Son yıllarda Kur'anın öne çıkması ile ortaya çıkan ve geleneksel düşünce içinde tabu olarak bilinen bazı konuların sorgulanmaya başlanmasının , olumlu ve olumsuzlukları beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Geleneksel düşüncenin tabularından olan, Kur'anın herkes tarafından anlaşılamayacağı , onun anlaşılmasının eski tefsirciler , veya markalaşmış isme sahip olan bir takım zevatın tekelinde yani "Havas" denilen kişilerde olduğu , "Avam" denilen biz halk tabakasına düşen görevin , bu kimselerin Kur'an hakkındaki söylediklerine tabi olmaktan başka yol olmadığı iddiaları yaygın bir düşüncedir.
Kur'anın "Havas" denilen gurubun tekelinden alınarak , "Avam" denilen bizlerin eline geçmesi ile birlikte, bir takım olumsuzluklar ortaya çıkmıştır. Özellikle bir şeyin helal veya haram olmasının nasıl bir gerekçeye dayanması gerektiği konusunda bir takım kişilerin yaptığı bazı çıkarımlar "Bu kadar da olmaz" dedirtecek cinstendir.
Çocukların sünnet edilmesi , bizler için çok önemli bir mesele olup , sünnet işleminin görkemli törenler yapılarak gerçekleştirildiği yine malum olan bir konudur. Kur'anın öne çıkması ile birlikte , çocuklara uygulanan bu işlemin, "Haram" ve "Şirk" işlemek olduğu gibi düşüncelerin ortaya atıldığını müşahede etmekteyiz. Bu yazımızda, bu konu ve delil olarak getirilen ayet üzerinde durmaya çalışarak , bu işlemin nasıl konuma sahip olabileceği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
Çocuk sünnetinin haram olduğuna dair delil getirilen Nisa s. 119. ayetinin meali şöyledir;
[004.119] Onları mutlaka saptıracağım, olmayacak kuruntulara boğacağım.
Onlara emredeceğim; davarların kulaklarını yaracaklar, emredeceğim; Allah'ın
yaratışını değiştirecekler. Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinen kimse; şüphesiz
açıktan açığa kayba uğramıştır.
Çocuk sünnetinin "Haram" , çocuklarını sünnet ettirenlerin "Şirk" işlediğine dair getirilen delil bu ayet olup, bu delilin sağlıklı bir delil olmadığını düşünmekteyiz şöyle ki ;
Bir şeye "Haram" hükmünü koymak için , o konuda Kur'an içinde bulunan bilgilerin "Subutu ve delaleti kat'i" olması gerekmektedir. Örneğin ; Domuz etinin haramlığı konusunda kimsenin itiraz olmaması gibi , çünkü bu konuda "Subutu ve delaleti kat'i" olan bir nas mevcuttur. Çocuk sünnetinin haram olduğuna dair getirilen bu ayet , o konuda "Haram" hükmü vermek için gerekli olan şartları sağlaMAmaktadır.
Ancak bu konuda yapılan önemli bir hata ve çelişkiye dikkat çekmek istiyoruz.
Bir konuda "Haram" şeklinde bir hüküm koymak yetkisi sadece ve sadece Allah (c.c) ye ait olup , Muhammed (a.s) dahil kimsenin din konusunda böyle bir hüküm koyma yetkisi yoktur. Açık ve net bir nas olmadan bu konu için "Haram" hükmü getirilmesi Allah (c.c) adına konuşmak anlamına gelip , bir kul olarak kimseye verilmeyen yetkiyi gasp etmek anlamına gelmektedir.
Bu konuda Nisa s. 119. ayetinin üzerinden yapılan delil çıkarma çalışması , "Kıyas" yapmak şeklinde bir çalışmanın ürünü olup , bu çalışma yöntemi, özellikle kendisini Kur'ana nispet ederek "Tek kaynak Kur'an" diyenler için "Ehli sünnet" kaynaklarının üzerinden yapılan bir çıkarım çalışmasıdır. Ehli sünnet akidesine göre din de kaynak "Kitap-Sünnet-İcma-KIYAS" şeklinde sıralanmış olup 4. sıradaki kaynak , kendisini "Ehli kur'an" olarak niteleyenlerin çocuk sünnetinin haramlığı konusunda başvurduğu bir kaynak olarak, çelişkili bir durum arz etmektedir.
Kendisini Kur'ana nispet eden bir kısım insanın , namaz konusunda "Kur'anda açık ve net bilgi bulamıyoruz" diyerek namazı red etmesi , çocuk sünneti konusunda bu kadar açık ve net bilgiyi nasıl bularak buna "Haram" fetvası verdikleri, kendilerinin bu konulardaki yanlı ve çarpık bakışın bir göstergesi olarak karşımızdadır.
[016.116] Dillerinizin yalan vasfetmesi ile: «Şu helaldir, şu haramdır»
demeyin; aksi halde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah'a yalan
uyduranlar asla kurtulamazlar.
Eşyada asıl olan helallik tir , aksine bir hüküm olmadıkça hiç bir şey için"Bu haramdır" denilemez.
"Kur'an ehli" olduklarını iddia eden bir kısım kişilerin, özellikle kendisini "Hadis ehli" olarak tanıtan kişilerle olan tartışmalarında kullandıkları bir ayet olan, Nahl s. 116. ayetinin kendileri için bir mesaj taşıyıp taşımadığını "Çocuk sünneti haramdır" şeklinde bir söylemi dile getirirken dikkate almaları gerekmektedir. Çünkü böyle bir hüküm vermekle kendileri ,"Allah adına konuşmak" gibi bir görevi yüklenmiş hale gelmektedirler , böyle bir yetkiyi sadece elçiler yüklenmiş olup , onlar dışında hiç bir beşerin böyle bir yetkisi yoktur.
Ayrıca ortaya şöyle bir trajikomik durum ortaya çıkmaktadır; "Mezhep" ve "içtihat" kelimeleri konuşulduğu zaman , elektirik çarpmışa dönün bir kısım insan , "Çocukları sünnet ettirmek haram ve şirktir" şeklinde bir hükümde bulunduğu zaman , bu söylemin içtihadi bir çalışmanın ürünü ve mezhebi bir yorum olduğunun farkında bile değildir. Her fırsatta "Mezhepler şirktir" şeklinde bir iddiayı dile getirenler kendileri bu şirkin !!! içine düşmektedirler.
Yaptıkları iş, geçmişteki mezhep sahiplerinin , hükmü bulunmayan bir konuda hüküm çıkarma çalışmasının literatürdeki adı olan "İçtihat" olup ,ve bu çalışma ile varılan sonucun adının "Mezhep" olmasından başka bir şey değildir. Çünkü böyle bir çıkarımın mutlaklaştırılıp, nihai ve kesin sonuç olarak sunulması gibi bir durum asla söz konusu olamayacağı için , yapılan çalışmada hata payı olma ihtimali ve başkalarını bu görüşe karşı bir görüş sunma hakları vardır.
Çocuk sünneti çok eski zamanlardan beri uygulanan bir yöntem olup , bu yöntem Yahudiler tarafından da uygulanan ve İbrahim (a.s) a dayandırılan bir işlemdir. Tarihte sünnet olma adetini ilk defa İbrahim (a.s) ın uyguladığını iddia etmek bile bizi yanıltabilir. Eğer böyle bir işlemi İbrahim (a.s) uyguladı ise, bu uygulamanın bilinen bir uygulama olduğu için yaptığını söyleyebiliriz.
Kur'anın nazil olduğu zaman içinde, Nisa s. 119. ayetinde gördüğümüz , "Hayvanların kulaklarını yarmak" şeklinde yapılan bir işlemin , Allah (c.c) adına uydurulmuş bir iftira ve yalan olduğu , Maide s. 103. ayetinde beyan edilmektedir.
[005.103] Allah bahîra, sâibe, vasîle ve hâm diye bir şey (meşru)
kılmamıştır. Fakat kâfirler, yalan yere Allah'a iftira etmektedirler ve onların
çoğunu da akletmezler.
Ayet içinde "Bahira" olarak ifade edilen şey, Arap müşriklerinin dişi bir devenin belirlilik işareti olarak kulağını yarıp , sütünü haram ederek putların hizmetine vermeleri olup ,böyle bir işlemin Allah (c.c) tarafından vaaz edilmediği beyan edilmektedir.
Maide s. 103. ayetinin Nisa s. 119. ayeti ile ilişiğini kurarak okuduğumuzda , Arap müşriklerinin hayvanlar üzerinden yapmış olduğu kulak yarma işleminin onlara, "Şeytan" tarafından tavsiye edilen bir işlem olduğu hatırlatması yapılmaktadır. Çocuk sünneti bu kitabın indiği zaman çerçevesinde yaşayan insanlar arasında yapılan bir uygulama olduğuna göre, eğer bu işlem "Haram" veya "Şirk" içeren bir işlem ise, inen kitapta bu konuda yerme ve yasaklama hükmü bulunurdu. Kitapta açık ve net bir şekilde böyle bir hüküm olmadığına göre, bu işlem için ortaya konulan "Haramdır" hükmü , Nahl s. 116. ayetinin muhatabı olmaktır.
Bu meyanda şu anda bile bazı bölgelerde uygulanan kız çocuklarının sünneti ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz; Erkek çocuklarının sünneti ile ilgili olarak nasıl "Bu haramdır" diyemiyorsak , kız çocuklarının sünneti içinde aynı şeyi söyleyerek "Bu haramdır" diyemeyiz. Ancak bir işin haram olmaması demek , yapılması gerekli yani farz olması anlamına gelmez.
Çocuk sünneti eğer Nisa s. 119. ayetinde beyan edilen "Yaratılışı değiştirmek" hükmüne dahil edilecek olursa , tırnak kesmenin , veya insanların bazı bölgelerinde çıkan tüylerin temizlenmesinin hükmünün de sorgulanması gerekmektedir. Çünkü bu işlemler de, yaratılıştan gelen tırnak ve tüy gibi şeyleri keserek yaratılışa aykırı bir durum teşkil !! etmektedir.
Çocuk sünneti "Haram" değil ise hükmü nedir veya bu işlemi din de nereye koymak gerekir?.
Çocuk sünneti dini açıdan "Haram" olmamakla birlikte , yapılması "Farz" bir işlem olmayıp, yapılıp yapılmaması dini açıdan herhangi bir hükme dahil değildir. Ancak ülkemizde bu konuda yaygın olan inanç bu işlemin dini bir vecibe olduğu yönündedir. Ülkemizde bu konuda büyük bir mahalle baskısı hakim olup , çocuğunu sünnet ettirmek istemeyen bir kişi çok büyük sıkıntılara katlanmak durumuna düşecektir.
Bir kişinin çocuğunu sünnet ettirip ettirmemesi , o kişinin isteğine bağlı olup , bu işlem sadece örfi bir durum olarak düşünülmelidir. Böyle bir düşüncenin toplum içinde gerçekleşmesi şimdilik mümkün görülmemekle birlikte , ilerleyen zamanlarda değişen algılar , bu işlemin dini bir vecibe olduğu kanısını azaltarak , tercihi bir mesele olduğunu yaygınlaştıracaktır.
Çocuk sünnetinin "Şirk" olduğu düşüncesine sahip olan bir kısım "Ehli Kur'an" söylemine sahip olan kişilerin, sünnet edilmeye karşı çıktıkları kadar , diğer şirklere bu kadar tepki gösterdiklerini maalesef görememekteyiz. Ulusal bayram günlerinde ve sistemin temellerini atan kişinin ölüm yıl dönümünde sanal ortamlardaki profillerine Atatürk resimleri koyarak yas tutan bu kişilerin şirk konusunda ne kadar hassas oldukları !!! takdire şayandır.
Sonuç olarak ; ifrata karşı tefrit olarak ortaya çıkan bazı görüşlerin Kur'ani bir temeli olmadan , Kur'andan mış gibi sunulması , kendilerini Kur'ana nispet eden ve dinlerini Kur'anın belirlediğini iddia eden kişiler için hatalı bir yöntemdir. "Haram" hükmünün açık ve net bir delili olması ve bu hükmün sadece Allah (c.c) tarafından konulması gerektiğini çok iyi bilen bu kardeşlerimizin bir kısmı , iş çocuk sünnetine gelince , net bir hüküm olmamasına rağmen kendileri "Kıyas" denilen yöntemi kullanarak "Haram" hükmünü koymaktadırlar.
Bu metodu izleyerek , geçmişte fıkhi mezheplerin tuttukları aynı yolu izlemiş olan bu kimseler , red ettikleri mezheplere karşı olmak adına kendileri mezhepçi olarak ortaya çıkmaktadırlar. Hakkında kesin olarak "Haram" hükmü bulunmayan bir konuda ," Bu haramdır" hüküm vermek , Allah (c.c) adına konuşmak demek olup , böyle bir yetkiye elçiler hariç kimsenin hakkı yoktur. Söylenmesi gereken "Bu konuda benim düşüncem bu dur" şeklinde bir ifade olması gerekirken , müçtehitlik yapmaya kalkmak , red ettikleri mezheplerin yeni bir versiyonu olmaktan öteye geçmeyecektir.
Kur'anı eline alarak hüküm vermeye kalkan bir kimsenin , en azından helal ve haram koymada hak sahibinin kim olduğunu bilmesi ve ona göre bir söylem üretmesi zaruri bir durumdur. "Ben yaptım oldu" şeklinde bir söz yerine , "Ben böyle düşünüyorum" sözü hata payı bırakılması ve kişiyi daha tevazu sahibi yapması açısından usul ve adaba daha uygun bir söylemdir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Çocuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çocuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Aralık 2015 Pazartesi
22 Ocak 2015 Perşembe
Çocuk Evliliği Arap Örfü müdür ?
Bu günlerde, Sayın Nurettin Yıldız Hocanın bir konuşması sonucu başlayan çocuk evliliği meselesi ile ilgili olarak yapılan yorumlara baktığımızda , bu tür evliliğin o günkü Arap geleneği içinde değerlendirilmesi gerektiği şeklinde sözler işitmekteyiz.
Kur'an Ayetlerinin öncelikle , "Tarihsel Bağlam" dediğimiz nuzül zaman ve mekan şartlarının göz önüne alınarak okunması şeklindeki düşüncenin doğru ve gerekli olduğunu elbette ki red etmiyoruz. Ancak böyle bir örfün fıtrat yasalarına uygun olup olmadığı meselesi önem arz etmektedir.
Bu yazıyı yazarken , bazılarının Kur'an hakkındaki düşüncelerini göz önüne alarak bu düşünceleri izale etmek , yani birilerine şirin görünmek veya bu düşünceyi ortaya atanları linç etmek kampanyasının bir mücahidi olmak kaygısının asla gözetilmediğini baştan söylemek istiyoruz. Ama bazılarına şirin görünmeyi eleştirenlerin aynı yanılgıya düşerek eski tefsircilere şirin görünmek gibi bir kaygıları olduğunu ve bu tür düşünceleri onların yorumlarının belirleyici olduğunu düşünerek söylediklerini düşündüğümüzü anti parantez belirtelim.
Olay ; Talak s. 4. ayetindeki "Velle i lem yahıdne" ( adet görmeyenler) ibaresinden henüz adet görmeyen küçük kızların evlenebileceğinin bu Ayet ile teyid edildiği düşüncesidir.
Bu düşünceyi savunma adına getirilen argümanlardan bir tanesi de, bu tür evliliklerin Arap örfünde olduğu , Kur'anın tarihsel bağlam okuması gereği bu örfü Kur'anın kabul ettiği ve bu örfe uygun olarak çocukların boşanması ile hükümlerin vaz edildiğidir.
Böyle bir örfün olduğunu , eski tefsirlerden ve rivayetlerden getirilen deliller ile ortaya koyma çalışmalarını doğru bulmadığımızı , bu tefsirlerdeki görüşlerin neticede kişisel yorumlar olduğu ve bunları kutsamak gibi bir vazife içinde olmamamız gerektiğini hatırlatmak isteriz.
Kur'an elbette, nuzül öncesi Arap örfü olarak uygulanan bir takım kuralları red etmemiştir ve bazı hükümleri " Örfe uygun olması" şartına bağlayarak süre gelen yaşantıyı red etmeden aynen devamını sağlamıştır. Tabi ki bu örfün Kur'an Ayetleri ile çelişki arz etmemesi gibi bir mecburiyet sözkonusur.
Burada esas sıkıntılı nokta ,ortadaki Kur'an ayetini rivayetler ve eski tefsirlerde yer alan bilgiler doğrultusunda anlamaya kalkmaktır. Yani rivayet ve tefsirlerdeki bilgileri Kur'ana onaylatma ameliyesidir , bu tür bir ameliyenin yol açtığı sorunlar gündeme geldiğinde verilen , " Ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" cevabı olayın vehametinin nasıl bir boyutta olduğunun göstergesidir.
Öncelikle Talak s. 4. ayetindeki , hayız görmeyenlerin ve hayızdan kesilmiş olanların 3 ay iddet beklemelerinin amacı onların hamile olup olmadıklarının belli olması ve neslin emniyeti açısındandır. Hayız görmeyenlerden kasıt kız çocukları ise , Arap örfünü kutsamak adına, "Hayız görme çağına gelmeyen kız çocuklarının evlendirilip onlarla cinsel ilişki kurulmasına izin verilmiştir , boşanma aşamasına geldikleri zaman hamile olup olmadıklarının belli olması için 3 ay beklemelerini Kur'an emretmiştir" denilirse bu düşüncenin kabul edilmesi imkansızdır.
Arap örfünde hayız görmeye BAŞLAMIŞ bir kızın ileri yaşlarda olan birisi ile evlendirilmesi, örfi bir durum olabilir. Q günkü sosyo ekonomik şartlar muvacehesinde böyle uygulamaların olmuş olmasını kabul edebiliriz .Yani bu gün yaşadığımız zaman ve mekan şartlarını göz önüne alarak 1500 yıl öncesini yargılamanın yanlış olduğunu elbette biliyoruz. Ancak fıtrat yasalarına aykırı bir durum olan, hayız görmeye başlamayan bir kız çocuğuyla evlenip onunla cinsel ilişki kurulmasını ,Arap örfünde bu vardı diyerek kabul etmenin, yanlışın ötesinde bir durum olduğunu da ifade etmek isteriz.
Bir konuda Kur'anın belirleyiciliği mi yoksa rivayetlerin veya eski tefsircilerin belirleyiciliği mi öncellerimiz olmalıdır ?. Bunun cevabı "Rivayetler veya eski tefsirciler olmalıdır" denilirse bu düşüncede olanların yolu açık olsun ancak , eğer "Kur'an olmalıdır" denilirse Kur'an bize bu konuda şu bilgileri verir.
Talak s. 4. ayetindeki boşanma hükümlerinin vaz edildiği Ayette "Nisaüküm ( kadınlarınız) ibaresi bu konudaki düşüncemizi belirlemesi gereken ahahtar bir kelimedir.
Nisa kelimesi ; "Vakit bakımından ertelemek , tehir etmek" anlamına gelen "Ennes'ü" kelimesinden gelmektedir. Hayız vakti gecikerek hamile olması umulan kadına "Nesietül mer'etü" , böyle olan bir kadına "Nesuun" denilir. (Elmüfredat)
İnsan cinsinin dişi olanına Arapça da onun hayız görmeye başlamış olması ve bazen hayzının gecikerek hamile olması sözkonusu olması nedeniyle böyle bir ad verilmiştir. Hayız görmeyen kız çocuğuna asla "Nisa" denilmez. Kur'an genelinde bu kelimenin geçtiği Ayetlere bakıldığında kız çocuğuna delalet edebilecek bir tek Ayet yoktur.
Bu anlamı göz önüne alarak "Nisaüküm" olarak kullanılan bir kelimenin hayız görmek ile bağlantısını kurarak bu kelime ile ifade edilen insan cinsinin, kız çocuklarla alakası asla olaMAyacağının kolayca anlaşılması gerekirdi. "Talak s. 4. Ayeti hayız görme zamanına gelmiş fakat farklı sebeblerden ötürü hayız GÖRMEYEN evli kadının boşanma süreci ile ilgili hükmü beyan etmektedir" denilmekten korkulma sebebi eski tefsircilerin kemiklerinin sızlaması korkusu ise varsın onların kemikleri sızlasın , ama onların hatırı kırılmasın diye KUR'ANIN BELİRLEYİCİLİĞİ göz ardı edilmesin.
Sonuç olarak; Kız çocukların evlendirilmesi meselesini, "Arap örfünde böyle bir durum söz konusu idi" denilerek tarihsel bağlam şeklinde okumak, Fıtrat Ayetleri ile Kitap Ayetlerinin birbiri ile çeliştiğini iddia etmek anlamına gelmektedir. Talak s. 4. Ayeti kesinlikle , hayız görme çağına gelmediği halde evlendirilerek onunla cinsel ilişki kurulduktan sonra boşanma aşamasına gelen bir çocuğun bekleme süresini anlatmaz. Talak s. 4. Ayeti , NİSA kelimesinin anlamına uygun olarak hayız görme durumunda olan kadınların evlenmesinden sonra herhangi bir sebeble hayız görmedikleri halde boşanma süreçlerindeki bekleme sürelerini anlatır. Eski tefsirleri veya rivayetleri kutsayarak Kur'anı okuma durumunda olanların düştükleri bu durumu görerek bu tür düşüncelerini yeniden gözden geçirmelerini tavsiye ediyoruz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kur'an Ayetlerinin öncelikle , "Tarihsel Bağlam" dediğimiz nuzül zaman ve mekan şartlarının göz önüne alınarak okunması şeklindeki düşüncenin doğru ve gerekli olduğunu elbette ki red etmiyoruz. Ancak böyle bir örfün fıtrat yasalarına uygun olup olmadığı meselesi önem arz etmektedir.
Bu yazıyı yazarken , bazılarının Kur'an hakkındaki düşüncelerini göz önüne alarak bu düşünceleri izale etmek , yani birilerine şirin görünmek veya bu düşünceyi ortaya atanları linç etmek kampanyasının bir mücahidi olmak kaygısının asla gözetilmediğini baştan söylemek istiyoruz. Ama bazılarına şirin görünmeyi eleştirenlerin aynı yanılgıya düşerek eski tefsircilere şirin görünmek gibi bir kaygıları olduğunu ve bu tür düşünceleri onların yorumlarının belirleyici olduğunu düşünerek söylediklerini düşündüğümüzü anti parantez belirtelim.
Olay ; Talak s. 4. ayetindeki "Velle i lem yahıdne" ( adet görmeyenler) ibaresinden henüz adet görmeyen küçük kızların evlenebileceğinin bu Ayet ile teyid edildiği düşüncesidir.
Bu düşünceyi savunma adına getirilen argümanlardan bir tanesi de, bu tür evliliklerin Arap örfünde olduğu , Kur'anın tarihsel bağlam okuması gereği bu örfü Kur'anın kabul ettiği ve bu örfe uygun olarak çocukların boşanması ile hükümlerin vaz edildiğidir.
Böyle bir örfün olduğunu , eski tefsirlerden ve rivayetlerden getirilen deliller ile ortaya koyma çalışmalarını doğru bulmadığımızı , bu tefsirlerdeki görüşlerin neticede kişisel yorumlar olduğu ve bunları kutsamak gibi bir vazife içinde olmamamız gerektiğini hatırlatmak isteriz.
Kur'an elbette, nuzül öncesi Arap örfü olarak uygulanan bir takım kuralları red etmemiştir ve bazı hükümleri " Örfe uygun olması" şartına bağlayarak süre gelen yaşantıyı red etmeden aynen devamını sağlamıştır. Tabi ki bu örfün Kur'an Ayetleri ile çelişki arz etmemesi gibi bir mecburiyet sözkonusur.
Burada esas sıkıntılı nokta ,ortadaki Kur'an ayetini rivayetler ve eski tefsirlerde yer alan bilgiler doğrultusunda anlamaya kalkmaktır. Yani rivayet ve tefsirlerdeki bilgileri Kur'ana onaylatma ameliyesidir , bu tür bir ameliyenin yol açtığı sorunlar gündeme geldiğinde verilen , " Ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" cevabı olayın vehametinin nasıl bir boyutta olduğunun göstergesidir.
Öncelikle Talak s. 4. ayetindeki , hayız görmeyenlerin ve hayızdan kesilmiş olanların 3 ay iddet beklemelerinin amacı onların hamile olup olmadıklarının belli olması ve neslin emniyeti açısındandır. Hayız görmeyenlerden kasıt kız çocukları ise , Arap örfünü kutsamak adına, "Hayız görme çağına gelmeyen kız çocuklarının evlendirilip onlarla cinsel ilişki kurulmasına izin verilmiştir , boşanma aşamasına geldikleri zaman hamile olup olmadıklarının belli olması için 3 ay beklemelerini Kur'an emretmiştir" denilirse bu düşüncenin kabul edilmesi imkansızdır.
Arap örfünde hayız görmeye BAŞLAMIŞ bir kızın ileri yaşlarda olan birisi ile evlendirilmesi, örfi bir durum olabilir. Q günkü sosyo ekonomik şartlar muvacehesinde böyle uygulamaların olmuş olmasını kabul edebiliriz .Yani bu gün yaşadığımız zaman ve mekan şartlarını göz önüne alarak 1500 yıl öncesini yargılamanın yanlış olduğunu elbette biliyoruz. Ancak fıtrat yasalarına aykırı bir durum olan, hayız görmeye başlamayan bir kız çocuğuyla evlenip onunla cinsel ilişki kurulmasını ,Arap örfünde bu vardı diyerek kabul etmenin, yanlışın ötesinde bir durum olduğunu da ifade etmek isteriz.
Bir konuda Kur'anın belirleyiciliği mi yoksa rivayetlerin veya eski tefsircilerin belirleyiciliği mi öncellerimiz olmalıdır ?. Bunun cevabı "Rivayetler veya eski tefsirciler olmalıdır" denilirse bu düşüncede olanların yolu açık olsun ancak , eğer "Kur'an olmalıdır" denilirse Kur'an bize bu konuda şu bilgileri verir.
Talak s. 4. ayetindeki boşanma hükümlerinin vaz edildiği Ayette "Nisaüküm ( kadınlarınız) ibaresi bu konudaki düşüncemizi belirlemesi gereken ahahtar bir kelimedir.
Nisa kelimesi ; "Vakit bakımından ertelemek , tehir etmek" anlamına gelen "Ennes'ü" kelimesinden gelmektedir. Hayız vakti gecikerek hamile olması umulan kadına "Nesietül mer'etü" , böyle olan bir kadına "Nesuun" denilir. (Elmüfredat)
İnsan cinsinin dişi olanına Arapça da onun hayız görmeye başlamış olması ve bazen hayzının gecikerek hamile olması sözkonusu olması nedeniyle böyle bir ad verilmiştir. Hayız görmeyen kız çocuğuna asla "Nisa" denilmez. Kur'an genelinde bu kelimenin geçtiği Ayetlere bakıldığında kız çocuğuna delalet edebilecek bir tek Ayet yoktur.
Bu anlamı göz önüne alarak "Nisaüküm" olarak kullanılan bir kelimenin hayız görmek ile bağlantısını kurarak bu kelime ile ifade edilen insan cinsinin, kız çocuklarla alakası asla olaMAyacağının kolayca anlaşılması gerekirdi. "Talak s. 4. Ayeti hayız görme zamanına gelmiş fakat farklı sebeblerden ötürü hayız GÖRMEYEN evli kadının boşanma süreci ile ilgili hükmü beyan etmektedir" denilmekten korkulma sebebi eski tefsircilerin kemiklerinin sızlaması korkusu ise varsın onların kemikleri sızlasın , ama onların hatırı kırılmasın diye KUR'ANIN BELİRLEYİCİLİĞİ göz ardı edilmesin.
Sonuç olarak; Kız çocukların evlendirilmesi meselesini, "Arap örfünde böyle bir durum söz konusu idi" denilerek tarihsel bağlam şeklinde okumak, Fıtrat Ayetleri ile Kitap Ayetlerinin birbiri ile çeliştiğini iddia etmek anlamına gelmektedir. Talak s. 4. Ayeti kesinlikle , hayız görme çağına gelmediği halde evlendirilerek onunla cinsel ilişki kurulduktan sonra boşanma aşamasına gelen bir çocuğun bekleme süresini anlatmaz. Talak s. 4. Ayeti , NİSA kelimesinin anlamına uygun olarak hayız görme durumunda olan kadınların evlenmesinden sonra herhangi bir sebeble hayız görmedikleri halde boşanma süreçlerindeki bekleme sürelerini anlatır. Eski tefsirleri veya rivayetleri kutsayarak Kur'anı okuma durumunda olanların düştükleri bu durumu görerek bu tür düşüncelerini yeniden gözden geçirmelerini tavsiye ediyoruz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)