devamlılığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
devamlılığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2014 Perşembe

Ahzab s. 40. Ayeti ve Resullerin Devamlılığı

Allah cc alemlere hidayet kaynağı olarak indirdiği kitabında ahzab s. 40. ayetinde bizlere şöyle buyurmaktadır. 
 Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
  Muhammed sizin ricalınızdan hiç birinin babası değil, ve lâkin Allahın Resulü ve nebilerin hatemidir, Allah, her şeye alîm bulunuyor.

Bu ayetin mesajını doğru anlamak için bu surede geçen diğer ayetlerin yardımı gerekmektedir.

[033.004]  Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir.
[033.005]  Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah, bağışlar ve merhamet eder.
[033.037]  Bir de hatırla o vakti ki, o kendisine hem Allah'ın nimet verdiği, hem de senin iyilik ettiğin kimseye: «Zevceni kendine sıkı tut ve Allah'tan kork!» diyordun da Allah'ın açığa çıkaracağı şeyi içinde gizliyor ve insanları sayıyordun. Oysa Allah, kendisini saymana daha layıktı. Sonra Zeyd o kadınla ilişiğini kestiğinde Biz onu seninle evlendirdik ki, evlatlıklarının ilişkilerini kestikleri eşlerini nikahlama hususunda müminlere bir darlık olmasın. Allah'ın emri fiile (pratiğe) çıkarılmış bulunuyor.
033.038] Allah'ın, kendisine helâl kıldığı şeyde Peygamber'e herhangi bir vebâl yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah'ın âdeti böyle idi. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek, takdir edilmiş bir kaderdir.

Meallerini verdiğimiz ayetlerden görüleceği üzere evlatlık müessesine düzenleme getirilmekte olup, evlatlık edinilmiş olan bir kişinin evlat edinen kimse ile herhangi bir kan bağı şeklinde bir akrabalığı olamayacağı ve bu durum muhammed as ın örnekliği çerçevesinde evlatlığı olan zeyd'in boşadığı karısı ile evlendirilerek tabu haline gelmiş bir düşüncenin yıkıldığına şahid olmaktayız.

Ahzab s. 40. ayetide yukardaki meallerini verdiğimiz ayetler bağlamında anlaşılması gereken ayetlerden bir olmasına rağmen, ön kabullu bir okuma neticesinde konu ile alakası olmayan bir çıkarım yapılarak resullerin devam ettiğine dair bir delil olduğu sanılmış , hatta resulluğu kendinden menkul çakma resuller ve tabileri tarafından bu ayet delil olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Peki nerede yanlış yapılıyorda bu ayet "ben resulum " diyen birinin delil ayeti olabiliyor?.

Bilindiği üzere, Allah cc yeryüzünde yaşayan kullarına yaşadıkları hayat içinde tabi olmaları gereken kuralları, o kullar içinden seçmiş olduklarına melek bir resul ile vahyederek bildirmekte ve bu insanlara "nebi ve resul" denilmektedir.  

Geleneksel islam algısında, "nebi" kavramı kendisine kitap verilmeyen, "resul " kavramı kendisine kitap verilen kişi anlamında kullanılmakta olup bu durum "her resul nebidir her nebi resul değildir"şeklinde sloganize edilmektedir. Böyle bir ayrım "vahy" kavramının anlamı ile ilgili olarak farklı yorumların neticesinde ortaya çıkmıştır. Bilindiği üzere musa'nın annesine,meryeme veya vahyetme gibi ayetler vahiy kavramının sözlük veya ıstılah anlamı şeklindeki kullanımlarının göz ardı edilmesi neticesinde musanın annesi veya meryeme nebilik vasfı yakıştırılmaya çalışılmıştır.  

Nebi ve resul kavramları eğer, Allah cc nin yeryüzünde yaşayan kullarına uymaları gereken kuralları melek resul vasıtası ile bildirdiği insanlar çerçevesinde anlaşılmaya kalkılsaydı bu tür anlaşmazlıklar ve hatalı anlayışların ortaya çıkması mümkün olmazdı. Nebi ve resul kelimelerini bu insanların Allah cc nin bir haber almaları ve bu haberi muhataplarına iletmeleri anlamında kullandığımız takdirde problemlerin ortadan kalkacağını söyleyebiliriz.  

[002.213]  İnsanlar bir tek ümmetti. Allah nebileri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak Kitaplar indirdi. Ancak Kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah dilediğini doğru yola eriştirir.
[003.081] Allah nebilerden şöyle söz almıştı: «Andolsun ki size kitab ve hikmet verdim, sonra yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir resul geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?» demişti. Onlar: «Kabul ettik» dediler. (Allah da) dedi ki: «Öyleyse şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım».

Yukarıda örnek olarak olarak verdiğimiz bakara s.213 ve ali imran s.81. ayetlerine göre nebilere kitap verilmesinden bahsetmekte olup geleneksel anlayıştaki "kendisine kitap verilmeyen" şeklinde bir tarifin yanlışlığı ortaya çıkmaktadır. Yanlış anlaşılan bir anlamda kitap kelimesi ile ilgilidir, bu kelimeyi kitap kelimesinin iki kapak arasında yazılmış bir materyal şeklindeki anlmından yola çıkarak anlamaya kalktığımızda ortaya yine yanlış anlamalar çıkmaktadır.  

"Ketebe" kelimesi ; iki şeyi dikerek birbirine eklemek anlamda olup, harfleri yazarak veya söyleyerek birbibine eklemek anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu anlamdan hareketle "kitap" kelimesi hem yazarak hem söyleyerek harfleri birbirine eklemek anlamına gelir.  

Kitap kelimesinin anlamını doğru olarak ortaya koyduktan sonra, Allah cc nin adem as dan muhammed as a kadar seçmiş olduğu insanlara vahyetmesi o elçilerin bu vahyi muhatplarına okumaları onlara verilmiş olan kitaptır ve bu kitabın illaki yazıya dökülmüş olması gerekmez. Musa,isa,davud ve muhammed as a verilen kitaplar iki kapak arasına alınmış ama diğer elçilere verilen kitaplar iki kapak arasına alınmamıştır, işte bu yüzden bizler bu isimlere kitab verildiğini zannedip diğerlerine verilmediğini zannetmekteyiz.  

Nebilik vasfı ,Allah cc nin seçmiş olduğu beşere elçisi vasıtası ile haberini bildirmesi, resulluk vasfı ise bu haberi alan kişinin muhataplarına aktarma görevidir. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler kavimlerine "BEN SİZİN RESULUNUZUM"  dediği zaman resulluğunu yaptığı vahyi önce Allah cc den alması yani NEBİ olmasını gerektir. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler bu şekilde kavimlerine gelip resul olarak aktardıkları vahyi nebi olarak Allah cc den almışlerdır.  

Durumu , "her nebi resul her resul nebidir" şeklinde sloganize edip akılda kalmasını kolaylaştırabilirz. "Ben sizin resulunuzum" diye kavimlerine gelen hiç bir şahıs Allah cc den vahiy almadan gelmemiştir. Çünkü önce nebi olma vasfı ile önce o vahyi alacak, sonra resul olma vasfı ile kavimlerine aktaracaklardır, kısacası NEBİ OLMADAN RESUL OLUNMAZ.  
Nebilik ve resulluk birbiri içine girmiş iki kavram olup birbirini tamamlayan unsurlandır,bri olmadan ötekisini olması mümkün değildir.  

Hal böyle iken muhammed as dan sonra günümüze kadar "ben resulum" şeklinde çıkan adamların durumu nedir? sorusu gündeme gelecektir.  

Nebi ve resul kavramlarını kur'an ayetleri çerçevesinde değerlendirdiğimizde ortaya çıkan sonuç; Bu kavramların içiçe olduğu, birbirini tamamlayan kavramlar olduğu gözönüne alınacak olursa dün bugün ve yarın karşımıza "ben sizin resulunuzum" diyen birine soracağımız ilk ve tek soru "  KİTABIN NEREDE?" şeklinde olacaktır. Çünkü resul Allah cc den aldığı vahyi aktaran kişidir ve bize aktardığı sözler onun Allah cc den aldığı vahyle olmalıdır. "Ben kur'anın resuluyum" sözü havada kalan bir söz olup bütün elçilerin kendinden önceki elçileri tasdik etmesinin yanısıra kavimlerine Allah cc nin vahyi ile geldiklerini aklımızdan çıkarmamalıyız.   

Ayrıca, araf s. 87-hud s.57-ahkaf s. 23- ayetlerinde geçen "ursiltu bihi" (onunla gönderildiğiniz şeye) ve ibrahim s.9- sebe s. 34-fussilet s. 14- zuhruf s.23. ayetlerinde "ursiltum bihi" leklinde geçen ayetlerden resullerin yanlarında olan bir şeyin yani vahyin inkar edildiğini görmekteyiz va kavimlerinin inkarcıları onlara " BİZ SİZİNLE BİRLİKTE GÖNDERİLENE İNANMIYORUZ" demeleri o elçilerin ellerini kollarını sallayarak kavimlerine gelmedikleri ve yanlarında "BEYYİNE" leri ile geldiklerinin delili olup inkar edilen şey o beyyinedir. Şimdi "ben resulum " diyen birine "hani beyyinen?" diye sorsak cevabı " işte bu" diyeceği birşey gösteremez ve bu onun yalancı ve iftiracı olduğunun bir göstergesidir.


"Ben resulum" diye ortaya çıkan birisi bize şayet Allah cc den almış olduğu vahyi tebliğ edemezse biz onun ancak resulluğu kendinden menkul bir yalancı ve iftiracı olduğuna hükmederiz. Ahzab s. 40. ayetinde belirtilen " Allah'ın resulu nebilerin sonuncusu" tabirinden resulluk makamının devam ettiği muhammed as dan resullerin geleceği hatta kur'ana iman eden ve onu tebliğ eden herkesin bir resul olabileceği yönündeki iddialar kur'andaki bu kelimeleri bağlamından kopararak okumanın bir ürünüdür. Allah cc nin bizlere verdiği "müslüman" ismi bizim onun vahyini tebliğ etme görevimiz için yeterli olup ilave payeler aramamıza gerek yoktur.  

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.