Allah (c.c) alemlere rahmet ve hidayet olarak gönderdiği kitabının bir çok yerinde bizlere Allah'a ve resulüne itaat edin şeklinde emirler vermektedir. Bu emirlerde geçen ve bağlacının Allah ve resulü birbirinden ayırdığı, Allah'a itaat edin emri ile Kur'an'a itaatin emredildiği, Resule itaat edin emri ile onun söylediği rivayet edilen hadislere itaat etmenin emredildiği yönündeki düşüncelerin ağırlıkta olduğu bilinmektedir.
Fakat Allah (c.c) nin itaat konusunda kendisine ait yetkilerin bir kısmını, beşer cinsinden hiç bir kul ile paylaşmayacağı, beşer cinsinden elçi olarak seçtiği insanlara yüklediği vazifenin kendi emirlerini tebliğ etmek ve yaşamak ile sınırlı olduğunu dikkate aldığımızda, Muhammed (a.s) a yüklenen bu görev bazı sakıncalar doğurmaktadır.
İslam dünyasında Ehli Hadis düşüncesinin hakim olması, elçi merkezli din anlayışının öne çıkmasına sebep olmuş, elçi ile onu gönderen aynı kefeye konulmak sureti ile Kur'an'ın din de belirleyici olarak görülmediği bir din anlayışı geliştirilmiştir. Bu konuda en büyük yanlışlık, itaatin asıl kime olması gerektiği noktasında yapılmaktadır. Allah (c.c) kendisine itaat edilmesi için gerekli olan emirleri, biz insanlar içinden seçtiği elçiler yolu ile bildirmektedir. Elçilerin bu noktadaki görevi, elçi olmaları bakımından Allah'ın emir ve yasaklarını tebliğ etmeleri, insan olmaları bakımında ise aynı emir ve yasaklara uymanın nasıl gerçekleşmesi gerektiği insanlara yaşayışı ile örnek olmaktır.
Hal böyle iken Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan farklı algılar, mesajın değil mesajı getirenin öne çıkarılmasına sebep olmuş, ve bu noktada bazı ayetlein delil olarak sunulma ihtiyacı doğmuş ve Allah ve elçisine itaat edilmesine emredilen ayetlerin, elçinin ayrı bir hüküm koyucu konumuna sahip olduğu, ve aynı Allah (c.c) gibi haklara sahip olduğunun, bu ayetler ile beyan edildiği yönünde iddialar ortaya atılmıştır.
Nisa s. 80. ayeti, Allah ve resulüne itaat etmenin ne anlama geldiğini açık ve net olarak gösteren ve bu konudaki diğer ayetleri anlamanın anahtar bir ayetidir. Bu ayet doğru olarak anlaşıldığında, elçinin konumu hakkında ortaya atılan düşüncelerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünülecektir.
[004.080] Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene
gelince, seni onların başına gözcü olarak göndermedik!
Bu ayet, din de asıl olanın Allah'a itaat etmek olduğunu, bu itaatin yolunun ise, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ eden resulden geçtiğini beyan etmektedir. Allah'a itaatın yolunun resul den geçmesi ise, onun aracılığı ile Allah tarafından vahyedilen emir ve yasaklara itaat etmekten geçmektedir. Elçilerin asıl görevlerinin Allah (c.c) tarafından kendilerine yüklenen görevi yerine getirmek olduğu anlaşıldığı zaman, ona yüklenen ilave görevlerin ne kadar yanlış olduğu da anlaşılacaktır.
Sonuç olarak; Yüzlerce yıl öncesi Allah'a ve resulüne itaat edin ayetlerinden iki başlı bir din anlayışı çıkarmak hatasına düşülmesinden ötürü, elçinin dinde ortak duruma gelmesi gerektiği gibi bir ön yargıya varılmış, bazı ayetleri bu yönde tevil etmekle ile, belki kıyamete kadar sürecek bir kargaşanın temelleri atılmıştır.
Nisa s. 80. ayeti, Kur'an içinde bir çok yerde geçen, Allah'a ve resulüne itaat edin ayetlerinin doğru anlaşılmasında anahtar konumda bir ayettir. Bu ayet, kul için asıl olanın Allah'a itaat etmek olduğu, bu itaatin yolunun ise onun seçtiği beşer elçiler ile kullarına ilettiği vahye uymaktan geçtiğini bildirmektedir.
Beşer cinsinden seçilmiş olan elçilerin Allah (c.c) ile herhangi bir görev ve yetki paylaşımı gibi bir durumda olmadıklarının anlaşılmadığı sürece, yüzlerce yıldır devam eden ve büyük sıkıntıların doğmasına sebep olan yanlış elçi anlayışının düzelmesi ancak hesap gününe kalacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Doğru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doğru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Nisan 2017 Çarşamba
9 Mart 2017 Perşembe
Fatiha s. 6. Ayeti : Allah (c.c) Kullarını Doğru Yola Nasıl İletir ?
Fatiha adı ile bildiğimiz sure , 7 den 70 e bir çok Müslüman tarafından ezbere bilinmekte ve her gün namazlarda okunmaktadır. Bizlerin kulluk bilincine sahip olmamızı sağlayacak mesajları olan bu surenin 6. ayeti olan İhdinassıratal mustakıme (Bizi doğru yola ilet) şeklinde yaptığımız duanın , nasıl bir anlama ve hayatımızda nasıl bir yeri olabileceğine dair düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmak , bu yazının konusu olacaktır.
Dua olarak bildiğimiz ve yaptığımız çağrı , kulun Allah (c.c) den olan talebinin dile getirilme şeklidir. Allah (c.c) nin kitabında kullarının duasına icabet ettiğini ve beyan etmekte olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Ancak dua konusu , bir çok Müslüman tarafından gereğince doğru biçimde anlaşılamamakta , sanki sihirli bir değnek olarak görülmekte , dua edilerek Allah (c.c) den istenildiğinde , anında bu isteğin karşılanacağı sanılmakta , veya böyle bir arzu ve istek içinde Allah'a dua edilmektedir.
Allah (c.c) elbette kullarının duasını kabul edendir . Ancak onun bu kabulü bir takım şartlara bağlıdır , ve kullar bu şartları yerine getirmeden Allah (c.c) kullarının kendisinden olan isteklerin yerine getirmez. Allah (c.c) ye dua ederek ondan bir şey istemek , kulun o isteğini hayatına geçirmesi ile yakından ilintilidir.
Fatiha s. 6. ayetinde Rabbimize Bizi doğru yola ilet şeklinde dua etmek , önce kendimizin doğru yolda kaim olması gerektiğini şuur altına yerleştirmek amacına dayanmalıdır. Kul Rabbinden bunu istemekle önce kendisinin doğru yolda yürümesi gerektiğini öğrenecektir. Kulun Bizi doğru yola ilet şeklindeki isteği , kul eğer doğru yolda olmanın gereklerini yerine getirmediği takdirde günde değil 40 defa 400 defa tekrarlasa dahi bu dua yerine getirilmeyecektir.
Sadece konumuz olan bu dua ayeti değil , Kur'an'ın bütün dua ayetleri , kulun önce bu isteği doğrultusunda bir hayat sürmesi gerektiği noktasında bir bilinç içinde olmasını öğütlemektedir.
Kul cehennemden azat edilerek , cennete girmek için dua ettiği zaman , cennete girmeyi hak edecek amelleri yapması gerektiği bilincine sahip olacak , kendisini cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak bir hayat sürmesi gerektiğini bilecektir. Cenneti hak etmeyen ameller işleyerek , dili ile cenneti isteyen dualar etmesi kulu cennete yaklaştırmayacaktır.
Dua etmek sadece Allah (c.c) den olan istekleri dile dökmek değil , aynı zamanda bu istekleri şuur altına yerleştirmek sureti ile böyle bir hayat sürmek gerektiğini kulun kendisinin bilinç altına işlemesi anlamına gelmelidir.
Allah (c.c) ye yapılan dua ile kulun ameli arasında uyumsuzluk olduğu zaman , Allah (c.c) elbette bu duayı kabul etmeyecektir. Kul dil ile olan isteğini amel ile birleştirmediği sürece ettiği dua , kabule şayan olmayan sözler olarak çenesini yormaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Allah'a o kadar dua ettim Allah dualarımı kabul etmiyor şeklindeki yakınmalar , bir çok kimseden duyabileceğimiz sözlerdir. Yine aynı suredeki Hamd Alemlerin Rabbi Allah'a dır ayeti , Allah (c.c) nin her türlü övgüye layık olduğunu beyan etmektedir. Övülmeyi hak etmek demek , yaptığı iş verdiği karar noktasında hiç bir hata olmaması anlamına geldiğini düşündüğümüzde , ortada eğer bir yanlış varsa bu yanlış Allah (c.c) den değil , kulun kendisinden kaynaklanmaktadır.
Allah (c.c) kullarına hiç bir zaman zulmetmez , kul eğer zulme uğradığını düşünüyor ise , bunun nedenini önce kendisinde aramalıdır. Bundan dolayı kul önce Ben nerede hata yaptım ? sorusunu kendisine soracak ve hatayı kendisinde aramak sureti ile , yaptığı hatayı düzeltmek yoluna gitmediği sürece dualar kabul olmayacaktır.
Doğru Yol olarak görülecek yolun tarifini yine aynı kitap yapmaktadır. Allah (c.c) kullarına vermiş olduğu Semi - Basar - Fuad (İşitme - Görme - Gönül) duyuları ile doğruyu ve yanlışı ayırt etme kabiliyeti bahşetmiş , elçiler aracılığı ile indirdiği kitaplarda ise yolun doğrusunu yanlışını beyan etmiştir. Doğru Yol olarak beyan edilen yolu , surenin 7. ayetinde görüleceği üzere kendilerine nimet verilenlerin takip ettiği , bunların kim oldukları ise Nisa s. 69. ayetinde görülmektedir.
[004.069] Allah'a ve Resul'e kim itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar?
Nisa s. 69. ve bir çok ayette doğru yolun tarifi Allah ve Resule itaat olarak özetlenmiş bu yolun karşılığının Nebi , Sıddık , Şehit , Salih olarak tanımlanan insanlar ile birlikte olmak olarak belirtilmiştir. Sayılan 4 gurup içinde Nebi olarak yapılan tanımlamanın başta olması dikkat çekicidir.
Sıddık , Şehit , Salihlerden olmanın yolu , nebiler vasıtası ile inen kitaplarda ve yine onlar tarafından yaşanan hayatlarda bizlere öğretilmektedir. Kendilerine gelen nebileri tasdik ederek o nebiler ile birlikte sürülen hayatların karşılığı , ebedi cennet olarak beyan edilmiştir.
Dua etmek mistik bir eylem değil , yaşanan hayat ile iç içe olan bir eylemdir. Müslümanların bir çoğu tarafından mistik bir eylem haline sokulan dua etmenin , Allah (c.c) nin evrene koyduğu yasalar ile birliktelik arz ettiğinin bilincinde olmamaları , maalesef onları Şirk olarak bildirilen eylemler içine düşmelerine sebep olmaktadır.
Sonuç olarak ; Dua etmek demek , sadece Allah (c.c) den olan bazı isteklerin dile getirilmesi demek olmayıp , kulun şuur altına kulluk bilinci yerleştirmesi demektir. Bizi doğru yola ilet şeklinde yapılan bir duayı kul , doğru yol olarak tarif edilen yolda kaim ve daim olan bir hayat sürmek olarak anlamadığı ve bunu hayatı içinde pratiğe aktarmadığı sürece , doğru yol isteği gerçekleşmeyecek , hatta başka yolları doğru yol olarak bilerek , kendisinin doğru olarak bildiği fakat yanlış olan yollarda yürüyecektir.
Dua , söz ile amel birlikteliği gerektiren bir eylemdir. Söz , eğer amel ile yerine getirilmiyor ise , bu sözün karşılığı olan istekler de yerine gelmeyecektir.
Rabbimiz bizleri , dua etmenin şuuruna vakıf olarak dua eden kullarından kılsın.
Dua olarak bildiğimiz ve yaptığımız çağrı , kulun Allah (c.c) den olan talebinin dile getirilme şeklidir. Allah (c.c) nin kitabında kullarının duasına icabet ettiğini ve beyan etmekte olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Ancak dua konusu , bir çok Müslüman tarafından gereğince doğru biçimde anlaşılamamakta , sanki sihirli bir değnek olarak görülmekte , dua edilerek Allah (c.c) den istenildiğinde , anında bu isteğin karşılanacağı sanılmakta , veya böyle bir arzu ve istek içinde Allah'a dua edilmektedir.
Allah (c.c) elbette kullarının duasını kabul edendir . Ancak onun bu kabulü bir takım şartlara bağlıdır , ve kullar bu şartları yerine getirmeden Allah (c.c) kullarının kendisinden olan isteklerin yerine getirmez. Allah (c.c) ye dua ederek ondan bir şey istemek , kulun o isteğini hayatına geçirmesi ile yakından ilintilidir.
Fatiha s. 6. ayetinde Rabbimize Bizi doğru yola ilet şeklinde dua etmek , önce kendimizin doğru yolda kaim olması gerektiğini şuur altına yerleştirmek amacına dayanmalıdır. Kul Rabbinden bunu istemekle önce kendisinin doğru yolda yürümesi gerektiğini öğrenecektir. Kulun Bizi doğru yola ilet şeklindeki isteği , kul eğer doğru yolda olmanın gereklerini yerine getirmediği takdirde günde değil 40 defa 400 defa tekrarlasa dahi bu dua yerine getirilmeyecektir.
Sadece konumuz olan bu dua ayeti değil , Kur'an'ın bütün dua ayetleri , kulun önce bu isteği doğrultusunda bir hayat sürmesi gerektiği noktasında bir bilinç içinde olmasını öğütlemektedir.
Kul cehennemden azat edilerek , cennete girmek için dua ettiği zaman , cennete girmeyi hak edecek amelleri yapması gerektiği bilincine sahip olacak , kendisini cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak bir hayat sürmesi gerektiğini bilecektir. Cenneti hak etmeyen ameller işleyerek , dili ile cenneti isteyen dualar etmesi kulu cennete yaklaştırmayacaktır.
Dua etmek sadece Allah (c.c) den olan istekleri dile dökmek değil , aynı zamanda bu istekleri şuur altına yerleştirmek sureti ile böyle bir hayat sürmek gerektiğini kulun kendisinin bilinç altına işlemesi anlamına gelmelidir.
Allah (c.c) ye yapılan dua ile kulun ameli arasında uyumsuzluk olduğu zaman , Allah (c.c) elbette bu duayı kabul etmeyecektir. Kul dil ile olan isteğini amel ile birleştirmediği sürece ettiği dua , kabule şayan olmayan sözler olarak çenesini yormaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Allah'a o kadar dua ettim Allah dualarımı kabul etmiyor şeklindeki yakınmalar , bir çok kimseden duyabileceğimiz sözlerdir. Yine aynı suredeki Hamd Alemlerin Rabbi Allah'a dır ayeti , Allah (c.c) nin her türlü övgüye layık olduğunu beyan etmektedir. Övülmeyi hak etmek demek , yaptığı iş verdiği karar noktasında hiç bir hata olmaması anlamına geldiğini düşündüğümüzde , ortada eğer bir yanlış varsa bu yanlış Allah (c.c) den değil , kulun kendisinden kaynaklanmaktadır.
Allah (c.c) kullarına hiç bir zaman zulmetmez , kul eğer zulme uğradığını düşünüyor ise , bunun nedenini önce kendisinde aramalıdır. Bundan dolayı kul önce Ben nerede hata yaptım ? sorusunu kendisine soracak ve hatayı kendisinde aramak sureti ile , yaptığı hatayı düzeltmek yoluna gitmediği sürece dualar kabul olmayacaktır.
Doğru Yol olarak görülecek yolun tarifini yine aynı kitap yapmaktadır. Allah (c.c) kullarına vermiş olduğu Semi - Basar - Fuad (İşitme - Görme - Gönül) duyuları ile doğruyu ve yanlışı ayırt etme kabiliyeti bahşetmiş , elçiler aracılığı ile indirdiği kitaplarda ise yolun doğrusunu yanlışını beyan etmiştir. Doğru Yol olarak beyan edilen yolu , surenin 7. ayetinde görüleceği üzere kendilerine nimet verilenlerin takip ettiği , bunların kim oldukları ise Nisa s. 69. ayetinde görülmektedir.
[004.069] Allah'a ve Resul'e kim itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar?
Nisa s. 69. ve bir çok ayette doğru yolun tarifi Allah ve Resule itaat olarak özetlenmiş bu yolun karşılığının Nebi , Sıddık , Şehit , Salih olarak tanımlanan insanlar ile birlikte olmak olarak belirtilmiştir. Sayılan 4 gurup içinde Nebi olarak yapılan tanımlamanın başta olması dikkat çekicidir.
Sıddık , Şehit , Salihlerden olmanın yolu , nebiler vasıtası ile inen kitaplarda ve yine onlar tarafından yaşanan hayatlarda bizlere öğretilmektedir. Kendilerine gelen nebileri tasdik ederek o nebiler ile birlikte sürülen hayatların karşılığı , ebedi cennet olarak beyan edilmiştir.
Dua etmek mistik bir eylem değil , yaşanan hayat ile iç içe olan bir eylemdir. Müslümanların bir çoğu tarafından mistik bir eylem haline sokulan dua etmenin , Allah (c.c) nin evrene koyduğu yasalar ile birliktelik arz ettiğinin bilincinde olmamaları , maalesef onları Şirk olarak bildirilen eylemler içine düşmelerine sebep olmaktadır.
Sonuç olarak ; Dua etmek demek , sadece Allah (c.c) den olan bazı isteklerin dile getirilmesi demek olmayıp , kulun şuur altına kulluk bilinci yerleştirmesi demektir. Bizi doğru yola ilet şeklinde yapılan bir duayı kul , doğru yol olarak tarif edilen yolda kaim ve daim olan bir hayat sürmek olarak anlamadığı ve bunu hayatı içinde pratiğe aktarmadığı sürece , doğru yol isteği gerçekleşmeyecek , hatta başka yolları doğru yol olarak bilerek , kendisinin doğru olarak bildiği fakat yanlış olan yollarda yürüyecektir.
Dua , söz ile amel birlikteliği gerektiren bir eylemdir. Söz , eğer amel ile yerine getirilmiyor ise , bu sözün karşılığı olan istekler de yerine gelmeyecektir.
Rabbimiz bizleri , dua etmenin şuuruna vakıf olarak dua eden kullarından kılsın.
6 Mart 2016 Pazar
RESUL: Doğru Anlaşıldığında Taşların Yerine Oturacağı Bir Kavram
Müslümanlar arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen ihtilafların başında , son resul olan Muhammed (a.s) ın, dinde nasıl bir konum sahip olması gerektiği konusu gelmekte olup , onun sahip olduğu "Resul" sıfatının yanlış anlaşılması neticesinde oluşturulan resul anlayışı , dinde bazı taşların yerinden oynatılmasına sebep olmuştur.
Kaypak bir zemine oturtulan resul anlayışı , onun Allah (c.c) ile aynı konumda olması düşüncesini beraberinde getirmiştir . Böyle bir zemine oturtulan resul anlayışında , Kur'an içinde beyan edilmeyen bir konunun, onun hadisleri ile tamamlanmış olduğu düşüncesi ortaya atılarak , Muhammed (a.s)dinde , haşa eksiği tamamlayan bir kişi haline getirilmiştir.
Bilindiği üzere "Hadis" denildiği zaman akla gelen ilk şeyler , o sözlerin Kur'an gibi vahiy mahsulü olduğu , onlar olmadan Kur'anın anlaşılamayacağı , onların Kur'anı tamamladığı gibi , Allah (c.c) ye eksiklik izafe etmek anlamına gelen düşüncelerdir.
Muhammed (a.s) a yakıştırılan bu konumun yanlış olduğunu , onun böyle bir konuma oturtulmasının, Allah (c.c) ye atılmış yalan ve iftira olduğunu iddia edenlere , Muhammed (a.s) ın dinde ortak olmasını savunan anlayış sahipleri tarafından , "Hadis -Sünnet inkarcısı" , "Resul düşmanı" v.s gibi isimler takılarak , rencide edilmeye çalışıldığı malumdur.
Bu konuda ortaya atılan düşüncelerin , onun sahip olduğu "Resul" (Elçi) sıfatının yanlış anlaşılmasından kaynaklanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Eğer onun bu görevinin sınırları, doğru biçimde anlaşılacak olursa , yapılan kavgaların önünün alınması bir nebzede olsa mümkün olacaktır.
Bu yazımızda, bu kavramın anlamı ve sınırları konusundaki düşüncelerimizi paylaşarak, resul konusunda doğru bir yaklaşım sergileme yönünde, bir katkı sağlamaya çalışacağız.
Kelimenin sözlük anlamı şu şekildedir;
"Reslun" ; "Acele etmeden gönderilmek , yollanmak" anlamındadır.
"Naqatün Resletün" : Kolay ve yumuşak yürüyüşlü dişi deve.
"İblün Merasilü : Kolay bir şekilde gönderilen develer. (El Müfredat)
Terim olarak resul kelimesi ; "Bir hükümdarın mesajını başkalarına ileten kimse" anlamında olup , bu kelimeyi Kur'an terimi olarak okuduğumuzda , "Allah (c.c) nin mesajını ileten Melek veya Beşerden seçilmiş olan kimseler" için kullanılan bir kelimedir.
Kur'anda , bu kelimenin sözlük anlamında kullanıldığı ayetler bulunmaktadır
[026.053] Firavun da şehirlere toplayıcılar gönderdi( Feersele):
[012.031] (Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara gönderdi (Erselet), oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline bıçak verdi. «Çık, onlara « dedi. Böylece onlar onu görünce büyüttüler, ellerini kestiler ve: «Allah'ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir» dediler.
"Resul" (Elçi) konusunda bilinmesi gerekli olan en önemli nokta , bu görevi yüklenen kişinin yetki ve görevinin sınırlı olduğu , taşıdığı mesajın içeriğine artırma ve eksiltme yapmak gibi kişisel bir müdahalesinin olmamasıdır. Bu nokta dikkate alınarak , Muhammed (a.s) ın konumu anlaşılmaya müddetçe, yanlışlıkların ardı arkası kesilmeyecektir.
Muhammed (a.) ın resul olmasını işte bu noktayı dikkate alarak okumak zorundayız. Bu nokta dikkate alınmadan, veya göz ardı edilerek ortaya konan resul anlayışında, maalesef yarı ilah konuma yükseltilmiş ve Kur'an ile uyuşmayan bir resul portresi ortaya çıkarılmıştır.
[017.093] «Veyahut senin için altın- dan bir hane olmalı veya göğe derece derece yükselesin ve senin yükselmene de asla inanmayız, tâ ki, üzerimize kendisini okuyacağımız bir kitap indiresin.» De ki: «Rabbimi tenzih ederim, ben bir beşer olan resûlden başka değilim.»
[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»
[007.203]Onlara bir ayet getirmediğin zaman, «Sen bir tane yapsaydın ya» derler. De ki: «Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım. Bu Kitap inanan kavme Rabbinizden açık belgeler, yol gösterme ve rahmettir.»
[010.015] Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, «Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir» dediler. De ki: «Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım.»
[010.109] Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.
[018.110] De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.
[033.002] Sana Rabbinden vahyolunana uy; şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
[038.070] «Bana sadece vahyolunuyor; doğrusu ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.»
[041.006] De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!
[046.009]De ki: «Ben peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolunana uymaktayım; ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.»
Yukarıda vermiş olduğumuz ayet meallerine dikkat edildiğinde , onun kendisine vahyolunana uyan "Beşer bir elçi" olmasının beyan edilmiş olması , bizlerin resul algımızın şekillenmesinde temel alınması gereken en önemli ayetlerdir.
Bu noktada , "Sen peygambere postacı mı demek istiyorsun?" şeklinde itirazlar mutlaka gelecektir. Bu itirazlara ise, " Hayır asla böyle bir iddiamız olamaz , Muhammed (a.s) "Resul" olmak sıfatıyla , Rabbinden kendisine verilen mesajı iletmek , "Beşer" olmak yönüyle de, getirdiği mesajın ilk muhatabı yani mesajı hem okumak , hem de kendi hayatına uygulamak ile yükümlü birisidir" şeklinde cevabımız olacaktır.
İnsanların "Elçi" sözünü duyduğunda aklına gelen ilk şey , bir kimseden aldığı haberi bir diğerine aktaran kimse olup , "Elçi" olan kişinin aldığı haberi iletirken eksik , fazla , yalan gibi şahsi müdahalesi olması söz konusu bile olamaz. İletmek ile görevli olduğu habere müdahale eden bir elçi, "Hain" olarak görülerek , gerekli cezaya çarptırılır. Muhammed (a.s) ın elçi olma gerçeğini , bu kelimenin ifade ettiği anlam dahilinde okumak ve anlamak zorundayız.
Muhammed (a.s) ın elçiliği ile ilgili İslam dünyasındaki onun haram helal koyma yetkisi olduğunu savunan görüş , onun aldığı mesajın içeriğinde bazı eksiklikler görerek tamamladığını veya , mesajı veren Allah (c.c) nin ona "Benim eksik bıraktığım yerleri sen tamamlayabilirsin" şeklinde bir izin vermiş gibi bir algının oluşturduğu resul anlayışına sahiptir.
[069.044] O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,
[069.045] Elbette ki onu sağ tarafından yakalardık.
[069.046] Sonra onun can damarını elbette keserdik.
[069.047] Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız.
Hakka suresindeki bu ayetler, "Resul" sıfatına sahip olan bir kimsenin , görev ve yetkilerini aştığı anda ona neler yapılacağını bildirmektedir.
Şimdi sorarız ; Kendisi "Resul" vasfına sahip olarak , kendisine vahyolununa yani verilen mesaja uyan , onun haricinde bu mesaja herhangi bir ilave eksiltme gibi bir yetkisi olmayan , böyle bir şey yaptığında başına neler geleceğini çok iyi bilen bir kimse , "Bende Allah (c.c) gibi haram helal koyarım" gibi sözler söyleyerek , kendisinin Allah (c.c) ye ortak olduğunu iddia eden sözler sarf edebilir mi ?.
Yeryüzünde olan beşer bir hükümdar dahi , "Elçi" olarak seçtiği kimseyi gönderdiği insanlara , " Bu elçi aynı benim gibi hükümdardır , benim yerime kendisi size bazı talimatlar verebilir" demez iken, yani elçisi ile kendisi arasında herhangi bir ortaklığı kabul etmez iken , Alemlerin Rabbi ve hükümdarların hükümdarı olan Allah (c.c) , "Elçi" sıfatı ile gönderdiği bir BEŞERİ sadece kendisine ait olması gereken yetkilerde, onu kendisine ortak edebilir mi ? .
"Biz Muhammed (a.s) ın beşer olmadığını, veya Allah (c.c) ye ortak olduğunu iddia etmiyoruz" şeklinde gelecek olan bir itiraza ise şunları söyleyebiliriz ;
Evet bunu söz ile söylememiş olabilirsiniz , ancak Muhammed (a.s) haram helal tayini yetkisi veya söz ve fiillerinin aynı Kur'an gibi olduğu iddiasıyla, onun "Beşer Elçi" olması gerçeğini göz ardı ederek onu, "Ortak Elçi" konumuna yükselterek , fiilen böyle bir cürümü işlemektesiniz ?.
Sizlerin , "Muhammed (a.s) da aynı Allah (c.c) gibi haram helal koyma yetkisine sahiptir" şeklindeki iddialarınız , "Muhammed (a.s) da aynı Allah (c.c) gibi ilah olma gereğinin yetkilerine sahiptir" anlamına gelmektedir.
"Kur'anda Allah VE Resulü şeklinde geçen ayetleri inkar mı edelim o zaman? , veya sizin gibi düşünürsek bu ayetleri inkar etmiş olmaz mıyız?" şeklinde gelebilecek olan bir soruya da şunları söyleyebiliriz ;
Kur'anda geçen "Allah VE Resulü" şeklinde ayetleri eğer, "Allah (c.c) ayrı , resulü ayrı hüküm koyma yetkisine sahiptir" şeklinde anlayacak olursak , Rabbimizin "Çelişkisiz bir kitap" şeklinde beyan ettiği Kur'ana, "Çelişkili bir kitap" muamelesi yapmış oluruz şöyle ki ;
Kur'anın "Resul" kelimesine yüklediği anlamı ve ve bu kelimenin kullanımını dikkate aldığımızda , bu kelimenin anlam alanı öncelikle mesajı taşıyan kişinin mesaja müdahale etmek gibi bir yetkisi olMAdığını göstermektedir. "Allah VE Resulü" şeklinde geçen ayetlerin eğer, "Allah (c.c) ayrı , Muhammed (a.s) haram helal tayin eder" şeklinde bir anlamı olduğunu iddia ederek okuduğumuz zaman , "Resul" olan Muhammed (a.s) ın taşıdığı mesaja müdahale ettiğini iddia ederek, Hakka suresindeki karşılığa hak kazanmış olmasını gerektiren bir suç işlediğini iddia etmiş oluruz .
Allah (c.c) onu hiç bir zaman Hakka suresi ayetlerinde tehdit ettiği azaba çarptırmadığına göre Muhammed (a.s) kendisine verilen görevin sınırlarını aşacak bir hatalı davranış içine hiç bir zaman girmemiştir.
Muhammed (a.s) yaşadığı zaman içinde ne kavli ne de fiili olarak, aynen Allah (c.c) nin hükmü gibi kabul edilmesi gereken haram helal bazında bir hüküm koymamıştır. Onun yaşadığı hayat içinde yapmış olduğu bazı tasarruflar, "Devlet Başkanı" veya "Ordu Komutanı" sıfatının gereği olarak yapmış olduğu bazı tasarruflar olup , Kur'an ile denk olması gerektiği düşünülen tasarruflar değildir .
Bu tasarruflar bazen itiraz ile karşılanıp, Uhud harbi ile ilgili istişarede olduğu gibi sahabe tarafından ret edilerek , başka öneriler getirilebiliyordu . Sahabe eğer onun yapmış olduğu bu tasarrufların, aynı Kur'an gibi bağlayıcı olduğunu düşünse idi , ondan gelen bazı tekliflere, karşı teklif sunmak gibi bir hata! içine acaba düşer miydi ?.
Muhammed (a.s) ın yapmış olduğu bazı tasarrufların sahabe tarafından itiraz görmüş olması , bugün onun yapmış olduğu tasarrufların aynen Kur'an gibi görülmesi gerektiğini düşünenler tarafından , kendi iddialarının doğru olması için , sahabenin yanlış yapmış ve ona isyan etmiş olması şeklinde bir düşüncenin oluşmasına sebep olmasını gerektirmektedir. Halbuki sahabenin böyle bir hata içinde olduğunu kimse iddia etmemekte ve onların hata yaptığını iddia edilmiş olması yanlış bir tutum olacaktır.
Muhammed (a.s) a ait olduğu iddia edilen sözlerin toplandığı kitapları vahiy mahsulü olarak görmek, beraberinde tek kitap halinde elimizde olan Kur'anın o kitaplar ile bütünleştirilerek , Yahudilerin Tevratın yanına koydukları "Talmut" gibi bir kaynak olarak görülmesine, onların Tevrata karşı direk olarak yaptıkları tahrifin bir benzerinin , endirekt olarak bizlerinde Kur'ana karşı yapması anlamına gelecektir.
Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman içinde söylediği sözler ve yaptığı fiiller , sahabe nezdinde herhangi bir senet zinciri veya bu haberin zan olup olmadığı gibi bir durum söz konusu olmaksızın ilk ağızdan duyulmaktaydı. Muhammed (a.s) ın direk ağzından çıkan bazı kelimelere itiraz eden sahabenin, bu sözlerin sahihliği konusunda bizim bugün içinde bulunduğumuz sıkıntılar içinde olduğunu söylemek mümkün değildir .
Bugün Muhammed (a.s) adına gelen sözlerin toplandığı kitaplardaki sözlerin hiç biri onun ağzından çıktığı anda kayda alınarak bize gelmemiş olması, bizlerin ona atfedilen sözlerin ne kadar doğru olabileceği konusunda, daha dikkatli davranmasını gerektirmektedir.
Klasik İslam düşüncesinde geçerli olan sözün kendisinin değil , yazanın ve nakledenin değerlendirilmesi yoluna gidilerek doğruluğunun tespit edilmesi metodu , maalesef sağlıklı bir yol değildir. Bu yol ile oluşturulmuş olan rivayet kitaplarında , Kur'an ile uyuşmamasına rağmen , sırf falan kitap , veya filan kişiden rivayet edildiği için "Doğru ve tartışılmaz" olarak kabul edilen bir çok rivayet bulunmaktadır.
Muhammed (a.s) ın "Resul" olma gerçeğini , bu kelimenin ifade ettiği anlam olan mesajı iletmek , ve kendisi de o mesaj ile muhatap olması nedeniyle yaşamak ve örnek olmasını dikkate alarak , söz ve fiillerinin "Din" konusunda aynı Kur'an gibi bağlayıcılığı olamayacağını kabul etmeden ,sağlıklı bir düşünceye sahip olmayacağımız unutulmamalıdır.
Bunun dışındaki bir resul algısına sahip olmak demek , Allah (c.c) nin konumuna sahip bir kişi olduğu iddiası ile Muhammed (a.s) ı "İlah ve Rab" durumuna çıkarmak anlamına gelecektir.
Klasik İslam düşüncesinde geçerli olan resul algısını kabul etmenin getirdiği bir takım itikadi sıkıntılara burada değinmek yerinde olacaktır. Çünkü bu konuda ortaya atılan iddianın beraberinde getirdiği itikadi bozukluk yabana atılacak cinsten değildir.
Genel geçer resul algısında , Muhammed (a.s) ın söz ve fiillerinin tıpkı Kur'an gibi olduğunu iddia ederek kendilerini "Peygamber Dostu" olarak görenler tarafından , bunun böyle olmadığını iddia edenlere karşı "Peygamber Düşmanı" gibi yaftalar takılmaktadır.
Bilindiği üzere, peygamber sevgisinde aşırı gitmek şeklinde ortaya çıkan tezahürün zirve yaptığı kişi İsa (a.s) dır. Onu sevdiğini iddia edenler , ona olan sevgilerini göstermek için onu beşer olmaktan çıkararak, ilah konumuna getirmişlerdir. Kur'anda bu konuda pek çok ayet , İsa (a.s) a yaptıkları bu aşırı yüceltmenin onları , "Kafir" durumuna düşürdüğü bildirilmektedir.
Kur'anın İsa (a.s) ile ilgili ayetlerini alt alta koyup okuduğumuz zaman , o ayetlerde ortaya çıkan ortak nokta İsa (a.s) ın "Beşer bir Resul" olduğudur. İsa (a.s) üzerinden yapılan bu anlatımlar bizlere , sevgide ölçünün kitabın gösterdiği yol olması gerektiğidir. Kitabın gösterdiği ölçünün dışına çıkılarak, gösterilmeye çalışılan sevgi, kişileri "Küfür ve Şirk" batağına çekmektedir.
Hristiyanların düştüğü hatanın bir benzerine düşen Müslümanlar , Muhammed (a.s) ın "Beşer Elçi" olması gerçeği ile yetinmeyerek, onun sözlerini ve fiillerini aynı Kur'an gibi görerek , Allah (c.c) nin yanına oturtmayı başarmışlardır.
Allah (c.c) ile aynı konuma oturtularak , İsa (a.s) a uygulanan muamelenin bir benzeri uygulanan Muhammed (a.s) artık, koyduğu yasaklar Kur'an gibi değerlendirilmesi gereken , söylediği iddia edilen sözler aynı Kur'an gibi değeri olan "İlah ve Rab" konumunda olan bir kişi haline getirilerek, İsa (a.s) ile yaptırılan yarışta geri bırakılmamıştır!.
"Beşer Elçi" konumuna sahip olan bir kişi , Allah (c.c) ile aynı konuma sahip olduğunu iddia edecek düşünceler içinde olunması , iddia sahiplerini "Küfür ve Şirk" içine sokacaktır. Başkalarını "Peygamber Düşmanı" olarak yaftalayanlar , kendilerinin bu yaftaya layık olduğunu bilmeli , ve dostluk ve sevgi adına gösterilen bu düşmanlığı terk ederek , Kur'anın anlattığı bir peygamber algısına sahip olmalıdırlar.
Bu noktada , "Siz peygambersiz bir din istiyorsunuz , eğer peygambere ihtiyaç olmasaydı Allah (c.c) bu kitabı dağa indirir kendiniz okuyun uygulayın derdi" şeklinde, gelecek olan bir itiraza şunları söyleyebiliriz ;
Kimsenin böyle bir iddiası olamaz , "Ben Müslümanım" diyen bir kimse peygamberlik olgusunu ve gereğini asla inkar edemez , inkar eden Müslüman olamaz, neden mi ?;
Kur'anda Muhammed (a.s) a kendisinden önce geçen elçiler ve onların kavimleri ile olan mücadeleleri okunarak bu elçilerin mücadelelerinden örnek çıkarmasını amaçlamıştır. Bu noktada Muhammed (a.s) , kendisinden önceki elçi atalarının yollarını Kur'andan izleyerek o yolu yani ONLARIN SÜNNETLERİNİ takip etmiştir.
Bizlere düşen görev o yolu takip etmek olup , bu yol Kur'an dışı kitap ve bilgilere ihtiyaç bırakmayacak kadar Kur'an içinde açık ve net bir biçimde açıklanmıştır. Peygambere olan ihtiyaç dinin eksik bırakılarak , o eksiği hadis kitapları ile tamamlanması ile değil , tevhit mücadelesinde nasıl bir yol izlemek noktasında onlardan öğreneceğimiz metot noktasında olan ihtiyaçtır.
Dinde peygamberi devreden çıkarmamak adına rivayet bilgilerine sarılmak demek , eksik dinin tamamlayıcısı bir elçi anlayışına sahip olmak demek olup , bu da Allah (c.c) nin "Bu gün size dininizi tamamladım (Maide3)" emrine muhalif bir söylem üreterek , "Hayır eksik bıraktın" anlamına gelecektir.
Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) ın "Beşer Elçi" olmasının gerektirdiği anlamın ve o anlam etrafında olması gereken düşüncelerin yüzyıllardır olmaması , Müslümanları yanlış peygamber tasavvuru ile başbaşa bırakarak , İsa (a.s) ile yarıştırılan bir peygamber haline getirmiştir.
Müslümanlar eğer "Elçi" olmak demenin ne anlama gelmesi gerektiğini Kur'andan öğrenmiş olsalardı , Muhammed (a.s) a bugün yüklenmiş olan "Ortak Elçi" payesi gündeme dahi gelmeyerek , bir çok yanlış ve Kur'an dışı düşüncenin onun adına uydurularak "Din bu dur" şeklinde sunulmasının kapısı aralanmış olmazdı.
"Elçi" , mesajını getirdiği kişi ile ortaklığı olan bir kişi anlamına gelmez. Muhammed (a.s) elçilik görevi ile dinde kural koyucu değil , konulmuş kuralları tebliğ edici ve uygulayıcıdır. Onun Kur'an harici koymuş olduğu bazı kurallar , yaşadığı zaman ve mekana has kurallar olup , onun bağlayıcı sünneti aranmak isteniliyorsa Kur'an içinde müşriklere karşı yapmış olduğu tevhit mücadelesine bakılmalıdır.
Muhammed (a.s) ın bir kul ve elçi olduğu iddiası sadece sözde değil , düşünce bazında da pratiğe geçerek , onun Allah (c.c) nin hükmüne ortak olan , eksik bıraktığı yeri dolduran bir kimse olMAdığı gerçeği bilinmedikçe içinde bulunduğumuz tartışmalar bitmeyecektir.
İçine düştüğümüz ihtilafların temeline teşkil eden resul anlayışı , en sağlam temel olan Kur'ani temele oturtulmadığı müddetçe kaypak taşlar üzerine oturtulmuş olan din binasının temeli her zaman sallantıda olmaya devam etmekten kurtulamayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaypak bir zemine oturtulan resul anlayışı , onun Allah (c.c) ile aynı konumda olması düşüncesini beraberinde getirmiştir . Böyle bir zemine oturtulan resul anlayışında , Kur'an içinde beyan edilmeyen bir konunun, onun hadisleri ile tamamlanmış olduğu düşüncesi ortaya atılarak , Muhammed (a.s)dinde , haşa eksiği tamamlayan bir kişi haline getirilmiştir.
Bilindiği üzere "Hadis" denildiği zaman akla gelen ilk şeyler , o sözlerin Kur'an gibi vahiy mahsulü olduğu , onlar olmadan Kur'anın anlaşılamayacağı , onların Kur'anı tamamladığı gibi , Allah (c.c) ye eksiklik izafe etmek anlamına gelen düşüncelerdir.
Muhammed (a.s) a yakıştırılan bu konumun yanlış olduğunu , onun böyle bir konuma oturtulmasının, Allah (c.c) ye atılmış yalan ve iftira olduğunu iddia edenlere , Muhammed (a.s) ın dinde ortak olmasını savunan anlayış sahipleri tarafından , "Hadis -Sünnet inkarcısı" , "Resul düşmanı" v.s gibi isimler takılarak , rencide edilmeye çalışıldığı malumdur.
Bu konuda ortaya atılan düşüncelerin , onun sahip olduğu "Resul" (Elçi) sıfatının yanlış anlaşılmasından kaynaklanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Eğer onun bu görevinin sınırları, doğru biçimde anlaşılacak olursa , yapılan kavgaların önünün alınması bir nebzede olsa mümkün olacaktır.
Bu yazımızda, bu kavramın anlamı ve sınırları konusundaki düşüncelerimizi paylaşarak, resul konusunda doğru bir yaklaşım sergileme yönünde, bir katkı sağlamaya çalışacağız.
Kelimenin sözlük anlamı şu şekildedir;
"Reslun" ; "Acele etmeden gönderilmek , yollanmak" anlamındadır.
"Naqatün Resletün" : Kolay ve yumuşak yürüyüşlü dişi deve.
"İblün Merasilü : Kolay bir şekilde gönderilen develer. (El Müfredat)
Terim olarak resul kelimesi ; "Bir hükümdarın mesajını başkalarına ileten kimse" anlamında olup , bu kelimeyi Kur'an terimi olarak okuduğumuzda , "Allah (c.c) nin mesajını ileten Melek veya Beşerden seçilmiş olan kimseler" için kullanılan bir kelimedir.
Kur'anda , bu kelimenin sözlük anlamında kullanıldığı ayetler bulunmaktadır
[026.053] Firavun da şehirlere toplayıcılar gönderdi( Feersele):
[012.031] (Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara gönderdi (Erselet), oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline bıçak verdi. «Çık, onlara « dedi. Böylece onlar onu görünce büyüttüler, ellerini kestiler ve: «Allah'ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir» dediler.
"Resul" (Elçi) konusunda bilinmesi gerekli olan en önemli nokta , bu görevi yüklenen kişinin yetki ve görevinin sınırlı olduğu , taşıdığı mesajın içeriğine artırma ve eksiltme yapmak gibi kişisel bir müdahalesinin olmamasıdır. Bu nokta dikkate alınarak , Muhammed (a.s) ın konumu anlaşılmaya müddetçe, yanlışlıkların ardı arkası kesilmeyecektir.
Muhammed (a.) ın resul olmasını işte bu noktayı dikkate alarak okumak zorundayız. Bu nokta dikkate alınmadan, veya göz ardı edilerek ortaya konan resul anlayışında, maalesef yarı ilah konuma yükseltilmiş ve Kur'an ile uyuşmayan bir resul portresi ortaya çıkarılmıştır.
[017.093] «Veyahut senin için altın- dan bir hane olmalı veya göğe derece derece yükselesin ve senin yükselmene de asla inanmayız, tâ ki, üzerimize kendisini okuyacağımız bir kitap indiresin.» De ki: «Rabbimi tenzih ederim, ben bir beşer olan resûlden başka değilim.»
[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»
[007.203]Onlara bir ayet getirmediğin zaman, «Sen bir tane yapsaydın ya» derler. De ki: «Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım. Bu Kitap inanan kavme Rabbinizden açık belgeler, yol gösterme ve rahmettir.»
[010.015] Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, «Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir» dediler. De ki: «Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım.»
[010.109] Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.
[018.110] De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.
[033.002] Sana Rabbinden vahyolunana uy; şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
[038.070] «Bana sadece vahyolunuyor; doğrusu ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.»
[041.006] De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!
[046.009]De ki: «Ben peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolunana uymaktayım; ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.»
Yukarıda vermiş olduğumuz ayet meallerine dikkat edildiğinde , onun kendisine vahyolunana uyan "Beşer bir elçi" olmasının beyan edilmiş olması , bizlerin resul algımızın şekillenmesinde temel alınması gereken en önemli ayetlerdir.
Bu noktada , "Sen peygambere postacı mı demek istiyorsun?" şeklinde itirazlar mutlaka gelecektir. Bu itirazlara ise, " Hayır asla böyle bir iddiamız olamaz , Muhammed (a.s) "Resul" olmak sıfatıyla , Rabbinden kendisine verilen mesajı iletmek , "Beşer" olmak yönüyle de, getirdiği mesajın ilk muhatabı yani mesajı hem okumak , hem de kendi hayatına uygulamak ile yükümlü birisidir" şeklinde cevabımız olacaktır.
İnsanların "Elçi" sözünü duyduğunda aklına gelen ilk şey , bir kimseden aldığı haberi bir diğerine aktaran kimse olup , "Elçi" olan kişinin aldığı haberi iletirken eksik , fazla , yalan gibi şahsi müdahalesi olması söz konusu bile olamaz. İletmek ile görevli olduğu habere müdahale eden bir elçi, "Hain" olarak görülerek , gerekli cezaya çarptırılır. Muhammed (a.s) ın elçi olma gerçeğini , bu kelimenin ifade ettiği anlam dahilinde okumak ve anlamak zorundayız.
Muhammed (a.s) ın elçiliği ile ilgili İslam dünyasındaki onun haram helal koyma yetkisi olduğunu savunan görüş , onun aldığı mesajın içeriğinde bazı eksiklikler görerek tamamladığını veya , mesajı veren Allah (c.c) nin ona "Benim eksik bıraktığım yerleri sen tamamlayabilirsin" şeklinde bir izin vermiş gibi bir algının oluşturduğu resul anlayışına sahiptir.
[069.044] O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,
[069.045] Elbette ki onu sağ tarafından yakalardık.
[069.046] Sonra onun can damarını elbette keserdik.
[069.047] Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız.
Hakka suresindeki bu ayetler, "Resul" sıfatına sahip olan bir kimsenin , görev ve yetkilerini aştığı anda ona neler yapılacağını bildirmektedir.
Şimdi sorarız ; Kendisi "Resul" vasfına sahip olarak , kendisine vahyolununa yani verilen mesaja uyan , onun haricinde bu mesaja herhangi bir ilave eksiltme gibi bir yetkisi olmayan , böyle bir şey yaptığında başına neler geleceğini çok iyi bilen bir kimse , "Bende Allah (c.c) gibi haram helal koyarım" gibi sözler söyleyerek , kendisinin Allah (c.c) ye ortak olduğunu iddia eden sözler sarf edebilir mi ?.
Yeryüzünde olan beşer bir hükümdar dahi , "Elçi" olarak seçtiği kimseyi gönderdiği insanlara , " Bu elçi aynı benim gibi hükümdardır , benim yerime kendisi size bazı talimatlar verebilir" demez iken, yani elçisi ile kendisi arasında herhangi bir ortaklığı kabul etmez iken , Alemlerin Rabbi ve hükümdarların hükümdarı olan Allah (c.c) , "Elçi" sıfatı ile gönderdiği bir BEŞERİ sadece kendisine ait olması gereken yetkilerde, onu kendisine ortak edebilir mi ? .
"Biz Muhammed (a.s) ın beşer olmadığını, veya Allah (c.c) ye ortak olduğunu iddia etmiyoruz" şeklinde gelecek olan bir itiraza ise şunları söyleyebiliriz ;
Evet bunu söz ile söylememiş olabilirsiniz , ancak Muhammed (a.s) haram helal tayini yetkisi veya söz ve fiillerinin aynı Kur'an gibi olduğu iddiasıyla, onun "Beşer Elçi" olması gerçeğini göz ardı ederek onu, "Ortak Elçi" konumuna yükselterek , fiilen böyle bir cürümü işlemektesiniz ?.
Sizlerin , "Muhammed (a.s) da aynı Allah (c.c) gibi haram helal koyma yetkisine sahiptir" şeklindeki iddialarınız , "Muhammed (a.s) da aynı Allah (c.c) gibi ilah olma gereğinin yetkilerine sahiptir" anlamına gelmektedir.
"Kur'anda Allah VE Resulü şeklinde geçen ayetleri inkar mı edelim o zaman? , veya sizin gibi düşünürsek bu ayetleri inkar etmiş olmaz mıyız?" şeklinde gelebilecek olan bir soruya da şunları söyleyebiliriz ;
Kur'anda geçen "Allah VE Resulü" şeklinde ayetleri eğer, "Allah (c.c) ayrı , resulü ayrı hüküm koyma yetkisine sahiptir" şeklinde anlayacak olursak , Rabbimizin "Çelişkisiz bir kitap" şeklinde beyan ettiği Kur'ana, "Çelişkili bir kitap" muamelesi yapmış oluruz şöyle ki ;
Kur'anın "Resul" kelimesine yüklediği anlamı ve ve bu kelimenin kullanımını dikkate aldığımızda , bu kelimenin anlam alanı öncelikle mesajı taşıyan kişinin mesaja müdahale etmek gibi bir yetkisi olMAdığını göstermektedir. "Allah VE Resulü" şeklinde geçen ayetlerin eğer, "Allah (c.c) ayrı , Muhammed (a.s) haram helal tayin eder" şeklinde bir anlamı olduğunu iddia ederek okuduğumuz zaman , "Resul" olan Muhammed (a.s) ın taşıdığı mesaja müdahale ettiğini iddia ederek, Hakka suresindeki karşılığa hak kazanmış olmasını gerektiren bir suç işlediğini iddia etmiş oluruz .
Allah (c.c) onu hiç bir zaman Hakka suresi ayetlerinde tehdit ettiği azaba çarptırmadığına göre Muhammed (a.s) kendisine verilen görevin sınırlarını aşacak bir hatalı davranış içine hiç bir zaman girmemiştir.
Muhammed (a.s) yaşadığı zaman içinde ne kavli ne de fiili olarak, aynen Allah (c.c) nin hükmü gibi kabul edilmesi gereken haram helal bazında bir hüküm koymamıştır. Onun yaşadığı hayat içinde yapmış olduğu bazı tasarruflar, "Devlet Başkanı" veya "Ordu Komutanı" sıfatının gereği olarak yapmış olduğu bazı tasarruflar olup , Kur'an ile denk olması gerektiği düşünülen tasarruflar değildir .
Bu tasarruflar bazen itiraz ile karşılanıp, Uhud harbi ile ilgili istişarede olduğu gibi sahabe tarafından ret edilerek , başka öneriler getirilebiliyordu . Sahabe eğer onun yapmış olduğu bu tasarrufların, aynı Kur'an gibi bağlayıcı olduğunu düşünse idi , ondan gelen bazı tekliflere, karşı teklif sunmak gibi bir hata! içine acaba düşer miydi ?.
Muhammed (a.s) ın yapmış olduğu bazı tasarrufların sahabe tarafından itiraz görmüş olması , bugün onun yapmış olduğu tasarrufların aynen Kur'an gibi görülmesi gerektiğini düşünenler tarafından , kendi iddialarının doğru olması için , sahabenin yanlış yapmış ve ona isyan etmiş olması şeklinde bir düşüncenin oluşmasına sebep olmasını gerektirmektedir. Halbuki sahabenin böyle bir hata içinde olduğunu kimse iddia etmemekte ve onların hata yaptığını iddia edilmiş olması yanlış bir tutum olacaktır.
Muhammed (a.s) a ait olduğu iddia edilen sözlerin toplandığı kitapları vahiy mahsulü olarak görmek, beraberinde tek kitap halinde elimizde olan Kur'anın o kitaplar ile bütünleştirilerek , Yahudilerin Tevratın yanına koydukları "Talmut" gibi bir kaynak olarak görülmesine, onların Tevrata karşı direk olarak yaptıkları tahrifin bir benzerinin , endirekt olarak bizlerinde Kur'ana karşı yapması anlamına gelecektir.
Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman içinde söylediği sözler ve yaptığı fiiller , sahabe nezdinde herhangi bir senet zinciri veya bu haberin zan olup olmadığı gibi bir durum söz konusu olmaksızın ilk ağızdan duyulmaktaydı. Muhammed (a.s) ın direk ağzından çıkan bazı kelimelere itiraz eden sahabenin, bu sözlerin sahihliği konusunda bizim bugün içinde bulunduğumuz sıkıntılar içinde olduğunu söylemek mümkün değildir .
Bugün Muhammed (a.s) adına gelen sözlerin toplandığı kitaplardaki sözlerin hiç biri onun ağzından çıktığı anda kayda alınarak bize gelmemiş olması, bizlerin ona atfedilen sözlerin ne kadar doğru olabileceği konusunda, daha dikkatli davranmasını gerektirmektedir.
Klasik İslam düşüncesinde geçerli olan sözün kendisinin değil , yazanın ve nakledenin değerlendirilmesi yoluna gidilerek doğruluğunun tespit edilmesi metodu , maalesef sağlıklı bir yol değildir. Bu yol ile oluşturulmuş olan rivayet kitaplarında , Kur'an ile uyuşmamasına rağmen , sırf falan kitap , veya filan kişiden rivayet edildiği için "Doğru ve tartışılmaz" olarak kabul edilen bir çok rivayet bulunmaktadır.
Muhammed (a.s) ın "Resul" olma gerçeğini , bu kelimenin ifade ettiği anlam olan mesajı iletmek , ve kendisi de o mesaj ile muhatap olması nedeniyle yaşamak ve örnek olmasını dikkate alarak , söz ve fiillerinin "Din" konusunda aynı Kur'an gibi bağlayıcılığı olamayacağını kabul etmeden ,sağlıklı bir düşünceye sahip olmayacağımız unutulmamalıdır.
Bunun dışındaki bir resul algısına sahip olmak demek , Allah (c.c) nin konumuna sahip bir kişi olduğu iddiası ile Muhammed (a.s) ı "İlah ve Rab" durumuna çıkarmak anlamına gelecektir.
Klasik İslam düşüncesinde geçerli olan resul algısını kabul etmenin getirdiği bir takım itikadi sıkıntılara burada değinmek yerinde olacaktır. Çünkü bu konuda ortaya atılan iddianın beraberinde getirdiği itikadi bozukluk yabana atılacak cinsten değildir.
Genel geçer resul algısında , Muhammed (a.s) ın söz ve fiillerinin tıpkı Kur'an gibi olduğunu iddia ederek kendilerini "Peygamber Dostu" olarak görenler tarafından , bunun böyle olmadığını iddia edenlere karşı "Peygamber Düşmanı" gibi yaftalar takılmaktadır.
Bilindiği üzere, peygamber sevgisinde aşırı gitmek şeklinde ortaya çıkan tezahürün zirve yaptığı kişi İsa (a.s) dır. Onu sevdiğini iddia edenler , ona olan sevgilerini göstermek için onu beşer olmaktan çıkararak, ilah konumuna getirmişlerdir. Kur'anda bu konuda pek çok ayet , İsa (a.s) a yaptıkları bu aşırı yüceltmenin onları , "Kafir" durumuna düşürdüğü bildirilmektedir.
Kur'anın İsa (a.s) ile ilgili ayetlerini alt alta koyup okuduğumuz zaman , o ayetlerde ortaya çıkan ortak nokta İsa (a.s) ın "Beşer bir Resul" olduğudur. İsa (a.s) üzerinden yapılan bu anlatımlar bizlere , sevgide ölçünün kitabın gösterdiği yol olması gerektiğidir. Kitabın gösterdiği ölçünün dışına çıkılarak, gösterilmeye çalışılan sevgi, kişileri "Küfür ve Şirk" batağına çekmektedir.
Hristiyanların düştüğü hatanın bir benzerine düşen Müslümanlar , Muhammed (a.s) ın "Beşer Elçi" olması gerçeği ile yetinmeyerek, onun sözlerini ve fiillerini aynı Kur'an gibi görerek , Allah (c.c) nin yanına oturtmayı başarmışlardır.
Allah (c.c) ile aynı konuma oturtularak , İsa (a.s) a uygulanan muamelenin bir benzeri uygulanan Muhammed (a.s) artık, koyduğu yasaklar Kur'an gibi değerlendirilmesi gereken , söylediği iddia edilen sözler aynı Kur'an gibi değeri olan "İlah ve Rab" konumunda olan bir kişi haline getirilerek, İsa (a.s) ile yaptırılan yarışta geri bırakılmamıştır!.
"Beşer Elçi" konumuna sahip olan bir kişi , Allah (c.c) ile aynı konuma sahip olduğunu iddia edecek düşünceler içinde olunması , iddia sahiplerini "Küfür ve Şirk" içine sokacaktır. Başkalarını "Peygamber Düşmanı" olarak yaftalayanlar , kendilerinin bu yaftaya layık olduğunu bilmeli , ve dostluk ve sevgi adına gösterilen bu düşmanlığı terk ederek , Kur'anın anlattığı bir peygamber algısına sahip olmalıdırlar.
Bu noktada , "Siz peygambersiz bir din istiyorsunuz , eğer peygambere ihtiyaç olmasaydı Allah (c.c) bu kitabı dağa indirir kendiniz okuyun uygulayın derdi" şeklinde, gelecek olan bir itiraza şunları söyleyebiliriz ;
Kimsenin böyle bir iddiası olamaz , "Ben Müslümanım" diyen bir kimse peygamberlik olgusunu ve gereğini asla inkar edemez , inkar eden Müslüman olamaz, neden mi ?;
Kur'anda Muhammed (a.s) a kendisinden önce geçen elçiler ve onların kavimleri ile olan mücadeleleri okunarak bu elçilerin mücadelelerinden örnek çıkarmasını amaçlamıştır. Bu noktada Muhammed (a.s) , kendisinden önceki elçi atalarının yollarını Kur'andan izleyerek o yolu yani ONLARIN SÜNNETLERİNİ takip etmiştir.
Bizlere düşen görev o yolu takip etmek olup , bu yol Kur'an dışı kitap ve bilgilere ihtiyaç bırakmayacak kadar Kur'an içinde açık ve net bir biçimde açıklanmıştır. Peygambere olan ihtiyaç dinin eksik bırakılarak , o eksiği hadis kitapları ile tamamlanması ile değil , tevhit mücadelesinde nasıl bir yol izlemek noktasında onlardan öğreneceğimiz metot noktasında olan ihtiyaçtır.
Dinde peygamberi devreden çıkarmamak adına rivayet bilgilerine sarılmak demek , eksik dinin tamamlayıcısı bir elçi anlayışına sahip olmak demek olup , bu da Allah (c.c) nin "Bu gün size dininizi tamamladım (Maide3)" emrine muhalif bir söylem üreterek , "Hayır eksik bıraktın" anlamına gelecektir.
Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) ın "Beşer Elçi" olmasının gerektirdiği anlamın ve o anlam etrafında olması gereken düşüncelerin yüzyıllardır olmaması , Müslümanları yanlış peygamber tasavvuru ile başbaşa bırakarak , İsa (a.s) ile yarıştırılan bir peygamber haline getirmiştir.
Müslümanlar eğer "Elçi" olmak demenin ne anlama gelmesi gerektiğini Kur'andan öğrenmiş olsalardı , Muhammed (a.s) a bugün yüklenmiş olan "Ortak Elçi" payesi gündeme dahi gelmeyerek , bir çok yanlış ve Kur'an dışı düşüncenin onun adına uydurularak "Din bu dur" şeklinde sunulmasının kapısı aralanmış olmazdı.
"Elçi" , mesajını getirdiği kişi ile ortaklığı olan bir kişi anlamına gelmez. Muhammed (a.s) elçilik görevi ile dinde kural koyucu değil , konulmuş kuralları tebliğ edici ve uygulayıcıdır. Onun Kur'an harici koymuş olduğu bazı kurallar , yaşadığı zaman ve mekana has kurallar olup , onun bağlayıcı sünneti aranmak isteniliyorsa Kur'an içinde müşriklere karşı yapmış olduğu tevhit mücadelesine bakılmalıdır.
Muhammed (a.s) ın bir kul ve elçi olduğu iddiası sadece sözde değil , düşünce bazında da pratiğe geçerek , onun Allah (c.c) nin hükmüne ortak olan , eksik bıraktığı yeri dolduran bir kimse olMAdığı gerçeği bilinmedikçe içinde bulunduğumuz tartışmalar bitmeyecektir.
İçine düştüğümüz ihtilafların temeline teşkil eden resul anlayışı , en sağlam temel olan Kur'ani temele oturtulmadığı müddetçe kaypak taşlar üzerine oturtulmuş olan din binasının temeli her zaman sallantıda olmaya devam etmekten kurtulamayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)