Firavun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Firavun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Nisan 2017 Cumartesi

Firavun Sihirbazlarının Kıssası ve Onların Bize Verdiği Ders

Musa (a.s) kıssası Kur'an içinde en fazla yer tutan bir kıssa olması, ve bu kıssa içinde bize yönelik bir çok mesajlar olması bakımından göze çarpan bir kıssadır. Onun kıssası içinde geçen sihirbazlarla olan karşılaşmasının anlatıldığı ayetler, ayrı başlıklar altında okunmaya müsait bir bölümdür. Bu yazımızda, sihirbazların Firavun ile olan konuşmaları, Musa (a.s) a yenilmelerinin ardından ona iman etmeleri, Firavunun ölüm tehdidine karşı söylediklerinin, bize dair nasıl mesajlar içermiş olabileceği üzerinde tefekkürde bulunmaya çalışacağız.

Bilindiği üzere Musa (a.s) Medyen'den ayrıldıktan sonra, Tuva vadisinde risalet görevini almış, tuğyan içinde olan Firavun'a gitmesi istenmiştir. Firavun ile olan karşılaşmasında, onun bilgin bir sihirbaz olduğunu iddia eden Firavun ve etrafındaki melesi ona, Musa ile karşılaşma yapmaları için ülkenin en mahir sihirbazlarını toplamasını söylerler.

[007.113]  Sihirbazlar Firavun'a geldi ve dediler ki: Eğer galibler biz olursak; şüphesiz bize bir ücret var, değil mi?.

[026.041]  Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a «Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?» dediler.

Sihirbazlar Firavun'a geldiklerinde onunla olan konuşmalarında galip geldikleri takdirde bunu karşılığını almak istediklerini söylemektedirler. 

[007.114] Dedi ki: «Evet. Ve şüphe yok siz (o zaman) en yakınlardansınız (El Mukarrabine)

[026.042] Dedi ki: «Evet. Ve o vakit elbette siz, en yakınlardansınız (El Mukarrabine)

Firavun'un sihirbazlara karşılık olarak verdiği El Mukarrabin den olacaksınız cevabı, bir insana verilebilecek olan en yüksek derecedeki mükafatı ifade etmesi açısından önemli bir kelimedir. Bu kelime Kur'an içinde başka ayetlerde de geçmektedir. 

[056.011-2] İşte onlardır Allah’a en yakın olanlar (El Mukarrebune). Naîm cennetlerindedir onlar.

[083.028] Bir kaynak ki, yakınlaştırılmış (El Mukarrebune) olanlar ondan içer.

[056.088-9] Ama eğer ölen kimse Allah’a yakın olanlardan (El Mukarrebine) ise, onun için rahatlık, güzel nasip ve naîm cenneti var.

El Mukarrebune olarak tanımlanan insanlar, Allah'a olan bu yakınlıklarının karşılığını cennet ile almakta, dolayısı ile en yüksek derecede ödüle hak kazanmaktadırlar. 

Firavun, sihirbazlarına galip geldikleri takdirde geçici dünya menfaatini vaat ederken, Allah (c.c) ebedi cenneti vaat etmektedir. Musa (a.s) ın karşısında yenilen sihirbazların secdeye kapanarak, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik demelerinin ardından, Firavun onları ölüm ile tehdit eder. Firavun'un ölüm tehdidine karşı sihirbazların Firavun'a karşı verdikleri cevap dikkat çekicidir. 

[007.125-6] Onlar: Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al, dediler.

[020.072-73]  Dediler ki; «Biz seni, bize gelen açık delillere ve yaratıcımıza tercih edemeyiz. Vereceğin hükmü ver. Senin hükmün ancak dünya hayatında geçerli olabilir»«Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır.»

[026.050-1] (İman eden sihirbazlar): «Zararı yok, biz şüphesiz Rabbimize doneceğiz; inananların ilki olmamızdan ötürü, Rabbimizin kusurlarımızı bize bağışlayacağını umarız» dediler.

Firavun'a iman ederek hayatta kalmak veya Allah'a iman ederek ölmek arasında tercih yapmak zorunda kalan sihirbazlar, geçici hayatın menfaatlerini değil, ebedi hayatın nimetlerini tercih ederek, böyle durumlarda nasıl bir davranış sergilenmesi gerektiğine dair canlı ve yaşanmış örneği oluşturmuşlardır. 

[003.014] Kadınlarından oğullarından, kantar kantar altın ve gümüşten, nişanlı atlardan, develerden ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük; insanlar için süslenip hoş göründü. Bunlar dünya hayatının geçimidir. Oysa gidilecek yerin güzel olanı Allah katındadır.

İnsan yaratılışı gereği dünya hayatına ve onun geçici menfaatlerini seven bir itiyada sahiptir. Ancak Allah (c.c) dünya hayatının geçici menfaatlerinin ahiret hayatına tercih edilmemesi gerektiğini, defaatle hatırlatmaktadır. Her insan yaşadığı hayat içinde dünya veya ahireti tercih etme noktasında seçim yapmak zorunda kalabilir veya bırakılabilir. Kur'an bize böyle bir durumda kaldığımız zaman, nasıl bir davranış sergilememiz konusunda Firavun'un sihirbazları örneği üzerinden canlı ve yaşanmış hayat örneği sunmaktadır.

Musa (a.s) ile karşılaşana kadar Firavunu rab ve ilah olarak kabul eden sihirbazlar, gerçek rab ve ilahın Allah (c.c) olduğuna iman ettikten sonra, Firavun'un onlara vereceği azap ile, Allah'a iman etmemenin vereceği azabı mukayese ederek, doğru bir seçim yapmışlar, Firavun'un safında değil, Musa'nın safında olmayı yeğlemişlerdir.

Sonuç olarak; Bizler eğer Firavun'un sihirbazlarının yaptıklarını bir kahramanlık destanı şeklinde okuyarak, onların hayatlarının bize dair neler söylemiş olabileceği üzerinde herhangi bir tefekkürde bulunmayacak olursak, kıssa Firavun sihirbazlarının masalı haline dönüşerek, buharlaşacaktır. Ancak Kur'an böyle bir olayı anlatarak, dünya veya ahireti tercih etmek arasında kalanların şartlar ne olursa olursa olsun, hangi tarafı seçmelerinin daha hayırlı olduğunu yaşanmışlık üzerinden bize öğretmektedir. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


4 Ocak 2016 Pazartesi

İsra s. 58. Ayeti Çerçevesinde Firavun ve Süleyman (a.s) ın Yönetimlerinin Akıbetinin Günümüze Dair Mesajı

Kur'an , içinde barındırdığı ayetlerin bir kısmında, kıssa yollu anlatımlar vasıtası ile , "Sünnetullah" denilen toplumsal yasaların , o toplumlar üzerinde nasıl işlediğini anlatarak , bizlere mesajlar vermektedir. Allah (c.c) nin sünnetinde değişme olmayacağından yola çıkarak düşündüğümüzde , bu yasalar dün nasıl işledi ise , bu gün de yarın da, ta ki kıyamete kadar işleyecektir.

Kur'anın kıssa yollu anlatımlarında meydana gelen helak olaylarının işleyiş yasasını anlatan ayetlerden bir tanesi de İsra s. 58. ayetidir. 

[017.058] Hiç bir karye yoktur ki; kıyamet gününden önce Biz, onu helak edecek veya şiddetli bir azapla azaplandıracak olmayalım. Bu, Kitap'da yazılmıştır.

"Kitap ta yazılmıştır" ifadesi , Allah (c.c) nin bu toplumlar üzerinde olan bir zulmünü değil, toplumların yaşadığı hayat içinde yapmış olduklarının neticesinde bir takım sıkıntılar ile karşı karşıya kalacak olmalarını anlatmaktadır. Allah (c.c) nin belirlediği yasalar dahilinde yaşayan toplumların başlarına gelenler , bu toplumların işlemekte olduklarının bir sonucu olarak gerçekleşmiş ve gerçekleşecektir.

Kur'anda "Allah'ın yazması" olarak beyan edilen konu , Allah (c.c) nin bir kitaba kullarının ne yapacağını yazarak onların iradelerini ipotek almış olması anlamına gelmez. Böyle bir durum adaletin tersi bir durum meydana getirmesi açısından Allah (c.c) için böyle bir durum söz konusu değildir. "Yazmak" demek , sebep-sonuç ilişkisi dahilinde meydana gelen olayların bir kurala bağlanmış olduğunun ifade edilmesidir.

Bu yazımızda İsra s. 58. ayetinde beyan edilen işleyiş yasalarının , biri zalim bir Firavun, diğeri  de adil bir hükümdar olan, Süleyman (a.s) ın iktidarları üzerinde nasıl gerçekleştiği ve onların yıkılışları üzerinden, verilmek istenen günümüze dair mesajını okumaya çalışacağız. 

Firavun kendisini ilah (28.38) ve rab (79.23) ilan ederek, mülkü altında yaşayan insanlar üzerinde ayrımcılığa dayalı bir yönetim sergilemekte idi (28.4). Ancak bu zulüm yönetimi , "Sünnetullah" ın bir gereği olarak devam edemez ve yıkılmaya mahkum idi (28.5-6). Yine Sünnetullah gereği bu yıkım, insanların eli ile olacaktı (2.251 / 22.40) . 

Firavunun mülkü altında bulunan insanları hafife alan ve onlara kıymet vermeyen (43.54) bir yönetim sergileyerek, kendi iktidarını devam ettirmek istemesine karşın , Musa (a.s) önderliğinde İsrailoğulları tarafından ona karşı başlatılan ve yıllarca süre kıyam (10.87) başarı ile sonuçlanarak o ve ordusu denizde boğulmuştur(26.59 / 44.28). 

Bu yazının konusu , Firavun yönetiminin yıkılmasının, ondan sonra gelen yönetim sahiplerine olan mesajı olduğu için, bu yıkımın ayrıntıları, Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetler okunarak görülebilir.

Süleyman (a.s) mülk ve saltanat sahibi elçi bir hükümdar olarak emri altında geniş bir toprak parçası (38.36) ve bunun üzerinde yaşayan insanlar bulunmaktadır. Süleyman (a.s) ın mülkü altında yaşayan tebaa dan "Cin ve Şeytanlar" (34.12 / 38.37) olarak bahsedilmesi tefsirlerde farklı yorumlar bulunmasına karşın, kıssayı mesaj içerikli olarak okuduğumuz zaman "Cin ve Şeytan" olarak isimleri geçenleri , Süleyman (a.s) ın mülkü altında yaşayan ve onun mülkünü tehdit eden unsurlar olarak okumak mümkündür. 

Süleyman (a.s) mülkünü tehdit edenleri dahi askeri ve ekonomik bir güç elde ederek bunları emri altında çalıştırmasına karşın bu unsurlar onun mülkünü içten kemirerek yıkılmasına sebep olmuşlardır (34.13.14). 

Şimdi bu iki hükümdarın yönetimlerinin ortak bir akıbete uğramalarının sebeplerinin tahlilini yapmaya çalışalım.

Firavun ve Süleyman (a.s) ın yönetimlerinin yıkılmasına sebep olan ortak nokta, her iki yönetimden  memnun olmayan unsurlardır. Bu memnuniyetsizliğin sebebi  Firavunun zalim olması olarak izah  edilebilmesine karşın , Süleyman (a.s) ın yönetiminin yıkılmasına sebep onun adil olması bir yönetim sergilemesine karşın bu, adil yönetimden rahatsız olanlardır.

Firavunun zalimliği , mülkü altında yaşayan topluluklar üzerinde ayrımcı bir politika izlemesi şeklinde öne çıkmaktaydı. Ayrımcılık yaptığı bu topluluğun çoğalmaması soykırıma gidebilecek kadar zalim ve vahşi bir kişi olan Firavunun çağdaş versiyonları , bir toprak parçası üzerinde yaşayan bir kavmi öne çıkararak , diğer kavimleri geri planda bırakmak sureti ile aynı planı Hitler örneğinde görüldüğü gibi işleme koymuşlar, fakat planın sonu bu soykırımın mimarının helak olması ile sonuçlanmıştır.

Yönetim sahipleri adil bir yönetimin gereği olan, mülkü altında yaşayan insanlar arasında , dil ,din ,ırk gibi farklılıkları dikkate alarak dengeyi gözeten bir yönetim sergilemedikleri müddetçe , mülkü altında yaşayan insanların etnik farklılıklarını dikkate almayarak onları asimile etmek isteyen  yönetimler , İsra s. 58. ayeti gereğince yıkıma uğramaya mahkumdur.

Süleyman (a.s) yönetimi adil bir yönetim olmasına rağmen onun yönetimi nasıl ve neden yıkıldı?.

Zalim yönetimlerin düşmanları adalet isteyenler iken , adil yönetimlerin düşmanları zalimlerdir. Süleyman (a.s) ın bu yönetim şekli bir kısım insanları rahatsız eden bir yönetim olduğu için , bu yönetimin yıkılması için bir takım faaliyetler içine girilmiştir. Askeri yönden güçlü bir orduya sahip olan Süleyman (a.s) yönetimi , bu ordunun gücüne karşı koyamayacaklarını bilen düşmanları tarafından içten yıkılmak sureti ile yıkılmıştır (34.14).

Şimdiye kadar anlatılanları, yaşadığımız ülke toprakları üzerinde yıllardır bitmeyen bir konu ile alakasını kurmaya çalıştığımızda şunları söyleyebiliriz ;


Bilindiği gibi Osmanlı imparatorluğunun yerine kurulan bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti , sahip olduğu topraklar üzerinde "Türk" ve "Kürt" adı ile 2 büyük kavme  mensup insanları barındırmaktadır. Kurulan devletin ideologları , kuruluşun ilk yıllarından itibaren"Kürt" kavmine  mensup olan insanları ,  sanki yokmuş gibi hiçe sayarak ,"Türkçülük" ideolojisi üzerine kurulu bir sistemi hayata geçirmişlerdir. 

Kürt kavmine mensup olan insanların bu kimliklerini unutmaları için her türlü yolun denendiği , "Türkiye Türklerindir" , "Ne mutlu Türküm diyene" , "Türk ,öğün, çalış ,güven"  v.s gibi sloganlar , Türkçe ezan okunması gibi trajikomik kanunlar ile "Türkçülük" ideolojisinin yerleştirilmeye çalışıldığı tarihen sabittir. Zaman içinde dünyada gelişen milliyetçilik akımları , geri bırakılan Kürt kavmine mensup olanlara da sirayet ederek onlar arasında kıpırdanmalar başlamıştır.

Buraya kadar yapılanların geçmiş ile bağını kuracak olursak , bu yönetim tarzının tipik bir Firavun yönetimi olarak tanımlamak mümkündür.

T.C. nin ayrımcılığa dayalı  yönetim sistemi , bu topraklar üzerinde yaşayan insanları rahatsız ettiği gibi , başkalarının da Türkiye üzerindeki bir takım ayak oyunları oynayabilmeleri için hazır bir fırsatı oluşturmuştur. Aşağı yukarı 40 senedir süren ilan edilmemiş bir savaşın neticesinde , binlerce insan ölmüş ve milyarlarca dolarlık harcama ile T.C. nin büyük bir ekonomik , sosyal ve insani kayba uğraması bu yolla sağlanmış ve hala aynı yol şiddetlenerek sürmektedir. 

Kısa adı "B.O.P" olan Büyük Orta doğu Projesi" nin bir ayağı olarak okuyabileceğimiz, bu gün Türkiye topraklarında yaşanan bir nevi iç savaşa dönüşmüş olaylar , Kürt kavmine mensup insanların menfaatlerini savunmak gibi bir gerekçe şeklinde ortaya konan "Büyük İsrail" projesinin bir ayağını oluşturmaktadır. 

"Büyük İsrail Projesi" nin uygulama alanına sokulma planları , dün Süleyman (a.s) ın asasını kemiren kurtların, yani onun yönetimini içten yıkmaya çalışanların torunları tarafından bu gün Türkiye toprakları üzerinde uygulama alanına sokulmaktadır. T.C. yönetiminin , Süleyman (a.s) ın yönetimi gibi adil bir yönetime sahip olmadığını burada hatırlatarak , bu gün T.C. toprakları üzerinde oynanmak istenen oyunların alt yapısını , adil olmayan bu yönetim tarzının hazırladığını söyleyebiliriz.

Kurtlar sofrasında ki gözü açlıktan dönmüş olanların elinde çatal kaşık gibi bir aksesuar olarak Kürtler.

Yaşadığımız toprakları yenilmesi gereken bir sofra olarak gören kurtlar sürüsü , bu sofradaki yemeği yemek için ellerini bulaştırmak yerine , Kürt kavmine mensup insanların bir kısmını çatal kaşık yerine kullanmaktadırlar. "Böl-parçala-yönet" taktiği bu kurtların her zaman kullandığı bir taktik olup , iri bir lokma insanın boğazından nasıl geçmez ise , insanları birbirine bağlı olan toplulukların yenilmesi aynı şekilde zordur.

Dikkat edilirse , Kur'anın bir çok ayeti insanlar arasında birlik ve beraberliğin önemini hatırlatmaktadır (3.103). Irk taassubuna dayalı bir düşünceyi ret eden Kur'an , Allah (c.c) katında bir kimsenin üstün olması için "Takva" temelli (49.13)  bir hayat sürmesi gerektiğini beyan etmektedir. Eğer Kur'an temelli bir hayat, devlet bazında pratize edilmiş olsa idi , yaşadığımız topraklar üzerinde bu tür kavgaların meydana gelmesi mümkün olmazdı.

Devlet politikası haline gelmiş ırk taassubunun bir devleti nereye getirebileceğinin en son örneklerinden birisinin yaşandığı Türkiye topraklarında , geçmişten ibret almamanın bir neticesi olarak tarih tekerrür etmektedir. Dün Firavun ve ordusunun helak edilmesi şeklinde gerçekleşen bu yanlış politika , bu gün Türkiye üzerinde ekonomik ve sosyal her türlü zararın gerçekleşmesi şeklinde bir helak ve yıkıma sebep olmaktadır.

Dün Süleyman (a.s) ın yönetimini içten kemirilmek sureti ile meydana gelen yıkım , bu gün Türkiye nin ekonomik ve sosyal hayatı üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Yıllardır "Terörle mücadele" adına yapılan parasal mücadele , terörle mücadele yerine , "Açlık-işsizlik-cahillik" v.s gibi eksikliklerin giderilmesi için yapılmış olsaydı , Türkiye bu gün dünyada daha farklı bir konuma sahip bir ülke olabilirdi.

Mesele burada düğümlenmektedir , kendilerinden başka güçlü devlet istemeyenler diğer devletlerin gizli ve açık her türlü yoldan önlerini keserek , kendilerine olan muhtaç durumdan kurtulmasını istememekte , bu yoldan onları sömürmeye devam etmektedirler. 

Ülkelerin kaynaklarının , o ülke insanının menfaati için kullanılması , o ülkeler üzerinde kirli emelleri olan müstekbir ülkeler için en büyük tehlikeyi oluşturmaktadır. Bu tehlikenin farkında olan bu müstekbirler , o ülkenin ekonomik ve sosyal kaynaklarının , o ülkede yaşayan halkın menfaati için kullanılmaması için her türlü yolu denemektedirler . Türkiye nin yıllardır milyarlarca dolarına ve mal olan bu savaş bu tür oyunların bir uzantısıdır.

Türkiye bu sofranın en güzel yemeklerinden birini oluşturması nedeniyle , kurtların iştahını kabartan bir konuma sahiptir. Bu yemeği yiyebilmek için çeşitli oyunlar sergileyen kurtların son oyunlarından birisi "Kürt meselesi" adında ortaya konmaktadır.

Bu mesele kendiliğinden veya hiç yoktan çıkarılmış bir mesele olmayıp , Türkiye devletinin yöneticilerinin kendi elleri ile yaptıklarının bir sonucu olarak İsra s. 58. ayetindeki işleyiş kurallarının bir neticesidir. Bu mesele üzerinde ülke insanları acı bir azap veya yıkım ile karşıya gelmiş bir vaziyettedir. Bu yıkım gerçekleşecek olursa bu yıkımın altında sadece Türkler değil bu ülkede yaşayan herkes kalacak ve bu yıkımın üzerine kurulan yeni bir düzende Kürtler  galiplerin piyonu olarak kalacaklardır. 

Bu saatten sonra yapılacak olan her türlü askeri baskının herhangi bir sonuç vermeyeceği aksine sıkıntıları daha da artıracağını söylemek karamsarlık olarak görülmemelidir. Dünyadaki halk hareketlerine baktığımızda, bu hareketler böyle kalkışmaları askeri güç kullanarak bastırmak isteyen ülkelerin zararı ile sonuçlanmıştır.

Hangi siyasi parti olursa olsun , Türkiye toprakları üzerinde yaşayan çoğunluğun Türk ırkına mensup olmasını öne çıkarmayıp dengeleri gözeten bir siyasi sistem vaad ederek , önceki yapılan hatayı düzelteceğini yani Kürt kavmine mensup olanlarında bu topraklar üzerinde hakkı olduğunu iddia eden bir söylemi dile getirdiği takdirde, alacağı destek bu yanlışı düzeltebilecek bir çoğunlukta olmayacak , aksine o siyasi partiye olan nefreti artıracaktır. (Burada "H.D.P" adlı siyasi partiyi merkeze alarak bunları söylemediğimizi hatırlatmak istiyoruz)

Türkiye topraklarında ırk üstünlüğünü öne çıkaran düşünce zaman içinde öyle bir keskin hale gelmiştir ki , Türk ırkına mensup olanların büyük bir çoğunluğu , Kürt kavmine mensup olanlara karşı şiddetli bir düşmanlık besler hale gelmiştir. Bu durum ise çözümü daha da güç hale getirmektedir. Bu gün ne kadar silahlı güç kullanırsanız kullanın , Kürt kavmine mensup insanların bir çoğunun 50-60 sene önceki düşüncesine döndürmek imkanı artık ortadan kalkmıştır. 

Çare nedir ?. 

Bu sorunun cevabı çok basittir ama , hayata geçirilmesi yıllar sürecek olan bir zamana bağlıdır. Çünkü bu duruma 1-2 yıl içinde nasıl gelmedi isek , bu durumdan çıkış ta 1-2 yıl içinde olmayacaktır. 

Geçmişte Firavun yönetiminin bir politikası olan "İnsan devlet için vardır" yerine Süleyman (a.s) ın politikası olan , "Devlet insan için vardır" merkezli bir uygulama bu durumun çarelerinden bir tanesidir. Süleyman (a.s) mülkü içinde barındırdığı farklı unsurları önce ekonomik ve sosyal olarak tatmin etme cihetine gittikten sonra ,askeri gücünü "Şeytanlık" edenler üzerinde kullanan bir yönetim sergilemiştir.

Dünya yüzünde her devlet kendi bünyesinde yaşayanların tamamını memnun edemez. Hak ve adalet kurallarını herkes için eşit olarak çalıştıran bir devletin içerideki düşmanları , ne akadar adil olursa o kadar da az olacaktır. İçerideki memnuniyetsizliği en aza indiren bir devlet , bu memnuniyetsizliği kullanmak isteyen dış düşmanların ellerinden en büyük kozu almış olacaktır. Maalesef T.C. geçmişte böyle bir yönetim sergilemeyerek , iç düşmanların dış düşmanların kışkırtmaları ile harekete geçmesine zemin hazırlamıştır.

Sonuç olarak ;  "Sünnetullah" denilen yasaların , Kur'an içinde kıssa yollu anlatımlar ile bizlere sunularak ,tarihten ibret alınan bir yaşam sürülmesi istenmesine rağmen , maalesef  ibret alınmayan bir hayatın sürülmesi, tarihin tekerrür etmesine sebep olmaktadır. İsra s. 58. ayeti , bu yasanın toplumlar üzerinde geçerli olduğunu beyan eden bir ayet olarak durmasına rağmen , bu tür ayetler gereğince okunmadığı için , mesajı olup olmadığı  konusunda herhangi bir tefekkürde bulunulmamaktadır. 

Üzerinde yaşadığımız topraklarda son yıllarda yaşadığımız olaylar , İsra s. 58. ayetinin bir sonucu olup , bu ayetin gereğinin helak edilmek şeklinde işlememesi için Kur'anın tarif ettiği sistemin hayata pratize edilmesi şarttır. Aksi bir durum işleyiş yasalarının yaşadığımız topraklar üzerinde geçerli olmasını gerektirecek olup , bu durumdan  ülke içinde yaşayan insanların tamamı zarar görecektir. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

6 Kasım 2014 Perşembe

Mü'min s. 23-53. Ayetleri Firavun Sarayındaki Bir Muvahhid



Kur'an kıssaları bizden öncekilerin başlarından geçen olayları aktararak ibret almamızı amaçlayan anlatımlardır. Musa(a.s) kıssası; Kur’an'da hacim itibarı ile en fazla yer kaplayan kıssalardan olup, mesaj değeri açısından ibretli anlatımları içinde barındırmaktadır.

MÜ'MİN 23-53 arası ayetleri; Musa(a.s) kıssasının anlatıldığı ayetlerden olup, bu kıssa içinde öne çıkan bir kişi vardır ki “en büyük cihadın zalim sultana karşı söylenen hak söz" olduğunu pratiğe geçiren bir kişidir. Kur'an kıssaları; özellikle tevhidî duruşun geçmiş örneklerini sergilemesi açısından önemli bilgiler deposu olup, bu bilgiler ve örneklikler ışığında bizlerin yürümesi gerekmektedir.

Parmak, ayı gösterirken, aya değil parmağa bakmayı adet edinmiş olan biz Müslümanlar, ortada duran örnekliği ıskalayarak kıssa içindeki 46. ayete takılıyoruz. Kur'an içinde olmayan bir düşüncenin, Kur’an'a onaylatılması çabası içine düşerek, "kabir azabı" düşüncesini red eden onca ayete rağmen, sadece bu ayeti cımbızlayarak bu konuya delil getirme çabasına düşüyoruz. Konumuz kabir azabı olmadığı için sadece kısa bir hatırlatma olarak esas konumuza geçmek istiyoruz. Ayetlerin meali şu şekildedir;

[040.023] Andolsun biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık yetki ile gönderdik.

[040.024] Firavun'a, Haman'a ve Karün'a; onlar dediler ki: «Bu bir sihirbaz, bir yalancı.»

[040.025] İşte o (Musa), tarafımızdan kendilerine hakkı getirince: Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınları sağ bırakın! dediler. Ama kâfirlerin tuzağı elbette boşa çıkar.

[040.026] Firavun demişti ki: Bırakın beni de Musa'yı öldüreyim. O ise Rabbına yalvaradursun. Onun, sizin dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesad çıkarmasından korkuyorum.

[040.027] Musa dedi ki: «Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım.»

[040.028] Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: «Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunmaktadır. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; ve eğer doğru söyleyen ise, (o zaman da) size va'dettiklerinin bir bölümü size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyeni hidayete erdirmez.»

[040.029] «Ey Kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde de hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize Allah'tan dayanılmaz bir azab gelecek olursa bize kim yardımcı olabilecek?» Firavun dedi ki: «Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru olan yoldan da başkasına yöneltmiyorum.»

[040.030] O iman etmiş olan kişi: «Ey kavmim, doğrusu ben sizin hakkınızda Ahzab (eski topluluklar)ın günleri gibi bir günden korkuyorum.

[040.031] «Nuh kavmi, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez.»

[040.032] Ey kavmim; doğrusu ben, sizin için o feryad gününden endişe ediyorum.

[040.033] «Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz.»

[040.034] «Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki: «Allah, ondan sonra kesin olarak bir resul göndermez.» İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır.»

[040.035] Onlar ki, kendilerine gelmiş hiçbir bürhan olmaksızın Allah'ın âyetlerinde mücadelede bulunurlar. Allah indinde ve imân edenlerin indinde büyük bir gazap (vesilesi) olmuştur. İşte Allah, her mütekebbir, cebbâr olanın kalbini öyle mühürler.

[040.036] Ve Fir'avun dedi ki: «Ey Haman! Benim için bir yüksek köşk yap. Belki, ben yollara ulaşırım.»

[040.037] «Göklerin yollarına. Böylelikle Musa'nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum. İşte Firavun'a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun'un hileli-düzeni, 'yıkım ve kayıpta' olmaktan başka (bir şey) olmadı.

[040.038] İman eden (adam) dedi ki: «Ey Kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi doğru yola iletip-yönelteyim.»

[040.039] Ey kavmım! Bu Dünya hayatı ancak (bir meta') bir kazançtan ıbarettir, Âhıret ise (Dârülkarar) durulacak yurddur

[040.040] «Kim bir kötülük işlerse, sadece o kadar cezalandırılır. Ama, mümin olarak, ister erkek ister kadın, kim makbul ve güzel bir iş yaparsa, işte onlar cennete girer ve orada hesapsız nimetlere nail olurlar.»

[040.041] «Ey Kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırmaktayken, siz beni ateşe çağırmaktasınız.»

[040.042] «Çünkü benim, Allah’ı inkâr etmemi ve O’nun ortağı olduğuna dair hiçbir bilgim olmayan şeyleri, Kendisine şerik yapmamı teklif ediyorsunuz. Ben ise sizi (üstün kudret sahibi ve mağfireti pek bol olan) o azîz ve gaffâr’ın yoluna dâvet ediyorum.»

[040.043] Gerçek şu ki, sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da ahirette de davete değer bir tarafı yoktur. Dönüşümüz Allah'adır, aşırı gidenler de ateş ehlinin kendileridir.

[040.044] «Size söylediğim şu sözleri yakında hatırlayacaksınız. Artık ben işimi Allah’a bırakıyorum. Çünkü Allah kullarını pek iyi görmektedir.»

[040.045] Onun için Allah, onu onların kurdukları tuzağın fenalıklarından korudu ve Firavun'un ailesini o kötü azap kuşattı.

[040.046] Ateş; onlar, sabah akşam ona karşı sunulur dururlar. Kıyamet kopacağı gün de: «Tıkın Firavun ailesini en şiddetli azaba!» (denilir).

[040.047] Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir) lere derler ki: «Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?»

[040.048] Büyüklenen (müstekbir) ler derler ki: «Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçek şu ki Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık) .»

[040.049] Ateşte olanlar bu sefer, cehennem bekçilerine: «Ne olur, Rabbinize bizim için yalvarın. Bir gün olsun, azabımızı hafifletsin!» derler.

[040.050] (Bekçiler:) «Size kendi resulleriniz apaçık belgelerle gelmez miydi?» dediler. Onlar: «Evet» dediler. (Bekçiler:) «Şu halde siz dua edin» dediler. Oysa kâfirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir.

[040.051] Biz resullerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem de şahitlerin çağırılıp dinlendiği günde, elbette yardım ederiz.

[040.052] O gün zalimlere mazeretleri fayda sağlamaz. Onlara sadece lânet vardır! Onlara sadece kötü bir yurt vardır!

[040.053] Andolsun biz Musa'ya hidayeti verdik ve İsrailoğullarına da kitabı miras bıraktık.

Ayetleri bütünlük içinde okuduğumuzda; dünya hayatını şirk ve müstekbirlikle geçirmiş olanların ahiret hayatındaki durumları anlatılmakta olup, "ayağınızı denk alın" mesajı verilmektedir. Ayetlerin teker teker üzerinde durmaktan çok, anlatılan kıssa içindeki şahsın örnekliği üzerinde durarak bizlere düşen hisseyi anlamaya çalışacağız.

Firavun - Haman - Karun-Bel'am  sembol isimler olarak her devirde yaşayan ve yaşayacak olan, vahiy karşıtlarının en tepede olanları ve halkı yönlendirenleridir. Firavunlar; emri altında yaşayanlara kendi ilah ve Rablıklarını empoze ederek, Allah’tan rol çalmaya soyunmaktadırlar. Hamanlar ise; bu Firavunların en büyük yardımcıları olup, onlara yol gösterenlerdir. Karunlar ise bunların para kaynaklarıdır. Bu şeytan üçgeni; her zaman dilimi içinde yaşayan ve yaşayacak olan tipler olup, emri altındakileri Allah yolundan çevirip kendilerine kul etmek için çabalamaktadırlar.

25. ayetteki soykırım; ikinci bir soykırım başlangıcı olup, ilki Musa(a.s) doğmadan önce başlamış ve annesinin onu öldürülmekten kurtarmak için nehre bırakması ve sarayda büyütülmesi ile devam eden bir süreçti. İkinci soykırım; sihirbazların imanı sonrası yenilen Firavun’un, bu yenilgiyi örtmek amacı ile başlattığı bir intikam soykırımı olması, bizce daha makul görünmektedir.

Bu olaylar akabinde o zamana kadar Mü'min olduğunu saklayan Firavun ailesinden olan birisi ortaya çıkar ve bu zulme karşı başkaldırır. Bu ayetlerde öne çıkması gereken şeyin; bu kişi ve onun mücadele örnekliği olması gerektiğini düşünmekteyiz.

Firavun; konum itibarı ile kendisini ilah ve rab ilan ederek, elinin altındakiler üzerinde büyük bir baskı ve zulüm hegemonyası kurmuş bir vaziyette idi. Bu durum altında, hem de onun ailesinden olan birisinin böyle bir kıyama kalkmasının önemli bir mesajı vardır. Firavun’un bu baskısı YUNUS 83 ayetinde şu şekilde dile getirilmektedir.

[010.083] Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.

Kıssada bahsedilen kişinin "Firavun ailesinden" şeklinde bahsedilmesi; onun sıradan bir insan olmadığını göstermektedir. İnsanların dünya hayatına olan rağbetleri, hele bu insan servet ve ihtişam içinde bir hayat sürdürüyor ise, ahireti umursamayacak bir duruma götürür.

Böyle müreffeh bir hayat süren insanların; bu hayatlarını bırakarak bunun tersi bir durumda hayat sürmeleri, nefslerin kaldırabileceği bir durum değildir. Firavun'un sihirbazlarının, onun kendilerine vaat ettiği dünyalıkları red ederek ölümü seçmeleri; imanını saklayan kişiye de örnek olduğunu düşünmekteyiz. Bu yiğit adamın ortaya çıkışı, sihirbazların mağlup olarak iman etmeleri ve sonucunda öldürülmelerine varan olayların sonrası olması bu tezimizi güçlendirmektedir.

[003.014] Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.

[009.024] De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»

Bu yiğit Muvahhit'in örnekliği okunmalı ve hayata yansıtılmalıdır. İnsanların kendilerinden mal, servet ve güç bakımından daha üstün olan birisine tâbi olmaları şeklindeki yönelimleri bir realitedir. Allah(c.c) bu yönelimin kendisine olması gerektiğini çünkü yeryüzünde kendisinin malını, servetini, gücünü geçebilecek veya kırabilecek hiç bir gücün olmadığını bizlere bildirmektedir.

Kendilerine yeryüzünde emanet olarak verilen mal, güç ve serveti bunları verenin emri doğrultusunda değil, bunları vereni unutarak, kendisinin kazandığını zannederek ilahlığa ve Rablığa soyunanlar her devirde var olmuştur ve olacaktır. Firavun bu vasıflara uygun bir yönetici tipi olarak bizlere anlatılmaktadır.

Firavunlar; çevresinde olan insanları, kendi iktidarlarını sağlama almak için kullanmakta ve onlara nefslerin hoşlandığı şeyler olan geçici dünya metaından faydalandırarak yanlarına almaktadır. Bu şekil hayat tarzı ile yaşayan insanlar, Firavunların sağladıkları geçici mal ve servetten ayrılmak asla istemezler ve bu hayatlarının devamı için Firavunlara yaltaklanmayı sürdürürler.

Allah(c.c); Musa(a.s) ve kardeşi Harun(a.s)’ı Firavun’a göndererek bu zulme son vermesini istemiş, Firavun ise bu çağrıyı red ederek ilah ve Rablığın kendisine ait olduğunu ileri sürmüştür. İşte böyle bir ortam içinde hayat süren bir kişi, kalkıyor ve Firavun’un ilahlığını ve Rablığını red eden bir konuşmayı onun yüzüne karşı yaparak içinde bulunduğu imkanları tepmeye cesaret edebiliyor. Bu yiğit Muvahhit, maalesef Kur'an sayfaları içinde görülmeyen bir kişi olarak her gün defalarca okunup geçilmektedir.

Bugün bu yiğit Muvahhit'in örnekliği Kur'an sayfalarının içinden çıkarılarak nasıl hayata geçirilebilir?
Günümüzdeki Firavunvâri yönetimler; iktidarlarını sağlama almak için kendilerine müdahene eden, yani yağcılık eden bir tabaka oluşturmak zorundadırlar. Bunu da içinde bulundukları yönetim nimetlerinden o insanları faydalandırarak, vazgeçilmesi zor bir servet, güç ve ihtişama boğarak, göbeklerinden kendilerine bağlayarak yapmaktadırlar.

Bu durumu Türkiye genelinde düşündüğümüz zaman; bugünkü iktidarın, ayakta kalmak için bir kısım Müslümanlar ile karşılıklı müdahene, yani tavizkâr bir tutum içine girdiğini ve bir kısım "Din Âlimi" etiketi taşıyan insanlara, bir takım tavizler vererek ve onları göbeklerinden bağlayarak, iktidarlarını sağlamlaştırma yoluna gittiği görülmektedir.

Burada Firavun’un sihirbazları ile Firavun ailesinden olan insanın örnekliğinin devreye girmesi gerekmektedir. Bu yiğitler ölümü göze alarak Firavun’un kendilerine sunduğu dünyalıkları red edip, onun ilah ve rab olmadığını, gerçek İlah ve Rabb’ın alemleri yaratan olduğunu haykırmışlardır.

Bugün Türkiye’de "Din Âlimi" veya "Kanaat Önderi" pozisyonunda olarak insanların fikirlerini etkileyen insanların, dini kullanarak iktidara karşı yamulmaları acı bir tablodur. İktidar nimetlerinden faydalanma karşılığında, onların iktidar lehine olan "söylem"leri veya "söylememe”leri, onlara vebal olarak yeter.

Daha acı olan taraf şudur ki; bugün bu yiğit muvahhidin yapmış olduğu kıyam, suistimale uğratılmaya çalışılarak içinde bulunduğumuz tağûdî sistem içinde görev almak ile o yiğit Muvahhit arasında bir benzerlik kurulmaya ve sistem bir şekilde meşru gösterilmeye çalışılmaktadır. Firavun ailesinden olan o yiğit Muvahhit’in belli bir zaman kendini saklaması ile bugün siyasi mücadele içinde olan muhafazakar partiler, kendileri ile o yiğit arasında bir benzerlik kurarak yaptıklarına meşruiyet arama gayretindedirler.

Bu düşüncede olup da ayetlere takla attıran muhafazakarlara sözümüz şudur; hadi Kitap’ı doğru düzgün okumuyor, içindeki örneklikleri kaale almıyorsunuz, hiç olmazsa ayetlere takla attırarak yamultmayın ve bu Kitap'ı kendi hatalarınızı meşru gösteren bir noter kitabı haline getirmeyin.

Müslüman olarak sadece Allah’a teslim olmak demenin ne demek olduğunu veya ne demek olması gerektiğini avamdan daha iyi bilen bu âlimler, avama sadece Allah'a kul olmaları gerektiğini anlatacakları yerde; iktidara kul olmalarını anlatmaları en hafif deyimle yakışık alan bir durum değildir.

Vakıf ve derneklerinde "Kur'an tefsiri" çalışmalarına önayak olan bu alimlerin, özellikle zulme karşı tevhidî duruş sergileyen yiğit Muvahhitlerin kıssalarını hiç kimseden korkmadan, çekinmeden, başımız derde girer korkusu olmadan anlatmaları, özellikle de kıssayı yaşamaları gerekirken; bunun tersini anlatmaları akıl alacak bir şey değildir.

Geleneksel din inancı içinde olanlardan böyle bir şey beklemek bile abesle iştigal olduğu için, o kesim âlimlerine en ufak bir serzenişte bile bulunmuyoruz. Serzenişimiz; Kur’an'ın Türkiye’de gündem olmasına vesile olup da bir şekilde iktidardan yana tavır almak zorunda kalan, dünün tevhidî söylem alimlerinedir.

Geleneksel din inancı içinde olanlar koskoca kıssada verilmek istenen mesajın peşine düşmek şöyle dursun, Kur’an’da olmayan bir inancı Kur’an’a onaylatmak için sadece 46. ayeti görüp "bak işte burada kabir azabından bahsediliyor" diyerek trajikomik bir okuma sergilemişlerdir.

Sonuç olarak; Kur’an’ın en temel çağrısı olan "sadece ve sadece Allah(c.c)'nin İlah ve Rabb olarak bilinmesi ve ona uygun bir hayat sürülmesi" tarihin her devrinde ortaya çıkan sahte ilah ve rablar tarafından sekteye uğratılmaya çalışılmıştır. Firavun bu bağlamda prototip bir yönetici olup evrensel bir karakterdir. Bu Firavunlara karşılık her devirde hakkı haykıran, zalim sultana karşı çıkan yiğitler de var olmuş ve olacaklardır.

MÜ'MİN 23-53 ayetleri arasında okuduğumuz kıssa içinde yiğit Muvahhit maalesef Kur’an sayfaları arasında gömülü kalmış ve onun bu yiğitlik örnekliği sadece sevap almak için okunan bir pasaj haline düşürülmüştür. Bizlere düşen; bu tür örneklikleri okumak, ibret ve örnek vesikaları olarak hayata aktarmak olmalıdır. Kur'an kıssalarını "eskilerin masalları" olarak okumak yerine, bize dönük ibretli mesajlar şeklinde okuduğumuz zaman; Kitap’ın içinde capcanlı duran bu tevhid eri bugün yaşayacak, mevcut iktidara müdahene edenlere karşı sıcak bir tavır takınmayıp ve kendisi hakkı ne pahasına olursa olsun haykıracaktı.

EN DOĞRUSUNU ALLAH(C.C) BİLİR.