Kitabına etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitabına etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Aralık 2017 Pazar

Şirk'in Kitabına Uydurulmuş Hali: Tevessül Veya Birisinin Yüzü Suyu Hürmetine İstemek

Allah (c.c) tarih boyunca gönderdiği bütün elçi ve kitaplarında bizlerden sadece kendisini İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmemizi istemiş, bu isteğe olumlu ve olumsuz cevap verenler arasında geçenleri kıssalar ile anlatmış, olumsuz cevap verenlerin dünya ve ahirette nasıl bir karşılık göreceklerini yine kitaplarında bildirmiştir. İşin garip olan yanı ise, Allah'ın gönderdiği kitap ve elçilere iman ettiklerini iddia edenlerin bir kısmının bu iddialarının havada kalması, bu insanların din adına ortaya attıkları ve inandıkları düşüncelerin şirk'ten arınamamış olmasıdır.

Son elçi Muhammed (a.s) ve ona indirilen kitaba iman ettiğini iddia eden insanların bir kısmının din adına ortaya atılan bazı söylemlerin şirk içermesine rağmen, bu düşünce ve söylemlere itibar etmesi, hatta bunları savunması, bu düşüncelerin şirk içerdiğini iddia edenlere sapık ve kafir damgası vurmaya kalkması ise, günümüzde yaşadığımız acı gerçeklerdendir.

[004.048]  Allah; kendisine ortak koşmayı bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, hiç şüphesiz pek büyük bir günahla iftira etmiş olur.

Şirk olgusunun Müslüman hayatında ortaya çıktığı anlardan bir tanesi de dua konusundadır. Allah'a direk olarak yaklaşılamayacağına dair oluşturulan inanç ne yazıktır ki, Allah ile araya bir takım kişiler konulması gerektiği inancını doğurmuş, bunun adına da TEVESSÜL denilmiştir.

Vesile kelimesinden türemiş olan Tevessül; Allah (c.c) den sevdiği ölü veya diri kulları araya koymak sureti ile, onların yüzü suyu hürmetine istemek anlamına gelmektedir. Ölü veya diri kullar, başta Muhammed (a.s) olmak üzere, Şeyh, Gavs, Kutup, Evliya v.s olarak bilinen bazı kişiler olup, dua edilirken bu kişiler araya konularak vesile edinilmekte, veya bu kişilerin yüzü suyu hürmetine istenilerek duanın kabul olacağı düşünülmektedir.

Kişilerle veya yapılan amellerle yapılan araya koyma işleminin meşruiyetine dair bazı rivayetler ileri sürülmekte, bu işin Kur'ani delili !! ise Maide s. 35. ayetine dayandırılmaktadır. Fakat bu ayeti okuduğumuz zaman vesilenin Allah yolunda cihat etmek olarak belirtildiği de görülecek, ortaya atılan iddiaya herhangi bir mesnet teşkil etmeyeceği ortaya çıkacaktır.

Bugün bir çok Müslüman dua ederken Yüzü suyu hürmetine ifadesini kullanmakta, bu ifadenin temeli ise, duada aracılık anlamına gelmektedir. Böyle bir ifadenin değil bazı ulu olarak bilinen kullar için, Muhammed (a.s) için dahi kullanılması hatalıdır. Peygamber dahi olsa hiç bir kul Allah (c.c) indinde herhangi bir ayrıcalığa sahip değildir. 

Tevessül ve yüzü suyu hürmetine istemenin temelinde, Allah (c.c) ye direk olarak sesinin duyuramama düşüncesi olup, bu düşünce maalesef Kur'an tarafından onay almamaktadır.

[002.186] Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.

Duanın nasıl yapılacağını öğreten bir ayet olan Bakara s. 186. ayetinde Allah (c.c) biz kullarına yakın olduğunu bildirmekte, bu yakınlığı aynı zamanda onun bize uzak olmadığı, ona dua ederken yakınlaştırıcı olarak bilinen kulların araya konulmaMAsı gerektiği anlamına gelmektedir. 

[039.003] Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) «Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.» Hiç şüphesiz Allah, kendi aralarında, hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete eriştirmez.

Şirk'i tarif eden ayetlerden bir tanesi olan Zümer s. 3. ayetinde ise, Allah'ın dışında veliler edinenlerin ortaya sürdükleri gerekçenin şirk olduğu görülmektedir.
Kullarını şirk inancından kurtararak tevhit inancına yöneltmek için gönderdiği kitap ve elçilere iman ettiklerini ileri sürenlerin böyle bir şirk içine düşmüş olmaları, maalesef acı ama gerçektir. Böyle bir duruma düşmenin ana sebebi ise, din de belirleyici olarak Allah'ın kitabının yerine başka belirleyicilerin geçirilmiş olmasıdır. Vahiy merkezli dinin yerine kişi merkezli bir din anlayışı, kişilerin yüceltilmesinin beraberinde getirmiş, bu durum ise Müslüman hayatında şirk tehlikesini ortaya çıkarmıştır.

Tevessül ve yüzü suyu hürmetine istemenin doğru bir düşünce olduğuna inananların bu inançlarının yanlışlığı kendilerine hatırlatıldığında ortaya sürdükleri delillerinin, bazı kimselerin din adına ortaya attıkları sözler ve bu kimselerin asla yanlış yapmayacaklarına dair olan inançları olduğu görülecektir. Ancak bu kişilerin ortaya attıkları sözlerin Kur'an ile sağlaması yapılacak olduğunda yanlışlığı görülecektir.

Halk arasında mahalle baskısı haline getirilmiş olan Ehli sünnet itikadı ismi ile bilinen düşünceye göre doğru olduğu savunulan bu yanlışın dile getirilmesi, ehli sünnet dışına çıkmak olarak görülmekte, fakat Kur'an dışına çıkmak olduğu maalesef ıskalanmaktadır. Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki, Kur'an'dan onay almayan her düşünce ve iddia adına ne denilirse denilsin çöpe atılmaya mahkumdur.

Sonuç olarak; Yazımızın amacının kimseyi Müşrik olarak nitelemek olmadığını hatırlatmak isteriz. Amacımız, şirk olgusunun Müslüman hayatında dua konusunda nasıl ortaya çıkabileceği olup, bundan sakınılmasını hatırlatmaktır. Allah (c.c) kendisine dua edildiğinde icabet edileceğini haber vermekle birlikte, bu duayı kabul etme şartı olarak ölü veya diri hiç kimseyi araya koymayı yani tevessülü veya Falan kimsenin yüzü suyu hürmetine gibi sözleri kullanmayı istememiştir. 

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Haziran 2016 Pazartesi

Sebe Hükümdarının Süleyman'ın Kitabına Teslim Olması ve Bu Teslimiyetin Karşılığı

Kur'anın muhataplarına vermek istediği mesajı iletmekteki kullandığı yollardan birisi, insanların birbirleri arasındaki iletişimlerinde kullandıkları edebi sanatlardır. "Teşbih" (benzetme) sanatı denilen edebi üslup , insanların kendi aralarındaki iletişimlerinde sıkça kullandıkları, bilinen bir üsluptur. Kur'an bu sanatı, özellikle gaybi anlatımlarda kullanarak , zihin dünyamızın algılayamadığı gaybi alemi, zihin dünyamızın algıladığı, gözle gördüğümüz alemin verilerine benzeterek anlatmaktadır.

Kur'anın Allah (c.c) ile ilgili verdiği bilgilerin anlatımında böyle bir edebi üslup kullanılmaktadır.

Allah (c.c) kendisini bizlere, zihin dünyamızın aşina olduğu "Hükümdar" tasvirine uygun bir benzetme kullanarak anlatmaktadır. Neml suresinde anlatılan Süleyman (a.s) kıssasını okuduğumuzda, beşer bir hükümdarın emrine tabi olan ve olmayanlara ne yapacağı üzerinden , Allah (c.c) nin kendisini hükümdara benzetmesi ile ilgisini kurarak , emrine tabi olan ve olmayanlara ne yapacağını görmekteyiz. 

Neml suresinde anlatılan Süleyman (a.s) kıssasında , onun Sebe hükümdarına gönderdiği elçi ile arasında geçenlerin anlatıldığı ayetlere baktığımızda, Allah (c.c) nin hükümdarlığı ile , Süleyman (a.s) ın hükümdarlığı arasında bir benzetme kurulduğunu görmekteyiz. Süleyman (a.s) ın elçisi ile "Kitap" gönderdiği Sebe hükümdarına, kendisine teslim olması gerektiğini , teslim olmadığı takdirde onu orduları perişan edeceğini haber vermektedir. Sebe hükümdarı, Süleyman (a.s) ın bu isteğine olumlu cevap vererek , kendisi ve ülkesini helak edilmekten kurtarmış ve sarayda ağırlanmaya hak kazanmıştır. 

Kur'an geneline baktığımızda ise , Allah (c.c) nin elçileri ile gönderdiği kitaba iman etmeyen kavimleri helak ettiğini , edenleri ise helak olmaktan kurtardığını görmekteyiz.

Bu yazımızda, ilgili ayetler üzerinden kurulan benzerliği okumaya çalışarak , Allah (c.c) nin, yeryüzündeki bir hükümdarın kendi emrine uyan ve uymayanlara yapacakları üzerinden, kendi emrine uyan ve uymayanlara yapacaklarını anlamaya çalışacağız.

Hüdhüd , Sebe adlı ülkeden haber getirerek oradaki durumu Süleyman (a.s) a anlattıktan sonra (27/ 22.27) , Süleyman (a.s) ona şunları söylemektedir ; 

[027.028]  Şu kitabımı götür onlara bırak; sonra geri çekil de, ne sonuca varacaklarına bak!

Hükümdarların bir ülkeye elçi gönderme adetine uygun olarak, elçi  seçtiği Hüdhüd'ü Sebe ülkesine gönderen Süleyman (a.s) ın, o elçisini gönderirken kullandığı "Şu kitabımı götür onlara bırak" cümlesi önemli bir noktadır. 

Burada Hüdhüd'ün ne veya kim olduğu noktasında herhangi bir açıklama yapmamış olmamız , bu konuda daha önceden bir çalışma yapmış olduğumuz içindir. Bu çalışmayı okumak isteyenler verdiğimiz linkteki yazıya göz atabilirler. 

http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/03/hudhud-ve-elcilerin-kimligi.html 

Allah (c.c) Alemlerin yegane rabbi ve ilahı olarak, mülkü altında yaşayan insanların hangi kurallara tabi olacaklarını bildirmek için, elçileri aracılığı ile KİTAP göndermektedir. Bu durumu Süleyman (a.s) ın beşer bir hükümdar olarak elçi ve kitap göndermesi ile benzerliğini kurabiliriz. Süleyman (a.s) bir hükümdar olarak , başka bir ülkenin hükümdarına elçi göndererek , kendisinin emirlerine tabi olmalarını istemektedir.

Süleyman (a.s) ın Hüdhüd'e söylediği "sonra geri çekil de, ne sonuca varacaklarına bak" emrinin, Allah (c.c) nin göndermiş olduğu elçilerin , muhataplarına karşı olan vazifelerinin sınırlarını anlatan bir ifade olduğunu söyleyebiliriz. 

Başta Muhammed (a.s) olmak üzere elçilerin vazifelerinin sadece mesajı iletmek (elçilerin sadece postacı olduğunu söylemek istemediğimizi hatırlatalım) muhataplarına herhangi bir baskı ve zorlama gibi bir vazifelerinin olmadığını ifade eden ayetleri dikkate alarak okuduğumuzda , Hüdhüd'e Süleyman (a.s) tarafından verilen "sonra geri çekil de, ne sonuca varacaklarına bak" daha kolay anlaşılacaktır. Elçiler getirdikleri mesajı muhataplarına iletirken onların kabul etmeleri noktasında onlara herhangi bir baskıda bulunmaları gibi bir vazife ve selahiyete sahip değillerdir.

Elçinin getirmiş olduğu kitap kendisine ulaşan Sebe hükümdarı şunları söylemektedir;

[027.029] Dedi ki: Ey ileri gelenler (meleu); gerçekten bana kerim bir kitap bırakıldı.
[027.030] Süleyman'dan; o Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (başlamakta)dır.
[027.031]  «Bana karşı üstün gelmeye çalışmayın (elle ta'lu aleyye), teslimiyet göstererek(müslimine) bana gelin diye (yazmaktadır).»

Sebe hükümdarının , Süleyman'ın elçisi tarafından kendisine bırakılan kitab'a karşı söylediği "kerim bir kitap" ifadesi onun , Süleyman tarafından kendisine gönderilen kitaba teslim olduğunu göstermektedir. 

Süleyman (a.s) ın Sebe hükümdarına hitaben söylediği "elle ta'lu aleyye ve'tuni müslimine" (Bana karşı üstün gelmeye çalışmayın teslimiyet göstererek bana gelin) ifadesi , Allah (c.c) nin elçileri vasıtası ile bildirdiği biz kullarından olan isteğini ifade etmektedir. Bu ifadenin bir benzeri Musa (a.s) tarafından Firavuna karşı söylenmektedir. 

[044.019] «Allah'a karşı üstün gelmeye kalkışmayın (ve en le ta'lu alallahi; doğrusu ben size apaçık bir delil getirdim.»

Bu noktada Mısır hükümdarı Firavun ile , Sebe hükümdarı arasındaki ortak bağı kurmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz. 

Her ikisinin de ortak yönü, ellerinde mülk , güç ve servet bulundurmuş olmalarıdır. Firavun kendisine gönderilen "Kerim elçi" yi (44.17) ret ederken , Sebe hükümdarı kendisine Süleyman tarafından gönderilen "Kerim kitap" a iman etmiştir.

Ayetlerde geçen "Mele" kelimesi ; " bir düşünce ve inançta birleşmiş olan topluluk" anlamında olup , ayrıca hükümdarların etrafında bulunan danışmanlar için de kullanılmaktadır. Süleyman (a.s) ve Sebe hükümdarlarının yanlarında bulunan mele , hükümdarların yanlarında bulunan bir danışman kadrosunu oluşturmaktadır.

Bu bağlamda Allah (c.c) nin kendisini bir hükümdar olarak tanıtmasına paralel olarak "Mele i Ala" (Yüce topluluk) terkibinin de kullanıldığını hatırlatalım (37/ 8 - 38 / 69). Bu terkibin kullanılmasından maksadın , Allah (c.c) nin yaptığı işleri bu topluluğa danışarak karar alması şeklinde bir durumun olduğunu söylemek mümkün değildir , böyle bir terkip kullanılmasının amacının , Allah (c.c) nin kendisini bizlere tanıtır iken kullandığı hükümdar benzetmesine uygunluk olduğunu söyleyebiliriz. 

Allah (c.c) nin Firavundan , Süleyman (a.s) ın Sebe hükümdarından istediği "Bana üstün gelmeye kalkmayın" ifadesi örtülü olarak ,  "malınıza , mülkünüze , gücünüze güvenerek bana kafa tutmaya kalkmayın" anlamındadır. Bu tehdide Firavun kulak asmamış , sonucunda helak edilmiş , fakat Sebe hükümdarı bu tehdide boyun eğerek kurtulmuştur.

[027.032]  Dedi ki: «Ey ileri gelenler! Bu işim hakkında bana fetva veriniz. Siz hazır bulununcaya değin ben bir işimi kestirmiş değilim.»

Hükümdarların yanlarında olan danışmanları ile olan müşaveresi Sebe hükümdarı tarafından da yapılmakta , aynı müşavere Firavun tarafından da yapılmaktadır.

[007.110]  O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. (Firavun): «O halde siz ne diyorsunuz?» dedi.

Sebe hükümdarının melesi, kararı hükümdara bırakır iken , Firavunun melesi, Musa (a.s) a karşı hileler düzenlemenin yollarını aramak için Firavuna akıl vermektedir. 

[027.033]  Dediler ki: «Biz kuvvet sahipleriyiz ve şiddetli bir azim sahipleriyiz ve emir sana aittir. Artık bak, ne emredeceksen.»

[007.111-2] «Onu ve kardeşini alıkoy, bütün şehirlere de görevliler yolla, usta sihirbazların hepsini senin huzuruna getirsinler» dediler.

[027.034] Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi.

Sebe hükümdarı , sorumluluk örneği göstererek ülkesini ve halkını düşünüp , melesi tarafından teklif edilen savaş önerisini ret eder. Onun bu sözleri , kendisine elçiler aracılığı ile gelen talimatlara kişilerin nasıl bir cevap vermesi gerektiği yönünde mesaj içermektedir.

Kur'an kıssalarında anlatılan kavimlerin , kendilerine elçiler aracılığı ile gelen talimatlara karşı inkarcı tavır takınanların uğradıkları sonları okuduğumuzda , Neml s. 34. ayetinin anlaşılması kolaylaşacaktır. Kur'an kıssalarında anlatılan helak edilen beldeler ile ilgili baktığımızda o beldelerde taş üstünde taş bırakılmadığını dümdüz edildiği haber verilmektedir.

[027.035]  «Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler.»

Sebe hükümdarının bu sözleri, elinde bulundurmuş olduğu servetin kendisine fayda sağlayabileceği ve bu servet ile Süleyman'ın kendisine karşı yaptığı teslim olma emrini delme umudunu taşıyan sözlerdir. Bu sözleri daha geniş anlamda , iman etmeyi bazı karşılıklı tavizlere bağlamak isteyenlere mesaj niteliği taşıması açısından okumak mümkündür.

Kur'an geneline baktığımızda kendilerine gelen elçilere karşı çıkanların öne çıkan söylemlerinde , ellerinde bulunan güç ve servete güvenerek bu karşı çıkışlarını yaptıklarını gözlemlemekteyiz. Ellerindeki 3 kuruşluk dünya malı ile kendilerini yenilmez görerek, ilahlık ve rablik taslayanların başında Firavun gelmektedir.

[043.051] Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: «Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?»

Kur'anın pek çok ayeti, mal ve evlatlar ile övünerek, bunları Allah (c.c) ye kafa tutma vasıtası yapanların, dünya ve ahirette uğrayacakları akıbeti haber vermektedir. Sebe hükümdarı da elinde bulundurduğu mal ve servetten bir kısmını Süleyman'a hediye olarak göndererek , kayıtsız şartsız teslimiyet konusunda Süleyman'dan bir çeşit ödün yani müdahene başvurusunda bulunmaktadır. 

Bu başvuruya Süleyman'ın cevabı şöyledir ; 

[027.036-7] Süleyman'a geldiklerinde: «Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Ama belki de siz hediyenizle sevinirsiniz. Onlara dön! And olsun ki, güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız» dedi.

Süleyman beşer bir hükümdar iken , kendisine tam bir teslimiyet ile gelinmesini istemekte, bu konuda hiç bir taviz vermemektedir. Hükümdarların hükümdarı olan , Allah (c.c) pazarlıklı bir imanı acaba kabul edebilir mi?. Kur'anın bir çok ayetinde pazarlıklı bir imanın kabul edilmeyeceği , imanın şartlarını kulların değil , Allah (c.c) nin belirlediğini , bu şartlara herkes tarafından uyulması gerektiği , uymayanların nasıl bir akıbete uğrayacaklarını haber verilmektedir.

Bu konuda özellikle ilk inen surelerde Muhammed (a.s) a çizilen yol haritasında, tavizkar, yani müdaheneci bir tavıra asla müsaade edilmemektedir. 

 [068.008-14] Şu halde yalanlayanlara itaat etme. Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.

Sebe hükümdarı , Süleyman (a.s) tarafından kendisine elçi vasıtası ile gönderilen kitaba teslim olarak , helak edilmekten kurtulmuş , Süleyman (a.s) ın sarayında ağırlanmaya hak kazanmıştır.

[027.044] Ona denildi ki: «Saraya gir.» Vaktâ ki onu gördü, onu derin bir su sandı, iki baldırını açıverdi. (Süleyman) Dedi ki: «O hakikaten sırçalardan döşenmiş düz, açık bir yerdir (min kavarira)

Sebe hükümdarı ,kendisine elçi aracılığı ile gelen kitaba iman ederek , o elçiyi gönderen Süleyman (a.s) ın ona orduları ile saldırmasından korunmuş , netice olarak Süleyman (a.s) ın sarayında ağırlanmaya hak kazanmıştır. Kur'anın "Allah'ın orduları" ile alakalı ayetlerine baktığımızda , Süleyman'ın ordusu ile bir ülkeyi helak etme tehdidi ile , Allah (c.c) nin orduları ile kendisine iman etmeyenleri helak etmiş olduğunun anlatıldığı ayetler daha kolay anlaşılacaktır.

Aynı şekilde , Allah (c.c) nin elçi aracılığı ile gönderdiği kitaba iman edenlerde aynı şekilde Allah (c.c) nin saraylarında ağırlanmaya hak kazanacaktır. Kur'anın cennet ile ilgili anlatımlarına baktığımızda bu yönde bir paralellik görmekteyiz.

[076.015]  Çevrelerinde gümüş kaplar ve billur kaseler (kavariradolaştırılır.
[076.016]  Billurları (kavarira)gümüş gibi parlaktır, onları ölçüp ölçüp dağıtırlar.

Sonuç olarak ; Kur'anın içinde benzeterek anlatma (teşbih) üslubunu taşıyan ayetler önemli bir yer tutmaktadır. Bu anlatıma, gayb alanı içine giren konular dahil olmakta , ve o alana ait bilgiler dünya hayatında bilgimiz olan alana ait verilere benzetilerek anlatılmaktadır.

Allah (c.c) kendisini bir hükümdara benzetmekte ve bu benzetme, yaşamış gerçek bir hükümdar olan Sülayman (a.s) ın Sebe hükümdarına gönderdiği elçi ve kitap ile eşleştirilerek , Süleyman (a.s) ın gönderdiği elçi ve kitaba karşı çıkanlara ne yapacağı üzerinden, kendisinin gönderdiği elçi ve kitaplara karşı çıkanlara tarih boyunca ne yaptığı elçi kıssalarında anlatılmaktadır.

Kendisinin gönderdiği elçi ve kitaplara iman edenlere ise ne yapacağını , yine yaşamış gerçek bir hükümdar olan Süleyman (a.s) ın , Sebe hükümdarına gönderdiği elçi ve kitaba iman etmesi neticesinde onu sarayında ağırlaması ile eşleştirdiğimizde , Allah (c.c) de kendisine iman edenleri ahirette saraylarda ağırlayacağını cennet ile ilgili ayetlerde bizlere bildirmektedir. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.