resullerin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
resullerin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2014 Perşembe

Ahzab s. 40. Ayeti ve Resullerin Devamlılığı

Allah cc alemlere hidayet kaynağı olarak indirdiği kitabında ahzab s. 40. ayetinde bizlere şöyle buyurmaktadır. 
 Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
  Muhammed sizin ricalınızdan hiç birinin babası değil, ve lâkin Allahın Resulü ve nebilerin hatemidir, Allah, her şeye alîm bulunuyor.

Bu ayetin mesajını doğru anlamak için bu surede geçen diğer ayetlerin yardımı gerekmektedir.

[033.004]  Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir.
[033.005]  Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah, bağışlar ve merhamet eder.
[033.037]  Bir de hatırla o vakti ki, o kendisine hem Allah'ın nimet verdiği, hem de senin iyilik ettiğin kimseye: «Zevceni kendine sıkı tut ve Allah'tan kork!» diyordun da Allah'ın açığa çıkaracağı şeyi içinde gizliyor ve insanları sayıyordun. Oysa Allah, kendisini saymana daha layıktı. Sonra Zeyd o kadınla ilişiğini kestiğinde Biz onu seninle evlendirdik ki, evlatlıklarının ilişkilerini kestikleri eşlerini nikahlama hususunda müminlere bir darlık olmasın. Allah'ın emri fiile (pratiğe) çıkarılmış bulunuyor.
033.038] Allah'ın, kendisine helâl kıldığı şeyde Peygamber'e herhangi bir vebâl yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah'ın âdeti böyle idi. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek, takdir edilmiş bir kaderdir.

Meallerini verdiğimiz ayetlerden görüleceği üzere evlatlık müessesine düzenleme getirilmekte olup, evlatlık edinilmiş olan bir kişinin evlat edinen kimse ile herhangi bir kan bağı şeklinde bir akrabalığı olamayacağı ve bu durum muhammed as ın örnekliği çerçevesinde evlatlığı olan zeyd'in boşadığı karısı ile evlendirilerek tabu haline gelmiş bir düşüncenin yıkıldığına şahid olmaktayız.

Ahzab s. 40. ayetide yukardaki meallerini verdiğimiz ayetler bağlamında anlaşılması gereken ayetlerden bir olmasına rağmen, ön kabullu bir okuma neticesinde konu ile alakası olmayan bir çıkarım yapılarak resullerin devam ettiğine dair bir delil olduğu sanılmış , hatta resulluğu kendinden menkul çakma resuller ve tabileri tarafından bu ayet delil olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Peki nerede yanlış yapılıyorda bu ayet "ben resulum " diyen birinin delil ayeti olabiliyor?.

Bilindiği üzere, Allah cc yeryüzünde yaşayan kullarına yaşadıkları hayat içinde tabi olmaları gereken kuralları, o kullar içinden seçmiş olduklarına melek bir resul ile vahyederek bildirmekte ve bu insanlara "nebi ve resul" denilmektedir.  

Geleneksel islam algısında, "nebi" kavramı kendisine kitap verilmeyen, "resul " kavramı kendisine kitap verilen kişi anlamında kullanılmakta olup bu durum "her resul nebidir her nebi resul değildir"şeklinde sloganize edilmektedir. Böyle bir ayrım "vahy" kavramının anlamı ile ilgili olarak farklı yorumların neticesinde ortaya çıkmıştır. Bilindiği üzere musa'nın annesine,meryeme veya vahyetme gibi ayetler vahiy kavramının sözlük veya ıstılah anlamı şeklindeki kullanımlarının göz ardı edilmesi neticesinde musanın annesi veya meryeme nebilik vasfı yakıştırılmaya çalışılmıştır.  

Nebi ve resul kavramları eğer, Allah cc nin yeryüzünde yaşayan kullarına uymaları gereken kuralları melek resul vasıtası ile bildirdiği insanlar çerçevesinde anlaşılmaya kalkılsaydı bu tür anlaşmazlıklar ve hatalı anlayışların ortaya çıkması mümkün olmazdı. Nebi ve resul kelimelerini bu insanların Allah cc nin bir haber almaları ve bu haberi muhataplarına iletmeleri anlamında kullandığımız takdirde problemlerin ortadan kalkacağını söyleyebiliriz.  

[002.213]  İnsanlar bir tek ümmetti. Allah nebileri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak Kitaplar indirdi. Ancak Kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah dilediğini doğru yola eriştirir.
[003.081] Allah nebilerden şöyle söz almıştı: «Andolsun ki size kitab ve hikmet verdim, sonra yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir resul geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?» demişti. Onlar: «Kabul ettik» dediler. (Allah da) dedi ki: «Öyleyse şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım».

Yukarıda örnek olarak olarak verdiğimiz bakara s.213 ve ali imran s.81. ayetlerine göre nebilere kitap verilmesinden bahsetmekte olup geleneksel anlayıştaki "kendisine kitap verilmeyen" şeklinde bir tarifin yanlışlığı ortaya çıkmaktadır. Yanlış anlaşılan bir anlamda kitap kelimesi ile ilgilidir, bu kelimeyi kitap kelimesinin iki kapak arasında yazılmış bir materyal şeklindeki anlmından yola çıkarak anlamaya kalktığımızda ortaya yine yanlış anlamalar çıkmaktadır.  

"Ketebe" kelimesi ; iki şeyi dikerek birbirine eklemek anlamda olup, harfleri yazarak veya söyleyerek birbibine eklemek anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu anlamdan hareketle "kitap" kelimesi hem yazarak hem söyleyerek harfleri birbirine eklemek anlamına gelir.  

Kitap kelimesinin anlamını doğru olarak ortaya koyduktan sonra, Allah cc nin adem as dan muhammed as a kadar seçmiş olduğu insanlara vahyetmesi o elçilerin bu vahyi muhatplarına okumaları onlara verilmiş olan kitaptır ve bu kitabın illaki yazıya dökülmüş olması gerekmez. Musa,isa,davud ve muhammed as a verilen kitaplar iki kapak arasına alınmış ama diğer elçilere verilen kitaplar iki kapak arasına alınmamıştır, işte bu yüzden bizler bu isimlere kitab verildiğini zannedip diğerlerine verilmediğini zannetmekteyiz.  

Nebilik vasfı ,Allah cc nin seçmiş olduğu beşere elçisi vasıtası ile haberini bildirmesi, resulluk vasfı ise bu haberi alan kişinin muhataplarına aktarma görevidir. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler kavimlerine "BEN SİZİN RESULUNUZUM"  dediği zaman resulluğunu yaptığı vahyi önce Allah cc den alması yani NEBİ olmasını gerektir. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler bu şekilde kavimlerine gelip resul olarak aktardıkları vahyi nebi olarak Allah cc den almışlerdır.  

Durumu , "her nebi resul her resul nebidir" şeklinde sloganize edip akılda kalmasını kolaylaştırabilirz. "Ben sizin resulunuzum" diye kavimlerine gelen hiç bir şahıs Allah cc den vahiy almadan gelmemiştir. Çünkü önce nebi olma vasfı ile önce o vahyi alacak, sonra resul olma vasfı ile kavimlerine aktaracaklardır, kısacası NEBİ OLMADAN RESUL OLUNMAZ.  
Nebilik ve resulluk birbiri içine girmiş iki kavram olup birbirini tamamlayan unsurlandır,bri olmadan ötekisini olması mümkün değildir.  

Hal böyle iken muhammed as dan sonra günümüze kadar "ben resulum" şeklinde çıkan adamların durumu nedir? sorusu gündeme gelecektir.  

Nebi ve resul kavramlarını kur'an ayetleri çerçevesinde değerlendirdiğimizde ortaya çıkan sonuç; Bu kavramların içiçe olduğu, birbirini tamamlayan kavramlar olduğu gözönüne alınacak olursa dün bugün ve yarın karşımıza "ben sizin resulunuzum" diyen birine soracağımız ilk ve tek soru "  KİTABIN NEREDE?" şeklinde olacaktır. Çünkü resul Allah cc den aldığı vahyi aktaran kişidir ve bize aktardığı sözler onun Allah cc den aldığı vahyle olmalıdır. "Ben kur'anın resuluyum" sözü havada kalan bir söz olup bütün elçilerin kendinden önceki elçileri tasdik etmesinin yanısıra kavimlerine Allah cc nin vahyi ile geldiklerini aklımızdan çıkarmamalıyız.   

Ayrıca, araf s. 87-hud s.57-ahkaf s. 23- ayetlerinde geçen "ursiltu bihi" (onunla gönderildiğiniz şeye) ve ibrahim s.9- sebe s. 34-fussilet s. 14- zuhruf s.23. ayetlerinde "ursiltum bihi" leklinde geçen ayetlerden resullerin yanlarında olan bir şeyin yani vahyin inkar edildiğini görmekteyiz va kavimlerinin inkarcıları onlara " BİZ SİZİNLE BİRLİKTE GÖNDERİLENE İNANMIYORUZ" demeleri o elçilerin ellerini kollarını sallayarak kavimlerine gelmedikleri ve yanlarında "BEYYİNE" leri ile geldiklerinin delili olup inkar edilen şey o beyyinedir. Şimdi "ben resulum " diyen birine "hani beyyinen?" diye sorsak cevabı " işte bu" diyeceği birşey gösteremez ve bu onun yalancı ve iftiracı olduğunun bir göstergesidir.


"Ben resulum" diye ortaya çıkan birisi bize şayet Allah cc den almış olduğu vahyi tebliğ edemezse biz onun ancak resulluğu kendinden menkul bir yalancı ve iftiracı olduğuna hükmederiz. Ahzab s. 40. ayetinde belirtilen " Allah'ın resulu nebilerin sonuncusu" tabirinden resulluk makamının devam ettiği muhammed as dan resullerin geleceği hatta kur'ana iman eden ve onu tebliğ eden herkesin bir resul olabileceği yönündeki iddialar kur'andaki bu kelimeleri bağlamından kopararak okumanın bir ürünüdür. Allah cc nin bizlere verdiği "müslüman" ismi bizim onun vahyini tebliğ etme görevimiz için yeterli olup ilave payeler aramamıza gerek yoktur.  

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

3 Nisan 2012 Salı

Resullerin Vazifesi " Tebliğ" ve " Ta'lim"

Allah cc kendisine ibadet amacı ile yaratmış olduğu kullarına yine o kulları içinden seçmiş olduğu elçileri vasıtası ile onlara ibadet yollarını "tebliğ" ve "ta'lim" ettirerek onların dünya ve ahiret hayatlarını garanti altına almalarını sağlamıştır. "Kur'an merkezli islam" söylemi çerçevesinde gelişmeye başlayan kur'an dönüş hareketinin resullerin vazifesi noktasında geleneğin yanlışlarının üzerine bina ettikleri düşüncelerden biriside resullerin "ta'lim" vazifesini göz ardı etmek istemeleridir. Yanlış olan bir düşünceye karşı başlatılan karşı düşünce hareketleri ,yanlış düşünceye karşı başlatılan  o yanlışlara düşme tehlikesinide beraberinde getirir. Bu yanlışa düşme tehlikesi geleneksel anlayış doğrultusunda geliştirilmiş olan son resul muhammed sav in neredeyse Allah cc nin yanına yardımcı ilah pozisyonuna sokan ifrati düşünceye karşı olarak bunun karşı bir yanlış versiyonu olarak onu hepten hayatın dışına atmak suretiyle kur'an ile onun bağını koparma hareketidir. Resullerin görevini kur'an doğrultusunda ifrat ve tefrit anlayışlardan  ve özellikle ön kabullerden sıyrılarak anlamak durumundayız. Bu anlayış metodu ile okumaya çalıştığımız kur'an ayetleri resullerin ne amaçla gönderildiği noktasında bize gerekli bilgiler vermektedir.  


Allah cc ilk insan adem as ve eşini yarattıktan sonra onlara bir takım emirler vermiş ancak şeytan ademi ayartarak onun bu emre isyan etmesini sağlamış ve neticede onların bulundukları yerden indirilmelerini sağlamıştır. Bu  olay neticesinde Allah cc adem ile eşine şunları buyurmuştur.
-----2.038 «İnin oradan hepiniz, tarafımdan size bir yol gösteren gelecektir; Benim yoluma uyanlar için artık korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir» dedik.
-----7.035 Ey Adem oğulları! Size aranızdan ayetlerimizi okuyan resuller geldiğinde, onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınan ve gidişini düzeltenlere, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
-----20.123 Onlara şöyle dedi: «Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Elbet size Benden bir yol gösteren gelir; Benim yoluma uyan ne sapar ve ne de bedbaht olur.»
Bakara ,araf ve taha surelerinde adem kıssası içinde olan bu ayetler , insanı yaratan Allah cc nin kendi yolunu tebliğ için yine o insanlar içinden resuller göndereceği, bu resullere uymak ve uymamak neticesinde insanların karşılık görecekleri bildirilmiştir. İnsanlığın ilk resulu olan adem as dan sonra Allah cc sayısını kendisinin bildiği resuller göndererek kullarına olan emir ve nehiylerini onların elçiliği ile bildirmiş ve bazı resullerin kavimleri ile olan mücadeleleri kur'an muhataplarına örnek olması için kıssa şeklinde anlatılmıştır.

-----2.213 İnsanlar bir tek ümmetti. Allah nebileri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak Kitaplar indirdi. Ancak Kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah dilediğini doğru yola eriştirir.
-----10.019 İnsanlar bir tek ümmettiler, sonra ayrılığa düştüler; şayet Rabbinden, daha önce bir takdir geçmemiş olsaydı, aralarında ihtilafa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu.
Bakara s. 213 ve yunus s. 19. ayetlerinin beyanından anlaşıldığı üzere sapkınlık ve dalalette tek bir topluluk haline gelen insanlara Allah cc "müjdeleyici" ve "korkutucu" olarak vasıflandırdığı elçilerini göndermiş, gönderilen bu elçilere karşı çıkanlar herhangi haklı bir gerekçe olmaksızın karşı çıkmışlardır. Mü'minun suresinde nuh as ın kıssasını takip eden ayetlerde, Allah cc nin resul göndermekteki sünneti ve müşriklerin bu resullere takındıkları tavır 31-44 . ayetler arasında çok açık bir biçimde anlatılır. 
 31 - Sonra onların ardından bir başka nesil getirdik.
32 - Bunun üzerine, onlar arasından kendilerine, "Allah'a kulluk edin; çünkü sizin O'ndan başka bir tanrınız yoktur. Hâlâ Allah'tan korkmaz mısınız? (mesajını ileten) bir resul gönderdik.
33 - Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı yalanlayan ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz kodaman güruh dedi ki: "Bu dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer."
34 - "Gerçekten, tıpkı kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz herhalde ziyan edersiniz."
35 - "Size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (tekrar) meydana çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?"
36 - "Heyhât o size vaad edilen şey ne kadar uzak!"
37 - "Dünya hayatından başka gerçek yoktur. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; bir daha diriltilecek değiliz."
38 - "Bu adam, sadece Allah hakkında yalan uyduran bir kimsedir; biz ona inanmıyoruz."
39 - O Peygamber: "Rabbim, dedi, beni yalanlamalarına karşı bana yardımcı ol!"
40 - Allah şöyle buyurdu: "Pek yakında onlar pişman olacaklar!"
41 - Nitekim, Hak tarafından korkuç bir ses yakalayıverdi onları! Kendilerini hemen çepeçevre kuşattık. Zalimler topluluğunun canı cehenneme!
42 - Sonra onların ardından bir başka nesil getirdik.
43 - Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir.
44 - Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından (yokluğa) yuvarladık ve onları efsâne yaptık. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme! 


Resullerini "beşir" ve " nezir" olarak gönderen rabbimiz o resullere gönderdiği vahiyde kullarına "ta'lim" yani öğretme yoluyla başka emirler de vermiştir.  
-----002.127-129 İbrahim ve İsmail, Kabenin temellerini yükseltiyordu: «Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir hem bilirsin»Rabbimiz! İkimizi Sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da Sana teslim olanlardan bir ümmet yetiştir. Bize ibadet yollarımızı göster, tevbemizi kabul buyur, çünkü tevbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak Sensin».«Rabbimiz! İçlerinden onlara Senin ayetlerini okuyan, Kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arıtan bir resul gönder. Doğrusu güçlü ve Hakim olan ancak Sensin».
Bu ayetlerde ibrahim sav in bir duası ve bu duada " ibadet yollarının gösterilmesi" ve "kitabı ve hikmeti öğreten" bir resul göndermesi istenmektedir. ayetlerin tamamını okuduğumuz zaman "senin ayetlerini okuyan" duasından sonra o ayetlerdeki hikmeti öğreten bir resul istenmesi dikkat çekicidir.   
----- 2.151 Nitekim Biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir resul gönderdik.
-----3.164 And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitap ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler.
-----62.2-3 Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler. Onlardan başkalarına da. Ki henüz onlara katılmamışlardır. Ve O; Aziz' dir, Hakim'dir.
İbrahim sav in bu duasının karşılığını bakara s 151, al-i imran s.164 ve cuma suresi 2-3. ayetlerde görmekteyiz. Kendisine kur'anın indirildiği muhammed sav Allah cc nin ayetlerini okumak kitap ve hikmeti öğretmek için gönderilmiştir. Özellikle cuma s. 3. ayeti çok çarpıcı bir ayettir, gönderilen elçinin sadece kendi zamanı içinde yaşayanlara değil sonradan gelenlerede gönderildiği beyan edilmektedir.   
  
CUMA S. 3. AYETİ VE SONRADAN GELENLEREDE GÖNDERİLEN ELÇİ 


Cuma s. 3. ayeti üzerinde daha çok durulması gereken bir ayettir. 2. ayette "ümmiler" olarak adlandırılan mekke toplumuna gönderildiği beyan edilen muhammed sav in 3. ayette mekke toplumu dışında kalan ve henüz kendilerine katılmamış olan diğerlerinede gönderildiği beyan edilmektedir, bu demektirki muhammmed sav in risaleti ölmesi ie bitmemiş ve kur'an baki kaldığı sürece devam edecektir. Yüzlerce yıldır müslümanlar arası ihtilafların en baştaki sebebini oluşturan resul anlayışları bugünde karşımızda problem olarak durmaktadır , tabiki problem resulun kendisinden kaynaklanmamaktadır, problem onun kur'an nezdindeki yerini belirlemededir. Günümüze geldiğimiz zaman bu problem varlığını bütün hızıyla sürdürmektedir. "Kur'an merkezli islam" söylemi altında dile getirilmeye çalışılan resul anlayışında o gün yaşamış olan bir resulun bu gün için bize vereceği vereceği bir şeyinin olmadığı dolayısı ile onun adına gelen sözlü ve eylemsel bütün malzemenin atılması gerektiği öne sürülmektedir. Bu düşünde başta söylediğimiz gibi onayını kur'andan alan bir düşünce değil, aksine gelenekteki yanlış resul anlayışına karşı geliştirilmiş bir uç anlayıştır. Bugün  resul sav adına belkide sahih malzemeden çok uydurma malzeme ortalıkta gezmekte olmasına rağmen bütünü ile atmak geleneğin yanlışlarından daha yanlış bir uygulamadır. Sözlü malzeme dediğimiz hadisler bir tarafa eylemsel malzeme dediğimiz ve " resul sünneti" olarak bize kadar ulaşan ve özellikle salat yani namaz ibadeti için geçerli olan vakitler, rekatları ve şeklinin kur'andan onay almış uygulamaları muhammed sav in uygulaması olarak bize kadar geldiğini kabul etmemek ve " bunları ben belirlerim" şeklinde ben merkezli bir uygulama kişiyi ve müslüman topluluğu yanlışlar yumağına sokar.  


                  "BEN"  MERKEZLİ  BİR NAMAZ  MÜMKÜNMÜ ?

"Namaz" ibadeti Allah cc nin bizlere kur'anda eda etmemizi emrettiği şekilsel ibadetlerden biridir. Bu ibadetin içinde "kıyam", "ruku" ve "secde" gibi sembolik hareketler olup günün belli vakitlerinde ve rekat dediğimiz belli sayılar içinde ve belli bir yöne doğru eda edilir. Gelenekteki namaz ibadeti mezheplerin ve ilmihal kitaplarının içine hapsedilmiş kur'ani amacı olan "tevhid bildirgesi" olmasından uzaklaştırılmıştır. Geleneğin  sadece şekillerin düzgünlüğü üzerine hapsedilmiş namaza karşı alternatif olarak " kur'ani namaz" adı altında vakitler, rekatler ve kıble tartışmaya açılarak bunların ne kadar kur'ani olduğu konuşulmaya başlanmıştır. Resullerin görevlerinden birisininde "ta'lim" olduğunu ilgili ayetler ışığında bilmekteyiz. Muhammed sav in ümmetine "ta'lim" yani öğrettiği şeylerden biri ve en önemlisi hiç şüphesiz namazdır ve bu ibadet bizlere " ortak hafıza" dediğimiz tevatür yolu ile ulaşmıştır. Mezheplerin ihtilafları olan teferruat olan konular bir tarafa vakit, rekat, şekil ve kıble meselesi üzerinde ihtilaf etmek mümkün değildir.


" Sadece kur'an" demek kur'an harici gelen bilgilerin tümünü atmak değil aksine sadece kur'an ile bu bilgilerin sağlamasını yapmaktır. Namaz ibadetinin sağlamasını " sadece kur'an" ile yaptığını iddia edenler aynı kur'anı okumasına rağmen bu sağlama üzerinde maalesef birliktelik oluşturamamışlar ve ortaya kimisinin "şirk" bir ibadet olarak görmeye kadar varan düşünceler ortaya atılmış yada kişiye göre özel "ben merkezli namaz" lar ortaya çıkmıştır . "Sadece kur'an" ile bir gurup vakitleri makaslamış bir gurup rekatları makaslamış bir gurup yönü makaslamış bir başka gurup abdesti ortadan kaldırmış ve ortaya hilkat garibesi bir durum ortaya çıkmıştır.


Kur'anın namaz ibadeti için dikkati çektiği nokta bu ibadetin ilmihal boyutu olmayıp onun Allah cc yi birlemenin bir göstergesi olması noktasındadır. Namaz kılan bir mü'min hal diliyle şunları haykırır, "ey rabbim ben senin ilahlığından başkasını kabul etmiyorum ve sadece sana secde ediyorum". Kur'anın namaz ibadeti içindeki şekilleri olan kıyam,ruku ve secde gibi hareketler veya "kurban" gibi ritüeller daha önceden bilinmeyen kavramlar olmayıp müşrik arap toplumunun Allah cc den başkasına hasrettiği ritüellerdendi,ku'ran bu ritüelleri şirk boyutundan çıkarıp tevhid boyutuna getirmiştir. Dolayısı ile muhammed sav bu namaz ibadeti içindeki şekillerden habersiz bir kimse değildi risalet süreci içinde tedrici olarak vakitleri kur'an ayetleri içinde bildirilmiştir. Yoksa muhammed sav vahyi ilk aldığı günden itibaren hemen abdest alıp 5 vakit namaz kılmaya başlamamıştır. Tabiki burada 5 vakit namaz emrinin pazarlıklar sonucu miraçta verildiği yolundaki rivayetlerin asılsızlığını belirtmek isteriz.  


                    KUR'ANDA  NAMAZIN REKATLARI  VARMIDIR?


Bazıları tarafından sorun haline getirilmeye çalışılan namaz rekatları konusundaki suni problem rekat adetlerinin kur'anda belirtilmemiş olmasıdır. Böyle bir problemin oluşturulmasına en büyük etken gelenekteki " sünnet" adı verilen farz öncesi ve sonrası kılınan namazların neredeyse farzlaştırılmış olmasıdır. Kur'anda 5 vakit namazın rekatleri konusunda herhangi bir emir yoktur, ancak olağanüstü hallerde namazın kısaltılması konusu vardır.


-----004.101-103 Yolculuk ettiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur. Zira kafirler, size apaçık düşmandırlar.Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan öbür kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silahlarını alsınlar. Kafirler, size ansızın bir baskın vermek için, silah ve eşyanızdan ayrılmış bulunmanızı dilerler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat dikkatli olun. Allah kafirlere şüphesiz ağır bir azab hazırlamıştır.Namazı kıldıktan başka, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır.

Nisa suresindeki bu ayetler bizlere öncelikle namazın hiç bir şekilde terkedilmemesi savaş halindede olsa kısaltarak dahi kılınması gerektiği mesajını vermektedir. 102. ayet savaş halinde namazın nasıl eda edileceğini bizlere anlatılmaktadır, ayetten anlaşıldığı üzere cemaat aynı anda değil nöbetleşe ve tek rekat olarak namazı kılacaktır. Cemaatin bir rekat kılması demek emniyet halinde kılınması gereken namaz rekatlarının 2 olduğunu göstermez. Allah cc bizlere namaz ibadetinin vakitleri belirli bir namaz olduğu her halukarda bu   namazın kısaltarakta olsa eda edilmesi gerektiği hatırlatılır. Bugün farz olarak bilinen sabah 2, öğle 4 , ikindi 4, akşam 3 ve yatsı namazlarının 4 rekat olarak belirlenmesi kur'anda kayıtlı olmadığı açıktır ve bu rekatlerin "gayri metluv" vahiy denilen bir ucube düşünce ile kur'an harici olarak cebrail tarafından muhammed sav e talim ettirildiğini iddia etmek yanlış bir düşüncedir. Bugün eda edilen rekat sayıları muhammed sav tarafından içtihad olarak belirlenmiş bir sayı olup bizlerin , " onun belirlemesi beni bağlamaz bende kendim belirleyebilirim" şeklinde saygısızlık etmemizi kesinlikle gerektirmez.  


Namaz ibadetinin sosyal boyutlarından biriside müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği sağlamasıdır, özellikle cemaat halinde eda edilmesinin teşvik edilmesi bunun bir göstergesidir. Hal böyle iken birlik ve beraberliği bozacak nitelikte düşünceler ortaya atıp herkesin kendi belirlediği  rekat sayısı veya vakit sayısı gibi düşünceler ortaya atmak samimi bir düşünce eseri olarak görmek biraz saflık olacaktır.Resullerin " ta'lim" yani öğretme vazifelerinin gereiği olarak muhammed sav bizlere namaz ibadetinin ilmihal boyutunuda göstermiş ve bu gösterme tevatüren bizlere kadar gelmiştir bunun aksini iddia etmek "ortak hafıza" denilen kavramı red etmek anlamına gelir. "Ortak hafıza" konusu sadece din boyutu değil insanlığın teknik ve medeniyet bakımından günümüzdeki durumuna gelmesinde en önemli rolu oynamaktadır. 


Sonuç olarak, Allah cc gönderdiği bütün resullerine "ta'lim" yani öğretme vazifeside vermiş olup bu ta'lim vazifesi muhammed as ın resulluğü örneğinde bizlere namaz ibadetinin öğretilmesi şeklinde olmuştur. Ona olan saygımız gereği ve onun önüne geçmeme emrinin gereği olarak bu ibadeti onun bizlere öğrettiği ve sonraki gelenlerinde devam ettirerek günümüze kadar getirmiş olduğu şekli ile eda etme bir zorunluluktur.Birlik ve beraberlik unsuru olan namaz hakkında müslümanlar arasında ihtilaf konuları açmanın kimlerin ekmeğine yağ süreceğini bizler çok iyi hesap ederek bu konuyu bu şekilde düşünmek zorundayız. Bizlerin üzerinde konuşmamaız gerekn şey namazın ilmihal boyutu değil tevhidi boyutu olmalıdır. Müslümanlar tevhidi boyutun şuurunda olarak kıldıkları namazın sonucunda tağutların düzenleri sarsılmaya başlayacağı için bizleri suni gündemler üzerinde kavga ettirmek sureti ile ellerini oğuşturmalarına izin vermemeliyiz.

             EN DOĞRUSUNUN ALLAH CC BİLİR.

3 Ocak 2012 Salı

Resullerin Örnekliği Hangi Zamanla Sınırlıdır ?

Ahzab suresi 21. ayetinde Rabbimiz mealen " Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir." buyurmuştur. Değişen kur'an algıları ve gelenekteki yanlış resul anlayışları neticesinde sorgulanmaya başlayan konulardan biriside resul sav in günümüzde nasıl anlaşılması  gerekliğidir. "Kur'an merkezli söylem" anlayışı doğrultusunda dile getirilen anlayışlardan birisi olarak ,resul sav in öldüğü ve onun vazifesinin yaşadığı hayat içinde bittiği ve bize bugün için onun herhangi bir değer ifade etmeyeceği gibi sözler ortaya atıldığını görmekteyiz. "Kur'an merkezli İslam" söylemine yakışan bir resul anlayışı nasıl olmalıdır? diye sorulduğu zaman acaba nasıl bir cevabımız olmalıdır ki bu söyleme ters bir düşünce olmasın.   


Geleneksel resul anlayışına hakim olan düşünce kur'an merkezli bir düşünce olmadığı bir gerçektir, bu düşüncenin yanlış resul anlayışı üzerinde durarak yazının hacmini büyültmek amacında olmadığımız için bu düşünceye tepki olarak geliştirilmeye çalışılan resul anlayışı üzerinde durmaya çalışacağız. 

En büyük sıkıntı resul adına bize gelen rivayetlere bakış açısından kaynaklanmaktadır, onun sözlerini vahiy olarak gören anlayışa tepki olarak kur'andaki " Elhadis" kelimesinden yola çıkılarak, " bakın kur'anda bundan sonra hangi hadise inanacaksınız diye ayet var ve kur'andan başka hiçbir söze inanmamamız söyleniyor" şeklinde iddialar ortaya atılarak hadislerin tümünün ret edilmesi gibi bir düşüncenin kur'ana onaylatılması gibi bir düşünce ortaya atılmaktadır. 23 yıllık risaleti boyunca kur'an harici sözler söylemesi gayet normal ve kendisine inen kur'an hakkında sahabesine bazı bilgiler vermesi gayet normal hatta mecburi olan bir resulün bu sözlerinin bize kadar geliş yolunda bazı sıkıntılar olması o sözlerin hepsinin uydurma olduğu anlamına gelmez. Resul sav adına gelen bir haberin doğru olup olmadığı kur'an ölçüsüne vurularak anlaşılabilir.  

Resul sav in bizlerin örnek alması gereken ibadetlerden bir tanesi namaz ibadetidir. "Kur'an merkezli İslam" söylemi altında üretilen düşüncelerden bir kısmı namaz ibadetinin adı üzerinde olup bu kelimenin farsçadan alındığı kur'anda geçen "salat" kelimesinin bu ibadeti kapsamasının mümkün olamayacağı üzerinedir. Diğer bir kısım "kur'an merkezli İslam" söylemine göre namaz ibadeti ret edilmemekte ancak sanki bu ibadetin rükünlerini herkes kendi anlayışına uygun bir şekilde ifa edebilirmiş gibi bir hava içine girilmektedir. Eline kur'an alan herkes namaz ibadetinin nasıl uygulanacağını kendi kafasına göre yapmaya kalktığı zaman ortaya çıkacak olan keşmekeşi düşünmek bile istemiyoruz, bu keşmekeşe meydan vermemek için nasıl bir yol takip edilmelidir? 


"Sünnet" kelimesi ile resul sav in din uygulaması adına yaptığı ve Müslüman olmak iddiasında olanları bağlayan eylemleri anlaşılır. "Sünnet" şeklinde gelen uygulamalar nesilden nesile geçip bize ulaşması yönünden "hadis" dediğimiz sözlü haberlere göre güvenilirlik açısından daha sağlamdır. "Sünnet" uygulaması içine Müslümanın günlük hayatında önemli bir yer tutan "namaz" ibadetinin uygulaması olan şekil ve vakitleri girmektedir.  


 Asırlardır gelen uygulama olarak namaz ibadeti önce abdest alınarak sonra kıbleye yönelerek belirli vakitler içinde yapılan bir eylemdir. Birisi kalkıp  ,"ben abdest almadan istediğim yere dönerek ve istediğim zaman içinde bu ibadeti icra ederim" demeye hakkı yoktur. İlmihal kitaplarındaki bilgi kirliliğini bahane ederek doğruları da atarak kendi bildiği doğrultuda ibadet yöntemi belirlemek kimsenin haddi değildir "ben yaptım oldu" mantığı içinde yapılan hareketler Müslüman olma iddiasında olan birisinin yapacağı işler değildir.   


Namaz esnasında kıbleye yönelme konusunda şimdiye kadar tartışma konusu dahi olmamış düşünceler maalesef ortaya atılarak suni gündemler oluşturularak "namazda kıbleye yönelmek şart değildir" şeklinde sözler işitilmeye başlanmıştır. Resul sav den bu yana gelen uygulamada namazda kıble meselesi hiç bir zaman konu dahi edilmemesine rağmen marjinal düşünce sahipleri tarafından üretilen düşüncenin asıl kaynağı , kur'an sanki kendisine indirilmiş ve uygulaması kendisine bırakılmış edalarında hüküm vermeleri ve bu hükmün kur'ana onaylatılma çabalarıdır. Kur'an kendisine indirilmiş olan Muhammed sav kıldığı namazda, " herkes canı istediği yöne doğru yönelsin "şeklinde bir emir veya uygulama yoktur. Birisi kalkıp," onun böyle yapması beni bağlamaz" şeklinde bir düşünce içinde olması mümkün değildir.  


Bu tür marjinal düşüncelerin arkasında iyi niyet aramak pek mümkün görünmemekle birlikte bazı saf Müslümanların bu tür düşüncelere prim vermeye yatkın bir düşünce olmaları bizleri üzüntüye sokmaktadır. Çünkü Allah cc bizlere namaz kılmayı emretmesinin arkasındaki sebebleri ve kılınan namazın Müslüman için ne ifade ettiği meselesi üzerinde düşünmesi gerekn Müslümanları böyle suni gündemler ortaya atarak kafasını karıştırmak samimiyet eseri değildir.  


"Namaz"  Müslümanların birlik ve beraberliklerinin bir göstergesi olan ibadetlerden birisidir . "Kabe" ise Allah cc ye ibadet için yapılan ilk evdir bu yapının özelliğinden gelen bir durum olması itibari ile Müslümanların birlik ve beraberliklerini emreden Allah cc nin dağılma ve fitne unsuru olabilecek bir durum olan" namazda istediğiniz yöne dönün" şeklinde bir emir vermesi veya kişilerin " ben İstediğim yere dönerim" demesi kadar uygunsuz bir durum olamaz. "Namaz" Allah cc ye karşı yapılan bir Tevhid eylemi olduğuna göre yönelinen yerinde tek bir yer olması ve orasının da Tevhid merkezi olan "Kabe" olması kadar normal hatta gerekli bir yer olabilir mi? 


Resullerin örnekliği meselesi onların yaşadıkları zaman sınırları dahilinde değildir. Muhammed sav in de örnekliği kendisinin ölmüş olmasına rağmen kur'anın hükümlerinin geçerli olduğu kıyamete kadar devam edecektir ve bu örnekliğinin en önemli kısmı ritüel ibadetlerden olan namazın rekatleri , vakti, şeklidir resule rağmen kimse kendi içtihadı olarak bu ibadete ayrı bir uygulama tarzı getiremez getirebilirİm derse bektaşinin  "ben yaptım oldu" demesi gibi bir duruma düşmekten kurtulamaz.  


Kur'anın tamamına iman etmek durumunda olan bir müslüman için resullerin örnekliği konusu tali derecede bir konu değil en önemli konudur. Gelenekteki yanlış resul anlayışının etkisinde kalarak Muhammed sav e karşı sanki bir şüphe ve yan bakış içine girer duruma düştülerini gözlemekteyiz. "kur'an merkezli İslam" söyleminin gereklerindenmiş gibi "Muhammed peygamber "gibi sözlerle onu aşırı yüceltenlere tepki mahiyetinde sözlere şahit olmaktayız. Allahın ve meleklerin resullere olan salat ve selamını bizlerin onlardan esirgememiz kadar yanlış bir düşünce olamaz. "Sallallahu aleyhi ve sellem" (Allah ın salat ve selamı üzerine olsun) sözü bütün resullerin adı anılırken söylenebilir bir söz  iken sadece Muhammed sav için söylenmesi resullerin arasını ayırmak gibi bir duruma düşme korkusu içine giren Müslümanların söylemekten sakındığı bir söz haline gelmiştir , sadece Muhammed ismi değil İsa, Musa, İbrahim isimleri anılırken dahi S.A.V sözlerini onlar içinde kullanmaktan çekinmemeliyiz. 

-----002.214 Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.

-----003.146 Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.


-----009.088 Ama Peygamber ve onunla beraber bulunan müminler, mallariyla ve canlariyla savaştılar. İşte iyilikler onlaradır, saadete erişenler de onlardır. 



-----033.021 Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.  


-----048.029 Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir.


-----060.004 İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: «Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir.» -Yalnız, İbrahim'in, babasına: «And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez» sözü bu örneğin dışındadır- «Rabbimiz! Sana güvendik, Sana yöneldik; dönüş Sanadır.» 

----060.006 And olsun ki, sizlerden, Allah'ı ve ahiret gününü uman kimse için, bunlarda güzel örnekler vardır. Kim yüz çevirirse kendi aleyhine olur, doğrusu Allah müstağnidir, övülmeğe layıktır. 


-----066.008 Ey inananlar! Yürekten tevbe ederek Allah'a dönün ki, Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun. Allah'ın Peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün, ışıkları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve: «Rabbimiz! Işığımızı tamamla, bizi bağışla, doğrusu Sen herşeye Kadir'sin» derler.  



Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerin ışığında düşünecek olursak resullere uymak ve o uymanın sonucu olan akıbet anlatılmaktadır. Kur'an kıssalarında çokça gördüğümüz "resullerle beraber olanların kurtarılması" bizlere yine resullere uymanın gerekliliğini vurgulayan ayetlerdir. "Resule uymak onun getirdiği vahye uymaktır" sözü yanlış bir söz olmamakla birlikte eksik bir sözdür , Muhammed sav in kendisine inen kitabı uygularken yaptığı ve bize kadar sünnet şeklinde gelen uygulaması her Müslüman değerli bir kaynak mesabesindedir. Mü'minlerin her alanda birlik ve beraberliğini emreden kur'an ve bu birlik beraberliği sağlamada en önemli etken olan resule uymak ayrılıkların en aza indirilmesini sağlayacaktır. Burada hemen "mezhepler ne olacak?" sorusu gündeme gelecektir, maalesef mezhep taassubu günümüz Müslümanlarının en önemli ayrılıklarının bir sonucudur. Mezheplerdeki kur'ana rağmen oluşturulmuş bir sürü düşünce masaya yatırılarak gereksiz olan hükümlerin din olarak sunulmasına son verilerek resul devrinin saf İslam anlayışına geri dönülmelidir. 


                   EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.