İnsanlara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnsanlara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ağustos 2017 Cumartesi

Allah (c.c) Neden İnsanlara Kitap ve Elçi Gönderir?

Allah (c.c), son elçi Muhammed (a.s) a kadar sayısını kendisinin bildiği elçiler ve kitaplar göndermek sureti ile kullarının yaşamına müdahale etmiş, onların kendi emirleri hilafına yaptığı hataları, elçilere indirdiği kitaplar ile ikaz etmek sureti ile, kullarının kendisinin istediği yönde hayat sürmelerini istemiştir. Binlerce yıllık insanlık tarihini kısaca, elçilere tabi olanlar ile elçilere olmak istemeyenler arasında geçen mücadeleler olarak özetlemek mümkündür.

Günümüze geldiğimizde ise, bazı kimseler tarafından elçi ve kitapların insan hayatını yönlendirmesi noktasında gerekli olup olmadığı konusunun gündem yapılmaya, kitap ve elçileri hayattan çıkarmayı amaçlayan bir söylem üretilmeye çalışıldığına şahit olmaktayız. İşin ilginç olan tarafı ise, bu konuyu dile getiren kimselerin bir kısmının daha önceden Kur'an Müslümanlığı söylemini dile getirmekte olmaları, şimdilerde ise Kur'an'ın insan hayatına müdahalesi ret etmek için ortaya bu tür iddialar atmaya çalışmalarıdır.

Kitap ve elçilerin insan hayatını yönlendirmesinin gereksiz olduğunu iddia edenlerin ortaya attıkları gerekçelerden bir tanesi ise, insanın yaratılışında mevcut olan ve adına AKIL, VİCDAN, FITRAT dediğimiz melekelerin bu konuda yeterli olacağı, insanların bu melekelerin yönlendirmesi  ile doğruyu bulabilecekleri şeklinde ortaya atılmaktadır.

Bu iddiaların ortaya atılmasında, son yıllarda Kur'an'ı anlama yöntemi olarak önerilen Tarihselcilik düşüncesinin önemli rol oynadığını söyleyebiliriz. Kur'an'ın belli bir zaman, mekan ve coğrafyada yaşayan insanlara indiği, muhteviyatının sadece onlara hitap ettiği, bugün bu kitabın bizlere dair herhangi söyleyebileceği bir şeyin olmadığı şeklinde ortaya atılan tarihselcilik söyleminin bu konuda rol oynadığını, Kur'an'ın anlaşılmasında tarihi arkaplanı bilmenin gereğini iddia eden tarihsel okuma yöntemini kast etmediğimizi hatırlatmak isteriz.

Burada şöyle bir soru akla gelmektedir, Akıl, Vicdan, Fıtrat gibi melekeler, elçi ve kitaplara ihtiyaç duyulmaması için yeterli ise, bu melekeler ilk insandan beri mevcut olduğuna göre, Allah neden o insanlara elçi ve kitaplar göndermiştir?. Eğer bu melekeler insan için yeterli ise, neden dünyadaki tüm insanlar bu melekeleri kullanarak dünyayı cennete çevirmek yerine, cehenneme dönmesini sağlıyorlar?.

İddiaya göre, insanda var olan bu melekeler, kitap ve elçilerin yönlendirmesine gerek bırakmayacak şekilde insanlara doğruyu bulmada yardımcı olacağına, Allah (c.c) de insanlardaki bu melekelerin yaratıcısı olmasından dolayı bunları bildiğine göre, neden bütün bunlara rağmen elçiler ve kitaplar göndererek insanların hayatlarına müdahale etmek gereği duymuştur?. 

                                            İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?
                                                                                                       (Kıyamet s. 36)        

Bu sorunun cevabını Kıyamet s. 36. ayetinden başlayarak bulmak mümkündür. Allah (c.c) insanı başıboş yaratmamıştır, elçiler ve kitaplar insana bir sahibinin olduğunu hatırlatan en önemli belgelerdir. Elçiler ve kitapların gönderiliş nedenini en kısa bir cümlede  özetlemek gerekirse bunu söyleyebiliriz. Peki neden Allah (c.c) insana, "Ben seni Akıl, Vicdan, Fıtrat gibi melekeler ile donattım, bunlar senin doğru yolu bulmana yarar, bunun haricinde başka şeylere ihtiyacın yoktur"  diyerek dünyaya salıvermemiştir?.

[001.002] Hamd, tüm alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

Kur'an'a baktığımızda kendisini bizlere Alemlerin Rabbi olarak tanıtan Allah (c.c), böyle bir payeyi hak etmesinin nedenini yine kitabında açıklamaktadır. Gördüğümüz ve göremediğimiz her şeyin yaratıcısı, ve bunların devamı için gerekli olan gücün sahibi olduğunu bizlere haber veren Allah (cc) kendisini bizlere mülkü elinde bulunduran bir hükümdar tasviri ile anlatmaktadır. 

[067.001]  Ne yücedir o ki mülk onun elinde ve o her şey'e kadîrdir.

Yönetmek ile görevli olduğu topraklarda asayiş ve güvenliği sağlamak için, halkın uyması gereken bir takım kanun ve uygulamaları devreye sokmak nasıl her hükümdarın en doğal hakkı ve görevi ise, yarattığı insanların kendi mülkünde nasıl hareket edeceklerine dair kanunlar ve uygulamalar devreye koymak, Allah'ın da en doğal hakkıdır. Allah (c.c) bu hakkını ise elçileri vasıtası ile gönderdiği kitaplarla bizlere bildirmektedir.

Nasıl ki insanlar yaşamış olduğu topraklarda mevcut bulunan kanun ve hükümlere aykırı davranışlar yaptığında cezalandırılmayı hak ediyorsa, Allah'ın mülkünde yaşayan insanlarda onun koyduğu yasalara aykırı davranışlarda bulunduklarında cezalandırılmayı hak edeceklerdir.

İnsan, Allah'ın yaratmış olduğu alemlerden olan, ve adına Dünya denilen bir yerde yaşayan varlık cinslerinden birisidir. Bu varlık cinsinin en önemli özelliği ise, iyilik ve kötülüğe meyyal bir yapısı olmasıdır. 

[076.003] Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Yaratılış hamurunda her iki uca da meyyal olma özelliği olan insan, yaşamı içinde yaptığı, İyi veya Kötü olarak değerlendirilen amellerinin hepsini, Kur'an'ın Semi, Basar, Fuad olarak bildirdiği duyu organlarını kullanarak yapmaktadır. Allah'ın bizlere kendisini RAB olarak tanıtmasının tezahürlerinden bir tanesi, bu kelimenin anlamına uygun olarak, insanın yaşamı içinde ona gerekli olan her türlü ihtiyacını karşılaması şeklinde karşılık bulması olduğunu hatırladığımızda, insanın eğitim ve öğretime olan ihtiyacını da karşılayan Allah (c.c) dir. Ancak bu eğitim ve öğretimin önünde duran ve insanı her an bu yoldan saptırmaya çalışan önemli bir etken vardır.

Şeytan, bu bağlamda insanı kötülüğe sevk eden en önemli unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'an'ın İblis adı ile temsili bir kişilik olarak bize sunduğu bu kavram, onun sözleri üzerinden insanın nasıl kötülüğe sevk edilebileceğini göstermektedir. Şeytan dediğimiz zaman artık aklımıza insanın haricinde ontolojik mahiyete sahip  ayrı bir varlık türü değil, insanı kötülüğe sevk eden her türlü unsur akla gelmekte, onun ayağını kaydırarak cehenneme yuvarlanmasına sebep olan her türlü etken bu isimle anılmaktadır. 

Şeytan faktörü insan hayatı için çok önemli olup, boşluk kabul etmeyen insan fıtratının Allah (c.c) kabul etmemesinden dolayı ortaya çıkan boşluğu, şeytan doldurmaktadır. Şeytan, sadece teolojinin alanı içine değil, hayatın bütününe giren bir kavramdır. Biz bu kavramı sadece teolojik tartışmalar içine hapsetmemizden dolayı, bu kavramın insan hayatı içindeki yeri ve insana olan zararları maalesef yeterince anlaşılamamaktadır.

Doğuştan 
Semi, Basar, Fuad ile donatılan insan, Şeytan faktörü olmadığı takdirde bu melekelerini iyilik doğrultusunda kullanabilme imkanı mevcut olmasına rağmen, bütün insanlarda mevcut olan her iki uca meyyal olma durumu, doğuştan gelen melekelerin, şeytan faktörünün etkisi ile doğru yönde kullanılamamasının verebileceği zararlardan korunmak için bir klavuza sahip  olması ihtiyacını doğurmuştur.

Yarattığı insanların Rabbi olmasının kendisine verdiği hak ve yetkiye dayanarak, onların eğitici ve öğreticisi olma hakkına sahip olan Allah (c.c) nin insanları eğitmek ve öğretmek için klavuz olarak gönderdiği elçi ve kitapların hayatımızdaki önemini şu şekilde örneklendirebiliriz;

Beyaz Eşya olarak bildiğimiz ürünlerin hepsinde, Kullanma Klavuzu adı ile bildiğimiz bir kitapçık bulunmaktadır. Bu ürünleri alanlar yetkili servis elemanlarının yaptığı kurulum ve onların yol göstermesi olmadan, izinsiz olarak ürünü kullanmaya kalktıklarında doğacak aksaklıklardan yetkili servisler sorumlu değildir. Çünkü yetkili servisin ve kullanma klavuzunun talimatlarına uymamak sureti ile üründe arıza meydana gelmesine sebep olmuştur.

Yetkili servis elemanlarını bir elçi, aldığımız ürünlerde bulunan kullanma klavuzlarını da bir kitap olarak gördüğümüzde, elçi ve kitapların insan hayatındaki önemi daha kolay anlaşılabilecektir. Yaşadığı hayatı elçi ve kitap yönlendirmesi olmadan yaşamaya çalışan insanların da doğacak arızalardan dolayı ödeyecekleri bedelin, ebedi cehennem olduğu yine kitap içindeki ayetlerde bildirilmektedir. 

Şimdi,  elçi ve kitapların insan hayatı için önemine dikkat çektikten sonra, elçi ve kitapların gereksiz olduğunu iddia etmek ne anlama gelecektir? sorusunun cevabını aramaya çalışalım.

Elçi ve kitaplar insanın başıboş olmadığını hatırlatması açısından önemli belgeler olduğuna göre, bir insanın kendisi için elçi ve kitabı gereksiz görmesi, onun Allah'ın murakabesi altına girmek istememesi anlamına gelecektir. 

Kur'an'ın bir çok ayeti Allah'ın insana verdiği nimetlerden bahsetmektedir. Bu bahsetmenin sebebi, insanın kendisini bunca nimeti verenin karşısında acizliğini bilmesi, kendisini ona borçlu hissederek minnet altında kalmasını sağlamaktır. Bu noktada Din kelimesinin Borç anlamına gelmiş olması da dikkat çekicidir.

İnsanın kendisini birisine karşı borçlu olduğunu bilmesi, ona karşı minnet duymasını da beraberinde getirmektedir. Kulun kendisine karşı her türlü nimeti sunan Allah'a karşı duyması gereken minnet, onun kendisi ile ilgili isteklerine olumlu cevap şeklinde olması gerekmektedir. Biz bir insandan gelen bir nimete bile şükür ile karşılık vermek, teşekkür etmek ihtiyacını hissederken, bize her türlü nimeti verene karşı şükür ile karşılık vermek yerine nankörlük yapmak af edilir bir şey değildir. Bize bir insandan gelen nimete karşı ona küfretmek aklımızın ucundan dahi geçmez iken, Allah'tan bize gelen nimetlere karşı nankörlük etmek hangi aklın ürünü olabilir?.

Kitap ve elçiler, insandaki akıl, fıtrat, vicdan gibi melekelerin hangi yönde çalışması gerektiğini hatırlatmak için geldiklerine göre, insandaki bu melekelerin bu rehberlikten bağımsız kaldığında doğru şekilde çalışacağı garantisi yoktur. Çünkü Şeytan faktörü her zaman bu melekelerin yanlış yönde çalışması için iş başındadır. Akıl, fıtrat, vicdan eğer elçi ve kitaplardan bağımsız bir yol tutmak isterse, onlardan boşalan bu yeri başka rehberler dolduracaktır. Boşluk kabul etmeyen bu melekeler, bazı insanlar tarafından her ne kadar doğru şekilde çalışacağı düşünülse dahi, Şeytan faktörü bu melekelerin doğru yönde çalışmamasında önemli rol oynayacaktır.

Kitap ve elçilerin artık gereksiz olduğunu iddiasını dile getirenlerin bir kısmının Deist düşünceye sempati duydukları malumdur. Bu düşüncenin temelinde Allah'ın yaratıcı olduğunu kabul etmekle birlikte, onun insanlar üzerindeki tasarruf hakkını ret etmek yatmaktadır. 

Eğer bir kimse doğduğu topraklarda kitap ve elçi çağrısından mahrum bir hayat sürerek, sadece kendisini ve yaşadığı alemi bir yaratan olduğunu bilerek bir yaşam sürdüğü yani Doğuştan Deist olduğu takdirde, onun ahirette kurtuluşa ermesi mümkün olabilir. Fakat kitap ve elçi çağrısı ile muhatap olmuş, hele hele yaşamının bir kısmını bu kitap elçinin çağrısına uygun bir hayat sürmüş ve Sonradan Deist olmuş ise, bu kimsenin ahirette kurtuluşa ermesi biraz zor gözükmektedir.

Elçi ve kitapların ortak mesajı, insanların rabbi ve ilahı olarak sadece Allah'ın bilinmesi ve o yönde bir hayat sürülmesi gereğini hatırlatmaktır. Şayet insanlar bu mesajlardan soyutlanmış bir hayat sürmek istediklerinde, bu hayatın Kur'an literatüründeki adı Şirktir. Fıtri melekelerini kullanarak elçi ve kitap rehberliğinden bağımsız bir hayat sürdüğünü iddia edenlerin sürecekleri hayat, onları asla tevhidi bir yaşama götürmeyecektir.

Her doğan kişinin fıtrat üzere doğduğu, bu fıtratın sonra çeşitli yollarla yönlendirilebileceği şeklindeki Muhammed (a.s) a atfedilen rivayetin doğruluk payı olduğu muhakkaktır. Kimsenin Hay Bin Yekzan misali ıssız bir adada yalnız başına büyüyerek, fıtratını zararlı dış etkenlerden koruma imkanı olmadığına göre, fıtratın dış etkenlerden korunmasında önemli rolü bulunan, elçi ve kitapların fonksiyonu asla dışlanmamalıdır.

Tarih boyunca dünyanın kan gölünde boğulmasına sebep olan ve halen sebep olmakta olanların da diğer insanlar gibi doğuştan vicdan sahibi olarak yaratılmışlardı, ancak onların bu vicdanlarını Şeytan esareti altına alarak, doğru yönde kullanmalarına engel olduğu unutulmamalıdır.

Sonuç olarak; Elçiler ve kitaplar göndermek sureti ile kendi mülkünde nasıl yaşanılması gerektiğini bizlere öğreten Allah (c.c) nin bu öğretisinin gereksiz olduğunu Kur'an'ın tarihsel bir kitap olduğu gerekçesi ile ret etmeye kalkmak, açık bir inkardır. Elbette insanların yaşadıkları hayatta istedikleri yolu seçme özgürlükleri bulunmaktadır, bu yolu değiştirmeleri için kimsenin kimseye baskı yapma hakkı yoktur. 

Kur'an'ın muhteviyatında sadece indiği zaman ve mekan ile sınırlı olabilecek ve bugüne dair herhangi bir mesajı olmadığını düşünebileceğimiz ayetler olsa da, bu kitabın tamamının tarihsel olduğu anlamına gelmez. Bu düşünce kendisini Kur'an'ın bağlayıcılığından sıyırmak isteyenlerin sadece inkarlarına getirebilecekleri bir bahane olacaktır.


                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.