İnsanların fıtri bir özelliği olan birlikte yaşam sürme ihtiyacı, bu birlikteliğin devamına vesile olması için bazı ortak değerlere sahip olmalarını da gerektirmiştir. Müslüman veya Kafir hangi topluluk olursa olsun bütün toplumlar, kendilerini ayakta tutacak, ve birbirleri ile kenetlenmelerini sağlayacak olan bazı ortak değerler üretmiş, ve bu ortak değerlere bağlı kalmak sureti ile hayatiyetlerini devam ettirmeye çalışmaktadır.
Konuya biz Müslümanlar açısından baktığımızda, bizlerin de birlik ve beraberlik içinde olması gerektiğine dair emirler Kur'an içinde mevcut olup, bu birlikteliğimizin sürmesini sağlayan belirli zaman ve mekanda yapılan bazı kulluk görevleri, Allah (c.c) tarafından bizlere emredilmiştir. Hac, insana kulluğunu hatırlatan, aynı zamanda belirli bir mekan ve zamanda toplu olarak yapılan bir ibadet olması hasebiyle, Müslüman topluluğun ayakta durmasına, birlik ve beraberliğini hatırlamasına vesile olan bir ibadet olarak atamız İbrahim (a.s) dan beri icra edilegelmektedir.
Kur'an içinde bir çok ayet Hac ibadetinin fıkhi ve sosyal boyutu hakkında bilgi vermekte olup, Maide s. 97. ayeti bunlardan bir tanesidir. Yazımızda, bu ayet içindeki bilgileri dikkate alarak Hac ibadetinin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde tefekkürde bulunmaya gayret edeceğiz.
[005.097] Allah, Beyt-i Haram (olan) Kâbe'yi insanlar için bir ayaklanma
(kıyam evi) kıldı; Haram Ay'ı, kurbanı ve boyunlardaki gerdanlıkları da. Bu,
Allah'ın göklerde ve yerde ne varsa tümünü bildiğini ve Allah'ın gerçekten her
şeyi bilen olduğunu bilmeniz içindir.
Maide s. 97. ayetinde geçen Kabe, Haram ay, Kurban, Hac ibadeti ile ilgili olan kelimelerdir. Ayet içindeki Kıyamen kelimesi, Hac ile ilgili olan menasıkin, toplum dinamikleri açısından ne anlama geldiğini anlamak noktasında anahtar bir kelimedir. Bu kelimenin anlaşılması, Hac ibadetinin kuru bir ritüeller manzumesi olmadığını, toplumun ayakta kalması için gerekli olan dinamikleri içinde barındırdığını göstermektedir.
Haram Aylar, bilindiği üzere Hac ile yakından alakalı olup, Hac için yola çıkan insanların güven ve emniyetinin sağlanması amacı ile, bu 4ay (Zilkade, Zilhicce, Muharrem - Recep) içinde savaşlara ve kan dökmeye ara verilirdi. İnsanlar bu aylar içinde Hac ve Umre için yola çıkar, ticaret ve ibadet maksatlı olarak Mekke'ye gider ve orada ibadet ve maddi yönden menfaatlerini de temin ederek yurduna geri dönerdi.
Haram aylar içinde savaş yapmamak demek, Hac yolunun emniyeti açısından hayati önem arz eden bir durumdur. Bu aylar içinde kan dökülmemesi gerektiğine dair olan inancın bütün kabileler tarafından yerine getirilmiş olması, insanların Hac için Mekke'ye gelmelerinin yolunu açmakta, bu yolla insanlar birbiri ile, insan olmanın gerektirdiği ihtiyaçlarını gidermekte idi. İnsanların birbirlerinden menfaatler sağlaması, öncelikle menfaat sağlanacak mekana giden yolların açık olmasını gerektirmesinden dolayı, haram aylar içinde savaşa ve kan dökmeye ara verilerek Hac yolunun emniyet ve güven içinde açık olması, Mekke'ye gelen insanlar için önem arz etmektedir.
[022.026] Hani İbrahim'e: Bana hiç bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler,
kıyama duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için evimi temiz tut, diye
Kabe' nin yerini hazırlamıştık.
[022.027] İnsanlar için haccı ilan et. Gerek yaya, gerek arık binekler
üzerinde uzak vadiden ve yollardan sana gelsinler.
[022.028] Taki kendi menfaatlerine şahid olsunlar; Allah'ın onlara rızık
olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar.
Siz de bunlardan yiyin, çaresiz kalmış yoksulu da doyurun.
[022.029] Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine
getirsinler. Kabe'yi tavaf etsinler.
[022.030] İşte böyle. Kim Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse, bu
Rabbinin katında kendi iyiliğinedir. (Haram olduğu) size okunanlar dışında kalan
hayvanlar, size helal kılındı. O halde pis putlardan sakının; yalan sözden
kaçının.
[022.031] Allah'a ortak koşmaksızın O'na yönelerek pis putlardan kaçının,
yalan sözden çekinin. Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların
kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma attığı şeye benzer.
[022.032] İşte böyle; kim Allah'ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu,
kalblerin takvasındandır.
[022.033] Onlarda sizin için adı konulmuş bir süreye kadar yararlar vardır.
Sonra onların yerleri Beyt-i atik'tir.
[022.034] Biz her ümmet için bir «Mensek» kıldık, O'nun kendilerine rızık
olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar diye. İşte
sizin ilahınız bir tek ilahtır, artık yalnızca O'na teslim olun. Sen alçak
gönüllü olanlara müjde ver.
Hac ile ilgili Kur'an ayetlerini okuduğumuzda, gözümüzde çarpan önemli hususlardan bir tanesi, bu ibadetin sadece bir takım ritüellerin yerine getirilmesi olmadığını, Menfaat kelimesinin en geniş anlamı olan her türlü ihtiyacın giderilmeye çalışılmasını anlayabilir, insanların ihtiyaçlarını karşılamak için ticari faaliyetlerin de yürütülmesine izin verildiğini görebiliriz. İnsanların birbirleri ile karşılıklı menfaatler içinde olmaları, onların birbirleri ile barış içinde yaşamalarına, ve toplumun ayakta kalmasına sebep olan en önemli bir etkendir. Hac ibadeti işte bu barışı sağlayan önemli etkenlerden biri olarak Müslüman toplumun ayakta kalmasına vesile olan ortak değerlerden bir tanesidir.
[022.036] İşte kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan
nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken
üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene
de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza
verdik.
Hac ibadetinde yapılan kurban kesme ritüeli sadece kuru bir kan dökme ritüeli değil, kesilen hayvanların etlerinin dağıtılmak sureti ile, insanlar arasında sevgi bağı kurulmasına sebep olan bir ibadettir. Kurban keserek Allah'a yaklaşmak demek, sadece o hayvanların kanlarını akıtmak değil, o hayvanların etlerinin ihtiyacı olan insanlara dağıtmak sureti ile, insanlar arasında köprüler oluşturmaya, bu suretle toplumun fertlerinin birbirleri ile daha yakın ilişkiler kurmasına vesile olmak anlamına gelmektedir.
Bu noktada İbadet kavramının ne demek olduğu daha net ortaya çıkacaktır. Allah'a ibadet etmek demek sadece belirli zaman ve mekanlarda yapılan bir takım ritüelleri şuursuzca tekrarlamak değil, aynı zamanda toplumun ayakta kalmasına sebep olan unsurları da ihtiva etmektedir. Bugün biz Müslümanlar tarafından Hac ibadetinin sadece kuru ritüeller olarak sınırlandırılmış olması, bu ibadet vesilesi ile ortaya çıkması gereken ve toplumun daha diri, daha canlı, birbirini seven, sayan ve kulluk bilincinin şuuruna vakıf olmuş insanlardan oluşmasına engel olmaktadır.
Müslümanlar arasında ibadet kavramının Kur'an'i boyutundan uzaklaştırılarak, Hristiyanca bir boyutta anlaşılıyor olması, İslam'ı maalesef tapınaklara hapsedilen bir din haline getirmiş, yapılan ibadetler sadece sevap almak amacına indirgenmiştir. Halbuki ibadet denildiği zaman aklımıza ilk gelen şey belirli sayıda bazı şeyleri tekrarlamak sureti ile kaç sevap alınacağı yerine, toplumu ayakta tutan ortak değerler akla gelmiş ve bu noktada bir ibadet şuuru geliştirilmiş olsaydı, biz Müslümanlar dünyanın parmakla gösterilen örnek bir topluluğu olarak, diğer insanlara karşı olan şahitliğimizi de yerine getirmiş olabilirdik.
Bu noktada son yıllarda Kur'an merkezli İslam söylemi etrafında geliştirilmiş olan ve Hac ibadeti ile ilgili düşüncelere değinmek istiyoruz. Bazı kimseler tarafından Namaz, Hac, Oruç gibi ibadetlerin Kur'an tarafından emredilmediği, hatta bunları yerine getirmenin şirk !! olduğu gibi düşüncelerin dile getirilmeye çalışıldığı, konu ile alakalı olan kimselerin malumudur.
Yerleşik uygulamalardaki yanlışlıkların kalkan edilerek, bu gibi ibadetlerin ret edilme yoluna gidilmesi doğru bir düşünce değildir. Ancak bu ibadetlerin toplumun ayakta kalması için gerekli olan ortak değerlerden olduğunu dikkate alarak, bu iddiayı değerlendirdiğimizde, bu iddiaların altında şeytani bir planın yattığını anlamak güç olmayacaktır. Bir toplumu yıkmanın yollarından birisi, o toplumu ayakta tutan değerlerin o toplum tarafından mehcur bırakılması, veya içinin boşaltılarak anlamsız bir hale getirmek olduğunu dikkate aldığımızda, bizi ayakta tutan her değerin mehcur bırakılması için yapılan çalışmaların ve üretilen düşüncelerin, samimi düşünceler olmadığını anlamak mümkündür.
Bu düşüncelerin Kur'an Merkezli İslam söylemi adı altında üretilmesi bizleri yanıltmamalı, bu gibi düşünceleri üreten insanların Çağdaş Samiriler olduğu unutulmamalıdır. Allah'a karşı yapılan ibadetleri sadece onunla kulu arasındaki mistik bir ilişki olarak görmeyerek, bu ibadetlerin sosyal boyutları olduğunu düşünmek sureti ile bu ibadetlere karşı bir bakış açısı geliştirmek, bu ibadetlerin tapınak ibadeti olmaktan çıkmasına, insan ilişkileri ile direk bağının kurulmasına, ve toplumun ayakta kalması için gerekli olan ortak değerler olarak görülmesine sebep olacaktır.
Hac konusunda yapılan bir ve hatalı olduğunu bir düşünce de şu dur; Hac sırasında Mekke'de meydana gelen izdiham ve bu izdihamın sebep olduğu ölüm olayları gündeme gelmekte, Haccın bilinen aylarda olduğu ayetine dayanılarak, bu ibadetin belirli aylara yayılmasının bu izdihamı önleyeceği iddia edilmektedir.
Hac organizasyonununda yapılan bir takım hatalar yüzünden izdiham olması, ve bu izdihamda ölüm olaylarının meydana gelmesi, üzüntü verici bir durumdur. Ancak bu durumun önlenmesi için Hac ibadetinin başka aylara yayılmasının düşünülmesi, bu ibadetin ruhuna aykırı düşecektir. Hac ibadetinin Müslümanların yıllık kongreleri ve bu zaman içinde bütün Müslümanların bir araya gelerek bazı sorunlarını tartışmaları ve bu sorunlara çözüm üretmeye çalışmalarının Hac ibadetinin önemli bir boyutu olduğunu dikkate aldığımızda, (bu ibadet her ne kadar şimdi böyle bir şuur içinde yapılmıyor olsa da) bu ibadetten hasıl olması gereken bazı neticelerin alınmasına engel teşkil edecektir.
Allah (c.c) nin bizler için beğendiği dinin en bariz özelliği sadece onu ilah ve rab edinmek temeline kurulu, insanların tamamının Kul statüsüne tabi olduğunun şuuru içinde yapılmaya çalışılan Hac ibadeti, Müslümanları küfre, zulme, tuğyana karşı ayağa kaldıracak en önemli organizasyondur.
Sonuç olarak; Hac, bir toplumun ayakta kalmasına vesile olan ortak değerlerden bir tanesidir. Bu ibadetin belirli zaman ve mekanda yapılması, toplumun ayakta kalması için zaruri ihtiyaçlardan olan birlik ve beraberliğin yeniden hatırlanması için önemli katkılar sağlamaktadır.
Bu ibadetin zaman içinde içinin boşaltılarak kuru ritüeller manzumesine dönüştürülmüş olması, bu ibadetin Kur'an'i anlamda yeniden anlaşılması ve bütün Müslümanların bu ibadetin aslına uygun bir şekilde yapması gerektiği yönünden yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır. Allah (c.c) nin biz kullarına emretmiş olduğu ibadetler, mistik ritüeller olarak görmekten çıkarılarak, toplumun birbiri ile kenetlenmesine vesile olan ortak değerler olarak görülmeye başlandığı zaman, bu ibadetler gerçek anlamını bulmaya başlayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Toplumun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Toplumun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Nisan 2017 Perşembe
16 Eylül 2016 Cuma
AHİRETE İMAN : Bir Toplumun Bireylerinin Hayatına Yansıttığında Dünyayı Cennete Çevirecek Bir İnanç
İnsan , diğer insanlara olan iş , aş , eş v.s ihtiyaçları nedeniyle birlikte yaşamak mecburiyetinde olan bir varlıktır. Birlikte yaşama mecburiyetinde olan insanların, bu yaşamını belirli kurallar üzerine bina etmesi , ve herkesin bu kurallara uyması mutlu ve huzurlu bir toplum yaşantısı için zaruri bir durumdur. Yaşamını belirli kurallar üzerine bina etmeyen etmeyen insanların yaşadığı toplumlardan kargaşa ve anarşi eksik olmayacaktır.
Allah (c.c) alemlerin rabbi olması nedeniyle , dünya üzerinde yaşayan insanların uyması gereken ana kuralları kendisi elçiler ve kitaplar ile vaz ederek , mutlu ve huzurlu bir toplum için gerekli olan kuralları bizlere önermiştir.
Bizler için vaz edilen inanç kurallarının ismini "İslam" olarak koyan Allah (c.c) asla başka kurallar ihdas edilmemesini , kendi koyduğu kurallara uyulmasını defaatle hatırlatarak , yanlış yapanları cezalandıracağını , uyanları ise mükafatlandıracağını beyan etmiştir.
Bizler için koyulan kuralların içinde "Ahirete iman" adı ile herkesin bildiği bir kural vardır ki , bu kural eğer gerçek olarak hayat içinde pratiğini bulmuş olsa idi , dünyanın cennet haline gelmesi mümkün olabilirdi.
Bu kuralın esası , öldükten sonra yeniden dirilerek dünya hayatı içinde yaptığımız iyilik ve kötülüklerin karşılığını almaya dayanmaktadır. "Ben Müslümanım" diyen herkes bu kurala uymak ve gereğini yapmak zorunda olup "İmanın şartları" olarak bildiğimiz sayılı kurallar içinde bu kural da mevcut bulunmaktadır.
İnsanın yaratılışında kötülüğe ve iyiliğe meyyal bir bir yapısı bulunmaktadır. İnsanda bulunan bu hasletler, çeşitli saiklerle kötülüğün veya iyiliğin öne çıkması şeklinde onun hayatında pratik hale gelmektedir. İnsanların koydukları yaşam kuralları , onların ahiret yaşamında herhangi bir etkileri olmaması nedeniyle sadece bu dünya ile sınırlı olup , insanların yaptıkları ve suç olarak görülen bazı fiillerin cezaları, sadece dünya hayatında bir takım ceza şekilleri ile onlara ödetilmeye çalışılmaktadır.
Allah (c.c) koymuş olduğu kurallar içinde de , kişilerin dünya hayatı içinde işlediği bazı suçlara verilecek olan dünyevi cezalarda öngörülmektedir , ancak bu cezalara ilaveten uhrevi cezalarda vaat edilerek , kişilerin Allah (c.c) tarafından yasaklanan bazı filleri işlememesi sağlanmaya çalışılmaktadır.
Ahirete iman esası , İslamın ana kurallarından bir tanesi olup , dünya hayatında yaşayan herkesin kendi kendisinin polisi olmasını sağlamaktadır. Başka hiç bir inanç sisteminde bulunmayan , bulunması da imkansız olan bu oto kontrol sistemi , insanların hayatlarında doğru bir biçimde yer alacak olursa , dünyada bir karıncayı dahi incitirken iki defa düşünen insanların sayısı artacak , ve dünya yeryüzünde bir cennete dönüşecektir.
Dünyada yaşayan hiç bir ülkenin, bütün vatandaşlarının başına bir polis dikmesi asla mümkün değildir. Ancak ülkelerde yaşayan insanlara sakınılması gereken gerçek mercinin adresi verilerek , vicdanlarında oluşacak polisler ile kişilerin yanlışa düşmeleri engellenmiş olacaktır.
Dünyada işlenen bir suç belki cezasız kalabilir , veya işlenen bir suçun cezası çekilerek kurtulma imkanı hasıl olabilir. İnsanlarda eğer ahirete iman bilinci yoksa , "Yatar çıkarım" , "Parasını öder kurtulurum" kabilinden düşünceler ile, suçun işlenmesinin önü açılabilir. Ancak ahirete iman bilincinin gerçek biçimde hayatında yer ettiği insanların lügatinde böyle sözlere asla yer yoktur . Ahirete gerçek olarak iman eden bir Mü'min şunu bilir ki , dünyada işlediği suçun ahiret hayatındaki cezası , dünya hayatındaki en ağır ceza ile dahi asla kıyaslanamaz.
Ahirete iman inancına gerçek olarak sahip olan insanlar , Allah (c.c) nin suç saydığı bir fiili işlemenin, dünya hayatında cezası çekilmiş olsa bile, şayet gerçek biçimde tevbe edilmediği takdirde , dünyada işlenen bu suçun cezasının ahirette ödenmesinin çok çetin ve kalıcı olacağını bilmektedirler.
Ahirete iman esası , toplumu oluşturan en küçük yapı taşı olan bireylerin ahlaki yönden sağlam bir yapıya kavuşmasını sağlayan bir inançtır. Yaptığı her şeyi gören ve ve bilen birisi tarafından izlendiği ve yaptıklarının en küçük ayrıntısına kadar kayıt altına alındığının ve yaptıkları içinde "Günah" kategorisine giren fiilleri için alacağı karşılığın ne olduğunu bilen birisi acaba kimlere zarar verebilir ?.
Ahirete iman esası , toplumun inşasının fertten başlaması gerektiğini hatırlatan bir esastır. Toplumlara hiç bir inancı tepeden inme olarak dayatmak asla mümkün değildir. Tepeden inme baskıcı yol ile topluma enjekte edilmeye çalışılan düşünce ve fikirler zaman içinde dejenere olmaya mahkumdur.
Allah (c.c) nin insanları irade sahibi kılarak yapacağı tercihlerinde tamamen özgür bırakmış olması , onun yarattığı insanlarda bile bulunmayan bir özgürlük anlayışıdır. Yaptıklarının ve yapacaklarının karşılığının eksiksiz olarak hesap gününde verileceğine dair bilgi sahibi kılınan insan , bu ve benzeri bilgiler ile özgür iradesini daha dikkatli kullanması sağlanmaktadır.
Allah (c.c) nin koyduğu din olan İslam , insanı sadece dünya hayatı ile sınırlı bir varlık olarak telakki etmez. Ölüm , insan için sadece yeniden başlayacak ve ebedi olarak sürecek olan gerçek yaşam için bir köprü mesabesindedir. İslamın haricinde hiçbir sistem , insan için böyle bir ebedilik olduğundan bahsetmez ve insana asıl yurt olan ahiret bilinci vermez.
Dünya hayatının geçici , ahiret hayatının ebedi olduğunun bilinci içinde yaşanan hayatlarda , zulüm , kan , gözyaşı , fesat , işkence , cinayet v.s gibi insanların hayatlarında derin yaralar açan kelimelerin yeri yoktur.
Kar ve zarar hesabını doğru yapan bir insan , hiç bir surette kendisini zarara uğratacak bir alış veriş içine girmez. Dünya hayatını tercih ederek , ahiret hayatını terk eden insanın misali , kendisine verilen ömür sermayesini akıllı kullanmayarak , iflas eden müflis tüccar gibidir. Akıllı insanlar , üç günlük geçici dünyaya tamah ederek , ebedi olan ahireti harap etmezler.
Müslümanlar olarak bizlerin , amentünün esaslarından birisi olarak en küçük yaşta ezberimize giren fakat , ezberimize girdiği kadar hayatımıza girmeyen bu esas , ahirete iman ettiğini iddia edenlerin hayatlarında bile tam olarak hayata yansıtılmamaktadır. Bugün bir çok Müslüman olma iddiasında olan kişilerin işledikleri cürmü , bu iddia içinde olmayanlar dahi maalesef işlememektedir. Bu durum bize , bir çoğumuzun söz ile amelinin birbiri ile uyuşmadığını göstermektedir.
Hiçbir değere sahip olmadığını iddia ederek gayri ahlakilik peşinde olanlar ile , bazı ahlaki değerlere sahip olduğunu iddia ederek , o değerlere aykırı hareket edenleri mukayese ettiğimizde "Ahlaksız" olarak nitelenebilecek olan gurup , bazı değerlere sahip olduğunu iddia edenlerdir. Ahlaksız olmayı değer edinerek ahlaksızlık yapan kimse , ahlakı değer edinerek ahlaksızlık yapan kimseden daha ahlaklı sayılabilir.
Toplumun eğitimi , o toplumun bireylerini oluşturan kişilerin eğitimi ile mümkün olabilir. Bireylerin eğitiminin ilk ayağı ise toplumun en küçük yapı taşı olan aile içinden başlamalıdır. Kur'anda zikri geçen kıssalar içinde "Örnek aile" veya "Örnek baba" olarak bize gösterilen modeller , veya tebliğe başlama sırasının kişinin aile çevresi olması gerektiğini hatırlatan ayetler , kişisel eğitimin en önemli ayağının aile içi eğitim olduğunu göstermektedir.
Aile içi eğitim ile küçük yaştan itibaren insana saygılı , çevreye saygılı olmayı görev edinen insanlar , yaptıkları yanlışların karşılığını hiç bir bedelin kabul edilmediği günde alacak olmalarını içselleştiren bir hayat sürdükleri takdirde , hem kendilerini hem de yaşadıkları toplumu huzura kavuşturmuş olacaklardır.
Kur'ana bakıldığında yeniden dirilmeyi ret eden müşriklerin, ahiret inancına karşı büyük bir savaş açtıklarını görmekteyiz. Müşrikler tarafından açılan bu savaşın altında yatan psikolojiyi şu şekilde okumak mümkündür ;
Kim olursa olsun gelmiş ve gelecek bütün insanlar fıtratları gereği yaptıklarının yanlış olduğunu ve bu yanlışın kimsenin yanına kar kalmayacağını bilirler . Hesap günü, işte bu yapılanların hesabının adalet terazisinin zerre ağırlığınca dahi sapmadan sorulacağı yegane zamandır. İşte bu korku, müşriklerin içlerini ürpertmekte olup , iman ederek kötülüklerinden vazgeçemeyenler , çareyi hesap gününü ret etmekte bulduklarını zannetmektedirler. Bulduklarını zannettikleri çarenin para etmediğini gördükleri gün ise , pişmanlıkları asla fayda etmeyecektir.
İman ettikleri dinin iman esası olan bir kuralı hayatlarına geçirerek , dünyaya örnek olması gereken biz Müslümanların , örnek olmayı günah işlemek konusunda yapmakta olmamızın sebeplerinden bir tanesi, ahiret gününde kurtarıcı beklentisi ve cehennemde sayılı günler kalınacağı inancıdır.
Kur'ana bakıldığında müşrik inancı olduğu açık ve net olarak görülebilecek olan şefaat inancı , biz Müslümanların akidesi haline gelerek , günahkar Müslümanların hesap günü araya giren bir takım kayırıcılar vasıtası ile af edilerek cehennemden azat edileceği , ve bunun sonucunda cennete sokulacağı düşüncesi , dünya hayatı içinde "Nasıl olsa ahirette şefaat var" mantığına sahip olan Müslümanların bir takım günahları işlemek sureti ile meşru sayma yanlışını da beraberinde getirmesi açısından büyük bir tehlike arz etmektedir.
Aslen Yahudi inancı olup Kur'an tarafından ret edilen , "Ateş bize sayılı günler dokunacaktır" şeklindeki inancın aynısı, Müslümanlara tarafından akide haline getirilmiş , bu suretle günahkar Müslümanların belirli bir süre cehennemde yandıktan sonra çıkarak cennete gireceği düşüncesi hakim olmuştur. Günahından dolayı belirli bir süre ceza çekeceğini düşünen Müslümanların ise dünya hayatı içinde yapmaması gereken bazı şeyleri bu tür düşüncelerin neticesinde yaptığına şahit olmaktayız.
Bu gibi yanlış düşünceler, ahirete iman inancından hasıl olması gereken asıl amacı yolundan saptırmaktadır. Ahirete iman inancı , kişiyi dünya hayatı içinde bir takım kötü ameller işlemekten alıkoyan bir inanç olması itibarı ile , bu gibi yanlış düşüncelere sahip olan insanlarda bu imanı zayıflatmaktadır. Şu anda dünya yüzünde yaşayan Müslüman toplulukların diğer insanlara örnek bir yaşantı sunamamasının altında yatan sebeplerden bir tanesi , müşriklerden ve Yahudilerden devşirilen ahirette paçayı bir şekilde kurtarma düşüncesidir.
Elbette Allah (c.c) ahiret günü kullarına karşı merhamet sahibi olacaktır , ancak şeytanın insanı saptırma yollarından bir tanesinin de Allah (c.c) nin affına güvendirerek günaha teşvik etmek olduğu unutulmamalıdır.
Ehli sünnet itikadında tarifini "Dil ile ikrar kalp ile tasdik" şeklinde bulan imanın, Kur'anda pratiğe geçmeden herhangi bir değeri olmayacağının beyan edilmiş olması bile bizleri iman esaslarının hayat ile içiçe ve pratikte değeri olması gerektiğine dair bir düşünce ve amel içine maalesef sokamamış , "İman ettim" demenin cennet için yeterli olacağı düşüncesi Kur'ana rağmen yer etmiştir.
Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki , iman esasları olarak bilinen şeyler ezberlenerek cennette baş köşeyi almak için asla yeterli olmayacak , cennetin baş köşesini bu esasları içselleştirerek her engele karşı hayatlarında uygulama alanına sokanlar işgal edeceklerdir.
Sonuç olarak ; Ahirete iman esası , İslam dininin önemli bir rüknünü teşkil etmektedir. Bu iman insanlarda eğer gerçek olarak işlevini yerine getirdiği takdirde , hiç bir insan hesap gününde önüne gelecek olan suçu işlemek cesaretinde bulunamayacaktır.
Kişilerin vicdanlarına hitap ederek , herkesi kendisinin polisi olmasını hedefleyen bu inanç kuralı , bizlere en küçük yaştan itibaren amentü esası olarak ezberletilmesine rağmen , bu inancın hayat içinde nasıl pratize edilmesi gerektiği maalesef öğretilmemiştir.
Bu inanç esası eğer insanlarda gerçek olarak ikame edildiğinde dünyanın çehresi değişecek , ve dünya herkesin birbirine saygı duyduğu bir cennet haline gelecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Allah (c.c) alemlerin rabbi olması nedeniyle , dünya üzerinde yaşayan insanların uyması gereken ana kuralları kendisi elçiler ve kitaplar ile vaz ederek , mutlu ve huzurlu bir toplum için gerekli olan kuralları bizlere önermiştir.
Bizler için vaz edilen inanç kurallarının ismini "İslam" olarak koyan Allah (c.c) asla başka kurallar ihdas edilmemesini , kendi koyduğu kurallara uyulmasını defaatle hatırlatarak , yanlış yapanları cezalandıracağını , uyanları ise mükafatlandıracağını beyan etmiştir.
Bizler için koyulan kuralların içinde "Ahirete iman" adı ile herkesin bildiği bir kural vardır ki , bu kural eğer gerçek olarak hayat içinde pratiğini bulmuş olsa idi , dünyanın cennet haline gelmesi mümkün olabilirdi.
Bu kuralın esası , öldükten sonra yeniden dirilerek dünya hayatı içinde yaptığımız iyilik ve kötülüklerin karşılığını almaya dayanmaktadır. "Ben Müslümanım" diyen herkes bu kurala uymak ve gereğini yapmak zorunda olup "İmanın şartları" olarak bildiğimiz sayılı kurallar içinde bu kural da mevcut bulunmaktadır.
İnsanın yaratılışında kötülüğe ve iyiliğe meyyal bir bir yapısı bulunmaktadır. İnsanda bulunan bu hasletler, çeşitli saiklerle kötülüğün veya iyiliğin öne çıkması şeklinde onun hayatında pratik hale gelmektedir. İnsanların koydukları yaşam kuralları , onların ahiret yaşamında herhangi bir etkileri olmaması nedeniyle sadece bu dünya ile sınırlı olup , insanların yaptıkları ve suç olarak görülen bazı fiillerin cezaları, sadece dünya hayatında bir takım ceza şekilleri ile onlara ödetilmeye çalışılmaktadır.
Allah (c.c) koymuş olduğu kurallar içinde de , kişilerin dünya hayatı içinde işlediği bazı suçlara verilecek olan dünyevi cezalarda öngörülmektedir , ancak bu cezalara ilaveten uhrevi cezalarda vaat edilerek , kişilerin Allah (c.c) tarafından yasaklanan bazı filleri işlememesi sağlanmaya çalışılmaktadır.
Ahirete iman esası , İslamın ana kurallarından bir tanesi olup , dünya hayatında yaşayan herkesin kendi kendisinin polisi olmasını sağlamaktadır. Başka hiç bir inanç sisteminde bulunmayan , bulunması da imkansız olan bu oto kontrol sistemi , insanların hayatlarında doğru bir biçimde yer alacak olursa , dünyada bir karıncayı dahi incitirken iki defa düşünen insanların sayısı artacak , ve dünya yeryüzünde bir cennete dönüşecektir.
Dünyada yaşayan hiç bir ülkenin, bütün vatandaşlarının başına bir polis dikmesi asla mümkün değildir. Ancak ülkelerde yaşayan insanlara sakınılması gereken gerçek mercinin adresi verilerek , vicdanlarında oluşacak polisler ile kişilerin yanlışa düşmeleri engellenmiş olacaktır.
Dünyada işlenen bir suç belki cezasız kalabilir , veya işlenen bir suçun cezası çekilerek kurtulma imkanı hasıl olabilir. İnsanlarda eğer ahirete iman bilinci yoksa , "Yatar çıkarım" , "Parasını öder kurtulurum" kabilinden düşünceler ile, suçun işlenmesinin önü açılabilir. Ancak ahirete iman bilincinin gerçek biçimde hayatında yer ettiği insanların lügatinde böyle sözlere asla yer yoktur . Ahirete gerçek olarak iman eden bir Mü'min şunu bilir ki , dünyada işlediği suçun ahiret hayatındaki cezası , dünya hayatındaki en ağır ceza ile dahi asla kıyaslanamaz.
Ahirete iman inancına gerçek olarak sahip olan insanlar , Allah (c.c) nin suç saydığı bir fiili işlemenin, dünya hayatında cezası çekilmiş olsa bile, şayet gerçek biçimde tevbe edilmediği takdirde , dünyada işlenen bu suçun cezasının ahirette ödenmesinin çok çetin ve kalıcı olacağını bilmektedirler.
Ahirete iman esası , toplumu oluşturan en küçük yapı taşı olan bireylerin ahlaki yönden sağlam bir yapıya kavuşmasını sağlayan bir inançtır. Yaptığı her şeyi gören ve ve bilen birisi tarafından izlendiği ve yaptıklarının en küçük ayrıntısına kadar kayıt altına alındığının ve yaptıkları içinde "Günah" kategorisine giren fiilleri için alacağı karşılığın ne olduğunu bilen birisi acaba kimlere zarar verebilir ?.
Ahirete iman esası , toplumun inşasının fertten başlaması gerektiğini hatırlatan bir esastır. Toplumlara hiç bir inancı tepeden inme olarak dayatmak asla mümkün değildir. Tepeden inme baskıcı yol ile topluma enjekte edilmeye çalışılan düşünce ve fikirler zaman içinde dejenere olmaya mahkumdur.
Allah (c.c) nin insanları irade sahibi kılarak yapacağı tercihlerinde tamamen özgür bırakmış olması , onun yarattığı insanlarda bile bulunmayan bir özgürlük anlayışıdır. Yaptıklarının ve yapacaklarının karşılığının eksiksiz olarak hesap gününde verileceğine dair bilgi sahibi kılınan insan , bu ve benzeri bilgiler ile özgür iradesini daha dikkatli kullanması sağlanmaktadır.
Allah (c.c) nin koyduğu din olan İslam , insanı sadece dünya hayatı ile sınırlı bir varlık olarak telakki etmez. Ölüm , insan için sadece yeniden başlayacak ve ebedi olarak sürecek olan gerçek yaşam için bir köprü mesabesindedir. İslamın haricinde hiçbir sistem , insan için böyle bir ebedilik olduğundan bahsetmez ve insana asıl yurt olan ahiret bilinci vermez.
Dünya hayatının geçici , ahiret hayatının ebedi olduğunun bilinci içinde yaşanan hayatlarda , zulüm , kan , gözyaşı , fesat , işkence , cinayet v.s gibi insanların hayatlarında derin yaralar açan kelimelerin yeri yoktur.
Kar ve zarar hesabını doğru yapan bir insan , hiç bir surette kendisini zarara uğratacak bir alış veriş içine girmez. Dünya hayatını tercih ederek , ahiret hayatını terk eden insanın misali , kendisine verilen ömür sermayesini akıllı kullanmayarak , iflas eden müflis tüccar gibidir. Akıllı insanlar , üç günlük geçici dünyaya tamah ederek , ebedi olan ahireti harap etmezler.
Müslümanlar olarak bizlerin , amentünün esaslarından birisi olarak en küçük yaşta ezberimize giren fakat , ezberimize girdiği kadar hayatımıza girmeyen bu esas , ahirete iman ettiğini iddia edenlerin hayatlarında bile tam olarak hayata yansıtılmamaktadır. Bugün bir çok Müslüman olma iddiasında olan kişilerin işledikleri cürmü , bu iddia içinde olmayanlar dahi maalesef işlememektedir. Bu durum bize , bir çoğumuzun söz ile amelinin birbiri ile uyuşmadığını göstermektedir.
Hiçbir değere sahip olmadığını iddia ederek gayri ahlakilik peşinde olanlar ile , bazı ahlaki değerlere sahip olduğunu iddia ederek , o değerlere aykırı hareket edenleri mukayese ettiğimizde "Ahlaksız" olarak nitelenebilecek olan gurup , bazı değerlere sahip olduğunu iddia edenlerdir. Ahlaksız olmayı değer edinerek ahlaksızlık yapan kimse , ahlakı değer edinerek ahlaksızlık yapan kimseden daha ahlaklı sayılabilir.
Toplumun eğitimi , o toplumun bireylerini oluşturan kişilerin eğitimi ile mümkün olabilir. Bireylerin eğitiminin ilk ayağı ise toplumun en küçük yapı taşı olan aile içinden başlamalıdır. Kur'anda zikri geçen kıssalar içinde "Örnek aile" veya "Örnek baba" olarak bize gösterilen modeller , veya tebliğe başlama sırasının kişinin aile çevresi olması gerektiğini hatırlatan ayetler , kişisel eğitimin en önemli ayağının aile içi eğitim olduğunu göstermektedir.
Aile içi eğitim ile küçük yaştan itibaren insana saygılı , çevreye saygılı olmayı görev edinen insanlar , yaptıkları yanlışların karşılığını hiç bir bedelin kabul edilmediği günde alacak olmalarını içselleştiren bir hayat sürdükleri takdirde , hem kendilerini hem de yaşadıkları toplumu huzura kavuşturmuş olacaklardır.
Kur'ana bakıldığında yeniden dirilmeyi ret eden müşriklerin, ahiret inancına karşı büyük bir savaş açtıklarını görmekteyiz. Müşrikler tarafından açılan bu savaşın altında yatan psikolojiyi şu şekilde okumak mümkündür ;
Kim olursa olsun gelmiş ve gelecek bütün insanlar fıtratları gereği yaptıklarının yanlış olduğunu ve bu yanlışın kimsenin yanına kar kalmayacağını bilirler . Hesap günü, işte bu yapılanların hesabının adalet terazisinin zerre ağırlığınca dahi sapmadan sorulacağı yegane zamandır. İşte bu korku, müşriklerin içlerini ürpertmekte olup , iman ederek kötülüklerinden vazgeçemeyenler , çareyi hesap gününü ret etmekte bulduklarını zannetmektedirler. Bulduklarını zannettikleri çarenin para etmediğini gördükleri gün ise , pişmanlıkları asla fayda etmeyecektir.
İman ettikleri dinin iman esası olan bir kuralı hayatlarına geçirerek , dünyaya örnek olması gereken biz Müslümanların , örnek olmayı günah işlemek konusunda yapmakta olmamızın sebeplerinden bir tanesi, ahiret gününde kurtarıcı beklentisi ve cehennemde sayılı günler kalınacağı inancıdır.
Kur'ana bakıldığında müşrik inancı olduğu açık ve net olarak görülebilecek olan şefaat inancı , biz Müslümanların akidesi haline gelerek , günahkar Müslümanların hesap günü araya giren bir takım kayırıcılar vasıtası ile af edilerek cehennemden azat edileceği , ve bunun sonucunda cennete sokulacağı düşüncesi , dünya hayatı içinde "Nasıl olsa ahirette şefaat var" mantığına sahip olan Müslümanların bir takım günahları işlemek sureti ile meşru sayma yanlışını da beraberinde getirmesi açısından büyük bir tehlike arz etmektedir.
Aslen Yahudi inancı olup Kur'an tarafından ret edilen , "Ateş bize sayılı günler dokunacaktır" şeklindeki inancın aynısı, Müslümanlara tarafından akide haline getirilmiş , bu suretle günahkar Müslümanların belirli bir süre cehennemde yandıktan sonra çıkarak cennete gireceği düşüncesi hakim olmuştur. Günahından dolayı belirli bir süre ceza çekeceğini düşünen Müslümanların ise dünya hayatı içinde yapmaması gereken bazı şeyleri bu tür düşüncelerin neticesinde yaptığına şahit olmaktayız.
Bu gibi yanlış düşünceler, ahirete iman inancından hasıl olması gereken asıl amacı yolundan saptırmaktadır. Ahirete iman inancı , kişiyi dünya hayatı içinde bir takım kötü ameller işlemekten alıkoyan bir inanç olması itibarı ile , bu gibi yanlış düşüncelere sahip olan insanlarda bu imanı zayıflatmaktadır. Şu anda dünya yüzünde yaşayan Müslüman toplulukların diğer insanlara örnek bir yaşantı sunamamasının altında yatan sebeplerden bir tanesi , müşriklerden ve Yahudilerden devşirilen ahirette paçayı bir şekilde kurtarma düşüncesidir.
Elbette Allah (c.c) ahiret günü kullarına karşı merhamet sahibi olacaktır , ancak şeytanın insanı saptırma yollarından bir tanesinin de Allah (c.c) nin affına güvendirerek günaha teşvik etmek olduğu unutulmamalıdır.
Ehli sünnet itikadında tarifini "Dil ile ikrar kalp ile tasdik" şeklinde bulan imanın, Kur'anda pratiğe geçmeden herhangi bir değeri olmayacağının beyan edilmiş olması bile bizleri iman esaslarının hayat ile içiçe ve pratikte değeri olması gerektiğine dair bir düşünce ve amel içine maalesef sokamamış , "İman ettim" demenin cennet için yeterli olacağı düşüncesi Kur'ana rağmen yer etmiştir.
Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki , iman esasları olarak bilinen şeyler ezberlenerek cennette baş köşeyi almak için asla yeterli olmayacak , cennetin baş köşesini bu esasları içselleştirerek her engele karşı hayatlarında uygulama alanına sokanlar işgal edeceklerdir.
Sonuç olarak ; Ahirete iman esası , İslam dininin önemli bir rüknünü teşkil etmektedir. Bu iman insanlarda eğer gerçek olarak işlevini yerine getirdiği takdirde , hiç bir insan hesap gününde önüne gelecek olan suçu işlemek cesaretinde bulunamayacaktır.
Kişilerin vicdanlarına hitap ederek , herkesi kendisinin polisi olmasını hedefleyen bu inanç kuralı , bizlere en küçük yaştan itibaren amentü esası olarak ezberletilmesine rağmen , bu inancın hayat içinde nasıl pratize edilmesi gerektiği maalesef öğretilmemiştir.
Bu inanç esası eğer insanlarda gerçek olarak ikame edildiğinde dünyanın çehresi değişecek , ve dünya herkesin birbirine saygı duyduğu bir cennet haline gelecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)