24 Kasım 2025 Pazartesi

Mü'min s. 46. Ayeti Çerçevesinde Kur'an Okumalarımızın Serencamı

Bundan önceki bir yazımızda Ahzab s. 69. ayetini ele alarak Kur'an okumalarımızda yaptığımız bazı hataları ele almaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise Mümin s. 46. ayetini ele alarak yaptığımız okuma hatalarını ele almaya çalışacağız.

Ayetin çevirisi şu şekildedir:

--- Mü'min s. 45- 46- Böylece Allah onu, onların kurduğu tuzakların kötülüklerinden korudu ve Firavun'un hanedanını ise o azabın kötüsü o ateş kuşattı. Onlar sabah serinliği ve akşam karanlığı (sürekli olarak) ona sunulurlar. Ve o anın ayağa kaldırılacağı gün ise: "Firavun'un hanedanını o azabın en çetinine girdirin" (denilecektir).

Tabi ki bu ayetin önceden gelen bir bağlamı bulunmaktadır ve anlama çalışmasının bu bağlam gözetilerek yapılması gerektiği malumdur. Biz burada konuyu farklı bir açıdan ele alacağımız için sadece konumuz ile ilgili ayetin çevirisini veriyoruz.

Mümin s. 46. ayeti denildiği zaman ilk akla gelen şey, bu ayetin kabir azabına dair delil sunan bir ayet olduğudur. Tefsirlere bakıldığında da bu ayet hakkında ilk söylenilen şeyin bu olduğu görülecektir.

 Bu ayet hakkında böyle bir iddiada bulunulması dahi kabir azabı olarak bilinen konunun dışardan devşirilme olduğunun, yani Kur'an'ın bu konuda böyle bir beyanı olmamasına rağmen, Kur'an'ın ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar geçen zaman aralığında, yaşamında ateşi hak edecek işler yapmış olan bir kimsenin yeniden dirilişe kadar kabrinde azap göreceği meselesinin başka kültürlerden ithal edilen bir konunun sonucu olduğunun delilidir.

Çünkü, Kur'an okunurken öncelikle bir ayetin neye delil olabileceği değil, o ayetin okuyucuya nasıl bir mesaj vermiş olabileceği yönünde düşüncelerin ortaya çıkması gerekmektedir. Eğer bir ayet bir şeye delil olarak sunulacaksa, ortaya atılan bir iddianın Kur'an içinde onu ret eden bir ayetin bulunması gerekmektedir ki o ayeti delil olarak sunmak gereği ortaya çıksın.

Ne var ki, Kur'an'ın nuzül sürecinde ne Allah'ın elçisi ne de sahabe Mü'min s. 46. ayetini okudukları zaman, "Bakın bu ayet kabir azabına dair bir delil sunmaktadır" şeklinde bir söz sarf etmemiştir. Allah resulüne atfedilen bu konuya dair sözlerin, bu ithal düşünceyi daha da kuvvetlendirmek amacıyla uydurulmuş olduğu açıktır.

Peki öyleyse böyle bir iddia neden ve ne zaman ortaya atıldı?

Bu konunun başlangıcı "Ruh - beden ayrımı" olarak ifade edilen kökü Yunan felfesine dayanan bir düşüncenin İslam düşüncesine ithal edilmesinin sonucudur. Biz bu konuyu yazıyı uzatmamak adına burada ele almayacak, sadece Kur'an okumalarımızda yaptığımız ilk düğmenin yanlış iliklenmesi sonucu ortaya çıkan garabeti bu ayet üzerinden ortaya koymaya çalışacağız.

Ancak şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğiz ki İslam düşüncesinde genel geçer bir düşünce olan, "Beden ölür ruhlar ölmez" şeklindeki iddianın Kur'an içinde bir karşılığı kesinlikle bulunmamaktadır.

Kur'an okumalarında yapılması gereken en önemli şeyin, ayeti bir konuya delil olarak sunmak değil, o ayetin bizim hayatımıza dair nasıl bir mesaj vermiş olabileceği olması gerektiğini söylemiştik. 

Öyleyse biz Kur'an okurken "Kur'an'da kabir azabı var mı?" şeklinde bir soru sormak yerine, "Kur'an ölüm ile yeniden diriliş arası geçen zaman hakkında neler söylüyor?" sorusunun cevabını aramamız gerektiğini düşünüyoruz.

Bu sorunun cevabını Kur'an içinde Yunus s. 45- İsra s. 52- Taha s. 103- 104- Mü'minun s. 112-113-114-Rum s. 55- 56- Ahkaf s. 35- Yasin s. 52- Kamer s. 7- 8- Mearic s. 43- 44. ayetlerinde bulabiliriz.

Bu ayetleri temiz akıl ile okuyan bir kimsenin ayetlerden alacağı mesaj, ölüm ile yeniden diriliş arasında geçen zamanın ölü kişi açısından sıfır zaman olduğu yönündedir. Yani bugün ölen bir kimse eğer ki binlerce yıl kabrinde kalsa dahi yeniden diriliş zamanı, kendisinin kabirde çok az kaldığı yönünde bir bilgi sahibi olduğudur.

Şimdi bu ayetleri okuyan temiz akıl sahibi bir kimseye siz kabir azabından bahsederseniz alacağınız cevap, bu iddianın Kur'an içinde herhangi bir karşılığı olmadığı yönünde olacaktır. Aksine iddia etmek de zaten Kur'an'da çelişki olduğunu iddia etmek anlamına gelecektir ki bu kitapta asla bir çelişki yoktur.

Bu kitapta bir çelişki yoksa ki evet yoktur, öyleyse çelişki Kur'an'ı ithal fikirlere payanda yaparak okumaya çalışan kafalardadır.

Zaten kabir azabını savunan kimselere Kur'an'da bu konunun karşılığı olmadığını söyleseniz size vereceği cevap "Ayet diyorsun ama hadis var kardeşim" şeklinde bir cevap olacaktır. Kur'an'ın bir Müslüman için ne değer ifade etmesi gerektiğinden habersiz bir kimseye böyle bir şeyi anlatabilmenin zorluğu ortadadır.

Önemli olan bir kimsenin Kur'an'ı her konuda hakem kitap olarak görebilmesidir. Kitabı hakem olarak gören kimse kitaba teslim olur ve hiçbir sorun kalmaz. Eğer rivayetleri hakem kitap olarak görüyorsa rivayetlerle kitabı teslim almaya kalkar ve sonucunda karşısındaki kimseyi "Hadis inkarcısı" olarak yaftalar geçer gider.

Sonuç olarak; Kur'an ithal fikirlere payanda yapılacak bir kitap değildir. Bu amaçla okunan bir kitap yol gösterici olmaktan çıkar, yoldan çıkarıcı bir hale gelir. Şimdi bir kimse "Kur'an kabir azabından bahsetmektedir" diyecek olsa, biz ona yukarıda referans olarak verdiğimiz ayetlerle arada bir bağ kurmasını isteriz ki o kişi o iddiayla o ayetler arasındaki bağı asla kuramaz teslim olmaya niyeti varsa teslim olur.

Öyleyse biz Mü'min s. 46. ayetini cımbızlama bir şekilde okumak yerine konu ile alakalı ayetlerin bütününü dikkate alarak okuyacak olursak böyle bir düşüncenin sakatlığı ortaya çıkacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder