İnsanların
bir kısmının Müslüman ebeveynden veya Müslümanların yaşadıkları
topraklarda doğmaması nedeni ile Müslüman olamamaları, dolayısı ile
Cehennem azabı ile karşılık görmek durumunda kalmaları, özellikle ateist
kesim tarafından itirazlara sebep olmaktadır. "Onların ne kabahati var da Müslüman bir ebeveynden veya Müslüman bir toplumda doğmadılar?" şeklindeki itirazî sözleri, birçoğumuz tarafından işitilmekte ve kafa karışıklıklığına sebebiyet vermektedir.
Kur’an’ın birçok ayetinde beyan edildiği üzere; “hesap günü kimseye zulum edilmeyeceği"
düsturundan yola çıkarak, hesab günü bu durumda olan insanların
durumlarının ne olacağı konusunu A’RÂF 172-173 ayetlerindeki beyandan
öğrenmek mümkündür.
[007.172-3] Rabbin,
insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: «Ben sizin
Rabbiniz değil miyim» demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar
da: «Evet şahidiz» demişlerdi. Bu, kıyamet günü, «Bizim bundan haberimiz
yoktu» dersiniz veya «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı,
biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların
yaptıklarından ötürü yok eder misin?» dersiniz diyedir.
Ayete
baktığımız zaman; kıyamet günü Ademoğullarının tamamının sorguya
çekileceği görülmektedir. Bu durum geleneksel düşünce içinde tartışılan "Fetret Ehli’nin durumu” meselesine, yani Elçi ve Kitap çağrısı hiç işitmemiş olanların durumu hakkında da bilgi vermektedir. Kitaplarda "Fetret Ehli’nin" hesap gününde;
1- hesaba çekilecekleri,
2- hesaba çekilmeden yok edilecekleri
gibi
farklı düşünceler ileri sürülüp tartışılmıştır. Ayetin beyanına göre;
hesaba çekilecekleri görülmektedir. Ancak şurası muhakkaktır ki adalet
gereği, dünya hayatında onlara imtihana çekilecekleri bir kitap
verilmemiş olmasından dolayı, Kitap içindeki bir takım emirleri (namaz,
oruç, hac vb.) uygulayıp uygulamadıklarından hesaba çekileceklerini
söylemek güçtür.
Ayete
baktığımız zaman; görsel bir anlatım tarzı şeklinde olması, bazı yanlış
düşünceleri de beraberinde getirmiştir. Şöyle ki; insanı “ruh-beden"
şeklinde ikiye ayıran geleneksel düşünce, bu düşünce doğrultusunda önce
ruhların yaratıldığını iddia etmektedir. Dolayısıyla da bu sözün ruhlar
aleminde(!) alındığını dile getirmektedir. Kur’an’da “ruh-beden" şeklindeki bir ayrıma dair herhangi bir delil olmaması, bu düşüncenin doğru olamayacağını göstermektedir.
Bu bağlamda “fıtrat"
kelimesinin anlaşılması ve bu kelime doğrultusunda yapılacak bir anlama
çalışması; (hâşâ) Allah(c.c)’nin adil olmadığı konusundaki düşüncelerin
değerlendirmesini yapmamızı sağlayacaktır.
"Fıtrat" kelimesini kısaca "varlıkların yapısını oluşturan kanunlar bütünü" olarak tarif edebiliriz. Bu kelimeyi insan ile ilgili olarak kullandığımız zaman RÛM 30 ayeti karşımıza çıkmaktadır.
[030.030] O
halde yüzünü bir hanif olarak dine tut, Allah’ın insanları kendisi
üzerine yarattığı fıtratına. Allah'ın yaratışında değişme yoktur,
dosdoğru sabit din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
RÛM
30 ayeti; İNSANLARIN, ÇOĞU BİLMEDİĞİ için (hâşâ) Allah’a karşı yalan ve
iftira attığı bir gerçeği dile getirmektedir. Bu gerçek; İNSANLARIN
eşit olarak aynı fıtrat üzere yaratmış olması gerçeğidir. Bu fıtrata
göre; Mekke’nin göbeğinde doğan birisi ile Avustralya’nın balta girmemiş
ormanlarında doğan bir Aborjin yerlisi aynı derecede eşit bir
yaratılışa sahiptir.
İbrahim(a.s)'ın
EN'AM Suresi içinde anlatılan kıssası bu duruma işaret etmekte olup,
fıtratı çalıştırmanın bir örneğini göstermektedir. Yıldızlara, aya ve
güneşe bakıp "bunlar Rabbim" deyip, onların kalıcı olmadığı
üzerinden böyle bir yüceltmeye layık olamayacakları, asıl olanın bunları
bir yaratanın olduğunun düşünülmesini öğütlemektedir.
Yine
bu bağlamda bütün insanlardaki ortak duyu organları fıtratın
çalışmasını sağlayan unsurlar olup bu durum Kur’an'da şöyle ifade
edilmektedir;
[016.078] Allah
sizi annelerinizin karnından siz hiç bir şey bilmez halde iken çıkardı.
Size, şükredesiniz diye kulaklar (SEMİ), gözler (BASAR) ve gönüller
(FUAD) verdi. Ta ki şükredesiniz.
[023.078] O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne kadar az şükrediyorsunuz.
[032.009] Sonra
da onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için
de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz?
[067.023] De ki: «Sizi inşa edip-yaratan, size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?»
[046.026]
Onlara size vermediğimiz servet ve kuvvet vermiştik, onlara kulaklar,
gözler ve gönüller yaratmıştık. Fakat ne kulakları ne gözleri ne de
gönülleri kendilerine bir yarar sağlamadı. Zira düşünüp ibret
almıyorlardı, tersine bile bile Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar. Ve
alay edip durdukları şey kendilerini kuşatıverdi.
SEMİ
(işitme) - BASAR (görme) - FUAD (gönül veya vicdan) üçlüsü yaratılan
tüm insanlara bahşedilmiş olup, bu duyular sayesinde kendilerini yaratan
üstün bir gücün var olduğunu ve bu üstün gücün astında olarak ibadet
edilen varlıkların böyle bir yetkisi olmadıklarını fıtraten bilmesi için
gerekli alt yapı donanımına haiz olarak yaratılmıştır. A'RÂF 172-173
ayetleri işte bu duruma işaret eder.
"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna olumlu cevap vererek “evet"
diyen bizler, dünyanın her neresinde doğmuş olursak olalım, yaratılış
genlerimizde bizi yaratan bir Rabbin var olduğunu mutlaka biliriz.
Kıyamet Günü istisnasız, mükellefiyet gerektirmeyecek durumlarda olarak
doğanlar hariç, herkes huzur-u ilahîde hesaba çıkacaktır.
Burada
Kıyamet Günü kendilerine Kitap ve Elçi bilgisi ulaşmış insanların
hesabı ile ulaşmamış insanların hesabı aynı olmayacağı gerçeğinin göz
ardı edilmemesi gerekmektedir.
Allah
(c.c) insanlara Elçileri vasıtası ile Kitap göndererek, onlara uymaları
gereken bir takım emirlerini bildirmiştir. Kitap ve Elçi çağrısı ile
muhatap olanlar, Kıyamet Günü’nde bu Elçilerin ve Kitapların çağrılarına
uyup uymadıkları noktasında karşılık göreceklerdir.
Ancak
yaşadığı zaman zarfı içerisinde Elçi ve Kitap çağrısı duymayan
birisinin, Kıyamet Günü doğal olarak kendisine bilgi verilmeyen
konulardan sorguya çekilmeyeceği de adalet gereğidir. Bu kategoriye
dahil olanlar namaz, oruç, hacc gibi ibadetleri yapmamış olsalar, domuz
eti gibi haram olan etleri yemiş olsalar dahi, bunların farziyeti veya
haramlılığı konusunda kendilerine bilgi ulaşmadığı için sorumlu
sayılmayacaklardır.
Kendisine
Elçi ve Kitap bilgisi ulaşmayan herhangi bir kişi, fıtratını işleterek
kendisini ve gördüklerini bir yaratanın olduğu, mensup olduğu topluluk
şayet taştan tahtadan putlara tapıyor ise ve o kişi bu putların herhangi
bir tapınma yetkisi olmadığı şuuru içinde böyle bir tapınmaya layık
olan daha üst bir varlığın olduğunu düşünerek o topluluğun putlarını red
etse, bu kişinin Kıyamet Günü alacağı karşılık Cennet olacaktır. Velev
ki ömründe abdest alıp namaz kılmamış, oruç tutmamış vb.
yükümlülüklerini yerine getirmemiş olsa bile.
Özellikle
ateist kesimin kurcaladığı bu konu; onların RÛM 30 ayetindeki beyan
doğrultusunda bilmediklerinin bir kanıtı olup, Allah’a yalan ve
iftiralar ile (hâşâ) O’nun adaletsiz ve zalim olduğunu düşünmelerinin ne
kadar yanlış olduğunu göstermektedir.
Bu
bağlamda ateistlerin Çin, Hindistan veya dünyanın Müslümanların
olmadığı bir bölgesinde doğanların şanssız olduğu, Müslüman bir beldede
doğanların şanslı olduğu, dolayısı ile bunların eşit olmadığı şeklindeki
savları; onların cehaletlerinin bariz bir dışa vurumudur. Ne Müslüman
olan bir ebeveynden doğmak şans, ne de Müslüman olmayan bir ebeveynden
doğmak şanssızlık değildir. Dünyaya gelen herkes, içinde bulunduğu
şartlar çerçevesinde sürdürdüğü hayatından kendisi sorumlu olacaktır.
Kıyamet
Günü hiçkimsenin, kendi ebeveyninin yapmış olduğuna tâbi olduğunu iddia
ederek sorumluluktan kurtulamayacağı A’RÂF Suresi ayetleri içinde
önemli bir husustur. Kimsenin bahane üreterek işin içinden sıyrılabilme
şansı olmadığı gibi Müslüman bir toplum ve ebeveyn dışında doğmuş olsa
bile Allah’ı Rab olarak bilmediği takdirde cezası, diğer Rab
bilmeyenlerle aynı adrestir. Bunun tersi olarak Müslüman bir toplum ve
ebeveyn dışında doğmuş olsa bile Allah’ı Rab olarak bilmiş ise; onun
yeri Allah’ı Rab bilen diğer kişilerle aynı adres olacaktır.
Sonuç
olarak; A'RÂF 172-173 ayetleri, görsel bir anlatım metodu ile
Allah(c.c)'nin yaratmış olduğu bütün insanların fıtratına, kendisini Rab
olarak bilmelerini sağlayacak olan, diğer ayetlerde SEMİ-BASAR-FUAD
olarak bildirilen duyu organlarını verdiğini göstermektedir. Bu bağlamda
dünyanın her neresinde doğarsa doğsun insanların hepsi eşit olarak
yaratılmış olup, hesap gününde kendilerine ulaşan bilginin
muhteviyatından sorumlu olacaklardır.
Bu
yazıyı yazma sebebimiz sadece ateist kesimin bu tür sorularını
cevaplamak değildir. Kur’an’a inanmayan birisine, inanmadığı bir şeyden
delil sunmak yapılacak en büyük hatadır. Yazıyı yazmaktaki amacımız;
önce ayetin mesajını anlamak, sonra da Müslümanların bir kısmında baş
gösteren bu tür kafa karışıklığının ne kadar yersiz olduğunu hatırlatmak
amaçlıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.