31 Aralık 2012 Pazartesi

Kitabun Merqum Nedir?

Kur'an hakkındaki herhangi bir sözü söylemeden önce söz sahibi kişinin kafasındaki önkabulleri bir kenara atarak salim bir kafa ile kur'ana yaklaşması gerektiğini daha önceki yazılarımızda vurgulamaya çalışmştık. Kur'ana bunun tersi bir yaklaşımda bulunmak kişinin kafasındaki önkabulleri kur'ana onaylatmak amaçlı olabileceği için doğru bir yaklaşım değildir. Bu tür bir yaklaşım örneğini, mutaffifin s. 9. ve 20. ayetlerinde geçen "kitabun merqum" (rakamlanmış kitap) ayeti ile ilgili yaklaşımda görmekteyiz . Müddessir s. 30 . ayetindeki "aleyhe tis'ate aşere" (üzerinde ondokuz vardır) ayeti üzerinden kur'an ayetlerinin matematiksel bir koruma şekli ile korunduğunu iddia eden bazı kişiler mutaffifin s. 9. ve 20. ayetindeki "kitabun merqum" ayetini , "bakın buradada yazıyor kur'anın rakamlanmış bir kitap olduğunu" diyerek kafalarındaki ön kabullere delil getirmek yoluna gitmektedirler.  19 sayısı ve katlarının kur'an ayetleri ile ilgili bazı sayılar ile uyum gösterdiğini kabul etmekle birlikte kur'anın tamamının böyle bir matematiksel uygunluk içinde olduğunu iddia edemeyiz . Bu yazıdaki amacımız "kitabun merqum" un ne olduğuhakkındaki kur'an ayetlerini okumak olduğu için konumuza dönüp mutaffifin s. ayetlerinin mealini vermek istiyoruz.   

1- Eksik ölçüp tartanların vay haline!
2- Onlar insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçerler.
3- Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar.
4- Onlar tekrar diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?
5- Büyük bir gün için.
6- Öyle bir gün ki, insanlar o gün Rabblerinin huzurunda divan duracaklar.
7- Hayır hayır, kötülerin yazısı muhakkak Siccin'dedir.
8- Bildin mi sen, Siccin nedir?
9- Yazılmış bir kitaptır o.
10- Vay haline yalanlayanların o gün!
11- Onlar ceza gününü yalanlayanlardır.
12- Onu ancak sınırı aşan ve günaha düşkün olanlar yalanlar.
13- Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, "eskilerin masalları" der.
14- Hayır hayır, öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur.
15- Hayır hayır, doğrusu onlar o gün Rablerini görmekten mahrumdurlar.
16- Sonra onlar muhakkak cehenneme girecekler.
17- Sonra da onlara: "İşte bu, yalanlayıp durduğunuz şeydir" denilecek.
18- Hayır hayır, iyilerin yazısı muhakkak Illiyyîn'dedir.
19- Bildin mi sen, Illiyyîn nedir?
20- Yazılmış bir kitaptır o.
21- Allah'a yaklaştırılmışlar ona tanık olurlar.
22- Haberiniz olsun ki, iyiler nimet içindedir.
23- Tahtlar üzerinde etrafa bakarlar.
24- Yüzlerinde nimet ve mutluluğun sevincini görürsün.
25- Onlara damgalı saf bir içki sunulur.
26- Onun sonu misktir. İşte ona imrensin artık imrenenler.
27- Karışımı Tesnim'dendir (En üstün cennet şarabındandır).
28- Allah'a yakın olanların içecekleri bir kaynaktır o.
29- Doğrusu o suç işleyenler inananlara gülüyorlardı.
30- Onlara uğradıkları vakit birbirlerine göz kırpıyorlardı.
31- Evlerine döndükleri zaman zevklenerek dönüyorlardı.
32- Müminleri gördükleri vakit; "işte bunlar sapıklar" diyorlardı.
33- Oysa onlar müminler üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi.
34- İşte bugün de inananlar kâfirlere gülecek.
35- Koltuklar üzerinde etrafa bakacaklar.
36- Nasıl, kâfirler yaptıklarının cezasını buldular mı?  

Ayetlerin siyak ve sibakına baktığımız zaman, kıyamet sonrası olacak olan hesap günü ile ilgili bilgi verilmektedir. Kur'anın diğer ayetlerine baktığımız zaman kişinin amellerini kayda geçen görevlilerin olduğunu görmekteyiz. Bu görevlilerin kayda geçirmiş olduğu kişinin yaptıkları hesap günü karşısına çıkar ve ona cennet veya cehennem olarak karşılığı verilir. Mutaffifin s ayetlerindede bunlardan bahsedilmektedir. Ayetlerin siyak sibakı "kitabun merqum" ayetinin kur'andan bahsetmediği açıktır.   

Mutaffifin s. 9. ve 20. ayetleri siyak sibak bütünlüğü içinde okunduğu zaman  kişinin kafasındaki ön kabuller olan kur'anın rakamlanmış bir kitap olduğuna dair düşünceye kesinlikle delil olamayacağı açıktır. "Kitabun merqum" kişinin dünyadaki yapmış olduğu amellerin yazılı olduğu ve hesap günü karşısına çıkan bir kitap olduğunu kafasında önkabul taşımıyan herkes çok rahat görür.   

            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

26 Aralık 2012 Çarşamba

Allah c.c Bazı Şeyleri Bilmeyebilir mi?

Yazımıza böyle bir başlık atmamızın nedeni sayın Abdülaziz Bayındır hocanın sosyal medyada gündeme gelen bir telefon konuşmasına vermiş olduğu "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" şeklindeki cevaba karşı düşüncelerimizi ortaya koymak içindir. Bu cevabın öncelikle bir montaj ve hocayı karalamak amaçlı bir tuzak olduğu düşüncesi hakim iken dün akşam (25-12-2012 ) yapmış olduğu derste bunları bunları tekrarlaması bizleri hayal kırıklığına uğratmıştır. 

Konu ile düşüncelerimizi ortaya koymadan önce sayın hocanın telefonda söylemiş olduğu , " ben demiyorum Allah böyle diyor" sözü üzerinde durmak istiyoruz. Kur'an hakkında söz söylemek durumunda olan her kişi herhangi bir ayet hakkında böyle bir söz etmek hakkına kesinlikle sahip değildir, ancak "BU AYET HAKKINDAKİ BENİM DÜŞÜNCEM BU DUR" şeklinde bir söz edebilir çünkü konuştuğu ayet hakkında eksik ve yanlış düşünceleri olduğu konusunda bir açık kapı bırakmak zorundadır, bunun aksi bir söz olan " BEN DEMİYORUM ALLAH CC BÖYLE DİYOR" şeklindeki sözler kendi anlamak istediğini Kur'ana söyletmek amaçlı sözlerden başkası değildir. Kur'an hakkında söz söylemek durumunda olan kimsenin böyle bir söz söylemeye yetkisi asla olamaz. 

Şimdi gelelim sayın hocanın gündem olan "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" sözü üzerinden Allah cc nin bazı şeyleri bilemeyeceği düşüncesinin bazı kur'an ayetleri ışığında değerlendirilmesine;   

Sayın hoca konu ile ilgili yaptığı dersteki verdiği ayetlerin yerine sadece Hadid s. 22 ve bakara s. 255. ayetindeki " yalemu ma beyne eydihim vema halfehum"(onların önündekini ve arkasındakini bilir) ayetini ele alıp o ayetler üzerinde dursa idi daha doğru bir düşünceye sahip olunabilirdi bu onun bu düşüncesini kökünden ret eder mahiyette ayetler olduğu için sanki bile bile bu ayetler es geçildi diye düşünmekten kendimi alamıyorum, ancak sayın hoca tabiri caizse vakit geçirmeye oynayan futbolcu misali konu ile direk ilgili olmayan ayetler üzerinde durarak dersini bitirdi. Bu yazıda Hadid 22 ve bakara 255 ve benzeri ayetler üzerinde durarak sayın hocanın iddiasının ne kadar doğru olduğu konusunda düşüncelerimizi ortaya koymaya gayret edeceğiz.  
Hadid s. 22. ayetinde Allah cc mealen şöyle buyurmaktadır. 
  Ne Arzda, ne de nefislerinizde bir musıbet başa gelmezki biz onu fi'le çıkarmazdan evvel bir kitabda yazılmış olmasın, şübhesiz bu Allaha göre kolaydır"  

Bu ayette, insan ve onun dışındaki bütün varlıklarla ilgili olacak olayların bilgisinin daha önce bilindiği bizlere bildirilmektedir. Sayın Bayındır hoca bundan önceki derslerinden birinde Hadid s. 22 . ayeti ile ilgili sorulan bir soruya" ezelde değilde yaratmadan önce kayda geçer " demektedir. yaratmadan önce demesi ile ezelde geçmemiştir demesi çelişkili bir açıklamadır. Allah cc için zaman kavramı ile kulları için zaman kavramı aynı değildir şu ayetler buna delildir.

-----032-5 Gökten yere kadar, olan bütün işleri Allah düzenler, sonra, işler sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir gün içinde O'na yükselir.
-----22.047Senden, başlarına acele azap getirmeni istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
-----70.004 Melekler ve Cebrail o derecelere, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler.

Yukarıda mealini vermiş olduğumuz ayetlere göre kullar için geçerli bir günün süresi ile Allah  için geçerli günün aynı olmadığı açıktır. Şimdi sayın hocanın Hadid s 22. ayeti ile ilgili verdiği cevaptaki "kayda geçmiştir ama olmadan önce kayda geçmiştir ezelde geçmemiştir" sözünün içini bu ayetler çerçevesinde nasıl doldurur ? olay olmadan bir gün öncemi, yoksa bir saat öncemi yoksa bir dakika öncemi ? "olay olmadan önce kayda geçmiştir fakat ezelde geçmemiştir " sözü sayın hoca için talihsiz bir çelişkidir çünkü Allah için zaman kavramı ile kullar için zaman kavramı ne kadar aynıdır onun cevabını vermek zorundadır.  

Allah cc nin "sübhan" olması onun her türlü noksanlıktan münezzeh olması demekse "bazı şeyleri bilemeyeceği" şeklinde bir söz onu hakkı ile takdir edememenin bir göstergesidir. Sayın hoca konu ile ilgili yaptığı derste hem "Allah cc nin gaybı elbette bilir" deyip hem bunun aksi bir iddiada bulunması onun ayrı bir çelişkisidir.  

----- 2.255  Allah, başka tanrı yok ancak o, daima yaşıyan, daima duran tutan hayy-ü kayyum o, ne gaflet basar onu ne uyku, Göklerdeki ve Yerdeki hep onun, kimin haddine ki onun izni olmaksızın huzurunda şafaat edecek? onların önlerinde ne var arkalarında ne var hepsini bilir, onlar ise onun dilediği kadarından başka ilmi ilahîsinden hiç bir şey kavrıyamazlar, onun kürsîsi bütün Gökleri ve Yeri kucaklamıştır her ikisini görüb gözetmek ona bir ağırlık da vermez o öyle ulu, öyle büyük azametlidir.
-----22.075-76 Allah meleklerden ve insanlardan peygamberler seçer. Doğrusu Allah işitir ve görür. O, geçmişlerini geleceklerini bilir. Bütün işler Allah'a döner.

Bakara s. 255 ve Hacc s.75-76. ayetlerindeki "geçmişi ve geleceği bilmesi" ve kur'anın bir çok ayetindeki "gayb bilgisinin ona ait olması" bizlere yaratmış olduğu her şeyin öncesinin ve sonrasını bildiğini açıkça belirtir . "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" sözü devamında bir çok yanlışı getirmesi açısından  yanlış bir söz olduğu açıktır. Eğer Allah cc bir insanın kiminle evleneceğini bilmezse onlardan doğacak olan çocukları da bilmez anlamına gelir.

----- 7.172-173 Hem rabbın: Beni Âdemden, bellerinden zürriyyetlerini alıb da onları nefislerine karşı şâhid tutarak «rabbınız değilmiyim» diye işhad ettiği vakıt, «evet» dediler: «şâhidiz», Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz.Yâhud: ancak önceden atalarımız şirk koştular, biz ise onlardan sonra bir zürriyyet edik, şimdi o batılı te'sis edenlerin yaptıklarıyle bizi helâkmi edeceksin? Demeyesiniz.

Araf s ayetlerinde geçmiş zaman sigası ile belirtilen ve "Beni Adem" diye bahsedilen insanların Adem ve ondan sonra gelecek olan bütün insanlar için geçerli ise ""Allah cc Ademden kıyamete kadar gelecek olan insanların bilgisinden eksik bir Allahın olması iddiası az buz bir yanlış değildir.   

-----003.081 [E0] Hem Allah vaktiyle Peygamberlerin şöyle misakını almıştır: Celâlim hakkıyçün size kitab ve hikmetten her ne verdimse sonra size beraberinizdekini tasdik eden bir Resul geldiğinde ona mutlak iman edeceksiniz ve lâbüdd ona yardımda bulunacaksınız, buna ıkrar verdiniz mi? ve bunun üzerine ağır ahdimi boynunuza aldınızı mı? buyurdu, ıkrar verdik dediler, öyle ise, buyurdu: Şahid olun ben de sizinle beraber şahidlerdenim.

Yine aynı şekilde Al-i İmran s. 81. ayetinde geçmiş zaman sigası ile nebilerden söz alınması olayı bize bu nebilerin bilgisinin ezelde olduğu yolundaki bir delil olma bakımından örnek bir ayettir.Allah cc , Muhammed sav  in babası ile annesi Aminenin evlenip Muhammed adında bir çocuk dünyaya getireceklerini bilmiyorsa böyle bir söz alındığına dair neden bu ayeti Kur'ana koysun?

Kader konusu ile ilgili olarak yanlış anlaşılan konulardan bir tanesi de Kur'anda en fazla geçen "KİTAB" kavramının müteşabih olarak kullanılmasının anlaşılamaması olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz.  

KİTAP KAVRAMININ KUR'ANDA MÜTEŞABİH OLARAK KULLANILMASI  
 
Al-i imran s. 7 . ayetinde kitabın ayetlerinin bir kısmını "muhkem" bir kısmının "müteşabih" olduğu bildirilmektedir. "Müteşabih" kavramının gaybi alana ait bilgilerin gaybi olmayan alana ait bilgilere benzeştirilerek anlatılması olduğunu bu konu ile ilgili yazılarımızda 
bahsetmiştik .

-----006.038 hem Yerde debelenen hiç bir hayvan ve iki kanadiyle uçan hiç bir kuş yoktur ki sizin gibi birer ümmet olmasınlar, biz kitâbda hiç bir tefrıt yapmamışızdır, sonra hepsi toplanır Rablarına haşolunurlar
-----006.059 Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.
-----010.061 Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kuran'dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka Biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitap'dadır.
-----011.006 Yerde hiç bir debelenen de yoktur ki rızkı Allaha âid olmasın, o onun karar ettiği yeri de bilir, emanet bulunduğu yeri de, hepsi açık bir kitabdadır
-----022.070 Bilmez misin ki Allah Gökte ve Yerde ne varsa bilir, muhakkak o kitabdadır, her halde o Allaha göre kolaydır
-----027.075Ve Yerde, Gökte hiç bir gâib yoktur ki açık bir kitabda olmasın
-----034.003 İnkar edenler: «Kıyamet bize gelmeyecektir» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbim'e and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'tadır.»
-----035.011 Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde varetmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak O'nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz Kitap'dadır. Doğrusu bu Allah'a kolaydır.

Yukarda vermiş olduğumuz ayet meallerinde bahsedilen "kitap" Allah cc nin indinde olan bir kitaptan bahsetmektedir ( gayb konusu ile ilgili ayetlerede dikkat çekmek isteriz). Müteşabih kavramı çerçevesinde düşünecek olursak Allh cc nin teşbih ederek anlatmış olduğu kitaptan kasıt , "kitab" kelimesinin bizlerde yapmış olduğu çağrışım ile ilgili olarak düşünülmesi gerekir. 

Kitab kelimesi bizler için yazıldığı zaman içindekilerin unutulmaması ve nesiller boyu ondakilerin bilgi kaynağı olması gibi bir çağrışım yapar. Allh cc ise kendi indindeki kitabı buna benzeterek kendi indindeki bilgilerin unutulması kaybolması gibi bir durumun söz konusu olmadığını bizlere bildirir. Bu kelime kader konusu ile ilişkilendirildiği zaman karşımıza bazı yanlış anlamaların çıktığı görülmektedir. Bazıları," bizim ne olacağımız önceden belirlendi ise bizim yaptığımız amellerde herhangi bir suçumuz neden olsun ve neden sorumlu tutulmaktayız?" şeklinde itirazlarda bulunmaktadır. 

KİTAB kelimesindeki yazılma anlamını , Allah cc nin yaratmış olduğu varlıkların akibetinin ne olacağını önceden bilmesi ile o varlıkların yaptıkları konusundaki irade kullanımlarını ayırmak zorundayız. Allah cc hiç bir insana "sen zorla cennetlik ameller işleyeceksin" veya" sen zorla cehennemlik ameller işleyeceksin" doğrultusunda baskılayıcı bir irade vermez. Bu konudaki ilgili kur'an ayetleri Allah cc nin yaratmış olduğu insanlara iki yol gösterdiği hangi yola gitmek isterse o yolun onlara kolay edildiğini bildirir ve insanlar bu hür iradeleri ile seçmiş oldukları iman veya küfür yolu ile kendilerine ahiretteki mekanlarını hazırlamaktadır. İşte burada Allah cc nin "EL ALİM" isminin tecellisi gereği o kulların ne gibi bir amel yapacağını bilgisi gündeme gelir yani Allah cc kullarına hür irade vererek onların yapmış olduğu amelleri bilmektedir onun bunu bilmesi o kulları yapmış oldukları amelleri engellemek veya desteklemek ile bir ilgi yoktur aksi takdirde cennet ile cehennem ile karşılık verilmesinin adaletsiz olacağı açıktır ve Allah her türlü adaletsizlikten de münezzehtir.  

Sonuç olarak, sayın Bayındır hocanın "Allah bir kimsenin kiminle evleneceğini bilmez" ve "bunu ben demiyorum Allah diyor" şeklindeki yanlış sözlerini yukarıda vermiş olduğumuz ayetler doğrultusunda, Allah cc nin her türlü noksandan münezzeh olması, gayb bilgisinin onun katında olmasından hareketle bu bilginin geçmiş ve geleceği kapsadığını göz önüne alarak yeniden düşünmesini ondan faydalanan bir kişi olarak tavsiye ediyoruz.    

                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 

22 Aralık 2012 Cumartesi

Tevbe s. 128 ve 129. Ayetleri İle İlgili Bir Çalışma

Kur'an, alemlerin rabbi olan Allh cc nin kulu ve elçisi muhammed sav e indirmiş olduğu bir kitaptır. Bu kitaba inanan mü'minler elimizdeki iki kapak arasında olan mushafta (sahifelenmiş kitabın) Allah cc nin kulu ve elçisi muhammed sav indirmiş olduğu ayetlerieksiksiz olarak mevcut olduğuna inanırlar, her ne kadar rivayetler yolu ile bazı ayetlerin kur'ana alınmadığı gibi düşünceler ortaya atılmış olsa bile bunların doğruluk derecesi olmayan haberler olduğu açıktır. Bu yazımızda müddessir s. 30. daki  "üzerinde ondokuz vardır" mealindeki ayetten hareketle kur'anın 19 ve katları üzerinden matematiksel bir koruma ile korunduğu düşüncesi ortaya atılmış ve bu düşüncenin bir uzantısı olarak tevbe s. 128 ve 129. ayetlerinin matematiksel korumanın dışında olduğu için kur'ana sonradan ilave edildiği düşüncesi ortaya atılmıştır. 

Siyak ve sibak, yani ayetlerin öncesi ve sonrası ile birlikte okuyarak anlama metodu kur'anı doğru olarak anlama yollarından biridir. Tevbe s. 128 ve 129. ayetlerinide bu metod ile okursak şu netice karşımız çıkar.  

tevbe s. 128. ayetinin meali şu şekildedir. 

 " Andolsun size kendinizden öyle bir  resul gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir."
Ayete baktığımız zaman  "SİZE" ve MÜ'MİNLERE" şeklinde iki ayrı guruptan bahsedildiğini görmekteyiz, ayetteki "size" zamirinin kim olduğunu anlamak için 124. ayetten okumaya başlamak gerekmektedir. 
----- 9.124 Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: «Bu sizin hanginizin imanını artırdı?» İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler.
-----9.125 Kalblerinde hastalık olanların ise pisliklerine pislik katmıştır; onlar kafir olarak ölmüşlerdir.
-----9.126 Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar.
-----9.127 Bir sure inince, «Sizi bir kimse görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar, sonra dönüp giderler. Anlamaz bir güruh olmalarına karşılık Allah onların kalblerini imandan döndürmüştür.

124. ayete baktığımız zaman iki gurup insandan bahsedilir, 1-bu sizin hanginizin imanını artırdı diyenler ve 2- iman edenler, devam eden 125-126-127.ayetlerde ise 1. gurup insanlarla ilgili ayetler vardır. 128. ayete gelinde aynı konu buradada devam etmekte olup  iki gurup insan buradada karşımıza çıkmaktadır 128. ayetteki "size" şeklindeki hitabın muhatapları önceki ayetlerde bahsedilen  kalplerinde hastalık olan münafıklardır. 129. ayette " Eğer yüz çevirirlerse de ki: «Allah bana yeter; O'ndan başka tanrı yoktur, yalnız O'na güveniyorum; O büyük arşın Rabbidir.»" buyurularak yine 124 ve 128 . ayetler arasında bahsedilen münafıklarla ilgili olduğu açıktır.   

Ayetleri red gerekçelerinden biriside, ayet içinde geçen "rauf" ve "rahim" kelimelerinin Allah cc nin esmasından olduğu bu kelimelerin bir insan için kullanılamayacağı şeklindedir. Eğer bu gerekçe üzerinde bir red mantığı geliştirecek olursak yusuf suresindeki bir çok ayeti red etmemiz gerekecektir, sure içindeki ayetlerde geçen "rabb", "el aziz" , "hafiz-alim" . "el melik" , "basiran"gibi kelimeler Allah için değil insanlar için kullanılmıştır.

Sonuç olarak, tevbe s. 124. ve 129. ayetler birbirleri ile siyak sibakı olan ayetlerdir. Bazılarının iddia ettiği gibi kur'ana sonradan ilave edilmesi gibi bir durum sözkonusu değildir , eğer böyle bir durum varsa aynı durum 124-129. ayetlerin tamamı için sözkonusudur , yok 124-127. ayetler kur'andandır denilirse 128-129. ayetler kur'andan değildir demenin yanlışlığı ortadadır. Mü'minlere yakışan kur'anın mevsukiyetine gölge düşüren geleneksel rivayetleri nasıl reddediyorsa yeni yetmeler tarafındanda ortaya atılan rivayetleri red etmek ve kur'anın elimizde olan şekli ile muhammed sav e indirilmiş olduğuna iman etmektir.  

                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Kur'an Adem Kıssasını Neden Anlatır?

Bilindiği üzere, kur'anda kıssa yollu anlatımlar büyük bir yer kaplamaktadır. Muhammed as dan önceki kavimler ve elçiler arasındaki mücadeleler anlatılarak kur'anın muhataplarının ibret alması sağlanmaya çalışılmaktadır. Adem as kıssasıda kur'anda 7 yerde geçerek bizlere anlatılmaktadır. Kur'an kıssalarını okuma ve anlama metodunu daha önceki yazılarımızda ele almaya çalışmıştık. Kur'anda herhangi bir konu ile ilgili ayetleri anlamak için sorulacak olan soru, "biz bu ayetleri nasıl anlarız" şeklinde değilde , " bu ayetler bizlere ne gibi bir mesaj veriyor" şeklindeki bir soru ile okumaya başlarsak anlamamız daha doğru ve daha kolay olacaktır. "Bu ayetleri nasıl anlarız" şeklindeki bir sorunun cevabını almak için kafamızda olan bazı önkabulleri kur'ana onaylattırmak amacı olabileceği için bu tür bir soru ile kur'ana yaklaşmak pek tavsiye edilmez.  

Şimdi , biz adem kıssası ile ilgili olarak " adem as kıssası bize ne gibi bir mesaj veriyor?" şeklinde bir soru sorup bunun cevabını kur'andan aramaya çalışalım. Öncelikle adem as kıssası üzerinden anlaşılmak istenen bazı konuları ortaya koyup bu konulara kur'an ın cevap verip vermediğine bakalım.    

Adem as kıssası üzerinden anlaşılmak istenen konulardan bir tanesi , insanların adem ile eşinden nasıl türediği konusudur. Rivayetlerde okuduğumuza göre , adem as ın eşi her batında bir kız ve bir erkek olmak üzere iki çocuk dünyaya getirmekte ve bu çocuklar çaprazvari evlilik yolu ile çoğalmışlardır . İnsanlığın nasıl çoğaldığı sorusuna verilen cevaplardan bir tanesi "kardeş kardeşe evlilik yolu ile olmuştur" şeklindedir. Öncelikle bu cevap kur'andan herhangi bir delile dayanmaması ve rivayetler yolu ile cevap verilmiş olması açısından problemli bir cevaptır. Buna delil olarak getirilen ayetlerden bir kaç tane örnek vermek istiyoruz. 

----- 004.001 Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb'inize hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.
-----039.006 Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini varetmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir; sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan Allah'tır. Hükümranlık O'nundur, O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olur da O'nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?

Bu ayetlerin adem ile eşine işaret ettiği ve insanların yaratışının kaynağı olarak anlaşılması gerektiği düşünülmüştür, araf s. 189-190. ayetlerine baktığımız zaman bu sefer başka bir problem gündeme gelmektedir.  

----- 007.189-190 Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır. Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, karı-koca, Rableri olan Allah'a: «Bize kusursuz bir çocuk verirsen, and olsun ki şükredenlerden oluruz» diye yalvardılar.Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.

Nisa s. 1 ve zümer s. 6 ayetlerindeki "tek bir nefisten yaratılma ve ondanda eşini varetme" meselesini adem ve eşi olarak anladığımız takdirde araf s . deki bu aayetleride adem ile eşi olarak anlamak durumundayız ve bu seferde adem ile eşinin şirk koşması meselesi gündeme gelir ve tefsirlerde bu konunun gündeme getirilerek tartışıldığına şahid olmaktayız. Tefsirlerde adem ile eşinin şirk koşup koşmaması meselesinin tartışılması dahi önkabullerin kurana onaylattırma çabasının bir ürünü olup burada tıkanıklık meydana gelmiştir. Bu tıkanıklığı aşmanın yolu ise bu ayetlerin adem ile eşine değil insanın yaratılış sünnetini anlatmış olması açısından bakılmasıdır, aksi takdirde "adem ile eşi şirk koştumu koşmadımı " şeklindeki kısır döngü devam eder. 

Kardeş kardeşe evlilik konusunu müdafaa edenlerin bir başka delilide şudur; "evet, kardeş kardeşe evlilik kur'anda haram kılınmış olabilir ama Allah cc israiloğullarına koyduğu , bazı helallerin geçici olarak haram etme konusu gibi ademoğullarınada geçici olarak bazı haramları helal etmiş olmazmı?" şeklindedir. Bu delilede şu şekilde bir vevap verilmesi mümkündür, israiloğullarına Allah cc tarafından haram edilen helallerin gerekçesi kur'anda açıklanmıştır, ademoğullarına böyle bir geçici helallik verildiğine dair bir gerekçeyi kur'anda bulamıyoruz aksine , nisa s. 23. ayetinde evlenilmesi haram olanlar içinde "kızkardeşleriniz" in dahil edilmesi ve ve 26. ayette " Allah, sizlere bilmediklerinizi bildirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbenizi kabul etmek istiyor. Allah, her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." buyurulmasından hareketle "kardeş kardeşe evliliğin" haram olmasının bizden öncekiler içinde geçerli olduğu görülmektedir, herhangi bir kimse kalkıpta "sizden öncekiler" deyimine adem ve çocukları dahil değildir diyemez.  

Artık kur'andan , ademin çocuklarının kardeş kardeşe evlilik yolu ile çoğaldıklarına dair herhangi bir bilgi bulmanın mümkün olmadığı görülmektedir. Şimdi gelelim ademin çocuklarının nasıl çoğaldıklarına dair ikinci bir düşünce olan, "Allah cc birden fazla ademler yaratarak insan neslini çoğaltmıştır" şeklindedir. Buna delil olarak'ta araf s. 11. ayeti olan
"And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, «Adem'e secde edin» dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı." mealindeki ayettir. Bu ayette ademden önce "sizi" kelimesinden hareketle ademden önce birçok ademlerin olduğu ve bu çoğalmanın o ademlerle gerçekleştiği düşüncesi ortaya atılmıştır. Araf s. deki adem kıssasına baktığımız zaman kıssadaki "ey ademoğulları" şeklindeki hitapların adem kıssasının bütün insanların kıssası olduğu ve her insanın iblis tarafından iğva edilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu vurgusu yapılmaktadır. Secde s. 7-8-9. ayetleri meali olan "Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır. Size kulaklar, gözler, kalbler verilmiştir. Öyleyken, pek az şükrediyorsunuz."  yada araf s. veya diğer surelerde "ey ademoğulları" şeklinde hitaplar ile başlayan  ayetler bu düşünceyi çürütür.    

Şimdi, adem ve çocuklarının nasıl ürediği ile ortaya atılan düşünceler bir başka problemi ve kur'an tarafından çürütülme ile karşı karşı kaldığına göre adem ile çocuklarının nasıl ürediği konusuna nasıl bir perspektiften bakarak doğru bir çözüm getiririz sorusu gündeme gelmektedir. Öncelikle şunu soralım, ADEM VE ÇOCUKLARININ NASIL ÜREDİĞİ KONUSUNDA BİR BİLGİYE İLLAKİ SAHİP OLMAK DURUMUNDAMIYIZ? bu soruya  HAYIR cevabını verebiliriz. nedenmi? . Öncelikle adem ve çocuklarının rivayetlerde anlatılan "kardeş kardeşe evlilik yolu ile üremelerinin" bazı çevrelerde ahlaksızlık olarak görülmesi konusundan hareketle yola çıkarak bunun dışında başka çözümler üretilme yoluna gidilmekte ve bu çözümlerde kendi içinde başka çözümsüzlüğü ortaya çıkarmaktadır. Yani bizler suni gündemler üretenlerin dümen suyuna girerek onların hoşuna gidecek çözümler üretmeye kalkarak bataklıkta debelenmekteyiz. Halbuki kur'an insan neslinin üremesi konusunda ne kardeş kardeşe evlilik yolu ile olduğu konusunda , nede birçok ademlerin olduğu ve bu ademler yolu ile çoğaldığı konusunda bir bilgi vermektedir. Çünkü kur'an ne biyoloji, ne fizyoloji nede anatomi  nede antropoloji kitabıdır. Bilimsel gerçekliklere delili olarak getirmeye kalktığımız zaman bazı konularda sıkıntıya düşeceğimiz ortadadır. Adem konusunu anlamaya kalkmadan önce kur'anın bir hidayet kitabı ve özellikle adem ve insanın yaratılışı ile ilgili ayetlerin son cümlelerşne baktığımız zaman Allah cc nin kudreti ve azametinin vurgulandığına vu bu anlatımların gerekçesinin ilmi gerçekler değil  "İNSANLARI ALLAH CC NİN KUDRETİNE DAİR AYETLERDEN OLDUĞU DÜŞÜNCESİ AKILDAN ÇIKARTILMAMALIDIR.   

Yazımızın başına dönecek olursak, kur'andan herhangi bir konuyu anlamak için önkabullu soruların yerine "bu ayetler bize ne gibi bir mesaj veriyor?" sorusunu sormamız gerektiğini yazmıştık, bu soruyu adem as kıssası için sorduğumuzda şu cevapları bulabiliriz. Adem ve iblis kıssası kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların yaşayacağı bir kıssadır. Araf s. deki kıssada "sizi yarattık size suret verdik ve sonra meleklere ademe secde edin dedik" ve devamındaki ayetlerde "ey ademoğulları" şeklindeki hitaplar kıssanın bütün insanlar için geçerli olduğunu vurgular. Kur'anda geçen 7 yerdeki adem kıssasında ortak nokta iblis yani şeytandır.Kıssalardaki bütün ayetlerde "iblis'in secde etmemesi" konusu ortak nokta olup diğer ayetlerde şeytanın ademoğullarının ayağını cennetten nasıl kaydırarak onları nasıl cehennem ehli yapabileceği ve bundan sakınma yolları anlatılır. Kur'an adem kıssasını anlatmakla insan neslinin başlangıcı hakkında herhangi bir bilgi vermek durumunda değildir ve bu konu ile ilgili olarak net bir bilgi kur'anda yoktur, olmama nedenide bizim bu bilgiye ihiyacımızın olmamasıdır. Bize , hakkında bir bilgi verilmeyen şeyin peşinde koşmamız yasaklanmışken (isra. 36) bilgi sahibi olmadığımız bir konuda zorlama te'villerle ve başkalarının ortaya attığı suni gündemler etrafında dönüp dolaşmanın bizlere bir faydası yoktur. İnsanın yaratılışı ile ilgili diğer ayetlerde Allah cc nin kudreti ile ilgili olup onun yaratıcı olması ve bizlerin onun kulu olduğumuz ve başka yaratılmışlara kul olmamamız gerektiği etrafında şekillenmektedir.     

                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

25 Kasım 2012 Pazar

Kur'an Meali Yapmak İçin Sadece Arapça Bilgisi Yeterli midir?

Yabancı dildeki bir metnin başka bir dili konuşan insanlar tarafından anlaşılmasının yolu, o metni okuyan kişinin ,o dili bilmesi veya o dili bilen birisi tarafından, çevrilmesi ile mümkündür. Bu durum alemlerin rabbi olan Allah cc nin kulu muhammed as a indirmiş olduğu kitap içinde geçerlidir. Bu kitabı anlamak için kişi ya o dili bilecek veya o dili bilen birisi tarafından yapılmış olan çeviriyi okuyarak anlamaya çalışacaktır. Çoğunluğun bu dili bilmemesi haliyle o dili bilen birisi tarafından yapılmış kur'an çevirisini okumak durumunda bırakmıştır. Bu durum yadırganacak bir şey olmamakla beraber yadırganacak olan durum yapılan çevirilerde, sadece arapça bilgisinin yeterli olmadığı görülmektedir. Kur'an çevirisi yapan bir kişi arapçadan önce kur'ana hakim olması gerekmektedir. Daha önceki bir kaç yazımızda Elmalılı meali üzerinde yapılan hataları yazmaya gayret etmiştik. Bu yazımızda sayın Ahmet Tekin'in kasas s.46 ,secde s. 3 ve yasin s. 6. ayetleri ile ilgili yapmış olduğu meali ve bu mealin kur'an bütünlüğünde ne kadar doğru bir meal olduğunu göstermeye çalışacağız.Yaptığımız eleştirinin sayın Ahmet Tekin'in şahsı ile alakalı olmayıp onun 3 ayet ile ilgili yapmış olduğu mealin sadece arapça bilgisinin yeterli olmadığını göstermektir.  

Kasas s 46. ayetinin Ahmet Tekin tarafından meali şu şekildedir. 

Ve mâ kunte bi cânibit tûri iz nâdeynâ, ve lâkin rahmeten min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).

Mûsâ’ya seslendiğimiz zaman da Tur’un (dağın) yamacında değildin. Fakat, Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan uyarıcılar, peygamberler gelen toplumları uyarman için, orada geçenleri sana bildirdik. Ola ki, düşünüp öğüt alırlar.

Secde s. 3. ayetinin ahmet Tekin tarafından yapılan meali şöyledir.

"Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), bel huvel hakku min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yehtedûn(yehtedûne)."

Yoksa onu:
'Muhammed uydurdu' mu, diyorlar. Hayır! O, senden önce kendilerine sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan birçok uyarıcılar gelmiş toplumları senin de uyarman için, Rabbin tarafından gönderilen gerekçeli, hikmete dayalı, toplumda hakça düzeni gerçekleştirecek hak bir kitaptır. Ola ki, onların doğru yolu tercih etmelerine vesile olur.
    
Yasin s. 6. ayetinin Ahmet Tekin tarafından yapılan şöyledir. 

"Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn(gâfilûne)."

Ataları sorumluluk hesap ve ceza hatırlatılarak uyarılan, kısa sürede imandan ve şer’i hükümlerden habersiz hale gelen milletleri uyarman için indirilmiştir.

Bu ayetlerde kur'an bütünlüğüne uymadan yapılmış olduğunu iddia ettiğimiz nokta,birçok mealde yapılmış olan " babaları uyarılmamış" şeklindeki mealin aksine olarak yapılmış olan "uyarılmış" şeklinde yapılan mealdir. Sayın Ahmet Tekin,bu şekilde bir meal yapma gerekçesini arapça gramer kaideleri üzerinden müdafaa edebilir "ma" edatını kullanma tercihine saygı duymakla beraber yaptığı bu mealin kur'anın diğer ayetlerine de mutabık olma şartını gözetmesi gerekirdi. şöyleki.... 

Sebe s. 44. ayetine verdiği meal ile diğer ayetlere verdiği mealin çakıştığını ve çelişki arzettiğini görmüş olsaydı kasas s. 46 ,secde s.3 ve yasin s. 6 ayetlerine verdiği bu mealleri terkedip herkesin yaptığı şekilde bir meal zorunda kalacağını görürdü. 

Sebe s. 44. ayetine Ahmet Tekin tarafından meal şöyledir. 

 "Ve mâ âteynâhum min kutubin yedrusûnehâ ve mâ erselnâ ileyhim kableke min nezîr(nezîrin)"

Halbuki biz onlara, okuduklarında, içinde Kur’ân’ın ve senin aleyhine deliller bulabilecekleri kitaplar vermediğimiz gibi, senden önce onlara özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan bir uyarıcı da göndermemiştik.

Kur'anı sayın Ahmet Tekin tarafından yapılmış olan bir meali okuyarak öğrenen bir kişi bu ayetlerdeki yapılan meali görünce ilk olarak verceği tepki kur'anda çelişkili ayetler olabileceği yolundadır, ancak pek az kişi belkide yapılan bu çelişkili meallerin meal yapıcısından kaynaklanan bir hata olduğunu düşünecektir. Çünkü , kasas s.46 ,secde s. 3 ve yasin s. 6 ayetlerinde "uyarıcı gönderilmiş" şeklinde bir meale karşı sebe . s 44. ayetinde "uyarıcı gönderilmemiş"şeklinde bir meali görmekteyiz. Bunu okuyan birisi haklı olarak "kur'anda bir ayette böyle diğer ayette böyle diyor" diyerek çelişkiyi görecektir.   


[035.042]  Onlar, Allah kendilerine uyarıcı gönderdiği taktirde herhangi bir milletten daha sıkı biçimde doğru yola bağlanacaklarına dair kesin bir dille Allah adına yemin etm1şlerdi. Fakat kendilerine uyarıcı gelince bu olay nefretlerini arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
[006.156-157] «Bizden önce kitap yalnız iki topluluğa indirildi, biz ise onların ders gördüklerinden habersizlerdik» dememeniz,Ya da: «Kitab bize de indirilseydi, şüphesiz onlardan daha çok doğru yolda olurduk» dememeniz (için) işte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir. Allah'ın ayetlerini yalanlayandan ve (insanları) ondan alıkoyup-çevirenden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden alıkoyup-çevirenlere, bu 'engelleme ve çevirmelerinden' dolayı pek çetin bir azabla karşılık vereceğiz.
[037.168-169] Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı;Biz de elbet Allah'ın ihlasa erdirilmiş kulları olurduk.
[062.002]  Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
[003.164]  Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
[043.021] Yoksa onlara daha önce bir kitap verdik de ona mı bağlanıyorlar?

Yukarda vermiş olduğumuz ayet mealleri , mekkelilere daha önceden herhangi bir uyarıcı elçi ve kitab gelmediğine dair örnek olabilecek ayetlerdir.  

[021.007]  Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.
[016.043]  Senden önce de ancak kendilerine vahyeder olduğumuz adamlar gönderdik. Öyleyse bilmiyorsanız zikir ehline sorun.

Yukarıda mealleri verilen enbiya s. 7 ve nahl s. 43. ayetlerinde sorulması istenen "zikr ehli" kendilerine daha önce kitab ve elçi gönderilmiş olan israiloğullarıdır, eğer mekkelilere daha önce elçi ve kitab gönderilmiş olsaydı neden zikr ehline sorun denilsin ?

Kur'an çelişkisiz bir kitap olduğuna göre çelişki kur'an bütünlüğü gözetilmeyerek yapılan meallerdedir. "ma" edatında gramer kuralları ile ilgili olarak yapılan yanlış tercih bu şekilde bir çelişkili meal doğurmuştur. "ma" edatını ismi mevsul olarak değil olumsuzluk "ma" sı şeklinde bir tercihte bulunsaydı secde s. 3, yasin s. 6 ve sebe s. 44 . ayetlerinin birbiri ile bir bütünlük sağladığını görürdü. Şimdi bu ayetler ile yapılan ve birçok meal yapıcısınında tercih ettiği meali görelim.  

-----kasas s.46 -Musa'ya) seslendiğimiz zaman sen Tur'un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olarak, kendilerine senden önce bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarasın diye (gönderildin). Umulur ki düşünürler.
-----secde s. 3-Yoksa onlar: "Bunu uydurdu" mu diyorlar? Hayır; o, Rabbinden olan bir haktır; senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için (onu sana indirdik). Umulur ki hidayet bulurlar.
-----yasin s. 6-Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin).
-----sebe s. 44-Oysa biz onlara ders alacakları kitaplar vermemiştik ve kendilerine senden önce bir uyarıcı da göndermemiştik.

Dikkat edileceği üzere bu 4 ayet meali aynı doğrultuda ve birbirleri ile bir uyum arzetmektedir.

Sonuç olarak, kur'an meali hazırlamak için yola çıkan birisinin sadece arap dili bilgisinin yeterli olmadığı , hatta arap dili bilgisinden önce kur'an bilgisine hakim olması gerektiği açıktır. Bu bilgi eksikliği neticesinde yapılan herhangi bir meal aynı konu ilgili diğer kur'an ayetleri çelişki arzedebilir ve bu meali okuyarak kur'anı anlamak durumunda olan bir kişi için kafasında kur'an hakkında olumsuz düşünceler doğabilir. Burada kur'an mealini okumak durumunda olan kişilere bazı tavsiyelerimiz olacaktır. Öncelikle okuduğu mealin, kur'anın birisi tarafından yapılmış olan çevirisi olduğunu unutmamalı ve bazı yanlışlıklar olabileceğini hatırdan çıkarmamalı, tek bir meale bağlı kalarak kur'an okumamalı ve kendiside kur'an bütünlüğüne hakim olmalıdır. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Eyyub as Kıssası ve Hile-i Şer'iyye

Eyyub as kıssası kur'anda, enbiya ve sad surelerinde kısa ayetlerle geçmesine rağmen, kıssaları israiliyyat ile süsleme sanatı bakımından çok güzel örneklerle dolu olan dikkat çekici bir kıssadır. Kur'an kıssalarını anlama metodu olarak başvurduğumuz metod olan,kıssaları "sadece kur'an" ile anlama yolu ile bu kıssanın bizlere nasıl bir mesaj içerdiğini anlamaya gayret edeceğiz. Öncelikle kur'an kıssalarını "sadece kur'an" ile neden anlaşılması gerektiğini yine kur'andan birkaç örnek ayetle verelim.  

-----011.049 İşte bunlar, sana vahyile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, iyi sonuç Allah'tan korkanlarındır.
----- 012.003 Biz sana bu Kuran'ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Doğrusu, senin bundan önce hiç haberin yoktu.
-----012.102İşte bu gayb haberlerindendir ki sana onu vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip hile yaparlarken sen yanlarında değildin.
-----028.045 Ama biz nice nesiller var etmiştik. Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun, fakat o haberleri sana gönderen Biziz.

Bu ve benzer ayetler muhammed sav in kıssalar hakkındaki bilgisinin daha önce olmadığı yolundaki bilgileri içermesine rağmen bu ayetler görmezlikten gelinerek sayfalar dolusu kur'an harici bilgiler "hadis" adı altında muhammed sav e iftira edilerek uydurulmuştur. İFTİRA sözünü bilerek ve özellikle kullandığımızı belirtmek isterim şöyleki ,
-----029.048Sen daha önce bir kitabtan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi.
mealindeki ayet muhammed sav in bilgi sınırlarının kendisine indirilen kitap ile sınurlı olduğunu bir nevi red etmektir. Bu kısa girişten sonra eyyub as ın kıssasının anlatıldığı ayetleri görelim.   
----- 021.083Eyyüb'u da. Zira: «Bana bu hastalık mübtela oldu; Sen merhametlilerin en merhametlisisin.» diye Rabbine dua etti.
-----021.084Biz de duasını kabul ettik; hemen kendisindeki sıkıntıyı giderdik. Tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir uyarı olmak üzere ona ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha verdik!
                                         *********************
-----038.041 Kulumuz Eyyub'u da an; Rabbine: «Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi» diye seslenmişti.
-----038.042 «Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su» dedik.
-----038.043 Katımızdan bir rahmet, akıl sahipleri için de bir öğüt olmak üzere ona, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini lutfettik.
-----038.044 Bir de al bir demet elinle de vur onunla hânis olma, hakıkat biz onu sabırlı bulduk, ne güzel kul, hakıkaten o bir evvabdır.

Eyyub as ın kur'anda anlatılan kıssasının ayet mealleri bu kadar olmasına rağmen bu ayetlerle desteklenmeyen rivayetler özellikle sad suresindeki anlatılan kıssasında mevcuttur. Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin ortak vasıflarından birisinin "üsvei hasene" yani "en güzel örnek" olduğu düşünülecek olursa bu kıssayıda  bu açıdan anlamak gerekmektedir. Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere eyyub as başta hastalık olmak üzere sıkıntılara düçar olan bir elçidir. Eyyub as ın başına gelen bu musibetler potansiyel olarak her insanın başına gelebilecek olan bir durumdur, kıssaların ibret alınası anlatımlar olduğunu unutmadan bu kıssanında , herhangi bir insanın başına gelecek olan musibete karşı ümitsizliğe düşmeden rabbine sığınması , sadece sözle değil sebeblerede tevessül etmesi gerektiği vurgulanmaktadır.   

Kur'an bizlere insanın başına gelen sıkıntılara karşı olan davranışı hakkında şu şekilde bilgiler vermektedir.   

-----011.009-11 And olsun ki, insana nimetimizi tattırır sonra onu ondan çekip alırsak, o şüphesiz umutsuz bir nanköre döner.Başına gelen sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak, «Musibetler başımdan gitti» der; doğrusu o, şımarıp böbürlenen biridir.Bunların dışında, sabredip iyi işler işleyen kimseler, işte onlara mağfiret ve büyük ecir vardır.
-----030.033-34İnsanların başına bir sıkıntı gelince, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet (nimet ve bolluk) tattırınca, bakarsınız ki onlardan bir gurup yine Rablerine ortak koşuyorlar.   Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi sefa sürün; ama yakında bileceksiniz!
-----039.008 İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur. Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. (Ey Muhammed!) De ki: Küfrünle biraz eğlenedur; çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!
-----039.049 İnsanın başına bir sıkıntı gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman: «Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir» der. Hayır; o bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.
-----041.049-50-51İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir. Başına gelen sıkıntıdan sonra, kendisine katımızdan bir rahmet tattırsak: «Bu benim hakkımdır; kıyametin kopacağını sanmıyorum. Rabbime döndürülürsem, O'nun katında and olsun ki, benim için daha güzel şeyler vardır» der. İnkar edenlere, işlediklerini, and olsun ki bildireceğiz. Onlara and olsun ki çetin bir azap tattıracağız.İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirerek yan çizer; başına bir kötülük gelince uzun uzun yalvarır.

İnsanın başına gelen herhangi bir sıkıntıda rabbine yöneldiği ancak bu sıkıntıdan kurtulduğu an nankörlüğe devam ettiği yönündeki ayet mealleri bizlere insanın nankör yönünü hatırlatarak doğru olan davranışın bu olmadığı eyyub as ın kıssasında örneklendirilerek yaşanmış bir durum olarak bizlere anlatılmaktadır.     

Hal böyle iken eyyub as ın sad suresinde anlatılan kıssasına baktığımız zaman kıssa asıl mesajından saptırılarak "şer'i hile" kavramı geliştirilerek bazılarının yaptığı dalaverelere dayanak haline getirilmiştir. Sad suresinde anlatılan kıssa ile ile ilgili olarak tefsirlere baktığımız zaman ortak olarak şu açıklamalar gözümüze çarpmaktadır. Eyyub as karısını dövmek için yemin eder ve bu yeminini tutması için bitki demetinden oluşan bir şeyle ona vurması emredilmkete ve böylelikle yeminini yerine getirmiş olacağı bununda şer'i bir hile öğretimi olduğu kanısına varılmıştır.  

Ayete bakıldığı zaman eyyub as ın karısı ile ilgili herhangi bir bilgi mevcut olmamasına rağmen bu bilgi "parantez içi tahrif metodu" ile ayete konulmuştur. 44. ayetteki , "dığsen" kelimesinin anlamı, "yaş ile kurusu birbirine karışmış bir demet ot"anlamındadır. 42. ayette "ayağını yere vur yıkanacak ve içcek soğuk su" sözlerinden hastalıktan kuturlma yolu öğretilmektedir. Yani bir kul hastalık vs gibi sıkıntılara garkolduğu zaman yapması gerekn sadece elini açıp yalvarmak değil sebeblere tevessül ederek çare aramaktır. Kavli dua ile fiili duanın müşterek olarak yapılması mesajı ve sıkıntıdan kurtulduğu zamanda o şifayı verenin unutulmaması öğütlenmektedir.   

Sad suresindeki kıssada enbiya suresinde olmayan bir kısım vardırki oda şu kısımdır. "Şeytan bana yorgunluk ve azap verdi" mealindeki bu kısımda eyyub as ın hastalığında şeytanın rolu nedir? sorusu akla gelmektedir. Bunun cevabı ise şeytanın eyyub as a hastalığı bulaştırması olarak değil eyyub as ın hasta olması dolayısı ile ona ümitsizlik ve vesvese vermeye çalışmasıdır. Araf suresi 201. ayeti şeytanın onları mess etmesine(dokunmasına) karşı nasıl davrandıkları anlatılmakta olup eyyub as ın da bu şekilde davrandığı canlı bir örnek olarak bizlere sunulmaktadır. "Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler."

Şimdi gelelim kıssada istismar edilen yemin konusuna, öncelikle 44. ayetteki "la tahnes" kelimesinin ne anlama geldiğine bakalım. "hanise" kelimesi lügatta, yeminini yerine getirememek, yeminini bozmak,haktan batıla meyletmek anlamına gelmektedir(el mevarid) . "la tahnes" kelimesinin haktan batıla meyletmek anlamında alırsak ayetin anlamı "haktan batıla meyletme" şeklinde bir emir olur bu şekilde kullanım vakıa s 46. ayette mevcuttur ve aynı zamanda bu kelime kur'anda sadece sad 44 ve vakıa 46. ayetlerinde kullanılmaktadır vakıa suresinde " ve kanu yusirrune alel hınsilazim" (Büyük günahda ısrar ediyorlardı;) şeklinde olup sad 44 ayetindede bu anlama kullanmak mümkündür ve eyyub as a "haktan batıla meyletme veya büyük günahta ısrar etme" şekilde bir emir olması mümkündür. "Bir elçi büyük günah işlermiki böyle bir emir neden verilmiş olsun" şeklinde sorulması muhtemel bir soruya da kur'anın çeşitli ayetlerindeki "040.055 Sabret, Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Suçunun bağışlanmasını dile; Rabbini akşam, sabah, överek tesbih et." , "047.019 Bil ki, Allah'tan başka tanrı yoktur; kendinin, inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile. Allah, gezip dolaştığınız ve duracağınız yerleri bilir." gibi ayetleri örnek verebiliriz, yani bir elçinin tevbe etmesi için illaki günah işlemesi gerekmez.   

"la tahnes" kelimesini eğer bütün meallerde olduğu gibi " yeminini bozma" şeklinde bir emir olarak ve bu emirin yerine getirilmesi için bir şer'i hile şeklinde bir ruhsat verilmiş olduğunu anlayacak olursak bazı problemler çıkmaktadır. Öncelikle kur'anda yemin konusu ile ilgili ayetlerin mealllerini verip  yemin konusunda ne gibi emirler olduğunu görelim.  

----- 002.225Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı değil, fakat kalblerinizin kasdettiği yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, Halim'dir.
-----066.002 Allah size yeminlerinizi çözmeyi meşrû kılmıştır. Allah sizin sahibinizdir. O bilendir, hikmetle yönetendir.
-----005.089Allah size rasgele yeminlerinizden dolayı değil, bile bile ettiğiniz yeminlerden ötürü hesap sorar. Yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yeminlerinizin keffareti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allah size böylece ayetlerini açıklıyor.

Tahrim s. 2 . ayetine baktığımız zaman yeminlerin çözülmesinin meşru kılınması, maide 89. ayetine baktığımız zaman çözülen yeminler için ödenmesi gereken kefaret anlatılmaktadır. Dinden kendisine buyurulanların kendisinden öncekilerede buyurulduğunu bildiren rabbimizin ( şura s. 13) bu buyruğu çerçevesinde eyyub as  için meal ve tefsirlerde anlatılan şer'i hilenin neden öğretildiği sorusunun cevabını kur'an çerçevesinde vermek imkansızdır. Çünkü Allah cc yeminlerin bozulmasını belli şarta bağlamış ve kefaret ile bunun meşru olduğunu bildirmiştir, aynı durum eyyub as  için neden geçerli olmasın?    

Sonuç olarak, eyyub as ın kıssası tefsirlerde kur'an harici bilgi kirliliği olan israilayyat ile doldurulmuştur. Kıssadaki ana mesaj, sıkıntılar karşısında Allaha yönelen insanoğlunun bu sıkıntısının giderilmesi ile eski küfrüne dönmesine karşın eyyub as ın şahsında, hastalık ve sıkıntılar  ile imtihan olan bir insanın bu sıkıntılarını gidermesi için rabbine yönelmesi ve bu sıkıntısının giderilmesi sonucunda diğer insanların aksine bu sıkıntısının giderilmesinden sonra haktan sapmaması emredilmekte ve bu emrin gereğini yerine getiren eyyub as ın ne şekilde mükafatlandırıldığı anlatılmaktadır.   

                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

28 Ekim 2012 Pazar

İhsan Hoca'nın Kurban Ayetleri Haritası

İhsan eliaçık hoca kurban bayramı münasebetiyle "adilmedya.com" adlı sitede "kur'anda kurban ayetleri haritası" başlığıyla bir yazı kaleme almış ve bazı ayetlerin yanlış meallendiriliğini , doğrusunun bu şekilde olması gerektiğini öne sürerek yanlış meali ve doğru meali ve tefsirini yaparak bir yazı kaleme almış ve şunları yazmış. Yazının başında , "Doğrular ve yanlışlar kendi araştırma ve bilgilerime göredir" diyerek bir giriş yapması takdire şayandır.  

Yazısına kevser s. 2. ayetinin mealini vererek şunları yazmış. 

"YANLIŞ: “O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.” (Kevser; 5)
DOĞRU: “O halde Rabbine yönel/destek iste ve güçlüklere göğüs ger/diren” (Kevser;5).
Tefsiri: Sana “Böyle giderse her şeyden mahrum kalacak. Kendi kendini mahvediyor. Kendine yazık ediyor. Putları tanımamakla, Kureyş geleneklerine ve kurulu düzenine karşı çıkmakla toplumda bir yere gelemeyecek, sönüp gidecek.” diyorlar. Oysa yakında görecekler kimin sönüp gideceğini/ebter olacağını. Bunun için sen Allah’a yönel/destek iste (salât et) ve saldırılara göğsünü siper et/diren (nahr yap). O zaman göreceksin sönüp gitmek bir yana, destek ve nimet (kevser) asıl sana yağacak…
Görüldüğü gibi ayet namaz kılmak ve kurban kesmekle ilgili değil." demiş  

İhsan hoca klasik meallerdeki "venhar" yani "kurban kes" emrinin yanlış olduğunu iddia ederek kendi araştırma ve bilgisine göre doğru olan meali ve tefsirini yapmış.Kur'anın arapça olarak indirildiği ve bu dilin kelimeleri üzerinden kur'anı anlamak durumunda olduğumuz hatırdan çıkarılmaması gerektiği bir gerçektir.Arap dilinde "venhar" denildiği zaman ne anlama geldiği konusunda "el müfredat" şunları yazar.  
--ENNAHRU- göğüste gerdanlık yeri 
--NAHRATUHU- onun gerdanlık yerine vurdum yada dokundum( devenin göğsünün yukarısında nefes borusunun göründüğü yer olan "nahru" yada "menhar" a bıçak sokmak anlamına gelen )NAHRULBAİRU kullanımı buradan gelir. 
Abdullahın okuyuşunda bakara s. 71. ayeti "feneharuha vema kadu yef'alune" şeklinde söylenmiştir.  
--İNTEHARU ALA KEZA-bir topluluk birbirileriyle savaştılar. Bu kullanımda , devenin nahr'ine bıçak sokulmasına benzetme yapılmıştır.  
--NAHRUŞŞEHRİ-NAHİRUŞŞEHRİ- aybaşı (ayın ilk günü) şöyle denmiştir, ayın son günü anlamındadır. Bu kullanımda sanki onun öncesini boğazladığı söylenmek istenir. 
--FESALLİ Lİ RABBİKE VENHAR- bu iki rüknün namazın ve kurban kesiminin gözetilmesine yönelik bir teşviktir.Zira bu her dinde vaciptir. 
a) bir görüşe göre bu " elin göğsündeki gerdanlık yerine konmasına yönelik bir emirdir.
b) bir görüşe göre ise" şehveti,arzuyu zapt ederek nefsi öldürmeye yönelik bir teşviktir denmiştir.  
--ENNAHRİRU- bir nesneyi bilen, ve onda usta veya mahir.
                             
İhsan hoca ayetin namaz ve kurban kesmekle alakalı olmadığını iddia ederek kendi araştırma ve bildigini ortay koymuştur. Nuzül öncesi "salat" ve hayvanları kesmek suretiyle yapılan ibadetlerin mevcudiyeti bilinen bir gerçektir. Maun s. de " vay o salat edenlerin haline" denilerek , yine enfal s. 35 de "  onların beyt yanındaki salatları ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir" denilerek yada "üzerlerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yiyin" denilerek bu ibadetlerin olması gereken tevhidi boyutu göz ardı edilerek şirk inancı haline getirildiğini kur'an bizlere haber vermektedir. Bu arkaplan dairesinde okunan kevser s. 2. ayetini bu şirk karıştırılan (salat ve kurban) ibadetlerinin tevhidi boyuta taşınmalarının emredilmesini anlamanın yanlışlığı nerededir?.İhsan hoca yanlış demenin yerine "ben bunu anladım" deseydi daha şık olabilirdi.   
 
                             ****************************

Yazı saffat s. geçen ibrahim ve oğlu ismail arasındaki kıssa ile ilgili ayetlerle devam ediyor ve şunu diyor ihsan hoca.


"YANLIŞ: “Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat; 107)
DOĞRU: “Biz onu büyük bir kazaya uğramaktan kurtardık” (Saffat; 107).
Tefsiri: Hz. İbrahim bir rüyasında oğlunu boğazlıyor görmüştü. Durumu oğluna açınca o da 'sana söyleneni yap' dedi. Oğlunu kendi çağında çokça yapılanlar gibi ‘kurban’ etmek istedi fakat Allah ona seslenerek onu bu işten vazgeçirdi. Böylece kendisi büyük bir kaza yapmaktan, oğlu da büyük bir kazaya uğramaktan kurtarıldı. Veya ona büyük baş bir kurbanlık fidyesi verilerek kurtarıldı. Böylece insanlık tarihinde çok büyük bir adım atılmış oldu. İnsan kurbanları çağı kapandı.
Ayette geçen “zibh” kelimesi Arapça’da kaze zede, kazaya uğramak (zebîha) anlamına da geliyor. Böyle bir tefsir de mümkündür. Bu durumda fidye kelimesi de kurtarmalık bedeli manasına geliyor. Burada fidye, İbrahim’in oğlunun canı oluyor." demiş  

Yaptığı tefsirde "zibh" kelimesine "kazazede ve kazaya uğramak" anlamını hangi sözlükten çıkardığını bilememekle beraber "zebeha" kelimesinin hayvanı boğazlamak gibi bir temel anlamı olduğunu neden görmek istemediğini anlamakta zorlandığımızı söyleyebilirim. saffat s. 107. ayetinin daha doğrusu olduğunu düşündüğümüz "Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik" mealine göre ihsan hocanın yanlış dediği mealde kendisinin doğru dediği mealde yanlıştır.Tefsirini yanlış olduğunu düşündüğü meal üzerinden yapması onun bir çelişkisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

                                 ****************************************


YANLIŞ: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allahın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allahın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hac: 28)
DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allahın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)
Tefsiri: Eski çağlarda tapınak kamu alanı demekti. Tâ Sümerlerde bile vardır. İnsanlar ihtiyaç fazlası ne varsa (hayvan, buğday, un, elbise, altın, gümüş) tapınağa getirirdi. Hayvanların üzerine “Tanrı malı” diye isim yazılırdı. Mesela un torbası ise onun da üzerine bu isim yazılırdı ve o artık kamu malı olurdu. Hatta matematikteki rakamlar tapınağa getirilen ve kamu malı (tanrı malı) olduğu seçilsin diye hayvanların ve torbaların üzerine atılan çizik ve çeltiklerden doğmuştu.
İşte bunlar kamuya (Tanrı’ya) adanmış mallardı. Orada ihtiyaç sahiplerine dağıtmak için toplanmaktaydı. Oraya gelen ihtiyaç sahiplerine (yoksullar, garibanlar, kimsesizlere) eşit bir şekilde dağıtılırdı. Bu arada uzaktan gelenler olduğu için onlara ikram maksadıyla bazıları da kesilirdi. “Yiyin” denmesi de bundandır.
Görülüyor ki Kur’an eski çağlardan beri gelen ve tapınağı “kamu alanı” olarak gören anlayışı sürdürmekte ve Kabe civarını bir toplanma, kaynaşma, yakınlaşma ve paylaşma merkezi olarak değerlendirmektir.
Yukarıdaki ilk meallendirmede parantez içinde yazılan ‘kurbanlık’, ‘onları kurban ederken’ ifadeleri Kur’an’ın Arapça orijinalinde yok.demiş.   

İhsan hocanın yanlış dediği meal ile doğru dediği meal arasında parantezler haricinde bir farkı yok. Orjinalinde olmadığı için parantez içine alınan kelimeler ayetin orjinaline uygun olarak yapılmış parantezlerdir.    
 
                                ******************************  

YANLIŞ: “Bu böyle. Her kim de Allahın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır. “ (Hac; 32)
DOĞRU: “Bu böyledir. Her kim Allah’ın sembollerine saygı gösterirse, kalbinde sakınma duygusu/Allah bilinci var demektir.” (Hac; 32).
Tefsiri: Burada da ilk meallendirmede geçen parantez içindeki ‘kurbanlıklarını’ ifadesi orijinal Arapça metinde yine yok. “Allah’ın şiarları” kavramı kurbanlıklar diye yorumlanarak metne dahil edilmiş. Oysa “şiar”ın ne olduğu tefsirde açıklanmalıydı. Biz açıklamışız: Şiar Sözlükte “fark etmek, hissetmek, duyumsamak” demektir.  Fark etmek, hissetmek, duymak (şu’ûr), duyuru (iş’âr), bilinç altı (tahte’ş-şuûr), slogan, amblem, sembol, simge (şi’âr), şiarlar, semboller, simgeler (şeâir), mani, halk ezgisi (şi’run şa’biyyu), saç, kıl, tüy (ş’ar), duygu, şuur, bilinç, sansasyon (şuûr), duygu, his (meş’ar), şiir okumak (şi’ran) kelimeleri bu köktendir… Demek ki şiarlar, şuûrun (bilincin) yansımalarıdır. Bunlar bir yapıya, binaya, yeryüzüne dikilmiş bir anıta nispet edilince bir şuurun, bir bilincin, bir fark ediş, hissediş ve duyuşun sembollerine dönüşürler. Bu anlamda örneğin Kâbe, Allah’ın bir şiarı, sembolüdür. İman edenlerin kalbinde bu yapının çok farklı bir anlamı ve önemi vardır. Aynı şekilde Safa, Merve, Say, Tavaf, Meş’ari Haram, Mina, Müzdelife vs. bütün bunlar Allah’ın şiarlarıdır ve sembolik derin anlamları vardır. Her kim bunlara gereken saygıyı gösterir, bunların mana ve önemini kavrarsa kalbinde bir bilinç, bir şuur, bir duygu ve hissiyat taşıyor demektir. İşin şuurunda, bilincinde demektir. Başkaları için bunlar sıradan binalar, taşlar ve hareketler olarak görünebilir. Ama iman edenlerin kalplerinin derinliklerinde bir şuurun veya bilincin ifadesi olarak yaşarlar. Ayette kastedilen de budur.demiş

Buradada ihsan hoca "kurbanlıklar" şeklinde parantez içine alınan kelimenin orjinal metinde olmadığını ileri sürerek işine geldiğinde "metne sadakat" işine gelmedimi "metine yorum" şeklindeki bir çalışmanın örneğini vermekte. Burada şunu söylemek isterizki kur'an meallerinde yapılan hatalar bir gerçektir, yapılan hiçbir meal hatadan beri değildir ancak parantez içine alınan kelimeler affedilmez hatalar değildir.   

                     ************************************  
 

"YANLIŞ: “Sizin için onlarda belli bir zamana kadar birtakım yararlar vardır. Sonra da kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik (Kâbe)’dir.” (Hacc; 33)
DOĞRU: “Sizin için onlarda belli bir süreye kadar faydalar vardır. Dahası onlar yeryüzünün en eski anıtının anlamını açıklarlar.” (Hacc; 33).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu seferde ayette geçen “mahill” ifadesi “kurbanlık” olarak çevirilmiş. Parantez içinde kurbanlık kelimesini sokuşturmak yetmiyormuş gibi “şiar”, “mahill”, ileride gelecek “nüsuk”, “hedy”, “behimetu’l-en’am” hepsi de dümdüz edilerek “kurbanlık” olmuş (!).
Bu ayette geçen “mahill” sözlükte “çözmek, açmak, indirmek” kökünden gelir. Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir. Çözmek, açmak, analiz etmek, tahlil etmek (tahlîl), yer tutmak, bir yere indirme yapmak, bir yeri istila etmek, işgal etmek (ihtilâl), meşru saymak, kendisine helal etmesini istemek (istihlâl), çöküntü, çözülme, dejenerasyon (inhilâl),   formül, çözüm, çare (hall), çözülmüş, serbest kılınmış, meşru (helâl) işgal edilmiş, işgal altında (muhtell), yer, mekan (muhill), semt, bölge (mahalle), bölgesel, yöresel (mahallî) kelimeleri bu köktendir… Yukarıdaki ayette şeâirillah (Allah’ın şiarları) denmesi haccın tüm imge, simge ve sembolleri manasında kullanıldığını göstermektedir. Nitekim bazı müfessirler bu manada yorumlamışlardır (Razi). Bu durumda ayette geçen mahill kelimesi “Kurban kesme yeri” değil, “Açıklama, açıklığa kavuşturma yeri” anlamına gelir. Bu durumda mana; “İman edenlerin kalplerinde apayrı bir anlam ve önemi olan Allah’ın şiarları yani Kabe, Tavaf, Arafat, Safa, Merve, Müzdelife vb. haccın sembolik eylem ve nüsukları (ritüelleri), yeryüzündeki en eski beytin (beyt-i atik) ne anlama geldiğini, mana ve önemini açıklar” şeklinde olur." demiş.   

İhsan hoca, yanlış olduğunu iddia ettiği ayetin metnindeki "mahill" kelimesinin "kurbanlık" olarak çevrildiğini iddia etmekte,"kurbanlık olarak" kelimesi parantez içine alınması daha doğru olurdu, "mahill" kelimesinin "varacakları yer" olarak çevrilmiş olmasınıda ihsan hoca yanlış olarak görmekte ancak çeviri doğrudur.Tefsirinde 33. ayetin meali ile ilgili olarak
"Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde geçmektedir."demesine ve  o yaptığı mealin daha doğru olmasına karşın "metne sadakat" prensibini es geçip " metine yorum" taktiğini işletmiştir. 33. ayet , belirli bir zamana kadar insanlara menfaatleri olan kurbanlık hayvanların,bu menfaatlerinin kurban yerine yani mahalline varıncaya kadar devam edeceği ve orada son bularak onların kesileceğini belirtir.   

                        ******************************************  

"YANLIŞ: “Her ümmet için, Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” (Hacc: 34)
DOĞRU: “Biz her ümmet için imge/simge/ritüel belirledik (mensek). Ki rızık olarak verdiğimiz hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar. Hepinizin ilahı bir tek ilahtır. O’na teslimiyet gösterin. Kalbi temiz olanları müjdele” (Hacc: 34).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu ayette de “mensek” kelimesi ‘kurban kesmek’ olmuş. Halbuki mensek nusuk kökünden gelir ve menâsik olarak tüm hacc ritüel ve sembollerini ifade eder. Şu ayet daha açıklayıcıdır: Biz her ümmet için sembolik hareketlerden oluşan ritüeller belirledik.” (menseken hum nâsikuhu). Buna diğer bazı mealler “ibadet tarzı”, “ibadet yolu” da demiş ki nispeten doğrudur. Bu durumda “Her ümmet için” diyerek genellendiği için sadece hacc menâsiki (tavaf, sa’y, arafatta vakfe, Safa, Merve, müzdelife) değil; dinin içindeki tüm tekrarlanan imgeleri/simgeleri/sembolik hareketleri kapsar: Kıyam, ruku, secde, oruç vb.
Rızık olarak verilen “hayvanların üzerine Allah’ın ismini anmak” ise yukarıda geçtiği gibidir. Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor.
Kabe’ye ihtiyacı olanların alması için getirilen hayvanlar üzerlerine Allah’ın ismi anılmakla (yazılmakla, mühür vurulmakla) “Allah’ın malı” (kamu/herkese ait) oluyorlar ve illa kesilmeleri de gerekmiyor. Canlı canlı da infak edilebiliyor. Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor. Tarım ve hayvancılık toplumu; bir yoksul bir deveye sahip olmakla, iki çift öküz almakla icabında yoksulluktan bile kurtulabiliyor." demiş   


"Mensek" kelimesinin zamanlı ve mekanlı ibadetler anlamına uygun olmadan bir meal verilmiş olması konusunda ihsah hocaya katılmaktayız. Tefsiri olarak yaptığı açıklamadaki"
Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor."cümlesi yine kendi yapmış olduğu
DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar ve Allahın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allahın ismini ansınlar. Onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)şeklindeki meal ile çelişki  arzetmektedir. Son cümlesindeki
"Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor."sözü ibadetleri sulandırma yarışında zekeriya beyaz ile bir yarış içine girme hazırlığı olarak değerlendirebilir.   

                           ***************************************** 

YANLIŞ: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allahın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allahın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.” (Hacc: 36)
DOĞRU: “Cüsseli hayvanları da sizin için Allahın şiarlarından kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf halinde yan yana dizildiklerinde üzerlerine Allahın adını anın. Nihayet onlardan yiyin, istemeyen yoksulu da istemek zorunda kalan yoksulu da doyurun. Böylece onları sizin hizmetinize verdik. Umulur ki şükredesiniz.” (Hacc: 36).
Tefsiri: Bu ayetler Kabe etrafında müşrikler tarafından kurulan, cüsseli (büyükbaş) hayvan, deve, koyun ve her tür ekin ürünlerinin “iç edilmesi” üzerine kurulu düzene karşı söyleniyor. Çünkü onlar Kabe’ye getirilen hediye (hedy) hayvanlarına ve ekin ürünlerine el koyuyor, yoksullara gitmesine engel oluyor ve ihtiyaç sahipleri arasında eşitçe dağıtılmasına yasaklar getiriyorlardı. Kur’an’daki tabirle “yerli yabancı herkesin eşit hakka sahip olduğu” Mescid-i haramdan insanları alıkoyuyorlardı. (Hacc: 25). 

En’am suresinde bu menfaat çarkının nasıl döndüğü uzun uzun anlatılır. Mesela bir yerde şöyle denir:
“Tutup Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan  ona bir pay ayırdılar ve kendi akıllarınca “Bu Allah için, bu da ortaklarımız için” dediler. Ortakların payı Allah’ın payına geçmez, ama Allah payı ortaklarına geçer; ne berbat bir iş bu!” (En’am; 136)
Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor. Çünkü rivayete göre cahiliye Arapları ekin ve sığırlardan el koydukları ürünleri putlar ve Allah arasında bölüştürürlerdi. “Şu Allah’ın payı şu da tanrılarımızın payı” derlerdi. Allah için ayırdıkları payı başkaları için harcarlar, putları için ayırdıkları payı zimmetlerine geçirirlerdi. Putların payından Allah’ın payına bir şey geçerse hemen geri alırlar, Allah’ın payından putlarının payına geçen bir şey olursa, sonuçta bu kendi ceplerine gireceğinden hiç ses etmezler “Allah zengindir putlar fakir, O’ndan bunlara bir şey geçmesinden bir şey olmaz” derlerdi (İbn Abbas). Demek ki cüsseli hayvanlar (el-budne) Kâbe etrafındaki ni’met (en’am) istismarına dayalı bu “hayvan döngüsünü” ifade ediyor.
En’am suresi 135-140 arasında bu döngünün nasıl işlediğini okuyabilirsiniz. Burada esas amaç kurban kesmek değildir. Kabe’ye getirilen hayvanların “çete” tarafından iç edilmesi ve aralarında üleşilmesine karşı onların kamunun/yoksulların hakkı olduğunun vurgulanmasıdır. Bu arada kesilenler varsa -ki bu örfen müstahaptı- onların da sadece etlerinden yenilebileceği (kendine ayırıp biriktirmek yok) gerisinin yine yoksullara dağıtılması gerektiğinin ısrarla vurgulanmasıdır.
Tabi bütün bunlar hacca gidenler için geçerli. Oradaki durum anlatılıyor. Hacca gitmeyenlerin kurban keseceğine dair Kur’an’da en küçük bir ima bile yok.
Kur’an’da sadece mazereti sebebiyle hacca gitmeye niyetlenip de gidemeyenlerin Kabe’ye bir hedy (adanmış hayvan) göndermesi istenir. (Bakara 196). Çünkü ihtiyaçtan fazla olanın oraya gönderilmesi ve orada ihtiyaç sahiplerinin eline ulaşması istenmektedir. Gönderilecek hayvanın illa kurban olarak kesilmesi gerekmiyor. Hedy hediye kökünden gelir ve canlı bir hayvanın veya bedelinin yoksula bağışlanması manasına gelir. Kabe’ye getirilen “kurbanlık hayvan” demek, “adanmış hayvan” demektir; Allah’a, Kabe’ye, yani kamuya, ihtiyaç sahiplerine adanmış, onlara verilmek üzere getirilmiş canlı hayvan, ekin ürünü vs. demektir. Bu dahi “hacca niyetlenip de gidemeyenler” için geçerlidir.
Sonra yukarıdaki ayetin devamında şöyle denilir: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. Güzel ahlak sahiplerini müjdele.” (Hacc; 37)

“Asla” denilerek ulaşmayacağı söylenen et ve kan zaten Araplarca da kesilmekte olan kurbanlardı. Klasik zihin burada kurban kesen kişinin, kurbana bıçağı çalarken içinde taşıdığı takva duygusunun kastedildiği şeklinde anlıyor. Burada kurbana teşvik değil; sakındırma, yapmayın bunu artık, bir anlamı yok vurgusu var.

Ayetin sonundaki cümleden de anlaşılacağı gibi aslolan hayatın içinde güzel ahlak sahibi (muhsinin) olmaktır. Allah sizin kurbanlarına bakmaz, ete, kana, deriye, bağırsağa bakmaz. Bunlar için günahlarınızı affedecek de değildir. İçinizde Allah bilincinden kaynaklanan sakınma duygusu (takva) ile yaşayıp yaşamadığınıza ve ahlakınıza bakar. Açıkça diyor işte: “Asla ulaşmaz” Şu halde neden kesip duruyorsunuz, ulaşmayacak işte. Duymayacak o hayvanların sesini, kan kırmızısı boğazın görüntüsünü, duymayacak!

Ayetin metnindeki "fe iza vecebet cunubuha" kelimesinin meali yanlış olduğunu iddia ettiği mealde yer almasına karşılık kendisinin doğru olduğunu iddia ettiği mealde yer almamasını ihsan hocanın unutkanlığına veriyoruz.   
Enam s. 136. ayeti ile  ilgili vardığı sonuç ve o ayeti hacc ile ilişkilendirmesi ancak ayet hakkındaki yaptığı,
"Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında kullanılıyor"şeklindeki yorum ile mümkün olabilir. Ayete dikkat edildiğinde "enam" kelimesinin bu anlama kullanılmadığı aksine "sığırların" "enam" kapsamında olduğuna dair bilgi içermekteyken "metini yorumlama" taktiğini kullanarak "ben yaptım oldu" mantığıyla hareket ederek hacc konusu ile ilgisi olmayan enam s. 135-140 ayetlerini hacc s. deki konu ile ilşkilendirmiştir.
İhsan hocanın,hacc s 37. ayeti ile ilgili söyledikleri , bir ayet ancak bu kadar tahrif edilebilir denilecek cinstendir şöyleki,Allaha ulaşan şeyin kesilen kurbanın eti kanı değil o ibadeti yaparken olması gereken durumdan yani kurban etme eyleminin yapılmasının rabbe karşı olan kulluk bilincinin bir yansıması olması gerektiği vurgulanmasına rağmen ihsan hoca bu ayetten" böyle bir eylemi sakın yapmayın" anlamını çıkartmıştır.Burada takdire şayan olan nokta şudurki ihsan hoca istanbulda kesilen kurbanlardan dolayı boğazın renginin kırmızı olmasından üzüntü duymaktadır hocanın çevreci duyarlılığından ötürü tebrik ederiz.  

                       **********************************************  

Üç yerde daha kurban ile ilgili ayet var. Onları da aktarıp bitiriyorum;
Bakara suresinde İsrailoğullarına “inek kesmeleri” istenir. Bundan maksat Mısır Firavun İmparatorluğu’nun sembolü İnek/Boğa (Bakara) dır. Onunla ilişkinizi tümüyle kesin denmek istenir. (Bakara 67).
Maide suresinde Adem’in iki oğlu kıssası (Kabil-Habil) anlatılır. Kabil haksız yere toprağa çit çevirip özel mülkiyetine geçirir. Onu başkasından saklar. Ondan gelen ürünü Allah kabul etmez. Ama Habil Allah’ın mülkü olarak olarak gördüğü ve kendi emeği ile ekip biçtiği topraktan ürün getirir. Onunki kabul edilir. Buradan Allah’ın mülkünü sahiplenmeyin, kendi emeğinizle geçinin, başkasının (kamunun) hakkını gasbetmeyin, kul hakkı yemekten sakının, Allah sakınanlarınkini (muttaki) kabul eder mesajı verilir. (Maide; 27)
Al-i İmran suresinde Yahudilerin, Hz. Peygamber’i “Kurbanı inkar etmekle” suçladıkları anlatılır. “Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamızı emretti” (Ali-İmran; 183) demektedirler. Onlara göre peygamber kendi bildikleri ve anladıkları tarzda ateşte yanarak kesilen bir kurban (yakmalık sunu) getirmelidir. Muhammed bunu getirmediğine göre kurbanı inkar ediyor demektir. Üstelik bunu onlara Allah böyle söylemiştir. Yakmalık sunu kurbanı apaçık Allah’ın emridir!
Kur’an onlara şöyle cevap verir: “De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?(Ali-İmran; 183).
Cevap çok manidardır.
***
İşte Kur’an’da “kurban” ile ilgili geçen ayetler bunlardır.
Acaba Kur’an’ın ‘kurban haritası’ görünen uygulamalara uyuyor mu?
Ölçün biçin, düşünün.
Benden gözler önüne sermesi…

Yazısının son bölümünde ali imran s. 183. ayetindeki "ateşin yiyeceği bir kurban getirmediği için muhammed sav i kurbanı inkar ettiğini söyleyerek ayetlerini bağlamından kopararak kendi hevasına uygun hale getirmenin örneğini sergilemektedir.   

Sonuç olarak, ihsan hocanın çizdiği harita, o haritayı takip ederek kendisine bir yol arayanları uçuruma sürüklemekten başka bir şeye yaramamaktadır, hacc suresi ayetlerini bağlamına uygun olarak yapılan bir okuma ve anlama çalışmasından ihsan hocanın anladıklarını çıkarmak için çok uğraşmak gerekmektedir. Yapılan mealllerdeki hata ve eksikler üzerinden yola çıkarak bir çalışma yapmasına rağmen kendiside aynı hataları tekrarlamaktan geri durmamaktadır. Yaptığı haritayı izleyerek bulduğunu zannettiği amerika serabında kendisine hayırlı yolculuklar diler kurban bayramını tebrik ederiz.


10 Ekim 2012 Çarşamba

"Allah'a ve Resulune İtaat Edin" Ayetlerini Nasıl Anlamalıyız?

Allah azze ve celle kulu ve elçisi muhammed sav e indirdiği alemler için rahmet ve hidayet olan kitabı, kur'anı kerim deki birçok ayette bizlere "Allah'a ve resulune itaat edin" şeklinde emirler vermektedir (3.132/4.59/5.92/8.46/24.56/47.33/58.13/64.12) . Bu  ayetler üzerinde düşünce üreten insanların bir kısmı bu ayetleri , " Allah'a itaat kitabına itaat, elçisine itaat hadislere itaattır" şeklinde anlayarak müslümanlar arasında telafisi güç fikir ayrılıkları meydana getirmiştir.

Müslümanların tamamı , "Allaha itaat kitabına itaattır" sözü üzerinde herhangi bir ihtilaf içinde olmamışlar , olmalarıda mümkün değildir. Ancak, "resulune itaat hadislere itaattır" düşüncesi üzerinde haklı olarak ihtilaf içindedirler. Allah cc nin indirmiş olduğu kitabın tahrif ve değişime uğramadan elimizde olduğu muhakkaktır. Onun elçisi muhammed sav in bizlere "hadis" adı altında ulaşan sözlerinin sahih olup olmadığı üzerinde müslümanların tamamının aynı düşüncede olmaması hasebiyle kendilerine gelen bir hadisi bir kısım müslümanlar "sahih" olduğu  gerekçesiyle kabul ederken bir kısım müslümanlar aynı hadisi "sahih olmadığı" gerekçesi ile red etmişlerdir. İslam dünyasının hadisler üzerindeki geçerli olan durumunun özeti kısaca bu haldedir.

Durum böyle iken önlerine gelen herhangi bir  hadisi kendi oluşturdukları yöntemler ile  red edenlerin , "elçiye itaat hadislere itaattır" söylemine göre durumları nedir? sorusu akla gelmektedir. Allah cc bizlere "elçiye itaat edin" emrinden kastının "onun söylemiş olduğu sözlere itaat edin" şeklinde anlayanlara göre bazı hadisleri sahih olmadığı gerekçesi ile kabul etmeyenlerin durumu "elçiye itaat etmemesidir". Elçiye itaat edilmemesinin sonucu kur'ana göre küfür sayıldığı için bir kısım hadisleri sahih olmadığı gerekçesi ile red edenler ile aynı hadisi sahih olduğu gerekçesi ile kabul edenlere göre, o hadisi kabul etmeyenin kafir olduğuna hükmetmeleridir. İşte durum islam dünyasında telafisi güç olan bir yara açmış olup hala kapatılmamakta direnilmektedir.

Kur'anın bir çok ayetinde Allah cc bizlere birlik ve beraberliğin önemini ve gerekliliğini vurgulamasına rağmen, "elçiye itaat hadislere itaattır" iddiasının bir sonucu olarak birine göre sahih olan bir hadisi kabul etmeyen bir kişinin durumu onun kafir olmasını gerektirir . Bu iddianın savunucuları bile bugün "hadis"adı altında elimizde olan sözlerin tamamını sahih olarak görmemekte olup kendi söylemleri ile kendilerini kafir ilan etmektedirler. Bu yaman bir çelişki olup aşılması gereken bir durumdur. Bugün herhangi bir dayanağı olmadan oluşturulmuş olan "ehli sünnet" inancı adı altında yine hiçbir dayanak olmadan üretilmiş olan "4 hak mezhep!!" savunucularının dayandıkları farklı mezhebi görüşlerinin temelleri kendilerine gelen hadisleri kabul veya red ederek oluşturdukları düşüncelerdir. Misal vermek gerekirse şafii mezhebinde namazın ruünlerinden biri olan "ref'ul yedeyn" (ruku' a giderken ve kalkarken elleri kaldrımak) hanefi mezhebinde uygulanmamaktadır. Bu gibi misallere çoğaltmak mümkündür, o zaman şunu sormak gerekmektedir şafiinin mezhebinde resul sav in yaptığı bir sünnet ebu hanifenin mezhebinde uygulanmaması ebu hanifenin bu konuda elçiye itaat etmemesi demektir öyleyse ebu hanifenin durumu nedir? sorusunun cevabı nasıl verilecektir.

Ebu hanifenin hadisler konusundaki düşünceleri bilindiği gibi"hadis ehli" fırkası tarafından şiddetli bir biçimde tenkid edilmiş olup onların sahih olarak kabul ettikleri bazı hadisleri kabul etmemiş olması dolayısı ile kafir olduğu ve tevbeye davet edildiği bir gerçektir. Ebu hanifenin hadis anayışı hakkında kendisinden naklediliği söylenen şu sözler bizler içinde geçerli olmasının gerektiğini düşünmekteyiz.

"“Ebu Hanife: “Eğer bir kimse, ‘Peygamber (a.s.)in her söylediğine inanıyorum, ancak Nebi haksız (cevren) konuşmaz ve Kur’an’a muhalefet etmez’ derse, bu, onun, Peygamber’i tasdik ettiğini ve Peygamberi Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şayet Peygamber Kur’an’a muhalefet etse ve Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, Allah Teala, “Eğer Muhammed, bize karşı ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık, hiç biriniz de onu koruyamazdınız” (Hakka 44-47), sözüne uygun olarak, onu kuvvetle yakalar ve şahdamarını koparırdı. Allah’ın Resûlü, Allah’ın kitabına muhalefet etmez. Allah’ın kitabına muhalefet eden de Allah’ın Resûlü olamaz… Nebi’den Kur’an’a aykırı olarak hadis rivayet eden kimseyi red, Peygamber’i red ve onu yalanlama değildir. Bu, ancak, Peygamber’den batıl rivayette bulunan kimseyi reddir. Töhmet bu kimseyedir, Peygamber’e değil. Onun için Peygamber’in söylediği her şey, işitelim, işitmeyelim, başımız gözümüz üstünedir. Buna iman eder, ve Allah’ın Resûlünün söylediğine, olduğu gibi şehadet ederiz. Ve yine şehadet ederiz ki O, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmez. Allah’ın bağladığı bir şeyi koparmaz. Allah’ın nitelediği bir şeyi ona aykırı bir şekilde nitelemez. Şehadet ederiz ki O bütün işlerde Allah’la muvafıktır. Bidat olabilecek hiç bir şey yapmamış, Allah’ın söylediği söze hiç bir şey katmamış ve zorlayıcılardan olmamıştır. Onun için Allah Teala; “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 80), buyurmuştur. ( el-Alim 26-27) s.84-85

Resule itaat meselesi müslümanlar arasında telafisi güç ayrılıklar meydana getirmiş olmasına rağmen bu ayrılıkların en aza indirilmesi imkansız değildir. Bu ayrılıkları en aza indirmek için bütün müslümanların üzerinde ihtilaf etmedikleri tek kaynağın yani kur'anın hakemliğine başvurulması gerekmektedir.

Öncelikle kur'anın, muhammed sav e nasıl bir konum verdiği üzerinde fikir birliği sağlanması gerekmektedir.Bir çok kendisine vahyedilen uyması ve kendisininde ben bana vahyedilene uyarım şeklindeki ayetlerden bizler için ölçü olması gerekli olan kıstasın ne olduğu ortaya çıkmaktadır (6.50/7.203/10.15/33.2/38.70/46.9/53.4) kendisine iletilen vahyin doğrultusunda konuşan bir elçinin vefatından yıllar sonra derlenen sözlerinin sahih olup olmadığı yolundaki ortaya konması gereken kıstas yine kur'andan başka bir şey olamaz.

Kur'anın hiçbir ayeti Allah ile elçisini ayırarak "Allah ayrı ,elçisi ayrı hüküm verebilir" dememiştir. Kur'an ayetlerinde "elçiye itaat edin" emri o elçiyi gönderen rabbe yani onun mesajına itaat edin şeklinde anlaşılmak durumundadır. Elçi olmak demek birisinin mesajını birisine ulaştırmak demek olduğuna göre muhammed sav elçi olarak Allah cc den aldığı mesajı kullarına iletmek o mesajları yaşamak zorundadır.   İsa as ın , al-i imran s. 50 . ayetindeki şu sözleri  elçinin görevini açıklaması bakımından önemlidir . "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim.. Artık Allah'tan korkup sakının ve bana itaat edin.» İsa as için geçerli olan bu durum muhammed sav içinde geçerlidir , bir resul Allah cc nin kulları için neyi helal ve haram kıldığını ancak getirdiği ayetle onun kullarına tebliğ eder.

------[004.100]  Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve resulune hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder.
------[048.010]  Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.

Nisa s. 100. ayetinde  Allah'a ve resulune hicret etmenin nasıl olacağı sorusuna Allah ve resulunun arasını ayırarak cevap verecek olursak Allah'a hicret etmenin nasıl olacağı cevabını ne şekilde verebiliriz? . Fetih s. 10. ayetinde resule biat edenlerin Allah'a biat etmiş olacağı,resul ile ahid yapanların Allah ile ahid yapmış sayıldığını görmekteyiz. yine nisa s. nin 80. ayeti Alah ve resule itaat ayetlerinin ne şekilde anlaşılması gerektiğini bizlere öğreten bir ayettir.
-----[004.080]  Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!
Bu ayet bizlere, Allah cc nin kendisine itaat edilmesi amacı ile elçi göndermiş olduğunu ona itaatın resule itaat edilmesi yani ona gönderdiği mesaja itaat edilmesinden geçtiğini bildirmektedir.

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.