24 Aralık 2017 Pazar

Şirk'in Kitabına Uydurulmuş Hali: Tevessül Veya Birisinin Yüzü Suyu Hürmetine İstemek

Allah (c.c) tarih boyunca gönderdiği bütün elçi ve kitaplarında bizlerden sadece kendisini İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmemizi istemiş, bu isteğe olumlu ve olumsuz cevap verenler arasında geçenleri kıssalar ile anlatmış, olumsuz cevap verenlerin dünya ve ahirette nasıl bir karşılık göreceklerini yine kitaplarında bildirmiştir. İşin garip olan yanı ise, Allah'ın gönderdiği kitap ve elçilere iman ettiklerini iddia edenlerin bir kısmının bu iddialarının havada kalması, bu insanların din adına ortaya attıkları ve inandıkları düşüncelerin şirk'ten arınamamış olmasıdır.

Son elçi Muhammed (a.s) ve ona indirilen kitaba iman ettiğini iddia eden insanların bir kısmının din adına ortaya atılan bazı söylemlerin şirk içermesine rağmen, bu düşünce ve söylemlere itibar etmesi, hatta bunları savunması, bu düşüncelerin şirk içerdiğini iddia edenlere sapık ve kafir damgası vurmaya kalkması ise, günümüzde yaşadığımız acı gerçeklerdendir.

[004.048]  Allah; kendisine ortak koşmayı bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, hiç şüphesiz pek büyük bir günahla iftira etmiş olur.

Şirk olgusunun Müslüman hayatında ortaya çıktığı anlardan bir tanesi de dua konusundadır. Allah'a direk olarak yaklaşılamayacağına dair oluşturulan inanç ne yazıktır ki, Allah ile araya bir takım kişiler konulması gerektiği inancını doğurmuş, bunun adına da TEVESSÜL denilmiştir.

Vesile kelimesinden türemiş olan Tevessül; Allah (c.c) den sevdiği ölü veya diri kulları araya koymak sureti ile, onların yüzü suyu hürmetine istemek anlamına gelmektedir. Ölü veya diri kullar, başta Muhammed (a.s) olmak üzere, Şeyh, Gavs, Kutup, Evliya v.s olarak bilinen bazı kişiler olup, dua edilirken bu kişiler araya konularak vesile edinilmekte, veya bu kişilerin yüzü suyu hürmetine istenilerek duanın kabul olacağı düşünülmektedir.

Kişilerle veya yapılan amellerle yapılan araya koyma işleminin meşruiyetine dair bazı rivayetler ileri sürülmekte, bu işin Kur'ani delili !! ise Maide s. 35. ayetine dayandırılmaktadır. Fakat bu ayeti okuduğumuz zaman vesilenin Allah yolunda cihat etmek olarak belirtildiği de görülecek, ortaya atılan iddiaya herhangi bir mesnet teşkil etmeyeceği ortaya çıkacaktır.

Bugün bir çok Müslüman dua ederken Yüzü suyu hürmetine ifadesini kullanmakta, bu ifadenin temeli ise, duada aracılık anlamına gelmektedir. Böyle bir ifadenin değil bazı ulu olarak bilinen kullar için, Muhammed (a.s) için dahi kullanılması hatalıdır. Peygamber dahi olsa hiç bir kul Allah (c.c) indinde herhangi bir ayrıcalığa sahip değildir. 

Tevessül ve yüzü suyu hürmetine istemenin temelinde, Allah (c.c) ye direk olarak sesinin duyuramama düşüncesi olup, bu düşünce maalesef Kur'an tarafından onay almamaktadır.

[002.186] Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.

Duanın nasıl yapılacağını öğreten bir ayet olan Bakara s. 186. ayetinde Allah (c.c) biz kullarına yakın olduğunu bildirmekte, bu yakınlığı aynı zamanda onun bize uzak olmadığı, ona dua ederken yakınlaştırıcı olarak bilinen kulların araya konulmaMAsı gerektiği anlamına gelmektedir. 

[039.003] Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) «Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.» Hiç şüphesiz Allah, kendi aralarında, hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete eriştirmez.

Şirk'i tarif eden ayetlerden bir tanesi olan Zümer s. 3. ayetinde ise, Allah'ın dışında veliler edinenlerin ortaya sürdükleri gerekçenin şirk olduğu görülmektedir.
Kullarını şirk inancından kurtararak tevhit inancına yöneltmek için gönderdiği kitap ve elçilere iman ettiklerini ileri sürenlerin böyle bir şirk içine düşmüş olmaları, maalesef acı ama gerçektir. Böyle bir duruma düşmenin ana sebebi ise, din de belirleyici olarak Allah'ın kitabının yerine başka belirleyicilerin geçirilmiş olmasıdır. Vahiy merkezli dinin yerine kişi merkezli bir din anlayışı, kişilerin yüceltilmesinin beraberinde getirmiş, bu durum ise Müslüman hayatında şirk tehlikesini ortaya çıkarmıştır.

Tevessül ve yüzü suyu hürmetine istemenin doğru bir düşünce olduğuna inananların bu inançlarının yanlışlığı kendilerine hatırlatıldığında ortaya sürdükleri delillerinin, bazı kimselerin din adına ortaya attıkları sözler ve bu kimselerin asla yanlış yapmayacaklarına dair olan inançları olduğu görülecektir. Ancak bu kişilerin ortaya attıkları sözlerin Kur'an ile sağlaması yapılacak olduğunda yanlışlığı görülecektir.

Halk arasında mahalle baskısı haline getirilmiş olan Ehli sünnet itikadı ismi ile bilinen düşünceye göre doğru olduğu savunulan bu yanlışın dile getirilmesi, ehli sünnet dışına çıkmak olarak görülmekte, fakat Kur'an dışına çıkmak olduğu maalesef ıskalanmaktadır. Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki, Kur'an'dan onay almayan her düşünce ve iddia adına ne denilirse denilsin çöpe atılmaya mahkumdur.

Sonuç olarak; Yazımızın amacının kimseyi Müşrik olarak nitelemek olmadığını hatırlatmak isteriz. Amacımız, şirk olgusunun Müslüman hayatında dua konusunda nasıl ortaya çıkabileceği olup, bundan sakınılmasını hatırlatmaktır. Allah (c.c) kendisine dua edildiğinde icabet edileceğini haber vermekle birlikte, bu duayı kabul etme şartı olarak ölü veya diri hiç kimseyi araya koymayı yani tevessülü veya Falan kimsenin yüzü suyu hürmetine gibi sözleri kullanmayı istememiştir. 

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

15 Aralık 2017 Cuma

İsra s. 71. Ayetindeki Biimamihim Kelimesini Yasin s. 12. Ayetinden Anlamak

Kur'an içinde geçen bir kelime şayet birden fazla anlama gelebiliyor ise, o kelimeye verilecek anlamın ayet bütünlüğüne uygun olması gerekmektedir. İsra s. 71. ayetinde geçen Biimamihim kelimesinin, Önder, İmam olarak yapılan çevirileri, her ne kadar kelimenin anlamına uygun olarak çevrilmiş olsa da, içinde bulunduğu ayetin bağlamına uygun bir çeviri olduğunu söylemek güçtür.

يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ ۖ فَمَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَأُولَٰئِكَ يَقْرَءُونَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتِيلًا

Bu ayetin çevirisi çoğunlukla şu şekilde yapılmaktadır.

 Biz o gün bütün insan gruplarını önderleri ile birlikte huzurumuza çağırırız. O gün her kime kitabı sağ eliyle verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve kıl kadar zulmedilmeyecekler.

Allah (c.c) bu ayette, hesap gününde nasıl bir durum ile karşı karşıya kalacağımızı bizlere hatırlatmaktadır. Ayette bütün insanların imamları ile birlikte huzura çıkacağı bildirilmektedir. Ayet içinde geçen Biimamihim kelimesinin bu ayette hangi anlama gelebileceğinin, ayetin devamından anlaşılması gerekmektedir. Ayetin devamında kitapların yani herkesin dünya hayatında yaptığı amellerinin kayıtlandığı kitaplarından bahsedilmekte, Biimamihim kelimesinin de kitap kelimesi ile uyumlu bir anlama gelmesi gerektiğini düşünmekteyiz. 

Burada, Biimamihim kelimesinin Kitap anlamına gelip gelemeyeceği sorusu sorulacak, bu sorunun cevabı ise Yasin s. 12. ayetinden bulunacaktır.

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ ۚ وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ

Şüphesiz ki ölüleri, Biz diriltiriz Biz. İşlediklerini ve geride bıraktıklarını Biz yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta saymışızdır.

Yasin s. 12. ayetinde geçen İmamin Mübin kelimesinin Apaçık bir kitap olarak çevrildiği görülmektedir. Ayet içinde geçen İmamin kelimesine görüldüğü gibi Kitap anlamı verilmektedir. Yasin s. 12. ayetinin tefsirlerinde İmamin Mübin deyiminin ana kitap yani Levhi Mahfuz veya amellerin yazıldığı kitap anlamı verilmekte, amellerin yazıldığı kitap anlamı kanaatimizce daha uygun düşmektedir.

وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا
Nebe s. 29 ---Oysa biz, her şeyi yazıp saymışızdır.

Nebe s. 29. ayetinde, dünya hayatında yapılan amellerin yazılı olduğunun beyan edilmiş olduğunu dikkate aldığımızda, Yasin s. 12. ayetinde geçen deyimin amellerin yazıldığı kitap olduğu daha net olarak anlaşılmaktadır.

Yasin s. 12. ayetinde geçen İmam kelimesine Amellerin yazıldığı kitap anlamı verildiğine göre, İsra s. 71. ayetinde geçen Biimamihim kelimesine, Önder anlamı verilmek yerine Kitap anlamının verilmesi, bulunduğu ayetin bağlamına daha uygun düşecektir.

Bütün bunlardan sonra sonra İsra s. 71. ayetine şu şekilde bir anlam vermek sanırım yanlış olmayacaktır. 

 Biz o gün bütün insan gruplarını kitapları ile birlikte huzurumuza çağırırız. O gün her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve kıl kadar zulmedilmeyecekler.

 Biimamihim kelimesine verdiğimiz Kitap anlamı, ayetin devamı ile uyum sağlamakta, kitapları ile birlikte huzura çıkan insan guruplarından, kitabı sağından verilenlerin durumları ayet içinde beyan edilmektedir.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

14 Aralık 2017 Perşembe

Araf s. 205. Ayetine Süleymaniye Vakfı Mealinde Verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an çevirilerinde dikkat edilmesi gerekli hususlardan bir tanesi de, Kur'an içinde geçen bir kelimeye bir ayette farklı, diğer ayette farklı bir anlam verilerek, meal okuyucusunun kafasında bazı istifhamlar oluşmasına sebebiyet vermemek olmalıdır. Bir kelime şayet çok anlamlı ise böyle bir durum elbette kabul edilebilir, fakat kelimenin böyle bir durumu yok ise, aynı kelimeye Kur'an içinde farklı anlamlar vermek, meal yapıcısının ya ön yargılarını ayete söyletmek amacı olduğunu, ya da meal yapmaktaki cehaletini gösterecektir.

Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinin Araf s. 205. ayetinde geçen iki kelimeye verilen anlam üzerinde durarak, Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmemesinin ortaya koyduğu tezatları göstermeye, ve vakfı bu konuda uyarmaya çalışmak, yazının konusu olacaktır.

وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ


Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinde Araf s. 205. ayetine şu şekilde bir meal verilmiştir. 

"Öğle ve ikindide[*], yüksek olmayan bir sesle içten içe yalvararak Rabbini gizlice an. Sakın dikkatsizlik etme." 

Ayete bu anlam verildikten sonra dip not olarak, "[*] Öğle ve ikindi namazlarının sessiz kılınmasının delili bu ayettir..denilmektedir.

Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinde, Araf s. 205. ayetinde geçen بِالْغُدُوِّ  kelimesine ÖĞLE anlamı, وَالْآصَالِ kelimesine ise İKİNDİ anlamı verilerek, öğle ve ikindi namazlarının sessiz olarak kılınmasının delilinin bu ayet olduğu iddia iddia edilmekte, bu iddia aynı zamanda bu namazlarda sessiz okumanın  farz olduğu anlamına da gelmektedir.

Biz بِالْغُدُوِّ ve وَالْآصَالِ kelimelerinin hangi anlama geldiğinden ziyade, bu kelimelerin geçtiği diğer ayetlere, Süleymaniye Vakfı tarafından nasıl anlamlar verildiği üzerinde durmak, ve vakıf tarafından yapılan mealdeki çelişkilere dikkat çekmek istiyoruz.

بِالْغُدُوِّ kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlere Süleymaniye Vakfı tarafından verilen anlamlar şu şekildedir: 

-----Rad s. 15. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez Allah'a boyun eğerler (secde)[*]. Gölgeleri de bunu öğle ve ikindide yapar. 

Rad s. 15. ayetinde  geçenبِالْغُدُوِّ kelimesine vakıf mealinde ÖĞLE anlamı verilmiştir.

 -----Nur s. 36. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
(O ışık) yüce tutulmasına ve içlerinde adının anılmasını Allah’ın izin verdiği evlerde olur. Oralarda sabah akşam (insanlar) Allah’a boyun eğerler. 

Nur s. 36. ayetinde geçen بِالْغُدُوِّ kelimesine ise, diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine SABAH anlamı verilmiştir.

-----Mü'min s. 46. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Cehennem ateşi onlara, sabah akşam gösterilir. Kıyamet saati geldiğinde, "Firavun ailesini o azabın en ağırına sokun!" denir. 

Mü'min s. 46. ayetinde geçen Ğudüvven kelimesine, diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine SABAH anlamı verilmiştir. 

-----Sebe s. 12. ayeti Süleymaniye vakfı meali:
Sabahleyin bir aylık, öğleden sonra da bir aylık mesafe katettiren rüzgarı[1*] Süleyman'ın emrine verdik; bakır madeni kaynağını da onun için su gibi akıttık. Sahibinin izniyle, yanında iş gören cinleri de emrine verdik. Onlardan hangisi emrimizden çıksa ona alevli ateş azabını tattırırdık[2*]. 

Sebe s. 12. ayetinde geçen Ğudüvvuha kelimesine, diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine, SABAH anlamı verilmiştir.

-----Enam s. 52. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Sabah, akşam dua edip Rablerinin yüz göstermesini isteyenleri uzaklaştırma. Onların hesabı senden sorulmaz. Senin hesabın da onlardan sorulmaz. Onları uzaklaştırırsan yanlış yapanlardan olursun. 

Enam s. 52. ayetinde geçen Bi-lğadaveti kelimesine, diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine, SABAH anlamı verilmiştir.

-----Kehf s. 28. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Rablerinin yüzlerine bakmasını isteyerek sabah akşam ona yalvaranlarla birlikte sen de sabret[*]. Dünya hayatının çekiciliğine kapılıp gözlerini onlardan ayırma. Gönlünü zikrimize (Kur’an’a) karşı ilgisiz bulduğumuz, arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kişiye uyma. 

Kehf s. 28. ayetinde geçen Bi-lğadaveti kelimesine, diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine, SABAH anlamı verilmiştir.

-----Kehf s. 62. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Oradan geçtikten sonra Musa genç arkadaşına dedi ki "Getir şu kuşluk yemeğimizi; bu yolculuk bizi iyice yordu." 
Kehf s. 62. ayetinde geçen Ğadaena kelimesine diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine, KUŞLUK anlamı verilmiştir.

وَالْآصَالِ kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlere Süleymaniye Vakfı tarafından mealler şöyledir (kelimenin vakit anlamı içeren ayetleri alınmıştır):

-----Furkan s. 5. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Bir de şunu dediler: “Bunlar eskilerin masallarıdır[*]; yazdırtmış, ve sabah akşam ona okutturuluyor. ezberletiliyor.” 
Araf s. 205. ayetinde geçen وَالْآصَالِ kelimesine, İKİNDİ anlamı verilen mealde, Furkan s. 5. ayetinde geçen Asile kelimesine, AKŞAM anlamı verilmiştir.

Asile kelimesini geçtiği diğer ayetler olan Ahzab s. 42, Fetih s. 9 ve İnsan s. 25. ayetlerinde kelimeye vakıf mealinde AKŞAM anlamı verilmiştir.


-----Rad s. 15. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez Allah'a boyun eğerler (secde)[*]. Gölgeleri de bunu öğle ve ikindide yapar. 

Rad s. 15. ayetinde geçen وَالْآصَالِ kelimesine, İKİNDİ anlamı verilmiştir.

-----Nur s. 36. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
(O ışık) yüce tutulmasına ve içlerinde adının anılmasını Allah’ın izin verdiği evlerde olur. Oralarda sabah akşam (insanlar) Allah’a boyun eğerler. 

Nur s. 36. ayetinde geçen وَالْآصَالِ kelimesine, AKŞAM anlamı verilmiştir.

Görülmektedir ki, Süleymaniye Vakfı tarafından بِالْغُدُوِّ kelimesine, Araf s. 205. ve Rad s. 15. ayetlerinde ÖĞLE anlamı verilirken, kelimenin geçtiği diğer ayetler olan Nur s. 36, Mü'min s. 46, Sebe s. 12, Enam s. 52, Kehf s. 28. ve 62. ayetlerinde SABAH ve KUŞLUK anlamı,  وَالْآصَالِ  kelimesine ise Araf s. 205. ve Rad s. 15. ayetlerinde İKİNDİ anlamı verilirken, kelimenin geçtiği diğer ayetlerde ise AKŞAM anlamı verilmiştir. Yine hatırlatmak isteriz ki , yazının konusu bu kelimelerin hangi anlamlara geldiği değil, vakfın mealinde bu kelimelerin geçtiği bütün ayetlerde aynı anlamı verilmemiş olmasıdır.

Kur'an'ı Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealden öğrenmeye çalışan bir meal okuyucusu haklı olarak, bir kelimenin bir ayette neden ÖĞLE olarak çevrilirken, aynı kelimenin bir başka ayette neden SABAH olarak, bir kelimenin bir ayette İKİNDİ olarak çevrilirken, aynı kelimenin bir başka ayette neden AKŞAM olarak çevrildiğini soracak ve cevabını isteyecektir.

Vakıf tarafından yapılan bu çevirilerde ayrıca ortaya şöyle bir ikilem de çıkmaktadır. Vakıf, yaptığı mealde Araf s. 205. ayetinde geçen kelimelere öğle ve ikindi anlamlarını vererek, bu vakitlerde kılınan namazların sessiz okunmasının delilinin bu ayetlerden çıktığını iddia etmekte, bu iddia ise aynı zamanda bu vakitlerde kılınan namazlarda sessiz okumanın FARZ olduğunu iddia etmek anlamına da gelmektedir.

Bu ayetten öğle ve ikindi namazlarının sessiz olarak kılınmasının farz olduğu hükmünü çıkaran vakfın bu içtihadına karşı, aynı kelimelerin diğer ayetlerde farklı anlamlar verilmesi karşısında şaşkınlığa uğrayan bir meal okuyucusu haklı olarak, bir yerde öğle olarak çevrilen bir kelimenin başka ayette sabah olarak çevrilmesi, bir yerde ikindi olarak çevrilen bir kelimenin başka bir yerde akşam olarak çevrilmesi karşısında, hangi namazların sessiz kılınması gerektiği konusunda da tereddüt yaşayacaktır.

Vakfın Araf s. 205. ayetinde geçen kelimelere öğle ve ikindi anlamlarını vermesi öncelikle kelimenin geçtiği diğer ayetlere de aynı anlamları vermemek sureti ile yaşadıkları bir çelişkiyi göstermektedir şöyle ki;

Vakıf, Araf s. 205. ayetinde geçen Bi-lğuduvvi kelimesi şayet öğle anlamına geliyor ise, neden kelimenin geçtiği diğer ayetlere de öğle anlamı vermek yerine, sabah anlamını vermeyi tercih etmiştir?. Veya bu kelime şayet sabah anlamına geliyor ise, neden Araf s. 205. ayetindeki geçişine sabah anlamı vermek yerine öğle anlamı vermeyi tercih etmiştir?.

Vakıf, Araf s. 205. ayetinde geçen Ve-lasali kelimesi şayet ikindi anlamına geliyor ise, neden kelimenin geçtiği diğer diğer ayetlere de ikindi anlamı vermek yerine akşam anlamını vermeyi tercih etmiştir?. Veya bu kelime şayet akşam anlamına geliyor ise, neden Araf s. 205. ayetindeki geçişine akşam anlamı vermek yerine ikindi anlamı vermeyi tercih etmiştir?.

Kanaatimizce Vakıf, Araf s. 205. ayetinde geçen bu iki kelimeye diğer ayetlere verdikleri anlamdan farklı bir anlam vererek, gündüz namazlarının sessiz okunmasının delilinin ayete dayandırmaya çalışmakla zorlama bir tevilde bulunmaktadır. Çünkü ortaya koydukları delil diğer ayetler ile uyum sağlamamaktadır.

Ayet içinde geçen وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ ibaresine, yüksek olmayan bir sesle şeklindeki verdikleri anlama rağmen, öğle ve ikindi namazlarının SESSİZ olarak kılınmasının delili bu ayettir şeklinde bir içtihatta bulunmuş olmaları da, vakfın düştüğü başka bir çelişkidir. Yüksek olmayan bir ses ile şeklinde çevirdikleri bir ibareden, sessiz namaz delili çıkarmaları, vakfın bu konuda hatalı bir çıkarımda bulunduğunun göstergesidir.

Ayrıca bu tür vakit bildiren ayetlerin belirli vakitleri göstermekten ziyade, devamlılık ifade ettiğine dikkat çekmek isteriz. Örneğin; Mü'min s. 46. ayetinde Firavun'un sabah ve akşam ateşe sunulmasını, sabah ve akşam vakitlerinde iki öğün ateşe sunulması olarak anlamak, diğer vakitlerde ateşe sunulmamış olduğu anlamına gelir. Yine Meryem s. 62. ayetinde cennet ehlinin sabah akşam rızıklanmış olmaları, günde iki öğün yemek yemeleri anlamına asla gelmez. Bu ifade rızıklarının kesintisiz olduğu anlamında yani süreklilik anlamında kullanılmıştır. Bu örnekleri Kur'an içinden çoğaltmak mümkündür.

Sonuç olarak: Süleymaniye vakfı çıkardığı mealde Araf s. 205. ayetinde geçen iki kelimeye, aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlere göre farklı anlam vermek sureti ile, Kur'an bütünlüğüne dikkat etmeyen bir çeviri örneği sergilemiştir. Yapmaları gereken şey, ya Araf s. 205. ayetinde geçen iki kelimeye verdikleri Öğle ve İkindi anlamlarını doğru kabul ederek, kelimelerin geçtiği diğer ayetleri de bu yönde değiştirmek, ya da bu kelimelere diğer ayetlerde verdikleri Sabah ve Akşam anlamlarını doğru kabul ederek, Araf s. 205. ayetine verdikleri anlamı değiştirmek olmalıdır.

Şayet Araf s. 205. ayetinde geçen iki kelimeye verdikleri Öğle ve İkindi anlamlarını diğer ayetlerde geçen aynı kelimelere verecek olurlarsa, kelimelere yanlış bir anlam yüklemiş olmakla birlikte, çelişkili bir meal yapmış olmaktan kurtulacaklar, veya Araf s. 205. ayetinde geçen iki kelimeye diğer ayetlere verdikleri Sabah ve Akşam anlamlarını vererek, daha doğru bir çeviri yapmış olacaklardır. Bunu yaptıkları takdirde ise, öğle ve ikindi namazlarının sessiz kılınmasına dair olduğunu ileri sürdükleri ayetin, delil olup olamayacağını yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklardır.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

12 Aralık 2017 Salı

Nahl s. 124. Ayetinin Çeviri ve Yorumları Üzerine Bir Mülahaza

Nahl s. 124. ayeti olan إِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ ۚ وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ cümlesi, elimizde olan meallerin bir çoğunda, "Cumartesi yasağı, ancak onda ihtilâf edenlere (farz) kılınmıştı. Ve şüphe yok ki, senin Rabbin Kıyamet günü onların arasında ihtilâf ettikleri şey hakkında elbette hükmedecektir." şeklinde çevrilmekte, tefsirlerde ise bu konuda çeşitli yorumlarda bulunulmaktadır.

Biz, bu ayetin çevirisinde herhangi bir hata bulunduğunu iddia etmemekle birlikte, ayet içinde bulunan ve onda olarak çevrilen فِيهِ ibaresinin, السَّبْتُ (cumartesi yasağı) kelimesine götürmenin bazı soruları beraberinde getirebileceğini düşünmekteyiz şöyle ki;

Cumartesi yasağı olarak bildiğimiz yasağın, İsrailoğullarına has ve yaptıkları bazı yanlışlar sonucunda onlara ceza olarak verilmiş bir yasak olduğu herkesçe malumdur. Nahl s. 124. ayetinin bu durum göz önüne alınmak sureti ile bir çevirisinin yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.

[004.160-1] Yahudilerin zulmetmeleri ve birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle daha önce kendilerine helâl olan temiz şeyleri haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık.

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.

[016.118] Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık; biz onlara zulmetmedik, onlar kendilerine zulmediyorlardı.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde İsrailoğullarına çiğnemiş oldukları yasaklardan dolayı, onlara daha önce helal olan bazı şeylerin ceza olarak haram kılındığı bildirilmektedir. Cumartesi günü çalışmama yasağı, evrensel bir yasak olmadığı için sadece İsrailoğullarına verilmiş olan cezalardan bir tanesidir. 
Bundan dolayı Nahl s. 124. ayetine öyle bir anlam verilmelidir ki, ayetin İsrailoğullarına böyle bir yasağın hangi sebepten ötürü verildiğini ifade ediyor olsun. 

[016.120] Muhakkak ki İbrahim başlı başına bir ümmet idi, tek bir hanîf olarak Allaha itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı.

[016.121] Allah'ın nimetlerine şükredendi. Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.

[016.122] Ve Biz O'na dünyada bir güzellik verdik ve şüphe yok ki, o ahirette elbette sâlihlerdendir.

[016.123] Sonra sana vahyettik: «Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine uy. O müşriklerden değildi.»

Nahl s. 120-123. ayetlerine baktığımızda, o ayetlerde İbrahim (a.s) dan bahsedildiğini görmekteyiz. Nahl s. 124. ayetine verilecek olan anlamın, bu ayetler ile uyum içinde olması gerektiğini düşünmekteyiz. Cumartesi yasağının onda, yani İbrahim'in dininde ihtilaf edenlere farz kılınmış olmasının, ayetlerin bağlamı açısından daha uygun düşeceğini düşünmekteyiz.

Bu noktada İbrahimin dini ile ifade edilmek istenilen şeyin ne olduğunun açığa kavuşturulması gerekmektedir. Nisa s. 160. ve 161. ayetlerine baktığımızda, İsrailoğullarının zulmetmeleri, insanları Allah yolundan alıkoymaları, faiz almaları, insanların mallarını haksızlıkla yemeleri, İbrahim'in dininin esaslarını çiğnemeleri anlamına gelmektedir.

Bundan dolayı Nahl. s. 124. ayetindeki Fihi ibaresinin cumartesi yasağına değil, İbrahim'in dinine işaret ettiği yönünde bir parantez açılmak sureti ile anlam verilmesi daha makul görülmektedir. 

"Cumartesi yasağı, ancak onda (İbrahim'in dininde) ihtilâf edenlere (farz) kılınmıştı. Ve şüphe yok ki, senin Rabbin Kıyamet günü onların arasında ihtilâf ettikleri şey hakkında elbette hükmedecektir."

Tetkik etme imkanı bulduğumuz Kur'an çevirilerinin sadece Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu'nun bu doğrultuda anlam ve yorumda bulunduğunu gördük.

Muhammed Esed Meali:
Sebt gününün gözetilmesi sadece, onun hakkında uyuşmaz görüşler ileri sürüp çekişenlere emredilmişti; şüphe yok ki, bu çekişip durdukları konuda, Kıyamet Günü onların aralarında148 elbette senin Rabbin hükmedecektir.

Muhammed Esed yazmış olduğu tefsirinde bu ayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Yani, Hz. İbrahim hakkında. Bu ifadeden kasıt şudur: Yahudilerin çoğu, Tevhid dininin esaslarına açıkça ters düşen bir biçimde, sırf bu büyük Peygamber'in soyundan gelmiş olmalarına dayanarak kendilerinin “Allah tarafından seçilmiş kavim” olduklarını ileri sürmek suretiyle Hz. İbrahim'in gerçek dininden sapmışlardı. (“Onun hakkında uyuşmaz görüşler ileri sürüp çekişenler” ifadesiyle dile getirilmek istenen de, kanaatimizce işte bu sapmadır.) Kur’an'da sık sık işaret edildiği gibi, bu manevî taşkınlık ya da küstahlık, İsrailoğulları'na -ve yalnızca onlara- birtakım ciddî yasaklar, kısıtlamalar ve mecburiyetler yükletilerek Allah tarafından cezalandırılmıştır. İşte bu kısıtlama ya da ilave yükümlülüklerden biri de Sebt (Cumartesi) günü her türlü işten, alış verişten uzak durmaktır. En geniş anlamıyla bu pasaj, Allah tarafından öngörülen tüm biçimsel yükümlülüklerin (ritual), kendi başlarına dinî birer amaç olmadıklarını, ama sadece manevî ve ruhanî disiplinin biçimlendirilmesinde araç ve vesile olarak iş gördüklerini işaret etmektedir."

Mustafa İslamoğlu Meali:
Cumartesi yasağı sadece, bu konuda (İbrahim`in inanç sisteminden) farklılaşıp kopmuş olan kimselerin aleyhine oluşturulmuş bir durumdu. Ama şu kesin ki, Rabbin Kıyamet Günü üzerinde sürekli çekişip durdukları bu konuda onlar arasında hüküm verecektir.

Mustafa İslamoğlu bu ayet için ayrıca, "Bu konuda ihtelefu sözcüğüne şöyle bir anlam da yükleyebiliriz. Hz. İbrahim'in inanç sisteminden kopmaları sonucu bu yasak oluşmuştu. İhtelefe aynı zamanda bir şeyden ayrılmak, uzaklaşmak, kopmak anlamına gelir. Ki, bir üstteki ayetlerin Hz İbrahim'le alakalı olduğu düşünülünce bu anlam daha makul olsa gerek" demektedir.

Kur'an Yolu adlı tefsirde ise, Nahl s. 124. ayeti ile ilgili olarak şöyle denilmektedir: Eski tefsirlerde genellikle yahudilerin, hakkında görüş ayrılığına düştükleri şeyin “sebt günü” (cumartesi yasağı) olduğu belirtilmiştir; fakat İbn Âşûr’un da belirttiği gibi (XIV, 322-323) bunu bir önceki âyette geçen İbrâhim ve “İbrâhim’in dini” olarak anlamak daha isabetlidir. Buna göre âyeti şöyle açıklamak uygun olacaktır: Sebt günü ile ilgili yasaklar, bazı taşkınlıkları ve dikbaşlılıkları sebebiyle sadece Mûsâ kavmine özel bir ceza olarak Allah tarafından konulmuştur, İbrâhim ve onun diniyle ilgisi yoktur. Âyetten anlaşıldığına göre Mekkeliler’in temasta bulunduğu bazı yahudi grupları, diğer birçok konuda olduğu gibi Hz. İbrâhim’in kişiliği ve dini konusunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdi (bk. Âl-i İmrân3/65-68).

Araf suresi içinde geçen, cumartesi yasağını çiğneyen İsrailoğullarından olan bir topluluğun başlarına gelenlerin, eğer onların bu konuda ihtilaf etmelerinden dolayı başlarına geldiği söylenecek olursa, burada dikkat edilmesi gereken noktanın yasak konulduktan sonra o topluluğun helake uğradığıdır. Nahl s. 124. ayetinde geçen asıl mesele, İsrailoğullarının neden önce kendilerine helal olan bazı şeylerin, sonradan haram kılındığı meselesidir. Ayrıca Medine'de nazil olan surelerin içindeki İbrahim (a.s) ile ilgili ayetlerin, kitap ehlinin onun dinine aykırı inanç ve amel içinde oldukları özellikle vurgulanmaktadır.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

3 Aralık 2017 Pazar

Müstevdeun Kelimesi Üzerinden Ölüm İle Diriliş Arasında Geçecek Zamanı Okumak

Kur'an içinde geçen kelimeler, din adına bizlere sunulan bazı bilgilerin sağlamasını yapmak konusunda da faydalar sağlamaktadır. Yazımıza konu aldığımız Müstevdeun kelimesinin anlamı, aynı zamanda bizleri İslam kültüründe yaygın olan Kabir azabı konusunda bilgi sahibi de yapmaktadır. Ölüm ile yeniden diriliş arasında geçecek zaman hakkında Kur'an içindeki başka ayetlerde de bilgiler bulunmasına karşın, biz sadece bu kelime üzerinden bir çalışma yaparak,Kur'an içinde geçen bir kelimenin aynı zamanda bizleri başka konularda da bilgi sahibi yapabileceğine dikkat çekmek istiyoruz.

[006.098] O ki, sizi bir tek nefisten oluşturdu. Arkasından sizin için bir barınma (müstekarrun) ve bir geçiş yeri (müstevdeun) belirledi. Biz anlayanlar için ayetleri ayrıntılı biçimde açıkladık

[011.006] Yeryüzündeki bütün canlı türlerinin beslenmelerini ve geçinmelerini sağlamak Allah'ın garantisi altındadır. O, onların barınma yerleri (müstekarreha) ile geçiş yerlerini (müstevdeeha) bilir. Bütün bunlar açık bir kitapta yazılıdır.»

Konumuz olan kelimenin, Müstekarr kelimesi ile birlikte kullanıldığı görülmektedir. Bu kelime, Yerleşilecek yer anlamına gelmektedir. Kelimenin anlamını Adem ve İblis kıssasında geçtiği ayetlere bakarak anlayabiliriz. 

[002.036] Nihayet şeytan onları cennetten kaydırdı. Onları bulundukları yerden çıkardı. Biz de: Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde sizin için bir zamana kadar yerleşim (müstekarrun) ve faydalanma vardır, dedik.

[007.024] «Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip (müstekarrun) geçineceksiniz.»

Müstevdeun kelimesi; Rahat, huzur,sıkıntı veya güçlükten, zahmet ya da yorgunluktan uzak olmak anlamına gelen, Eddaatü kelimesinden türemiş, ismi mekan sigasında bir kelimedir. Tefsirlerde bu kelime ile, ana rahminde geçen zamanın ifade edildiği şeklinde yorumlar olsa da, ölümden sonra kabirde geçecek olan hayatı ifade ettiği şeklinde yapılan yorumların, kelimenin anlamı açısından daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

Müveddeun kelimesi, kinayeli olarak ölü anlamında kullanılmaktadır. Ölen bir kişi için kullanılan, Mezarına, kabrine tevdi edildi şeklindeki kullanım bizim dilimizde de mevcuttur.

Kelime, ayrıca Duha s. 3. ayetinde Ma veddeake şeklinde bir yerde daha geçmektedir. Bu kelime, Allah'ın elçisine olan vahyinin devam edeceğini, onu atıl bir durumda bırakmayacağını ifade etmektedir.

Müstevdeun kelimesi, bir kimsenin öldükten sonra yeniden dirilişine kadar geçecek zaman ile alakalı olduğuna göre, bu kelime aynı zamanda ölen bir kimsenin yeniden dirilişe kadar nasıl bir durumda olacağını da ifade etmektedir şöyle ki;

Kelimenin zaman ve mekanı ifade edeni bir sigada kullanılmış olmasını dikkate aldığımızda, Müstevdeun kelimesinin Rahat, huzur,sıkıntı veya güçlükten, zahmet ya da yorgunluktan uzak olunan bir zaman ve mekan olduğu ortaya çıkmakta, bu anlam ise bize şöyle bir çıkarım imkanı da sunmaktadır.

Kabir hayatı denildiği zaman ilk olarak bir çok Müslümanın aklına, ölen bir kimsenin kabrinde yeniden dirilişe kadar dünya hayatında yaptıklarının karşılığını görecek olması gelmektedir. Ölen kişi eğer imanlı ise onun kabrinin Cennet bahçelerinden bir bahçe, ölen kişi eğer imansız ise onun kabrinin ise, Cehennem çukurlarından bir çukur olacağına inanılır.

Kabir Azabı konusu, Kur'an tarafından ortaya atılan bir konu olmayıp, rivayetler kanalı ile ortaya atılan, ve bu rivayetleri doğrulatmak amacı ile bu konuda Kur'an içinden ayet aranan, ve aranan ayetin Mü'min s. 46. ayet olduğuna inanılan, fakat bu konu hakkında Kur'an içinde bir çok ayet olmasına, ve bu düşünceyi doğrulamaMAsına rağmen rivayet kültürünün Kur'an'ın önüne geçmesinden dolayı imanın bir şartı haline getirilmiştir.

Müstevdeun kelimesi bize, ölen bir kimsenin kabrinde nasıl bir durumda yeniden diriliş gününü bekleyeceğini haber vermekte, ve bu haber aynı zamanda Kabir Azabı düşüncesinin de Kur'an tarafından sağlamasının yapılmasına imkan sağlamaktadır.

Bu kelimenin, Rahat, huzur,sıkıntı veya güçlükten, zahmet ya da yorgunluktan uzak olunan bir zaman ve mekan sahip olması, ölen bir kimsenin böyle durumlardan uzak olmasını da beraberinde getirmektedir. Kabir hayatı meselesinde ölen kişinin huzur veya zahmet görecek olmasının öne çıkması, bu kelimenin ifade ettiği anlamın tersine bir durumu ifade etmektedir. 

Yani Müstevdeun kelimesi, ölen bir kimsenin kabrinde herhangi bir şekilde rahat ve zahmet çekmediğini ifade etmekte, bu durum aynı zamanda kabir azabı düşüncesinin de Kur'an açısından sağlamasının yapılmasını da sağlamakta, böyle bir düşüncenin hatalı olduğunu da göstermektedir.

Sonuç olarak; Müstevdeun kelimesi, ölen bir kimsenin yeniden dirilişi beklerken kabrinde nasıl bir durumda olduğunu ifade etmektedir. Bu kelime aynı zamanda kabir azabı konusu ile ilgili olarak bir çıkarım yapılabileceğini de göstermektedir. Çalışmanın amacı direk olarak kabir azabı ile ilgili değil, bir kelimenin anlamının bir konu ile ilgili olarak bazı çıkarımlar yapılabilmesini de mümkün olacağını göstermektedir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

1 Aralık 2017 Cuma

Yunus s. 83. Ayetinin Çevirileri Üzerine Bir Mülahaza

Yunus s. 75. ve 93. ayetleri arasında geçen Musa (a.s) kıssasının 83. ayetinde Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır.

فَمَا آمَنَ لِمُوسَىٰ إِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِهِ عَلَىٰ خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِمْ أَنْ يَفْتِنَهُمْ ۚ وَإِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْأَرْضِ وَإِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِفِينَ

Bu ayetin yapılan çevirileri genellikle şu şekildedir:

[Yunus s. 83] Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa’ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.

Bu çeviriye göre Musa (a.s) a İsrailoğullarından küçük bir grup iman ediyor, geri kalanları ise Firavun korkusundan dolayı Musa (a.s) a iman etmiyor. Ayetin bu şekilde yapılmış çevirilerinde, korkan tarafın iman eden küçük gurup değil, iman etmeyen geri kalan gurubun olduğu anlaşılmaktadır. Fakat ayetin Arapça metnini dikkatli okuduğumuzda, böyle bir çeviri yapmanın uygun olmadığı görülecektir.

Bizim iddiamız, Ayetin çevirisinde hata yapılmış olduğudur. Ayetin kelime kelime çevirisini yaptığımızda, yapılan hata ortaya çıkacaktır.

فَمَا آمَنَ لِمُوسَىٰ Musa'ya  iman eden olmadı.
إِلَّا               ancak imân etti
ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِهِ  kendi kavminden bir zürriyet
عَلَىٰ خَوْفٍ      korku üzerinde oldukları halde
مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِمْ Firavun ve melesinin
أَنْ يَفْتِنَهُمْ ۚ       onları fitneye düşürmesinden, onları işkenceye uğratmasından
وَإِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْأَرْضِ Firavun, yeryüzünde çok ululanan
وَإِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِفِينَ ve çok aşırı giden müsriflerden idi.

"Musa'ya  iman eden olmadı. ancak kendi kavminden bir zürriyet, Firavun ve melesinin onları fitneye düşürmesinden korku üzerinde oldukları halde imân etti. Firavun, yeryüzünde çok ululanan   ve çok aşırı giden müsriflerden idi.

Bu çeviriye bakıldığında ise, korkan tarafın iman eden küçük gurup olduğu anlaşılmaktadır. Yani İsrailoğullarından iman eden küçük gurup, Firavun'un zalim bir kişi olmasından korkmalarına rağmen Musa (a.s) a iman etmişlerdir. Ayet içindeki Ala havfin ( korku üzerinde oldukları halde) ibaresi, iman eden gurubun halini ifade etmektedir. Halbuki çeviriler bu ibareyi diğer guruba atfeden bir çeviri yapmışlardır.

84. ve 86ayetleri okuduğumuzda konu daha net olarak anlaşılacaktır. 

[Yunus s.84] Musa dedi ki; «Ey kavmim eğer Allah'a inandıysanız, eğer O'na teslim olmuşsanız, O'na dayanınız.
[Yunus s. 85] Onlar da dediler ki: «Allah’a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için fitne konusu kılma!
[Yunus s.86] Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!»

Yunus s. 84. ayetinde Musa (a.s) kendisine iman edenlere hitaben, böyle bir korkunun gereksizliğini hatırlatmakta, 85. ve 86.ayetlerde ise, kendisine iman edenler onu bu hatırlatmalarına karşı olumlu cevap vermektedirler. 

Tetkik etme imkanı bulduğumuz çevirilerde, Yunus s. 83. ayetine Ömer Nasuhi Bilmen tarafından verilmiş olan anlamın doğru olduğunu söyleyebiliriz. 

 (Yunus s. 83) Artık Mûsa'ya imân etmedi, ancak kavminden bir zürriyet kendilerinin Fir'avun'dan ve onların cemaatinden bir belaya uğrayacaklarından korkar oldukları halde imân etmiş oldular. Fir'avun ise muhakkak ki, o yerde yüksek idi ve şüphe yok ki, o haddi tecavüz edenlerden idi. (Ömer Nasuhi Bilmen)

Ömer Nasuhi Bilmen tarafından yapılan Yunus s. 83. ayetinin çevirisinde, korkan tarafın iman eden taraf olduğu şeklinde bir çeviri yapıldığı, ve bu çevirinin diğer çevirilerden farklı olduğu görülmektedir. Ömer Nasuhi Bilmen, yazmış olduğu tefsirinde bu ayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir:


"Şöyle ki: Peygamber Efendimiz, kavminden birçoklarının İslâmiyetî kabul etmeyip küfr üzere sebat ettiklerini gördükçe üzülüyor, hüzn ve keder içinde kalıyordu. Cenâb-ı Hak ise Rasûlü Ekrem'ine bu gibi âyetlerle teselli veriyor, Hz. Musa ile kavminin hallerini bildiriyor. Evet... Hz. Musa, o kadar mucizeler gösterdiği halde kavminden pek az kimse imân etmiş idi, diğerleri küfrlerinde devam edip durmuşlardı. Evet., (artık Musa'ya) O Yüce Peygambere, hak dine davet ettiği kimseler (imân etmedi) dinsizliklerinde sebat ettiler (ancak kavminden) Hz. Musa'nın kavmi alan İsrail oğullarından (bir zürriyet) bir taife, bir takım gençler (kendilerinin Firavun'dan ve onların cemaatinden) o Firavun ile onun kavminin ileri gelenleri tarafından (bir belâya) bir imtihana (uğrayacaklarından korkar oldukları halde) yine metanet göstererek (imân etmiş oldular) nice kimselerde bu korku sebebiyle imândan mahrum kalmışlardı. (Firavun ise muhakkak ki, o yerde) Mısır diyarında (ululuk taslayan biri idi) kendini beğenmiş bir diktatör idi. (Ve şüphe yok ki, o) lanete uğramış Firavun (haddi aşanlardan idi) ancak bir kul olduğu halde rablık iddiasında bulunuyordu. Beni İsrail'den nice kimseleri öldürmüş, yeryüzünde ne bozguncu hareketlerde bulunmuştu."

Bu ayetin yapılan çevirilerinin bir çoğunun hatalı şekilde yapılmış olmasını iddia etmemiz, bizim doğru olduğunu iddia ettiğimiz çevirinin doğru olup olmadığı sorusunu da beraberinde getirecektir. Yapılan meallerin birbirinin kopyası olması, kopya edilen meallerin herhangi bir yanlışa düşmüş olabileceği üzerinde fikir yürütülmemesi, Arapça bilmekten daha önemli olan ayet, sure Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmemesi, bu hataları körükleyen sebeplerdendir. Bu ayetin yapılmış çevirileri hakkında herhangi bir bilgisi olmayan kişi, bu ayeti çevirmeye kalktığında, mutlaka Ömer Nasuhi Bilmen tarafından yapılan çevirisinin benzerini yapacaktır. 

Sonuç olarak: Yunus s. 83. ayetine Türkçe meallerde verilen "Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa’ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi." şeklindeki anlamın doğru olmadığını düşünmekteyiz. Ayet içindeki anahtar durumda olan Ala havfin ibaresinin, Musa (a.s) a iman etmeyen gurup için kullanılmış olması hatanın sebebini oluşturmaktadır. Bu ibarenin halbuki Musa (a.s) a iman eden gurup için kullanılması gerekirdi. Ayetlerin bağlamına dikkat ettiğimizde, doğru olduğunu düşündüğümüz anlamın, sadece Ömer Nasuhi Bilmen tarafından verildiğini gördük.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

26 Kasım 2017 Pazar

Araf s. 175. Ayetinde Geçen "Fe etbeahuşşeytanü" İbaresinin Çevirisi Üzerine Bir Mülahaza

Kur'an çevirilerinde göze çarpan hatalardan bir tanesi de aynı ibarenin geçtiği ayetlerin birbirinden farklı anlamda çevrilmiş olmasıdır. Başka meallerden kopya çekerek meal hazırlamayan, Kur'an bütünlüğüne hakim olan bir çevirmen, aynı ibarenin diğer ayetlerde yapılan çevirisine dikkat etmek  sayesinde, daha önce yapılmış bazı hatalı çevirileri görebilir, dolayısı ile kendisi de aynı hataya düşmekten de kurtulabilir.

Araf s. 175. ayetini meallerden karşılaştırmalı olarak okuyan, ve ayet içindeki kelimelerin geçtiği diğer ayetlerde nasıl çevrilmiş olduğuna dikkat eden bir Kur'an okuyucusu, bu ayet içinde geçen Fe etbeahuşşeytanü ibaresinin çevirisinde bir farklılık olduğunu görecek, ve bu ayetin çevirisinde bir hata olup olmadığını sorgulayacak, Kur'an bütünlüğüne dikkat eden bir okuma yaptığında ise, hatayı görebilecektir.

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِي آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ

Bu ayetin tetkik etme imkanı bulduğumuz bir çok mealde şu şekilde çevrilmiş olduğunu gördük.

Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde, onlardan sıyrılan ve şeytanın arkasına taktığı sonunda da azgınlardan olan o kimsenin haberini anlat.

Çeviride problem olarak gördüğümüz nokta, ayet içinde geçen فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ  ibaresinin bir çok mealde "şeytanın arkasına taktığı",  "onu şeytan peşine taktı",  "Şeytan da onu kendisine tâbi kıldı" şeklinde çevrilmiş olmasıdır. Bizim çeviri problemi olarak gördüğümüz nokta, bir çok kişi tarafından normal bir çeviri olarak görülebilir, çünkü konu şeytan olduğunda bir çok ayette Allah (c.c) bizlere ona tabi olmamamızı emretmektedir. Bu ayetlerdeki emirlerden dolayı bir çok çevirmen Araf s. 175. ayetinin çevirisinde hata sayılacak bir çeviriye imza atmıştır. 

Bu ayetin çevirisini yapanlar (bütün çevirmenlerin aynı hataya düştüğünü iddia etmediğimizi hatırlatmak isteriz) şayet ayet içinde geçen فَأَتْبَعَهُ kelimesinin geçtiği diğer ayetlere dikkat eden bir çeviri yapmış olsalardı, bu hataya düşmeyeceklerdi.

Bu kelimenin aynısı iki ayrı sure içinde daha geçmektedir. 

Hicr s. 18. ayeti:

إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ
Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa, onu da parlak bir alev takip eder.

Saffat s. 10. ayeti:
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
 Ancak çalıp kapan olursa; onu da hemen delip geçen yakıcı bir alev takib eder.

Bir de kelimenin iki yerde geçen Fe etbeuhum şeklinde geçişlerini de örnek vermek istiyoruz.

Yunus s. 90. ayeti:

وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًا ۖ حَتَّىٰ إِذَا أَدْرَكَهُ
الْغَرَقُ قَالَ آمَنْتُ أَنَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَا مِنَ الْمُسْلِمِينَ
İsrailoğulları'nı denizden geçirdik. Firavun ve askerleri saldırı ve düşmanlık amacı ile peşlerine düştüler. Sonunda Firavun boğulmanın eğişine geldiğinde, «İsrailoğulları'nın inandıkları ilahtan başka ilah olmadığına inandım, ben de O'na teslim olanlardan (müslümanlardan) biriyim» dedi.

Taha s. 78. ayeti:

فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ
Bunun üzerine Firavun, askerleri ile birlikte onların (israiloğullarının) peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.

Konumuz olan kelimenin farklı zamirlerle kullanılan başka geçişleri de mevcut olmakla birlikte, yazıyı uzatmamak adına bu kadar örnekle yetiniyoruz. Şimdi verdiğimiz örnek ayetlerin çevirisi ile, Araf s. 175. ayetine yapılan ve hatalı olduğunu düşündüğümüz çevirileri karşılaştıracak, örnek ayetlere Araf s. 175. ayetine verilen ve hatalı olduğunu iddia ettiğimiz  anlam doğrultusunda bir meal örneği vererek, yapılan hatayı göstermeye çalışacağız.

Hicr s. 18. ve Saffat s. 10. ayetleri, Muhammed (a.s) a inen vahye karşı herhangi bir dış etkenin müdahalesi olmadığı bildiren bir bağlama dahil olan ayetlerdendir. Hicr s. 18. ayetini şayet Araf s. 175. ayetine verilen ve hatalı olduğunu düşündüğümüz çeviriler doğrultusunda bir anlam vermeye kalktığımızda, bu ayetin çevirisi kulak hırsızlığı yapanı yakıcı bir alevin takip ettiği şeklinde değil,  kulak hırsızlığı yapanın alevli ateşi takip ettiği şeklinde yapılması gerekirdi. 

Daha net anlaşılması için: Kulak hırsızı önde kaçarken onu arkasından alevli ateşin takip ettiğini ifade eden doğru anlam yerine, alevli ateş önde kaçarken onu arkasından kulak hırsızının takip ettiği şeklinde yapılan bir Hicr s. 18. ayeti çevirisi nasıl hatalı olursa, Araf s. 175. ayetine verilen meallerde öyle hatalıdır.

Araf s. 175. ayetinde geçen Fe etbeahuşşeytanü ibaresinin çevirisinin Şeytanın arkasına taktığı şeklinde yapılan çevirisini baz alarak Hicr s. 18. ayetine de, "Kulak hırsızlığı yapanı parlak ateşi takip eder" anlamı verilmesi gerekirdi.

 Saffat s. 10. ayeti de aynı şekildedir, ayette sözü çalıp kapan olursa o sözü çalanı yakıcı bir alevin takip ettiği şeklindeki doğru anlam yerine, sözü çalıp kapanın yakıcı alevi takip ettiği şeklinde yapılan bir çeviri nasıl hatalı olursa, Araf s. 175. ayetine verilen anlam da öyle hatalıdır.

Yine Araf s. 175. ayetinde geçen Fe etbeahuşşeytanü ibaresinin çevirisinin Şeytanın arkasına taktığı şeklinde yapılan çevirisini baz alarak Saffat s. 10. ayetine de, Ancak çalıp kapan olursa, o çalıp kapan delip geçen yakıcı ateşi takip eder" anlamı verilmesi gerekirdi.

Yunus s. 90. ve Taha s. 78. ayetlerinde, Firavun ve askerlerinin İsrailoğullarının peşine düştüğü bildirilmektedir. Eğer bu ayetlerin çevirilerini Araf s. 175. ayetine verilen hatalı anlamı baz alarak yapacak olduğumuzda, İsrailoğullarının Firavun ve askerlerinin peşine düştüğü şeklinde bir anlam verilmesi gerekirdi ki, böyle bir anlamın hatalı olacağı herkesçe malumdur.

Hal böyle iken neden Araf s. 175. ayetinin çevirisini hatalı olarak yapanlar bu noktaya dikkat etmeden çeviri yapmışlardır. Çeviri yapanların Arap dilini bilmediklerini söylemek onlara haksızlık olacaktır, fakat kopyacı veya ilgili kelimenin Kur'an içinde geçişlerine dikkat etmediklerini söylemek haksızlık olmayacaktır.

Araf s. 175. ayetinin kelime kelime çevirisi şu şekildedir:

Vetlu aleyhim: Onlara oku
Nebeellezî âteynâhu âyâtina: Ayetlerimizi verdiğimiz adamın haberini
Fenseleha minhâ: Fakat o ayetlerimizden sıyrıldı
Fe etbeahuş şeytânu: Şeytan (ayetlerimizden sıyrılan adama) tabi oldu, peşine düştü
Fe kâne minel gâvîn: Böylelikle azgınlardan oldu.

Problem, ayet içinde geçen Fe etbeauşşeytanu ibaresinin, Şeytan ona tabi oldu, peşine takıldı şeklinde çevrilmesi gerekirken, O şeytana tabi oldu, şeytanın peşine takıldı şeklinde çevrilmesinden kaynaklanmaktadır. 

Bu noktada Fe etbeahu kelimesindeki hu zamirinin, "O" veya "Ona" şeklinde her iki anlamında
verilebilmesinin gramer olarak mümkün olduğu, Fe etbeahuşşeytanü kelimesinin, O şeytana tabi oldu anlamına gelebileceği gibi, Şeytan ona tabi oldu anlamına da gelebileceği iddia edilebilir. 

Bu kelimenin, O şeytana tabi oldu, şeytanın peşine takıldı anlamının doğru olduğunu düşündüğümüzde, Hicr s. 18. ayetine, Kulak hırsızlığı yapan alevli ateşi takip etti anlamı, Saffat s. 10. ayetine, Çalıp kapan yakıcı alevi takip etti, Yunus s. 90. ve Taha s. 78. ayetlerine, İsrailoğulları Firavun ve ordusunu takip etti peşine takıldı anlamının verilmesi gerekirdi. Bu ayetlere verilen anlamlar ne kadar doğru ise ki değildir, Araf s. 175. ayetindeki Fe etbeahuşşeytanü kelimesine verilen O şeytana tabi oldu anlamı da o kadar doğrudur.

Tetkik etme imkanı bulduğumuz bir çok meal bu ayeti hatalı olarak çevirirken, doğru olarak çevirenler de bulunmaktadır. 

----Adem Uğur:Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.
----Bayraktar Bayraklı: Onlara şu adamın haberini oku! Kendisine âyetlerimizi vermiştik; fakat onlardan sıyrılıp çıktı. Ondan dolayı şeytan kendisini takip etti ve sonunda azgınlardan oldu.
----Diyanet Vakfı: Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.
----Edip Yüksel: Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, ancak onlardan sıyrılmış-geçmiş kimsenin ne duruma düştüğünü anlat onlara. Sapkın onu saptırıncaya kadar izlemişti.
----İlyas Yorulmaz: Ayetlerimizi kendisine verdiğimiz kimsenin haberini onlara oku. O ayetlerimizden uzaklaşmış ve şeytan da onu takip edip izlemiş, o da azgınlardan olmuştu.
----Kadri Çelik: Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, bu yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin (Bel’am b. Baura’nın) haberini oku.
----Muhammed Esed: Ve kendisine mesajlarımızı lütfettiğimiz halde onları bir kenara atan kimsenin başına gelecek olanı anlat onlara: Şeytan yetişip yakalar onu ve o da, başka niceleri gibi, vahim bir sapışla sapıp gider.
----Sadık Türkmen: Onlara, şu kimsenin haberini de oku/anlat: Kendisine ayetlerimizi vermiştik, onlardan sıyrılıp çıktı. Şeytanın peşine takıldı nihayet azgınlardan oluverdi.

[043.036] Kim Rahmanın hikmetlerle dolu ders olarak gönderdiği Kur’ân’ı göz ardı ederse, Biz de ona bir şeytan sardırırız; artık o, ona arkadaş olur.
Konumuz olan kelimenin çevirisinde yapılan hata, aynı zamanda ayetteki çok önemli bir anlatımın da yok edilmesine yol açmıştır. Şeytanın Allah'ın ayetlerinden sıyrılan kişinin peşine takılması, onu takip etmesi, Allah'ın ayetlerinden sıyrılmış olmanın ne kadar büyük bir cürüm olduğunu da ifade etmesi bakımından önemli bir anlatımdır. Bilindiği gibi insanlar genellikle şeytanın peşine takılan bir yol izlerler, fakat bu ayette bu durum böyle olmamış, şeytan başka birisinin peşine takılmıştır.

Bu durumu bizim dilimizde meşhur olan,
Şeytana dahi pabucunu ters giydirmek deyimi ile izah etmek konuyu daha anlaşılır hale getirecektir. Ayet içinde zikri geçen kişi her kimse küfürde öyle bir zirve yapmıştır ki, şeytanı dahi kendisine hayran bırakarak, onu bile kendisine tabi kılabilmiştir.
Burada şeytanın kimliği üzerinde herhangi bir yorum yapmaya çalışmak konuyu uzatacaktır. Ayet ile ilgili olarak sadece çevirisi ile ilgili bir çalışma yapmaya çalıştığımız için, Araf s. 175-176. ayetlerinin mesajı üzerinde daha sonraki yazılarımızda durmaya gayret edeceğiz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kadri Çelik:
Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, bu yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin (Bel’am b. Baura’nın) haberini oku.