Arız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mayıs 2016 Pazartesi

TEKFİRCİLİK : Müslümanlarda Arız Olan Bir Hastalık

İnsanlar arasında aynı konuda farklı düşünceye sahip olmak , olağan , doğal , hatta gerekli bir durumdur. Farklı düşünceler, insanları daha geniş düşünmeye sevk ederek, tek düzelikten kurtarır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta , bu farklılıkların düşmanlık ve tefrikaya dönüşmemesinin gerektiğidir. Bu durumu, biz Müslümanların arasında olan bazı farklı fikirler açısından düşündüğümüzde , farklı düşüncelerin bırakın doğal karşılanması , kan dökmeyi gerektirecek bir durum olarak görülmesi neticesinde , kafirler ile yapılan savaşlardaki insan zayiatından daha fazla , kendi aralarında yaptıkları savaşlarda zayiat vermişler , hala vermektedirler. 

İslami argümanları kullanarak karşısındakini sadece kendisi gibi düşünmediği için "Kafir" olduğunu söylemek ,  yani tekfir etmek , bir kısım Müslümanda neredeyse imanın şartı haline gelmiş bir vaziyettedir. 

Bu duruma yol açan sebepler nedir ? 

Bu konuda tek bir sebepten bahsetmek zor olacaktır , ancak önemli sebep olarak gördüğümüz , kendi düşüncesini merkeze alarak , diğer düşünceyi mahkum etmeye yönelik, düşünce ve söylemlere dikkat çekerek , bu durumun meydana getirdiği düşmanlıklara temas etmeye çalışacağız .

"Tekfir" ; "Bir kimseye, düşüncesi ve söyleminden ötürü , küfre düştüğünü söyleyerek onu "Kafir" ilan etmek" anlamına gelmektedir. 

Kendisi gibi düşünmediği için diğer bir kimseyi kafir ilan etmek , biz Müslümanlar arasında yaygın olan, ve neredeyse hastalık haline gelmiş bir durumdur. 

Peki bir kimseye "Sen kafirsin" diyebilmek için, şart olan kriterler ne olmalıdır?.

Bu sorunun cevabından önce , bir kimseye "Sen kafirsin" diyenlerin, büyük çoğunluğunun dayandığı kriterleri ortaya koymanın gerektiğini düşünmekteyiz.

Bir kimseye düşünce ve söyleminden ötürü "Sen kafirsin" diyen bir kimsenin dayandığı kriter , kendi sahip olduğu düşüncesi olup , karşısındaki kimsenin kafir sayılma gerekçesi , sadece kendisi gibi düşünmemesidir. 

Kişi, sahip olduğu düşünceyi merkeze alarak , bu düşünceyi "Mutlak doğru" olarak kabul etmekte , ve karşısındaki düşünce ve söylemleri, kendi doğrularına göre değerlendirerek , karşısındaki düşüncenin doğru veya yanlışlığına buna göre karar vermektedir. Bunun neticesinde ise , karşısındaki kişinin düşüncesinin doğru , kendi düşüncesinin yanlış olabileceği ihtimalini göz ardı eden kişiler , karşılarındaki kişileri rahatlıkla tekfir edebilmektedirler.

Müslüman dünyasına baktığımızda , eline tekfir kılıcını alarak, önüne gelene sallayanların oluşturduğu kaos ortamına baktığımızda, kötü bir tablo önümüze çıkmakta , "bu kaosun önüne nasıl geçilebilir ?" sorusu, cevabını aramaktadır. 

Bu durumun önüne geçilebilmesi için , öncelikle insan olmanın gerektirdiği karşılıklı saygı ve birbirini dinleme , medeni bir kişilik sahibi olmak , karşıt görüşlere tahammül edebilme olgunluğu, gibi erdemler , kişilerde bulunmalıdır. Bu gibi insanı insan yapan erdemlere sahip olmayanların din adına yapacakları söylem ve eylemler , her şeyden önce İslama zarar verecektir.

Her şeyden önce , karşısındaki kişinin kendisi gibi bir insan olduğu , o kişinin de bir şahsiyet ve kişilik sahibi olduğu , ona saygı duyulması gerektiğine dair bir düşünce içinde bulunmayan kişi , bencillik duygularının ağır basması neticesinde , kendisini dinin merkezinde görerek , diğerlerini hiçe saymak , dışlamak , hor ve hakir görmek gibi hasletlere sahip olacaktır.

Kendi düşüncesini merkeze almak sureti ile, kendisini tek ve yegane doğru olarak gören kişiler ile tartışmak, fayda yerine zarar getirecektir. Hiç bir Müslüman , sahip olduğu düşünceyi merkeze almak , kendisini tek ve yegane doğru görmek hakkına sahip değildir.

Çünkü, istisnasız olarak bütün Müslümanların sahip oldukları düşünceleri , okudukları Kur'an , hadis , tefsir , fıkıh v.s gibi kitaplardan elde edilmiş olan yorumlardır. Bu kitaplardan elde edilmiş olan yorumlar , insan ürünü olması nedeniyle, eksik ve hata barındırma ihtimali mutlaka olabileceği hesap edilerek , sahip olunan düşüncenin dinin merkezine konulması gibi bir bencillik içine girilmemesi Müslümanların en başta gelen vazifesi olmalıdır.

Okuduğu veya dinlediklerinden yaptığı çıkarımlar ile, kendisini en doğru , karşısındaki en yanlış olarak görenler , kişilerdeki cehaletin zirve yapmış halini temsil etmektedirler. Okuduklarından elde ettiği bilgi ile, ilim sahibi olan bir kişinin öncelikle , sahip olduğu bilginin eksiklik veya hatadan münezzeh olamayacağı bilincine sahip olması gerekmektedir. Böyle bir olgunluğa sahip olmayan kişilerin sahip oldukları bilgiler , karşısındaki insanları aşağılamak , hakaret etmek , küçük düşürmek için kullandıkları bir silah haline gelecektir.

İnsan olmanın en büyük tezahürü , karşısındaki insana karşı gösterdiği sevgi  , saygı , hoş görü v.s gibi hasletler de ortaya çıkmaktadır. Müslüman olarak bu hasletleri taşımayan insanların konuştukları her söz , yaptıkları her fiil , başta kendilerine olmak üzere , mensup olduklarını iddia ettikleri dine zarar verecektir.

Tekfirciliğin , insani ilişkileri zayıf , kaba , saygısız , karşıt düşüncelere tahammülü olmayan , karşıt düşünceye karşı bir delil getiremeyen cahil insanların bir hastalığı olduğunu , birbirini tekfir eden insanların düşünce ve insani yapılarına baktığımızda görülecektir.


Bu noktada "Peki bir kimse eğer kafir ise ona kafir denilmeyecek mi?" sorusu da sorulacaktır. 

Bu sorunun cevabı için bu sefer de , bir kimsenin "Kafir" olarak damgalanmayı hak edecek eylem ve söyleminin neye göre tesbit edileceği meselesi gündeme gelecektir. 

Bir kimseye kafir olduğunu söylemek, onu tahkir ve hakaret amaçlı olarak kullanılmamalıdır. 

Biz Müslümanların en büyük hatası, maalesef bu noktada ortaya çıkmaktadır. Kafir olmak , kişinin içine düştüğü bir hal olup , onun kafir olduğunu söylemek , onu tahkir ve hakaret amacı taşımaması , içine düştüğü yanlıştan çıkması için ikaz mahiyetinde olmalıdır. 

Tabi ki bir kişinin "Kafir" olması için herkesin kendi oluşturduğu kriterler değil , ortak kitabımız olan Kur'andaki "Delaleti ve subuti KAT'İ" olarak ifade edilen hükümleri red etmesi gerekmektedir. 

Aksi takdirde,bazı kişilerin Kur'an içinden çıkardıkları " Delaleti ve subuti ZANNİ" olarak ifade edilen hükümlere dayanarak kişilerin kafir ilan edilmesi yolu yanlış bir yöntemdir. 
Kur'an farklı olarak yorumlanmaya müsait bir kitap olup , bu yorumları kesin doğrular kabul etmek sureti ile bazı kimselerin tekfir edilmesi yolu yanlış bir yöntemdir. 

Herkes okuduğu Kur'andan, ilmi , fikri , beslendiği hizip , meşrep doğrultusunda çıkarımlar yapmakta ve bu çıkarımlar kişilerin indi görüşleri olmaktadır. Bilgi ve düşünce alt yapılarının kendilerine gösterdiği yol ile okunan Kur'andan yaptığı çıkarımları , "Kargadan başka kuş tanımam" misali nihai doğrular olarak görerek , başka yorumları mahkum etmek , tekfircilik hastalığının en başta gelen sebebidir. 

Bu hastalıktan kurtulmanın çaresi ise , öncelikle kendisini dinin merkezinde görmek şeklinde ortaya çıkan kibirden kurtulmakla olacaktır. Ortaya koyduğu bir düşüncenin eksik ve hata barındırabileceği ihtimalini asla kabul etmeyen bir kişi , tıbbi desteğe muhtaç bir kişi konumuna gelmiş , bu hastalıktan ancak psikiyatristlerin vereceği reçete ile kurtulması mümkün olacaktır. 

Müslümanların birbirleri arasında olan tartışmalar genellikle vurdulu kırdılı bir boks maçı havasında gerçekleşmektedir. Halbuki bu tartışmalar , birbirine karşı galip gelmeyi amaç edinmeyerek , doğru bildiklerini birbirlerine aktarmak şeklinde bir hava içinde yapılmış olsaydı , sonrasında kırıcı davranışlar sergilenmesine gerek bile kalmayarak , sadece bilgi aktarımı havasında gerçekleşen güzel bir ortam sergilenebilirdi.

Müslümanlar arasında sonu birbirini tekfir etmek şeklinde neticelenen tartışmalar , mahalle çocuklarının kavgada birbirlerine karşı güç yetirememeleri neticesinde, küfür ve hakaret ile karşı mahalle çocuklarına karşı üstünlük sağlama gayretlerine benzemektedir.

Olgun ve insani ilişkileri daha medeni olan Müslümanlar , kendi düşüncelerini zorla kabul etmek gayreti içinde asla olmadan , doğru bildikleri söylemek zorundadırlar. Hiç bir kimse kendi doğru bildiğini karşısındaki kişinin kabul etmesi için zorlayamaz. 

MEDENİ bir Müslüman sadece doğru bildiğini söyler ve kenara çekilir , kimseyi kendisi gibi düşünmeye zorlamaz. 

BEDEVİ bir Müslüman ise , doğru bildiğini söyler , fakat karşısındakini bu doğruya tabi olması için zorlar , başaramaz ise onu tekfir ederek amacına ulaşmaya çalışır.

Sonuç olarak ; Müslümanlar arasında bitmek tükenmek bilmeyen ihtilaflar , netice olarak tarafların birbirlerini tekfir etmesi sonuçlanmaktadır. Tekfircilik, Müslümanlar arasında öyle bir hal almıştır ki , neredeyse patolojik bir durum arz etmektedir. 

Bu durumun önünün alınabilmesi , öncelikle kişilerin sahip oldukları düşünceleri tek ve yegane doğru olarak merkeze almamaları ile mümkün olacaktır. Kendi düşüncesi tek ve yegane doğru olarak görmeyen bir kişi , karşısındaki düşünceyi dinleme olgunluğunu gösterecek ve katılmasa dahi , kendi doğrularını ortaya koyarak medeni bir tartışma ortamı meydana getirecektir. 

Müslümanların bir kısmında arız olan tekfircilik , medeni bir tarz da değil , bedevi bir tarz da karşısındakine yaklaşmanın sonucudur. Karşısındaki insanın en az kendisi kadar şahsiyet sahibi , saygın olmayı hak eden birisi olduğunu düşüncesine sahip olmadan yapılan tartışmalar sonucunda ortaya çıkan sonuç birbirini tekfir etmek ile sonuçlanacaktır. 

Karşılıklı olarak , insani değerlere ve ilim ahlakına sahip olan kimselerin yapacakları tartışmalar , birbirini tekfir etmekle değil , saygı ve hoş görü sınırları aşılmamış medeni bir ortamda yapılmış bilgi alış verişi içinde gerçekleşerek sonuçlanacaktır.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.