2 Mayıs 2017 Salı

Al-i İmran s.103. ve Enfal s. 63. Ayetleri: Vahyin Kalpleri Birleştirmesi

Aynı inanç ve düşünce etrafında buluşan insanların, sahip oldukları inanç ve düşüncenin devam etmesi, birbirleri ile olan bağlılıklarını ile yakından alakalıdır. Birbirleri ile bağları kuvvetli olmayan, birbirleri ile aralarında düşmanlıklar oluşan toplulukların, ayakta kalması mümkün değildir. Müslüman adı altında birleşen bizlerin, birlik ve beraberliğinin önemini, iman iddiasında olduğumuz kitap bir çok yerinde vurgulayarak, ayakta kalmamızın bu şekilde mümkün olacağını hatırlatmaktadır.

Bu yazımızda, Al-i İmran ve Enfal surelerindeki iki ayet üzerinden, vahyin birleştirici fonksiyonunu ve bu ayetler karşısında bizlerin bugünkü durumu hakkında tefekkürde bulunmaya çalışacağız.

[003.103] Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.

[008.062] Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.
[008.063] Ve onların gönüllerini uzlaştıran da. Yoksa yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın yine de onların kalplerini birleştiremezdin. Ancak Allah, onların arasında birleşmeyi sağladı; çünkü O, güçlüdür, hikmet sahibidir.

Yukarıdaki ayetlerde dikkatimizi çeken önemli bir husus, vahyin ilk muhataplarının daha önce birbirleri ile düşman oldukları, bu düşmanlıklarının sona ermesi için yeryüzünün bütün serveti harcansa bile, bu düşmanlığın sona ermesi için yetmeyeceği belirtilerek, onların kalplerinin vahyin mesajına tabi olmak ile birleştirilmiş olduğu bildirilmektedir. 

Vahyin ilk muhatapları olan ashabın birbirleri ile olan düşmanlıklarını, vahiy ile tanışmalarında terk etmeleri, onların vahyi kalplerine sindirmiş olmalarının bir eseridir. Bu ayetlerin anlatılma sebebi, sadece ilk muhatapların vahye karşı olan teslimiyetlerinin övülmesi değil, sonraki gelenlerin birbirlerine karşı takınacakları tutumun öğretilmesi amacına matuftur. 

[061.004] Hiç şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.

Vahiy, insanları çimento vazife görerek, onları belirli bir amaç etrafında birleştirmiştir. Bu amaca ulaşmak için her türlü düşmanlığın bir tarafa bırakılmasının şart olduğu şuuruna vakıf olan ilk muhataplar, Mekke'ye giden yola bu şekilde ulaşmışlardır. Fakat Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında eski düşmanlıkların yeniden depreşmesi ile yeniden düşman hale gelen Müslümanların birbirleri ile olan savaşları halen sürmektedir.

İlk muhataplara inen vahyin içeriğinin aynı şekilde bizler tarafından okunduğu halde, bizlerin birbirine karşı Evs ve Hazreç'ten daha şiddetli düşman olmamızı nasıl izah edebiliriz?.

Medine'de Muhammed (a.s) tarafından oluşturulan Müslüman topluluğun ortak amacı, Mekke'yi müşriklerin elinden kurtarmak idi. Mekke'nin müşriklerin elinden kurtarılması gereğine inanan bu Müslümanlar, isteklerinin gerçekleşmesi için tek bir hedefte birleşmek gereğine inanmışlar, bu hedeften saptıracak her türlü yolun onları Mekke'nin fethinden alıkoyacağını idrak etmişlerdi.

Haşr s. 10. ayetinde , "Kalbimizde müminlere karşı kin bırakma" şeklindeki cümle, çok önemli mesajları içinde barındırması açısından dikkate değer bir duadır. İnsanların birbirleri ile herhangi bir sebepten ötürü aralarında husumet olabilir. Ancak onların bu husumeti bir tarafa bırakarak, ortak bir hedef üzerinde birleşmeleri önemlidir. Onların ortak bir hedefte birleşmeleri, aralarında herhangi bir sebepten ötürü oluşmuş olan husumeti tamamen ortadan kaldırmayacağı muhakkaktır. Ancak insanların ortak bir hedefe kilitlenmeleri, onların aralarındaki husumeti bir kenara bırakmaları gereğini doğurmuştur. 

Haşr s.10. ayetinde öğretilen duanın önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Dua Allah (c.c) den olan isteklerin kul tarafından dile getirilmesi, bu duanın kabulü için de, kulun duasının gereğini hayat içinde yerine getirmeye çalışmasının şart olduğunu dikkate aldığımızda, bizlere böyle bir duanın öğretilmiş olması, bu duanın sözlerinin sadece dil ile ifade edilmesi değil, bu duanın gereğini hayat içinde yerine getirilmesinin gerekli olduğunu hatırlatmaktadır. Yani ortak hedefleri olan insanların birbirleri ile aralarında olan kin ve husumeti artık bir tarafa bırakmaları, onların hedeflerine ulaşmalarında büyük bir öneme haizdir. 

Bugüne gelecek olursak, dün Mekke'nin şirk unsurlarından arındırılması gibi bir ortak hedefi olan insanların, bu hedeflerine ulaşmak için vahyin birleştiriciliğine yapışmaları, onların başarıya ulaşmalarından en büyük faktör olmuştur. Fakat bugünkü Müslümanların yaşadıkları toprakları şirk unsurlarından arındırmak gibi bir ortak hedefleri dahi maalesef bulunmamaktadır. Ortak hedefleri olmayan toplulukların, ortak düşmanları olması gibi bir durum ortadan kalkarak, birbirlerine düşman olmaları söz konusudur. 

Bugün bir çok fırka ve hizbe bölünmüş olan Müslümanların, Ortak Hedef  diye bir terim lügatlerindan kalkmış, her fırka ve hizip kendisine taraftar toplamak gibi bir hedefe odaklanmıştır. Kendi fırka ve hizbini büyültmek hedefine odaklanan kimseler, karşı fırka ve hizipleri düşman olarak görerek, onları yok etmek gibi bir misyonu yüklenmiş, bu durum ise biz Müslümanları içinde bulunduğumuz duruma düşürmüştür.

Kur'an'a gerçek olarak yönelmek demek, Allah (c.c) nin bizlere kul olarak neler yüklemiş olduğunu bu kitap içinden öğrenmek anlamına gelmelidir. Din tamamen Allah'ın olana ve fitneyi yeryüzünden kaldırana kadar mücadele içinde olması gereken bizler (Bakara s. 193- Enfal s. 89), bu emrin gereğini Muhammed (a.s) ve beraberindeki ashabının nasıl yerine getirdiğinin örneklerini  içselleştirerek, aynı görevi onların bıraktığı yerden devam ettirmek zorundayız.

Fırka ve hizip taassubunun bir kenara atılarak asli göreve odaklanmak, ve bu göreve odaklanabilmek için mevcut olan husumeti bir kenara bırakmak atılacak ilk adım olmalıdır. Ancak Müslümanların büyük bir kısmının, Kur'an'ın en tepe kavramı olan Şirk'in  hayat içinde nasıl yer bulduğunu bilmemeleri, hatta bir çok Müslümanın şirk içinde bir hayat sürdürmeleri, önümüzdeki en büyük engeldir. Bu engelin kalkması için vahyin belirleyici olması gerektiğine dair düşüncenin önündeki engel, yine biz Müslümanlardan başkası değildir. Din adına sahip oldukları düşünceleri, başka kitap ve kişilerden alan bir çok Müslüman doğru yolda olduklarını zannederek, hayatlarından memnun bir halde yaşamaktadırlar.

Vahyin öncelikle bizlere Müslüman kardeşimize nasıl davranmamız gerektiğini öğütleyen ayetlerin öğrenilmesi ve hayata geçirilmesi, atılması gereken ilk adımlardandır. Fetih s. 29. ayetinde "Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler" cümlesi, hayat içinde pratiğe geçerek, düşman olarak bildiğimiz insanların bizden farklı fırka ve hiziplere mensup olan Müslümanlar olmaktan çıkarılması şarttır. 

Müslüman olmak demek, Allah'a kul olmak sözü vermek anlamına gelmekte olup, İsrailoğullarının verdikleri bu sözden caymaları, ve bu yüzden başlarına gelenlerin anlatıldığı ayetler, bizlere masal olsun diye anlatılmamaktadır. Verdikleri sözü yerine getirmeyenlerin dünya ve ahirette başlarına neler geleceği, İsrailoğulları örneği üzerinden yaşanmış şekilde bizlere anlatılmaktadır. Bugün Müslümanlar olarak yaşadığımız her türlü zorluğun sebebini, Allah'a verdiğimiz sözü bozmuş olmamızda aramak yanlış olmayacaktır.

[049.010] Muhakkak mü'minler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet edilsin.

Bugün Kur'an'ın birleştirici bir kitap olduğu ortaya atıldığında, bazı kimseler tarafından itiraz olarak, Kur'an'ı öne çıkaran insanların bile kendi aralarında bölük pörçük olduğu gerçeği öne çıkarılmaktadır. Kur'an'ı öne çıkardıklarını iddia eden insanların da kendi aralarında bölünmüş olması bir realite olması, bu bölünmüşlüğün sebebinin Kur'an olduğunu göstermez. Aynı kitaba iman eden Evs ve Hazreç kabilelerine mensup olan insanların, düşmanlıklarını bir kenara bırakarak birbiri ile kardeş olmaları bunun canlı şahididir. Bugün bizlerin her türlü kin ve husumeti bir kenara atmaktan, aramızda yeniden kardeşlik hukuku oluşturmaktan alıkoyan acaba nedir?.

Kur'an'ı öne çıkardıklarını iddia eden insanların bölünmüşlüklerinin sebebi, yine kendileri olup, okudukları vahyin onlara gösterdiği ortak hedefi anlayamamış olmalarıdır. Müslümanlar olarak yeniden ortak hedefler ortaya koymadıkça, bu hedefler etrafında aramızdaki her türlü husumeti bir kenara bırakmadıkça, din adına yaptıklarımız sadece yeşillik olsun kabilinden oyalanmalar olmaya mahkum olacak, ve bu durum bizim zillet içinde kalmamızın devamından öte bir işe yaramayacaktır. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

30 Nisan 2017 Pazar

Araf s. 157. Ayetinde Geçen Bazı Kelimelerin Çevirileri Üzerine

Kur'an'ı Türkçeye çevrilmiş meallerinden okuyanların karşılarına çıkan sorunlardan bir tanesi, ayetin yapılmış olan çevirisinde okuyucuların zihninde bir takım soruların oluşmasına sebebiyet verilmesidir. Bu soruların oluşmasına sebep olan noktalardan bir tanesi, çevirinin hatalı olmamasına karşın, düzgün bir ifade ile yapılmamış olmasıdır. Bu iddiamıza örnek olarak verebileceğimiz bir ayet, Araf suresi 157. ayetidir. 

Elleżîne yettebi’ûne-rrasûle-nnebiyye-l-ummiyye-lleżî yecidûnehu mektûben ‘indehum fî-ttevrâti vel-incîli ye/muruhum bilma’rûfi veyenhâhum ‘ani-lmunkeri veyuhillu lehumu-ttayyibâti veyuharrimu ‘aleyhimu-lḣabâ-iśe veyeda’u ‘anhum israhum vel-aġlâle-lletî kânet ‘aleyhim felleżîne âmenû bihi ve’azzerûhu venasarûhu vettebe’û-nnûra-lleżî unzile me’ahu ulâ-ike humu-lmuflihûn(e)

Bu ayetin Türkçe çevirileri genel olarak şöyle yapılmaktadır.

Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Resul Nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte indirilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. 

Bu ayetin içindeki Ünzile meahu ibaresi, genellikle Onunla birlikte indirilen  şeklinde çevrilmektedir. Böyle bir çevirinin hatalı çeviri olduğu iddiasında olmamakla birlikte, anlam açısından bazı eksiklikler olduğunu, ve zihinde bazı soruların oluşmasına sebep olabileceğini söyleyebiliriz şöyle ki; 

Onunla birlikte indirilen demek, Kur'an ile birlikte indirilen demek olup, böyle bir çeviri, Muhammed (a.s) ve Kur'an'ın birlikte indirilmiş olduğunu ifade etmektedir. Hiç bir meal yapıcısı, Muhammed (a.s) ın Kur'an ile birlikte indirildiğini iddia ederek elbette böyle bir çeviri yapmaz, fakat bu şekilde bir çeviri, Türkçeyi doğru kullanamamaktan kaynaklanan bir anlamın oluşmasına sebep olmaktadır. Bundan dolayı bu ibarenin daha anlaşılır bir şekilde çevrilmesi gereğinin hasıl olduğunu düşünmekteyiz.

Vettebeu-nnure-llezi ünzile meahu ibaresi, Onun beraberindeki indirilen nur'a tabi olanlar şeklinde çevrildiği zaman, daha anlaşılı bir çeviri yapılmış olacağını düşünmekteyiz. 

Ayrıca aynı ayet içindeki El Ümmiyye kelimesinin, Okuma yazma bilmeyen olarak çevirisinin yapılmış olduğunu bazı meallerde rastlamaktayız. Bu kelimenin böyle bir anlam verilerek çevrilmesinin Kur'an bütünlüğüne uygun bir çeviri olmadığını söyleyebiliriz. Muhammed (a.s) okuma yazma bilmediğine katılmakla birlikte, bu kelimenin burada bunu anlattığını söylemek zordur. 

Bu kelime, Daha önce vahiy ve elçi ile muhatap olmayan Araplara verilen bir isimdir. Bu kelimenin belirlilik (El) takısı ile geçtiği,  Araf s. 158, Al-i İmran s. 20, 75, Cuma s. 2. ayetlerine baktığımızda bu anlamda kullanıldığı görülecektir. 

Konu etmeye çalıştığımız kelimeler belki önemsiz bir ayrıntı olarak görülebilir. Fakat Kur'an çevirisi yapanların bu türden küçük ayrıntılara dikkat etmeleri gerektiğini düşünmekteyiz. Yapılan bir ayet çevirisinin herhangi bir soru işareti oluşturmaya sebep olacak şekilde yapılmaması, çevirilerin sıhhati için önemli bir noktadır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

29 Nisan 2017 Cumartesi

Firavun Sihirbazlarının Kıssası ve Onların Bize Verdiği Ders

Musa (a.s) kıssası Kur'an içinde en fazla yer tutan bir kıssa olması, ve bu kıssa içinde bize yönelik bir çok mesajlar olması bakımından göze çarpan bir kıssadır. Onun kıssası içinde geçen sihirbazlarla olan karşılaşmasının anlatıldığı ayetler, ayrı başlıklar altında okunmaya müsait bir bölümdür. Bu yazımızda, sihirbazların Firavun ile olan konuşmaları, Musa (a.s) a yenilmelerinin ardından ona iman etmeleri, Firavunun ölüm tehdidine karşı söylediklerinin, bize dair nasıl mesajlar içermiş olabileceği üzerinde tefekkürde bulunmaya çalışacağız.

Bilindiği üzere Musa (a.s) Medyen'den ayrıldıktan sonra, Tuva vadisinde risalet görevini almış, tuğyan içinde olan Firavun'a gitmesi istenmiştir. Firavun ile olan karşılaşmasında, onun bilgin bir sihirbaz olduğunu iddia eden Firavun ve etrafındaki melesi ona, Musa ile karşılaşma yapmaları için ülkenin en mahir sihirbazlarını toplamasını söylerler.

[007.113]  Sihirbazlar Firavun'a geldi ve dediler ki: Eğer galibler biz olursak; şüphesiz bize bir ücret var, değil mi?.

[026.041]  Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a «Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?» dediler.

Sihirbazlar Firavun'a geldiklerinde onunla olan konuşmalarında galip geldikleri takdirde bunu karşılığını almak istediklerini söylemektedirler. 

[007.114] Dedi ki: «Evet. Ve şüphe yok siz (o zaman) en yakınlardansınız (El Mukarrabine)

[026.042] Dedi ki: «Evet. Ve o vakit elbette siz, en yakınlardansınız (El Mukarrabine)

Firavun'un sihirbazlara karşılık olarak verdiği El Mukarrabin den olacaksınız cevabı, bir insana verilebilecek olan en yüksek derecedeki mükafatı ifade etmesi açısından önemli bir kelimedir. Bu kelime Kur'an içinde başka ayetlerde de geçmektedir. 

[056.011-2] İşte onlardır Allah’a en yakın olanlar (El Mukarrebune). Naîm cennetlerindedir onlar.

[083.028] Bir kaynak ki, yakınlaştırılmış (El Mukarrebune) olanlar ondan içer.

[056.088-9] Ama eğer ölen kimse Allah’a yakın olanlardan (El Mukarrebine) ise, onun için rahatlık, güzel nasip ve naîm cenneti var.

El Mukarrebune olarak tanımlanan insanlar, Allah'a olan bu yakınlıklarının karşılığını cennet ile almakta, dolayısı ile en yüksek derecede ödüle hak kazanmaktadırlar. 

Firavun, sihirbazlarına galip geldikleri takdirde geçici dünya menfaatini vaat ederken, Allah (c.c) ebedi cenneti vaat etmektedir. Musa (a.s) ın karşısında yenilen sihirbazların secdeye kapanarak, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik demelerinin ardından, Firavun onları ölüm ile tehdit eder. Firavun'un ölüm tehdidine karşı sihirbazların Firavun'a karşı verdikleri cevap dikkat çekicidir. 

[007.125-6] Onlar: Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al, dediler.

[020.072-73]  Dediler ki; «Biz seni, bize gelen açık delillere ve yaratıcımıza tercih edemeyiz. Vereceğin hükmü ver. Senin hükmün ancak dünya hayatında geçerli olabilir»«Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır.»

[026.050-1] (İman eden sihirbazlar): «Zararı yok, biz şüphesiz Rabbimize doneceğiz; inananların ilki olmamızdan ötürü, Rabbimizin kusurlarımızı bize bağışlayacağını umarız» dediler.

Firavun'a iman ederek hayatta kalmak veya Allah'a iman ederek ölmek arasında tercih yapmak zorunda kalan sihirbazlar, geçici hayatın menfaatlerini değil, ebedi hayatın nimetlerini tercih ederek, böyle durumlarda nasıl bir davranış sergilenmesi gerektiğine dair canlı ve yaşanmış örneği oluşturmuşlardır. 

[003.014] Kadınlarından oğullarından, kantar kantar altın ve gümüşten, nişanlı atlardan, develerden ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük; insanlar için süslenip hoş göründü. Bunlar dünya hayatının geçimidir. Oysa gidilecek yerin güzel olanı Allah katındadır.

İnsan yaratılışı gereği dünya hayatına ve onun geçici menfaatlerini seven bir itiyada sahiptir. Ancak Allah (c.c) dünya hayatının geçici menfaatlerinin ahiret hayatına tercih edilmemesi gerektiğini, defaatle hatırlatmaktadır. Her insan yaşadığı hayat içinde dünya veya ahireti tercih etme noktasında seçim yapmak zorunda kalabilir veya bırakılabilir. Kur'an bize böyle bir durumda kaldığımız zaman, nasıl bir davranış sergilememiz konusunda Firavun'un sihirbazları örneği üzerinden canlı ve yaşanmış hayat örneği sunmaktadır.

Musa (a.s) ile karşılaşana kadar Firavunu rab ve ilah olarak kabul eden sihirbazlar, gerçek rab ve ilahın Allah (c.c) olduğuna iman ettikten sonra, Firavun'un onlara vereceği azap ile, Allah'a iman etmemenin vereceği azabı mukayese ederek, doğru bir seçim yapmışlar, Firavun'un safında değil, Musa'nın safında olmayı yeğlemişlerdir.

Sonuç olarak; Bizler eğer Firavun'un sihirbazlarının yaptıklarını bir kahramanlık destanı şeklinde okuyarak, onların hayatlarının bize dair neler söylemiş olabileceği üzerinde herhangi bir tefekkürde bulunmayacak olursak, kıssa Firavun sihirbazlarının masalı haline dönüşerek, buharlaşacaktır. Ancak Kur'an böyle bir olayı anlatarak, dünya veya ahireti tercih etmek arasında kalanların şartlar ne olursa olursa olsun, hangi tarafı seçmelerinin daha hayırlı olduğunu yaşanmışlık üzerinden bize öğretmektedir. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


28 Nisan 2017 Cuma

Kur'an'ın Tarihsel Bir Kitap Olması Bizleri Bu Kitabın Sorumluluğundan Kurtarır mı?

Bilindiği üzere Kur'an, bundan yaklaşık olarak 1500 sene önce, Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan insanlara inmiş bir kitaptır. Bu kitap içindeki ayetlerin ilk muhatapları o şehirlerde yaşayan insanlar olup, bugün bu kitap üzerindeki bazı tartışmalar, bu kitabın bizleri de bağlayıp bağlamadığı noktasında yapılmaktadır. Tarihselcilik adı ile bilinen düşüncenin zımnen de olsa dile getirmeye çalıştığı, Kur'an'ın bugün için bizlere dair söylediği bir şeyin olamayacağı gibi düşünceler, maalesef bazı insanların Kur'an'dan uzaklaşarak Deist ideolojiye kaymalarına sebep olmaktadır.

Biz bu yazımızda, tarihselciliğin doğrularını veya yanlışlarını tartışmaktan ziyade, Kur'an'ı devre dışı bırakmaya yönelik, veya tarihselciliğin böyle bir iddiası olmasa dahi, bazı kimselerin bunu böyle anlayarak Kur'an'dan uzaklaşmalarının getirebileceği tehlikelere dikkat çekerek, Kur'an'ın tarihselliğini iddia eden düşüncenin, Kur'an'ın bugün için bizim hayatımızın neresinde olması gerektiğine dair bir teklifinin olması gerektiği, bu konuda net bir düşünce ortaya atarak, insanları iki arada bir derede kalmaktan kurtarmaya çalışması gerektiğine dair düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Tarihselcilik düşüncesinin Kur'an'ın anlaşılmasında indiği tarihsel dönemin bilinmesinin gerekli olduğu yönündeki düşünceleri elbette doğrudur. Kur'an'ın bütün ayetleri evrenseldir şeklindeki söylemi dile getirenlerin ise Kur'an'ı doğru olarak okuyup anladıklarını söylemek maalesef zordur. Kur'an'ı dikkatli okuyan bir kimsenin, bu söylemin bir takım soruları beraberinde getirdiğini görerek, bu söylemi dile getirmekten vazgeçeceği de muhakkaktır.

Kur'an'ın bir kısım ayetlerinin tarihsel olduğunu iddia etmek, Kur'an ayetlerini inkar etmek anlamına gelmemektedir. Kur'an ayetlerinin ilk muhataplarına söylediklerinin tamamının bize de söylenmiş olabileceği gibi bir düşüncenin pek doğru bir yaklaşım olmadığı, ön yargısız bir şekilde okunduğunda anlaşılacaktır.

Kur'an'ı okumada ve anlamada hala yöntem tartışmaları yapılan bu zamanda, bu kitabın ayetlerinin bizim için ne ifade etmesi gerektiği üzerinde özellikle tarihselcilik düşüncesine sahip olanların, bu konuda daha net olarak konuşmaları, Kur'an üzerinde kafa yoran insanların boşlukta kalmamaları için gereklidir. 

Özellikle geleneksel din algısının yanlışlarını Kur'an ile düzeleceğini düşünen insanların, Kur'an hakkında bu türden iddiaları duyması, onların din algılarının değişmesine neden olmakta, din adına elinde tuttukları kitabın tarihsel bir kitap olduğunu duymaları, onları maalesef hayal kırıklığına uğratmaktadır. 

Bu insanları hayal kırıklığından kurtarmak için Kur'an'ın evrensel bir kitap olduğu söylemini öne çıkardığımızda ise, bu sefer başka problemler ortaya çıkmakta, insanların Yaa bana ne bu kitaptan diyerek kaçmaktadırlar. Öyleyse ifrat ve tefrite düşmeden, bu kitabın tarihselliğinin ne demek olduğu, evrenselliğinin ne demek olduğu konusunda insanlar ciddi olarak aydınlatılmalı, bu konuda oluşan kafa karışıklığı giderilmeye çalışmalıdır. 

Türkiye ortamında yapılan Kur'an'ın tarihselliği veya evrenselliği tartışmalarının bir kör döğüşü şeklinde gerçekleştiği, Kur'an'ın tarihselliğini savunanların, evrenselliğini savunanların yanlışlarını konuştuğu, evrenselliğini savunanların ise, tarihselliğini savunanların yanlışlarını konuşmak sureti ile kendilerini ispat etmeye çalıştıkları görülmektedir. 

Bu tartışmalar insanların aydınlanmasına değil, fırkalaşmasına sebebiyet vermekte, sanki fırka eksikliğimiz varmış gibi, fırka ordusuna Tarihselciler, Evrenselciler adında yeni fırkaların eklenmesine sebep olmaktadır. Fırkalaşmaya sebep olacak tartışma ortamı yaratmak yerine, insanların daha net ve doğru düşünmesine kapı aralamaya vesile olacak tartışmaların yapılmasının daha verimli olacağını düşünmekteyiz.

Kur'an'ın sadece tarihselliğini, veya sadece evrenselliğini savunmanın, bu kitabın anlaşılmasında objektif bir bakış açısı sağlamayacağı bilinmelidir. Kur'an'ın ideolojik söylemlerin içine sokmak sureti ile tartışmaya açmak, bu kitabın değerini düşürmesi açısından pek doğru yaklaşım olmayacağını da hatırlatmak isteriz.

Kur'an üzerinde yapılan tartışmalarda öncelikle, İnsan hayatında kitap ve elçilerin fonksiyonu nedir?, Allah (c.c) neden insanlara elçi ve kitap gönderir?, son elçi ve kitabın bizim hayatımızdaki yeri ne olmalıdır?sorularının cevabının aranmaya çalışarak, bu sorular etrafında bir düşünce ortamı oluşturulmasının gerekli olduğunu düşünmekteyiz. 

Tarihselcilik düşüncesine sahip olanların Kur'an'ın tamamen insan hayatından çıkması gerektiği gibi bir düşünce içinde olduklarını iddia etmemekle birlikte, Kur'an ayetlerinin tarihsel bağlamının dikkate alınması düşüncesini biraz daha ileriye taşıyarak, bizim hayatımızda bu kitabın yeri olamayacağını dile getirmeye çalışanların olduğu bir gerçektir.

Bu konuda yapılan tartışmaların insanların boşluğa düşmelerine sebep olmasından çıkarılarak, Kur'an hakkında doğru bilgi sahibi yapılmaya yönelik olması, ilerleyen zamanlarda deizme düşmüş bir gençliğin oluşmasına engel olacağını düşünmekteyiz. 

Her insan fıtratındaki aidiyet duygusunun bir gereği olarak kendisini onunla ifade edebileceği, diğer insanlarla ortak bir bağını sağlayabileceği bir inanca sahip olmak ihtiyacı duymaktadır. Kur'an, Müslümanlar arasında birlikteliği sağlaması açısından önemli bir işleve (bu işlevi tam anlaşılmamış olsa da) sahip kitaptır. Bu kitabın bir şekilde insan hayatından çıktığında, onun yerini başka kitaplar veya ideolojiler alarak, aidiyet duygusu tatmin edilmeye gidilecektir. 

Kur'an'ın temel mesajının Allah'ı tek ilah ve rab olarak tanıyan bir hayat sürülmesi gereğini hatırlatmak olduğunu, kıyamete kadar gelecek bütün insanların böyle bir hayat ile mükellef olduğunu dikkate aldığımızda, bu kitabın hatırlattığı bilgiler sadece belirli bir zaman ve mekanda yaşamış insanlar ile sınırlı olduğunu düşünmenin yanlış olacağı ortadadır.

Kur'an'ın belirli bir zaman ve mekanda yaşamış insanlara inmiş olması, o insanların sosyokültürel ortamını dikkate alan bir dil kullanma, o insanların yaşadığı hayat içindeki örf ve adetlerini dikkate alma gereğini doğurmuştur. Kur'an'ın böyle bir ortamda inmiş olması, bu kitabın insanları Allah'a kul olma esaslı mesajının sadece o ortam ile sınırlı olduğu gibi bir düşünce içine sokmaması gerekmektedir.

Bugün Kur'an üzerinde yapılan tartışmaların onun tevhide dair mesajının daha iyi anlaşılması üzerine olmalı, bu tartışmalar yapılırken onun nuzül ortamının dikkate alınması, ilk muhataplara ne dediğinin anlaşılmasından sonra, sonraki muhataplara ne demiş olabileceği yönünde okumalar yapılması , tarihsellik evrensellik tartışmalarının bir kenara bırakılmasını sağlayacaktır.

26 Nisan 2017 Çarşamba

Araf Suresindeki Adem ve İblis Kıssasını Tarihi Bağlamında Okumak

Kur'an, bilindiği üzere bundan yaklaşık olarak 1500 sene önce, Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan insanlara inmiş bir kitaptır. Bu kitabın doğru anlaşılmasında, ilk indiği zaman ve mekanda yaşayan insanların sosyokültürel alt yapısının bilinmesi büyük bir öneme haizdir. İnen ayetler ilk olarak bu zaman ve mekanda yaşayan insanların algılarına ve inançlarına hitap etmektedir. İlk hitabın doğru anlaşılması, bu hitabın sonrakilere dair neler söylemiş olabileceği konusunda daha doğru yaklaşımlar sergilenmesine yardımcı olacaktır.

Kur'an kıssa yollu anlatımlar ile tarihi bilgiler vermeyi değil, muhataplarına doğru yolu göstermeyi amaçlamaktadır. Dikkatli Kur'an okuyucuları, herhangi bir kıssanın Kur'an içinde birden fazla geçişlerinde aynı olayın farklı olarak anlatıldığını görecektir. Bu farklılığın sebebi, anlatılan bir olay üzerinden muhataplarına mesaj  vermektir. 

Adem ve İblis kıssası, Kur'an içinde 7 ayrı sure içinde geçen bir kıssadır. Kıssanın Kur'an içinde geçtiği bütün sureler dikkatli okunduğunda, aynı kıssanın farklı olarak anlatıldığı görülecektir. Bu farklı anlatımların amacı, muhataplara bu kıssa üzerinden mesajlar vermek amacına matuf olup, okuyucunun, Bu kıssa bize nasıl bir mesaj vermektedir? sorusunun cevabını aramak olması gerektiğini düşünmekteyiz

Adem ve İblis kıssasının Araf suresi bölümünü okuduğumuzda gözümüze çarpan nokta, Adem ile eşinin kendilerine verilen ağaca yaklaşmama emrini çiğnediklerinde çıplak kalmaları ve örtünmek için üzerlerini cennet yaprakları ile örtmeye çalışmalarıdır. Kur'an ayetlerinin öncelikle ilk muhataplara ne dediğinin anlaşılması, sonrakilere ne demiş olabileceğinin anlaşılmasında kolaylıklar sağlayacağını dikkate aldığımızda, Mekke müşriklerinin Kabeyi çıplak olarak tavaf ettikleri tarihi bilgilerden öğrenilmekte, bu bilgiler ise Araf suresinde geçen kıssanın ana mesajını oluşturmaktadır. Ayrıca Mekkelilerin helal haram tayin etme noktasında kendilerini belirleyici kılmak sureti ile, bazı ekinler ve hayvanlar haram kıldıkları Enam suresinde bildirilmektedir. 

İlk muhataplardan olan Mekke müşriklerinin bu durumu dikkate alınarak okunduğunda, Araf suresi içinde geçen Adem İblis kıssasının anlaşılmasında önemli bir adım atılmış olacaktır. 

[007.011] And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, «Adem'e secde edin» dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.
[007.012] (Allah) Dedi: «Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen neydi?» (İblis) Dedi ki: «Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.»
[007.013] Ona, «İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, defol, sen alçağın birisin» dedi.
[007.014] «İnsanların tekrar diriltilecekleri güne kadar beni ertele» dedi.
[007.015] (Allah:) «Sen gözlenip-ertelenenlerdensin» dedi.
[007.016] De ki: «Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.»
[007.017] «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.
[007.018] (Allah) Dedi: «Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.»
[007.019] «Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.»

Kıssanın buraya kadar olan ayetlerinde, Ademe secde emrini yerine getirmeyen İblisin kovulması, Adem ile eşine verilen ağaca yaklaşmama emrini içeren ayetler bulunmaktadır. Kıssanın devam eden ayetlerinde, İblisin artık Şeytan olarak vasfedilerek, insanın ayağını cennetten kaydıran her unsurun bu isim altında anılarak evrensel bir anlama kavuşması dikkat çekmektedir. Şeytanın Adem ile eşine tuzak kurarak onları çıplak bırakmak için onlara oynadığı oyunu, Mekke müşriklerinin Kabeyi çıplak olarak tavaf etmelerini dikkate alarak okuduğumuz zaman, kıssanın ilk muhataplara olan mesajı ortaya çıkacaktır.

[007.020] Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti.» dedi.
[007.021] Ve: «Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim» diye yemin de etti.
[007.022] Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: «Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?»
[007.023] Her ikisi, «Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz» dediler.
[007.024] «Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.»
[007.025] «Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız» dedi.

Kıssanın bu bölümündeki ayetlerde Şeytan, Adem ile eşini çıplak bırakmak için onlara yalan vaadler vererek amacına ulaşmaktadır. Yaptıkları hatanın sonucunda çıplak kalan Adem ile eşinin örtünmek için cennet yapraklarını kullanmaları, örtünmenin insanın fıtratından gelen bir özelliği olduğunu göstermektedir. Örtülü yaşamanın fıtri, çıplak yaşamanın ise arızi bir durum olduğunu, bu ayetler öncelikle Kabeyi çıplak tavaf eden Mekke müşriklerine öğretmektedir. Bu öğretiyi kıssanın ilerleyen ayetlerinde daha net görmekteyiz.

[007.026] Ey ademoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi sağlayacak elbiseler inzal ettik. Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerinden biridir. Ola ki, düşünüp ders alırlar.
[007.027] Ey ademoğulları, şeytan, ana ve babanızı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl cennetten çıkardıysa; sakın size de bir fitne yapmasın. O da, taraftarları da sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanı; iman etmeyenlerin velileri yaptık.

Bu ayetler çıplaklığın Şeytanın Adem oğullarının ayağını cennetten kaydırmak için oynadığı oyunlardan bir tanesi olduğunu vurgulayarak, bundan sakınılmasını emretmektedir.

[007.028] Onlar; bir hayasızlık yaptıkları zaman: Biz atalarımızı da onun üzerinde bulduk. Allah da bize onu emretti, dediler. De ki: Allah; hiçbir zaman hayasızlığı emretmez. Siz, bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?

28. ayet, Mekke müşrikleri tarafından Kabenin çıplak olarak tavaf edilmesinin çirkinliğini, Fahişeten kelimesi ile ifade etmekte, Mekkeliler ise bu fahşayı atalarından devraldıklarını ve bunu onlara Allah'ın emrettiğini söylemelerine karşın, bu durumun asla Allah tarafından emredilmediğini ve Mekkeliler'in yalan söylediğini bildirmektedir.

[007.029] De ki: «Benim Rabbim adâletle emretmiştir. Ve her secde yerinde yüzlerinizi doğru tutunuz ve O'na dinde muhlis kimseler olarak ibadette bulununuz. Sizi iptidaen yarattığı gibi, yine O'na döneceksinizdir.»

29. ayet, Allah'ın insanlara dair olan emirlerinin adalet dairesinin dışına çıkmadığını, Allah'ın insanlara böyle bir şey emretmediğini, insanların ona karşı nasıl kulluk yapması gerektiğini beyan etmektedir.

[007.030] O, bir kısmını doğru yola iletti, bir kısmına da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veliler edindiler. Bir de kendilerini doğru yolda sanırlar.

30. ayet, bu yanlışı bir kısım insanın gördüğünü, bir kısım insanın ise görmeyerek sapkınlığa devam ederek Şeytanı veli edindiğini, bu yolun doğru yol olduğunu zannettiklerini bildirmektedir.

[007.031] Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.

31. ayet içinde geçen Zinet kelimesi , İnsanı dünya ve ahirette ona leke getirmeyen, onu rezil etmeyen, onu çirkinleştirmeyen şey anlamındadır. Buna göre zinetin takılması demek , insanı dünya ve ahirette rezil etmeyen ve çirkinleştirmeyen bir hayat sürülmesinin gerektiği anlamındadır. Mekkeliler'in Kabeyi çıplak yani zinetsiz olarak tavaf etmelerinin, onları dünya ve ahirette rezil eden ve çirkinleştiren bir durum olduğu hatırlatılmaktadır.

[007.032] De ki: «Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?» De ki: «Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.» Bilen bir topluluk için ayeteri böyle birer birer açıklarız.

32. ayet, Haram belirleme yetkisinin Allah'a ait olduğunu hatırlatarak, Mekkeliler'in tayin ettiği haramların yanlışlığına vurgu yapmaktadır. Allah'a iman eden kimselerin böyle bir yanlışa düşmeyeceğini hatırlatan ayet, dünya hayatında bu yanlışa düşenlerin kıyamet gününde bu zinet ve temiz rızıklardan mahrum kalacaklarını haber vermektedir.

[007.033] De ki: Rabbım, açığıyla, gizlisiyle tüm hayasızlıkları, günahı, Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.

İnsanların yegane rabbi ve ilahı olmasının kendisine verdiği yetki ile onlar üzerinde tasarruf sahibi olan Allah (c.c), haram koyma yetkisine dayanarak bu ayette Mekkeliler'in helal gördüğü şeylerin haram olduğunu beyan etmektedir. 28. ayette Fahişeten olarak geçen Kabeyi çıplak tavaf etmenin Mekkeliler tarafından helal olarak görülerek şirk işlenmesinin haram olduğu ve bu durumun Allah'a karşı bilmedikleri şeyi söylemek olduğu haber verilmektedir.

[007.034] Her ümmet için belirli bir süre vardır; vakitleri dolunca ne bir saat gecikebilir ne de öne geçebilirler.
[007.035] Ey Adem oğulları! Size aranızdan ayetlerimizi okuyan peygamberler geldiğinde, onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınan ve gidişini düzeltenlere, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
[007.036] Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.

Bu ayetler ise, dünya hayatının belirli bir süre olduğunu bildirerek, yaşadıkları hayat içinde kendilerine gelen elçilere itaat edenlerin kurtuluşa ereceklerini haber vermekte, dünya hayatında ayetleri yalanlayan bir hayat sürenleri ise ebedi cehennem ile tehdit etmektedir.

Sonuç olarak; Adem ve İblis kıssasını tarihi bağlamında okuduğumuzda bu sure içinde anlatılan kıssanın ana mesajının çıplaklığın çirkinliği olduğu görülecektir. Mekkeliler'in Kabeyi çıplak tavaf etmelerinin çirkinliğini hatırlatarak, bu çirkinlikten vazgeçmelerini öğütleyen ayetler, elbette sadece Mekkeliler ile sınırlı ve tarihselliğe gömülecek ayetler değildir. 

Bu ayetler evrensel mesaj olarak, insanın örtülü olmasının fıtratından gelen bir hal olduğunu, çıplaklığın Şeytan işi olduğunu, insanların örtülerini atmak sureti ile gezmelerinin Şeytan iğvası olduğunu belirterek, fıtratın gerektirdiği şekilde bir hayat sürmenin insanları dünya ve ahirette rezil etmeyeceğini ve çirkinleştirmeyeceğini haber vermektedir. 

İnsan hayatında helal ve haramları tayin yetkisinin sadece Allah'a ait olduğu vurgulanan kıssada, bu tayin yetkisini insanlara vermenin şirk olduğu da hatırlatılmaktadır.

Özellikle bayanların güzellik uğruna örtülerin atmaları, onları Allah indinde rezil ve çirkin duruma düşüreceği bu ayetlerin mesajı dahilindedir. 

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

21 Nisan 2017 Cuma

Lut (a.s) ın Kavmine Kızlarını Teklif Etmesi Hakkında Bir Mülahaza

Lut (a.s), İbrahim (a.s) ile birlikte aynı zaman dilimi içinde yaşamış, elçi olarak gönderildiği kavmi ise, bilindiği üzere kadınları bırakıp erkeklere yaklaşması nedeniyle helak edilmiştir. Onun Kur'an'da anlatılan kıssasında, o kavmi helak etmek için gelen elçilerden cinsel isteklerini tatmin isteyen kimselere, o elçilere dokunmamaları için kızlarını teklif etmesi, bazı kimselerde soru işareti bırakmış, kalbinde hastalık bulunan kimselerde ise, Lut (a.s) ın kavmine kızlarını pazarlamak istediği gibi ahlaksızca düşünceler doğurmuştur.

Bu yazının amacı, kalbinde hastalık bulunanların iddialarını ret etmek üzerine değil, bazı Kur'an okuyucularının kafalarında oluşan istifhamlara cevap vermeye çalışmak olacaktır. Bazı Kur'an okuyucuları bu konuda kafalarında oluşan istifhamları izale etmek için, bu konu ile ilgili ayetlerin yanlış meallendirildiği gibi bir iddia içine girmekte, fakat Kaş yaparken göz çıkarmak misali, işi daha da çıkmaza sokmaktadırlar. 

Lut (a.s) ın kavmine kızlarını teklif etmesi ile ilgili ayetler, onun kıssasının anlatıldığı Hud ve Hicr surelerinde geçmektedir.

وَجَاءهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِن قَبْلُ كَانُواْ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ قَالَ يَا قَوْمِ هَؤُلاء بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَلاَ تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ

قَالُواْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا فِي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّ وَإِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُرِيدُ

[011.078] Lût'un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar. (Lût): «Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır; sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!» dedi.

[011.079] Dediler ki: «Andolsun, senin kızlarında bizim haktan bir şeyimiz olmadığını sen de bilmişsindir. Bizim ne istemekte olduğumuzu gerçekte sen biliyorsun.»

قَالَ هَؤُلاء بَنَاتِي إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ

[015.071] Dedi ki: «Eğer yapmak-istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım.'

İbrahim (a.s) erkek çocuk müjdesi verdikten sonra Lut (a.s) ın kavmine gelen elçilerin etrafları, o kavmin sapkın emellerini gerçekleştirmek isteyen kimseler tarafından sarılır. Lut (a.s) kendisine gelen misafirlere musallat olmak isteyen kavmine karşı kızlarını teklif eder. Onun bu teklifi yukarıdaki ayetlerde anlatılmaktadır.

Lut (a.s) ın Benati (kızlarım) ifadesini kullanması, teklif ettiği kızların kendi eşinden doğma kızları değil, var ise kendi kızları da dahil olmak üzere, kavminin bütün kızları için böyle bir ifade kullandığını düşünmenin daha makul bir yaklaşım olacağını, bu noktada hatırlatmak isteriz.

Lut (a.s) ın kavmine kızlarını teklif etmesi ve o kızların, kavmi için ETHARU (daha temiz) olduğu  ifadesini kullanması, o kavmin erkeklerinin, erkeklere değil kadınlara yaklaşmasının fıtrata uygun olduğunu hatırlatmaktadır. Hud suresinde daha teferruatlı biçimde gördüğümüz bu teklifin anlaşılmasında, Hud s. 79. ayeti içinde geçen HAKKİN kelimesi anahtar konumdadır. 

Lut (a.s) ın kavmine kızlarını teklif etmesine karşılık olarak kavminin ona "Ant olsun, senin kızlarında bizim haktan bir şeyimiz olmadığını sen de bilmişsindir" şeklinde bir cevap vermesi, Lut (a.s) ın kavmine teklif ettiği kızlarla HAK üzere yani Allah'ın helal kıldığı bir birliktelik kurulması gerektiğini söylemiş olmasının anlaşılmasını gerektirmektedir. Lut (a.s) kavmine kızlarla hak ölçüsünden birliktelik kurmalarını öğütlememiş olsa idi, kavminin böyle bir cevap vermesi mümkün olmazdı.

Bir kadın ile beraber olmanın HAK üzere olması, onunla nikah akdi yapmak sureti ile olduğu herkesçe malumdur. Lut (a.s) da kavmine erkeklere yaklaşmaktan vazgeçerek, kavminin kızları ile nikah akdi yapmak sureti ile beraber olabileceklerini söylemeye çalışmıştır. Lut (a.s) ın kavmine kızlarını nikahsız beraberlik kurabilecekleri yönünde bir söz söylemiş olabileceğini düşünmek, ancak kalbinde hastalık olanların düşünebileceği bir şeydir.

Lut (a.s) kıssasını iyi niyetle okuyan bir kimsenin, Lut (a.s) ın kavmini erkeklere yaklaşmalarının çirkin olduğunu her fırsatta söylediğini okuyarak, kendisine gelen misafirlerden ellerini çekmeleri için kavminin kızlarına yönelmelerini teklif etmesini, onun kavmini homoseksüellik ahlaksızlığı yerine başka bir ahlaksızlık türü olan zina yapmaya yöneltmiş olmasının mümkün olamayacağını anlaması zaten imkansız değildir.

Sonuç olarak; Lut (a.s) kendisine gelen misafirlere el sürmemeleri için kızlarını teklif etmesi, onlarla HAK üzere bir beraberliklerinin olması gerektiğini yani evlilik yolu ile birliktelik kurmalarını teklif ettiğini anlamamak için, ancak bu kitaba düşman olmak gerekmektedir. Bu kitabın hidayet rehberi olduğuna iman etmiş olan bir kimse, Allah (c.c) tarafından elçi olarak seçilmiş, ve o kavmi her türlü pislikten kurtulmaları için gecesini gündüzüne katan bir kimsenin, kavminin erkeklerle olan ilişkisinden vazgeçmeleri için, başka bir ahlaksızlık olan zina yapmalarını teklif etmesi asla mümkün değildir.

Böyle bir çalışma yapmamızdaki gayelerden bir tanesi de, Kur'an içindeki kelimelerin anlamaya olan katkısına dikkat çekmeye çalışmaktır. HAK kelimesini dikkate alan bir okuma yaptığımızda, Lut (a.s) ın kızlarını kavmine teklif etmesinin ne anlama geldiği kolaylıkla anlaşılmaktadır.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

19 Nisan 2017 Çarşamba

Maide s. 119. Ayeti: Doğrulara Doğruluklarının Fayda Verdiği, Kimsenin Kimseye Şefaat Edemediği Bir Gün

Kıyamet gününde başta Muhammed (a.s) olmak üzere, bazı kimselere Allah (c.c) tarafından şefaat etme hakkı verilerek, cehenneme girmeyi hak etmiş bazı kimselerin ateşten kurtulmalarını sağlayacaklarına dair olan inanç, İslam düşüncesi içinde neredeyse imanın bir şartı haline getirilerek, itiraz edilmesi bile yasak olan bir duruma sokulmuştur. 

Rivayetler kanalı ile gelen bilgilerde, Muhammed (a.s) ın hesap gününde şefaat yetkisine sahip olacağına dair rivayetler, marka haline gelmiş ve muhteviyatının sorgulanması dahi yasak olan Buhari, Müslim gibi hadis kitaplarında yerini almış, Kur'anın bu konuda söyledikleri ne yazık ki geriye atılmış veya rivayetler doğrultusunda yorumlanmış sureti ile anlam tahrifine uğratılmıştır. 

Kur'an içindeki şefaat konulu ayetler, müşriklerin bu konudaki inançları ret etmek üzerine kurulu olmasına rağmen, rivayetler bu konuda baskın çıkarak, bu konudaki Kur'an ayetlerinin üzerini örtmüştür. Bu yazımızda belki şefaat konusu ile alakası olmadığı düşünülebilecek bir ayet olan Maide s. 119. ayetinin üzerinde durarak, rivayet kitaplarında yer alan uydurma kıyamet sahnelerine karşı, Ahsenel Hadis olan Kur'an'daki kıyamet sahnelerindeki İsa (a.s) ın sorgulanma sahnesinde geçen konuşmaları ele alarak, kıyamet gününde kişilere neyin faydası olacağını öğrenmeye çalışacağız.

[005.116] Allah: «Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?» dediğinde: «Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen'de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen'sin Sen.»

[005.117] «Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiç bir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen'din. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.»

[005.118] «Onlara azabedersen, doğrusu onlar Senin kullarındır; onları bağışlarsan, Güçlü olan, Hakim olan şüphesiz ancak Sensin.»

Maide s. 116. ve 117. ayetlerde Allah (c.c) tarafından İsa (a.s) ın sorgulanma sahnesinde geçen konuşmalardan sonra, 118. ayette İsa (a.s) ın söylediği sözlere karşılık Allah (c.c) tarafından verilen cevap, kıyamet gününde kişilerin değil, dünyadan getirilen amellerin fayda edeceğini bildirmesi bakımından dikkat çekicidir.

Rivayet kitaplarındaki kıyamet günü ile ilgili bazı rivayetlerde, bu sahnenin bir benzeri Allah (c.c) ile Muhammed (a.s) arasında gerçekleşmekte, Muhammed (a.s) ın Ümmetim ümmetim diyerek başını secdeden kaldırmadığı, Allah ile bir takım pazarlıklara girdiği anlatılmaktadır. Muhammed (a.s) gibi bir elçi olan İsa (a.s) ın sorgulanması ile ilgili ayetler, bu rivayetleri yalanlamaktadır.

[005.119] Allah, «Bu, doğrulara doğruluklarının fayda verdiği gündür; ebedi ve temelli kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler onlarındır. Allah onlardan hoşnud olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnud olmuşlardır, bu büyük kurtuluştur» dedi.

Ayet içindeki, "Bu, doğrulara doğruluklarının fayda verdiği gündür" cümlesini tersten okuyacak olursak, kimsenin kimseye faydası olmadığı bir gündür anlamı çıkar, ve bu anlam başka ayetlerle de desteklenmektedir. 

[002.048] Ve kimsenin kimseden bir şey ödeyemeyeceği, kimseden şefaatin kabul olunmayacağı, kimseden fidyenin alınmayacağı ve kimsenin kurtarılamayacağı bir günden sakının!

[002.123] Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve onların yardım görmeyeceği günden korunun.

[002.254] Ey inananlar! Alışverişin, dostluğun, şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin. İnkar edenler ancak yazık edenlerdir.

[026.88-89] O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allah'a kalb-i selimle gelmiş olan başka.

[050.031-33] Ve cennet muttakîler için uzak olmaksızın yaklaştırılmıştır.İşte bu, sizin vaadolunduğunuz şeydir, her bir tevbekar olan (vazifesini) muhafaza eden için. Rahmân'a gıyaben korku duyan ve hakka müteveccih bir kalb ile gelen kimseye (mahsus) bir cennettir.

Kur'an içindeki daha bir çok ayet, kıyamet gününde kişiye sadece dünya hayatında yapmış olduğu amellerin fayda edeceğini beyan etmesine rağmen, bazı kişilerin devreye girerek şefaat yetkisine sahip olacağı ve ateşi hak etmiş kişileri ateşten kurtaracakları düşüncesi Kur'an ile asla uyuşmayan bir düşüncedir. 

 [039.019-20] Hakkında azap sözü gerçekleşmiş kimseyi, ateşte olanı sen mi kurtaracaksın? Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlar için yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah'ın va'didir. Allah, va'dinden dönmez.

Bu noktada şefaat hakkının kafirler için değil, Müslümanlar için olduğu söylenerek itiraz edilebilir. Neresinden tutsanız elinizde kalacak cinsten gariplikler içeren bir konu olan şefaat etme ve edilme hakkının, kıyamet gününde Müslüman olarak gelen bir kimse, yani ateşe girmeyecek bir kimse için ne işe yarayacağı, zaten cenneti hak etmiş bir kimsenin şefaate ihtiyacı olabileceği sorusuna nasıl cevap verilebilir?.

Bu soruya şayet, Günahkar bir Müslümanın günahlarının cezasını çekmek için geçici bir süre için cehenneme gireceği, şefaat hakkının bu durumda olan kimseleri cehennemden kurtarmak için kullanılacağı şeklinde bir cevap verilecek olursa, bu iddianın da çürük bir iddia olduğu görülecektir. 

Cehennemden çıkışa delil olarak gösterilen Meryem s. 71. ayeti, bağlamından koparılarak şefaat düşüncesine alt yapı hazırlanmak amacı ile okunduğu için, öyle bir düşünce ortaya atılmış, eğer bu ayet Meryem s. 66. ayetinden başlayan bağlamı dahilinde okunacak olursa gerçek ortaya çıkacak, ve cehenneme herkesin değil, yeniden dirilişi inkar eden kafirlerin gireceğinden bahsettiği görülecektir.

Burada dikkat çekmesi gereken konulardan bir tanesi, rivayetler ile Kur'an'ın bu konuda birbiri ile çelişmesidir. Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarında Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) ile pazarlık etmesini konu alan rivayetler mevcut iken, Kur'an'da İsa (a.s) ın böyle bir pazarlık içine girmediği görülmektedir. İsa (a.s) a verilmeyen böyle bir yetkinin, Muhammed (a.s) a verileceği iddia edilecek olursa, bu iddia peygamberler arası ayrımcılıktan başka bir anlama gelmeyecektir.

Sonuç olarak; Kur'an tarafından müşrik inancı olduğu gerekçesi ile ret edilen ve o konudaki bütün ayetler bu yanlış inancı ret etmek amacına dayalı olduğu halde, rivayet kültürünün etkisi ile İslam inancı haline gelmiş olan şefaat düşüncesinin, Maide s. 119. ayetinde gerçek bir kıyamet sahnesinde nasıl ret edildiğini okumaya ve anlamaya çalıştık. 

Buhari, Müslim gibi rivayet kitaplarında uydurma kıyamet sahneleri düzenlenerek, Muhammed (a.s) ın ümmetini almadan cennete gitmeyeceğini bildiren haberlerin, Kur'an ile taban tabana zıt olduğu aşikardır.

Bütün bunlardan sonra hala başta Muhammed (a.s) olmak üzere, tabi oldukları Şeyh, Gavs gibi ünvanlar takılmış kimselerin böyle bir yetkiye sahip oldukları düşünülecek olursa, gerçeklerin ortaya çıktığı kıyamet gününde bunu anlamanın bir faydası olmayacaktır.

Herkes cenneti de , cehennemi de dünya hayatında yaptığı amelleri ile dünyada kazanmakta olup, kıyamet gününde kendisi gibi bir insan olan kimselerden fayda beklemesi boş bir beklentiden ibarettir. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.