Müslümanlar arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen ihtilafların başında , son resul olan Muhammed (a.s) ın, dinde nasıl bir konum sahip olması gerektiği konusu gelmekte olup , onun sahip olduğu "Resul" sıfatının yanlış anlaşılması neticesinde oluşturulan resul anlayışı , dinde bazı taşların yerinden oynatılmasına sebep olmuştur.
Kaypak bir zemine oturtulan resul anlayışı , onun Allah (c.c) ile aynı konumda olması düşüncesini beraberinde getirmiştir . Böyle bir zemine oturtulan resul anlayışında , Kur'an içinde beyan edilmeyen bir konunun, onun hadisleri ile tamamlanmış olduğu düşüncesi ortaya atılarak , Muhammed (a.s)dinde , haşa eksiği tamamlayan bir kişi haline getirilmiştir.
Bilindiği üzere "Hadis" denildiği zaman akla gelen ilk şeyler , o sözlerin Kur'an gibi vahiy mahsulü olduğu , onlar olmadan Kur'anın anlaşılamayacağı , onların Kur'anı tamamladığı gibi , Allah (c.c) ye eksiklik izafe etmek anlamına gelen düşüncelerdir.
Muhammed (a.s) a yakıştırılan bu konumun yanlış olduğunu , onun böyle bir konuma oturtulmasının, Allah (c.c) ye atılmış yalan ve iftira olduğunu iddia edenlere , Muhammed (a.s) ın dinde ortak olmasını savunan anlayış sahipleri tarafından , "Hadis -Sünnet inkarcısı" , "Resul düşmanı" v.s gibi isimler takılarak , rencide edilmeye çalışıldığı malumdur.
Bu konuda ortaya atılan düşüncelerin , onun sahip olduğu "Resul" (Elçi) sıfatının yanlış anlaşılmasından kaynaklanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Eğer onun bu görevinin sınırları, doğru biçimde anlaşılacak olursa , yapılan kavgaların önünün alınması bir nebzede olsa mümkün olacaktır.
Bu yazımızda, bu kavramın anlamı ve sınırları konusundaki düşüncelerimizi paylaşarak, resul konusunda doğru bir yaklaşım sergileme yönünde, bir katkı sağlamaya çalışacağız.
Kelimenin sözlük anlamı şu şekildedir;
"Reslun" ; "Acele etmeden gönderilmek , yollanmak" anlamındadır.
"Naqatün Resletün" : Kolay ve yumuşak yürüyüşlü dişi deve.
"İblün Merasilü : Kolay bir şekilde gönderilen develer. (El Müfredat)
Terim olarak resul kelimesi ; "Bir hükümdarın mesajını başkalarına ileten kimse" anlamında olup , bu kelimeyi Kur'an terimi olarak okuduğumuzda , "Allah (c.c) nin mesajını ileten Melek veya Beşerden seçilmiş olan kimseler" için kullanılan bir kelimedir.
Kur'anda , bu kelimenin sözlük anlamında kullanıldığı ayetler bulunmaktadır
[026.053] Firavun da şehirlere toplayıcılar gönderdi( Feersele):
[012.031] (Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara gönderdi (Erselet), oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline bıçak verdi. «Çık, onlara «
dedi. Böylece onlar onu görünce büyüttüler, ellerini kestiler ve: «Allah'ı
tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir»
dediler.
"Resul" (Elçi) konusunda bilinmesi gerekli olan en önemli nokta , bu görevi yüklenen kişinin yetki ve görevinin sınırlı olduğu , taşıdığı mesajın içeriğine artırma ve eksiltme yapmak gibi kişisel bir müdahalesinin olmamasıdır. Bu nokta dikkate alınarak , Muhammed (a.s) ın konumu anlaşılmaya müddetçe, yanlışlıkların ardı arkası kesilmeyecektir.
Muhammed (a.) ın resul olmasını işte bu noktayı dikkate alarak okumak zorundayız. Bu nokta dikkate alınmadan, veya göz ardı edilerek ortaya konan resul anlayışında, maalesef yarı ilah konuma yükseltilmiş ve Kur'an ile uyuşmayan bir resul portresi ortaya çıkarılmıştır.
[017.093] «Veyahut senin için altın- dan bir hane olmalı veya göğe derece
derece yükselesin ve senin yükselmene de asla inanmayız, tâ ki, üzerimize
kendisini okuyacağımız bir kitap indiresin.» De ki: «Rabbimi tenzih ederim, ben
bir beşer olan resûlden başka değilim.»
[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da
bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.»
De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»
[007.203]Onlara bir ayet getirmediğin zaman, «Sen bir tane yapsaydın ya»
derler. De ki: «Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım. Bu Kitap
inanan kavme Rabbinizden açık belgeler, yol gösterme ve rahmettir.»
[010.015] Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı
ummayanlar, «Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir» dediler. De ki:
«Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime
karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım.»
[010.109] Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O,
hükmedenlerin en hayırlısıdır.
[018.110] De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana,
İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine
kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak
koşmasın.
[033.002] Sana Rabbinden vahyolunana uy; şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır.
[038.070] «Bana sadece vahyolunuyor; doğrusu ben ancak apaçık bir
uyarıcıyım.»
[041.006] De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir
tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin.
Ortak koşanların vay haline!
[046.009]De ki: «Ben peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza
gelecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolunana uymaktayım; ben sadece apaçık bir
uyarıcıyım.»
Yukarıda vermiş olduğumuz ayet meallerine dikkat edildiğinde , onun kendisine vahyolunana uyan "Beşer bir elçi" olmasının beyan edilmiş olması , bizlerin resul algımızın şekillenmesinde temel alınması gereken en önemli ayetlerdir.
Bu noktada , "Sen peygambere postacı mı demek istiyorsun?" şeklinde itirazlar mutlaka gelecektir. Bu itirazlara ise, " Hayır asla böyle bir iddiamız olamaz , Muhammed (a.s) "Resul" olmak sıfatıyla , Rabbinden kendisine verilen mesajı iletmek , "Beşer" olmak yönüyle de, getirdiği mesajın ilk muhatabı yani mesajı hem okumak , hem de kendi hayatına uygulamak ile yükümlü birisidir" şeklinde cevabımız olacaktır.
İnsanların "Elçi" sözünü duyduğunda aklına gelen ilk şey , bir kimseden aldığı haberi bir diğerine aktaran kimse olup , "Elçi" olan kişinin aldığı haberi iletirken eksik , fazla , yalan gibi şahsi müdahalesi olması söz konusu bile olamaz. İletmek ile görevli olduğu habere müdahale eden bir elçi, "Hain" olarak görülerek , gerekli cezaya çarptırılır. Muhammed (a.s) ın elçi olma gerçeğini , bu kelimenin ifade ettiği anlam dahilinde okumak ve anlamak zorundayız.
Muhammed (a.s) ın elçiliği ile ilgili İslam dünyasındaki onun haram helal koyma yetkisi olduğunu savunan görüş , onun aldığı mesajın içeriğinde bazı eksiklikler görerek tamamladığını veya , mesajı veren Allah (c.c) nin ona "Benim eksik bıraktığım yerleri sen tamamlayabilirsin" şeklinde bir izin vermiş gibi bir algının oluşturduğu resul anlayışına sahiptir.
[069.044] O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,
[069.045] Elbette ki onu sağ tarafından yakalardık.
[069.046] Sonra onun can damarını elbette keserdik.
[069.047] Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız.
Hakka suresindeki bu ayetler, "Resul" sıfatına sahip olan bir kimsenin , görev ve yetkilerini aştığı anda ona neler yapılacağını bildirmektedir.
Şimdi sorarız ; Kendisi "Resul" vasfına sahip olarak , kendisine vahyolununa yani verilen mesaja uyan , onun haricinde bu mesaja herhangi bir ilave eksiltme gibi bir yetkisi olmayan , böyle bir şey yaptığında başına neler geleceğini çok iyi bilen bir kimse , "Bende Allah (c.c) gibi haram helal koyarım" gibi sözler söyleyerek , kendisinin Allah (c.c) ye ortak olduğunu iddia eden sözler sarf edebilir mi ?.
Yeryüzünde olan beşer bir hükümdar dahi , "Elçi" olarak seçtiği kimseyi gönderdiği insanlara , " Bu elçi aynı benim gibi hükümdardır , benim yerime kendisi size bazı talimatlar verebilir" demez iken, yani elçisi ile kendisi arasında herhangi bir ortaklığı kabul etmez iken , Alemlerin Rabbi ve hükümdarların hükümdarı olan Allah (c.c) , "Elçi" sıfatı ile gönderdiği bir BEŞERİ sadece kendisine ait olması gereken yetkilerde, onu kendisine ortak edebilir mi ? .
"Biz Muhammed (a.s) ın beşer olmadığını, veya Allah (c.c) ye ortak olduğunu iddia etmiyoruz" şeklinde gelecek olan bir itiraza ise şunları söyleyebiliriz ;
Evet bunu söz ile söylememiş olabilirsiniz , ancak Muhammed (a.s) haram helal tayini yetkisi veya söz ve fiillerinin aynı Kur'an gibi olduğu iddiasıyla, onun "Beşer Elçi" olması gerçeğini göz ardı ederek onu, "Ortak Elçi" konumuna yükselterek , fiilen böyle bir cürümü işlemektesiniz ?.
Sizlerin , "Muhammed (a.s) da aynı Allah (c.c) gibi haram helal koyma yetkisine sahiptir" şeklindeki iddialarınız , "Muhammed (a.s) da aynı Allah (c.c) gibi ilah olma gereğinin yetkilerine sahiptir" anlamına gelmektedir.
"Kur'anda Allah VE Resulü şeklinde geçen ayetleri inkar mı edelim o zaman? , veya sizin gibi düşünürsek bu ayetleri inkar etmiş olmaz mıyız?" şeklinde gelebilecek olan bir soruya da şunları söyleyebiliriz ;
Kur'anda geçen "Allah VE Resulü" şeklinde ayetleri eğer, "Allah (c.c) ayrı , resulü ayrı hüküm koyma yetkisine sahiptir" şeklinde anlayacak olursak , Rabbimizin "Çelişkisiz bir kitap" şeklinde beyan ettiği Kur'ana, "Çelişkili bir kitap" muamelesi yapmış oluruz şöyle ki ;
Kur'anın "Resul" kelimesine yüklediği anlamı ve ve bu kelimenin kullanımını dikkate aldığımızda , bu kelimenin anlam alanı öncelikle mesajı taşıyan kişinin mesaja müdahale etmek gibi bir yetkisi olMAdığını göstermektedir. "Allah VE Resulü" şeklinde geçen ayetlerin eğer, "Allah (c.c) ayrı , Muhammed (a.s) haram helal tayin eder" şeklinde bir anlamı olduğunu iddia ederek okuduğumuz zaman , "Resul" olan Muhammed (a.s) ın taşıdığı mesaja müdahale ettiğini iddia ederek, Hakka suresindeki karşılığa hak kazanmış olmasını gerektiren bir suç işlediğini iddia etmiş oluruz .
Allah (c.c) onu hiç bir zaman Hakka suresi ayetlerinde tehdit ettiği azaba çarptırmadığına göre Muhammed (a.s) kendisine verilen görevin sınırlarını aşacak bir hatalı davranış içine hiç bir zaman girmemiştir.
Muhammed (a.s) yaşadığı zaman içinde ne kavli ne de fiili olarak, aynen Allah (c.c) nin hükmü gibi kabul edilmesi gereken haram helal bazında bir hüküm koymamıştır. Onun yaşadığı hayat içinde yapmış olduğu bazı tasarruflar, "Devlet Başkanı" veya "Ordu Komutanı" sıfatının gereği olarak yapmış olduğu bazı tasarruflar olup , Kur'an ile denk olması gerektiği düşünülen tasarruflar değildir .
Bu tasarruflar bazen itiraz ile karşılanıp, Uhud harbi ile ilgili istişarede olduğu gibi sahabe tarafından ret edilerek , başka öneriler getirilebiliyordu . Sahabe eğer onun yapmış olduğu bu tasarrufların, aynı Kur'an gibi bağlayıcı olduğunu düşünse idi , ondan gelen bazı tekliflere, karşı teklif sunmak gibi bir hata! içine acaba düşer miydi ?.
Muhammed (a.s) ın yapmış olduğu bazı tasarrufların sahabe tarafından itiraz görmüş olması , bugün onun yapmış olduğu tasarrufların aynen Kur'an gibi görülmesi gerektiğini düşünenler tarafından , kendi iddialarının doğru olması için , sahabenin yanlış yapmış ve ona isyan etmiş olması şeklinde bir düşüncenin oluşmasına sebep olmasını gerektirmektedir. Halbuki sahabenin böyle bir hata içinde olduğunu kimse iddia etmemekte ve onların hata yaptığını iddia edilmiş olması yanlış bir tutum olacaktır.
Muhammed (a.s) a ait olduğu iddia edilen sözlerin toplandığı kitapları vahiy mahsulü olarak görmek, beraberinde tek kitap halinde elimizde olan Kur'anın o kitaplar ile bütünleştirilerek , Yahudilerin Tevratın yanına koydukları "Talmut" gibi bir kaynak olarak görülmesine, onların Tevrata karşı direk olarak yaptıkları tahrifin bir benzerinin , endirekt olarak bizlerinde Kur'ana karşı yapması anlamına gelecektir.
Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman içinde söylediği sözler ve yaptığı fiiller , sahabe nezdinde herhangi bir senet zinciri veya bu haberin zan olup olmadığı gibi bir durum söz konusu olmaksızın ilk ağızdan duyulmaktaydı. Muhammed (a.s) ın direk ağzından çıkan bazı kelimelere itiraz eden sahabenin, bu sözlerin sahihliği konusunda bizim bugün içinde bulunduğumuz sıkıntılar içinde olduğunu söylemek mümkün değildir .
Bugün Muhammed (a.s) adına gelen sözlerin toplandığı kitaplardaki sözlerin hiç biri onun ağzından çıktığı anda kayda alınarak bize gelmemiş olması, bizlerin ona atfedilen sözlerin ne kadar doğru olabileceği konusunda, daha dikkatli davranmasını gerektirmektedir.
Klasik İslam düşüncesinde geçerli olan sözün kendisinin değil , yazanın ve nakledenin değerlendirilmesi yoluna gidilerek doğruluğunun tespit edilmesi metodu , maalesef sağlıklı bir yol değildir. Bu yol ile oluşturulmuş olan rivayet kitaplarında , Kur'an ile uyuşmamasına rağmen , sırf falan kitap , veya filan kişiden rivayet edildiği için "Doğru ve tartışılmaz" olarak kabul edilen bir çok rivayet bulunmaktadır.
Muhammed (a.s) ın "Resul" olma gerçeğini , bu kelimenin ifade ettiği anlam olan mesajı iletmek , ve kendisi de o mesaj ile muhatap olması nedeniyle yaşamak ve örnek olmasını dikkate alarak , söz ve fiillerinin "Din" konusunda aynı Kur'an gibi bağlayıcılığı olamayacağını kabul etmeden ,sağlıklı bir düşünceye sahip olmayacağımız unutulmamalıdır.
Bunun dışındaki bir resul algısına sahip olmak demek , Allah (c.c) nin konumuna sahip bir kişi olduğu iddiası ile Muhammed (a.s) ı "İlah ve Rab" durumuna çıkarmak anlamına gelecektir.
Klasik İslam düşüncesinde geçerli olan resul algısını kabul etmenin getirdiği bir takım itikadi sıkıntılara burada değinmek yerinde olacaktır. Çünkü bu konuda ortaya atılan iddianın beraberinde getirdiği itikadi bozukluk yabana atılacak cinsten değildir.
Genel geçer resul algısında , Muhammed (a.s) ın söz ve fiillerinin tıpkı Kur'an gibi olduğunu iddia ederek kendilerini "Peygamber Dostu" olarak görenler tarafından , bunun böyle olmadığını iddia edenlere karşı "Peygamber Düşmanı" gibi yaftalar takılmaktadır.
Bilindiği üzere, peygamber sevgisinde aşırı gitmek şeklinde ortaya çıkan tezahürün zirve yaptığı kişi İsa (a.s) dır. Onu sevdiğini iddia edenler , ona olan sevgilerini göstermek için onu beşer olmaktan çıkararak, ilah konumuna getirmişlerdir. Kur'anda bu konuda pek çok ayet , İsa (a.s) a yaptıkları bu aşırı yüceltmenin onları , "Kafir" durumuna düşürdüğü bildirilmektedir.
Kur'anın İsa (a.s) ile ilgili ayetlerini alt alta koyup okuduğumuz zaman , o ayetlerde ortaya çıkan ortak nokta İsa (a.s) ın "Beşer bir Resul" olduğudur. İsa (a.s) üzerinden yapılan bu anlatımlar bizlere , sevgide ölçünün kitabın gösterdiği yol olması gerektiğidir. Kitabın gösterdiği ölçünün dışına çıkılarak, gösterilmeye çalışılan sevgi, kişileri "Küfür ve Şirk" batağına çekmektedir.
Hristiyanların düştüğü hatanın bir benzerine düşen Müslümanlar , Muhammed (a.s) ın "Beşer Elçi" olması gerçeği ile yetinmeyerek, onun sözlerini ve fiillerini aynı Kur'an gibi görerek , Allah (c.c) nin yanına oturtmayı başarmışlardır.
Allah (c.c) ile aynı konuma oturtularak , İsa (a.s) a uygulanan muamelenin bir benzeri uygulanan Muhammed (a.s) artık, koyduğu yasaklar Kur'an gibi değerlendirilmesi gereken , söylediği iddia edilen sözler aynı Kur'an gibi değeri olan "İlah ve Rab" konumunda olan bir kişi haline getirilerek, İsa (a.s) ile yaptırılan yarışta geri bırakılmamıştır!.
"Beşer Elçi" konumuna sahip olan bir kişi , Allah (c.c) ile aynı konuma sahip olduğunu iddia edecek düşünceler içinde olunması , iddia sahiplerini "Küfür ve Şirk" içine sokacaktır. Başkalarını "Peygamber Düşmanı" olarak yaftalayanlar , kendilerinin bu yaftaya layık olduğunu bilmeli , ve dostluk ve sevgi adına gösterilen bu düşmanlığı terk ederek , Kur'anın anlattığı bir peygamber algısına sahip olmalıdırlar.
Bu noktada , "Siz peygambersiz bir din istiyorsunuz , eğer peygambere ihtiyaç olmasaydı Allah (c.c) bu kitabı dağa indirir kendiniz okuyun uygulayın derdi" şeklinde, gelecek olan bir itiraza şunları söyleyebiliriz ;
Kimsenin böyle bir iddiası olamaz , "Ben Müslümanım" diyen bir kimse peygamberlik olgusunu ve gereğini asla inkar edemez , inkar eden Müslüman olamaz, neden mi ?;
Kur'anda Muhammed (a.s) a kendisinden önce geçen elçiler ve onların kavimleri ile olan mücadeleleri okunarak bu elçilerin mücadelelerinden örnek çıkarmasını amaçlamıştır. Bu noktada Muhammed (a.s) , kendisinden önceki elçi atalarının yollarını Kur'andan izleyerek o yolu yani ONLARIN SÜNNETLERİNİ takip etmiştir.
Bizlere düşen görev o yolu takip etmek olup , bu yol Kur'an dışı kitap ve bilgilere ihtiyaç bırakmayacak kadar Kur'an içinde açık ve net bir biçimde açıklanmıştır. Peygambere olan ihtiyaç dinin eksik bırakılarak , o eksiği hadis kitapları ile tamamlanması ile değil , tevhit mücadelesinde nasıl bir yol izlemek noktasında onlardan öğreneceğimiz metot noktasında olan ihtiyaçtır.
Dinde peygamberi devreden çıkarmamak adına rivayet bilgilerine sarılmak demek , eksik dinin tamamlayıcısı bir elçi anlayışına sahip olmak demek olup , bu da Allah (c.c) nin "Bu gün size dininizi tamamladım (Maide3)" emrine muhalif bir söylem üreterek , "Hayır eksik bıraktın" anlamına gelecektir.
Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) ın "Beşer Elçi" olmasının gerektirdiği anlamın ve o anlam etrafında olması gereken düşüncelerin yüzyıllardır olmaması , Müslümanları yanlış peygamber tasavvuru ile başbaşa bırakarak , İsa (a.s) ile yarıştırılan bir peygamber haline getirmiştir.
Müslümanlar eğer "Elçi" olmak demenin ne anlama gelmesi gerektiğini Kur'andan öğrenmiş olsalardı , Muhammed (a.s) a bugün yüklenmiş olan "Ortak Elçi" payesi gündeme dahi gelmeyerek , bir çok yanlış ve Kur'an dışı düşüncenin onun adına uydurularak "Din bu dur" şeklinde sunulmasının kapısı aralanmış olmazdı.
"Elçi" , mesajını getirdiği kişi ile ortaklığı olan bir kişi anlamına gelmez. Muhammed (a.s) elçilik görevi ile dinde kural koyucu değil , konulmuş kuralları tebliğ edici ve uygulayıcıdır. Onun Kur'an harici koymuş olduğu bazı kurallar , yaşadığı zaman ve mekana has kurallar olup , onun bağlayıcı sünneti aranmak isteniliyorsa Kur'an içinde müşriklere karşı yapmış olduğu tevhit mücadelesine bakılmalıdır.
Muhammed (a.s) ın bir kul ve elçi olduğu iddiası sadece sözde değil , düşünce bazında da pratiğe geçerek , onun Allah (c.c) nin hükmüne ortak olan , eksik bıraktığı yeri dolduran bir kimse olMAdığı gerçeği bilinmedikçe içinde bulunduğumuz tartışmalar bitmeyecektir.
İçine düştüğümüz ihtilafların temeline teşkil eden resul anlayışı , en sağlam temel olan Kur'ani temele oturtulmadığı müddetçe kaypak taşlar üzerine oturtulmuş olan din binasının temeli her zaman sallantıda olmaya devam etmekten kurtulamayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Bir Kavram etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bir Kavram etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6 Mart 2016 Pazar
3 Aralık 2014 Çarşamba
Haşr s. 7-10. Ayetleri ve Unuttuğumuz Bir Kavram "İSAR"
İnsanı İnsan kılan hasletlerden bir tanesi de, ihtiyacı olan herhangi bir şeyde kendisini değil başkasını öncelemesi olup, bu davranışın İslam literatüründeki ismine İSAR denilmektedir. İnsan da bencil duyguların olması bu şekil bir erdemli davranışın bir çok İnsan da ortaya çıkmasını maalesef engellemektedir.
"Asrı Saadet" olarak nitelenen ilk Müslümanların yaşadıkları zaman ve mekanlardaki olaylar karşısındaki davranışları , kendilerinden sonra gelen bizler için örneklik teşkil etmektedir. Bu devir içinde Müslümanların Mekke den Medine ye hicret etmesi şeklinde gerçekleşen bir olay olduğu herkesin malumu olup "Muhacir Ensar kardeşliği" şeklinde gerçekleşen olaylar hepimizin malumudur.
Haşr s. 9. ayeti bu gerçekliğe işaret ederek, yaşanmış bu durumun bizler içinde örnek olarak kıyamete kadar hatırlarda kalmasını ve hayata geçirilmesini amaçlamaktadır. Konuyu daha doğru anlamak için Haşr s.7-10. ayetleri okumak gerekmektedir.
[059.007] Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Resul size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'tan sakının, doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir.
[059.008] (Allah'ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır.
[059.009] Ve onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.
[059.010] Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin» derler.
Ayetlerden anlaşılacağı üzere , savaş ganimetlerinin taksiminde , her şeyini terk ederek sadece Allah rızası için Medine ye gelen Muhacire ayrı bir pay verilmiş ve bu verilenden ötürü Ensar ın asla rahatsız olmadığı vurgusu yapılmaktadır.
Ayetlerin nuzül dönemi tarihsel bağlamı bu merkezde olup , bize dönük mesajından önce , "Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" yöntemi ile yapılan bir okuma örneği üzerinde durmak istiyoruz.
Bilindiği üzere geleneksel İslam düşüncesinde Muhammed (a.s) ın Kur'an harici hüküm koyma yetkisinin olduğu düşüncesi mevcut olup , bu yetkinin onun Devlet Başkanı veya Ordu Komutanı olması sıfatı ile değil Elçi olma sıfatı ile olduğu ,yasaklamaların o günkü konjonktür gereği değil Kur'an ile eşdeğer olan yasaklamalar olduğu düşüncesi mevcuttur.
Bu bağlamda , Altın , İpek , Ehli Eşek etlerinin yasaklanmış olması gibi yasakların evrensel bir haramlılık olduğu ve kıyamete kadar geçerli olan yasaklar olduğu düşüncesi mevcut olup , bu düşünceye delil getirilen ayetlerden birisi de Haşr s. 7. ayet içinde geçen "Resul size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun" cümlesidir.
Bırakın siyak ve sibakı gözetmeyi, ayet içinden cımbızlanarak seçilen Bektaşi Mantığı ile okunan bir cümle , Muhammed (a.s) ın Kur'an harici olan yasaklamalarının kıyamete dek geçerli olduğu düşüncesine delil getirilmeye çalışılmıştır. Ümmi bir yaklaşım ile yani ön kabullerden uzak bir yaklaşım ile okunan bu ayette ki asıl mesajın , siyak ve sibak içinde okunduğu zaman FEDAKARLIK mesajı olduğu ve bu fedakarlığın nasıl hayata geçirildiğinin belgesi olduğudur.
"İSAR" kavramı ; Kişinin kendi ihtiyacı olmasına rağmen , karşısındaki kişinin de aynı ihtiyaç içinde olduğunu görerek , kendisinin ihtiyacını bir kenara iterek karşısındaki kişinin ihtiyacının giderilmesine razı olmak demektir.
Bu tür bir özveri her Babayiğidin harcı olmayıp ancak imanı gönüllerine yerleştirmiş olanların yapabileceği bir ameldir. Mü'min kişi , elinde olan mal ve servetin kendi malı olmadığını , Allah (c.c) nin ona rızık olarak verdiği geçici Dünya metaı olduğunu , o malın üzerinde sadece emanetçi olduğunu bilincinde olarak diğer ihtiyaç sahiplerinin de o malda hakkı olduğunu bilir. Hiç bir Mü'min "«Allah dileseydi doyurabileceği bir kimseyi biz mi doyuralım?" şeklinde bir itirazda bulunarak başkalarının da hakkı olan mallarını infak etmekten kaçınmaz.
Medineli Ensar bu özverinin en üst noktası olan ve İSAR kelimesi ile ifade edilen olgunluğu göstermiş , bırakın ellerindeki vermeyi , ihtiyaçları olduğu halde bile kendilerini geriye iterek Muhacir kardeşlerini öne çıkarmışlardır.
Gelelim esas konumuz olan İSAR kavramının Ensar ve Muhacir arasında nasıl gerçekleştiği üzerinden bizlere dair olan mesajına;
Bugün Suriye ve Irak ta olan savaş nedeni ile yerlerinden can korkusu ile Türkiye ye gelen binlerce insan olduğu malumumuzdur. Bu insanların bir çoğu yaşadıkları beldelerde hayatlarını idame ettirmelerini sağlayacak imkanlara sahip iken, taşıyabilecekleri kadar eşyaları ile Türkiye ye göç etmek zorunda bırakılmışlardır.
T.C hükümetinin bu muhacirlere yapmış olduğu yardım takdir edilmesi gerekirken , şikayetlere sebeb olduğu , gelen muhacirlere yabancı gözü ile bakılarak onlara düşmanca bir tavır alındığı da malumdur. Yardım kuruluşlarının ve kişisel olarak bu insanlara yapılan yardımların varlığını da hatırlatarak , bu yardımlarda bulunanların ecirleri Allah (c.c) katında karşılık görecektir.
Esas meselemiz, bize ne oldu da böyle zorluklar içinde kalmış insanlara yapılan yardımlara karşı çıkıyoruz , ve onlara düşmanlık yapıyoruz?. Bir an için kendimizi onların yerine koyarak , bizlerin yerinden yurdundan çıkmak zorunda kalarak perişan bir hale düştüğümüzü gözümüzün önüne getirelim. İhtiyaç içinde kalarak başkalarının uzatacağı yardım eline muhtaç olmanın zorluğunu herhalde o hale düşen bir kimseden başkası bilemez.
"Bize ne oldu?" sorusunun cevabı , yapılan bu yardımların neden yadırgandığı ve karşı çıkıldığınının cevabını da verecektir.
Dünya malına karşı olan ilgi , İnsan fıtratının bir sonucu olup bu ilginin esas yurt olan ahiret unutulmadan olması gerektiği bir çok ayetin beyanıdır. "Salih amel" olgusunun İman ile birlikte zikredilmesi sadece "İman ettim" demenin işe yaramadığının bir göstergesi olup "Salih amel" in olmadığı imanın geçerli olmadığı yine ayetlerin beyanından öğrenilmektedir.
"Salih amel" deyimi içine giren davranışlardan birisi de infak etmek , ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılamak şeklindedir. Müslümanların Dünya hayatına karşı olan aşırı ilgisi bu tür erdemli davranışları engelemekte olup buraya nasıl gelindiğinin sorgulanması önemli bir noktadır.
Televizyon yarışmaları ile özellikle bencilliğin pompalanması , "Gemisini kurtaran kaptan" veya "Altta kalanın canı çıksın" misali hayatların empoze edilmeye çalışılması bu programların reyting rekorları kırıyor olması bu tür hayat tarzının insanlarda tercih edilmeye başlamış olmasının bir işareti olarak görülebilir.
İnsan olmanın gereği olarak , "Mazluma Dini ve Irkı sorulmaz" düsturu gereğince bu durumda kalan insanlara , önce "biz bu halde olsaydık ne olurdu" şeklinde düşünerek yardım elini uzatmak zorunda olduğumuzu , bunu yapmasak dahi yapılan yardımlara karşı düşmanca bir tavır almamak zorunda olduğumuzu unutmayalım.
Müslüman olmak demeyi ,kendi düşüncemiz dışındaki insanlarla tartışmak ve onları tekfir etmek olarak görmeye başladığımız bu zamanlarda bu tür erdemli davranışlar içinde bulunmak zorunluluğumuz olduğunu unutmamanın önemi bu günlerde daha çok ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak; Müslüman olmak iddasında bulunmanın sadece söz ile değil , salih amel ile birlikte olması gereğine binaen , ihtiyacı olan birisine karşı takınmamız gereken tavır Yasin s. 47. ayetinde gördüğümüz tavır değil Haşr s. 7-10. ayetleri arasında gördüğümüz Ensar Muhacir kardeşliği örneği olmalıdır. İSAR kelimesi ile ifade edilen bu örnekliğin hayata yansımasına her zaman ihtiyacımız olduğu gibi , bugün özellikle savaş nedeni ile ülkelerini terkederek Türkiye ye gelen insanlara karşı göstermek zorunda olduğumuz hatırlayalım. Bırakın İsar kelimesinin ifade ettiği kardeşini öncelemeyi , onlara T.C tarafından yapılan yardımlara bile düşmanca bir tavır takınan Müslümanların bu tutumlarını terkederek onlara yapılan yardımlara destek olması gösterilebilecek en doğru tutumdur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
"Asrı Saadet" olarak nitelenen ilk Müslümanların yaşadıkları zaman ve mekanlardaki olaylar karşısındaki davranışları , kendilerinden sonra gelen bizler için örneklik teşkil etmektedir. Bu devir içinde Müslümanların Mekke den Medine ye hicret etmesi şeklinde gerçekleşen bir olay olduğu herkesin malumu olup "Muhacir Ensar kardeşliği" şeklinde gerçekleşen olaylar hepimizin malumudur.
Haşr s. 9. ayeti bu gerçekliğe işaret ederek, yaşanmış bu durumun bizler içinde örnek olarak kıyamete kadar hatırlarda kalmasını ve hayata geçirilmesini amaçlamaktadır. Konuyu daha doğru anlamak için Haşr s.7-10. ayetleri okumak gerekmektedir.
[059.007] Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Resul size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'tan sakının, doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir.
[059.008] (Allah'ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır.
[059.009] Ve onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.
[059.010] Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin» derler.
Ayetlerden anlaşılacağı üzere , savaş ganimetlerinin taksiminde , her şeyini terk ederek sadece Allah rızası için Medine ye gelen Muhacire ayrı bir pay verilmiş ve bu verilenden ötürü Ensar ın asla rahatsız olmadığı vurgusu yapılmaktadır.
Ayetlerin nuzül dönemi tarihsel bağlamı bu merkezde olup , bize dönük mesajından önce , "Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" yöntemi ile yapılan bir okuma örneği üzerinde durmak istiyoruz.
Bilindiği üzere geleneksel İslam düşüncesinde Muhammed (a.s) ın Kur'an harici hüküm koyma yetkisinin olduğu düşüncesi mevcut olup , bu yetkinin onun Devlet Başkanı veya Ordu Komutanı olması sıfatı ile değil Elçi olma sıfatı ile olduğu ,yasaklamaların o günkü konjonktür gereği değil Kur'an ile eşdeğer olan yasaklamalar olduğu düşüncesi mevcuttur.
Bu bağlamda , Altın , İpek , Ehli Eşek etlerinin yasaklanmış olması gibi yasakların evrensel bir haramlılık olduğu ve kıyamete kadar geçerli olan yasaklar olduğu düşüncesi mevcut olup , bu düşünceye delil getirilen ayetlerden birisi de Haşr s. 7. ayet içinde geçen "Resul size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun" cümlesidir.
Bırakın siyak ve sibakı gözetmeyi, ayet içinden cımbızlanarak seçilen Bektaşi Mantığı ile okunan bir cümle , Muhammed (a.s) ın Kur'an harici olan yasaklamalarının kıyamete dek geçerli olduğu düşüncesine delil getirilmeye çalışılmıştır. Ümmi bir yaklaşım ile yani ön kabullerden uzak bir yaklaşım ile okunan bu ayette ki asıl mesajın , siyak ve sibak içinde okunduğu zaman FEDAKARLIK mesajı olduğu ve bu fedakarlığın nasıl hayata geçirildiğinin belgesi olduğudur.
"İSAR" kavramı ; Kişinin kendi ihtiyacı olmasına rağmen , karşısındaki kişinin de aynı ihtiyaç içinde olduğunu görerek , kendisinin ihtiyacını bir kenara iterek karşısındaki kişinin ihtiyacının giderilmesine razı olmak demektir.
Bu tür bir özveri her Babayiğidin harcı olmayıp ancak imanı gönüllerine yerleştirmiş olanların yapabileceği bir ameldir. Mü'min kişi , elinde olan mal ve servetin kendi malı olmadığını , Allah (c.c) nin ona rızık olarak verdiği geçici Dünya metaı olduğunu , o malın üzerinde sadece emanetçi olduğunu bilincinde olarak diğer ihtiyaç sahiplerinin de o malda hakkı olduğunu bilir. Hiç bir Mü'min "«Allah dileseydi doyurabileceği bir kimseyi biz mi doyuralım?" şeklinde bir itirazda bulunarak başkalarının da hakkı olan mallarını infak etmekten kaçınmaz.
Medineli Ensar bu özverinin en üst noktası olan ve İSAR kelimesi ile ifade edilen olgunluğu göstermiş , bırakın ellerindeki vermeyi , ihtiyaçları olduğu halde bile kendilerini geriye iterek Muhacir kardeşlerini öne çıkarmışlardır.
Gelelim esas konumuz olan İSAR kavramının Ensar ve Muhacir arasında nasıl gerçekleştiği üzerinden bizlere dair olan mesajına;
Bugün Suriye ve Irak ta olan savaş nedeni ile yerlerinden can korkusu ile Türkiye ye gelen binlerce insan olduğu malumumuzdur. Bu insanların bir çoğu yaşadıkları beldelerde hayatlarını idame ettirmelerini sağlayacak imkanlara sahip iken, taşıyabilecekleri kadar eşyaları ile Türkiye ye göç etmek zorunda bırakılmışlardır.
T.C hükümetinin bu muhacirlere yapmış olduğu yardım takdir edilmesi gerekirken , şikayetlere sebeb olduğu , gelen muhacirlere yabancı gözü ile bakılarak onlara düşmanca bir tavır alındığı da malumdur. Yardım kuruluşlarının ve kişisel olarak bu insanlara yapılan yardımların varlığını da hatırlatarak , bu yardımlarda bulunanların ecirleri Allah (c.c) katında karşılık görecektir.
Esas meselemiz, bize ne oldu da böyle zorluklar içinde kalmış insanlara yapılan yardımlara karşı çıkıyoruz , ve onlara düşmanlık yapıyoruz?. Bir an için kendimizi onların yerine koyarak , bizlerin yerinden yurdundan çıkmak zorunda kalarak perişan bir hale düştüğümüzü gözümüzün önüne getirelim. İhtiyaç içinde kalarak başkalarının uzatacağı yardım eline muhtaç olmanın zorluğunu herhalde o hale düşen bir kimseden başkası bilemez.
"Bize ne oldu?" sorusunun cevabı , yapılan bu yardımların neden yadırgandığı ve karşı çıkıldığınının cevabını da verecektir.
Dünya malına karşı olan ilgi , İnsan fıtratının bir sonucu olup bu ilginin esas yurt olan ahiret unutulmadan olması gerektiği bir çok ayetin beyanıdır. "Salih amel" olgusunun İman ile birlikte zikredilmesi sadece "İman ettim" demenin işe yaramadığının bir göstergesi olup "Salih amel" in olmadığı imanın geçerli olmadığı yine ayetlerin beyanından öğrenilmektedir.
"Salih amel" deyimi içine giren davranışlardan birisi de infak etmek , ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılamak şeklindedir. Müslümanların Dünya hayatına karşı olan aşırı ilgisi bu tür erdemli davranışları engelemekte olup buraya nasıl gelindiğinin sorgulanması önemli bir noktadır.
Televizyon yarışmaları ile özellikle bencilliğin pompalanması , "Gemisini kurtaran kaptan" veya "Altta kalanın canı çıksın" misali hayatların empoze edilmeye çalışılması bu programların reyting rekorları kırıyor olması bu tür hayat tarzının insanlarda tercih edilmeye başlamış olmasının bir işareti olarak görülebilir.
İnsan olmanın gereği olarak , "Mazluma Dini ve Irkı sorulmaz" düsturu gereğince bu durumda kalan insanlara , önce "biz bu halde olsaydık ne olurdu" şeklinde düşünerek yardım elini uzatmak zorunda olduğumuzu , bunu yapmasak dahi yapılan yardımlara karşı düşmanca bir tavır almamak zorunda olduğumuzu unutmayalım.
Müslüman olmak demeyi ,kendi düşüncemiz dışındaki insanlarla tartışmak ve onları tekfir etmek olarak görmeye başladığımız bu zamanlarda bu tür erdemli davranışlar içinde bulunmak zorunluluğumuz olduğunu unutmamanın önemi bu günlerde daha çok ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak; Müslüman olmak iddasında bulunmanın sadece söz ile değil , salih amel ile birlikte olması gereğine binaen , ihtiyacı olan birisine karşı takınmamız gereken tavır Yasin s. 47. ayetinde gördüğümüz tavır değil Haşr s. 7-10. ayetleri arasında gördüğümüz Ensar Muhacir kardeşliği örneği olmalıdır. İSAR kelimesi ile ifade edilen bu örnekliğin hayata yansımasına her zaman ihtiyacımız olduğu gibi , bugün özellikle savaş nedeni ile ülkelerini terkederek Türkiye ye gelen insanlara karşı göstermek zorunda olduğumuz hatırlayalım. Bırakın İsar kelimesinin ifade ettiği kardeşini öncelemeyi , onlara T.C tarafından yapılan yardımlara bile düşmanca bir tavır takınan Müslümanların bu tutumlarını terkederek onlara yapılan yardımlara destek olması gösterilebilecek en doğru tutumdur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)