Bu günlerde, Sayın Nurettin Yıldız Hocanın bir konuşması sonucu başlayan çocuk evliliği meselesi ile ilgili olarak yapılan yorumlara baktığımızda , bu tür evliliğin o günkü Arap geleneği içinde değerlendirilmesi gerektiği şeklinde sözler işitmekteyiz.
Kur'an Ayetlerinin öncelikle , "Tarihsel Bağlam" dediğimiz nuzül zaman ve mekan şartlarının göz önüne alınarak okunması şeklindeki düşüncenin doğru ve gerekli olduğunu elbette ki red etmiyoruz. Ancak böyle bir örfün fıtrat yasalarına uygun olup olmadığı meselesi önem arz etmektedir.
Bu yazıyı yazarken , bazılarının Kur'an hakkındaki düşüncelerini göz önüne alarak bu düşünceleri izale etmek , yani birilerine şirin görünmek veya bu düşünceyi ortaya atanları linç etmek kampanyasının bir mücahidi olmak kaygısının asla gözetilmediğini baştan söylemek istiyoruz. Ama bazılarına şirin görünmeyi eleştirenlerin aynı yanılgıya düşerek eski tefsircilere şirin görünmek gibi bir kaygıları olduğunu ve bu tür düşünceleri onların yorumlarının belirleyici olduğunu düşünerek söylediklerini düşündüğümüzü anti parantez belirtelim.
Olay ; Talak s. 4. ayetindeki "Velle i lem yahıdne" ( adet görmeyenler) ibaresinden henüz adet görmeyen küçük kızların evlenebileceğinin bu Ayet ile teyid edildiği düşüncesidir.
Bu düşünceyi savunma adına getirilen argümanlardan bir tanesi de, bu tür evliliklerin Arap örfünde olduğu , Kur'anın tarihsel bağlam okuması gereği bu örfü Kur'anın kabul ettiği ve bu örfe uygun olarak çocukların boşanması ile hükümlerin vaz edildiğidir.
Böyle bir örfün olduğunu , eski tefsirlerden ve rivayetlerden getirilen deliller ile ortaya koyma çalışmalarını doğru bulmadığımızı , bu tefsirlerdeki görüşlerin neticede kişisel yorumlar olduğu ve bunları kutsamak gibi bir vazife içinde olmamamız gerektiğini hatırlatmak isteriz.
Kur'an elbette, nuzül öncesi Arap örfü olarak uygulanan bir takım kuralları red etmemiştir ve bazı hükümleri " Örfe uygun olması" şartına bağlayarak süre gelen yaşantıyı red etmeden aynen devamını sağlamıştır. Tabi ki bu örfün Kur'an Ayetleri ile çelişki arz etmemesi gibi bir mecburiyet sözkonusur.
Burada esas sıkıntılı nokta ,ortadaki Kur'an ayetini rivayetler ve eski tefsirlerde yer alan bilgiler doğrultusunda anlamaya kalkmaktır. Yani rivayet ve tefsirlerdeki bilgileri Kur'ana onaylatma ameliyesidir , bu tür bir ameliyenin yol açtığı sorunlar gündeme geldiğinde verilen , " Ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" cevabı olayın vehametinin nasıl bir boyutta olduğunun göstergesidir.
Öncelikle Talak s. 4. ayetindeki , hayız görmeyenlerin ve hayızdan kesilmiş olanların 3 ay iddet beklemelerinin amacı onların hamile olup olmadıklarının belli olması ve neslin emniyeti açısındandır. Hayız görmeyenlerden kasıt kız çocukları ise , Arap örfünü kutsamak adına, "Hayız görme çağına gelmeyen kız çocuklarının evlendirilip onlarla cinsel ilişki kurulmasına izin verilmiştir , boşanma aşamasına geldikleri zaman hamile olup olmadıklarının belli olması için 3 ay beklemelerini Kur'an emretmiştir" denilirse bu düşüncenin kabul edilmesi imkansızdır.
Arap örfünde hayız görmeye BAŞLAMIŞ bir kızın ileri yaşlarda olan birisi ile evlendirilmesi, örfi bir durum olabilir. Q günkü sosyo ekonomik şartlar muvacehesinde böyle uygulamaların olmuş olmasını kabul edebiliriz .Yani bu gün yaşadığımız zaman ve mekan şartlarını göz önüne alarak 1500 yıl öncesini yargılamanın yanlış olduğunu elbette biliyoruz. Ancak fıtrat yasalarına aykırı bir durum olan, hayız görmeye başlamayan bir kız çocuğuyla evlenip onunla cinsel ilişki kurulmasını ,Arap örfünde bu vardı diyerek kabul etmenin, yanlışın ötesinde bir durum olduğunu da ifade etmek isteriz.
Bir konuda Kur'anın belirleyiciliği mi yoksa rivayetlerin veya eski tefsircilerin belirleyiciliği mi öncellerimiz olmalıdır ?. Bunun cevabı "Rivayetler veya eski tefsirciler olmalıdır" denilirse bu düşüncede olanların yolu açık olsun ancak , eğer "Kur'an olmalıdır" denilirse Kur'an bize bu konuda şu bilgileri verir.
Talak s. 4. ayetindeki boşanma hükümlerinin vaz edildiği Ayette "Nisaüküm ( kadınlarınız) ibaresi bu konudaki düşüncemizi belirlemesi gereken ahahtar bir kelimedir.
Nisa kelimesi ; "Vakit bakımından ertelemek , tehir etmek" anlamına gelen "Ennes'ü" kelimesinden gelmektedir. Hayız vakti gecikerek hamile olması umulan kadına "Nesietül mer'etü" , böyle olan bir kadına "Nesuun" denilir. (Elmüfredat)
İnsan cinsinin dişi olanına Arapça da onun hayız görmeye başlamış olması ve bazen hayzının gecikerek hamile olması sözkonusu olması nedeniyle böyle bir ad verilmiştir. Hayız görmeyen kız çocuğuna asla "Nisa" denilmez. Kur'an genelinde bu kelimenin geçtiği Ayetlere bakıldığında kız çocuğuna delalet edebilecek bir tek Ayet yoktur.
Bu anlamı göz önüne alarak "Nisaüküm" olarak kullanılan bir kelimenin hayız görmek ile bağlantısını kurarak bu kelime ile ifade edilen insan cinsinin, kız çocuklarla alakası asla olaMAyacağının kolayca anlaşılması gerekirdi. "Talak s. 4. Ayeti hayız görme zamanına gelmiş fakat farklı sebeblerden ötürü hayız GÖRMEYEN evli kadının boşanma süreci ile ilgili hükmü beyan etmektedir" denilmekten korkulma sebebi eski tefsircilerin kemiklerinin sızlaması korkusu ise varsın onların kemikleri sızlasın , ama onların hatırı kırılmasın diye KUR'ANIN BELİRLEYİCİLİĞİ göz ardı edilmesin.
Sonuç olarak; Kız çocukların evlendirilmesi meselesini, "Arap örfünde böyle bir durum söz konusu idi" denilerek tarihsel bağlam şeklinde okumak, Fıtrat Ayetleri ile Kitap Ayetlerinin birbiri ile çeliştiğini iddia etmek anlamına gelmektedir. Talak s. 4. Ayeti kesinlikle , hayız görme çağına gelmediği halde evlendirilerek onunla cinsel ilişki kurulduktan sonra boşanma aşamasına gelen bir çocuğun bekleme süresini anlatmaz. Talak s. 4. Ayeti , NİSA kelimesinin anlamına uygun olarak hayız görme durumunda olan kadınların evlenmesinden sonra herhangi bir sebeble hayız görmedikleri halde boşanma süreçlerindeki bekleme sürelerini anlatır. Eski tefsirleri veya rivayetleri kutsayarak Kur'anı okuma durumunda olanların düştükleri bu durumu görerek bu tür düşüncelerini yeniden gözden geçirmelerini tavsiye ediyoruz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.