o kitabın onlara gösterdiği yolda değil, gitmek istedikleri yolda giderek, ve kitabı gittikleri yola uydurmak isteyenler, yukarıda cümle ile ifade edilmektedir. Yahudi ve Hristiyanların birbirlerine yaptıkları suçlamaların, aklı selim sahibi olan insanların yapacağı işlerden değil, Bilmeyenler olarak ifade edilen cahiller tarafından yapılabilecek olduğu bildirilmektedir. Kitabı okumak demek, geçmişte Hariciler adı ile bilinen fırkanın Kur'an sayfalarını mızrak ucuna takarak kendileri gibi düşünmeyenleri tekfir edecekleri bir silah haline gelen bir malzeme olmamalıdır.

Bugün geçmişte Hariciler adı bilinen fırkanın yaptığı ameliye, artık bir çok fırka ve cemaat tarafından yapılarak, Kur'an ayetleri karşı tarafın Kafir-Müşrik-Zındık olduklarına dair delil bulmak için okunmaktadır. Sosyal medya ortamlarında boy gösteren Müslümanların bir çoğunun paylaştığı ayetlerin amacı, kendi fikirlerini taşımayan diğer Müslümanların, o ayetlere göre kafir ve müşrik olduklarına dair deliller sunmaktır.

Oysa kitabı okumanın nasıl olması gerektiğini yine kitap bize beyan etmektedir. 

[003.113-114] Hepsi bir değildir. Onlardan secdeye vararak geceleri Allah'ın ayetlerini okuyup dik duran bir topluluk vardır.Onlar; Allah'a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Hayırlara koşuşurlar, işte onlar salihlerdendir.

[035.029] Şüphesiz ki Allah'ın kitabını okuyanlar, salatı ikame edenler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli, açık infak etmekte bulunanlar; bitmez tükenmez bir ticaret umabilirler.

[002.121] Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereğince okuyanlar var ya, işte ona ancak onlar inanırlar. Onu inkar edenler ise kaybedenlerdir.

Kitabı okumanın ne demek olduğunu yukarıdaki ayet mealleri en doğru biçimde bizlere anlatmaktadır. Kitabı okumak demek, o kitap içindeki ayetleri hayata pratize ederek, Allah (c.c) nin istediği bir kul olarak yaşam sürmektir. Bizim kitaba karşı olan mükellefiyetimizin böyle bir sınırı vardır. Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düştüğümüz takdirde, karşımızdaki Müslümanı müşrik, kafir olarak yaftalamak gibi bir görev sınırlarımızın dahilinde olmadığını aşağıdaki cümle haber vermektedir. 

"Artık Allah, kıyamet günü  anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir"

Ayetin son cümlesi olan anlaşmazlıklar konusunda hüküm verme yetkisinin kime ait olduğu, bir çok Müslüman tarafından bilinmemekte, bilinse dahi dikkate alınmayarak, ortalık hüküm vericiliğe soyunan Müslümandan geçilmemektedir. Allah (c.c) böyle bir beyanda buyurmakla bizlere, kimse hakkında hüküm vericiliğe soyunmamızı, insanlar arasında hüküm verme yetkisinin sadece kendisine ait olduğunu bildirmekte, kendisine ait bu alana insanların girmesine izin vermemektedir.

Bizler, farklı fikirde olan diğer Müslümanları biz gibi düşünmediği için, Kafir-Müşrik-Zındık gibi yaftalar takmak sureti ile, haklarında hüküm vermek gibi bir yetkiye sahip değiliz. Eğer bir Müslümanın sahip olduğu fikir ve düşünce konusunda yanlışa düştüğünü düşünüyor isek, ona doğru bildiğimizi aktarmak ile görevliyiz. Eğer bizim düşüncemizi kabul etmez ise, biz gibi düşünmediği için onun hakkında tekfirci bir dil kullanmak gibi bir yetkiye sahip değiliz, çünkü bizim sahip olduğumuz düşüncenin doğruluğu, yine kendi vardığımız kanaatler olup bizim sahip olduğumuz düşüncenin yanlış olma ihtimali de her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.

[002.121]  Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim de onu inkâr ederse, artık onlar kayba uğrayanların ta kendileridir.

Sonuç olarak; Allah (c.c) Yahudi ve Hristiyanların birbirlerine karşı yaptıkları suçlamaları cahilce suçlamalar olarak görmekte, kitabın insanların birbirlerine karşı olan kinlerini ortaya koymak konusunda bir istismar aracı olarak kullanılmamasını istemektedir. 

Aynı durumu biz Müslümanlar açısından değerlendirdiğimizde, farklı fırkalara bölünmüş olan Müslümanların, Kur'an'a iman iddiasında olmalarına kitabın gereklerini hayat sahasına dökerek Müslümanca bir hayat sürmeye çalışmak yerine, bu kitabın ayetlerini birbirlerine karşı silah olarak kullanmak sureti ile, karşı düşünceyi mahkum etmeye çalıştığı bir araç haline getirmemesini istemektedir.

Yaşadığımız hayat içinde birbirimiz ile farklı fikir ve düşüncede olabiliriz. Farklı fikir ve düşüncede olmak, insanlar hakkında hüküm vermek yetkisine sahip olmak anlamına gelmemektedir. İnsanlar arasında hüküm vermek yetkisinin kıyamet gününde kendisine ait olduğunu beyan eden Rabbimiz, bu yetkiyi başkaları ile asla paylaşarak biz kullarına diğer kulları hakkında hüküm verme yetkisi vermemiş, böyle bir yetkinin elinde bulunduğunu zannedenler ise, yetki gasbına soyunmuş kimseler durumuna düşeceklerdir. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


26 Temmuz 2016 Salı

Firavunların Haman'ı ve Karun'u Olmaya Soyunan Dini Lider ve Cemaatler

Biz hala Kur'an'ın tarihsel mi yoksa evrensel mi olduğunu tartışırken, bu kitap içinde sembol haline gelmiş olan "Firavun - Haman - Karun" isimlerinin güncel versiyonlarının dünya üzerinde yaptıkları her türlü fesat hareketlerini görmezden gelerek, Müslümanlar olarak o fesat hareketlerinin bir piyonu olmaya maalesef devam etmekteyiz. Dünya genelinde yaşanan fesat olaylarını doğru bir şekilde tahlil edebildiğimiz zaman, Kur'an'ın kıssalar ile yaptığı anlatımların ve o kıssalardaki bazı şahıs isimlerinin ne kadar canlı ve güncel olduğu ortaya çıkacaktır.

Firavun - Haman - Karun gibi isimler, Musa(a.s) kıssasında geçen ve yaşadıkları hayat biçimi açısından artık evrensel bir isim haline gelmiş şahsiyetlerdir. Dün bu isimler ile anılan şahsiyetlerin, müstazaflaştırılmış İsrailoğulları üzerinde yaptıkları zulmü, bugün içlerinde İsrail'in de olduğu bazı devletler diğer devletlere uygulayarak dünyayı kan ve göz yaşına boğmaktadırlar.

Dünya üzerinde yaşanan bu zulmü gördüğümüzde, Kur'an'ın tevhid merkezli ve şirk sistemlerine düşman olan çağrısının ne kadar evrensel ve önemli olduğu gerçeği de ortaya çıkmaktadır. Çünkü şirk sistemlerini kendilerine esas olan Firavunvari yönetimler, insanları baskıları altında tutmak için birçok yolu denemekte, Haman ve Karun bu baskının iki ayağı olarak Firavun ile birlikte saç ayağını oluşturmaktadır.

Türkiye'de yaşanan son olaylarda başı çeken şahsın ve o şahsın meydana geliştirdiği oluşumun, İslami bir referansa sahip olması, Firavunların dünya üzerinde fesada dayalı emellerini gerçekleştirmek yönünde ne kadar hain ve sinsi davrandıklarını da ortaya çıkmaktadır.

Firavunların karakteristik özelliklerinden bir tanesi de etrafındaki yardakçılarının yardımı ile arzularına ulaşma istekleridir. Haman adlı kişi, Firavun'un ilahlık sevdası yolunda kullandığı kişilerden bir tanesidir. KASAS ve MÜ'MİN Surelerindeki ayetlerde, onun bu sevdası şu şekilde anlatılmaktadır.

[028.038] Firavun dedi ki: «Ey önde gelenler, sizin için benden başka bir ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.»

[040.036-7] Firavun: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa'nın İlahına ulaşırım! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum, dedi. Böylece Firavun'a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı tamamen boşa çıktı.

Bu ayetleri ön yargılı bir okumaya tabi tuttuğumuzda; akidelerini "Allah semadadır" şeklinde Allah(c.c)'ye mekan biçen bir söylem üzerine kurmuş selefi ekolünün, bu söyleminin doğruluğunu(!) Firavun üzerinden delillendirme çabasına şahit oluruz.

Ancak bu okuma Allah(c.c)'yi hakkıyla takdir edememenin getirdiği bir söylem olup, ölü Kur'an okuyucularının harcı olan bir okumadır. Ancak Kur'an'ın bu isimler üzerinden evrensel bir mesaj verdiğini düşünenler için çarpıcı mesajlar içeren ayetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'an'ın bazı olay ve şahıslar üzerinden vermek istediği mesajı okuyamayanlar; ya ön yargılarını kabul ettirmek amaçlı ya da bu olay ve şahısları birer masal kahramanı olarak okumaya mahkum kalarak, Firavunlara hizmet edeceklerdir.

Firavun; bilindiği üzere kavmine karşı kendisini "İlah" ve "Rab" olarak lanse eden bir kimsedir. Dün Musa(a.s) kıssasında yaşayan, bugün dünyayı kan gölüne çeviren bütün Firavunların da ulaşmak istedikleri değişmeyen en üst makam; ilahlık ve rablık makamıdır.

Dün Musa(a.s) kıssasındaki Firavun'un ilahlık ve rablık makamına ulaşmak için kullandığı HAMAN adlı şahsiyet, Firavun gibi evrensel bir sembol haline gelerek Firavunlar'ın emellerine ulaşmak için kullandıkları kişi, kurum, tarikat, cemaat, örgüt, devlet gibi isimler altında bugün de dünya üzerinde hayatiyetlerini sürdürmektedirler.

Haman adlı karakterin, Firavunlar'ın ilahlık ve rablık sevdaları yolunda onlara yardım eden, onların önünü açan bir konuma sahip olduğunu düşündüğümüzde, bu karakterin ölerek tarih sahnesinden çekilmiş bir karakter değil, halen yaşayan ve kıyamete kadar yaşayacak olan diri bir karakter olduğu ortaya çıkacaktır.

Türkiye'de son yaşadığımız askeri darbe girişiminde başrol oynayan şahıs ve onun liderliğindeki harekete baktığımızda; bu kişi ve lideri olduğu hareketin "FİRAVUNLARIN HAMAN"ı olmaya soyunmuş bir role sahip olduğunu açık ve net bir şekilde görebiliriz.

ABD adını almış olan çağdaş firavunların ülkesi, dünya üzerindeki birçok ülkeyi ekonomik ve sosyal açıdan sömürerek ilahlık ve rablık makamına yükselmek için bir tek değil, birçok HAMAN kullanmaktadır. Olayı Türkiye boyutunda düşündüğümüzde, ABD adlı çağdaş firavunların ülkesinin, Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için kullandığı çağdaş Haman "Fethullah Gülen" adlı şahıs ve onun liderliğinde oluşan "Hizmet hareketi"dir.

Çağdaş firavunlar ilahlık ve rablık sevdalarına ulaşmak için sadece çağdaş Hamanlar kullanmakla kalmamakta, yine Musa(a.s) kıssasında gördüğümüz ve akıl almaz bir servet sahibi olarak ortaya çıkan KARUN adlı karakterin çağdaş versiyonu, çağdaş firavunların ilahlık ve rablık sevdaları yolunda yeniden tarih sahnesine çıkarılmaktadır.

"Hizmet hareketi" adlı oluşumun Türkiye ve dünya üzerinde diğer ülkelerdeki faaliyetleri ile meydana getirdiği servet ve sahip olduğu zenginlik dikkate alındığında olayın boyutları ortaya çıkmaktadır. Bu hareket, kendisine verilen HAMAN ve KARUN'luk görevi ile FİRAVUNLAR'ın ilahlık ve rablık sevdalarının yolunu açan bir işleve sahip olmuştur.

Firavunlar'ın Haman'ı olmaları için, önce Karun haline getirilen cemaatlerin bu gücü, yine firavunlar tarafından fesat amaçlı kullanılmakta olduğunu Türkiye'de son yaşadığımız olaylar bizlere göstermiştir. Maddi güç yolu ile Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinde örgütlenen "Hizmet hareketi" adlı oluşum, bu gücünü firavunların hizmetinde kullanarak kime ve neye hizmet ettiğini açıkça belli etmiştir.

İslam'ı referans alan bu hareketin geldiği nokta; vahyi kendisine rehber edinmeyen lider ve cemaatlerin neye ve kime hizmet edebileceğini göstermesi açısından ibret vericidir.

Firavunlar'ı yok etmek için gelen elçilerin ümmeti olmakla övünenlerin; bırakın onları yok etmek, onların Haman ve Karunlar'ı olarak yaşadıkları topraklara ihanet içine girmeleri ibret verici bir durumdur.

Yaşadığımız bu olaylar bizlere nasıl bir ibret dersi olmalıdır?

Yaşadığımız bu olaylar; İslam'ı kendisine referans edinenlerin şeytana karşı daha da uyanık olması gerektiğini bir kere daha göstermiştir. İnsan şeytanlarının oluşturduğu küresel güçlerin taktiklerinden bir tanesi; lider tasallutuna bağlı olan grup ve cemaatleri para ve servete boğarak çok daha rahat biçimde kullanmalarıdır.

[003.014] Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır.

Çağdaş firavunların taktiklerinden bir tanesi de; elinde tutmak istediği kişi ve cemaatleri maddi güç bakımından desteklemek ve onları dünyevileştirmektir. Bunu yaparken alt tabakada olan bağlılara ise, bu paranın ve gücün İslam'ın ilerlemesi ve büyümesi için kullanılacağı yalanı söylenerek, zavallı ve cahil kesimin maddi olarak istismar edilmesi sağlanmaktadır.

Başını "Hizmet hareketi" adlı oluşumun çektiği maddi güç ve servet elde etme yolu ile İslam'ı yayma yalanına, bu hareketi örnek alan diğer dini cemaatlerin de katılmış olması, içinde bulunduğumuz tehlikenin boyutlarını göstermektedir. Türkiye genelindeki dini cemaatlere baktığımızda; son yıllarda maddi güç elde etme yoluna giderek, kendilerine bağlıları artırma çabalarına şahit olmaktayız. Bu durum onların şer güçler tarafından istismar edilmesine kapı aralamaktadır.

Bugün "Hizmet hareketi" adı altındaki oluşum kullanılarak denenmeye çalışılan şeytani emel asla son bulmayacak, yarın başka bir şekilde, başka bir cemaat kullanılarak denenmeye çalışılacaktır. Bize bu noktada düşen görev ise; içinde olduğumuz cemaat ve liderin böyle oyunlara alet olmamasına dikkat etmek olacaktır.

İçinde olduğumuz hareket eğer referansını vahiyden alarak düşünce temelini tevhidi esaslar üzerine kurarak, bütün mücadelesini dünya üzerindeki şirk ve fesadın ortadan kalkması için yapmak yönünde bir yol çizecek olursa; firavunlar tarafından kullanılarak yeni Haman ve Karun adayı cemaatler olma tehlikesinde uzak kalacaklardır.

Dini söylemi olan kişi ve cemaatlerin son yaşadığımız olayları çok iyi okuyup aynı yanlışa düşmekten bir an evvel kurtulmaya çalışmaları gerekmektedir. Haman ve Karun olmaktan kendisini kurtaramayan hareketler, firavunların elinde hazır bir lokma olmaya her zaman aday bir duruma düşmekten kendilerini kurtaramazlar. 

Bugün bir kısım Müslüman tarafından tartışılan Kur'an'ın tarihsel mi yoksa evrensel bir kitap mı olduğu tartışmaları bir tarafa bırakılarak, özellikle Kur'an'ın bütün elçilerin temel çağrısı olan tevhid temelli çağrısı baz alınarak, dünyadaki kişiler ve olaylar bu temele göre okunmalı ve Müslümanlar olarak bunlar gündem edilmelidir. Suni tartışmalar bizleri bir yere götürmemekte, aksine götürmesi gereken yeri unutturarak firavunların elinde lokma olan kuzulara dönüştürmektedir.

Sonuç olarak; Firavun - Haman - Karun üçlüsü, dünyayı fesada boğan evrensel bir sembol haline gelmiş karakterler olarak dünya yüzünde hayatiyetlerini sürdürmekte ve sürdürmeye devam edeceklerdir. Firavun karakterinin öne çıkan özelliğinden bir tanesi de fesadını yaymak için kullandığı kişilerdir.

"Haman", firavunların fesatlarını yaymak için kullandıkları piyonlardan bir tanesi olup, Türkiye'de yaşadığımız son olaylar çerçevesinde düşündüğümüzde, bu karakterin bu günkü karşılığını firavunların amaçlarına hizmet eden dini cemaatler olduğunu görebiliriz.

Firavunlar, Hamanlaştırmak istediği cemaatleri önce Karunlaştırarak onları dünyevileştirmekte, böylelikle amaçlarına daha kolay hizmet etmelerini sağlamaktadırlar. Bu durumu son yaşadığımız olaylar bize göstermiş ve bize bu olaydan bir ibret çıkarmak düşmüştür.

Bu ibret ise; İslamın tevhidi söylemini öne çıkararak firavunların kurduğu şirk sistemlerini Musa(a.s) gibi alt etmeye çalışmak, Harun olma sevdasından vaz geçerek Karun olmamaya çalışmaktır.