2 Ekim 2011 Pazar

"Tebyinü l Kur'an" dan Tahrifü l Kur'an Örnekleri 9 ( İbrahimin Misafirleri)

"Tebyinül Kur'an" dan Tahrifül Kur'an örnekleri adlı yazı serimize adı geçen eserdeki Hud ve Zariyat surelerinde geçen "İbrahimin misafirleri" kıssası ile ilgili yapılan yorumları yine adı geçen eserden yaptığımız alıntılarla tahrif olduğunu iddia etiğimiz düşünceleri, sayın yazarın eserindeki Kur'an bütünlüğünü hesaba katmadan yaptığı çelişkiler ile ortaya koymak istiyoruz. 

Önce Hud suresi 69. ayetinden itibaren başlayan "İbrahimin misafirleri" kıssası ile ilgili verilen mealleri ve yorumları sayın yazarın eserinden yaptığımız alıntılar ile görelim.

"69-Ve andolsun ki, İbrâhîm'e de elçilerimiz müjde ile geldiler; "Selâm!" dediler. O; "Selâm!" dedi, sonra da saf hâle getirilmiş buzağıyı getirmekte gecikmedi."

Sayın yazar 69. ayet ile ilgili yorumunda, önce "elçilerimiz"(rusuluna) kelimesi hakkındaki düşüncelerini açıklayarak şunları söylemektedir.

"Elde herhangi bir kanıt bulunmamasına rağmen klâsik kaynaklarda bu elçilerin "melek" olduğu dayatılmıştır. Bizim kanaatimize göre ise; bu elçiler İbrâhîm peygamberin o güne kadar tanımadığı, varlıklarından haberdar olmadığı, o yöredeki beşer elçilerdir [peygamberlerdir]. Sayılarının "bir"den fazla olması bu konuda tereddüde mahal vermemelidir; çünkü Yâ-Sîn Sûresinde de bir kente art arda üç elçi gönderildiği bildirilmiştir

Daha önceki yazılarımızda ele aldığımız üzere "melek" kavramı hakkında kur'ani bir düşünce sahibi olmayan sayın yazar "klasik kaynaklardaki dayatma" olarak düşündüğü bu kavrama kendi önkabulleri doğrultusunda ayrı bir anlam yükleyerek ibrahim as a gelen elçilerin "beşer" olduğu dayatmasını yapmaktadır. Bu dayatmayı yasin suresinden konu ile alakası olmayan verdiği bir örnekle destekleme yoluna gitmektedir. Sayın yazarın hacc suresi 75. ayetine kendi sitesinde verdiği meal çelişkisini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir.Bu ayete "75-76. Allah meleklerden, elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler yalnızca Allah'a döndürülür." şeklinde bir meal veren sayın yazar hac suresi 75. ayetine verdiği meal ile hud suresi 69. ayetine verdiği anlam arasındaki çelişkiyi farkederek tutarlı olmak!! açısından kitap haline getirilmiş mealinin 2011 baskısında o ayetide tahrif etmek gerektiğini farkederek hac suresi 75. ayetine ,"Allah haberci ayetlerdende elçiler seçer,insanlardanda elçiler seçer" şeklinde bir meal vererek aradaki tutarsızlığı gidermiştir!!.

69. ayetteki "biiclin hanizin" kızartılmış buzağı kelimesi ile ilgili olarakta şu yorumu yapmaktadır

"İbrâhîm peygamberin misafirlerine sunduğu buzağı, bu Âyette hanîz sözcüğüyle, Zâriyât Sûresinin 26. Âyetindeki semîn sözcüğüyle nitelenmiştir. Gelenekçiler bu iki nitelemeyi –sırasıyla– "kızartılmış" ve "semiz" olarak aktarmışlardır. Ne var ki, koskoca buzağının kızartılamayacağını ve aynı buzağıyı niteleyen "kızartılmış" ifadesi ile ancak canlı bir hayvan için kullanılan "semiz" ifadesi arasındaki çelişkiyi hiç dikkate almayarak bariz bir hata içine düşmüşlerdir. Çünkü misafire tavuk hatta kuzu kızartılıp ikram edilmesi makul olmakla beraber bir buzağının kızartılıp bütünüyle ikram edilmesi akıllardan uzak bir durumdur. Ayrıca gelenekçilerin nitelemelerine göre, konumuz olan Âyetteki buzağı "kızartılmış" yani ölü bir buzağıdır. Zâriyât Sûresinin 26. Âyetinde ise aynı buzağı "semiz" yani canlı bir buzağıdır. Bu durumda iki Âyet arasında bir çelişki söz konusu olmaktadır ki, bu asla mümkün değildir.
Bize göre, bu olaydaki "buzağı" ile kastedilen anlamın te'vîline o buzağının sıfatları olarak bildirilen "hanîz" ve "semîn" sözcüklerinin gerçek anlamlarından yola çıkarak ulaşmak gerekmektedir."

 Sayın yazar burada kendi önkabulleri ve vahye tabi olmayan aklını devreye sokarak buzağının kocaman olduğunu dolayısı ile tavuk veya kuzu kızartmasının daha makul!! olduğunu iddia etmektedir. Halbuki "misafir umduğunu değil bulduğunu yer " atasözü gereği ibrahim as da misafirlerine evinde olan bir yiyeceği  ikram etmeye kalkmıştır. Ayrıca zariyat suresi 26. ayetindeki "biiclin seminin" semiz buzağı tabiri ile, hud suresi 69. ayetindeki "biiclin hanizin" kızartılmış buzağı tabirini çelişki olarak görüp kızartılan bir buzağının ölü, semiz bir buzağının diri olması gerektiğini iddia ederek arada bir çelişki olduğunu iddia etmektedir. Sayın yazar ,buzağının kocaman bir hayvan olduğunu ve onun kızartmanın zor olduğunu düşünüp, ibrahim as ın misafirleri için "semiz bir buzağıyı" kızartmış olabileceğini düşünmemesi dikkat çekicidir. Madem aklı öne çıkarıyorsun  buradada şöyle bir mantık yürütüpte, ibrahim as ın " kızartılmış semiz bir buzağıyı" gelebilecek olan misafirleri için her zaman hazır tuttuğu ve gelen resullerede bu hazır olan "kızartılmış semiz buzağıyı" onlara ikram ettiğini neden hesap etmiyorsun diye biri çıkıp sormazmı acaba? 

"Haniz" kelimesine "lisanul arap" ta verilen "arıtılmış, içindeki fazlalıklar atılmış" anlamından hareketle bir hayvanı kızartmak için içinin temizlenmesi gerektiği , dolayısı ile ibrahim as ın gelen misafirlerine " içi temizlenmiş taze bir buzağı kızartması" sunmuş olacağı anlamını kendi önkabulleri açısından yanlış olduğunu düşünen yazar " semin" kelimesi içinde " güç veren anlamını kullanmıştır. Ancak yusuf suresinde 43. ve 46. ayetlerinde "simanin" olarak geçen bu kelimeye yine kendi yaptığı mealde "semiz" anlamı vermiştir.

Yazar 69. ayet ile gerekli tahrifatları yaptıktan sonra bomba haberi patlatarak şunları yazar. 

"Buzağının sıfatları olarak verilen her iki sözcüğün yukarıda belirttiğimiz anlamları birleştirildiğinde, buradaki buzağının "saf hâlde bulunan" ve "güç veren" bir buzağı olduğu anlamına ulaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, biz bu buzağının A'râf Sûresindeki "aldatıcı sesi olan ceset buzağı" gibi "altın" olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu te'vîlimize göre, İbrâhîm peygamber müjdeci elçilere müjdelik olarak "altın" vermiştir."  

"Haniz" kelimesini "saf halde bulunan" , "semin" kelimesinide "güç veren" olarak tahrif eden yazarımız, bomba haberinde, ibrahim as ın gelen misafirlerine, getirdikleri müjde karşılığında "altın buzağ ıhediye ettiği iftirasını pişkinlikle yazmaktadır. Artık burada tahrifi bile şirazesinden çıkarmıştır. Yazarın iddia ettiği gibi ibrahim as gelen misafirlerine, getirdikleri müjde karşılığında altın vermesini bir an için kabul ettiğimiz düşünecek olursak hediye edilen altın buzağı müjde verilmeden öncedir. Hangi gelenekte müjde verilmeden önce hediye verildiğini sayın yazar burada belirtmemiştir. Sayın yazar konuya şu şekilde devam etmektedir.

"Âyetten anlaşıldığına göre, İbrâhîm peygamberin ikram olarak takdim ettiğine ['altın'a], misafirleri [elçiler] el sürmemişler, daha doğrusu sürememişlerdir. Çünkü onlar elçidir ve daha evvel birçok Âyette bildirildiği gibi, görevleri gereği yaptıklarına karşılık herhangi bir ücret almaları söz konusu değildir.
Verilen hediyeyi almamaları üzerine İbrâhîm peygamberin korkuya kapılmasından, verilen hediyenin veya yapılan ikramın reddedilmesinin o günün geleneğinde husumet ve düşmanlık belirtisi sayıldığı anlaşılmaktadır. İbrâhîm peygamber gaybı bilmediği, kendileri açıklayıncaya kadar misafirlerin elçi olduğunu anlamadığı için geleneğe göre düşmanca sayılan bu davranıştan dolayı korkuya kapılmıştır.
Bu durumdan çıkan bir diğer sonuç da Allah bildirmediği sürece peygamberlerin gaybı bilmesinin mümkün olmadığıdır. "

"ibrahimin misafirleri" kıssası kur'anda 3 yerde geçmektedir. hud suresindeki kısmında, yazarın iddia ettiği verilen müjde karşılığında altın buzağının!! hediye edilmesi ibrahim as a çocuk müjdesi verilmeden önce , hicr suresindeki kısmında altın buzağı!! hediye edilmeden müjde verilmektedir, zariyat suresindeki kısmında ise altın buzağı !! hediye edilmesi verilen müjdeden öncedir. Kıssanın hicr ve zariyat surelerinde geçen bölümlerinden görüldüğü üzere ibrahim as gelenekleri ters yüz ederek müjde verilmeden önce gelen müjdecilerin hediyesini takdim etmeye kalkmıştır!!. Halbuki kur'an dışı önkabuller ile kıssaya bakmak yerine kur'ani bir gözle bakmayı deneseydi böyle saçma ve iftira dolu bir çıkarımda bulunup kendini traji komik bir duruma düşürmeyebilirdi. 

Kıssaya baktığımız zaman, gelen misafirlerin insan şeklinde gelmeleri hasebiyle onların tanımayan ibrahim as onlara diğer misafirlerine ikram ettiği gibi ikramda bulunmuştur. Zariyat suresi 27. ayetinde gördüğümüz üzere onlar "ele te'kulun" diye yemelerini teklif etmiştir. İkram edilen" kızartılmış semiz buzağı"eğer sayın yazarın iddia ettiği gibi "altın buzağı" olsaydı misafirler bunu nasıl yiyeceklerdi? yada eğer bu yenmesi gereken bir şey olmasaydı ibrahim as neden "yemezmisiniz" diye sormuştur ?. Yazar zariyat suresi 27. ayetindeki "ele te'kulun" yemezmisiniz? kelimesinide "nasiplenmezmisiniz" şeklinde çevirerek bunuda halletme! yoluna gitmiştir.

71. ayetteki karısının ayakta olması ile ilgili  olarak şu yorumda bulunmaktadır yazarımız. 

"Ayette İbrâhîm peygamberin karısının قائمة - gâime olduğu ifade edilmiştir. Bu ifade mealciler tarafından genellikle "ayakta dikiliyordu" şeklinde çevrilmiştir. Hâlbuki kıssadaki anlatıma göre olayların gelişiminde İbrâhîm peygamberin karısının ayakta durmasının veya oturmasının yahut da yatmasının hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla buradaki gâime ifadesinin başka bir anlamı olmalıdır.
Bize göre, buradaki gâimelik "ayaklanmışlığı, baş kaldırmışlığı" ifade etmektedir. Buna göre, İbrâhîm peygamberin karısının gâime oluşu, onun kocası ile arasının açık olduğunu ifade etmektedir. Bu durum, İbrâhîm peygamber ile karısının ayrılma, boşanma safhasında olduklarını göstermektedir. Nitekim gıyâm sözcüğü "siyasî baş kaldırma" anlamında olup sözcüğün Kur'ân'da bu anlamda kullanıldığı birçok Âyet vardır:" 
Ayetteki "gaimetün" kelimesinden ibrahim as ın karısının ona başkaldırdığı ve boşanma safhasında olduları çıkarımını yapan sayın yazar gelen resullerin ibrahim as ın eşine hitaben " Allahın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir ey ev halkı" demesi ile ibrahim as ın karısının ona başkaldırmış biri olduğunu ve boşanma safhasında nasıl bağdaştırdığını anlamak zordur desek bizim için pek zor değildir. Sayın yazarın bu ve bundan önceki yazılarımızda örneklerini verdiğimiz tahriflerinden çıkardığı sonuçlar bu çıkarmış olduğu sonuçlar ile aynı sayılır. 

Bu tahrifini 72. ayet içine koyduğu parantez ile pekiştirmeye çalışan yazar bu ayete verdiği mealde açtığı parantez içi yorum dikkate şayandır. ( O [İbrâhîm'in karısı] dedi ki: "Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir "acuz"um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!)  Önkabulleri doğrultusunda yaptığı parantez içi tahrif ile ibrahim as ı bile incitmekten çekinmeyen yazar başkalarını mesnetsiz nakiller ile suçlayıp kendisnini mesnetli !!! nakillerini bu şekildeyapmaktan imtina etmemektedir. 

Sayın yazarın eserinin bir çok yerinde olduğu gibi buradada kelimelerle nasıl oynadığının örneğini "acuzun" kelimesi üzerine yazdıklarından örnekler vermek istiyoruz.  

"'ACÛZ SÖZCÜĞÜ:

Bu sözcük "yaşlı" demek olduğu gibi, "geniş kalçalı" veya "kocası yaşlı, kendine uygun kocası olmayan, dengini bulmamış, zavallı, bahtsız, kara bahtlı genç hanım" anlamlarına da gelmektedir. [52–20]
Yukarıdaki anlamlardan ele aldığımız konuya en uygun düşeni sonuncusudur. Çünkü İbrâhîm peygamberin karısının 72. Âyette bildirilen Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir 'acûz'um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey şeklindeki sözleri, onun genç, doğurmaya elverişli bir kadın olduğunu göstermekte, buna karşılık İbrâhîm peygamberi ise yaşlı (Zâriyât Sûresinin 26. Âyetine göre agîm, kısır) biri olarak tanıtmaktadır. Dolayısıyla İbrâhîm peygamberin karısı, verilen müjdeye kocasının yaşlılığı ve kısırlığı dolayısıyla gülmüştür. Onun bu anlayışı, içinde bulunduğu durum sebebiyle kendini nitelediği 'acûz sözcüğünü "zavallı, çileli, dengini bulmamış" anlamında kullanmış olmasını gerektirmektedir. Nitekim müjdeye şaşıran İbrâhîm peygamber de –Hicr Sûresi'nde– şaşkınlığına gerekçe olarak yaşlılığını göstermiş, karısı ile ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır:""

Kelimeler üzerinde nasıl oynadığını görmek için A-CE-ZE kelimesinin lügat anlamını ele almak istiyoruz. Bu kelime "elmüfredat"ta şu şekilde açıklanmaktadır."insanını arka geri kısmı tarafı(yani kaba eti).Başak şeylerin arka geri kısmıda buna benzetilmiştir (kamer s.20 örneğinde). "aczun" sözcüğü temelde" birşeyden geride arkada olmak yada kalmak,ve onun bir işin, meselenin "aczunda" yani arkasında meydana gelmesi demektir. Yaygın kullanımda"bir nesneyi yapmada eksik gelmenin, ona güç yetirememenin anlamı haline gelmiştir."kudret" sözcüğünün zıddıdır. "EL ACUZ"( kocakarı) "pek çok işi yapmaktan ACİZ kaldığı için böyle adlandırılmıştır.  

Yazarın bu kelimeye verdiği ""geniş kalçalı" veya "kocası yaşlı, kendine uygun kocası olmayan, dengini bulmamış, zavallı, bahtsız, kara bahtlı genç hanım" "anlamları "aceze" kelimesinin esas anlamları ile bir alakası yoktur. Verdiği anlama göre ibrahim as ın karısı genç ve doğurgan ve kara bahtlı zavallı bir kadındır!!, Şuara s. 171. ayetinde ve saffat s.135. ayetinde lut as ın hanımı içinde "acuzen" şeklinde kullanılan bu kelimeyede "zavallı ve bahtsız" kadın olarak meal veren yazar o kadının ve ibrahim as karısının acaba resul karıları oldukları içinmi zavallı ve bahtsız şeklinde bir meal vermiştir. Lut as ın karısının ona iman etmediği ve geri kalıp helak olanlardan olduğu malumdur.Sayın yazara göre ibrahim as ın karısının "acuzluğu" lut as ın karısı gibi bir müşrik olmasımıdır? yoksa haşa ibrahim as gibi bir kocaya düşerek dengini bulmamış ,zavallı,bahtsız kadın olmasımıdır? bu tarafı izaha muhtaçtır. 


Parantez içi tahrif yapmadan " Vay, dedi, doğuracak mıyım? Ben bir acuz, kocam da bu bir pir iken, her halde bu çok acîb bir şey""olan hud s.72. ayetinin mealine bakarsak ibrahim as ın karısının ah vah etme sebebi kocasının ve kendisinin çocuk sahibi olmayacak kadar yaşlı olmalarıdır. Ancak sayın yazar tahrifte şiraze tanımayıp gelen resuller konusunda onları "beşer" yapmakla yetinmeyip ibrahim as ın karısı üzerinde kelime üzerinden spekülasyonlar yapıp adeta"tahrifte sınır yoktur" sloganı ile yola çıkmasının hakkını vermeye çalışmaktadır. 


                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 

3 yorum:

  1. yüregine sağlik hocam

    YanıtlaSil
  2. ellerine sağlık abi çok güzel çalışma Allah (c.c.) razı olsun. zaten ayette geçen > rusüluna< elçi kelimesi kuranda şu ayetlerde geçmektedir.

    Ve lemma caet rusülüna ibrahıme bil büsra kalu inna mühliku elhi hazihil karyeh inne ehleha kanu zalimın (ankebut 31)


    Elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde: 'Biz şu kasabanın halkını HELAK edeceğiz. Şüphesiz oranın halkı zalimler oldular' dediler. (ankebut 31)



    Kale inne fıha luta kalu nahnü a'lemü bi men fıha le nünecciyennehu ve ehlehu illemraetehu kanet minel gabirın(ankebut 32)


    “Ama orada Lût var” dedi. Onlar, “Orada kimin bulunduğunu biz daha iyi biliriz. Biz, onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı başka. O, geri kalıp helâk edilenlerden olacaktır.” (ankebut 32)



    Ve lemma en caet rusülüna Lutan sıe bihim ve daka bihim zer'av ve kalu la tehaf ve la tahzen inna müneccuke ve ehleke
    illemraeteke kanet minel gabirın (ankebut 33)


    Elçilerimiz Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz, seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O, geride kalıp helâk edilenlerden olacaktır.” (ANKEBUT 33)


    -------------------------



    Em yahsebune enna la nesmeu sirrahüm ve necvahüm bela ve rusülüna ledeyhüm yektübun (ZUHRUF 80)


    Yoksa onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar? Hayır, onların yanında elçilerimiz herşeyi yazıyorlar. (ZUHRUF 80)


    -----------------------



    Ve hüvel kahiru fevka ıbadihı ve yürsilü aleyküm hafezah hatta iza cae ehadekümül mevtü teveffethü rusülüna ve hüm la
    yüferritun (ENAM 61)


    Ve O, kullarının üstünde kuvvet ve güç sahibidir.Ve üzerinize muhafaza edici gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu elçilerimiz vefat ettirir. Onlar (görevlerinde ) kusur etmezler. (enam 61)


    ------------------------



    Fe men azlemü mimmeniftera alellahi keziben ev kezzebe bi ayatih ülaike yenalühüm nesıybühüm minel kitab hatta iza
    caethüm rusülüna yeteveffevnehüm kalu eyne ma küntüm ted'une min dunillah kalu dallu anna ve sehidu ala enfüsihim ennehüm
    kanu kafirın (araf 37)


    Kim, Allah’a karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha zalimdir? İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan) payları erişir. Sonunda kendilerine elçilerimiz, canlarını almak için geldiğinde, “Hani Allah’ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?” derler. Onlar da, “Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular” derler ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler. (araf 37)

    YanıtlaSil
  3. Meleklere sizler şirk koşarak iman ediyorsunuz.

    Yer yüzünde melek olsa idi rasul olarak melek gönderilirdi.

    Siz ayetleri örtmekle DOĞRU YOLDA OLDUĞUNUZU MU SANIYORSUNUZ.

    Müşrikler de sizin gibi anlamışlar melek gelmeden iman etmeyiz demişler.

    İnsanların çoğu hüsrandadır, inanırlar ama şirk koşarak

    Siz yahudilerin inançları ile onların kaynaklarını baz alırsanız bocalar durursunuz.

    YanıtlaSil