ortak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ortak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2018 Salı

Muhammed (a.s) ı Allah'a Ortak Koşmak: Şirkin Müslüman Hayatında Yer Bulması

7 den 7 e hangi Müslümana Şirk nedir? diye sorulacak olsa, alacağımız cevap Allah'tan başkasına kulluk etmektir, şeklinde olacaktır. Şirk denilince yine bir çok Müslümanda, Mekke'nin fethini müteakip Kabe içinde bulunduğu söylenen 360 adet putun kırılması ile şirk kavramının artık hayatta çıkmış olduğu düşüncesi hakim bulunmakta, bu kavramın Müslüman hayatında bundan sonra asla bir daha yer almadığı veya alamayacağı zannedilmektedir.

Halbuki bu durum kısa bir süre devam etmiş, Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan farklı din algıları, onun Kul ve Elçi olarak sınırlandırılan konumunu değiştirerek, onun İlah konumuna yükseltilmesinin önünü açmıştır. Bugün bir çok Müslümanın zihnindeki peygamber portresi, maalesef Kur'an ile asla uyuşmayan bir noktada olup, şirk kavramının Müslüman hayatından yeniden yer bulmasına sebep olmaktadır.

İşin daha acı olan yönü ise, Muhammed (a.s) üzerinden hayata geçirilen şirkin dini bir vecibe olarak görülmesi, şirk içeren ameller işlendiğinde sevap alınacağına inanılmasıdır. Bugün bir çok Müslüman şirk olduğunun farkında bile olmadığı bir çok ameli dini bir görev gibi saymakta, ve titizlikle bu görevleri işlemek hususunda büyük gayretler sarf etmektedir.

Bütün Müslümanlar Muhammed (a.s) dahil bütün elçileri sevmek durumunda hatta zorundadırdır. Ancak bu sevginin de bir ölçüsü olup, bu ölçü onun getirdiği kitap içinde bizlere verilmiştir. "Ne kadar çok seversek o kadar iyi Müslüman olunur" diye bir kaide olmamasına rağmen, sevgideki aşırılık öyle bir noktaya getirilmiştir ki, bu konudaki bazı yanlışları dile getirmeye çalışanlar, maalesef, Peygamber Düşmanı olmak gibi yaftalarla suçlanmaktadır.

Kur'an içindeki İsa (a.s) ile ilgili ayetlere bakıldığında, bu ayetlerdeki ana mesajın, onun Hristiyanlar tarafından ilah mertebesine çıkarılmasındaki yanlışlıklar olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Bu ayetlerin bize dönük mesajının, İsa (a.s) a yapılan muamelenin benzerinin Muhammed (a.s) için yapılmaması gerektiğinin hatırlatılması olmasına rağmen, sanki ayetlerin ana mesajı, İsa (a.s) için uygulanan muamelenin aynısının Muhammed (a.s) için de uygulanması emrediliyormuş olduğu gibi anlaşılmakta, Hristiyanlar tarafından İsa (a.s) a yapılan muamelenin belki daha aşırısı, Muhammed (a.s) için uygulanmaktadır. 

Muhammed (a.s) a karşı yapılan ve Müslümanları şirke düşüren bazı aşırı uygulamalar.

Bugün sokaktaki 100 kişiye Muhammed (a.s) ölü müdür değil midir? şeklinde bir soru sorulacak olsa, alınacak cevapların ekserisi onun ölü olmadığı şeklindedir.

[Zümer s. 30] Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.


Kur'an içindeki bu ve benzeri ayetlerin varlığından bile haberdar olmayan bir çok Müslüman, Muhammed (a.s) için Ölü kelimesini kullanmaktan imtina etmekte, bu kelimeyi onun için kullanmaktan, sanki Allah için kullanıyormuşçasına çekinmektedir. Akademik kariyer sahibi veya halkın gözünde Ulu Hoca olarak nam salmış kişilerden onun ölmediğini, kabirlerinde sağ olduğunu, namaz kıldığını, hatta eşleri ile bile ilişki kurabildiğini, ona yapılan salavatları işittiğini duyan kimseler, elbette bu hocalara pirim vererek, bunun aksini iddia edenleri Sapık, Peygamber Düşmanı olarak göreceklerdir.

Şefaat konusu açıldığında, şefaat edecek kimselerin başında geldiğine inanılan, her fırsatta Şefaat yaa Resulullah sözünü tekrarlamanın ibadet sayıldığı bir toplumun fertlerine, "Muhammed (a.s) ın böyle bir yetkisi yoktur, şefaat yetkisinin tümü ile kendisine ait olduğunu Allah (c.c) kitabında beyan etmektedir, ahirette ondan başka medet istenecek kimse yoktur" şeklinde sözler söyleyen bir kimseye "Bu sapık neler diyor böyle" diyerek bakılmakta, söylediği sözlerin doğru olup olmadığını bırakın araştırmak, sözleri kale bile alınmamaktadır.

Onun söylediği iddia edilen ve adına Hadis denilen sözlerin Kur'an ile aynı seviyede tutulması da şirkin Müslüman hayatında yer bulan bir çeşididir. İlah olmanın gereği olan insanlar için bir takım emir yasaklar koyma hakkı, Allah ile aynı görülerek Muhammed (a.s) a da verilmiş, bu hak bazı yalan ve iftira rivayetler ile desteklenmekte, bazı Kur'an ayetleri de bu yönde tevil edilmek sureti ile, Allah ile kulu aynı kefeye konmaktadır.

Tasavvufu şirk, tasavvuf ehlini ise müşrik olarak niteleyen Selefiyye ekolü mensuplarının, onun sözlerini Kur'an ile eşdeğer görmek sureti ile kendilerinin de tasavvufçular gibi şirk batağının içinde olduklarından maalesef haberleri dahi yoktur.

Müslümanlar böyle bir şirkten nasıl kurtulabilir?.

Bu veya benzeri şirk türlerinden kurtulmanın tek ve yegane yolu, Allah'ın kitabını dinde belirleyici ve yol gösterici olarak görmekle olacaktır. Bu kitap içindeki peygamber algısı en doğru ve en sahih bilgileri içermekte, bu bilgilerin ışığında öğrenilen peygamber algısı, bizi şirk batağına düşmekten kurtaracak olan bilgileri vermektedir.

Dinde belirleyici olarak görülen bir kitap içindeki peygamber algısını belirleyen ana çizgi, onun BEŞER BİR ELÇİ  olmasını merkeze almaktadır. Böyle bir konuma sahip olan elçiye karşı yapılacak olan her türlü aşırı davranışlar, İsa (a.s) örnedğinde görüleceği üzere kişiyi şirke götürme tehlikesini barındırmaktadır.

Kur'an'ın İsa (a.s) ile ilgili ayetlerinin, sadece onu ilah mertebesine çıkaran Hristiyanları değil, böyle bir şirk içine düşme riskine sahip olan biz Müslümanları da yakından ilgilendirdiği hatırdan çıkarılmamalıdır. Böyle bir bilinç içinde okunan kitabın ayetleri, bizleri mevcut şirk riskine karşı uyaracak, ve ondan sakınmamızı sağlayacaktır.

Muhammed (a.s) ın Mekke'li müşrikler tarafından beşer oluşunun yadırganması ve onun beşer olduğu vurgusunun sıkça yapılıyor olmasının, bizler için de önemli mesajlar olduğu unutulmamalıdır. Onun beşer bir elçi oluşu onun örnekliği için önemli bir unsur olup, beşer olmaktan çıkarılması örnek alınır olmasını da olumsuz yönde etkileyecektir. 

Geçtiğimiz günlerde bir üniversitenin ilahiyat fakültesi öğrencileri arasında yapılan "Peygamberimizin en önemli sünnetleri nedir?" adlı ankette soruya verilen cevapların en çoğunu "Sakal, Sarık, Misvak" gibi cevapların verilmiş olması, dini eğitim alanların bile sahip olduğu Peygamber algısının ne halde olduğunun acı bir örneğidir.

Halk arasında dolanan dini bilgi ve düşüncelerin merkezinde Muhammed (a.s) ın Kur'an ile taban tabana zıt olarak anlatılan kişiliğinin öne çıkmış olması, din konusunda düşülen büyük hatalardan bir tanesidir. Bir elçi olarak onun kişiliğinin getirdiği vahyin önüne çıkmaması gerekirken, Kur'an'ın onun gerisinde kalması asla kabul edilir bir durum olamaz.

Elçilerin kişilikleri şayet Kur'an merkezli öne çıkacak olsa, onların küfür ve şirke karşı nasıl canları pahasına mücadele ettiği öne  çıkması gerekecek, fakat onların bu kişilikleri en başta bir çok Müslümanı rahatsız edecektir. Bundan dolayı suya sabuna dokunmamış, uçan kaçan, ümmetine sakal sarık v.s kullanmakla 100 şehit sevabı vaat eden, onları şirkten sakındırmaya çağıran bir peygamber portresi, bir çok Müslümana daha cazip gelmektedir.

Bu durumda olduğunu düşündüğümüz Müslümanlara karşı kullanacağımız üslup ta önemlidir. Şayet onlara karşı tekfir ve ötekileştirici bir dil ile yaklaştığımızda, onlar bırakın sahip oldukları düşünceleri terk etmek, bu düşüncelerine daha sıkı yapışacaklardır. 

[Nisa s. 48] Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.

Sonuç olarak: Allah (c.c) kendisine elçisi dahi olsa kimse ile ortak koşulmasını asla bağışlamayacaktır. Muhammed (a.s) ı daha fazla sevmek adına yapılan ve Kur'an'dan onay almayan her türlü aşırılıklar, bizleri şirk batağına çekme riski barındırmasından ötürü, tehlike az etmekte, bundan kaçınılması gerekmektedir.

Yazımızın amacının bu durumda olanları müşrik olarak nitelemek ve tekfir olmadığı, amacımızın bu durumda olanları uyarmak, içinde bulundukları tehlikeli durumu haber vermeye çalışmak olduğu bilinmelidir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



26 Haziran 2017 Pazartesi

Kur'an'da Bayram Var mı Yok mu Tartışmaları Çerçevesinde İnsanların Birliktelik Oluşturmak İçin Kullandığı Ortak Değerler Üzerine

Kur'an'ın son yıllarda Türkiye genelinde gündeme oturmaya başlaması ile İslam adına bildiğimiz bazı konular yeniden masaya yatırılmaya, ve bu konuların Kur'an'i dayanakları olup olmadığı yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Dini Bayramlar olarak bildiğimiz, ve adına Ramazan ve Kurban Bayramı dediğimiz bayramlarımızın, kutlanmasının Kur'an'i açıdan ne derece doğru olduğu konusu, bu merkezde gündeme gelen ve masaya yatırılan konulardan bir tanesidir.

Bir kesim insanlar tarafından, bu tür kutlamaların delilinin Kur'an'da olmadığı, bundan dolayı bayram olarak bildiğimiz günlerin kutlanmasının yanlış olduğu, hatta daha ileri giderek bu tür kutlamaların Şirk olduğu gibi ortaya atılan iddialara rastlanmaktadır. Bu tür iddia sahipleri, din adına ortaya konan bir şeyin meşruiyetinin olması için, Kur'an içindeki herhangi bir surenin bir ayetinde Allah (c.c) tarafından bizlere, Ey kullarım sizler Ramazan ve Kurban bayramı adında iki bayram kutlayabilirsiniz türünden ayetler aradıkları, fakat böyle ayetler bulamadıkları için, bu türden yapılan kutlamaların meşru olmadığını iddia ettiklerini söyleyebiliriz. 

Kur'an eğer, bu tür detaylı bilgiler vermiş olsaydı, bu kitap bir cilt içine değil, yüzlerce cilt içine dahi sığmayacak kadar detaylı bilgiler içeren bir kitap olması gerekirdi ki, bu imkansız bir şeydir. Öyleyse bizim bu konuya başka bir yönden yaklaşarak, bu tür kutlamaların meşruiyetini direk ayet olarak aramak yerine, insanların birlikte yaşamının bir gereği olarak ihdas edilen Yevmü-l Cem (toplanma günleri) deyiminin, insan hayatındaki yeri ve önemini dikkate alarak bakmak daha doğru ve makul bir yaklaşım olacaktır.

İnsan, fıtratından gelen özelliklerden dolayı, diğer insanlar ile birlikte yaşamak ihtiyacı sahip bir varlıktır. İnsanın bu özelliği ise birbirleri ile aralarında aidiyet bağları kurabilecekleri düşünce ve inançlara sahip olmasını beraberinde getirmiştir. Bir insan bir başka insanla, veya bir topluluk bir başka topluluk ile beraber yaşayabilmek için, bazı ortak değerlere sahip olmak ihtiyacını duymaktadır. Bu durum Müslüman olsun veya olmasın, bütün insanlar için aynilik arz eden bir durumdur. 

İnsanların belirli zamanlarda bir araya gelmesi kadim bir kültür olup, bu kültürün izlerini Musa (a.s) kıssası içinde bulmaktayız.

[020.059 Musa: «Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde (yevmüzzineti), insanların toplandığı kuşluk vaktidir» dedi.

Taha s. 59. ayetinde, Musa (a.s) Firavun'un sihirbazları ile buluşma gününün, onların bir araya geldiği bir günde yani bizim Bayram olarak bildiğimiz bir günde olmasını istemektedir. Bu ayete bakarak herhangi bir kimse eğer, Bak al sana işte ayet bayram kutlamak müşrik adetiymiş  diyecek olursa, bu söz onun hayatında söyleyebileceği en trajikomik bir söz olacaktır.

Elbette temelinde şirk inancı yatan toplumların da, bu şirklerini kendi aralarında daha da pekiştirmek için ihdas ettikleri Milli Bayramları da olacaktır. Firavun toplumunun böyle bir bayram kutlamış olması, kadim bir insanlık kültürü bayram ihdasının şirk inancı olduğunu asla göstermez. Şirk inancına sahip olanların bayram kutlamaları yapmaları, bütün bayram kutlamalarının şirk içerdiği anlamına gelmez.

İnsanların bir araya gelmeleri fıtri bir ihtiyaçtan kaynaklandığına göre, onlar bu birlikteliklerini sahip oldukları inancın doğrultusunda oluşturmaları kadar doğal bir şey olamaz. Örneğin; Bir toplum eğer şirk olarak bildiğimiz bir ortak değere sahip ise, bu toplum bu inanca dayalı bayramlar ihdas ederek, bu inançlarını kendi aralarında daha da pekiştirmek yoluna gideceklerdir. 

Kısacası bayramların insan hayatındaki yerini, sahip oldukları inanç ve düşünceleri kendi aralarında daha da pekiştirmek için belirli günler ve zamanlar ihdas etmek sureti ile tertip ettikleri toplantılar olarak tarif etiğimiz zaman, bu fıtri ihtiyacın biz Müslümanlar cephesinden nasıl algılanabileceği daha kolay anlaşılacaktır.

İslam adlı bir dine bağlı olmak demek, bu dine bağlı olan insanlar ile ortak bir payda da buluşmak, aynı inanç ve değerlere sahip olmak anlamına gelmektedir. Bayramların insan hayatındaki en büyük rolü, birbirleri ile dayanışma içinde olduklarını dost düşman herkese ilan etmektir. Bu durum Müslüman olsun veya olmasın her toplum için değişmezlik arz etmektedir. İnsanların birbirleri ile dayanışma içinde olduklarının en büyük göstergesi ise, birbirleri arasında sevgi bağının oluşmasına sebep olan yardımlaşma duygusudur.

Ramazan Bayramı olarak bildiğimiz bayramın daha önceki adının Fıtır Bayramı olduğunu, Fıtır Sadakası olarak bildiğimiz deyimin ise, şu anda her ne kadar olması gereken içeriği sembolik bir hale gelmiş olsa da, bu deyim bize bu bayramın ne anlama geldiğini anlamamızı kolaylaştıracaktır. Kurban Bayramı olarak bildiğimiz bayramın, özellikle Hac suresi içinde geçen Hac ibadeti ile ilgili ayetlerine baktığımızda, nusuk olarak kesilen hayvanların etlerinin insanlara dağıtılması ile, insanlar arasında birlik, beraberlik ve sevgi bağının oluşmasını amaçlandığını söyleyebiliriz.

Ramazan ve Kurban Bayramı olarak bildiğimiz bayramların temelinde, sahip olduğumuz İslam inancının kendi aramızda pekiştirilmesini sağlamak amacı ile Allah'a olan kulluğumuzu dost düşman herkese deklere etmek, bunun yanı sıra insanlar arasında sevgi ve merhametin oluşmasını sağmak amacı ile yardımlaşma vesilesi yattığını düşündüğümüzde, bu tür kutlamaların hayatımızdaki fonksiyonu ortaya çıkarak, bu kutlamaların şirk olduğu gibi saçma düşüncelere de yer olmayacaktır. 

Her inanç sahibi nasıl kendi aralarındaki ortak bağları güçlendirmek için, bazı toplantılar düzenliyor ise, Müslümanlar da kendi aralarındaki ortak bağları güçlendirmek için, toplanma günleri düzenlemektedirler. Ramazan ve Kurban Bayramı adı ile bildiğimiz toplanma günleri, Müslümanların birbiri ile bağını güçlendirmek için kullandıkları önemli toplantı zamanlarındandır.

Bugün Türkiye genelinde yaşayan bazı insanların bayramları tatil vesilesi olarak görerek birbirinden kaçma vesilesi saymaları, hatta bazı bankaların bu kaçışı daha da hızlandırmak için Geleneksel Bayram Kredisi adı altında faizli krediler vermek için insanları teşvik etmesi, bizlerin bayramları olması gereken fonksiyonu göz ardı etmemizi gerektirmez.

Bayramların bazı kimseler tarafından zevk ve eğlence fırsatı haline getirilmiş olması, bizlerin bu bayramları diğer Müslümanların dertleri ile daha yoğun ilgilenme, birbirimiz ile yardımlaşma, Allah'a kulluğun bir vesilesi olarak görmemize engel değildir.

Bugün İslam adına sahip olduğumuz bazı değerlerin içi boşaltılarak anlamsız hale gelmiş olması, bizleri bu değerlerin tamamen ortadan kalkması gerektiği yönünde değil, olması gereken fonksiyonunun yeniden hayata geçirilmeye çalışılması yönünde gayrete gelmemizi sağlamalıdır. Bayramlar insanlar ile İslam adına en dar çerçevede birlik beraberlik sağlamayı değil, en geniş çerçevede birlik oluşturmaya çalışmak için gayret vesilesi olması gerektiği anlaşıldığı anda, gerçek anlamını bulmuş olacaktır.

Kendisini Kur'an ile tanımlayarak, bu tür kutlamalar konusunda farklı düşünce içinde bulunan kimselerin, bayramların insan hayatındaki fonksiyonunu dikkate alarak, bu fonksiyonun Müslüman hayatındaki yerini düşünmeye başladıkları anda, sahip oldukları düşüncelerin ne kadar yersiz olduğunu da kolaylıkla anlayacaklardır.

Bu meyanda bazı kimselerin ise bayramın delilinin Kur'an'da olmadığından yola çıkarak, kendisini Kur'an ile tanımlayan insanların neden bayram kutladıkları yönünde sorular sormak sureti ile alaycı tavırlar takınarak, onlara karşı nefret söylemini geliştirmeye çalışmalarının, bayramların olması gereken işlevine gölge düşürerek, ayrılıkların körüklenmesine vesile olduğunu burada üzülerek hatırlatmak isteriz.

BAYRAMLARIMIZIN ALLAH'A KULLUK, BİRLİK, BERABERLİK, YARDIMLAŞMA VESİLESİ GÖRÜLECEĞİ GÜNLER OLARAK ANLAŞILMASI TEMENNİSİ İLE.

13 Nisan 2017 Perşembe

Maide s. 97. Ayeti: Toplumun Ayakta Durmasına Vesile Olan Ortak Değerler

İnsanların fıtri bir özelliği olan birlikte yaşam sürme ihtiyacı, bu birlikteliğin devamına vesile olması için bazı ortak değerlere sahip olmalarını da gerektirmiştir. Müslüman veya Kafir hangi topluluk olursa olsun bütün toplumlar, kendilerini ayakta tutacak, ve birbirleri ile kenetlenmelerini sağlayacak olan bazı ortak değerler üretmiş, ve bu ortak değerlere bağlı kalmak sureti ile hayatiyetlerini devam ettirmeye çalışmaktadır. 

Konuya biz Müslümanlar açısından baktığımızda, bizlerin de birlik ve beraberlik içinde olması gerektiğine dair emirler Kur'an içinde mevcut olup, bu birlikteliğimizin sürmesini sağlayan belirli zaman ve mekanda yapılan bazı kulluk görevleri, Allah (c.c) tarafından bizlere emredilmiştir. Hac, insana kulluğunu hatırlatan, aynı zamanda belirli bir mekan ve zamanda toplu olarak yapılan bir ibadet olması hasebiyle, Müslüman topluluğun ayakta durmasına, birlik ve beraberliğini hatırlamasına vesile olan bir ibadet olarak atamız İbrahim (a.s) dan beri icra edilegelmektedir. 

Kur'an içinde bir çok ayet Hac ibadetinin fıkhi ve sosyal boyutu hakkında bilgi vermekte olup, Maide s. 97. ayeti bunlardan bir tanesidir. Yazımızda, bu ayet içindeki bilgileri dikkate alarak Hac ibadetinin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde tefekkürde bulunmaya gayret edeceğiz.

[005.097]  Allah, Beyt-i Haram (olan) Kâbe'yi insanlar için bir ayaklanma (kıyam evi) kıldı; Haram Ay'ı, kurbanı ve boyunlardaki gerdanlıkları da. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde ne varsa tümünü bildiğini ve Allah'ın gerçekten her şeyi bilen olduğunu bilmeniz içindir.

Maide s. 97. ayetinde geçen  Kabe, Haram ay, Kurban, Hac ibadeti ile ilgili olan kelimelerdir. Ayet içindeki Kıyamen kelimesi, Hac ile ilgili olan menasıkin, toplum dinamikleri açısından ne anlama geldiğini anlamak noktasında anahtar bir kelimedir. Bu kelimenin anlaşılması, Hac ibadetinin kuru bir ritüeller manzumesi olmadığını, toplumun ayakta kalması için gerekli olan dinamikleri içinde barındırdığını göstermektedir. 

Haram Aylar, bilindiği üzere Hac ile yakından alakalı olup, Hac için yola çıkan insanların güven ve emniyetinin sağlanması amacı ile, bu 4ay (Zilkade, Zilhicce, Muharrem - Recep) içinde savaşlara ve kan dökmeye ara verilirdi. İnsanlar bu aylar içinde Hac ve Umre için yola çıkar, ticaret ve ibadet maksatlı olarak Mekke'ye gider ve orada ibadet ve maddi yönden menfaatlerini de temin ederek yurduna geri dönerdi. 

Haram aylar içinde savaş yapmamak demek, Hac yolunun emniyeti açısından hayati önem arz eden bir durumdur. Bu aylar içinde kan dökülmemesi gerektiğine dair olan inancın bütün kabileler tarafından yerine getirilmiş olması, insanların Hac için Mekke'ye gelmelerinin yolunu açmakta, bu yolla insanlar birbiri ile, insan olmanın gerektirdiği ihtiyaçlarını gidermekte idi. İnsanların birbirlerinden menfaatler sağlaması, öncelikle menfaat sağlanacak mekana giden yolların açık olmasını gerektirmesinden dolayı, haram aylar içinde savaşa ve kan dökmeye ara verilerek Hac yolunun emniyet ve güven içinde açık olması, Mekke'ye gelen insanlar için önem arz etmektedir.

[022.026]  Hani İbrahim'e: Bana hiç bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyama duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için evimi temiz tut, diye Kabe' nin yerini hazırlamıştık.
[022.027]  İnsanlar için haccı ilan et. Gerek yaya, gerek arık binekler üzerinde uzak vadiden ve yollardan sana gelsinler.
[022.028] Taki kendi menfaatlerine şahid olsunlar; Allah'ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin, çaresiz kalmış yoksulu da doyurun.
[022.029]  Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Kabe'yi tavaf etsinler.
[022.030]  İşte böyle. Kim Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse, bu Rabbinin katında kendi iyiliğinedir. (Haram olduğu) size okunanlar dışında kalan hayvanlar, size helal kılındı. O halde pis putlardan sakının; yalan sözden kaçının.
[022.031]  Allah'a ortak koşmaksızın O'na yönelerek pis putlardan kaçının, yalan sözden çekinin. Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma attığı şeye benzer.
[022.032] İşte böyle; kim Allah'ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalblerin takvasındandır.
[022.033]  Onlarda sizin için adı konulmuş bir süreye kadar yararlar vardır. Sonra onların yerleri Beyt-i atik'tir.
[022.034]  Biz her ümmet için bir «Mensek» kıldık, O'nun kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar diye. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır, artık yalnızca O'na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara müjde ver.

Hac ile ilgili Kur'an ayetlerini okuduğumuzda, gözümüzde çarpan önemli hususlardan bir tanesi, bu ibadetin sadece bir takım ritüellerin yerine getirilmesi olmadığını, Menfaat kelimesinin en geniş anlamı olan her türlü ihtiyacın giderilmeye çalışılmasını anlayabilir, insanların ihtiyaçlarını karşılamak için ticari faaliyetlerin de yürütülmesine izin verildiğini görebiliriz. İnsanların birbirleri ile karşılıklı menfaatler içinde olmaları, onların birbirleri ile barış içinde yaşamalarına, ve toplumun ayakta kalmasına sebep olan en önemli bir etkendir. Hac ibadeti işte bu barışı sağlayan önemli etkenlerden biri olarak Müslüman toplumun ayakta kalmasına vesile olan ortak değerlerden bir tanesidir.

[022.036] İşte kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza verdik.

Hac ibadetinde yapılan kurban kesme ritüeli sadece kuru bir kan dökme ritüeli değil, kesilen hayvanların etlerinin dağıtılmak sureti ile, insanlar arasında sevgi bağı kurulmasına sebep olan bir ibadettir. Kurban keserek Allah'a yaklaşmak demek, sadece o hayvanların kanlarını akıtmak değil, o hayvanların etlerinin ihtiyacı olan insanlara dağıtmak sureti ile, insanlar arasında köprüler oluşturmaya, bu suretle toplumun fertlerinin birbirleri ile daha yakın ilişkiler kurmasına vesile olmak anlamına gelmektedir. 

Bu noktada İbadet  kavramının ne demek olduğu daha net ortaya çıkacaktır. Allah'a ibadet etmek demek sadece belirli zaman ve mekanlarda yapılan bir takım ritüelleri şuursuzca tekrarlamak değil, aynı zamanda toplumun ayakta kalmasına sebep olan unsurları da ihtiva etmektedir. Bugün biz Müslümanlar tarafından Hac ibadetinin sadece kuru ritüeller olarak sınırlandırılmış olması, bu ibadet vesilesi ile ortaya çıkması gereken ve toplumun daha diri, daha canlı, birbirini seven, sayan ve kulluk bilincinin şuuruna vakıf olmuş insanlardan oluşmasına engel olmaktadır. 

Müslümanlar arasında ibadet kavramının Kur'an'i boyutundan uzaklaştırılarak, Hristiyanca bir boyutta anlaşılıyor olması, İslam'ı maalesef tapınaklara hapsedilen bir din haline getirmiş, yapılan ibadetler sadece sevap almak amacına indirgenmiştir. Halbuki ibadet denildiği zaman aklımıza ilk gelen şey belirli sayıda bazı şeyleri tekrarlamak sureti ile kaç sevap alınacağı yerine, toplumu ayakta tutan ortak değerler akla gelmiş ve bu noktada bir ibadet şuuru geliştirilmiş olsaydı, biz Müslümanlar dünyanın parmakla gösterilen örnek bir topluluğu olarak, diğer insanlara karşı olan şahitliğimizi de yerine getirmiş olabilirdik. 

Bu noktada son yıllarda Kur'an merkezli İslam söylemi etrafında geliştirilmiş olan ve Hac ibadeti ile ilgili düşüncelere değinmek istiyoruz. Bazı kimseler tarafından Namaz, Hac, Oruç gibi ibadetlerin Kur'an tarafından emredilmediği, hatta bunları yerine getirmenin şirk !! olduğu gibi düşüncelerin dile getirilmeye çalışıldığı, konu ile alakalı olan kimselerin malumudur. 

Yerleşik uygulamalardaki yanlışlıkların kalkan edilerek, bu gibi ibadetlerin ret edilme yoluna gidilmesi doğru bir düşünce değildir. Ancak bu ibadetlerin toplumun ayakta kalması için gerekli olan ortak değerlerden olduğunu dikkate alarak, bu iddiayı değerlendirdiğimizde, bu iddiaların altında şeytani bir planın yattığını anlamak güç olmayacaktır. Bir toplumu yıkmanın yollarından birisi, o toplumu ayakta tutan değerlerin o toplum tarafından mehcur bırakılması, veya içinin boşaltılarak anlamsız bir hale getirmek olduğunu dikkate aldığımızda, bizi ayakta tutan her değerin mehcur bırakılması için yapılan çalışmaların ve üretilen düşüncelerin, samimi düşünceler olmadığını anlamak mümkündür.

Bu düşüncelerin Kur'an Merkezli İslam söylemi adı altında üretilmesi bizleri yanıltmamalı, bu gibi düşünceleri üreten insanların Çağdaş Samiriler  olduğu unutulmamalıdır. Allah'a karşı yapılan ibadetleri sadece onunla kulu arasındaki mistik bir ilişki olarak görmeyerek, bu ibadetlerin sosyal boyutları olduğunu düşünmek sureti ile bu ibadetlere karşı bir bakış açısı geliştirmek, bu ibadetlerin tapınak ibadeti olmaktan çıkmasına, insan ilişkileri ile direk bağının kurulmasına, ve toplumun ayakta kalması için gerekli olan ortak değerler olarak görülmesine sebep olacaktır.

Hac konusunda yapılan bir ve hatalı olduğunu bir düşünce de şu dur; Hac sırasında Mekke'de meydana gelen izdiham ve bu izdihamın sebep olduğu ölüm olayları gündeme gelmekte, Haccın bilinen aylarda olduğu ayetine dayanılarak, bu ibadetin belirli aylara yayılmasının bu izdihamı önleyeceği iddia edilmektedir.

Hac organizasyonununda yapılan bir takım hatalar yüzünden izdiham olması, ve bu izdihamda ölüm olaylarının meydana gelmesi, üzüntü verici bir durumdur. Ancak bu durumun önlenmesi için Hac ibadetinin başka aylara yayılmasının düşünülmesi, bu ibadetin ruhuna aykırı düşecektir. Hac ibadetinin Müslümanların yıllık kongreleri ve bu zaman içinde bütün Müslümanların bir araya gelerek bazı sorunlarını tartışmaları ve bu sorunlara  çözüm üretmeye çalışmalarının Hac ibadetinin önemli bir boyutu olduğunu dikkate aldığımızda, (bu ibadet her ne kadar şimdi böyle bir şuur içinde yapılmıyor olsa da) bu ibadetten hasıl olması gereken bazı neticelerin alınmasına engel teşkil edecektir. 

Allah (c.c) nin bizler için beğendiği dinin en bariz özelliği sadece onu ilah ve rab edinmek temeline kurulu, insanların tamamının Kul statüsüne tabi olduğunun şuuru içinde yapılmaya çalışılan Hac ibadeti, Müslümanları küfre, zulme, tuğyana karşı ayağa kaldıracak en önemli organizasyondur.

Sonuç olarak; Hac, bir toplumun ayakta kalmasına vesile olan ortak değerlerden bir tanesidir. Bu ibadetin belirli zaman ve mekanda yapılması, toplumun ayakta kalması için zaruri ihtiyaçlardan olan birlik ve beraberliğin yeniden hatırlanması için önemli katkılar sağlamaktadır. 

Bu ibadetin zaman içinde içinin boşaltılarak kuru ritüeller manzumesine dönüştürülmüş olması, bu ibadetin Kur'an'i anlamda yeniden anlaşılması ve bütün Müslümanların bu ibadetin aslına uygun bir şekilde yapması gerektiği yönünden yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır. Allah (c.c) nin biz kullarına emretmiş olduğu ibadetler, mistik ritüeller olarak görmekten çıkarılarak, toplumun birbiri ile kenetlenmesine vesile olan ortak değerler olarak görülmeye başlandığı zaman, bu ibadetler gerçek anlamını bulmaya başlayacaktır. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


8 Eylül 2011 Perşembe

MUHAMMED (a.s) DUAYA ORTAK ETMEK ve "SALAT-I TEFRİCİYYE"

Allah cc adem as dan muhammed as a kadar gönderdiği bütün resul ve kitapların ortak çağrısı insanların Allahtan başkasına kulluk etmeyi bırakıp sadece kendisine kuluk etmelerini sağlamaktır. Şirk dediğimiz şey , insanların Allaha ibadet etmeyi bırakıp bir takım taştan heykellere tapması şeklinde gerçekleşmez .Bu yazımızda kendini islama nisbet eden kişilerin ağızlarında çokça dolaşan ve  şirk unsurlarını kendisinde barındıran bazı sözler üzerinde durarak bu sözlerin nasıl bir şirk unsuru içerdiğini  orataya koymaya gayret edeceğiz.

Kur'an Muhammed sav in sadece bir  beşer olduğu,kendisine vahyedilen uyduğu,kendisine herhangi bir fayda veya zarar vermeye muktedir olmadığı,vahye uymadığı takdirde şah damarının kesileceği gibi bir çok uyarıları taşımasına rağmen hıristiyanların isa as a verdiği aşırı yüceltici düşüncelerin etkisinde kalarak "sizin varda bizim yokmu" gibi bir düşüncenin eseri olarak "sizde ne varsa bizde daha iyisi var" rekabetine girilmiş iş  maalesef resuller arası bir rekabete dönüştürülmüştür. Allahın gönderdiği bütün resullerin bizim resullerimiz olduğu inancı bir tarafa bırakılarak  muhammed sav için " bizim resulumuz" tabiri dillerde pelesenk olmuştur. Muhammed as ne kadar bizim peygamberimiz ise isa , musa diğer bütün resuller salat ve selam onlara olsun bizim resullerimizdir. Ancak muhammed sav e bazı müslümanlar tarafından kur'ana rağmen verilmek istenen görev ne onun istediği nede Allah cc nin kullarının istediğidir. Maalesef adına "ilahi" denilen bazı müzik eserlerinde muhammed sav e nerede ise yarı ilahlık  payesi verilerek Allahın yanına ortak koşulmaya çalışılmaktadır. 

"Arafat dağı yüce bir dağdır inanın muhammed ölmedi sağdır" veya " mahşerde nebiler bile senden medet ister" şeklindeki sözler kur'ana iftira mahiyetinde olup sahibini şirke sürükleyen sözlerdir. Kur'an " her nefsin ölümü tadacağı", muhammed sav inde öleceği (zümer 30,enbiya 34) gibi ayetlere rağmen onun ölmediği hatta kerameti kendinden din baronları ile arkadaşlık yaptığı, kabrinde namaz kıldığı ve kendilerini ziyarete gelenleri gördüklerine ve buna benzer bir sürü iftiralara maruz bırakılmışlardır. Ahirette herhangi bir kayırmanın olmadığını bildiren bir sürü ayete rağmen bırakın normal kulları nebilere dahi  yardım edeceği dillerde şarkı olmuştur. Bu  tür iftiralar bir tarafa  adına "salatı tefriciyye" denen ve faydaları hakkında bir sürü yalanlar uydurulan ve olmazsa olmaz adedi olan" 4444" olan iftiraların sözleri üzerinde durmak istiyoruz.

“Allâhumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ Seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihil ukadü ve tenfericu bihil-kürebü ve tukdâ bihil-havâicu ve tünâlü bihir-reğâibü ve hüsnül-havâtimi ve yustaskal ğamâmu bivechihil Kerîm ve alâ âlihî ve sahbihi fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma’lûmin lek.”

“Allahım! Bizim Efendimiz Muhammed’e (sav) kusursuz bir salât ve rahmet, mükemmel bir selâm ve selâmet vermeni diliyoruz. O Peygamber ki, onun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belalar onun hürmetine açılıp dağılır, hacet ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir, Allah’ım, onun ehl-i beytine, ashabına da her göz kırpacak kadar zamanda (her an, saniye) her nefes alacak zamanda sana malum olan varlıklar sayısınca salât et.”

İmamı Kurtubî Hazretleri şöyle buyurmuş: “Bir kimse, çok önemli bir işinin veya önemli bir dileğinin gerçekleşmesini, ya da üzerinde devam edip duran büyük bir belanın üzerinden çekilip gitmesi (kalkması) için “Salât-i Tefriciye”yi (4444) defa okuyup, bu mübarek Salâtü Selâm ile Yüce Peygamberimizi vesile edinse, hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki, Yüce Allah, o kulunun istek ve muradının olması için hayırlı bir sebeb yaratır ve ona muradını verir.”

Burada öncelikle " vesile edinmek" tabiri üzerinde durmak istiyoruz. Kur'anda ölü olan birini vesile ederek " onun yüzü hürmetine" şeklinde bir aracı edinme emri yoktur. Ancak hayatta olan kişiler birbirlerine dua edebilirler oda hiç bir kimseyi aracı edinmemek şartı iledir. Bu vesile edinme konusu maide suresinde "Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, mutluluğa erebilesiniz." mealindeki ayete dayandırılarak sanki o ayet "ölü olanları dua için aracı kılın" şeklinde anlaşılmış vesilenin "onun yolunda cihad etmek" olduğu üstü kapatılarak maalesef bazılarının ekmeğine yağ ve bal olmuştur.

Tefriciyyenin sözlerine gelecek olursak " onun hürmetine düğümler çözülür" sözü felak suresindeki " düğümlere üfleyenlerin şerrinden " kime sığınılacağı bildirilmiş olup ,"birisinin hürmetine olmadan olmaz" şeklinde bir ilave olmamasına rağmen birisinin hürmetine düğümler çözdürülmeye çalışılmaktadır.

"hacet ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir" sözü ile Allah cc nin şu ayetleri ne kadar uygunluk sağlamaktadır.

-2.186- Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar. 

-13.14-Hak duâ ancak onadır, ondan başka yalvarıp durdukları ise onları hiç bir şeyle icabet etmezler, onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucuna açana benzer ki o, ona gelmez, kâfirlerin duâsı hep bir dalâl içindedir. 

Bugün özellikle tasavvufi söyleme hakim olan düşünce insanın Allaha bir aracı olmadan ulaşamayacağı , bunun için bir veliyi aracı kılmak gerektiği düşüncesidir. Bu tamamen bir şirk düşüncesi olup Allaha bir iftiradır.Haşa Allah ile bir cumhurbaşkanını mukayese edip , "ona nasıl direk varılamıyorsa Allahada öyle varılmaz" deyip din baronlarının forsu öne çıkarılmaya çalışılmıştır.  


Zümer s. 3 ayeti bu durumu ne kadar açık bir şekilde ortaya koyar. "İyi bil ki Allahındır ancak halîs din, onun berisinden bir takım veliylere tutunanlar da şöyle demektedirler: biz onlara ıbadet etmiyoruz, ancak bizi Allaha yakın yaklaştırsınlar diye, şübhe yok ki Allah onların aralarında ıhtilâf edip durdukları şeyde hukmünü verecek, her halde yalancı, nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz"  

Kaf s. 16 ayetide Allahın kullarına ne kadar yakın olduğunu bildirmesi açısından dikkat çekicidir. "And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız."
 
"Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir" . 


Maksatlara ne onun yüzü hürmetine ulaşılır nede güzel sonuçlara onun yüzü suyu hürmetine varılır. Güzel bir sonuca kişi ancak dünyada yaptığı salih amellerin karşılığında ulaşır.

Tavsiyemiz şudurki içinde Allaha ve resulune iftiraya varan sözleri barındıran ne anlama geldiğinin farkında bile olunmadan okunan"salatı tefriciyye" nin  yerine, her nerede olursa olsun kullarını işiten , gören ve dualarına icabet eden dularının kabulu için onlardan muhammed sav i aracı bile istemeyen Allah cc ye halis bir kaple el açıp ondan istemek yeterli olacaktır.

-40.60- Rabbiniz: «Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir» buyurmuştur.

-7.55- Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O aşırı gidenleri sevmez. 

Hıristiyanların isa as ilah seviyesi getirmelerine heves edilerek Muhammed as ı isa as gibi görmek durumuna düşen bazı müslümanlar bunun tezahürlerini müzik eserlerinde veya dualarında onu aracı ederek Allaha ve resulune güya sevgi gösterisinde bulunmak istemelerine rağmen bu yapılanlar kur'an tarafından red edilmektedir . Aksine bunların şirk olduğu ve kişiyi " müşrik" durumuna düşürdüğü ve resul as a dost olmak adına ona düşmanlık olduğu bilinmelidir.  

                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.