Çoğu kimsenin malumu olduğu üzere İslam düşüncesinde, "Gayri Metluv Vahiy" olarak adlandırılan ve Muhammed a.s. isnad edilen rivayetlerin de vahiy yani Kur'an'a eşdeğer olduğu esasına dayandırılan ve zamanla bazı kesimlerde itikat haline getirilmiş bir düşünce vardır.
Bu düşünceye göre "Metluv Vahiy" olarak adlandırılan vahiy, namazlarda okunan yani Kur'an içindeki ayetlerden oluşan vahiy, "Gayri Metluv Vahiy" olarak adlandırılan vahiy ise namazlarda okunmayan vahiy, yani Muhammed a.s. a isnad edilen rivayetlerdir.
Bu düşüncenin kökü "Ehli Hadis" olarak bilinen ve başını İmam Şafii'nin çektiği ekibe dayanmaktadır. Bu ekibin inancına göre hadisler öylesine kutsal sözlerdir ki aynı Allah'ın sözü olan Kur'an ayetleri ile eşdeğerdir. Bu ekibe mensup olanlar bu iddialarına destek olarak bazı Kur'an ayetlerini de işlerine geldiği gibi tevil etmekten kaçınmamışlardır.
Biz bu düşüncenin doğruluğunu veya yanlışlığını eğer hakem kitap Kur'an doğrultusunda anlamak istiyorsak, karşımızdaki ilk ayet Şura s. 51. ayetidir. Biz bu ayeti baz alarak Allah'ın insanlarla iletişim kurma yolunu öğrenebilir, sonrasında da "Gayri Metluv Vahiy" düşüncesini bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Ayetin metni ve çevirisi şu şekildedir:
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ
51- Ve bir beşer için Allah'ın onunla iletişim kurması olası değildir, ancak vahyederek veya bir engelin ötesinden (söz söylemesi) veya bir (melek) elçi gönderir de dileyeceği şeyi kendisinin onayı ile ona vahyeder. Şüphesiz ki O, bir çok yücedir, bir en bilgedir.
Bu ayetten anlaşılacağı üzere, Allah c.c. insanlarla 3 yolla iletişim kurmaktadır.
1- Vahyederek.
2- Engel ötesinden iletişim kurarak.
3- Bir melek elçi göndererek.
1. sıradaki konuşma şekli Yusuf a.s. a kuyuda iken vahyetmesi, Musa'nın annesine onu denize atmasını vahyetmesi gibi yani adına ilham da dediğimiz içsel bir duygu olarak. Bu durumu Şems s. 7. ve 8. ayetlerde daha net görmekteyiz. Allah c.c. bu ayetlerde nefse, fücuru ve takvayı ilham ettiğini beyan etmektedir.
2. sıradaki iletişim şekli Musa a.s. a has bir iletişim şekli olarak Kur'an'da karşımıza çıkmaktadır.
3. sıradaki iletişim kurma şekli ise Muhammed a.s. kadar gelen ve "Nebi Resul" olarak bildiğimiz insanlara melek elçi vasıtası ile yapılan vahiy türüdür.
Bu noktadan hareketle, şimdiye kadar gelmiş, geçmiş ve gelecek olan insanlarla Allah c.c. 1. sıradaki vahiy türüyle iletişim kurmuş, iletişim kurmakta ve iletişim kuracaktır. 3. sıradaki iletişim şeklini Musa a.s. a has bir iletişim türü olduğunu düşündüğümüzde, 2. sıradaki iletişim türü, "Nebi Resul" olarak bildiğimiz insanlara melek elçi ile yapılan, yani vahyederek iletişim şeklidir. Bu durumun keyfiyetini Allah c.c. ve sadece o elçiler bilmekte, bizler ise 3. kişiler olarak sadece bize Kur'an'daki verilen bilgiyle yetinmek durumundayız.
"Nebi Resul" olarak bildiğimiz insanların bir beşer olduğunu da hesaba kattığımız zaman, onlarla yapılan iletişim şeklinin 1. ve 3. sıradaki iletişim kurma olarak karşımıza çıkmakta olduğunu görürüz.
Yani Allah c.c. "Nebi Resul" olarak seçtiği insanların hepsiyle hem Şems s. 7. 8. ayetlerde de karşımıza çıktığı gibi ilham yoluyla iletişim kurmakta, hem de 3. sırada olduğu gibi melek elçi vasıtasıyla vahyederek iletişim kurmaktadır.
Biz sıradan insanlara gelince, Allah c.c. bizlerle sadece 1. sıradaki olan ilham yoluya iletişim kurmaktadır. Yani seçilmiş elçilerin bizden farkı, onların hem 1. sıradaki hem de 3. sıradaki iletişim şekli ile muhatap olmalarıdır.
İş Muhammed a.s. a gelince; O, önce bir beşer olması hasebiyle Allah c.c. onunla 1. sıradaki şekli ile iletişim kurmakta, sonra bir "Nebi Resul" olması hasebiyle 3. sıradaki şekli ile iletişim kurmaktadır.
Allah c.c. nin 3. sıradaki şekli ile kurduğu iletişimin sonuçları bugün elimizde "Kur'an-ı Kerim" olarak nitelenen kitapta bulunmaktadır. Yani Allah c.c. kulu ve elçisi Muhammed a.s. seçerek melek elçi ile vahyettiği şeyler, bugün bizim elimizde yazılı vahiy olarak bulunmaktadır.
Muhammed a.s. elçiliği boyunca kendisine vahyedilen ayetleri insanlara tebliğ etmiş, ve bu tebliğ zamanı içinde beşer olarak yaşantısına da devam etmiştir. Bu yaşantısının içinde elbette ki konuşmuş ve bazı fiillerde bulunmuştur. Bu konuşma ve fiiller, kendisine yapılan vahiyle ilgili olduğu gibi beşeri yaşantısının bir gereği olarak ta karşımıza çıkmaktadır.
Yani Allah c.c. Muhammed a.s. ile elçilik görevinin başına kadar sadece 1. sıradaki şekli ile iletişim kurmuş, elçilik görevinden sonra ise hem 1. hem de 3. sıradaki şekli ile iletişim kurmuştur. Kur'an vahyi dışındaki sözleri ve fiilleri, kendisinin beşer olması nedeni ile 1. sıradaki iletişimin sonuçlarıdır.
Zaman içinde burada ele almanın hacmi genişleteceği bazı saikler nedeniyle Muhammed a.s. ın beşer olması neticesinde ağzından dökülen sözler, Kur'an ile eşdeğer görülmeye başlanmıştır. Ne yazık ki bu eşdeğer görülmenin kaynağı ne ona vahyedilen kitap, ne de kendisidir. "Erike Hadisi" olarak literatüre geçen ve ona atfedilen sözlerin ona atılmış bir iftira olmaktan öte geçmeyeceği bir gerçektir.
Aksine, onun güzide arkadaşlarının herhangi bir konuda onun vahiy olmayan görüşleri karşısında kendilerinin karşı öneride bulundukları sabittir. Eğer onlar "Ehli Hadis" ekibinin iddiası gibi düşünmüş olsalar veya elçi a.s. Kur'an harici sözlerinin de Kur'an ile eşdeğer olduğunu söylemiş olsaydı, onlar asla karşı öneride bulunmazlar teslim olurlardı.
Örneğin Uhud yenilgisi ile ilgili Al-i İmran suresi ayetlerine baktığımızda elçinin arkdaşlarını arkalarından çağırmasına rağmen onların bu çağrıyı dinlememiş olmaları karşısında ne Allah c.c. ne de elçi onların inkara düştüğünü söylememiştir. Ahzab suresinde Zeyd'e "Eşini yanında tut" dediği halde Zeyd'in bu sözü dinlememesi vahyi inkar olarak değerlendirilip de o ve diğer sahabe "Hadis İnkarcısı" olarak görülebilir mi?
Görünen o ki; "Gayri Metluv Vahiy" düşüncesi temellerini asla vahiyden almayan, hadisleri de vahiy kategorisine sokmak düşüncesine dayalı bir projenin ürünüdür ki hadisler yoluyla İslami konularda daha rahat bir oynama alanı oluşturulabilsin.
Şimdi bu projenin asıl sakat yanı şu dur; Bu projeye inanan insanların beyni öyle bir yıkamaya tabi tutulmuştur ki, buna inanmayanlar, Kafir, Zındık, Hadis inkarcısı, Sünnet inkarcısı gibi isimlerle yaftalanmaktadır.
Ancak Kur'an'ı hakem yaparak konuya baktığımız zaman işin rengi değişmekte, oklar tersine dönmektedir. Nasıl mı?
"Şirk" olarak bildiğimiz, Allah'a ortaklık isnat etmek olan ve "Büyük Zulüm" olarak vasıflanan durum, burada ortaya çıkmaktadır. Allah c.c. nin hüküm alanını bir başka kişiye paylaştırmak olan şirk, onun elçisine ait olduğu iddia edilen sözlerin onun sözlerine eşdeğer olduğunu iddia etmekle de ortaya çıkmaktadır.
Başkalarını elçinin sözlerini Kur'an ile eşdeğer görmedikleri için bazı isimlerle yaftalayan kişilerin kendilerinin bu düşünceyle Allah'a ortak koştuklarını bilmeleri gerekmektedir.
Sonuç olarak; Allah c.c. yarattığı bütün insanlarla iletişim kurmuş ve kurmaya devam etmektedir. Bu iletişim şekli biz gibi insanlara göre "Nebi Resul" olarak seçilen insanlarda farklılık arz etmektedir. Bizlerle sadece Şura s. 51. ayetteki sırasıyla 1. ve Şems 7.ve 8. ayetlerdeki anlatıma göre ilham yoluyla iletişim kurarken, "Nebi Resul" olarak seçilen insanlarla hem bu şekilde hem de Şura s. 51 ayetteki 3. sıradaki şekli ile iletişim kurmaktadır. Muhammed a.s. da bizler gibi bir beşer olması hasebiyle ona ilham yoluyla iletişim kurulmaktadır. Bu iletişim şeklini "Vahyi Gayri Metluv" olarak adlandırmak en büyük olan şirktir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder