Kur'an okumalarında yapılan en büyük yanlış , kur'anı içinde bulunduğumuz durumu meşrulaştırmak için kullanılan bir noter kitabı olarak görerek okumaktır. Böyle okumalar sonucunda özellikle yönetim açısından baktığımız zaman, Allah cc nin kanunlarının hakim olmadığı ülkelerdeki bir kısım müslümanların içinde olduğumuz yönetim şeklini meşru göstermek için arayışlara gittiği ve bu arayışlar sonucunda Yusuf as kıssasında tağuti idarelerde görev almanın meşruiyetine dair çıkarımlarda bulunarak o elçi üzerinden yaptıklarını doğru gösterme çabası içinde olduklarını görmekteyiz.
Yazımızın çerçevesini Türkiye olarak sınırlı tutup bu ülkedeki durumun müslümanlar açısından nasıl okunması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşacağız. Ülkemizde son 12 yıl içinde iktidarda bulunan partinin muhafazakar bir kadro ile ülkede iktidarda bulunmuş olması müslümanlar arasında bir takım farklı yorumlar ve ayrılıklara yol açtığı malumdur. Bu muhafazakar kadronun geçmişine bakacak olursak 1970 yılında kurulan milli nizam partisine kadar gittiği görülecektir. O yıllarda Pakistanlı yazar Mevdudinin eserleri tercüme edilerek müslümanlar tarafından okunmaya ve tanınmaya yeni yeni başlamış idi , Mevdudinin "islamda hükümet" adı altında türkçeye çevrilen eserinde Yusuf as ın kıssasından istidlal ile mevcut yönetim içinde görev almanın meşruiyetinin tartışmaya açıldığını görmekteyiz.
Milli nizam partisi ve sonra aynı kadro tarafından açılan partilerin islamcı yazar kadroları böyle bir oluşuma, Yusuf as kıssası üzerinden meşruiyetine delil getirmeye çalıştıklarına o zamandan beri şahid olmaktayız. Yıllar içinde bu kadro en son akp adı altında türkiye siyasi hayatında önemli bir yer tutarak uzun bir iktidar dönemi başlatmıştır.
Yıllarca müslümanlar tarafından eleştirilen türkiyedeki mevcut sistem, özellikle son 12 yıl içinde akp iktidarının başlaması ile dün sistemi eleştiren bazı müslüman aydınlar tarafından bugün sahiplenilmeye başlanmıştır. Müslüman aydınlar bu sahiplenmeyi dini bir söylem üzerinden yaparak sanki bir mecburiyet arz eden br duruma sokmuşlardır. Yusuf as ın Mısır üzerindeki yönetiminin bu düşüncelerini desteklediği zannına kapılan bir takım kişiler tağuti sistemi sahiplenmeyi Yusuf as üzerinden meşru göstermeye çalışmaktadırlar. Yusuf as gerçekten tağuti bir rejime hizmet ederek bizlere bu konuda bir örneklik sergiledimi acaba ? bu sorunun cevabını kıssa içinde geçen ayetleri okuyarak anlamaktan başka bir çaremiz yoktur. Konuyu ilgilendiren ayetler, Yusuf as ın hapisten çıktıktan sonrakiler olup mealleri şu şekildedir.
[012.054] Melik de dedi: getirin bana onu kendime tahsıs edeyim! bunun
üzerine onunla konuştu, dedi: sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevkı'
sahibisin, eminsin,
[012.055] Dedi: beni Arz hazineleri üzerine ata, çünkü ben iyi korur,
iyi bilirim
[012.056] Ve işte böylece Yusuf'u o ülkede yerleştirdik; neresinde isterse
makam tutuyordu. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyi davrananların
mükafatım zayi etmeyiz.
Hükümdarın nasıl birisi olduğunu anlamak için yine kıssa içinde geçen ayetlerin bize gereki olan bilgiyi verdiğini düşünmekteyiz. Hükümdarın karısının Yusuf as ın nefsinden murad almak istediği zaman yakalandığı an olan sözleri ile Yusuf as ın sözlerinin doğruluğunun bir şahid ile tesbit edilme yolu, hükümdarın astığı astık kestiği kestik zalim bir kişi olmadığını (12/25.29) ,hükümdarın 29. ayette karısına "Sen de günahından dolayı istiğfar et. Sen gerçekten günahkarlardan oldun»." hükümdarın Allah inancına sahip olduğu ve onun hataları bağışladığına iman eden biri olduğunu göstermektedir. Musa as kıssasına baktığımız zaman bir başka mısır hükümdarı olan kişini "ben sizin rabbiniz ve ilahınızım" diyerek ülke halkı üzerinde hegomonya kurduğuna şahid olmaktayız , ancak Yusuf as ın muhatap olduğu hükümdarın böyle bir söylemi yoktur. Surede hükümdar için kullanılan "rab" kelimesinin ıstılahi anlamda bir kullanım değil sözlük anlamda bir kullanım olduğunu hatırlatalım.
Şimdi Yusuf as kıssasındaki hükümdarın sistemi ile içinde bulunduğumuz sistemin ne kadar aynı olabileceğinin bir mukayesesini yapmaya çalışalım. Türkiye cumhuriyeti adı altında yaşadığımız topraklarda hakim olan sistemin kurucusunun adı olan Mustafa Kemal Atatürk kurmuş olduğu devletin özellikle gökten inmiş bir kitap ile yönetilemeyeceğini ifade eden birisi olarak öne çıkması ve sistemi oluşturan kanunların islami olmamasına özellikle dikkat edilerek yapılmış olması bizim nasıl bir sistem içinde yaşadığımız hakkında yeterli bilgiyi verdiğini düşünmekteyiz. Kemalizm adı altında şekillenen bu sistemin kurucusu olan zat kesinlikle dokunulmaz bir kişiliği sahip olup müşrik inancı altında yapılan bütün ritüeller o kişi içinde uygulanmaktadır. İhdas edilen bayram günlerinde anıt kabire gidilerek eda edilen salatın evrensel bir müşrik ritüeli olduğu ve Allah cc den başkalarını ilah edinmenin bir ilanı olduğu kur'an ehli tarafından bilinen bir durumdur. Böyle bir ritüelden kaçmanın halk içinde meydana getirdiği tepki hepimizin malumu olup anıt kabir ve içinde yatan kişi o kadar ilahlaştırılmıştırki kabe ile eşdeğer bir konuma getirildiği yine kur'an ehli tarafından bilinen bir durumdur.
Böyle bir sistem içinde iktidar olan muhafazakarlar bu ritüelleri aynen eda ederek sistemin ilahına olan bağlılıklarını yerine getirmekte olduklarını anıt özel defterine yazdıkları ile ifade etmektedirler. Bu sistem ile mısır hükümdarını aynı görmenin nasıl mümkün olabileceğinin yeniden düşünülmesi gerektiğini yeniden hatırlatmak yerinde olacaktır. Hükümdar ile şu andaki mevcut sistemin birbirleri ile bir yakınlığı olmadığını gördükten sonra durumu Yusuf as ve hükümet olma açısından değerlendirebiliriz.
Türkiye cumhuriyetini yöneten mevcut hükümetler , bu sistemi oluşturan kanunlar bütününe tabi olup , anayasaya karşı herhangi bir yanlış karar verdikleri takdirde yapmış oldukları kanunlar ,ya cumhurbaşkanı yada anayasa mahkemesi tarafından red edilerek iptal edilmektedir. Mevcut olan bütün hükümetler tabi oldukları sistem dahilinde hareket etmek mecburiyetinde olup kendi inançları doğrultusunda bir kanuna asla imza atma yetkileri yoktur.
Türk siyasi hayatında şimdiye kadar iktidar olan muhafazakar partilerin bütünü bu şekilde hareket etmiş olup yanlış hareketleri sonucu kapatılmaları gibi bir tehlike ile karşı karşıya kaldıkları herkesin malumudur. Yusuf suresi ayetlerine baktığımız zaman Yusuf as ın böyle bir yetkisizlik içinde iktidar olmadığı alenen görülmektedir, Yusuf as ın ülke yönetimini eline aldıktan sonra hükümdarın sahneden çekilmesi bunun açık bir delilidir. Bugün mevcut hükümet sistemin bütün kurallarını yıkarak islami bir kural içinde ülkeyi yönetmeye kalktığı zaman başına neler gelebileceğini sanırım yazmaya dahi gerek yoktur.
Yusuf as şartları ile mevcut sistemin şartlarının aynı olmadığı gün gibi aşikar iken bir kısım müslümanların olayı islami bir çerçeve içinden bakma gayreti sonucu kur'anın alet edilmesi diyebileceğimiz bu zorlama okumanın doğru bir okuma olmadığı açıktır. Kur'an kimsenin hatasını örtmek için kullanılabilecek olan bir noter kitabı asla değildir, eğer kur'an okunacak ve ondan hayat için örnek çıkarılacaksa , mevcut hataları örtmek için kılıf aramak şeklinde değil , hayatımıza Allah cc nin emri doğrultusunda nasıl yön verebiliriz ? gibi bir sorunun cevabını aramak metodu ile okuyabiliriz.
Şimdide ortaya yeni bir soru çıktığının farkında olarak kendimize şunu soralım; peki bugün müslümanlar olarak sisteme karşı nasıl bir tavır içinde olmalıyızki eğilmeden bükülmeden dik bir duruş sergilemiş olalım?. Bu soruyu kur'anı kendisine rehber edinen , ve bu kitabın bir yerlere veya sisteme karşı kul köle olmak gibi bir okuyuşla yamultulmaması gerektiğini düşünen birisinin sormuş olduğunu hesap ederek cevabıda ona göre vermeye çalışalım.
Allah cc bizlerin kendisini alemlerin yegane rabbi ve ilahı olarak kabul etmemizi ve sadece ona kul olmamızı emrederek bir çok elçi ile bu emirleri hatırlatmıştır. Gelen elçiler bu gerçeği en küçük bir taviz vermeden kavimlerine tebliğ etmişlerdir, son elçi Muhammed as aynı şekilde kendisinden önceki elçiler gibi bu gerçeği en küçük bir taviz vermeden haykırmıştır. Taviz vermeden tebliğ yapma metodu ona Allah cc nin emri olup özellikle ilk inen sureler bunu açık bir biçimde vurgular.
Allah cc hakimiyet alanını hayatın her alanı içinde olduğunu beyan ederek onu dışlayarak kendi hakimiyetlerini kurmak isteyenlere karşı mücadele edilmesini istemiş ve bu mücadelenin en güzel örnekleri elçiler ile örneklenmiştir. Atamız İbrahim as kavminin tapmış olduğu heykelleri kırarak bu heykellerin şirk olduğunu bizlere öğretmiş ve bizlerinde bu tür şirke karşı nasıl bir tavır almamız gerektiğini göstermiştir.
Gelgelelim, türkiye müslümanlarının bir kısmına baktığımızda her yerde bu sistemin kurucusunun heykeli ve resimleri ile dolu olduğu bir ülke yönetimine gelmenin cevazını yine o putları kıran atamızın anlatıldığı kitabtan arama yoluna gitmeleri geldğimiz noktanın nasıl bir yer olduğunu göstermektedir.
Bizlerin ana hedefi bir ülkenin iktidarına gelmek olsaydı , rabbimiz ,makyavelizmin ana kuralı olan "amaca ulaşmak için her kuralın mübah olduğunu" şeklinde bir kural ile çalışmamızı bildirir, bizde ülke iktidarını ele geçirmek için bugün pensilvanyada ikamet eden kişinin yapmış olduğu şekilde bir yol tutabilirdik.
Ama rabbimiz bizlere böyle bildirmedi , şirki ortadan kaldırmak için yine kendisinin belirlediği kurallar dahilinde hareket etmemizi ve bundan asla taviz vermememizi emretmiştir. Geldiğimiz noktaya baktığımızda ülkede muhafazakar bir iktidar hükümet etmekte ve bu hükümeti destekleyen bir çok müslüman bulunmaktadır.
Hükümet icraatlarına bakıldığında özgürlük adına başörtüsü serbestiyeti gibi toplumun gazını alıcı icraatlar dışında ülke kanunlarını islamileştirme adına yapabildiği bir şeyin olmadığınıda görmekteyiz. Böyle bir şey beklemenin mevcut iktidarın söylemlerine ters olduğu zaten açıktır, iktadara gelirken islami bile diyemeyeceğimiz bir gömleği dahi çıkarttıklarını ifade ederek iktidar olmuş olmaları onların neleri feda ederek iktidar olduklarını göstermektedir.
Bizler kur'anı hayatımızın her anında yol gösteren bir kitab olduğuna iman ederek mevcut sistemi desteklemenin islami açıdan en ufak bir gerekliliği ve zorunluluğu olmadığını düşünerek o sistemi besleyecek olan eylemlere katılmamayı elçilerin örnekliğinden hareketle onların bir sünneti olarak görmek ve sisteme destek adına muhafazakar söylemlere sahip olanların bile sistemi ayakta tutmak çalışmaktan başka bir çıkar yolları olmadığını görmek zorundayız.
İktidarda olan kişilerin namaz , oruç , hacc gibi ritüelleri yapmaları onların Allah cc yi tek ilah olarak gördüklerini anlamına gelmemelidir. Allah cc kendi ilahlığını sadece belirli ritüellere hapsedilmesini değil hayatın her anında kabul edilmesini istemiştir. Bugün bir çok müslümanın kafir ve müşrik diyerek tekfir ettiği tasavvuf erbabının tamamı namaz,oruç,hacc gibi ritüelleri eda etmiş olmaları onların şirkten kurtulmuş olmaları anlamına gelmediğini bilen bir çok akp destekleyicisi müslüman , aynı durumun parti yöneticileri içinde geçerli olduğunun üstünü kapatmaları veya görmezlikten gelmelerini nasıl izah edebiliriz. Mekke müşriklerinin tamamı Allaha inanıyor fakat onun hayat içinde kural koymasını kabul etmiyordu, la ilahe illallah demenin bu anlama geldiğini bilen mekke kodamanları ellerindeki gücün gitmemesi için var güçleri ile çaba sarfetmeleri bu sebebten idi.
Kendisini kur'ana nisbet ederek muvahhid söylemlerde olanların bir kısmının hadis ve tasavvuf ehline müşrik oldukları gerekçesi ile veryansın etmeleri , Allah cc nin kanunlarının sadece hadis ve tasavvuf konuları ile sınırlı olmadığını bilerek her konuda şirkin geçerli olduğunu ve bu şirkin yönetim mekanızmasında olan kişileride kapsadığının şuuruna vakıf olmaları ve hadis ve tasavvuf tekfir ederken yönetimdekileri unutmaları üstüne üstlük onları desteklemeleri kuranın ne kadar içselleştirdiklerini!! göstermektedir.
Sonuç olarak; kur'an eğer bir hidayet ve rehber olarak değilde yapılan yanlışlara kılıf uydurulabilecek bir kitap olarak okunduğu zaman örnek elçilerden olan Yusuf as ın tağuti bir sisteme yandaşlık ederek ona destek olduğu ve bu desteğin bizler için bugüne aktarılarak tağuti sisteme yandaşlık etmemizi gerektiren bir örnek olarak okunma gafletine düşürmesi içten değildir. Kur'an hiçbir şekilde Allah cc nin dışında konulmuş kurallar ile yönetime destek verilmesini istemez , bu yönetim içinde namaz kılan oruç tutan ve kendisine müslüman diyen insanlar olmuş olsada bu insanların tağuti kanunlar ile hükmetmiş olmaları gerçeğini örtmez. Cumhurbaşkanlığı seçimleri arefesinde olduğumuz bu hafta mevcut başbakanın aday olması sanki onun bir kurtarıcı pozisyonunda olduğu gibi görülerek müslümanlar tarafından aşırı bir ilgi görmesi ülke müslümanları açısından yeniden düşünülmesi gereken bir durumdur. Bu aşırı ilginin pohpohlayıcısı bir kısım yazar çizer müslüman tarafından yapılmış olması onların bunun kur'anı baz alarak yaptıkları anlamına gelmemelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
5 Ağustos 2014 Salı
2 Ağustos 2014 Cumartesi
Nuh a.s Örneğinde Kıssaları Hayata Taşımak (Gemi Yapması)
Kur'an kıssalarının, yaşanmışlık içinden yapılan anlatımlar ile muhataplarına mesaj vererek öncekilerin başlarından geçenlerden ibret almasını sağlamak amaçlı olduklarını kıssalar ile ilgili yazılarımızda özellikle vurgulamaya çalışmıştık. Kıssaları bu şekil okumak bizleri kıssaları bir masal olarak kurtarır ve canlı birer örnek mesabesine sokar. Nuh as kıssasını okuduğumuz zaman olmuş bitmiş olaylar olarak değil, onun üzerinden yapılan anlatımların bizler içinde geçerli örneklikler olduğu görülecektir.
Kıssaları anlatılan bütün kavimlerde olduğu gibi Nuh as ın kavmininde en büyük hastalığı şirk'tir. Kur'an o kavmin kulluk ettiği putların adlarının Nuh s . 23. ayetinde, vedd , suva,
yeğus, ye'uk ve nesr olduğunu bildirmektedir. Bugün müslümanlar olarak kendimize baktığımız zaman o putların isimleri değişiklik arz ettiği, ancak işlev olarak herhangi bir farkın olmadığı görülecektir.
Kendimizi müslüman kimliği altında görmemiz şirkten kurtulmuş olduğumuz anlamına gelmemekteve bir çok müslüman kimliği altında insan kendisini kur'an dışında kitaplara ve bu kitapları yazan kişilere kul ederek şirk bataklığına düşmektedirler. Nuh as kavminin dediği gibi her fırka mensubu kendi fırka lideri ve kitabına aynen o kavim misali yapışarak onları asla terketmek istememektedirler. Nuh as ın kavminin putlarını her türlü güncelleştirmek mümkündür. Mensubu olduğumuz fırka , şeyh , siyasi parti vs hangi şey bizi Allah cc ye kul olmaktan geri atıyorsa putumuz odur .
Şirk denilen olguyu sadece mekke veya kıssaları anlatılan kavimler içine hapsettiğimiz zaman kur'anın şirk merkezli anlatımlarının hiçbirisi bizleri zerre kadar ilgilendirmemekte olduğu zannına kapılarak, kur'an dışında iman ettiğimiz kitapları , Allah cc dışında iman ettiğimiz kullara rağmen kendimizi muvahhidlerin önde gideni zannederek hayatımızı şirk içinde geçirdiğimizin farkında bile olmadan ebedi cehennemi hak etmemiz içten bile değildir.
Ankebut s. 14. ayetinde Nuh as ın 1000 seneden elli sene eksik yani 950 sene kalması bazı kesimlerde farklı anlaşılarak böyle bir kalışın imkansız olduğu düşünülerek "olsa olsa aydır yıl falan olamaz" diyerek verilmek istenen sabır mesajını anlamakta zorlandıklarını görmekteyiz. Aynı kur'an kalem s. 48. ayetinde Yunus as ın sabırsızlığına vurgu yaparak "onun gibi olma" buyurur, Nuh ve Yunus as ları sabır ve sabırsızlık konusunda birlikte okuduğumuz zaman yine tebliğ sürecinde önümüze çıkan engellere karşı nasıl bir tutum içinde olmak gerektiği Nuh as örneğinde bizlere öğretilmektedir. Nuh s. ayetlerine baktığımız zaman Nuh as ın kavmine karşı uyguladığı tebliğ metodu onun ne kadar sabırlı bir kul olduğu hakkında bizlere bilgi vererek örnek almamızı sağlamaktadır.
Sabır, tebliği sürecinde önümüze çıkan engelleri aşmak konusunda bizlere lazım olan bir şeydir , Nuh as bunu kendisi yaşayarak bizlere örnek olmuştur. Allah cc Nuh as a gemi yapmasını emretmesi yine bir sabır örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugünkü teknik ile bir geminin yapımının bile uzun bir sürede meydana geldiğinin düşünecek olursak , Nuh as ın yaptığı gemi acaba kaç yılda meydana gelmiştir? .
Nuh as ın gemisinin hangi dağın tepesine indiği ve bu geminin kalıntılarının hala aranması kıssa ile ilgili verilmek istenen mesajın anlaşılmadığını olayın sadece yaşanmışlığı içinde düşünüldüğünün bir tezahürüdür. Allah cc Nuh as a bir gemi yapmasını emretmiş , bu gemiye iman edenleri ve hayvanları bindirmesini emrederek geri kalan insanları suda boğmuştur, bu olayı sadece bu şekil bir anlayış çerçecesinde düşünüp mesaj içerikli okumamak kıssayı eksik anlamak demek anlamına gelir.
Allah cc bir çok ayetinde kendisine iman edilmesini emretmekte , bu iman neticesinde insanların ebedi kurtuluşa erişeceğini , iman edilmediği takdirde ebedi cehennem azabı ile ceza göreceklerini beyan etmiştir. Bu anlatımlar iddia olup karşılığı ölüm sonrası görülecektir, bu tür iddiaların ispatı kıssalardaki anlatımlarda karşımıza çıkarak , Allah cc nin iddiası ispatlanmış olmaktadır.
Bu iddianın ispatını Nuh as örneğinde şöyle anlayabiliriz. Allah cc Nuh as ı kavmine göndererek şirki terketmelerini tek ilah olan Allah cc ye kulluk etmeleri gerektiğini tebliğ etmesi için onu elçi seçmiştir. Kavmi bu tebliğe olumlu yanıt vermeyerek onu red etmiş ve ilahlarını asla terketmeyeceklerini Nuh as a haykırmışlardır. Nuh as onlara bu yaptıklarının karşılığının ebedi cehennem olarak geri dönceğinin söylemesine rağmen onlar bu haberi ciddiye almayarak "hadi getirde görelim" diyerek rest çekmişlerdir.
Allah cc kavminin bu resti karşısında ona gemi yapmasını emrederek iman edenlerin bu gemiye binerek kurtulmalarını sağlar. Şimdi bu kıssayı günümüze getirerek okuyacak olursak şunları söyleyebiliriz; Geminin Nuh as a iman edenleri kurtarmasının karşılığı bugün elimizde olan kitap'tır , bu kitap insanlara tek olan Allah cc ye iman etmelerini tavsiye etmekte bu tavsiyeye uyanların ve uymayanların akıbetlerinin ne olduğunu aynı kitap içinde beyan etmektedir. Kitaba iman ederek gereklerini hayatlarında yerine getiren insanlar gemiye binerek kurtulanlar ile aynı durumda olmakta , kitaba iman etmeyenler ise gemiye binmeyerek helak olanlarla aynı durumda olmaktadır. Bu canlı ve yaşanmış bir örnek olup tabiri yerindeyse işin şakasının olmadığını bizlere göstermektedir. Geminin kalıntılarını aramak yerine, gemi üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıp kurtulanlardan olmayı seçmek daha akıllıca bir yöntemdir.
Sonuç olarak; Nuh as kıssası yaşanmış bitmiş bir kıssa değil her an yaşanmaya devam eden bir kıssa olarak capcanlı olarak karşımızda durmaktadır. Nuh as ın Allah cc nin dışında kulluk ettikleri putların sadece isimleri değişmiş isimleri falan kitap , feşmekan zat olmuş ama işlev olarak aynı şekilde günümüzde yaşamaya devam etmektedirler. Gemi objesi üzerinden verilmek istenen mesaj ise yine canlı olarak yaşamaya devam ederek gemi ile kur'anı aynileştirerek düşündüğümüz takdirde o gün gemiye binerek helaktan kurtulanlar , bugün ve yarın kur'ana iman ederek helaktan kurtulacaklardır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kıssaları anlatılan bütün kavimlerde olduğu gibi Nuh as ın kavmininde en büyük hastalığı şirk'tir. Kur'an o kavmin kulluk ettiği putların adlarının Nuh s . 23. ayetinde, vedd , suva,
yeğus, ye'uk ve nesr olduğunu bildirmektedir. Bugün müslümanlar olarak kendimize baktığımız zaman o putların isimleri değişiklik arz ettiği, ancak işlev olarak herhangi bir farkın olmadığı görülecektir.
Kendimizi müslüman kimliği altında görmemiz şirkten kurtulmuş olduğumuz anlamına gelmemekteve bir çok müslüman kimliği altında insan kendisini kur'an dışında kitaplara ve bu kitapları yazan kişilere kul ederek şirk bataklığına düşmektedirler. Nuh as kavminin dediği gibi her fırka mensubu kendi fırka lideri ve kitabına aynen o kavim misali yapışarak onları asla terketmek istememektedirler. Nuh as ın kavminin putlarını her türlü güncelleştirmek mümkündür. Mensubu olduğumuz fırka , şeyh , siyasi parti vs hangi şey bizi Allah cc ye kul olmaktan geri atıyorsa putumuz odur .
Şirk denilen olguyu sadece mekke veya kıssaları anlatılan kavimler içine hapsettiğimiz zaman kur'anın şirk merkezli anlatımlarının hiçbirisi bizleri zerre kadar ilgilendirmemekte olduğu zannına kapılarak, kur'an dışında iman ettiğimiz kitapları , Allah cc dışında iman ettiğimiz kullara rağmen kendimizi muvahhidlerin önde gideni zannederek hayatımızı şirk içinde geçirdiğimizin farkında bile olmadan ebedi cehennemi hak etmemiz içten bile değildir.
Ankebut s. 14. ayetinde Nuh as ın 1000 seneden elli sene eksik yani 950 sene kalması bazı kesimlerde farklı anlaşılarak böyle bir kalışın imkansız olduğu düşünülerek "olsa olsa aydır yıl falan olamaz" diyerek verilmek istenen sabır mesajını anlamakta zorlandıklarını görmekteyiz. Aynı kur'an kalem s. 48. ayetinde Yunus as ın sabırsızlığına vurgu yaparak "onun gibi olma" buyurur, Nuh ve Yunus as ları sabır ve sabırsızlık konusunda birlikte okuduğumuz zaman yine tebliğ sürecinde önümüze çıkan engellere karşı nasıl bir tutum içinde olmak gerektiği Nuh as örneğinde bizlere öğretilmektedir. Nuh s. ayetlerine baktığımız zaman Nuh as ın kavmine karşı uyguladığı tebliğ metodu onun ne kadar sabırlı bir kul olduğu hakkında bizlere bilgi vererek örnek almamızı sağlamaktadır.
Sabır, tebliği sürecinde önümüze çıkan engelleri aşmak konusunda bizlere lazım olan bir şeydir , Nuh as bunu kendisi yaşayarak bizlere örnek olmuştur. Allah cc Nuh as a gemi yapmasını emretmesi yine bir sabır örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugünkü teknik ile bir geminin yapımının bile uzun bir sürede meydana geldiğinin düşünecek olursak , Nuh as ın yaptığı gemi acaba kaç yılda meydana gelmiştir? .
Nuh as ın gemisinin hangi dağın tepesine indiği ve bu geminin kalıntılarının hala aranması kıssa ile ilgili verilmek istenen mesajın anlaşılmadığını olayın sadece yaşanmışlığı içinde düşünüldüğünün bir tezahürüdür. Allah cc Nuh as a bir gemi yapmasını emretmiş , bu gemiye iman edenleri ve hayvanları bindirmesini emrederek geri kalan insanları suda boğmuştur, bu olayı sadece bu şekil bir anlayış çerçecesinde düşünüp mesaj içerikli okumamak kıssayı eksik anlamak demek anlamına gelir.
Allah cc bir çok ayetinde kendisine iman edilmesini emretmekte , bu iman neticesinde insanların ebedi kurtuluşa erişeceğini , iman edilmediği takdirde ebedi cehennem azabı ile ceza göreceklerini beyan etmiştir. Bu anlatımlar iddia olup karşılığı ölüm sonrası görülecektir, bu tür iddiaların ispatı kıssalardaki anlatımlarda karşımıza çıkarak , Allah cc nin iddiası ispatlanmış olmaktadır.
Bu iddianın ispatını Nuh as örneğinde şöyle anlayabiliriz. Allah cc Nuh as ı kavmine göndererek şirki terketmelerini tek ilah olan Allah cc ye kulluk etmeleri gerektiğini tebliğ etmesi için onu elçi seçmiştir. Kavmi bu tebliğe olumlu yanıt vermeyerek onu red etmiş ve ilahlarını asla terketmeyeceklerini Nuh as a haykırmışlardır. Nuh as onlara bu yaptıklarının karşılığının ebedi cehennem olarak geri dönceğinin söylemesine rağmen onlar bu haberi ciddiye almayarak "hadi getirde görelim" diyerek rest çekmişlerdir.
Allah cc kavminin bu resti karşısında ona gemi yapmasını emrederek iman edenlerin bu gemiye binerek kurtulmalarını sağlar. Şimdi bu kıssayı günümüze getirerek okuyacak olursak şunları söyleyebiliriz; Geminin Nuh as a iman edenleri kurtarmasının karşılığı bugün elimizde olan kitap'tır , bu kitap insanlara tek olan Allah cc ye iman etmelerini tavsiye etmekte bu tavsiyeye uyanların ve uymayanların akıbetlerinin ne olduğunu aynı kitap içinde beyan etmektedir. Kitaba iman ederek gereklerini hayatlarında yerine getiren insanlar gemiye binerek kurtulanlar ile aynı durumda olmakta , kitaba iman etmeyenler ise gemiye binmeyerek helak olanlarla aynı durumda olmaktadır. Bu canlı ve yaşanmış bir örnek olup tabiri yerindeyse işin şakasının olmadığını bizlere göstermektedir. Geminin kalıntılarını aramak yerine, gemi üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıp kurtulanlardan olmayı seçmek daha akıllıca bir yöntemdir.
Sonuç olarak; Nuh as kıssası yaşanmış bitmiş bir kıssa değil her an yaşanmaya devam eden bir kıssa olarak capcanlı olarak karşımızda durmaktadır. Nuh as ın Allah cc nin dışında kulluk ettikleri putların sadece isimleri değişmiş isimleri falan kitap , feşmekan zat olmuş ama işlev olarak aynı şekilde günümüzde yaşamaya devam etmektedirler. Gemi objesi üzerinden verilmek istenen mesaj ise yine canlı olarak yaşamaya devam ederek gemi ile kur'anı aynileştirerek düşündüğümüz takdirde o gün gemiye binerek helaktan kurtulanlar , bugün ve yarın kur'ana iman ederek helaktan kurtulacaklardır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
1 Ağustos 2014 Cuma
Nur s. 30-31. Ayetleri ve Toplumda Kadın Erkek İlişkileri
Kadın ve erkek Allah cc nin yaratmış olduğu insanın iki farklı cinsiyet gurubudur. Hayata dair her konuda bizlere yol gösteren elçi ve kitablar, kadın ve erkek ilişkilerini de bir düzen içinde olması gerektiğini beyan ederek bu düzenin nasıl olmasını veya nasıl olduğunu önceki yaşanmışlıklardan örneklerle bizlere anlatmaktadır. Kur'an kıssaları bu konuda bizler için yol gösterici rol oynamakta olup Musa as ın mısırdan kaçtıktan sonra geldiği medyen'de gördüğü iki kadının erkeklere karşı olan tavırları bizlere bu konuda bilgi vermektedir.
[028.023] Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara «Derdiniz nedir?» dedi. Şöyle cevap verdiler: «Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.»
[028.024] Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım, dedi.
[028.025] O sırada iki kızdan biri utana utana Musa'nın yanına geldi; «Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anlatınca O; «Korkma, o zalim kavimden kurtuldun» dedi.
Ayetleri okuduğumuz zaman iki kadının erkeklerle bir arada durmaktan çekinmesi ve erkeklerin işi bittiği zaman hayvanlarını sulamasını görmekteyiz , kıssaları mesaj içerikli okuma metodu içinde olayı değerlendirdiğimiz zaman bizler için şöyle bir durum ortaya çıkacaktır.
Hayvanları sulamak toplumda yerleşmiş olan örf gereği erkeklere ait olan bir iş olup babaları yaşlı olduğu için bu işi yapamamış olması hayvanları sulama işinin kadınlara düştüğü anlaşılmaktadır. Olayı sadece hayvan sulamak ile sınırlı tutmayıp bugünümüz içinde değerlendirecek olursak bir takım mecburiyetler kadını çalışma hayatının içine çekmiş olması gerçeğini görerek kadının toplum içindeki davranışının nasıl olması gerektiği konusunda bir örneklik çıkarmak mümkündür.
Ayetlerdeki anlatımdan kadının toplum içinde aktif bir görev alabileceği şeklinde bir yorum çıkarmak pekala mümkündür. Kadın toplum içindeki erkeklerle belirli kurallar dahilinde ilişkide bulunması fıtri bir durum olup, iki kadının erkeklerin işinin bitmesine kadar beklemesini onlarla aynı ortamda bulunma adabının kadının fıtratı gereği olduğunu görmekteyiz. Kasas s. 25. ayetinde kadının , Musa as ın yanına gelirken kullanılan kelimede aynı şekilde bu fıtri durumun açığa çıkmış olmasını göstermektedir.
Bu olay sadece tek taraflı bir durum değildir , aynı şekilde erkek'te kadınlara karşı daha dikkatli bir tutum içinde onlarla olan ilişkilerine dikkat edecek olup ayetlerde bunu görmekteyiz. Allah cc yaratmış olduğu kadın ve erkek cinsini birbirlerinden kesin bir şekilde ayırmamış onları belirli kurallar dahilinde toplum içinde hareket etmesini öngörmüştür. Nur s. 30-31. ayetlerini bu düzenlemelerin getirildiği ayetler olarak okumak mümkündür.
[024.030] Mü'minlere de ki, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler. Bu onlar için çok temizliktir. Şüphe yok ki, Allah ne yapar olduklarından haberdardır.
[024.031] Ve mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir olanı müstesna ve başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler. Ancak kocalarına veyahut kendi babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi kardeşlerine veya kendi kardeşlerinin oğullarına veya kendi kızkardeşlerinin oğullarına veyahut kendi kadınlarına veya kendi ellerinin malik olduğu cariyelerine veyahut erkeklikten kesilmiş hizmetçilerine veya kadınların avret mahellerine muttali olmayan çocuklara (karşı açıverilmesi) müstesna. Ve ziynetlerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirine vurmasınlar. Ve cümleten Allah'a tevbe ediniz, ey mü'minler! Tâ ki felaha erebilesiniz.
Bu iki ayet öncelikle birbirlerine mahrem olan kadın ve erkeklerin toplum içinde birbirleri ile ilişkileri olabileceğini göstermesi açısından okunmalıdır. Kadını dört duvar arasına hapseden zihniyetin bu görüşünün delilini kur'andan almadığı açıktır, açık olan şudurki erkek merkezli arap düşüncesinin , bu düşüncesini dinleştirme ameliyesinden başka bir yansıması değildir.
Erkeklere ve kadınlara eşit şekilde "gözlerini haramdan sakınmaları" emri demekki kadın ve erkeğin bu duruma düşebilecekleri bir ortam içinde bulunmaları demek anlamına gelip , bu durumda olan kadın ve erkeklerin nasıl davranmaları gerektiği beyan edilmektedir. Bakara s. 282. ayetinde beyan edilen ticari hayat düzenlemeleri içinde kadının şahit tutulması meseleside bu açıdan değerlendirilmesi gerektiği halde istismar edilerek iki kadının şahitliğinin neden bir erkeğe bedel olduğu tartışılmaktadır,burada dikkat edilmesi gereken noktanın kadının dışlanmamış olması ve ticari hayat içinde yer alabildiği gerçeği olması gerekirken farklı bir noktanın gündeme gelmesi bazı insanların ayetlere iyi niyet gözlüğü ile bakmadıklarını göstermektedir.
Kadının evinin dışına herhangi bir vesile ile çıkmasında mahzur asla olmayıp ilgili ayetler çıkış düzenlemeleri ile ilgilidir. Burada haliyle başörtüsü konusu gündeme gelecektir. Özellikle baş örtüsü konusunda bazı tereddütler içinde olanlar için şunları söylemek isteriz;
Başörtüsü emri ilk defa kur'an ile emredilmiş bir olgu değildir, nur s. 31. ayetinden bu anlaşılmakta olup olan ve bilinen ile ilgili bir düzenleme ve hatırlatma olarak düşünülmesi gereken bir ayettir. Bugün müslümanlar arasında başörtüsünün emir olup olmadığı şeklinde yapılan tartışmaları kur'an merkezli bir okuma sonucu olmayıp , nefse yenilmek neticesinde ortaya çıkan durumu kur'ana onaylattırmak kaygısı olduğunu düşünmekteyiz.
Kadın ve erkeğin birbirlerine karşı olan ilgileri fıtratın bir gereği olup bu ilginin helal dairesinde olması gerektiği Allah cc nin koyduğu evrensel kurallardandır, yani bu durum kuran öncesinden beri süregelen bir yükümlülüktür. Zinetlerin açığa vurulmaması emri zinet takılan bölgelerin kapanması şeklinde anlaşılması gerekir. Zinetleri açığa vurmanın cahiliye kadınlarının yaptığı bir iş olduğu ve böyle yapılmaması emri ahzab s. ayetlerinden peygamber eşlerine yapılan hitabta görülmektedir.
[033.032] Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan sakınıyorsanız sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin, daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin.
[033.033] Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyyet devri çıkışı gibi süslenip çıkmayın, namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve peygamberine itaat edin! Ey Ehl-i Beyt (peygamberin ev halkı), Allah yalnızca sizden kiri uzaklaştırıp tertemiz pampak etmek istiyor.
Ahzab s. 32 ayetinde peygamber as ın eşlerinin diğer erkeklere karşı olması gereken tavrı bildirilerek diğer kadınlarında erkeklere olması gereken tavırları anlatılmaktadır. 33. ayette evlere hapsedilme gibi bir durumun anlaşılmaması gerektiğini hatırlatıp dışarı çıkarken bazı kadınların yaptığı gibi yapmamaları beyan edilmekte , 59. ayette dışarı çıkma adabı beyan edilmektedir.
[033.059] Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bir gafûr rahîm bulunuyor.
Bu ayetleri tarihsel bir okuma ile yaşandığı zaman ve mekana hapsetmek imkanı yoktur, ayetler dünü , bugünü , yarını kapsamakta olup kadınların toplum içinde uyması gereken kuralları ihtiva etmektedir. Nur s. 31 ,ahzab s. 59. ayetlerinde kadının örtünme emrinin daha önceden uygulanan ve bilinen br durum olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an nazil olmadan önce kadının örtünmek diye bir şeyden haberi olmadığını , bu bilginin kur'an ile ilk defa nazil olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım değildir. "Cilbab" ve "humur" kelimeleri ile ifade edilen şeyin ne olduğu daha önceden bilinen bir şey olup kadının ev içinde dolaştığı kıyafet ile dışarda dolaşamayacağının beyan edilmiş olması açısından önemli bir bilgidir.
Bugün özellikle kur'an merkezli düşünce söylemi etrafında oluşturulan "kur'anda başörtüsü yoktur" söylemi, kur'an ile örtüşen bir söylem değildir. Kimsenin kimseye zorla başını örttürmeye hakkı olmadığını burada yeniden hatırlatarak , kimseninde kur'anın böyle bir emrini yok saymaya hakkının olmadığını hatırlatmak isteriz. Kur'an öteden beri bilinen bir olguyu yeniden hatırlatarak kadınların toplum içinde uymaları gereken kuralları hatırlatmış olup bilinenin üstüne yeniden ayrı bir emir şeklinde bir bilgiye gerek duymamıştır. Kur'anı kendisine rehber edindiği iddia edip örtünme emri konusunda geri duran kişilerin bu düşüncelerinin kur'an merkezli değil nefis merkezli olduğunu , fakat bu durumu içlerine sindirmek amaçlı olarak kur'andaki örtünme ile ilgili ayetleri gözardı ettiklerini düşünüyoruz.
Bugüne baktığımızda maalesef örtünün dikkat çekmeme özelliğinin kaybolarak, dikkat çekme malzemesi haline gelmiş olması , örtünme emrinden hasıl olması gereken durumun dışında bir hale gelerek cezbedici bir duruma dönüşmüş olması hepimizin şahid olduğu bir durumdur. Altı kaval üstü şişhane misali başı kapalı ama başka tarafları ortada olan kadınlarımızı gördükçe işin şuuruna vakıf olmadan yapıldığına üzülerek şahid olmaktayız, halbuki kadının örtünmesinde kasıt onların erkeklerin dikkatini çekmeyecek bir şekilde toplum içinde yer almaları gerektiği olması gerekirken onların örtülerini bu şekil dikkat çekme malzemesi yapması örtünmeden hasıl olması gereken durum ile örtüşmemektedir.
Bu söylediklerimizin bazı kişilerin gücüne gideceğini biliyoruz fakat o kişileri sevindirmek için Allah cc yi gücendirmek yakışık alan bir durum değildir, müslüman olmak demek nefsi şeytanın iğvasından kuratarıp rabbe teslim olmak demek ise örtünme konusundaki kur'anın emirleri göz ardı edilmemelidir.
Kadın ile erkeğin toplum hayatında birbirleri ile olan ilişkilerinin düzenlenmiş olması ve bu düzene uyulması müslüman olmanın gereklerindendir, müslüman olmak demek teslim olmak anlamında olduğuna göre rabbimizin bizler için çizdiği kurallara uymak bizim keyfimize kalmış bir tercih değil uyulması gerekli olan kurallardandır. Kadın ve erkeğin toplum içinde belli kurallar dahilinde olan ilişkileri toplum sağlığı için gerekli bir durum olup bu kuralların çiğnenerek batılı ölçülere göre hareket edilmesi toplum sağlığının tehlikeye düşmesine yol açacaktır.
Kadının örtünme kurallarına riayet etmesi sadece onun başını örtmesi şeklinde anlaşılıp karşı cinsle olan münasebetine etki etmiyorsa örtünmeden kast edilen hikmetin anlaşılmadığını gösterir. Aynı şekilde erkek'te kadın ile olan ilişkilerinde edeb dahilinde olması gerekir, bu durum sadece kadından beklenen bir şey değildir.
Sonuç olarak;kadın ve erkek yaratılışlarından gelen bir özellikle birbirlerine karşı ilgi duymaları yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçekliği en iyi bilen yaratıcı rabbimiz aralarındaki ilişkileri düzenleyici kurallar koymuştur. Kadın ve erkek toplum içinde birbirlerine karşı davranışlarında rabbimiz tarafından konulan kurallar uygun hareket etmeleri şartı ile iş hayatında yer almalarında herhangi bir sakınca yoktur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
[028.023] Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara «Derdiniz nedir?» dedi. Şöyle cevap verdiler: «Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.»
[028.024] Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım, dedi.
[028.025] O sırada iki kızdan biri utana utana Musa'nın yanına geldi; «Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anlatınca O; «Korkma, o zalim kavimden kurtuldun» dedi.
Ayetleri okuduğumuz zaman iki kadının erkeklerle bir arada durmaktan çekinmesi ve erkeklerin işi bittiği zaman hayvanlarını sulamasını görmekteyiz , kıssaları mesaj içerikli okuma metodu içinde olayı değerlendirdiğimiz zaman bizler için şöyle bir durum ortaya çıkacaktır.
Hayvanları sulamak toplumda yerleşmiş olan örf gereği erkeklere ait olan bir iş olup babaları yaşlı olduğu için bu işi yapamamış olması hayvanları sulama işinin kadınlara düştüğü anlaşılmaktadır. Olayı sadece hayvan sulamak ile sınırlı tutmayıp bugünümüz içinde değerlendirecek olursak bir takım mecburiyetler kadını çalışma hayatının içine çekmiş olması gerçeğini görerek kadının toplum içindeki davranışının nasıl olması gerektiği konusunda bir örneklik çıkarmak mümkündür.
Ayetlerdeki anlatımdan kadının toplum içinde aktif bir görev alabileceği şeklinde bir yorum çıkarmak pekala mümkündür. Kadın toplum içindeki erkeklerle belirli kurallar dahilinde ilişkide bulunması fıtri bir durum olup, iki kadının erkeklerin işinin bitmesine kadar beklemesini onlarla aynı ortamda bulunma adabının kadının fıtratı gereği olduğunu görmekteyiz. Kasas s. 25. ayetinde kadının , Musa as ın yanına gelirken kullanılan kelimede aynı şekilde bu fıtri durumun açığa çıkmış olmasını göstermektedir.
Bu olay sadece tek taraflı bir durum değildir , aynı şekilde erkek'te kadınlara karşı daha dikkatli bir tutum içinde onlarla olan ilişkilerine dikkat edecek olup ayetlerde bunu görmekteyiz. Allah cc yaratmış olduğu kadın ve erkek cinsini birbirlerinden kesin bir şekilde ayırmamış onları belirli kurallar dahilinde toplum içinde hareket etmesini öngörmüştür. Nur s. 30-31. ayetlerini bu düzenlemelerin getirildiği ayetler olarak okumak mümkündür.
[024.030] Mü'minlere de ki, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler. Bu onlar için çok temizliktir. Şüphe yok ki, Allah ne yapar olduklarından haberdardır.
[024.031] Ve mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir olanı müstesna ve başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler. Ancak kocalarına veyahut kendi babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi kardeşlerine veya kendi kardeşlerinin oğullarına veya kendi kızkardeşlerinin oğullarına veyahut kendi kadınlarına veya kendi ellerinin malik olduğu cariyelerine veyahut erkeklikten kesilmiş hizmetçilerine veya kadınların avret mahellerine muttali olmayan çocuklara (karşı açıverilmesi) müstesna. Ve ziynetlerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirine vurmasınlar. Ve cümleten Allah'a tevbe ediniz, ey mü'minler! Tâ ki felaha erebilesiniz.
Bu iki ayet öncelikle birbirlerine mahrem olan kadın ve erkeklerin toplum içinde birbirleri ile ilişkileri olabileceğini göstermesi açısından okunmalıdır. Kadını dört duvar arasına hapseden zihniyetin bu görüşünün delilini kur'andan almadığı açıktır, açık olan şudurki erkek merkezli arap düşüncesinin , bu düşüncesini dinleştirme ameliyesinden başka bir yansıması değildir.
Erkeklere ve kadınlara eşit şekilde "gözlerini haramdan sakınmaları" emri demekki kadın ve erkeğin bu duruma düşebilecekleri bir ortam içinde bulunmaları demek anlamına gelip , bu durumda olan kadın ve erkeklerin nasıl davranmaları gerektiği beyan edilmektedir. Bakara s. 282. ayetinde beyan edilen ticari hayat düzenlemeleri içinde kadının şahit tutulması meseleside bu açıdan değerlendirilmesi gerektiği halde istismar edilerek iki kadının şahitliğinin neden bir erkeğe bedel olduğu tartışılmaktadır,burada dikkat edilmesi gereken noktanın kadının dışlanmamış olması ve ticari hayat içinde yer alabildiği gerçeği olması gerekirken farklı bir noktanın gündeme gelmesi bazı insanların ayetlere iyi niyet gözlüğü ile bakmadıklarını göstermektedir.
Kadının evinin dışına herhangi bir vesile ile çıkmasında mahzur asla olmayıp ilgili ayetler çıkış düzenlemeleri ile ilgilidir. Burada haliyle başörtüsü konusu gündeme gelecektir. Özellikle baş örtüsü konusunda bazı tereddütler içinde olanlar için şunları söylemek isteriz;
Başörtüsü emri ilk defa kur'an ile emredilmiş bir olgu değildir, nur s. 31. ayetinden bu anlaşılmakta olup olan ve bilinen ile ilgili bir düzenleme ve hatırlatma olarak düşünülmesi gereken bir ayettir. Bugün müslümanlar arasında başörtüsünün emir olup olmadığı şeklinde yapılan tartışmaları kur'an merkezli bir okuma sonucu olmayıp , nefse yenilmek neticesinde ortaya çıkan durumu kur'ana onaylattırmak kaygısı olduğunu düşünmekteyiz.
Kadın ve erkeğin birbirlerine karşı olan ilgileri fıtratın bir gereği olup bu ilginin helal dairesinde olması gerektiği Allah cc nin koyduğu evrensel kurallardandır, yani bu durum kuran öncesinden beri süregelen bir yükümlülüktür. Zinetlerin açığa vurulmaması emri zinet takılan bölgelerin kapanması şeklinde anlaşılması gerekir. Zinetleri açığa vurmanın cahiliye kadınlarının yaptığı bir iş olduğu ve böyle yapılmaması emri ahzab s. ayetlerinden peygamber eşlerine yapılan hitabta görülmektedir.
[033.032] Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan sakınıyorsanız sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin, daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin.
[033.033] Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyyet devri çıkışı gibi süslenip çıkmayın, namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve peygamberine itaat edin! Ey Ehl-i Beyt (peygamberin ev halkı), Allah yalnızca sizden kiri uzaklaştırıp tertemiz pampak etmek istiyor.
Ahzab s. 32 ayetinde peygamber as ın eşlerinin diğer erkeklere karşı olması gereken tavrı bildirilerek diğer kadınlarında erkeklere olması gereken tavırları anlatılmaktadır. 33. ayette evlere hapsedilme gibi bir durumun anlaşılmaması gerektiğini hatırlatıp dışarı çıkarken bazı kadınların yaptığı gibi yapmamaları beyan edilmekte , 59. ayette dışarı çıkma adabı beyan edilmektedir.
[033.059] Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bir gafûr rahîm bulunuyor.
Bu ayetleri tarihsel bir okuma ile yaşandığı zaman ve mekana hapsetmek imkanı yoktur, ayetler dünü , bugünü , yarını kapsamakta olup kadınların toplum içinde uyması gereken kuralları ihtiva etmektedir. Nur s. 31 ,ahzab s. 59. ayetlerinde kadının örtünme emrinin daha önceden uygulanan ve bilinen br durum olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an nazil olmadan önce kadının örtünmek diye bir şeyden haberi olmadığını , bu bilginin kur'an ile ilk defa nazil olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım değildir. "Cilbab" ve "humur" kelimeleri ile ifade edilen şeyin ne olduğu daha önceden bilinen bir şey olup kadının ev içinde dolaştığı kıyafet ile dışarda dolaşamayacağının beyan edilmiş olması açısından önemli bir bilgidir.
Bugün özellikle kur'an merkezli düşünce söylemi etrafında oluşturulan "kur'anda başörtüsü yoktur" söylemi, kur'an ile örtüşen bir söylem değildir. Kimsenin kimseye zorla başını örttürmeye hakkı olmadığını burada yeniden hatırlatarak , kimseninde kur'anın böyle bir emrini yok saymaya hakkının olmadığını hatırlatmak isteriz. Kur'an öteden beri bilinen bir olguyu yeniden hatırlatarak kadınların toplum içinde uymaları gereken kuralları hatırlatmış olup bilinenin üstüne yeniden ayrı bir emir şeklinde bir bilgiye gerek duymamıştır. Kur'anı kendisine rehber edindiği iddia edip örtünme emri konusunda geri duran kişilerin bu düşüncelerinin kur'an merkezli değil nefis merkezli olduğunu , fakat bu durumu içlerine sindirmek amaçlı olarak kur'andaki örtünme ile ilgili ayetleri gözardı ettiklerini düşünüyoruz.
Bugüne baktığımızda maalesef örtünün dikkat çekmeme özelliğinin kaybolarak, dikkat çekme malzemesi haline gelmiş olması , örtünme emrinden hasıl olması gereken durumun dışında bir hale gelerek cezbedici bir duruma dönüşmüş olması hepimizin şahid olduğu bir durumdur. Altı kaval üstü şişhane misali başı kapalı ama başka tarafları ortada olan kadınlarımızı gördükçe işin şuuruna vakıf olmadan yapıldığına üzülerek şahid olmaktayız, halbuki kadının örtünmesinde kasıt onların erkeklerin dikkatini çekmeyecek bir şekilde toplum içinde yer almaları gerektiği olması gerekirken onların örtülerini bu şekil dikkat çekme malzemesi yapması örtünmeden hasıl olması gereken durum ile örtüşmemektedir.
Bu söylediklerimizin bazı kişilerin gücüne gideceğini biliyoruz fakat o kişileri sevindirmek için Allah cc yi gücendirmek yakışık alan bir durum değildir, müslüman olmak demek nefsi şeytanın iğvasından kuratarıp rabbe teslim olmak demek ise örtünme konusundaki kur'anın emirleri göz ardı edilmemelidir.
Kadın ile erkeğin toplum hayatında birbirleri ile olan ilişkilerinin düzenlenmiş olması ve bu düzene uyulması müslüman olmanın gereklerindendir, müslüman olmak demek teslim olmak anlamında olduğuna göre rabbimizin bizler için çizdiği kurallara uymak bizim keyfimize kalmış bir tercih değil uyulması gerekli olan kurallardandır. Kadın ve erkeğin toplum içinde belli kurallar dahilinde olan ilişkileri toplum sağlığı için gerekli bir durum olup bu kuralların çiğnenerek batılı ölçülere göre hareket edilmesi toplum sağlığının tehlikeye düşmesine yol açacaktır.
Kadının örtünme kurallarına riayet etmesi sadece onun başını örtmesi şeklinde anlaşılıp karşı cinsle olan münasebetine etki etmiyorsa örtünmeden kast edilen hikmetin anlaşılmadığını gösterir. Aynı şekilde erkek'te kadın ile olan ilişkilerinde edeb dahilinde olması gerekir, bu durum sadece kadından beklenen bir şey değildir.
Sonuç olarak;kadın ve erkek yaratılışlarından gelen bir özellikle birbirlerine karşı ilgi duymaları yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçekliği en iyi bilen yaratıcı rabbimiz aralarındaki ilişkileri düzenleyici kurallar koymuştur. Kadın ve erkek toplum içinde birbirlerine karşı davranışlarında rabbimiz tarafından konulan kurallar uygun hareket etmeleri şartı ile iş hayatında yer almalarında herhangi bir sakınca yoktur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
26 Temmuz 2014 Cumartesi
Mehdi Beklemek Neyin Kafasını Yaşamaktır ?
Mehdi adındaki kurtarıcı beklentisi sadece islam kültürüne has bir beklenti değil, diğer dinlerde de mevcut bulunan bir anlayış olup islam kültürü içinede bu dinlerden girmiştir. Bu inancı doğuran sebeblere baktığımız zaman altında insana has özelliklerden olan , tembellik , kolaycılık, başkalarından medet ummak vs gibi şeylerin yattığını görürüz. Çocukluğumuzu şöyle bir göz önüne getirelim , mahallede kavga edip dayak yediğimiz çocukları "akşam babam gelsin görürsün sen" diyerek kaçımız tehdit etmedi acaba?, çocukluğumuzda mahalle çocuklarını dövmek için beklenen baba yerine büyüyünce bizlere zulüm edenleri alt edecek mehdi beklentisi hep aynı psikolojinin ürünü değil mi dir?.
İnsanın eli taşın altına koymayıp başkalarından beklemesi şeklinde tezahür eden bedavacılık psikolojisi öyle bir hale gelmişki neredeyse bütün dinlerde bir inanç haline getirilmiştir. Kur'anın bu konuda en ufak dahi bilgi kırıntısı vermemesi kimsenin umuruna dahi gitmemiş "mehdi hadisleri" başlığı altında akıllara zarar uydurmalar ile gelecek olan mehdinin nasıl biri olduğu en ufak ayrıntısa kadar anlattırılmıştır.
Yazıda mehdi hadislerini kritik etmekten daha ziyade mehdi beklentisi içine iten sebebleri ve bu beklentinin nasıl bir atalete sebeb olduğu ile konusu üzerinde durmak istiyoruz. İslam inancı içinde yer etmiş olan mehdi, fesada uğramış olan yeryüzünü düzeltecek ve kafirleri darmadağın ederek islamı hakim kılacaktır.
Mehdi adındaki şahsiyeti gökten inmesini beklemek sünnnetullahın işleyişine tamamen aykırı bir durum olup böyle bir inanca sahip olanların , sahip olmayanları suçladıkları duruma düştüklerini açıkça söylemek isteriz. Allah cc tarihin hiç biz zaman dilimiünde gökten birisini indirerek zulme uğrayanlara yardım etmemiştir , etmeyecektir.
Allah cc nin koymuş olduğu sünnet , insanın insana olan zulmünü , diğer insanlar eli ile ortadan kaldırılması şeklinde işlemiştir bu öncedende böyle olmuştur ,kıyamete kadar da öyle işleyecektir. Mehdi vasfını taşıyan herhangi birini gökten inmesini beklemek yerine bu vasıfları taşıyanları toplumların yetiştirmesi sünnetullahın gereği olup içlerinden toplumu harekete geçirebilecek dinamik insanları çıkaramayan tembel toplumların harcı olan mehdi beklemek hastalığı maalesef islam inancı içine yerleştirilerek tembelliğin iliklerimize kadar işlemesi sağlanarak kafirlerin kıyamete kadar rahat nefes alması sağlanır olmuştur.
İsrailoğulları ile ilgili anlatımların sadece yaşanmış bitmiş olaylar olarak anlatılmadığını , muhatapların ibret alması esasına dayalı anlatımlar olduğunu, israiloğulları ile anlatımları konu alan yazılarımızda özellikle vurgulamaya çalışmıştık. Bakara s. içinde anlatılan Talut kıssasını masal olarak değilde günümüze mesaj veren ayetler olarak okuduğumuzda israiloğullarının bu tür beklentilerinin nasıl cevap bulduğunu görürüz.
Musa as ın vefatından bilinmeyen bir zaman sonra israiloğulları yurtlarından sürülmüşler , evleri ve barkları dağıtılmış bir hale geldikleri bakara s. 246. ayetinde ifade edilmektedir. İlerleyen ayetlere baktığımız zaman sahneye Talut ve Davud adında iki kişi çıkmaktadır. Bu kişiler gökten zembille inen iki şahsiyet değil israiloğulları içinde yetişmiş olan iki savaş dehasıdır. Bu olay bize toplumların kendi içlerinden yetişmiş olan kalifiye elemanlar ile düze çıkacağını kimseye yattığı yerden başarı verilmeyeceğinin anlatılması açısından okunduğu zaman bize dönük mesajları olduğu görülecektir.
Talut ve Davud israiloğullarının içinden yetişmiş olan iki insan olup, o kavmin bilgi birikimine sahiptirler. Askeri dehaya haiz olan bu insanlar bu işi annelerinin karnında öğrenip çıkmamışlar, içinde yaşadıkları toplumda öğrenmişlerdir. Başları dara düşen israiloğulları bu birikimlerini doğru kullanan Talut komutasında örgütlenerek düşmana karşı çıkmışlar ve Davud ordu içinde büyük bir başarı göstererek düşman ordusu komutanı olan Calut'u öldürmüştür.
Bu kıssayı günümüze bakan bir mesaj olarak okumak gerekirse şunları söyleyebiliriz; başı dara düşen biz müslümanlar bu dardan kurtulmak için içimizden çıkartacağımız önderler ile zulma karşı koymaya çalıştığımız takdirde başarıya ulaşmayı düşünmekten başka bir çaremiz yoktur. Böyle insanların çıkması için toplumun o insanların çıkmasını gerektirecek olan büyük bir alt yapıya sahip olmaları gerekmektedirki o insanların toplum içinde sivrilsin.
Müslümanlar olarak ilk yapmamız gereken şey bunun şuuruna vakıf olmak gökten kimsenin inmesini beklemeden kendi işimizi kendimiz görmemiz gerektiği inancına sahip olmamız gerekmektedirki içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmanın ilk adımını atmış olalım. Ehli sünnet fırkasının ayrı , şia fırkasının ayrı bir mehdi beklentisi olduğu bir islam düşüncesinde böyle bir inancın silinmesi pek mümkün görülmediğinin farkındayız.
Toplumlar kendileri için gerekli olan bilgiyi üretmedikleri müddetçe başkalarının kölesi olmaya mahkum olup onların verdikleri kadarı ile yetinmek zorundadırlar. Hiç bir toplum başka bir topluma kendilerini acze düşürecek kadar sahip oldukları bilgiyi aktarmaz, aktardıkları bilgi kendilerini acze düşürmeyecek kadarı olup, o toplumun gözünü boyayacak bir şekilde bunu yaparak kendilerini o topluma doğru insanlar olarak lanse ederler.
Sömürgeciliğin boyut değiştirmiş hali olan bu duruma en fazla halkı müslüman olan toplumlar düşmüş olup kendi topraklarında çıkan madenleri hammadde olarak satıp büyük paralar elde ederek onları zevkü sefalar içinde harcarken müstekbir batı medeniyeti o ham maddeyi işleyerek büyük bir teknolojik hamle elde etmiş ve biz müslümanları celladına aşık mahkumlar haline getirmiştir.
Bu durumdan kurtulmak için önce içinde bulunduğumuz halin ne kadar aşağılayıcı bir bir durum olduğunun şuuruna vakıf olunması ve bu durumdan kurutulmak için çareler üretilmesinin şart olduğunun düşünülmeye başlanması gerekmektedir. Bu düşünce içinde olan islam toplumu kurutluş için çareler aramaya başlayacak olup süreç içinde bu yoldan dönmediği müddetçe sünnetullah gereği olarak başarıya kavuşacaklardır .
Bu dönüşüm sadece 3-5 satır içinde ifade edilerek hemen olacak bir şey asla değildir. Müstekbirler bu uyanışları kesmek için ellerinden geleni yaptıklarının bilinmesi ve her türlü oyuna karşı uyanık olunması gerekmektedir. Özellikle müslümanların başlarına geçirdikleri yönetici tabakası bu uyanışı engellemek için müstekbirlerin elinde oyuncak olan insanlardan oluşmuş olması işin ne kadar vahim boyutlara ulaşmış olduğunu görmek açısından ibret vericidir. Bir insan düşününki o ülkeden çıkmış o ülkenin ekmeğini yemiş ve o ülkeye yönetici olmuş , ve o ülkenin menfaatlerini değil düşmanların menfaatlerini korumak amaçlı bir yönetim sergilemektedir , bunun adı ihanet değilde nedir?. Böyle kurulmuş olan kumpaslar içinde yaşayan biz müslümanların işlerinin ne kadar zor olduğunu anlatmaya gerek bile yoktur. Azıcık kendisinin mesuliyetinin farkına varıp etrafında dönen olaylardan biraz haberdar olan insanlar bunun farkındadırlar.
Dünün hazırcı israiloğulların yerini bugün müslümanlar doldurmuş olup, dünkü israiloğulları bu işin hazır beklemek ile olmadığının şuuruna vakıf olmuşlar düşmanları olan biz müslümanları güç ile dize getireceklerine inanarak bunun gereklerini yerine getirmek için amansız bir çaba sarfederek neticede başarılı olmuşlardır. Biz müslümanlar ise gelecek olan mehdiyi bekleyerek gelecekte olacak olan düzmece bir savaşı bekleyerek ağaçların dahi arkasındaki yahudiyi bize haber vererek öldürmemizi sağlayacağı masalları ile avunur olmuşuz.
Sonuç olarak ; toplumlardaki tembelliğin dini inanç haline getirilmiş şekli olan kurtarıcı mehdi beklentisi islam düşüncesi içinde öyle kemikleşmiş bir yere sahip olmuşturki böyle bir inanca sahip olan değil olmayan kafir bellenir olmuştur. Allah cc koyduğu kural gereği hiç bir zaman gökten kurtarıcılar indirmemiş olup , ne bugün ne yarın böyle bir kurtarıcı göndermeyecektir. Oyunun kuralı kendi işini kendin görmek olduğunun bilincine önce vakıf olunması , sonra bu bilincin geliştirilerek gerekli olan bütün bir alt yapı sistemi kurulmadığı müddetçe içinde bulunduğumuz zelil durumdan çıkmak asla mümkün değildir. Olayın daha kafalarda bile yer etmediğini düşüncek olursak işimizin ne kadar zor olduğu ortada olup bizlerinde bu zor duruma karşı pes edip bizleri bötle bir sahip kılacak mehdi beklentisine düşmeden hepimizin elini taşın altına koyması "ben neyimki" psikolojisinden kurtulup ateşe su taşıyan karınca misali "safım belli olsun " düşüncesi içinde olarak adım atmış olalım. Kısacası mehdi beklemek kur'andan ilham almış kafaların yaşayacağı bir olgu asla olmayıp tembel ve kur'anı hayat rehberi görmeyen kafaların yaşadığı ütopik bir durumdur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
İnsanın eli taşın altına koymayıp başkalarından beklemesi şeklinde tezahür eden bedavacılık psikolojisi öyle bir hale gelmişki neredeyse bütün dinlerde bir inanç haline getirilmiştir. Kur'anın bu konuda en ufak dahi bilgi kırıntısı vermemesi kimsenin umuruna dahi gitmemiş "mehdi hadisleri" başlığı altında akıllara zarar uydurmalar ile gelecek olan mehdinin nasıl biri olduğu en ufak ayrıntısa kadar anlattırılmıştır.
Yazıda mehdi hadislerini kritik etmekten daha ziyade mehdi beklentisi içine iten sebebleri ve bu beklentinin nasıl bir atalete sebeb olduğu ile konusu üzerinde durmak istiyoruz. İslam inancı içinde yer etmiş olan mehdi, fesada uğramış olan yeryüzünü düzeltecek ve kafirleri darmadağın ederek islamı hakim kılacaktır.
Mehdi adındaki şahsiyeti gökten inmesini beklemek sünnnetullahın işleyişine tamamen aykırı bir durum olup böyle bir inanca sahip olanların , sahip olmayanları suçladıkları duruma düştüklerini açıkça söylemek isteriz. Allah cc tarihin hiç biz zaman dilimiünde gökten birisini indirerek zulme uğrayanlara yardım etmemiştir , etmeyecektir.
Allah cc nin koymuş olduğu sünnet , insanın insana olan zulmünü , diğer insanlar eli ile ortadan kaldırılması şeklinde işlemiştir bu öncedende böyle olmuştur ,kıyamete kadar da öyle işleyecektir. Mehdi vasfını taşıyan herhangi birini gökten inmesini beklemek yerine bu vasıfları taşıyanları toplumların yetiştirmesi sünnetullahın gereği olup içlerinden toplumu harekete geçirebilecek dinamik insanları çıkaramayan tembel toplumların harcı olan mehdi beklemek hastalığı maalesef islam inancı içine yerleştirilerek tembelliğin iliklerimize kadar işlemesi sağlanarak kafirlerin kıyamete kadar rahat nefes alması sağlanır olmuştur.
İsrailoğulları ile ilgili anlatımların sadece yaşanmış bitmiş olaylar olarak anlatılmadığını , muhatapların ibret alması esasına dayalı anlatımlar olduğunu, israiloğulları ile anlatımları konu alan yazılarımızda özellikle vurgulamaya çalışmıştık. Bakara s. içinde anlatılan Talut kıssasını masal olarak değilde günümüze mesaj veren ayetler olarak okuduğumuzda israiloğullarının bu tür beklentilerinin nasıl cevap bulduğunu görürüz.
Musa as ın vefatından bilinmeyen bir zaman sonra israiloğulları yurtlarından sürülmüşler , evleri ve barkları dağıtılmış bir hale geldikleri bakara s. 246. ayetinde ifade edilmektedir. İlerleyen ayetlere baktığımız zaman sahneye Talut ve Davud adında iki kişi çıkmaktadır. Bu kişiler gökten zembille inen iki şahsiyet değil israiloğulları içinde yetişmiş olan iki savaş dehasıdır. Bu olay bize toplumların kendi içlerinden yetişmiş olan kalifiye elemanlar ile düze çıkacağını kimseye yattığı yerden başarı verilmeyeceğinin anlatılması açısından okunduğu zaman bize dönük mesajları olduğu görülecektir.
Talut ve Davud israiloğullarının içinden yetişmiş olan iki insan olup, o kavmin bilgi birikimine sahiptirler. Askeri dehaya haiz olan bu insanlar bu işi annelerinin karnında öğrenip çıkmamışlar, içinde yaşadıkları toplumda öğrenmişlerdir. Başları dara düşen israiloğulları bu birikimlerini doğru kullanan Talut komutasında örgütlenerek düşmana karşı çıkmışlar ve Davud ordu içinde büyük bir başarı göstererek düşman ordusu komutanı olan Calut'u öldürmüştür.
Bu kıssayı günümüze bakan bir mesaj olarak okumak gerekirse şunları söyleyebiliriz; başı dara düşen biz müslümanlar bu dardan kurtulmak için içimizden çıkartacağımız önderler ile zulma karşı koymaya çalıştığımız takdirde başarıya ulaşmayı düşünmekten başka bir çaremiz yoktur. Böyle insanların çıkması için toplumun o insanların çıkmasını gerektirecek olan büyük bir alt yapıya sahip olmaları gerekmektedirki o insanların toplum içinde sivrilsin.
Müslümanlar olarak ilk yapmamız gereken şey bunun şuuruna vakıf olmak gökten kimsenin inmesini beklemeden kendi işimizi kendimiz görmemiz gerektiği inancına sahip olmamız gerekmektedirki içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmanın ilk adımını atmış olalım. Ehli sünnet fırkasının ayrı , şia fırkasının ayrı bir mehdi beklentisi olduğu bir islam düşüncesinde böyle bir inancın silinmesi pek mümkün görülmediğinin farkındayız.
Toplumlar kendileri için gerekli olan bilgiyi üretmedikleri müddetçe başkalarının kölesi olmaya mahkum olup onların verdikleri kadarı ile yetinmek zorundadırlar. Hiç bir toplum başka bir topluma kendilerini acze düşürecek kadar sahip oldukları bilgiyi aktarmaz, aktardıkları bilgi kendilerini acze düşürmeyecek kadarı olup, o toplumun gözünü boyayacak bir şekilde bunu yaparak kendilerini o topluma doğru insanlar olarak lanse ederler.
Sömürgeciliğin boyut değiştirmiş hali olan bu duruma en fazla halkı müslüman olan toplumlar düşmüş olup kendi topraklarında çıkan madenleri hammadde olarak satıp büyük paralar elde ederek onları zevkü sefalar içinde harcarken müstekbir batı medeniyeti o ham maddeyi işleyerek büyük bir teknolojik hamle elde etmiş ve biz müslümanları celladına aşık mahkumlar haline getirmiştir.
Bu durumdan kurtulmak için önce içinde bulunduğumuz halin ne kadar aşağılayıcı bir bir durum olduğunun şuuruna vakıf olunması ve bu durumdan kurutulmak için çareler üretilmesinin şart olduğunun düşünülmeye başlanması gerekmektedir. Bu düşünce içinde olan islam toplumu kurutluş için çareler aramaya başlayacak olup süreç içinde bu yoldan dönmediği müddetçe sünnetullah gereği olarak başarıya kavuşacaklardır .
Bu dönüşüm sadece 3-5 satır içinde ifade edilerek hemen olacak bir şey asla değildir. Müstekbirler bu uyanışları kesmek için ellerinden geleni yaptıklarının bilinmesi ve her türlü oyuna karşı uyanık olunması gerekmektedir. Özellikle müslümanların başlarına geçirdikleri yönetici tabakası bu uyanışı engellemek için müstekbirlerin elinde oyuncak olan insanlardan oluşmuş olması işin ne kadar vahim boyutlara ulaşmış olduğunu görmek açısından ibret vericidir. Bir insan düşününki o ülkeden çıkmış o ülkenin ekmeğini yemiş ve o ülkeye yönetici olmuş , ve o ülkenin menfaatlerini değil düşmanların menfaatlerini korumak amaçlı bir yönetim sergilemektedir , bunun adı ihanet değilde nedir?. Böyle kurulmuş olan kumpaslar içinde yaşayan biz müslümanların işlerinin ne kadar zor olduğunu anlatmaya gerek bile yoktur. Azıcık kendisinin mesuliyetinin farkına varıp etrafında dönen olaylardan biraz haberdar olan insanlar bunun farkındadırlar.
Dünün hazırcı israiloğulların yerini bugün müslümanlar doldurmuş olup, dünkü israiloğulları bu işin hazır beklemek ile olmadığının şuuruna vakıf olmuşlar düşmanları olan biz müslümanları güç ile dize getireceklerine inanarak bunun gereklerini yerine getirmek için amansız bir çaba sarfederek neticede başarılı olmuşlardır. Biz müslümanlar ise gelecek olan mehdiyi bekleyerek gelecekte olacak olan düzmece bir savaşı bekleyerek ağaçların dahi arkasındaki yahudiyi bize haber vererek öldürmemizi sağlayacağı masalları ile avunur olmuşuz.
Sonuç olarak ; toplumlardaki tembelliğin dini inanç haline getirilmiş şekli olan kurtarıcı mehdi beklentisi islam düşüncesi içinde öyle kemikleşmiş bir yere sahip olmuşturki böyle bir inanca sahip olan değil olmayan kafir bellenir olmuştur. Allah cc koyduğu kural gereği hiç bir zaman gökten kurtarıcılar indirmemiş olup , ne bugün ne yarın böyle bir kurtarıcı göndermeyecektir. Oyunun kuralı kendi işini kendin görmek olduğunun bilincine önce vakıf olunması , sonra bu bilincin geliştirilerek gerekli olan bütün bir alt yapı sistemi kurulmadığı müddetçe içinde bulunduğumuz zelil durumdan çıkmak asla mümkün değildir. Olayın daha kafalarda bile yer etmediğini düşüncek olursak işimizin ne kadar zor olduğu ortada olup bizlerinde bu zor duruma karşı pes edip bizleri bötle bir sahip kılacak mehdi beklentisine düşmeden hepimizin elini taşın altına koyması "ben neyimki" psikolojisinden kurtulup ateşe su taşıyan karınca misali "safım belli olsun " düşüncesi içinde olarak adım atmış olalım. Kısacası mehdi beklemek kur'andan ilham almış kafaların yaşayacağı bir olgu asla olmayıp tembel ve kur'anı hayat rehberi görmeyen kafaların yaşadığı ütopik bir durumdur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
23 Temmuz 2014 Çarşamba
Sünnetullah'ın İsrailoğulları Üzerinden İşleyişi Örneği : Maymunlaşmak
Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu yasalar, bütün kulları için geçerli olup torpil işlemeyen bir kural dahilinde gerçekleşir. İsrailoğulları ile ilgili anlatımlar bu işleyişin örneklerinin canlı bir şekilde görülmesi açısından okunduğu zaman demek istediğimiz anlaşılacaktır,alemlere üstün kılınan bu kullar rablerine karşı hata ettikleri zaman torpil çalışmayıp azabın en şiddetlisine çarptırılmaları yaşanmış hayat örnekleri ile gösterilmektedir.
Kur'an okumalarında yapıldığını düşündüğümüz yanlış , israiloğulları ile ilgili anlatımların sadece onlara has olduğu zannı ile okunup, başlarına gelenlerin sadece onları kapsadığı , bizlerin onların yaptığı gibi yanlışlar yaptığımızda kuralın bize işlemeyeceği zannıdır, halbuki kurallar herkes için geçerli olup dün israiloğullarının yaptıklarını bugün bizler yaparsak aynı durum başımıza gelecektir bundan maalesef kaçış yoktur.
Araf s.163-167. ayetleri arasında anlatılan deniz kıyısındaki şehrin halkının cumartesi yasağını delmek için yaptıkları sonucu başlarına gelenler, sadece onlara has olmayıp kim olursa olsun , yasak delme çabası içine girenlerin başına gelecekleri haber veren bir olaydır. İlgili ayetleri bize dönük mesajlar olarak okuduğumuz zaman kıssa yaşanmış bitmiş bir olay olarak görülmekten çok yaşanma olasılığı her zaman muhtemel olan bir durum olarak görülecektir.
[007.163] Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.
[007.164] İçlerinden bir topluluk: «Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).
[007.165] Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.
[007.166] Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara: «Aşağılık birer maymun olun» dedik.
[007.167] Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin, cezayı çabuk verir. Doğrusu O bağışlar ve merhamet eder.
Allah cc israiloğullarına yapmış oldukları zulümler nedeni ile helal olan bazı şeyleri haram ettiğini nisa s.160-161. ayetlerde beyan etmektedir. Bu haramlıklardan biriside haftanın bir günü çalışmamak olarak emredilerek onların imtihanı sağlanıyordu,ancak çalışmayı Allah cc nin emrine tercih edecek kadar seven israiloğulları bu yasağı açıkça çiğnememiş olmak için bir nevi delme yoluna giderek kendilerince Allah cc yi aldatttıklarını sanıyorlardı.
Ayetlere baktığımız zaman 3 ayrı insan tipi ortaya çıktığını görmekteyiz , 1-yasağa riayet etmeyenler 2-yasağa riayet etmeyenleri uyaranlar 3- yasağa riayet etmeyenleri uyaranları "siz karışmayın" diye uyaranlar.165. ayete baktığımız zaman 2. guruba dahil olanların kurtulduğu diğerlerinin azaba uğradığı , 166. ayette bu azabın "aşağılık maymunlar" olmak şeklinde cereyan ettiği beyan edilmektedir.
Tefsirlere baktığımız zaman gerçek maymun şekline dönüşüp dünüşmedikleri konusunda tartışmaların yapıldığını görmekteyiz , bu tartışmalar yapılan anlatımın sadece kişilere özel bir anlatım olarak okunması neticesinde olduğunu düşündüğümüzü beyan edip , bu anlatımlar sünnetullah'ın işleyişi açısından ele alarak okunduğu zaman bu tür tartışmaların vakit kaybından başka bir şey getirmediği görülecektir.
Burada yine şunu tekrarlamak istiyoruz ; kur'an yaşanmış hayat içinden verdiği örneklerle bizlerin ibret alması yönünde mesajlar içeren bir kitap olup anlatımları sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsederek okuduğumuz zaman ölü bir metin haline gelecek ve dinamik hayata herhani mesajı olmayan ütopik bilgilere haiz olan bir kitaba dönüşecektir. Deniz kıyısındaki şehir halkının başına gelenleri bugün ile bağ kurarak okursak bize dönük mesajları olduğu görülecektir.
Olayı sadece cumartesi yasağı çerçevesi içinde değilde daha geniş bir çerçevede düşünüp , Allah cc nin bütün kullarını imtihan etmek için bir takım emirler vermiş olması çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman, bu çerçevenin içine bizlerinde girdiği görülür. Yukardaki ayetlerde gördüğümüz 3 ayrı insan tipi her toplumda görülebilecek karakterlerdendir , bu ayetleri kendimize yönelik mesjlar olarak okuduğumuzda hata yapanları uyaranların haricindekilerin aynı azaba düşürülecekleri değişmez bir kuraldır.
Maymun olmayı gerçek bir maymun olarak olup olmadığından ziyade insan olmanın gereği olan emirlere tabi olmanın dışına çıklıdığı zaman dönüşülen hal olarak okuduğumuzda, aynı hale emre tabi olmayanların dönüşmesi olarak anlayabiliriz.
[007.179] And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.
[025.044] Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllanacağını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta gidişçe daha sapıktırlar.
Yukardaki ayetlerde insan olmanın gereği olan vahye tabi olmak yerine , inkarı seçenlerin içinde oldukları halin tasvir edildiği ayetler olup maymunlaşmak sadece belli bir zaman ve mekan ve ırka has bir olay olmayıp genel bir durumdur.
167. ayet sünnetullah diyebileceğimiz bir duruma işaret ederek bu durumda olanların dünya hayatlarındada azaba uğrayacağı beyan edilmiş olup , sadece israiloğulları ile sınırlı değildir. Allah cc kişisel ve toplumsal uygulamaları olan emirleri ile sadece ahiret merkezli güzel bir hayat değil dünya merkezli güzel bir hayatıda öngörür. Toplumun düzenini ve ıslahını sağlayan bu emirler hayata aktarıldığı zaman kişiler ve o kişilerin oluşturduğu uluslar dünya ve ahirette mutlu bir yaşam sürerler. Ulusların eceli kuralı dahilinde , bu emirlere aykırı olarak yapılan eylemler kişileri ve o kişilerin oluşturduğu toplumun helakına bir şekilde yol açacak olup ayette bu duruma dikkat çekilmektedir.
Bu sünnetullah, dün nasıl geçerli ise bugün ve yarın geçerli olacak olup hangi şartlar altında geçerli olacağı ilgili ayetlerde israiloğulları örneği üzerinden verilmiştir. Bugün halkının müslüman olduğunu iddia eden topraklarda hüküm süren yaşantıya baktığımız zaman, "deniz kıyısındaki şehrin halkından farkımız nedir?" diye kendimize sorduğumuz zaman alacağımız cevap acaba ne olacaktır.
Allah cc nin emirlerini alenen veya dolaylı olarak çiğneyen insanların oluşturduğu topluluklar , onları bu kötülüklerinden alıkoymak isteyenlerin yok denecek az olduğu, neme lazımcılığın düşünce özgürlüğü adı altında bayraklaştırılmaya çalışıldığı bir toplum portresi ortadadır. Hayvan veya ondan daha aşağı olarak vasfedilen bu tür insanları acaba sadece israiloğulları bünyesindemi aramak lazım yoksa önce kendimize bakıp bu şartları ne kadar taşıdığımızı görüp yeniden silkinip maymunluktan kurtulamaya çalışmamızmı lazımdır?.
Maymunları uzakta aramaya gerek yoktur , ülkemizdeki son yıllarda daha fazla tırmanan ahlaki çöküşe baktığımız zaman bunun acı örneklerini her köşebaşında görmek mümkündür. Zinanın tv dizileri ile masum gösterilerek halk içinde yaygınlaştırma çabaları meyvelerini vermiş, artık zina olağan bir eylem haline gelmiş hatta yapmayanlar aşağılanır hale gelmiştir. Uyuşturucu kullanma yaşı ilk okullaara kadar düşmüş ve bir çok anne baba çocuklarının bu alışkanlıkları yüzünden perişan hale gelmiştir. Lut kavminin helakına sebeb olan sapkın davranışlarda artık örgütlenip demokratik haklarını !!! arama yollarında önemli yol kat etmişlerdir.
Saymakla bitmeyecek şekilde Allah cc nin yasaklarının alenen çiğnendiği bir toplum haline gelmemiz yıkımı hak eder hale gelmiş olmamızı gerektiren bir hal olup bu yıkım başımıza gökten taş yağması şeklinde değil insanların bu hale gelerek toplumu ifsad etmeleri şeklinde kendini göstermiş ve araf s. 167 ayette bahsedilen durumun gerçekleşerek aşağılık maymunlar haline gelmiş olduğumuzu göstermektedir.
Günümüzde savaşların şekli değişiklik arz etmiş olup, sadece silahlı ordular ile ülkeleri işgal etmek şeklinde değil , onları ahlaki ve ekonomik yönden çökerterek işgal etmek şekline dönüşmüştür. Bu çeşit bir savaş örneğini üzerinde yaşadığımız topraklar üzerinde alenen görmekteyiz. İnsanların tek kredi kartı olmasının ayıp olduğu banka kredisi ile tatile gitmeyenlerin kınandığı,borçlu olmayana öcü gözü ile bakıldığı bir toplum oluşturularak işgal edilmiş , araf s. 167. ayetinde bahsedilen duruma düşürülmüşüzdür.
Maymunluktan insanlığa yeniden dönmek için Allah cc nin bizler için koymuş olduğu kurallara riayet eden bir toplum tesisi şarttır. Kısa bir süre içinde maymunlaşan bu toplumun yeniden insana dönüşmesi için uzun bir süre gerektiğini bilmekle birlikte , kıssada anlatılan neme lazımcıların gurubuna girerek aynı tehlikenin bizleride sarmasını beklememeliyiz. Aynı tehlike bana dokunmasın deyip kenarda duranıda bir gün bir şekilde mutlaka yakalayacak olup herkes elini taşın altına koymak zorundadır.
Sonuç olarak; prototip bir kavim olarak israiloğullarının başlarından geçenler sadece onlara has değil her zaman ve mekan dahilinde insanların düşeceği durumun onlara nasıl geri döneceği haberinin verilmiş olması şeklinde okunması, yapılan anlatımların sadece onlara değil evrensel bir mesaj olarak okumamızı sağlayacaktır. Deniz kıyısındahi şehir halkının maymuna dönüşmesi sadece onlara has olmayıp Allah cc nin emirlerine aykırı hareket eden toplumların başlarına gelecek olan durumun anlatılması olup bu durum evrensel bir kuraldır. Gerçek olarak maymuna dönüşüp dönüşmedikleri tartışmaları olayı sadece yaşanmış zaman ve mekan içinde düşünmeyi beraberinde getireceğinden yapılan anlatımın canlı bir hayata mesajı olması yönünde okunması hem kısır tartışmalara yol açmamış, hemde kur'anı ölü bir metin haline düşürmemiş olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kur'an okumalarında yapıldığını düşündüğümüz yanlış , israiloğulları ile ilgili anlatımların sadece onlara has olduğu zannı ile okunup, başlarına gelenlerin sadece onları kapsadığı , bizlerin onların yaptığı gibi yanlışlar yaptığımızda kuralın bize işlemeyeceği zannıdır, halbuki kurallar herkes için geçerli olup dün israiloğullarının yaptıklarını bugün bizler yaparsak aynı durum başımıza gelecektir bundan maalesef kaçış yoktur.
Araf s.163-167. ayetleri arasında anlatılan deniz kıyısındaki şehrin halkının cumartesi yasağını delmek için yaptıkları sonucu başlarına gelenler, sadece onlara has olmayıp kim olursa olsun , yasak delme çabası içine girenlerin başına gelecekleri haber veren bir olaydır. İlgili ayetleri bize dönük mesajlar olarak okuduğumuz zaman kıssa yaşanmış bitmiş bir olay olarak görülmekten çok yaşanma olasılığı her zaman muhtemel olan bir durum olarak görülecektir.
[007.163] Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.
[007.164] İçlerinden bir topluluk: «Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).
[007.165] Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.
[007.166] Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara: «Aşağılık birer maymun olun» dedik.
[007.167] Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin, cezayı çabuk verir. Doğrusu O bağışlar ve merhamet eder.
Allah cc israiloğullarına yapmış oldukları zulümler nedeni ile helal olan bazı şeyleri haram ettiğini nisa s.160-161. ayetlerde beyan etmektedir. Bu haramlıklardan biriside haftanın bir günü çalışmamak olarak emredilerek onların imtihanı sağlanıyordu,ancak çalışmayı Allah cc nin emrine tercih edecek kadar seven israiloğulları bu yasağı açıkça çiğnememiş olmak için bir nevi delme yoluna giderek kendilerince Allah cc yi aldatttıklarını sanıyorlardı.
Ayetlere baktığımız zaman 3 ayrı insan tipi ortaya çıktığını görmekteyiz , 1-yasağa riayet etmeyenler 2-yasağa riayet etmeyenleri uyaranlar 3- yasağa riayet etmeyenleri uyaranları "siz karışmayın" diye uyaranlar.165. ayete baktığımız zaman 2. guruba dahil olanların kurtulduğu diğerlerinin azaba uğradığı , 166. ayette bu azabın "aşağılık maymunlar" olmak şeklinde cereyan ettiği beyan edilmektedir.
Tefsirlere baktığımız zaman gerçek maymun şekline dönüşüp dünüşmedikleri konusunda tartışmaların yapıldığını görmekteyiz , bu tartışmalar yapılan anlatımın sadece kişilere özel bir anlatım olarak okunması neticesinde olduğunu düşündüğümüzü beyan edip , bu anlatımlar sünnetullah'ın işleyişi açısından ele alarak okunduğu zaman bu tür tartışmaların vakit kaybından başka bir şey getirmediği görülecektir.
Burada yine şunu tekrarlamak istiyoruz ; kur'an yaşanmış hayat içinden verdiği örneklerle bizlerin ibret alması yönünde mesajlar içeren bir kitap olup anlatımları sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsederek okuduğumuz zaman ölü bir metin haline gelecek ve dinamik hayata herhani mesajı olmayan ütopik bilgilere haiz olan bir kitaba dönüşecektir. Deniz kıyısındaki şehir halkının başına gelenleri bugün ile bağ kurarak okursak bize dönük mesajları olduğu görülecektir.
Olayı sadece cumartesi yasağı çerçevesi içinde değilde daha geniş bir çerçevede düşünüp , Allah cc nin bütün kullarını imtihan etmek için bir takım emirler vermiş olması çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman, bu çerçevenin içine bizlerinde girdiği görülür. Yukardaki ayetlerde gördüğümüz 3 ayrı insan tipi her toplumda görülebilecek karakterlerdendir , bu ayetleri kendimize yönelik mesjlar olarak okuduğumuzda hata yapanları uyaranların haricindekilerin aynı azaba düşürülecekleri değişmez bir kuraldır.
Maymun olmayı gerçek bir maymun olarak olup olmadığından ziyade insan olmanın gereği olan emirlere tabi olmanın dışına çıklıdığı zaman dönüşülen hal olarak okuduğumuzda, aynı hale emre tabi olmayanların dönüşmesi olarak anlayabiliriz.
[007.179] And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.
[025.044] Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllanacağını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta gidişçe daha sapıktırlar.
Yukardaki ayetlerde insan olmanın gereği olan vahye tabi olmak yerine , inkarı seçenlerin içinde oldukları halin tasvir edildiği ayetler olup maymunlaşmak sadece belli bir zaman ve mekan ve ırka has bir olay olmayıp genel bir durumdur.
167. ayet sünnetullah diyebileceğimiz bir duruma işaret ederek bu durumda olanların dünya hayatlarındada azaba uğrayacağı beyan edilmiş olup , sadece israiloğulları ile sınırlı değildir. Allah cc kişisel ve toplumsal uygulamaları olan emirleri ile sadece ahiret merkezli güzel bir hayat değil dünya merkezli güzel bir hayatıda öngörür. Toplumun düzenini ve ıslahını sağlayan bu emirler hayata aktarıldığı zaman kişiler ve o kişilerin oluşturduğu uluslar dünya ve ahirette mutlu bir yaşam sürerler. Ulusların eceli kuralı dahilinde , bu emirlere aykırı olarak yapılan eylemler kişileri ve o kişilerin oluşturduğu toplumun helakına bir şekilde yol açacak olup ayette bu duruma dikkat çekilmektedir.
Bu sünnetullah, dün nasıl geçerli ise bugün ve yarın geçerli olacak olup hangi şartlar altında geçerli olacağı ilgili ayetlerde israiloğulları örneği üzerinden verilmiştir. Bugün halkının müslüman olduğunu iddia eden topraklarda hüküm süren yaşantıya baktığımız zaman, "deniz kıyısındaki şehrin halkından farkımız nedir?" diye kendimize sorduğumuz zaman alacağımız cevap acaba ne olacaktır.
Allah cc nin emirlerini alenen veya dolaylı olarak çiğneyen insanların oluşturduğu topluluklar , onları bu kötülüklerinden alıkoymak isteyenlerin yok denecek az olduğu, neme lazımcılığın düşünce özgürlüğü adı altında bayraklaştırılmaya çalışıldığı bir toplum portresi ortadadır. Hayvan veya ondan daha aşağı olarak vasfedilen bu tür insanları acaba sadece israiloğulları bünyesindemi aramak lazım yoksa önce kendimize bakıp bu şartları ne kadar taşıdığımızı görüp yeniden silkinip maymunluktan kurtulamaya çalışmamızmı lazımdır?.
Maymunları uzakta aramaya gerek yoktur , ülkemizdeki son yıllarda daha fazla tırmanan ahlaki çöküşe baktığımız zaman bunun acı örneklerini her köşebaşında görmek mümkündür. Zinanın tv dizileri ile masum gösterilerek halk içinde yaygınlaştırma çabaları meyvelerini vermiş, artık zina olağan bir eylem haline gelmiş hatta yapmayanlar aşağılanır hale gelmiştir. Uyuşturucu kullanma yaşı ilk okullaara kadar düşmüş ve bir çok anne baba çocuklarının bu alışkanlıkları yüzünden perişan hale gelmiştir. Lut kavminin helakına sebeb olan sapkın davranışlarda artık örgütlenip demokratik haklarını !!! arama yollarında önemli yol kat etmişlerdir.
Saymakla bitmeyecek şekilde Allah cc nin yasaklarının alenen çiğnendiği bir toplum haline gelmemiz yıkımı hak eder hale gelmiş olmamızı gerektiren bir hal olup bu yıkım başımıza gökten taş yağması şeklinde değil insanların bu hale gelerek toplumu ifsad etmeleri şeklinde kendini göstermiş ve araf s. 167 ayette bahsedilen durumun gerçekleşerek aşağılık maymunlar haline gelmiş olduğumuzu göstermektedir.
Günümüzde savaşların şekli değişiklik arz etmiş olup, sadece silahlı ordular ile ülkeleri işgal etmek şeklinde değil , onları ahlaki ve ekonomik yönden çökerterek işgal etmek şekline dönüşmüştür. Bu çeşit bir savaş örneğini üzerinde yaşadığımız topraklar üzerinde alenen görmekteyiz. İnsanların tek kredi kartı olmasının ayıp olduğu banka kredisi ile tatile gitmeyenlerin kınandığı,borçlu olmayana öcü gözü ile bakıldığı bir toplum oluşturularak işgal edilmiş , araf s. 167. ayetinde bahsedilen duruma düşürülmüşüzdür.
Maymunluktan insanlığa yeniden dönmek için Allah cc nin bizler için koymuş olduğu kurallara riayet eden bir toplum tesisi şarttır. Kısa bir süre içinde maymunlaşan bu toplumun yeniden insana dönüşmesi için uzun bir süre gerektiğini bilmekle birlikte , kıssada anlatılan neme lazımcıların gurubuna girerek aynı tehlikenin bizleride sarmasını beklememeliyiz. Aynı tehlike bana dokunmasın deyip kenarda duranıda bir gün bir şekilde mutlaka yakalayacak olup herkes elini taşın altına koymak zorundadır.
Sonuç olarak; prototip bir kavim olarak israiloğullarının başlarından geçenler sadece onlara has değil her zaman ve mekan dahilinde insanların düşeceği durumun onlara nasıl geri döneceği haberinin verilmiş olması şeklinde okunması, yapılan anlatımların sadece onlara değil evrensel bir mesaj olarak okumamızı sağlayacaktır. Deniz kıyısındahi şehir halkının maymuna dönüşmesi sadece onlara has olmayıp Allah cc nin emirlerine aykırı hareket eden toplumların başlarına gelecek olan durumun anlatılması olup bu durum evrensel bir kuraldır. Gerçek olarak maymuna dönüşüp dönüşmedikleri tartışmaları olayı sadece yaşanmış zaman ve mekan içinde düşünmeyi beraberinde getireceğinden yapılan anlatımın canlı bir hayata mesajı olması yönünde okunması hem kısır tartışmalara yol açmamış, hemde kur'anı ölü bir metin haline düşürmemiş olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
22 Temmuz 2014 Salı
İbrahim a.s Örneğinde Kıssaları Hayata Taşımak (Ateşe Atılması)
Kıssalar ile ilgili yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız en önemli konu olan , kıssaların anlatılma amacının sonrakilere örnek olması meselesi, atamız İbrahim as kıssasında da unutulmaması gerekmektedir. Kıssa okumalarında en büyük sorun , anlatılan kıssanın sadece anlatıldığı zaman ve mekan içinde bırakılarak okunması olup, kıssanın mesaj verme özelliğini kaybettirmektedir. "Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" veya "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu şeklinde izah edebileceğimiz okuma metodlarını , modernist okumaların bir açmazı olarak gördüğümüzü ifade edelim . Bu şekil bir okuma İbrahim as kıssasındaki onun ateşe atılması konusu etrafındada yapılarak olayın gerçek olarak yaşanmadığı , mecaz bir anlatım olduğu şeklinde düşüncelerin ortaya atıldığı konu ile alakalı olanların malumudur.
İbrahim as, kavminin hükümdarı , babası ve kavmi ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetleri buraya almaktan ziyade bu mücadelenin bizlere dönük nasıl bir mesaj içermiş olabileceği konusunda düşünmeye çalışarak bu mücadelesinin ateşe atılmak sureti ile sona ermiş olması akabinde gelişen olayların bizler tarafından nasıl anlaşılabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
İnsanları ve cinleri sadece kendilerine kul olsunlar diye yaratan Allah cc , şeytanın ayartmaları sonucu bir çok kulunun bu yoldan sapması üzerine elçiler gönderip onlara vahyederek yaratılış amaçlarını onlara hatırlatmış ve kendinden başkalarını ilah ve rab olarak kabul etmemelerini istemiştir. Kur'anda kıssası anlatılan elçiler bu yolda canla başla gayret ederek insanlara vahyi tebliğ etmeye çalışmalarına rağmen , bir çok insan bu vahyi red etmiş , red etmekle kalmamış kendi ilahlarını yüceltmeye devam ederek o elçilere güç ile karşı koymuşlardır.
Elçiler ve onlara tabi olanlar bu engellemelere karşı can siperane karşı durarak vazifelerini yerine getirmişlerdir , elçilerin bu sünnetleri bizler için önemli bir mesaj olarak okunması gerekmesine rağmen kıssa içinde anlatılan bazı olayların akli olarak izah edilememesinden hareketle bu olayların olmadığı , anlatımın hakiki değil mecazi olabileceği düşüncesi bir kısım insanlarda hakim olmuştur. Kur'anda mecazın varlığı red edilmeyecek bir olgu olmasına rağmen , hangi anlatımın mecaz olabileceği veya olamayacağı konusuna dikkat edilmesi gerekmektedir.
İbrahim as ın, kendisine tevdi edilen elçilik görevini yılmadan bıkmadan usanmadan sonuna kadar yerine getirmeye çalışarak kavminin şirk koşmakta olduğu putları kırması onun bize örneklik olması açısından okunması gerekmekte , başına gelebilecek muhtemel tehlikeleri hiçe sayarak bunu yapması ve Allah cc nin yolunda canını dahi hiçe saymış olmasını mecaz bir anlatım olarak görmek mümkün değildir. İbrahim as ı ateşe kadar götüren olayları bir bütün olarak okuyup bütün olanları gerçek olarak anlamak kıssayı doğru anlamanın gereğidir , şayet ateşe atılmaya kadar geçen olayları hakiki ateşe atılma ve sonrasını mecaz anlayacak olursak bu çelişkili bir okuma olacaktır. Başına gelen olay canlı ve gerçek olarak yaşanmış olan, kavminin putlarına karşı yapmış olduğu eylem sonucunda olmuş olması ve akıbetinin ateşe atılmış olmasının mecaz görülmesini gerektirecek bir yönü yoktur. İbrahim as ın ateşe atılmasına kadar gelişen olayları doğru bir biçimde okuyup gereki olan mesajı aldıktan sonra onun ateşe atılmasını ve ateşten kurtarılmasını daha kolay anlayabileceğimizi düşünüyoruz.
Allah cc bir çok kur'anda ayetinde elçilerine ve inananlara karşı yardım etmesinin kendi üzerine bir vazife olduğunu beyan etmektedir. Allah cc nin üzerine borç olarak beyan ettiği bu yardım bir kurala bağlanmış olup kimseye yattığı yerden gelmemektedir. İbrahim as başta kavmin hükümdarı , babası ve kavmi ile bir ömür mücadele ederek geri adım atmadan vazifesini yerine getirmiş olması Allah cc nin yardım vaadini hak ettiğini göstermektedir.
Kavminin bütün putlarını kırarak en büyük putu hariç tutması , ve putların ne kadar aciz birer varlık olduklarını kendi dilleri ile kavmine itiraf ettirmiş olması bardağı taşıran son damla olmuş ve kavmi tarafından ateşte yakılmak sureti ile öldürülmek istenmiştir. İbrahim as a yapılacak olan bu korkunç muamele ve onun böyle cezadan kurtulmak için af talep etmemiş olması yine örneklik olarak okunması gerekmektedir. Yaratılmış olan insanların onu yakmak için kurdukları ateş tezgahının büyüklüğünün ahiret ateşi ile mukayesesi bile yapılmayacak kadar küçük olduğunu çok iyi bilen İbrahim as böyle bir cezadan kurtulmak için af dileyip ahirette ebedi olarak ateş içinde kalmaktan kurtulmuştur.
Aynı şekilde Musa as kıssasını hatırlayacak olursak , firavunun büyücüleri karşısındaki galibiyeti sonucunda büyücülerin Musa as iman etmiş olmaları karşısında firavunun öfekelenerek onları korkunç bir şekilde cezalandırma tehditlerine boyun eğmemişler ve dünyadaki saadeti terkederek ahiret saadetini tercih etmişlerdir. Bu anlatımlar bizler için canlı hayat içinde yaşanmış örneklikler olarak okunması gerekirken başka taraflara çekilip mesajından uzaklaştırılarak okunması sonucu kur'an ölü bir metin haline sokulmuş ve yaşanan hayata herhangi bir mesajı olup olmadığı konusu göz ardı edilmiştir.
Allah cc bir çok ayette dünya hayatının geçici olduğu, asıl olanın ahiret yurdu olduğu, dünya hayatındaki kazanımlarımızın ebedi hayatımızdaki yerimizi belirlediğini beyan etmiştir. Dünya hayatındaki hayal edebileceğimiz en büyük servet dahi ahireti satmamıza değecek kadar değerli olmadığı yine kitabın içindeki ayetlerde beyan edilip, canını cennet karşılığı satanların yaptığı alışverişin ne kadar karlı olduğu haberi verilmiştir. Atamız İbrahim as işte böyle bir alışverişe gözünü kırpmadan girmiş ve bizlere örnek olmuştur. Şayet dünya ateşi içinde yanmayı göze almayıp af dilemek yoluyla kurtulmayı seçseydi, kurtulduğu ateşi arayacağı sonsuz bir hayatın onu beklediğini çok iyi biliyordu.
Allah cc nin kendisine dünya ve ahirette yardım edeceği vaadine hiç tereddüt etmeden iman eden İbrahim as ın atıldığı ateş ona "soğuk ve selamet" bir yer olmuş olmasını mecaz olarak görmek Allah cc nin yardım vaadini , İbrahim as ın örnekliğini göz önüne almadan kur'an perspektifinden olaya bakmamanın bir tezahürü olduğunu düşünmekteyiz. Allah cc nin sünneti olarak ifade edilen elçilerine yardım sözünün lafta kalmadığı kimsenin güç yetiremeyeceği bir durumda onlara yardıma koşmuş olmasını ifade eden, ateşin soğuk ve selamet olmasını sünnetullahın çiğnenmesi olarak görmek yapılabilecek en büyük yanlış anlama örneğidir.
Sünnetullahı , Allah cc nin değişmez kuralı olarak okuyup ateşin yakma özelliğini göz önüne getirip elçilere ve inananlara yardım sünnetini görmezden gelmek kitabı tersten okumaya bir örnektir. İbrahim as örneğinde insanların tehdidine boyun eğmeyerek canını hiçe sayanların alacakları vaad edilen karşılık yine lafta kalmamış gerçek olduğu göz ile canlı olarak gösterilmiştir. İbrahim as ölümden kurtulmak için dünyadaki ateşte yanmayı göze alarak ahirette "soğuk ve selamet" bir yurtta ebedi olarak yerleşmeye hak kazanmıştır.
Ateşin "soğuk ve selamet" olmasını sünnetullah yasaları gereği yakmama özelliği açısından değilde , kafirlerin tehditlerine boyun eğmeyerek ölümü göze alanların ahirette karşılaşacakları vaad edilen yerin gerçek hayat içinde canlı bir örneği olarak gösterilmesi açısından okuduğumuz zaman "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu dediğimiz kıssadan herhangi bir mesaj alma kaygısı olmadan okunması yanlışına da düşülmemiş olacaktır.
Ateşin "soğuk ve selamet" olması demek dünya hayatında kafirleri boyun eğmemek suretiyle onlara karşı canını ortaya koyanlara vaad edilen cennetlerin lafta kalmayan kuru iddialar olmadığı , İbrahim as örneğinde canlı bir ispatı olduğunu göstermesi açısından okunduğu zaman , metin üzerinde tahrifat yapma pahasına bile bu olayı aklileştirme çabalarının ne kadar boş olduğunu gösterecektir. İbrahim as ın ateşe atılıp ateşin ona "soğuk ve selamet" olmasını kafirlere itaat etmeyerek ateşten kurtulmayı ve cennet nimetleri ile karşılıklandırılma olarak anlamak kıssayı bağlamı içinde okumak anlamına gelecektir.
Bu göz ile okunan bir kıssa yaşanmış bitmiş bir masal olarak değil ileriye dönük mesajları olan örneklikler olarak görülecek olup kur'anı ölü bir metin haline dönüştürme hatasına düşülmemiş olacaktır. Mecaz olarak okunan bu olay , İbrahim as ı bu olaya götüren eylemleride doğru anlamamayı beraberinde getirecek olup bunun örneği maalesef görülmektedir.Kendilerini özellikle "hanif" olarak lanse eden bir takım insanların İbrahim as ın dün kırdığı putların benzerlerinin önünde secde ve kıyam etmeleri onların bu kıssaları ne kadar anladıklarını !! göstermektedir.
Sonuç olarak; kur'an kıssaları içinde anlatılan bazı olayların sünnetullah dediğimiz yasalara aykırı olarak görülerek yine sünnetullah olan , Allah cc nin yardım sözünün gerçekleşmesi , kullarına vaad ettiği ahiret nimetlerinin gerçek olduğunun haberi gibi mesajlar içermiş olması gözü ile okunarak, olmuş bitmiş bir olay olmaktan kurtarılıp yaşanan hayata dair mesajları olan örneklikler olarak okunması kitabı ölü bir metin olarak okunmaktan kurtaracaktır. Tarih boyunca elçilerin örnekliğinde gösterilen şirk ile mücadele örneği atamız İbrahim as örnekliğinde bizlere can ve mal noktasında takınmamız gereken tavrı öğreterek insanların ateşine karşı çıkmanın, Allah cc tarafından "soğuk ve selamet" olan bir yurtta edebi olarak yaşamayı beraberinde getirdiği anlatılmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
İbrahim as, kavminin hükümdarı , babası ve kavmi ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetleri buraya almaktan ziyade bu mücadelenin bizlere dönük nasıl bir mesaj içermiş olabileceği konusunda düşünmeye çalışarak bu mücadelesinin ateşe atılmak sureti ile sona ermiş olması akabinde gelişen olayların bizler tarafından nasıl anlaşılabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
İnsanları ve cinleri sadece kendilerine kul olsunlar diye yaratan Allah cc , şeytanın ayartmaları sonucu bir çok kulunun bu yoldan sapması üzerine elçiler gönderip onlara vahyederek yaratılış amaçlarını onlara hatırlatmış ve kendinden başkalarını ilah ve rab olarak kabul etmemelerini istemiştir. Kur'anda kıssası anlatılan elçiler bu yolda canla başla gayret ederek insanlara vahyi tebliğ etmeye çalışmalarına rağmen , bir çok insan bu vahyi red etmiş , red etmekle kalmamış kendi ilahlarını yüceltmeye devam ederek o elçilere güç ile karşı koymuşlardır.
Elçiler ve onlara tabi olanlar bu engellemelere karşı can siperane karşı durarak vazifelerini yerine getirmişlerdir , elçilerin bu sünnetleri bizler için önemli bir mesaj olarak okunması gerekmesine rağmen kıssa içinde anlatılan bazı olayların akli olarak izah edilememesinden hareketle bu olayların olmadığı , anlatımın hakiki değil mecazi olabileceği düşüncesi bir kısım insanlarda hakim olmuştur. Kur'anda mecazın varlığı red edilmeyecek bir olgu olmasına rağmen , hangi anlatımın mecaz olabileceği veya olamayacağı konusuna dikkat edilmesi gerekmektedir.
İbrahim as ın, kendisine tevdi edilen elçilik görevini yılmadan bıkmadan usanmadan sonuna kadar yerine getirmeye çalışarak kavminin şirk koşmakta olduğu putları kırması onun bize örneklik olması açısından okunması gerekmekte , başına gelebilecek muhtemel tehlikeleri hiçe sayarak bunu yapması ve Allah cc nin yolunda canını dahi hiçe saymış olmasını mecaz bir anlatım olarak görmek mümkün değildir. İbrahim as ı ateşe kadar götüren olayları bir bütün olarak okuyup bütün olanları gerçek olarak anlamak kıssayı doğru anlamanın gereğidir , şayet ateşe atılmaya kadar geçen olayları hakiki ateşe atılma ve sonrasını mecaz anlayacak olursak bu çelişkili bir okuma olacaktır. Başına gelen olay canlı ve gerçek olarak yaşanmış olan, kavminin putlarına karşı yapmış olduğu eylem sonucunda olmuş olması ve akıbetinin ateşe atılmış olmasının mecaz görülmesini gerektirecek bir yönü yoktur. İbrahim as ın ateşe atılmasına kadar gelişen olayları doğru bir biçimde okuyup gereki olan mesajı aldıktan sonra onun ateşe atılmasını ve ateşten kurtarılmasını daha kolay anlayabileceğimizi düşünüyoruz.
Allah cc bir çok kur'anda ayetinde elçilerine ve inananlara karşı yardım etmesinin kendi üzerine bir vazife olduğunu beyan etmektedir. Allah cc nin üzerine borç olarak beyan ettiği bu yardım bir kurala bağlanmış olup kimseye yattığı yerden gelmemektedir. İbrahim as başta kavmin hükümdarı , babası ve kavmi ile bir ömür mücadele ederek geri adım atmadan vazifesini yerine getirmiş olması Allah cc nin yardım vaadini hak ettiğini göstermektedir.
Kavminin bütün putlarını kırarak en büyük putu hariç tutması , ve putların ne kadar aciz birer varlık olduklarını kendi dilleri ile kavmine itiraf ettirmiş olması bardağı taşıran son damla olmuş ve kavmi tarafından ateşte yakılmak sureti ile öldürülmek istenmiştir. İbrahim as a yapılacak olan bu korkunç muamele ve onun böyle cezadan kurtulmak için af talep etmemiş olması yine örneklik olarak okunması gerekmektedir. Yaratılmış olan insanların onu yakmak için kurdukları ateş tezgahının büyüklüğünün ahiret ateşi ile mukayesesi bile yapılmayacak kadar küçük olduğunu çok iyi bilen İbrahim as böyle bir cezadan kurtulmak için af dileyip ahirette ebedi olarak ateş içinde kalmaktan kurtulmuştur.
Aynı şekilde Musa as kıssasını hatırlayacak olursak , firavunun büyücüleri karşısındaki galibiyeti sonucunda büyücülerin Musa as iman etmiş olmaları karşısında firavunun öfekelenerek onları korkunç bir şekilde cezalandırma tehditlerine boyun eğmemişler ve dünyadaki saadeti terkederek ahiret saadetini tercih etmişlerdir. Bu anlatımlar bizler için canlı hayat içinde yaşanmış örneklikler olarak okunması gerekirken başka taraflara çekilip mesajından uzaklaştırılarak okunması sonucu kur'an ölü bir metin haline sokulmuş ve yaşanan hayata herhangi bir mesajı olup olmadığı konusu göz ardı edilmiştir.
Allah cc bir çok ayette dünya hayatının geçici olduğu, asıl olanın ahiret yurdu olduğu, dünya hayatındaki kazanımlarımızın ebedi hayatımızdaki yerimizi belirlediğini beyan etmiştir. Dünya hayatındaki hayal edebileceğimiz en büyük servet dahi ahireti satmamıza değecek kadar değerli olmadığı yine kitabın içindeki ayetlerde beyan edilip, canını cennet karşılığı satanların yaptığı alışverişin ne kadar karlı olduğu haberi verilmiştir. Atamız İbrahim as işte böyle bir alışverişe gözünü kırpmadan girmiş ve bizlere örnek olmuştur. Şayet dünya ateşi içinde yanmayı göze almayıp af dilemek yoluyla kurtulmayı seçseydi, kurtulduğu ateşi arayacağı sonsuz bir hayatın onu beklediğini çok iyi biliyordu.
Allah cc nin kendisine dünya ve ahirette yardım edeceği vaadine hiç tereddüt etmeden iman eden İbrahim as ın atıldığı ateş ona "soğuk ve selamet" bir yer olmuş olmasını mecaz olarak görmek Allah cc nin yardım vaadini , İbrahim as ın örnekliğini göz önüne almadan kur'an perspektifinden olaya bakmamanın bir tezahürü olduğunu düşünmekteyiz. Allah cc nin sünneti olarak ifade edilen elçilerine yardım sözünün lafta kalmadığı kimsenin güç yetiremeyeceği bir durumda onlara yardıma koşmuş olmasını ifade eden, ateşin soğuk ve selamet olmasını sünnetullahın çiğnenmesi olarak görmek yapılabilecek en büyük yanlış anlama örneğidir.
Sünnetullahı , Allah cc nin değişmez kuralı olarak okuyup ateşin yakma özelliğini göz önüne getirip elçilere ve inananlara yardım sünnetini görmezden gelmek kitabı tersten okumaya bir örnektir. İbrahim as örneğinde insanların tehdidine boyun eğmeyerek canını hiçe sayanların alacakları vaad edilen karşılık yine lafta kalmamış gerçek olduğu göz ile canlı olarak gösterilmiştir. İbrahim as ölümden kurtulmak için dünyadaki ateşte yanmayı göze alarak ahirette "soğuk ve selamet" bir yurtta ebedi olarak yerleşmeye hak kazanmıştır.
Ateşin "soğuk ve selamet" olmasını sünnetullah yasaları gereği yakmama özelliği açısından değilde , kafirlerin tehditlerine boyun eğmeyerek ölümü göze alanların ahirette karşılaşacakları vaad edilen yerin gerçek hayat içinde canlı bir örneği olarak gösterilmesi açısından okuduğumuz zaman "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu dediğimiz kıssadan herhangi bir mesaj alma kaygısı olmadan okunması yanlışına da düşülmemiş olacaktır.
Ateşin "soğuk ve selamet" olması demek dünya hayatında kafirleri boyun eğmemek suretiyle onlara karşı canını ortaya koyanlara vaad edilen cennetlerin lafta kalmayan kuru iddialar olmadığı , İbrahim as örneğinde canlı bir ispatı olduğunu göstermesi açısından okunduğu zaman , metin üzerinde tahrifat yapma pahasına bile bu olayı aklileştirme çabalarının ne kadar boş olduğunu gösterecektir. İbrahim as ın ateşe atılıp ateşin ona "soğuk ve selamet" olmasını kafirlere itaat etmeyerek ateşten kurtulmayı ve cennet nimetleri ile karşılıklandırılma olarak anlamak kıssayı bağlamı içinde okumak anlamına gelecektir.
Bu göz ile okunan bir kıssa yaşanmış bitmiş bir masal olarak değil ileriye dönük mesajları olan örneklikler olarak görülecek olup kur'anı ölü bir metin haline dönüştürme hatasına düşülmemiş olacaktır. Mecaz olarak okunan bu olay , İbrahim as ı bu olaya götüren eylemleride doğru anlamamayı beraberinde getirecek olup bunun örneği maalesef görülmektedir.Kendilerini özellikle "hanif" olarak lanse eden bir takım insanların İbrahim as ın dün kırdığı putların benzerlerinin önünde secde ve kıyam etmeleri onların bu kıssaları ne kadar anladıklarını !! göstermektedir.
Sonuç olarak; kur'an kıssaları içinde anlatılan bazı olayların sünnetullah dediğimiz yasalara aykırı olarak görülerek yine sünnetullah olan , Allah cc nin yardım sözünün gerçekleşmesi , kullarına vaad ettiği ahiret nimetlerinin gerçek olduğunun haberi gibi mesajlar içermiş olması gözü ile okunarak, olmuş bitmiş bir olay olmaktan kurtarılıp yaşanan hayata dair mesajları olan örneklikler olarak okunması kitabı ölü bir metin olarak okunmaktan kurtaracaktır. Tarih boyunca elçilerin örnekliğinde gösterilen şirk ile mücadele örneği atamız İbrahim as örnekliğinde bizlere can ve mal noktasında takınmamız gereken tavrı öğreterek insanların ateşine karşı çıkmanın, Allah cc tarafından "soğuk ve selamet" olan bir yurtta edebi olarak yaşamayı beraberinde getirdiği anlatılmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
21 Temmuz 2014 Pazartesi
Uli Ba'sin Şedidin (Şiddetli Kuvvet Sahibi) Olmak İsra s. 2-8. Ayetleri
Kur'an yaşanmış hayat içinden verdiği örnekler ile diri ve yaşanır bir hayat klavuzu olduğunu özellikle israiloğulları üzerinden verdiği örneklerle göstermektedir. Talut kıssası , zulme uğrayan israiloğullarının içinde bulundukları bu zulümden nasıl kurtulduklarının örneğini vererek zulmün nasıl bertaraf edilebileceğinin canlı örneğini göstermiştir (bakara s.246-252). Aynı kur'an aynı israiloğulları üzerinden bu sefer onların kendileri fesad çıkardığı zaman başlarına gelecek olan şeyin diğer kulllar eliyle yani "şiddetli kuvvet sahibi" kullar eliyle bu fesadlarının önleneceğini haber vermektedir. Bu haber rivayetlerde anlatılan kıyamete yakın bir zamanda olacak olan müslüman yahudi savaşını haber vermemekte aksine yeryüzünde geçerli olan bir sünneti anlatmaktadır. Bizler maalesef uydurma rivayetlerle uyumaya yatkın bir toplum olduğumuz için isa ve mehdi bekleyip onların başımıza geçmesini bu şekilde israiloğullarının zulmünün bitirileceğini beklediğimiz için 3.5 yahudi milyarlık müslümanlarla kedi fare oynar gibi oynamaktadır.
[017.004] Biz İsrail oğullarına Kitap'da şu hükmü verdik: «Muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.»
[017.005] o ikiden (iki fesattan) birini vadesi (vakt-i cezası) gelince üzerinize Bizim çok şiddetli kuvvet sahibi( uli ba'sin şedidin) olan kullarımızdan göndereceğiz. Artık evlerin aralarını bile araştıracaklardır. Bu, bir yerine getirilmiş hükümden ibaret bulunmuştur.
[017.006] Sonra sizi tekrar onların üzerine galip kıldık, size mal ve oğullarla yardımda bulunduk ve toplum olarak daha çoğalttık.
[017.007] İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.
[017.008] Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz dönerseniz Biz de döneriz. Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır.
Ayetleri rivayetler kanalı ile anlama hastalığı bu ayetler ile ilgili o yine nüksederek hemen buhari ve müslim hadisi ile ayet anlaşılmaya!!! çalışılmıştır.
"Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)
Halbuki ayetleri kur'an bütünlüğü ile anlamaya çalıştığımız zaman ortaya bambaşka bir durum çıkacaktır.
İsra s. 4. ayeti içinde geçen "elkitab" kelimesinin yanlış anlaşılarak bazı tefsirlerde tevrat olarak yorumlandığını görmemiz bu kelime ile ifade edilmek istenen şeyin ne olduğunun bile anlaşılamamasının kur'an ile alakamızın ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir.
"Elkitab" kelimesi kur'anda en fazla yer tutan kelimelerden birisi olup, anlam alanı geniş bir kelimedir. İsra s. 4 ayetinden geçen kelime Allah cc nin indirmiş olduğu kitap anlamında değil ,Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kurallar bütününü ifade eden bir kelimedir.
Elkitab kelimesinin bu anlamından yola çıkarak ayetleri anlayacak olursak ilgili ayetlerde geçen durum sadece israiloğullarını ilgilendiren bir durum olmaktan çıkarak , Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralların israiloğulları örneğinde bizlere anlatılması olarak karşımıza çıkar.
[002.251] Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.
[022.040] Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tır» dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki, Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.
Yukarıdaki iki ayet içinde geçen " insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı" cümlesi Allah cc nin arz üzerindeki cari olan bir kuralından bahsetmektedir. Fesad yaymak insana has bir özellik olup bu fesadın ortadan kaldırılması yine insanlar eli olması şeklinde bir sünnet konulduğu bizlere beyan edilmektedir.
İsra s. 2-8. ayetleri, ulusların düşüsü ve yükselişi olarak görülen durumun bir özetini yaparak bu durumun israiloğulları üzerinden örneğini vermektedir. Bir ulus fesad yolu ile yükselmeye başladığı zaman ezilen uluslar onların bu zulümlerini ortadan kaldırmak için güç yolu ile onlara müdahale eder ve yükselen ulus düşüşe geçer , o düşüşün arkasından yükselip önceki başlarına gelenler onlara ders olmayıp ellerine geçirdikleri bu gücü yine fesad çıkarmak için harcadıklarında aynı düşüş yine gerçekleşecektir. Tarih içinde bu şekil yükseliş ve düşüşlerin bir çok örnekleri görülmüş olup kur'an bu durumu israiloğullarının yükselişi ve düşüşü açısından örnekler, bu ayetler çerçevesinde günümüzü düşünürsek şöyle bir resim ortaya çıkar.
Geçen yüzyılda hitler almanyasında büyük bir soykırıma uğratılan yahudiler bunun ardından batılı devletlerin gayreti ile şimdiki topraklara yerleştirilmişlerdir. Büyük bir soykırım ile zulme uğrayan israiloğulları kendi başlarına gelen bu zulmü işgal ettiği topraklardaki müslüman nüfus üzerinde uygulayarak başlarına gelenden ders çıkarmamış , düşüşlerinin ardından zulüm ile yükselmek şeklindeki hal ile hallenmişlerdir.
Zulüm ile yükselmenin düşüşü getireceği kuralı evrensel bir kural olup bugünde işleyecektir ancak bu işleyişin belirli bir kuralı olduğu unutulur rivayetlerdeki olacak olan savaşı beklersek bu ancak bizim daha fazla ezilmemizi artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
İsrailin zulüm ile yükselişinin sünnetullah gereği bir düşüşü mutlaka olacaktır,ama bu düşüşün nasıl olacağı yine kur'an ayetlerinde bildirilmiştir. "Uli ba'sin şedidin" şiddetli kuvvet sahibi olan kullar eliyle israil veya benzerlerinin bu zulümlerini def edileceği sünnetullah gereği olup Allah cc kendisi gelip melekleri ile savaşmayacaktır.
[008.060] Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın! Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de, ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz.
Enfal s. 60. ayetinde 1400 kusur sene önce emredilen savaş atları hazırlanma emri bugün en kuvvetli savaş araçları hazırlama emrine eşittir. Düşmanlarımızı alt etmek günün gereği olan her türlü yüksek teknoloji ürünü savaş araçları ile mümkün olup bunun dışında düşmanı alt etmenin başka bir yolu yoktur.
Bugün israil bombardımanı altında ölen kadın ve çocukların filistin veya bir başka bölgede önünün alınması Allah cc nin öğrettiği yol ile olacak olup sadece dua bu zulmü asla önlemeyecektir. Errahman olan Allah cc koyduğu kurallara göre oynayanları başarıya eriştirecek olup bugün oyunu kuralına göre oynayan taraf israil ve benzeri müstekbirler oldukları için müslümanlara kan kusturmaktadırlar.
[002.193] Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.
[008.039] Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.
Bakara ve enfal suresindeki bu ayetler sadece indiği zamana has ayetler değil , evrensel boyutu olan ayetlerdir. Bu emirleri Allah cc kitabına süs olsun diye koymamış , aksine onun dinine iman ettiğini iddia edenlerin , onun dinini inkar edenlere karşı yapmaları gerekenleri hatırlamaktadır.
Müslümanlar olarak Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler zannedip sadece onları okuyarak cennete gidileceği inancı bizleri büyük bir tembelliğe sevketmiş , kainat ayetlerini mushaf içindeki ayetlere iman etmeyenlerin okuması neticesinde dengesiz bir güç meydana gelmiştir. Ahiret saadetinin yolunun dünyadan geçtiği asla unutulmadan Allah cc nin ayetlerini bir bütünlük içinde olarak hem mushaf hem kainat içindeki ayetleri birbirinden ayırmadan "şiddetli güç sahibi" olmak zalimlerin yükselişlerini önleyerek düşüşe geçirmek biz müslümanların üzerine bir vazifedir.
Sonuç olarak; isra s. 2-8. ayetleri Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralın işleyişinin canlı bir örneğini israiloğulları üzerinden vererek zulüm ile yükselenlerin düşüşlerinin diğer kullar eli ile olacağını beyan edip , bu kullarında bu düşüşü gerçekleştirmek için "şiddetli güç sahibi " olmaları şartını getirmiştir. Bu şart dışında herhangi bir eylem zalimleri asla durdurmaya yetmeyecek olup , zulmün devamını sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bugün müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz düşüşten kurtulmak için sünnetullahın gereklerine yapışmaktan başka bir çaremiz yoktur. Tek taraflı kavli bir dua yetmeyip fiili dua dediğimiz eylemlerin pratiğe geçirilmesi ve zalimlerin kullandığı savaş araçlarını yapacak teknolojik güce erişmek için gerekli olan kainat ayetlerini okumak gerekmektedir. Kainat ayetlerini okumadan sadece mushaf içindeki ayetleri okumak bizlere dünya ve ahirette herhangi bir fayda sağlamayacak olup , fitneyi yeryüzünden kaldırmak dini Allaha has kılmak şeklinde yüklenmiş olduğumuz görevi yerine getirmeyi sağlamayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
[017.004] Biz İsrail oğullarına Kitap'da şu hükmü verdik: «Muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.»
[017.005] o ikiden (iki fesattan) birini vadesi (vakt-i cezası) gelince üzerinize Bizim çok şiddetli kuvvet sahibi( uli ba'sin şedidin) olan kullarımızdan göndereceğiz. Artık evlerin aralarını bile araştıracaklardır. Bu, bir yerine getirilmiş hükümden ibaret bulunmuştur.
[017.006] Sonra sizi tekrar onların üzerine galip kıldık, size mal ve oğullarla yardımda bulunduk ve toplum olarak daha çoğalttık.
[017.007] İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.
[017.008] Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz dönerseniz Biz de döneriz. Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır.
Ayetleri rivayetler kanalı ile anlama hastalığı bu ayetler ile ilgili o yine nüksederek hemen buhari ve müslim hadisi ile ayet anlaşılmaya!!! çalışılmıştır.
"Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)
Halbuki ayetleri kur'an bütünlüğü ile anlamaya çalıştığımız zaman ortaya bambaşka bir durum çıkacaktır.
İsra s. 4. ayeti içinde geçen "elkitab" kelimesinin yanlış anlaşılarak bazı tefsirlerde tevrat olarak yorumlandığını görmemiz bu kelime ile ifade edilmek istenen şeyin ne olduğunun bile anlaşılamamasının kur'an ile alakamızın ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir.
"Elkitab" kelimesi kur'anda en fazla yer tutan kelimelerden birisi olup, anlam alanı geniş bir kelimedir. İsra s. 4 ayetinden geçen kelime Allah cc nin indirmiş olduğu kitap anlamında değil ,Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kurallar bütününü ifade eden bir kelimedir.
Elkitab kelimesinin bu anlamından yola çıkarak ayetleri anlayacak olursak ilgili ayetlerde geçen durum sadece israiloğullarını ilgilendiren bir durum olmaktan çıkarak , Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralların israiloğulları örneğinde bizlere anlatılması olarak karşımıza çıkar.
[002.251] Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.
[022.040] Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tır» dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki, Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.
Yukarıdaki iki ayet içinde geçen " insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı" cümlesi Allah cc nin arz üzerindeki cari olan bir kuralından bahsetmektedir. Fesad yaymak insana has bir özellik olup bu fesadın ortadan kaldırılması yine insanlar eli olması şeklinde bir sünnet konulduğu bizlere beyan edilmektedir.
İsra s. 2-8. ayetleri, ulusların düşüsü ve yükselişi olarak görülen durumun bir özetini yaparak bu durumun israiloğulları üzerinden örneğini vermektedir. Bir ulus fesad yolu ile yükselmeye başladığı zaman ezilen uluslar onların bu zulümlerini ortadan kaldırmak için güç yolu ile onlara müdahale eder ve yükselen ulus düşüşe geçer , o düşüşün arkasından yükselip önceki başlarına gelenler onlara ders olmayıp ellerine geçirdikleri bu gücü yine fesad çıkarmak için harcadıklarında aynı düşüş yine gerçekleşecektir. Tarih içinde bu şekil yükseliş ve düşüşlerin bir çok örnekleri görülmüş olup kur'an bu durumu israiloğullarının yükselişi ve düşüşü açısından örnekler, bu ayetler çerçevesinde günümüzü düşünürsek şöyle bir resim ortaya çıkar.
Geçen yüzyılda hitler almanyasında büyük bir soykırıma uğratılan yahudiler bunun ardından batılı devletlerin gayreti ile şimdiki topraklara yerleştirilmişlerdir. Büyük bir soykırım ile zulme uğrayan israiloğulları kendi başlarına gelen bu zulmü işgal ettiği topraklardaki müslüman nüfus üzerinde uygulayarak başlarına gelenden ders çıkarmamış , düşüşlerinin ardından zulüm ile yükselmek şeklindeki hal ile hallenmişlerdir.
Zulüm ile yükselmenin düşüşü getireceği kuralı evrensel bir kural olup bugünde işleyecektir ancak bu işleyişin belirli bir kuralı olduğu unutulur rivayetlerdeki olacak olan savaşı beklersek bu ancak bizim daha fazla ezilmemizi artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
İsrailin zulüm ile yükselişinin sünnetullah gereği bir düşüşü mutlaka olacaktır,ama bu düşüşün nasıl olacağı yine kur'an ayetlerinde bildirilmiştir. "Uli ba'sin şedidin" şiddetli kuvvet sahibi olan kullar eliyle israil veya benzerlerinin bu zulümlerini def edileceği sünnetullah gereği olup Allah cc kendisi gelip melekleri ile savaşmayacaktır.
[008.060] Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın! Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de, ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz.
Enfal s. 60. ayetinde 1400 kusur sene önce emredilen savaş atları hazırlanma emri bugün en kuvvetli savaş araçları hazırlama emrine eşittir. Düşmanlarımızı alt etmek günün gereği olan her türlü yüksek teknoloji ürünü savaş araçları ile mümkün olup bunun dışında düşmanı alt etmenin başka bir yolu yoktur.
Bugün israil bombardımanı altında ölen kadın ve çocukların filistin veya bir başka bölgede önünün alınması Allah cc nin öğrettiği yol ile olacak olup sadece dua bu zulmü asla önlemeyecektir. Errahman olan Allah cc koyduğu kurallara göre oynayanları başarıya eriştirecek olup bugün oyunu kuralına göre oynayan taraf israil ve benzeri müstekbirler oldukları için müslümanlara kan kusturmaktadırlar.
[002.193] Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.
[008.039] Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.
Bakara ve enfal suresindeki bu ayetler sadece indiği zamana has ayetler değil , evrensel boyutu olan ayetlerdir. Bu emirleri Allah cc kitabına süs olsun diye koymamış , aksine onun dinine iman ettiğini iddia edenlerin , onun dinini inkar edenlere karşı yapmaları gerekenleri hatırlamaktadır.
Müslümanlar olarak Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler zannedip sadece onları okuyarak cennete gidileceği inancı bizleri büyük bir tembelliğe sevketmiş , kainat ayetlerini mushaf içindeki ayetlere iman etmeyenlerin okuması neticesinde dengesiz bir güç meydana gelmiştir. Ahiret saadetinin yolunun dünyadan geçtiği asla unutulmadan Allah cc nin ayetlerini bir bütünlük içinde olarak hem mushaf hem kainat içindeki ayetleri birbirinden ayırmadan "şiddetli güç sahibi" olmak zalimlerin yükselişlerini önleyerek düşüşe geçirmek biz müslümanların üzerine bir vazifedir.
Sonuç olarak; isra s. 2-8. ayetleri Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralın işleyişinin canlı bir örneğini israiloğulları üzerinden vererek zulüm ile yükselenlerin düşüşlerinin diğer kullar eli ile olacağını beyan edip , bu kullarında bu düşüşü gerçekleştirmek için "şiddetli güç sahibi " olmaları şartını getirmiştir. Bu şart dışında herhangi bir eylem zalimleri asla durdurmaya yetmeyecek olup , zulmün devamını sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bugün müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz düşüşten kurtulmak için sünnetullahın gereklerine yapışmaktan başka bir çaremiz yoktur. Tek taraflı kavli bir dua yetmeyip fiili dua dediğimiz eylemlerin pratiğe geçirilmesi ve zalimlerin kullandığı savaş araçlarını yapacak teknolojik güce erişmek için gerekli olan kainat ayetlerini okumak gerekmektedir. Kainat ayetlerini okumadan sadece mushaf içindeki ayetleri okumak bizlere dünya ve ahirette herhangi bir fayda sağlamayacak olup , fitneyi yeryüzünden kaldırmak dini Allaha has kılmak şeklinde yüklenmiş olduğumuz görevi yerine getirmeyi sağlamayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
20 Temmuz 2014 Pazar
Hadid s. 22-23. Ayetlerini Uhud Harbi Örneğinde Anlamak
Kader konulu tartışmalar ümmetin yüzyıllardır üzerinde tartıştığı , fakat fikirbirliğine varamamış olması nedeniyle gündemden düşmeyen konulardandır. İlk kur'an nesli bizlerin tartıştığı türden kader konulu bir tartışmaya girmemiş olup , bu tartışmaların başlangıcı Muhammed as ın vefatı sonrası meydana gelen olaylar sonrası diyebiliriz. Tarihimizde meydana gelen fitne olaylarının başını çekenler işlemiş oldukları cinayetleri örtbas etmek için bu cinayetlere kılıf uydurarak masum göstermek amacıyla "saray alimi" denilen kişileri kullanarak sultanlara uygun fetva vermelerini sağlamışlar, kendilerini temize çıkarmak amacıyla "kadere iman" başlığı altında imanın şartlarına yeni bir kategori ekleterek bu yanlış düşünceleri bu güne kadar taşımışlardır.
Maksadımız kader konusunu irdelemekten ziyade bu konuya delil getirilen ayetlerden olan hadid s. 22-23. ayetlerini, yaşanmış bir olay olan uhud harbi ile bağını kurarak kur'an tarafından bakarak nasıl okunabileceğini görmektir. Kur'an klasik anlamda kader konusuna getirilen tarifi asla kabul etmemekle birlikte , ayetlerde geçen "yazmak" kelimesinin istismar edilmesi nedeniyle çok farklı bir boyuta çekildiği görülmektedir.
Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
[057.022] [E0] Ne Arzda, ne de nefislerinizde bir musıbet başa gelmezki biz onu fi'le çıkarmazdan evvel bir kitabda yazılmış olmasın, şübhesiz bu Allaha göre kolaydır.
Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum ve lâ tefrehû bi mâ âtâkum, vallâhu lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
[057.023] [E0] Şunun içinki gaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmiyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez.
Bu ve benzeri ayetler insanların haşa sanki Allah cc nin elinde bir kukla gibi onun istediği gibi , onların herhangi bir dahli olmadığı bir inanca yönlendirmiş ve büyük bir atalete düşürmüştür.
Kur'an yaşanan hayat içinde 23 sene içinde peyderpey inen bir kitap olması onun dinamik bir hayat içinden örnekleri olduğunu göstermesinin yanında , bizlerin bu örnekleri okuyarak hem itikadımızı hemde yol haritamızı çizmemizi sağlar. Uhud harbi yaşanmış bir örnek olup , bu harbin öncesi ve sonrası ile ilgili ayetler bizler için önemli mesajlar taşımaktadır.
Hadid s.22-23. ayetleri , Allah cc nin arz üzerinde koyduğu bir takım kurallar olduğunu , meydana gelen bütün olayların sebeb sonuç ilişkisi dahilinde cereyan ettiğini beyan etmesi bakımından okunduğu zaman, meydana gelen bazı olayların çalışma gayret etme gibi bir sebebe bağlanarak , başarı gibi bir sonuca nasıl gittiğini göstermesi açısından uhud harbi ile birlikte okunarak daha doğru anlaşılabilir. Uhud harbini en doğru olarak yine kur'andan al-i imran suresinde okuyabiliriz.
[003.121] Hani sen sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işiten ve bilendir.
[003.122] O zaman içinizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. İnananlar, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
[003.123] Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah size Bedir'de yardım etmişti. Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız.
[003.124] O zaman sen müminlere: «Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun.
[003.125] Evet. Sabreder, sakınırsanız ve onlar da üzerinize gelirlerse; Rabbınız, size nişanlı beşbin melekle yardım edecektir.
[003.126] Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.
[003.127] Küfredenlerden bir kolu kessin veya perişan etsin de hayal kırıklığına uğramış olarak dönüp gitsinler diye.
[003.128] Bu konuda senin yapabileceğin birşey yok. Allah ya onların tevbelerini kabul eder ya da zalimlikleri yüzünden onları azaba çarptırır.
[003.129] Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Uhud harbi öncesi diyebilecğimiz ayetler bu şekilde olup , harbin sonrasını anlatan ayetler şunlardır.
[003.140] Eğer siz (Uhud'da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez.
[003.141] Bu; Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.
[003.142] Yoksa içinizden Allah cihad edenleri ve sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?
[003.143] Andolsun ki, siz ölümü onunla karşılaşmadan evvel temenni ediyordunuz. İşte siz bekleyip durduğunuz halde onu görüverdiniz.
[003.144] Muhammed; sadece bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o, ölür veya öldürülürse; geriye mi döneceksiniz? Kim geriye dönerse; Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah, şükredenlerin mükafatını verecektir.
[003.145] Allah'ın izni olmaksızın hiç kimsenin ölmesi söz konusu değildir. O süresi belirli bir yazıya bağlıdır. Kim dünya kazancını isterse ona ondan veririz. Kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri ödüllendireceğiz.
[003.146] Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.
[003.147] Dedikleri ancak şu idi: «Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et».
[003.148] Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de ahiret nimetini de fazlasiyle verdi. Allah işlerini iyi yapanları sever.
[003.152] And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur.
[003.153] Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz; kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı. Allah, işlediklerinizden haberdardır.
[003.154] Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah'ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı. Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalblerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.
[003.155] İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak istemişti. Allah, and olsun ki, onları affetti. Allah bağışlayandır. Halim'dir.
[003.156] Ey İnananlar! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: «Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi» diyen inkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür.
[003.157] Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.
[003.158] And olsun ki, ölseniz de, öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız.
[003.159] Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.
[003.160] Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler.
[003.165] (Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi «Bu nasıl oluyor!» dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter.
[003.166] İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah'ın emriyleydi. Bu; mü'minleri belirtmek içindi.
[003.167] hem de münafıkları belli edeceği için ki, bunlara «Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!» denilmişti. Onlar: «Savaşmayı bilsek arkanızdan gelirdik» dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir.
[003.168] Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler. De ki: «Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın».
[003.169] Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.
[003.170] Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini, müjdelemek isterler.
[003.171] Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.
[003.172] Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve Peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır.
[003.173] İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.
[003.174] Sonra da kendilerine hiçbir keder dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah'ın hoşnutluğunun ardınca gittiler. Allah, daha da çok bir lütuf sahibidir.
Yukardaki ayet meallerine sadece uhud harbinin gidişatını öğrenmek açısından bakmayıp , Allah cc nin harb ile ilgili olarak koymuş olduğu evrensel kuralın nasıl işlediği açısından baktığımız zaman önemli mesajların olduğu görülecektir. Bedir de galip gelen müslüman ordusunun , uhud yenilgisini hazırlayan olaylar ilgili ayetlerde anlatılarak galibiyet için gerekli olan şartların yerine getirilmeyerek gevşemek ve isyan etmek sureti ile mağlubiyetin geldiği anlatılmaktadır. Gevşeyen ve isyan eden müslüman ordusunun bu zaafından faydalanan müşrik ordusu müslümanlara galebe çalarak onları yenilgiye uğratmış olmalarını hadid s. 22-23. ayetlerine bağlayarak bu iki ayeti anlamak kolaylaşacaktır.
Hadid s. 22. ayeti arz üzerinde veya bizim üzerimizde meydana bir olayın belirli bir kural dahilinde sebeb sonuç ilişkisi kuralı dahilinde meydana geldiğini beyan ederek uhud harbi ayetleri örneğinde bunları göstermekte , 23. ayet ise kaybedilene üzülüp birbirini suçlamak yerine mağlubiyeti getiren sebebleri anlayıp böyle bir hatanın tekrar edilmemesi gerektiğini anlatmaktadır.
Hadid s. 22. ayetinde başımıza gelen olayın "bir kitapta olması" demek, bu olayın böyle olacağının önceden ezeli olarak yazılmış olduğu şeklinde anlaşılmasını gerektirmez. Burada Allah cc nin başımıza gelen olayları önceden bilmiş olması tartışmaları gündeme gelecek olup onun başımıza gelecek olanları önceden bilmesi ile olaylara müdahil olmaması birlikte düşünülmelidir, aksi takdirde madem böyle bir olayın başımıza geleceği önceden yazılmış bizim bu olayda herhangi bir suçumuz neden olsun deyip başımıza gelen olaylardaki suçu direk Allah cc ye yüklerizki bu çok yanlış bir durumdur.
Hadid s. 23. de "Şunun içinki gaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmiyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez" şeklinde buyurulması ile al-i imran 153-154. ayetleri ile bağlamak mümkündür. Bedir harbinde galip gelen ordunun bu savaştaki galibiyetinin onları kuru bir güvene sevketmemesi gerektiği sebeblere riayet etmemenin sonucunda böyle bir durum başlarına geldiği , ancak uhud yenilgisininde bitiş olarak görülmemesini hatırlatır. Al-i imran s. 140 da "günlerin insanlar arasında tedavül edilmesi" demek seçilmiş bir insan gurubu olmadığı müslüman ve kafir ayrımı olmadan oyunu kuralına göre oynayanın başarılı olacağı haberi verilmektedir. Rum s. ilk ayetleri bunun yaşanmış bir örneğini vererek iki kafir ordudan birinin Allah cc nin yardımı ile galip gelmiş olmasını ancak böyle izah edebiliriz.
Allah cc nin başımıza gelen olayları önceden bilmesi onun kendi sahasına giren bir durum olup , bizlerin bunu tartışmaktan ziyade kainat yasalarını okuyarak sebeb sonuç ilişkisi dahilinde olayların geliştiğini unutmadan sebeblere yapışmak olmalıdır. Allah cc ye "bilmezlik" gibi sıfat yakıştırmak kabul edilir bir şey olmamakla birlikte , kur'an ayetlerinde "kitab"(yazma) kelimesi ile ifade edilen ayetleri ezelden başımıza gelecek olan şeyin yazılması olarak değil kuralların konulmuş olması olarak anladığımızda bu tür tartışmalara gerek bile olmadığı görülecektir.
Hadid s. 22-23. ayetini, klasik anlamda başımıza gelenlerin ezelde yazıldığı şeklinde anlayarak uhud harbi ile ilişklendirecek olursak uhud harbi sonrası başımıza gelenlerde bizlerin bir suçu olmadığı nasılsa böyle bir mağlubiyetin önceden yazılmış olduğu siz ne yaparsanız yapın bu mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunun bildirilmesi gerekirdi , ama ayetlerde böyle bir anlatım asla görülmemekte , gelen yenilginin müslüman ordusunun zaafı neticesinde yani ordunun içindeki askerlerin gevşemesi neticesinde geldiği beyan edilmektedir.
Başımıza gelen herhangi iyi bir şeyi kendimizden , kötü bir şeyi kendi dışımızdaki birine yüklemek şeklinde işin içinden sıyırılarak mesuliyetten kaçmak insanın genel karaktedir. Kur'an geneline baktığımızda başımıza gelen herhangi bir olayın mesuliyetinden sıyrılmak için suçu başkasına atmayı müşriklerin bu şirklerini Allah cc ye yüklemelerinden anlamaktayız.
[006.148] Müşrikler, «Allah dileseydi babalarımız ve biz şirk koşmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık» diyecekler; onlardan öncekiler de, Bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara «Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz» de.
Allah cc sanki onlara müşrik olun şeklinde bir zorlamaya tabi tutmuş, onlarında bu zorlama neticesinde müşrik olduklarını beyan etmeleri , yaptıkları zulmü kendilerinin değil Allah cc nin ezelde yazdığı için işlediklerini söyleyen zalim emevi sultanlarının fikir babalarının kim oldukları enam s. 148 ve benzeri ayetlerde ortaya çıkmaktadır.
Allah cc insanları yaptıkları karşısında ahirette cennet veya cehennem ile karşılıklandırması , o insanların hak etmeleri sayesinde olduğu bir çok ayette beyan edilmektedir. Allah cc insanların cennete ve cehenneme gideceğini ezelde yazmış demek kişinin iradesini ortadan kaldırıcı bir düşünce olup haşa Allah cc nin adaleti ile bağdaşır bir durum değildir. Kullarının yaptıkları karşılığında nereye gideceğini önceden bilip bilmediği konusu bizlerin alanına giren bir konu olmayıp tartışmanın herhangi bir getirisi yoktur. Bu durum onun kendi alanına has bir durum olup oturup bunları konuşmak gereksiz fikir ayrılıklarını beraberinde getirecektir.
Kader konusunda yapmış olduğumuz hatalardan biriside kelimenin anlamının, "her şeyin üzerine konulmuş olan kurallar bütünü" olduğunu unutarak , Allah cc nin bilgisinin sınırları üzerinde mütalaalar yapmaktır. Bizler önce kul olarak sınırlarımızı tesbit etmek sonra bu sınırlara riayet etmek durumundayız. Allah cc nin yapacaklarımız önceden bilip bilmemesi tartışmalarını bu sınırları zorlamak olarak düşündüğümüzü , bu konu ile ilgili bilgilerin yine kur'anda mevcut olduğunu , yunan felsefesinden etkilenerek ortaya atılan düşüncelerin kur'ana onaylatılması olarak gördüğümüz zorlama düşünceler ile vakit kaybedilmemesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Hadid s. 22-23 ve benzeri ayetleri doğru anlamaya en büyük engel kur'ana rağmen ortaya atılmış kader inancını kur'ana onaylatma çabası çerçevesinde bir okumaya tabi tutup , bu düşüncelere payanda yapılmaya çalışılmasıdır. Herhangi bir dış fikir baz alınmadan sadece kur'an genelinde ayetleri tefekkür etmeye çalıştığımızda kaçamak düşünceleri onaylayan bir noter kitabı değil , yaşanan hayatı okumaya yarayan bir klavuz ortaya çıkacaktır.
Uhud harbi tarih içinde kalmış yaşanmış bitmiş hadise değil , o hadise içindeki olayların her zaman başımıza gelmesi muhtemel olaylar olup geçmişten ders çıkarmak şeklinde bir mesajı olduğu unutulmamalıdır. Müslümanlar olarak kendimizi seçilmiş has kullar olarak görmeyi bırakıp dünyadaki bütün insanlar için geçerli olan kuralların bizler içinde geçerli olduğunu unutmadan dün uhud harbini ve elimizdeki mushafta yazılı olan hadid s. 22. 23 ayetlerini bugünde birlikte okumamız gerekmektedir.
Yaşadığımız bu günler içinde özellikle israil tarafından filistinli müslümanlara uygulanan zulüm bizlerin uhud ve benzeri yenilgilerden ders çıkarmadığımızı göstermektedir. Bedir harbinde kurallara riayet ederek galip gelen ordunun , uhud harbinde kurallara riayet etmediği için yenilmesi kurallar dahilinde hareket eden kim olursa müslüman veya kafir farketmeden galip gelen tarafın o taraf olacağı hatırdan çıkarılmış, bugün israil ve benzeri müstekbirlerin nasıl alt edileceği ,kur'andan alınan örneklerle değil sadece sözlü dualar ile yapılabileceği şeklinde bir düşünce hasıl olmuş, fakat bu tür tek taraflı bir eylem oyunun kuralına uygun olmadığı için lafla peynir gemisi yürütülmeye çalışılır olmuştur.
Sonuç olarak ; hadid s. 22-23. ayetleri insanı başına gelenlerden Allah cc nin sorumlu olduğu inancına götüren ayetler değil , aksine başına gelenlerden insanın sorumlu olduğu ve arz üzerinde geçerli olan yasalar çerçevesinde cereyan eden olaylar olduğunu anlatmaktadır. Allah cc nin herşey üzerine bir kader koymuş olması demek geçerli olan yasalar anlamına gelmekte olup , bu yasalar onun "Errahman" ismi mucibince müslüman ve kafir ayrmı yapmadan bütün insanlar üzerinde geçerlidir. Geçmişimizdeki kara sayfaları yazanlar Allah cc nin ayetleri üzerinde oynamalar yaparak kendi karalıklarını örtmek için kullanmış olmaları kendi karalarını örtmemiş , ama bu güne bizlere öyle bir itikad düşüncesi aşılamışki silmek mümkün olmamaktadır. Allah cc kainata koymuş yasalarda en ufak bir boşluk olmadığı yaş kuru ne varsa bir kurala bağlı olduğunu hatırlatması bizlerin o kurallar çerçevesi içinde hareket etmemizi gerektirmektedir. Kur'anın canlı hayat içinden verilen örneklerle dolu mesajlar içermesi dikkate alınarak okunması sonucunda uhud harbi yaşanmış bitmiş bir harb değil sebeb sonuç ilişkisi içinde meydana gelmiş canlı örnek olarak evrensel mesajları olan bir olay , hadid s. 22-23. ayetlerinin bu ve benzeri olayların belirli yasalar içinde cereyan ettiğini anlatan ayetler olarak okumak kitabımızı ölü bir metin olarak değil canlı bir hayat klavuzu olarak okumamızı sağlayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Maksadımız kader konusunu irdelemekten ziyade bu konuya delil getirilen ayetlerden olan hadid s. 22-23. ayetlerini, yaşanmış bir olay olan uhud harbi ile bağını kurarak kur'an tarafından bakarak nasıl okunabileceğini görmektir. Kur'an klasik anlamda kader konusuna getirilen tarifi asla kabul etmemekle birlikte , ayetlerde geçen "yazmak" kelimesinin istismar edilmesi nedeniyle çok farklı bir boyuta çekildiği görülmektedir.
Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
[057.022] [E0] Ne Arzda, ne de nefislerinizde bir musıbet başa gelmezki biz onu fi'le çıkarmazdan evvel bir kitabda yazılmış olmasın, şübhesiz bu Allaha göre kolaydır.
Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum ve lâ tefrehû bi mâ âtâkum, vallâhu lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
[057.023] [E0] Şunun içinki gaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmiyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez.
Bu ve benzeri ayetler insanların haşa sanki Allah cc nin elinde bir kukla gibi onun istediği gibi , onların herhangi bir dahli olmadığı bir inanca yönlendirmiş ve büyük bir atalete düşürmüştür.
Kur'an yaşanan hayat içinde 23 sene içinde peyderpey inen bir kitap olması onun dinamik bir hayat içinden örnekleri olduğunu göstermesinin yanında , bizlerin bu örnekleri okuyarak hem itikadımızı hemde yol haritamızı çizmemizi sağlar. Uhud harbi yaşanmış bir örnek olup , bu harbin öncesi ve sonrası ile ilgili ayetler bizler için önemli mesajlar taşımaktadır.
Hadid s.22-23. ayetleri , Allah cc nin arz üzerinde koyduğu bir takım kurallar olduğunu , meydana gelen bütün olayların sebeb sonuç ilişkisi dahilinde cereyan ettiğini beyan etmesi bakımından okunduğu zaman, meydana gelen bazı olayların çalışma gayret etme gibi bir sebebe bağlanarak , başarı gibi bir sonuca nasıl gittiğini göstermesi açısından uhud harbi ile birlikte okunarak daha doğru anlaşılabilir. Uhud harbini en doğru olarak yine kur'andan al-i imran suresinde okuyabiliriz.
[003.121] Hani sen sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işiten ve bilendir.
[003.122] O zaman içinizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. İnananlar, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
[003.123] Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah size Bedir'de yardım etmişti. Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız.
[003.124] O zaman sen müminlere: «Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun.
[003.125] Evet. Sabreder, sakınırsanız ve onlar da üzerinize gelirlerse; Rabbınız, size nişanlı beşbin melekle yardım edecektir.
[003.126] Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.
[003.127] Küfredenlerden bir kolu kessin veya perişan etsin de hayal kırıklığına uğramış olarak dönüp gitsinler diye.
[003.128] Bu konuda senin yapabileceğin birşey yok. Allah ya onların tevbelerini kabul eder ya da zalimlikleri yüzünden onları azaba çarptırır.
[003.129] Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Uhud harbi öncesi diyebilecğimiz ayetler bu şekilde olup , harbin sonrasını anlatan ayetler şunlardır.
[003.140] Eğer siz (Uhud'da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez.
[003.141] Bu; Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.
[003.142] Yoksa içinizden Allah cihad edenleri ve sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?
[003.143] Andolsun ki, siz ölümü onunla karşılaşmadan evvel temenni ediyordunuz. İşte siz bekleyip durduğunuz halde onu görüverdiniz.
[003.144] Muhammed; sadece bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o, ölür veya öldürülürse; geriye mi döneceksiniz? Kim geriye dönerse; Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah, şükredenlerin mükafatını verecektir.
[003.145] Allah'ın izni olmaksızın hiç kimsenin ölmesi söz konusu değildir. O süresi belirli bir yazıya bağlıdır. Kim dünya kazancını isterse ona ondan veririz. Kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri ödüllendireceğiz.
[003.146] Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.
[003.147] Dedikleri ancak şu idi: «Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et».
[003.148] Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de ahiret nimetini de fazlasiyle verdi. Allah işlerini iyi yapanları sever.
[003.152] And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur.
[003.153] Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz; kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı. Allah, işlediklerinizden haberdardır.
[003.154] Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah'ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı. Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalblerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.
[003.155] İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak istemişti. Allah, and olsun ki, onları affetti. Allah bağışlayandır. Halim'dir.
[003.156] Ey İnananlar! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: «Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi» diyen inkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür.
[003.157] Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.
[003.158] And olsun ki, ölseniz de, öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız.
[003.159] Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.
[003.160] Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler.
[003.165] (Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi «Bu nasıl oluyor!» dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter.
[003.166] İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah'ın emriyleydi. Bu; mü'minleri belirtmek içindi.
[003.167] hem de münafıkları belli edeceği için ki, bunlara «Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!» denilmişti. Onlar: «Savaşmayı bilsek arkanızdan gelirdik» dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir.
[003.168] Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler. De ki: «Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın».
[003.169] Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.
[003.170] Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini, müjdelemek isterler.
[003.171] Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.
[003.172] Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve Peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır.
[003.173] İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.
[003.174] Sonra da kendilerine hiçbir keder dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah'ın hoşnutluğunun ardınca gittiler. Allah, daha da çok bir lütuf sahibidir.
Yukardaki ayet meallerine sadece uhud harbinin gidişatını öğrenmek açısından bakmayıp , Allah cc nin harb ile ilgili olarak koymuş olduğu evrensel kuralın nasıl işlediği açısından baktığımız zaman önemli mesajların olduğu görülecektir. Bedir de galip gelen müslüman ordusunun , uhud yenilgisini hazırlayan olaylar ilgili ayetlerde anlatılarak galibiyet için gerekli olan şartların yerine getirilmeyerek gevşemek ve isyan etmek sureti ile mağlubiyetin geldiği anlatılmaktadır. Gevşeyen ve isyan eden müslüman ordusunun bu zaafından faydalanan müşrik ordusu müslümanlara galebe çalarak onları yenilgiye uğratmış olmalarını hadid s. 22-23. ayetlerine bağlayarak bu iki ayeti anlamak kolaylaşacaktır.
Hadid s. 22. ayeti arz üzerinde veya bizim üzerimizde meydana bir olayın belirli bir kural dahilinde sebeb sonuç ilişkisi kuralı dahilinde meydana geldiğini beyan ederek uhud harbi ayetleri örneğinde bunları göstermekte , 23. ayet ise kaybedilene üzülüp birbirini suçlamak yerine mağlubiyeti getiren sebebleri anlayıp böyle bir hatanın tekrar edilmemesi gerektiğini anlatmaktadır.
Hadid s. 22. ayetinde başımıza gelen olayın "bir kitapta olması" demek, bu olayın böyle olacağının önceden ezeli olarak yazılmış olduğu şeklinde anlaşılmasını gerektirmez. Burada Allah cc nin başımıza gelen olayları önceden bilmiş olması tartışmaları gündeme gelecek olup onun başımıza gelecek olanları önceden bilmesi ile olaylara müdahil olmaması birlikte düşünülmelidir, aksi takdirde madem böyle bir olayın başımıza geleceği önceden yazılmış bizim bu olayda herhangi bir suçumuz neden olsun deyip başımıza gelen olaylardaki suçu direk Allah cc ye yüklerizki bu çok yanlış bir durumdur.
Hadid s. 23. de "Şunun içinki gaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmiyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez" şeklinde buyurulması ile al-i imran 153-154. ayetleri ile bağlamak mümkündür. Bedir harbinde galip gelen ordunun bu savaştaki galibiyetinin onları kuru bir güvene sevketmemesi gerektiği sebeblere riayet etmemenin sonucunda böyle bir durum başlarına geldiği , ancak uhud yenilgisininde bitiş olarak görülmemesini hatırlatır. Al-i imran s. 140 da "günlerin insanlar arasında tedavül edilmesi" demek seçilmiş bir insan gurubu olmadığı müslüman ve kafir ayrımı olmadan oyunu kuralına göre oynayanın başarılı olacağı haberi verilmektedir. Rum s. ilk ayetleri bunun yaşanmış bir örneğini vererek iki kafir ordudan birinin Allah cc nin yardımı ile galip gelmiş olmasını ancak böyle izah edebiliriz.
Allah cc nin başımıza gelen olayları önceden bilmesi onun kendi sahasına giren bir durum olup , bizlerin bunu tartışmaktan ziyade kainat yasalarını okuyarak sebeb sonuç ilişkisi dahilinde olayların geliştiğini unutmadan sebeblere yapışmak olmalıdır. Allah cc ye "bilmezlik" gibi sıfat yakıştırmak kabul edilir bir şey olmamakla birlikte , kur'an ayetlerinde "kitab"(yazma) kelimesi ile ifade edilen ayetleri ezelden başımıza gelecek olan şeyin yazılması olarak değil kuralların konulmuş olması olarak anladığımızda bu tür tartışmalara gerek bile olmadığı görülecektir.
Hadid s. 22-23. ayetini, klasik anlamda başımıza gelenlerin ezelde yazıldığı şeklinde anlayarak uhud harbi ile ilişklendirecek olursak uhud harbi sonrası başımıza gelenlerde bizlerin bir suçu olmadığı nasılsa böyle bir mağlubiyetin önceden yazılmış olduğu siz ne yaparsanız yapın bu mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunun bildirilmesi gerekirdi , ama ayetlerde böyle bir anlatım asla görülmemekte , gelen yenilginin müslüman ordusunun zaafı neticesinde yani ordunun içindeki askerlerin gevşemesi neticesinde geldiği beyan edilmektedir.
Başımıza gelen herhangi iyi bir şeyi kendimizden , kötü bir şeyi kendi dışımızdaki birine yüklemek şeklinde işin içinden sıyırılarak mesuliyetten kaçmak insanın genel karaktedir. Kur'an geneline baktığımızda başımıza gelen herhangi bir olayın mesuliyetinden sıyrılmak için suçu başkasına atmayı müşriklerin bu şirklerini Allah cc ye yüklemelerinden anlamaktayız.
[006.148] Müşrikler, «Allah dileseydi babalarımız ve biz şirk koşmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık» diyecekler; onlardan öncekiler de, Bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara «Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz» de.
Allah cc sanki onlara müşrik olun şeklinde bir zorlamaya tabi tutmuş, onlarında bu zorlama neticesinde müşrik olduklarını beyan etmeleri , yaptıkları zulmü kendilerinin değil Allah cc nin ezelde yazdığı için işlediklerini söyleyen zalim emevi sultanlarının fikir babalarının kim oldukları enam s. 148 ve benzeri ayetlerde ortaya çıkmaktadır.
Allah cc insanları yaptıkları karşısında ahirette cennet veya cehennem ile karşılıklandırması , o insanların hak etmeleri sayesinde olduğu bir çok ayette beyan edilmektedir. Allah cc insanların cennete ve cehenneme gideceğini ezelde yazmış demek kişinin iradesini ortadan kaldırıcı bir düşünce olup haşa Allah cc nin adaleti ile bağdaşır bir durum değildir. Kullarının yaptıkları karşılığında nereye gideceğini önceden bilip bilmediği konusu bizlerin alanına giren bir konu olmayıp tartışmanın herhangi bir getirisi yoktur. Bu durum onun kendi alanına has bir durum olup oturup bunları konuşmak gereksiz fikir ayrılıklarını beraberinde getirecektir.
Kader konusunda yapmış olduğumuz hatalardan biriside kelimenin anlamının, "her şeyin üzerine konulmuş olan kurallar bütünü" olduğunu unutarak , Allah cc nin bilgisinin sınırları üzerinde mütalaalar yapmaktır. Bizler önce kul olarak sınırlarımızı tesbit etmek sonra bu sınırlara riayet etmek durumundayız. Allah cc nin yapacaklarımız önceden bilip bilmemesi tartışmalarını bu sınırları zorlamak olarak düşündüğümüzü , bu konu ile ilgili bilgilerin yine kur'anda mevcut olduğunu , yunan felsefesinden etkilenerek ortaya atılan düşüncelerin kur'ana onaylatılması olarak gördüğümüz zorlama düşünceler ile vakit kaybedilmemesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Hadid s. 22-23 ve benzeri ayetleri doğru anlamaya en büyük engel kur'ana rağmen ortaya atılmış kader inancını kur'ana onaylatma çabası çerçevesinde bir okumaya tabi tutup , bu düşüncelere payanda yapılmaya çalışılmasıdır. Herhangi bir dış fikir baz alınmadan sadece kur'an genelinde ayetleri tefekkür etmeye çalıştığımızda kaçamak düşünceleri onaylayan bir noter kitabı değil , yaşanan hayatı okumaya yarayan bir klavuz ortaya çıkacaktır.
Uhud harbi tarih içinde kalmış yaşanmış bitmiş hadise değil , o hadise içindeki olayların her zaman başımıza gelmesi muhtemel olaylar olup geçmişten ders çıkarmak şeklinde bir mesajı olduğu unutulmamalıdır. Müslümanlar olarak kendimizi seçilmiş has kullar olarak görmeyi bırakıp dünyadaki bütün insanlar için geçerli olan kuralların bizler içinde geçerli olduğunu unutmadan dün uhud harbini ve elimizdeki mushafta yazılı olan hadid s. 22. 23 ayetlerini bugünde birlikte okumamız gerekmektedir.
Yaşadığımız bu günler içinde özellikle israil tarafından filistinli müslümanlara uygulanan zulüm bizlerin uhud ve benzeri yenilgilerden ders çıkarmadığımızı göstermektedir. Bedir harbinde kurallara riayet ederek galip gelen ordunun , uhud harbinde kurallara riayet etmediği için yenilmesi kurallar dahilinde hareket eden kim olursa müslüman veya kafir farketmeden galip gelen tarafın o taraf olacağı hatırdan çıkarılmış, bugün israil ve benzeri müstekbirlerin nasıl alt edileceği ,kur'andan alınan örneklerle değil sadece sözlü dualar ile yapılabileceği şeklinde bir düşünce hasıl olmuş, fakat bu tür tek taraflı bir eylem oyunun kuralına uygun olmadığı için lafla peynir gemisi yürütülmeye çalışılır olmuştur.
Sonuç olarak ; hadid s. 22-23. ayetleri insanı başına gelenlerden Allah cc nin sorumlu olduğu inancına götüren ayetler değil , aksine başına gelenlerden insanın sorumlu olduğu ve arz üzerinde geçerli olan yasalar çerçevesinde cereyan eden olaylar olduğunu anlatmaktadır. Allah cc nin herşey üzerine bir kader koymuş olması demek geçerli olan yasalar anlamına gelmekte olup , bu yasalar onun "Errahman" ismi mucibince müslüman ve kafir ayrmı yapmadan bütün insanlar üzerinde geçerlidir. Geçmişimizdeki kara sayfaları yazanlar Allah cc nin ayetleri üzerinde oynamalar yaparak kendi karalıklarını örtmek için kullanmış olmaları kendi karalarını örtmemiş , ama bu güne bizlere öyle bir itikad düşüncesi aşılamışki silmek mümkün olmamaktadır. Allah cc kainata koymuş yasalarda en ufak bir boşluk olmadığı yaş kuru ne varsa bir kurala bağlı olduğunu hatırlatması bizlerin o kurallar çerçevesi içinde hareket etmemizi gerektirmektedir. Kur'anın canlı hayat içinden verilen örneklerle dolu mesajlar içermesi dikkate alınarak okunması sonucunda uhud harbi yaşanmış bitmiş bir harb değil sebeb sonuç ilişkisi içinde meydana gelmiş canlı örnek olarak evrensel mesajları olan bir olay , hadid s. 22-23. ayetlerinin bu ve benzeri olayların belirli yasalar içinde cereyan ettiğini anlatan ayetler olarak okumak kitabımızı ölü bir metin olarak değil canlı bir hayat klavuzu olarak okumamızı sağlayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
17 Temmuz 2014 Perşembe
Meal ve Tefsir Yolu ile Kur'ana İstediğini Söyletmek
Kur'anın iniş dili arapça olması nedeniyle bu dilinde başka dili konuşanların bu kitabı anlamaları , arapçayı öğrenmek veya arapçayı bilen birisinin yaptığı çeviriyi okumaktır. Tefsirler ise kur'an ayetlerinin daha açık ve geniş olarak yorumlanması olarak tarif edebileceğimiz bir çalışma türü olup, insanların kur'anı öğrenmeleri için önlerine konulmuş hazır lokma diyebileceğimiz kitaplardır.
Yazımızın amacı hiç bir meal ve tefsiri mahkum etmek amacı taşımamakla birlikte , bunlardaki bazı sorunlara dikkat çekmek amaçlıdır. Din konusunda yazılmış eserlerin okunarak bilgi sahibi olunması doğal, hatta kaçınılmaz bir durumdur. Yanlış olan durum , okunan bu eserlerin göklere çıkarılma derecesine varıp nihai düşünce veya bunun üzerine başka düşünce asla olamaz vs gibi bir seviyede görülmüş olmaya başlanılmasıdır. Din konusunda yazılmış eserler, yazan kişinin yorumu olup hata olma ihtimali taşıması bu eserlerin yüceltilerek temel eser haline getirilmemesini gerektirir. Müslümanlar olarak başta gelen yanlışlarımızdan biri olarak bu durum karşımızda durmakta ve , herhangi bir şahsın din konusunda yazdığı eserler onu sevenleri tarafından neredeyse putlaştırılmış ve Allah cc nin kitabının önüne geçirilmiştir.
Bu yanlışı ortadan kaldırmanın şu an içinde bulunduğumuz duruma göre kolay bir olmadığı görülmektedir. Herkesin kendi yanında olan kitapla din konusunda karşısındakine galebe çalmaya çalışması, haliyle fırkacılığı beraberinde getirmiştir. Bunu tamamen ortadan kaldırmak mümkün görülmemekle beraber en aza indirmek gibi bir çalışma içine girilebilir.
Din konusunda en temel eseri, Allah cc nin kitabı olarak görmediğimiz, din konusunda yazılan eserlerin hepsinin yazan kişinin düşüncesinin yansıması olduğunu kabul etmediğimiz , yazılan bu eserleri kur'an ile uyum sağlayıp sağlamadığı konusunu gözden ırak tutmadığımız müddetçe aramızdaki ayrılıklar hiç bir zaman azalmaz , aksine dahada derinleşerek devam eder. Kur'an tefsiri adı ile yazılan eserlerde yapılan tefsirin , kişisel görüş olduğu hiç bir zaman unutulmadan, yazılmış olan tefsiri Allah cc nin murat ettiği anlam olarak görmek bizleri yanlış düşüncelere sevkedebilir. Tefsir okuyucusu , okuduğu tefsirdeki ayet yorumlarını Allah cc nin dediği şeklinde anlamak yerine , kişisel yorum olduğunu hatırdan çıkarmaz ve yapılan yorumda hata olma ihtimalini göz ardı etmeden okur ise o tefsiri, kur'an gibi görmek tehlikesine düşmemiş olur.
Aynı durum kur'an çevirileri içinde geçerlidir,son yıllarda hayli çoğalan kur'an çevirilerine baktığımızda benzer sorunlarla karşılaşılmaktadır. Öncelikle şunu belirtmek isterizki herhangi bir şahsın mealini yüceltmek,herhangi bir şahsın mealini kötülemek gibi bir niyet ile kaleme alınmış bir yazı değildir, ancak her fırkanın kendi mealini oluşturup başka mealleri kabul etmemek gibi bir duruma düşülmüş olması işin vehametinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Kur'anın fırka ,mezhep,meşrep vs gibi ayrılıkları tasvip etmeyen ayetlerinin okunarak fırkalara özel meal yapılmış olmasının bu mealleri yapanların , öncelledikleri konunun ayetin doğru çevirisinden çok tabi olduğu mezhebin veya meşrebin görüşlerine uygun olması şeklinde bir ön kabulden yola çıkarak meal yapması kabul edilebilir bir şey değildir.
Bu mealleri yapanlar israiloğulları ile ilgili ayetlerdeki onların tevrata yapmış oldukları muameleyi okuyup aynı muameleyi endirek olarak kur'ana yapmalarının vebali büyük olup hesab günü bunun hesabını vermeleri kolay değildir. İsrailoğulları kendi kitaplarını metin olarak tahrif ederek bu işi yapmışlar , müslümanların bir kısmı metni korunan kitaplarını mealler üzerinden tahrif ederek anlamını çarpıtmışlar , o meali okuyan kişi çarpıtılmış meali sanki Allah cc nin kelamı gibi kabul etmiş, okuduğu çeviriyi asli çeviri zannedip, bir başka mealdeki farklı çeviri doğru olsa bile kabul etmeme durumuna düşmüştür.
Yazmızda yapılmış olan yanlış meallerden örnekler vererek o meali yapan kişileri zan altında bırakmaktan ziyade genel durum tesbiti yaparak , bu sağlıksız durumu nasıl ortadan kaldırabiliriz ? sorusunun cevabını aramaya çalışacağız.
Kur'an meali yapmaya soyunan kişinin sadece arapçayı bilmesi yeterli değildir, sadece arapça ile iş bitseydi bütün arapların en iyi müfessir olması gerekirdi. Meal hazırlama iddiasında olan kişinin "kur'an bütünlüğü" deyiminin içini çok iyi doldurması ve kur'ana hakimiyeti son derece yüksek olmalı ve ayetler arasındaki bağlantıyı çok iyi kavrayabilmelidir. Gördüğümüz meallerde yapılan bu tür hatalar, kur'an bütünlüğü dediğimiz şeyin ,ayetler arası anlam birliği konusundaki yapılan yanlışları gördükçe bunun olmazsa olmazlardan olduğunun bilinmesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Kur'an meali yapmaya soyuna kişinin , fırka mezhep , meşrep görüşlerini baz alarak kur'an meali yapması demek kur'anın tahrifi tehlikesini beraberinde getirmesi tehlikesini taşıması açısından dikkat edilmesi bir durumdur. İşin vehameti o kadar büyük boyutlara ulaşmıştırki her fırkanın büyüğü o fırkanın okuyacağı bir meal yapmış ve o fırka bu meali en doğru meal olarak görmekte ve hata payı asla bırakmamaktadır. Bu tür hatalarını somut örnekler ile vermeye kalkmak yazının hacmini büyültmesi ve kişiselleştirme açısından olaya yaklaşmadığımız için genel durum değerlendirmesi yapmakla yetineceğiz.
Mezhep ve meşrep taassubu ile yapılan mealler öyle bir kural tanımazlık şeklinde yapılır olmuşki ne gramer kaideleri , nede kur'an bütünlüğüne uyup uymaması gibi düşünce içinde olamadan yapılır olmuştur, masum okuyucu böyle yapılan bir kur'an ayeti çevirisini kur'andan zannedip okur olmuştur.
Yorumu merkeze alan kur'an çevirileri bu konuda biraz daha geniş davranma yetkisini aldıklarını zannederek ayetin orjinal metni üzerinden değilde , orjinal metinden anladıklarını meal adı altında yazıp neredeyse tefsir yapacak kadar uzun ayet mealleri yapmış olmaları dikkat çekicidir. Bu tür meallerin tamamını red etmesekte tasvip ettiğimizide söyleyemeyiz , çünkü bazılarının elinde çok tehlikeli bir silah olarak kullanılma ihitmali yüksek olan bir meal tarzı olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Metne sadık kalarak yapılan kur'an meallerinin gramer kaideleri ve kelimenin aslına sadık kalınarak yapılması açısından saha sağlıklı olduğunu ,yorum merkezli meal çevirilerine göre çeviriyi yapan kişinin kişisel tercihinin ikinci planda kaldığı bir meal türü olması nedeni ile meal okuyucularına tavsiye etmekteyiz.
"Kur'anın ne söylediği değil ne söylemek istediği önemlidir" sloganı , kur'ana istediğini söyletmek isteyenlerin elinde önemli bir slogan haline gelmiştir. Kendi düşüncesini, "kur'an bunu demek istiyor" şeklinde lanse edenlerden özellikle kaçınılmasını tavsiye etmekteyiz, çünkü bu tür insanların istisnası olmakla bir çoğu kendi yanlış düşüncelerinin insanlar tarafından kabul görmesi için böyle bir slogan arkasına saklanmaktadırlar.
Kişisel yanlışları ortaya koymak tek taraflı bir gerçeği ortaya çıkarmış olmanın yanısıra çare sunmanın gereğininde unutulmamasını gerektirir, herkes bir şekilde yaptığı hatadan dolayı eleştiriye tabi tutulabilir ama doğru olduğu düşünülen şeyin ne olduğu ortaya konulmaldırki okuyucu iki arada bir derede misali ortada kalmasın. Yapılan meallerden sonra , bu mealleri okuyanlar nasıl bir gözle mealleri okumalıdırlarki , bilerek yada bilmeyerek yapılan yanlışlar görülebilsin , yapılan ayet meali kişinin o ayet ile ilgili anlayışının bir sonucu olduğu düşünülüp hata ihtimali her zaman akılda tutulsun .
Kur'ana hakimiyet , illaki kur'anı defalarca okumak ile elde edilelebilecek bir şeydir, okunurken tek bir mealden değil farklı meallerden okunarak elde edilen bir hakimiyet, yapılan farklı ayet meallerindeki hatayı ortaya çıkarması açısından doğru bir yoldur. Kur'anı anlamaya soyunan bir kişi önce kendi kafasındaki ön kabulleri atarak okumaya başladığı bir kur'anın onu ne kadar değiştireceği görecek ve fırkacılık taassubu içinde yapılan meallerdeki cinayetleri görerek , dün o fırkanın yılmaz bir savaşçısı olan kişinin , bugün o ve benzeri bütün fırkalara düşman bir savaşçı olduğunu kendi üzerinde görecektir.
Kur'an kendisini anlama metodunu yine kendi içinde anlatan bir kitabtır , kimsenin "kur'anı anlama metodu" başlığı altında metodlar sunarak okuyucuları kendi anlayışını kur'an zannettirmeye hakkı yoktur. Bu yazıyı yazan kişi dahil herkes bir şekilde kur'an adına söz söyleyemeye soyunabilir , ancak hiç kimse kendi anlayışını "kur'an işte bunu diyor" şeklinde dikte etmeye hakkı yoktur. Kişiler okudukları ayetler ile ilgili yorumlarda bulunma hakkına sahip olmakla birlikte okudukları ayetlerdeki yorumların kendilerini bağladığını karşısındaki insanların bu yorumlara katılmak veya katılmamak gibi bir hakları olduğunu asla unutmamalıdır.
Müslümanlar olarak kendimiz hakkında bir öz eleştiri yapacak olursak ; genelde okumayı araştırmayı sevmeyen bir topluluk olmamız , bizim yerimize bir başkasının okuyup araştırmış olması , bizim o araştırmayı sahiplenerek kendi görüşümüz olarak sunmamız yani kolay olanı seçmemiz bizlerin müritlik psikolojisinden kurtulamadığımızı göstermektedir. Bu açığı gören bazı uyanıklar müritlik itiyadında olan bazılarımızı rahatlıkla elde edebilmekte ve onları çeşitli yollarla etkileyerek kendilerinin her dediğini onlara yutturabilmektedirler. Bu durum kur'anı öncellediğini ve şeyh mürit ilişkisinin hakim olduğu tasavvufa soşiddetli bir biçimde karşı çıkanlar içinde bir tehlike olarak karşımızdadır.
Kur'anı okuyarak bir şekilde düşünce sahibi olan zevatın bir kısmı bu düşüncelerini satmak için bir çeşit şeyhliğe soyunmakta , kur'an hakkında orjinal!! düşünce arayan bir takım saf müslümanlarda bu düşüncelerin doğruluğunu araştırmadan sahiplenerek kraldan fazla kralcı bir yaklaşım sergileyerek modern bir tarikat yapısı oluşturmaktadırlar.
Kur'an anlayışları açısından kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan bir halde olmamız en çok bu konuda kararsız ve araştırma evresinde olanları sıkıntıya sokmaktadır, farklı yorumlar karşısında ne yapacağını ve hangi yorumu kabul edeceğini şaşırmış olan insanlara yol göstermek maksadı ile , şuraya,buraya veya bana gel demek yerine ona başkalarının düşüncelerinden arınmış olarak kur'ana yaklaşmalarını karşısına çıkan düşüncelerin hepsinin kendi okuması sonucu elde ettiği bilgi birikimi ile karşılaştırmasını tavsiye etmekteyiz. Her gün bir balık vererek kişileri kendisine muhtaç bırakmak yöntemi ile müritlerinden ayrılmak istemeyenlere karşı , balık tutmasını öğreterek kimseye muhtaç olmayan bir talebe neslinin yetişmiş olması en çok kerameti kendinden menkul şeyh efendileri rahatsız edecektir.
Misalen; benim okuduğum kur'an anlayışına göre karşısındaki düşünceyi karşılaştıran kişi ,eğer benim düşüncemde bir hata var ise o hataya göre karşılaştırma yapacağından doğru bir sonuca varamaz, başkasının okuduğu kur'an anlayışı ile karşısındakini karşılaştırmakta aynı sonucu getirecek olup , kişinin kendi okuduğu kur'an sonucunda vardığı karar ile karşısındakinin düşüncesini değerlendirmesi kişiyi bağımlı haline getirmekten kurtaracaktır. Bu durumun daha fazla farklı anlayışlara yol açma tehlikesi olduğu düşünülmemeli aksine , kur'an içinden çıkarılmış bir düşünce metodu ile okunan kur'anda kişisel farklı düşüncelerin en aza indirgendiği görülecektir.
Sonuç olarak; Allah cc nin dinini öğrenerek hayatına yansıtmak isteyen kişi bu dini öğrenmek için , dinin temel kaynağı olan kur'an ile ilgili yapılmış olan tefsir ve mealleri okuyacak olması bu bilgi kaynakları konusunda ön fikir sahibi olmasını gerektirmektedir. Fırka taassubu içinde yapılan meal ve tefsirler okuyucunun dinin öğrenmesini değil dinin yanlış öğrenmesine sebeb olacak eserler olması tehlikesinin iyi bilinerek bu düşünce içinde yapılmış olan meal ve tefsirler ile kafaların doldurulmaması gerekmektedir. Meal ve tefsir kirliliği içinde bir durumda olduğumuz unutulmadan , kişiler aşağılama ve yüceltme gibi işlemlere tabi tutulmadan din hakkında yazdıkları , her türlü kirlilikten arınmış saf bir kur'an anlayışı ile okunup iyice tetkik edilmelidir.Yazımızın amacı bütün meal ve tefsirleri mahkum etmek amaçlı olmayıp meal ve tefsirlerdeki bu tür yaklaşımlara dikkat çekmek amaçlıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Yazımızın amacı hiç bir meal ve tefsiri mahkum etmek amacı taşımamakla birlikte , bunlardaki bazı sorunlara dikkat çekmek amaçlıdır. Din konusunda yazılmış eserlerin okunarak bilgi sahibi olunması doğal, hatta kaçınılmaz bir durumdur. Yanlış olan durum , okunan bu eserlerin göklere çıkarılma derecesine varıp nihai düşünce veya bunun üzerine başka düşünce asla olamaz vs gibi bir seviyede görülmüş olmaya başlanılmasıdır. Din konusunda yazılmış eserler, yazan kişinin yorumu olup hata olma ihtimali taşıması bu eserlerin yüceltilerek temel eser haline getirilmemesini gerektirir. Müslümanlar olarak başta gelen yanlışlarımızdan biri olarak bu durum karşımızda durmakta ve , herhangi bir şahsın din konusunda yazdığı eserler onu sevenleri tarafından neredeyse putlaştırılmış ve Allah cc nin kitabının önüne geçirilmiştir.
Bu yanlışı ortadan kaldırmanın şu an içinde bulunduğumuz duruma göre kolay bir olmadığı görülmektedir. Herkesin kendi yanında olan kitapla din konusunda karşısındakine galebe çalmaya çalışması, haliyle fırkacılığı beraberinde getirmiştir. Bunu tamamen ortadan kaldırmak mümkün görülmemekle beraber en aza indirmek gibi bir çalışma içine girilebilir.
Din konusunda en temel eseri, Allah cc nin kitabı olarak görmediğimiz, din konusunda yazılan eserlerin hepsinin yazan kişinin düşüncesinin yansıması olduğunu kabul etmediğimiz , yazılan bu eserleri kur'an ile uyum sağlayıp sağlamadığı konusunu gözden ırak tutmadığımız müddetçe aramızdaki ayrılıklar hiç bir zaman azalmaz , aksine dahada derinleşerek devam eder. Kur'an tefsiri adı ile yazılan eserlerde yapılan tefsirin , kişisel görüş olduğu hiç bir zaman unutulmadan, yazılmış olan tefsiri Allah cc nin murat ettiği anlam olarak görmek bizleri yanlış düşüncelere sevkedebilir. Tefsir okuyucusu , okuduğu tefsirdeki ayet yorumlarını Allah cc nin dediği şeklinde anlamak yerine , kişisel yorum olduğunu hatırdan çıkarmaz ve yapılan yorumda hata olma ihtimalini göz ardı etmeden okur ise o tefsiri, kur'an gibi görmek tehlikesine düşmemiş olur.
Aynı durum kur'an çevirileri içinde geçerlidir,son yıllarda hayli çoğalan kur'an çevirilerine baktığımızda benzer sorunlarla karşılaşılmaktadır. Öncelikle şunu belirtmek isterizki herhangi bir şahsın mealini yüceltmek,herhangi bir şahsın mealini kötülemek gibi bir niyet ile kaleme alınmış bir yazı değildir, ancak her fırkanın kendi mealini oluşturup başka mealleri kabul etmemek gibi bir duruma düşülmüş olması işin vehametinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Kur'anın fırka ,mezhep,meşrep vs gibi ayrılıkları tasvip etmeyen ayetlerinin okunarak fırkalara özel meal yapılmış olmasının bu mealleri yapanların , öncelledikleri konunun ayetin doğru çevirisinden çok tabi olduğu mezhebin veya meşrebin görüşlerine uygun olması şeklinde bir ön kabulden yola çıkarak meal yapması kabul edilebilir bir şey değildir.
Bu mealleri yapanlar israiloğulları ile ilgili ayetlerdeki onların tevrata yapmış oldukları muameleyi okuyup aynı muameleyi endirek olarak kur'ana yapmalarının vebali büyük olup hesab günü bunun hesabını vermeleri kolay değildir. İsrailoğulları kendi kitaplarını metin olarak tahrif ederek bu işi yapmışlar , müslümanların bir kısmı metni korunan kitaplarını mealler üzerinden tahrif ederek anlamını çarpıtmışlar , o meali okuyan kişi çarpıtılmış meali sanki Allah cc nin kelamı gibi kabul etmiş, okuduğu çeviriyi asli çeviri zannedip, bir başka mealdeki farklı çeviri doğru olsa bile kabul etmeme durumuna düşmüştür.
Yazmızda yapılmış olan yanlış meallerden örnekler vererek o meali yapan kişileri zan altında bırakmaktan ziyade genel durum tesbiti yaparak , bu sağlıksız durumu nasıl ortadan kaldırabiliriz ? sorusunun cevabını aramaya çalışacağız.
Kur'an meali yapmaya soyunan kişinin sadece arapçayı bilmesi yeterli değildir, sadece arapça ile iş bitseydi bütün arapların en iyi müfessir olması gerekirdi. Meal hazırlama iddiasında olan kişinin "kur'an bütünlüğü" deyiminin içini çok iyi doldurması ve kur'ana hakimiyeti son derece yüksek olmalı ve ayetler arasındaki bağlantıyı çok iyi kavrayabilmelidir. Gördüğümüz meallerde yapılan bu tür hatalar, kur'an bütünlüğü dediğimiz şeyin ,ayetler arası anlam birliği konusundaki yapılan yanlışları gördükçe bunun olmazsa olmazlardan olduğunun bilinmesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Kur'an meali yapmaya soyuna kişinin , fırka mezhep , meşrep görüşlerini baz alarak kur'an meali yapması demek kur'anın tahrifi tehlikesini beraberinde getirmesi tehlikesini taşıması açısından dikkat edilmesi bir durumdur. İşin vehameti o kadar büyük boyutlara ulaşmıştırki her fırkanın büyüğü o fırkanın okuyacağı bir meal yapmış ve o fırka bu meali en doğru meal olarak görmekte ve hata payı asla bırakmamaktadır. Bu tür hatalarını somut örnekler ile vermeye kalkmak yazının hacmini büyültmesi ve kişiselleştirme açısından olaya yaklaşmadığımız için genel durum değerlendirmesi yapmakla yetineceğiz.
Mezhep ve meşrep taassubu ile yapılan mealler öyle bir kural tanımazlık şeklinde yapılır olmuşki ne gramer kaideleri , nede kur'an bütünlüğüne uyup uymaması gibi düşünce içinde olamadan yapılır olmuştur, masum okuyucu böyle yapılan bir kur'an ayeti çevirisini kur'andan zannedip okur olmuştur.
Yorumu merkeze alan kur'an çevirileri bu konuda biraz daha geniş davranma yetkisini aldıklarını zannederek ayetin orjinal metni üzerinden değilde , orjinal metinden anladıklarını meal adı altında yazıp neredeyse tefsir yapacak kadar uzun ayet mealleri yapmış olmaları dikkat çekicidir. Bu tür meallerin tamamını red etmesekte tasvip ettiğimizide söyleyemeyiz , çünkü bazılarının elinde çok tehlikeli bir silah olarak kullanılma ihitmali yüksek olan bir meal tarzı olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Metne sadık kalarak yapılan kur'an meallerinin gramer kaideleri ve kelimenin aslına sadık kalınarak yapılması açısından saha sağlıklı olduğunu ,yorum merkezli meal çevirilerine göre çeviriyi yapan kişinin kişisel tercihinin ikinci planda kaldığı bir meal türü olması nedeni ile meal okuyucularına tavsiye etmekteyiz.
"Kur'anın ne söylediği değil ne söylemek istediği önemlidir" sloganı , kur'ana istediğini söyletmek isteyenlerin elinde önemli bir slogan haline gelmiştir. Kendi düşüncesini, "kur'an bunu demek istiyor" şeklinde lanse edenlerden özellikle kaçınılmasını tavsiye etmekteyiz, çünkü bu tür insanların istisnası olmakla bir çoğu kendi yanlış düşüncelerinin insanlar tarafından kabul görmesi için böyle bir slogan arkasına saklanmaktadırlar.
Kişisel yanlışları ortaya koymak tek taraflı bir gerçeği ortaya çıkarmış olmanın yanısıra çare sunmanın gereğininde unutulmamasını gerektirir, herkes bir şekilde yaptığı hatadan dolayı eleştiriye tabi tutulabilir ama doğru olduğu düşünülen şeyin ne olduğu ortaya konulmaldırki okuyucu iki arada bir derede misali ortada kalmasın. Yapılan meallerden sonra , bu mealleri okuyanlar nasıl bir gözle mealleri okumalıdırlarki , bilerek yada bilmeyerek yapılan yanlışlar görülebilsin , yapılan ayet meali kişinin o ayet ile ilgili anlayışının bir sonucu olduğu düşünülüp hata ihtimali her zaman akılda tutulsun .
Kur'ana hakimiyet , illaki kur'anı defalarca okumak ile elde edilelebilecek bir şeydir, okunurken tek bir mealden değil farklı meallerden okunarak elde edilen bir hakimiyet, yapılan farklı ayet meallerindeki hatayı ortaya çıkarması açısından doğru bir yoldur. Kur'anı anlamaya soyunan bir kişi önce kendi kafasındaki ön kabulleri atarak okumaya başladığı bir kur'anın onu ne kadar değiştireceği görecek ve fırkacılık taassubu içinde yapılan meallerdeki cinayetleri görerek , dün o fırkanın yılmaz bir savaşçısı olan kişinin , bugün o ve benzeri bütün fırkalara düşman bir savaşçı olduğunu kendi üzerinde görecektir.
Kur'an kendisini anlama metodunu yine kendi içinde anlatan bir kitabtır , kimsenin "kur'anı anlama metodu" başlığı altında metodlar sunarak okuyucuları kendi anlayışını kur'an zannettirmeye hakkı yoktur. Bu yazıyı yazan kişi dahil herkes bir şekilde kur'an adına söz söyleyemeye soyunabilir , ancak hiç kimse kendi anlayışını "kur'an işte bunu diyor" şeklinde dikte etmeye hakkı yoktur. Kişiler okudukları ayetler ile ilgili yorumlarda bulunma hakkına sahip olmakla birlikte okudukları ayetlerdeki yorumların kendilerini bağladığını karşısındaki insanların bu yorumlara katılmak veya katılmamak gibi bir hakları olduğunu asla unutmamalıdır.
Müslümanlar olarak kendimiz hakkında bir öz eleştiri yapacak olursak ; genelde okumayı araştırmayı sevmeyen bir topluluk olmamız , bizim yerimize bir başkasının okuyup araştırmış olması , bizim o araştırmayı sahiplenerek kendi görüşümüz olarak sunmamız yani kolay olanı seçmemiz bizlerin müritlik psikolojisinden kurtulamadığımızı göstermektedir. Bu açığı gören bazı uyanıklar müritlik itiyadında olan bazılarımızı rahatlıkla elde edebilmekte ve onları çeşitli yollarla etkileyerek kendilerinin her dediğini onlara yutturabilmektedirler. Bu durum kur'anı öncellediğini ve şeyh mürit ilişkisinin hakim olduğu tasavvufa soşiddetli bir biçimde karşı çıkanlar içinde bir tehlike olarak karşımızdadır.
Kur'anı okuyarak bir şekilde düşünce sahibi olan zevatın bir kısmı bu düşüncelerini satmak için bir çeşit şeyhliğe soyunmakta , kur'an hakkında orjinal!! düşünce arayan bir takım saf müslümanlarda bu düşüncelerin doğruluğunu araştırmadan sahiplenerek kraldan fazla kralcı bir yaklaşım sergileyerek modern bir tarikat yapısı oluşturmaktadırlar.
Kur'an anlayışları açısından kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan bir halde olmamız en çok bu konuda kararsız ve araştırma evresinde olanları sıkıntıya sokmaktadır, farklı yorumlar karşısında ne yapacağını ve hangi yorumu kabul edeceğini şaşırmış olan insanlara yol göstermek maksadı ile , şuraya,buraya veya bana gel demek yerine ona başkalarının düşüncelerinden arınmış olarak kur'ana yaklaşmalarını karşısına çıkan düşüncelerin hepsinin kendi okuması sonucu elde ettiği bilgi birikimi ile karşılaştırmasını tavsiye etmekteyiz. Her gün bir balık vererek kişileri kendisine muhtaç bırakmak yöntemi ile müritlerinden ayrılmak istemeyenlere karşı , balık tutmasını öğreterek kimseye muhtaç olmayan bir talebe neslinin yetişmiş olması en çok kerameti kendinden menkul şeyh efendileri rahatsız edecektir.
Misalen; benim okuduğum kur'an anlayışına göre karşısındaki düşünceyi karşılaştıran kişi ,eğer benim düşüncemde bir hata var ise o hataya göre karşılaştırma yapacağından doğru bir sonuca varamaz, başkasının okuduğu kur'an anlayışı ile karşısındakini karşılaştırmakta aynı sonucu getirecek olup , kişinin kendi okuduğu kur'an sonucunda vardığı karar ile karşısındakinin düşüncesini değerlendirmesi kişiyi bağımlı haline getirmekten kurtaracaktır. Bu durumun daha fazla farklı anlayışlara yol açma tehlikesi olduğu düşünülmemeli aksine , kur'an içinden çıkarılmış bir düşünce metodu ile okunan kur'anda kişisel farklı düşüncelerin en aza indirgendiği görülecektir.
Sonuç olarak; Allah cc nin dinini öğrenerek hayatına yansıtmak isteyen kişi bu dini öğrenmek için , dinin temel kaynağı olan kur'an ile ilgili yapılmış olan tefsir ve mealleri okuyacak olması bu bilgi kaynakları konusunda ön fikir sahibi olmasını gerektirmektedir. Fırka taassubu içinde yapılan meal ve tefsirler okuyucunun dinin öğrenmesini değil dinin yanlış öğrenmesine sebeb olacak eserler olması tehlikesinin iyi bilinerek bu düşünce içinde yapılmış olan meal ve tefsirler ile kafaların doldurulmaması gerekmektedir. Meal ve tefsir kirliliği içinde bir durumda olduğumuz unutulmadan , kişiler aşağılama ve yüceltme gibi işlemlere tabi tutulmadan din hakkında yazdıkları , her türlü kirlilikten arınmış saf bir kur'an anlayışı ile okunup iyice tetkik edilmelidir.Yazımızın amacı bütün meal ve tefsirleri mahkum etmek amaçlı olmayıp meal ve tefsirlerdeki bu tür yaklaşımlara dikkat çekmek amaçlıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)