kur'ana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kur'ana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2016 Pazartesi

Kur'ana Giydirilmek İstenilen Tarihsellik Gömleği Üzerine Bir Mülahaza

Allah (c.c) yaratmış olduğu insanların hayatına direk müdahale ederek , onların dünya hayatlarında ferdi ve toplumsal olarak , nasıl yaşaması gerektiğine dair olan kurallar bütününü tarih boyunca göndermiş olduğu elçi ve kitaplarla onlara bildirmiştir. Muhammed (a.s) ve ona indirilen Kur'an , bu zincirin son halkası olup, artık elçi ve kitap indirilmesi onunla son bulmuştur. 

Kur'anın indiği zaman ve zemine baktığımızda, yaklaşık 1500 yıl önce Arap kavmine mensup olan insanların yaşadıkları topraklarda , o insanların kültür , örf , bilgi birikimleri , doğruları , yanlışları, kısacası o topraklarda yaşayan insanların günlük hayatlarını göz ardı etmeyen , ve o hayatlara müdahale eden bir kitap olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Bu kitabın ayetlerini kategorize edecek olursak; 1- o gün yaşayan insanların ihtiyaçlarına ve sorunlarına çözümler üreten ayetler , 2- kıyamete kadar gelecek insanların uyması gereken kuralları ihtiva eden ayetler olarak, 2 ana bölümde ele almak mümkündür. Bu ayetleri "Tarihsel" ve "Evrensel" olarak adlandırmakta mümkündür.  "Tarihsel" olarak adlandırdığımız ayetlerin genel çerçevesini, toplumsal yaşantı ile ilgili kurallar, "Evrensel" olarak adlandırdığımız ayetlerin genel çerçevesini, ferdi ahlaki kurallar olarak gruplandırabiliriz.

Bu güne geldiğimizde , 1500 sene inmiş bir kitabın o zaman yaşayan insanın ihtiyaçlarına göre nazil olmuş ve tarihsel olarak kategorize edilen ayetlerinin ,bugün yaşayan ve kıyamete dek gelecek insanların ferdi ve toplumsal hayatlarında nasıl uygulama alanına sokulabileceği tartışmaları gündeme gelmektedir. 

Yapılan bu tartışmalarda ortaya atılan görüşlerden bir tanesi , Kur'anın sosyal hayata ilişkin vaz etmiş olduğu kuralların, o zaman ve o mekan içinde yaşayan insanların şartlarına göre indirilmiş olduğu , dolayısı ile bugün yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılama noktasında geri kaldığı , bu gün artık Kur'anın sosyal hayata dair hükümlerin uygulanmasının mümkün olmadığı , uygulama alanı olarak ahlaki alana kapsayan ayetlerin kaldığı tezi ortaya atılmaktadır. Bu türden tezlerin günümüzdeki ideolojik ismi "TARİHSELCİLİK" olarak bilinmektedir. 

Bu düşünce çerçevesinde yapılan Kur'an yorumları ne kadar sağlıklıdır ? , Kur'an artık toplumsal hayatı yönlendirmede eksik kalmış ve işlevini yitirmiş bir kitapmıdır ? , 

Öncelikle , "Tarihsellik" ile "TarihselCİlik" terimlerinin birbirinden ayırarak , "Kur'anın tarihsel okuması" ile "Kur'anın tarihselCİ yorumu" nun birbiri ile aynı olmadığını düşündüğümüzü ifade etmek istiyoruz. Bu türden bir ayrımın yapılmış olması , bu konuda yapılan tartışmalarda bazı taşların yerine oturmasını sağlayacaktır. 

Örneğin ; Prof. Dr. Mustafa Öztürk hoca ve benzer düşünce içinde olanların, Kur'anın anlaşılmasında tarihsel arka planın şart olduğunu düşünmesi ile , Prof. Dr. İlhami Güler hoca ve benzer düşüncede olanların , Kur'anın belirli bir zamana has indirilmiş bir kitap olduğu yönündeki tarihselcilik düşüncelerini aynı kefede değerlendirmek haksızlık olacaktır. (Verilen isimler kişileri övmek veya yermek amaçlı değildir , bu konuda bilinen isimler olması nedeniyle kişilerin isimleri kullanılmıştır)

"Kur'anın tarihsel okuması" denildiği zaman , bu kitabın anlaşılmasında önemli bir rolü olduğunu düşündüğümüz , indiği zaman ve mekan içinde yaşayan insanların düşünce ve inanç arka planları , örf ve adetleri v.s gibi bilgilerin kast edildiği, ve bu bilgiler göz önüne alınmadan Kur'anın doğru anlaşılamayacağıdır.

"Kur'anın tarihselCİ yorumu" denildiği zaman ise , Kur'anın ihtiva ettiği bazı toplumsal hükümlerin sadece o zaman has olduğu , bu hükümlerin artık bugün içinde uygulama alanı kalmadığı düşüncesi olduğudur . Bu düşünceye katılmadığımızı söyleyerek , katılmama gerekçelerimiz, bu yazının konusu olacaktır.

Kur'anı yorumlamada yapıldığını düşündüğümüz yanlışlardan bir tanesi, bu kitabı yorumlamada esas alınan düşüncelerin dışarıdan ithal edilmiş olmasıdır. Yazımızın konusu olan "Tarihselci" yorumlamanın dini metinlere uyarlanmış biçimine sebep olan etken , Hristiyanlık düşüncesinin toplumsal hayat içinde uygulamasının, bu uygulama alanına giren insanlar arasında artık hayatı yaşanmaz bir hale getirmiş olmasıdır. 

İsa (a.s) ın ilahlığı üzerine kurulmuş olan Hristiyan düşüncesinde, din adamları halk üzerinde belirleyici bir role bürünerek, din adına onlar üzerinde baskı sahibi ve otorite haline gelmişlerdi . İnsanlar arasındaki bu  rahatsızlık, İncil'in yaşanan hayat içinde belirleyici bir konuma sahip olmaktan çıkarılması düşüncesini doğurmuştur.

Tarihselcilik düşüncesinin dini metinler üzerinde uygulanması neticesinde İncil, artık hayat içinde işlevi kalmamış bir kitap haline gelerek,  hayatı yönlendirmesi gereken kuralların, bu kitap adına konuştuğunu iddia eden Hristiyan din adamlarının ağzından çıkan kelimelere bağlı olmaması gerektiği Hristiyan dünyasında kabul görmüştür.

Tarihselcilik düşüncesinin dini metinler üzerinde böyle bir arka planı olup , aynı düşünce Kur'an için uygulama alanına konulmak istenilmektedir. Üzerinde düşünülmesi gereken mesele , İncil için hak ettiği düşünülen hayat içinden çıkarılma gerekçesini , acaba Kur'an aynı gerekçelerle hak etmekte midir ?.

Kur'an için uygulama alanına sokulmak istenilen bu düşüncenin temelinde batı oryantalizminin etkilerini görmek mümkündür. Kur'an hakkında yazı yazan ve araştırmalar yapan batılı yazarlar , İslam dünyasında etkisi olan bu düşüncenin ilk temelini atmışlardır.

Hayata batı normları ile bakan bazı İslam düşünürlerinin bu düşünceyi esas almaktaki sebeplerinin , Kur'an ile batılı hayat tarzı arasındaki derin uçurumları görerek bu uçurumu kapatmanın yolunun , batılıların İslamı hayat tarzı olarak seçmesi düşüncesini tercih etmek yerine , Müslümanların batılı hayat tarzını seçmeleri gerektiğine kani olmaları ve neticede tarihselcilik düşüncesini savunmaya başlamış olduklarını söyleyebiliriz.

Tarihselci düşüncenin yapmış olduğu önemli bir hata, Kur'an ayetlerini "İbadet" ve "Muamelat" şeklinde daha önce İslam fıkıhçıları tarafından yapılmış olan tasnifi dikkate almış olmalarıdır. İslam fıkıhçıları böyle bir tasnif yapmakla "Muamelat" alanına giren konuların zaman ve zemine göre değişkenlik arz ettiğinden yola çıkarak, bu tasnife giren konuların içtihat ile yaşanan zamana göre yeniden düzenlenmesi amacına dayanmaktadır.

Tarihselci düşünce ise , "Muamelat" alanına giren ayetlerin, artık uygulama alanına sahip olmadığını iddia ederek, bu konuda yeni düzenlemeler getirilmesini savunmaktadır.

Tarihselci söyleme sahip olan bazı kimseler bu tasnifi dikkate alarak , "Din" ve "Şeriat" kavramlarını kullanarak "Sabit din dinamik şeriat" şeklinde bir söylem üretmektedirler.
"Din" kavramı ile , onun vaz ettiği ilkelerin maksadının öne çıkarılması , "Şeriat" kavramı ile bu maksada uygun olarak insanlar tarafından vaz edilecek ilkeler bütünü olduğu dile getirilmektedir. 

Dinin maksadı gözetilerek , şeriat üretilmesinin insana bırakılması gerektiği üzerine kurulan bu düşüncenin, Müslüman tipi laikliğin temellerinin atılma çalışmaları olduğunu söylemek istiyoruz. "Dinin maksadı bu dur" şeklindeki bir söylem, kişisel yorumlar neticesinde varılan bir sonuç olup , ucu açık , sınırı olmayan ve istismar edilmeye müsait bir söylemdir. 

Dinin maksadı gözetilerek şeriat üretilmesi düşüncesi sadece hukuk alanında değil , ibadet alanında kendisini gösterebilir. Namaz , oruç , hac gibi ibadetlerin maksadı üzerinden gidilerek, bu ibadetler üzerinde vahiy tarafından izin verilmeyen yeni düzenlemelere gidilebilir düşüncesi , tarihselci düşüncenin geldiği noktalardan bir tanesidir. 

Bu konuda tarihselci düşüncenin Türkiye deki temsilcilerinden olan Prof. Dr.İlhami Güler hocadan yapacağımız bir alıntı, demek istediklerimizin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

"Ramazan’da kurumsal dinin/Diyanet’in “imsak”ı götürüp gecenin tâ ortasına dayaması(3.15), dinin maksadının anlaşılmadığının ve teologların, din adamlarının Tanrı’ya yalakalıklarının bir göstergesidir. Orucun anlamı gün boyu aç kalmak olduğuna göre, sağduyuya göre, bunun süresi, güneşin doğumundan güneşin batımına kadardır. Nitekim iftar vakti, ihtilafsız olarak güneşin batım anıdır. Hadi diyelim, güneşin doğum anını tespitte sorun çıkabileceği gerekçesi ile, bu imsak vaktini şafak vaktine, yani gün doğumundan yarım saat öncesine alalım. Allah, insanlar yarım saat veya bir saat daha fazla aç kalınca bundan -haşa- sadistçe zevk mi alıyor ki, imsak vaktini gecenin içine doğru çekmek, derin “dindarlığın” Türkçesi, yalakalığın göstergesi oluyor?"

"“Orucu bozan şeyler” de, bu ibadetin mantığını kavramamışların komikliklerini sergileyen bir başka konu. Halk, Tanrıdan ne koparırsak kârdır (bozmaz) mantığına; din adamları, müftüler de, “Tanrının hakkını yedirmeyiz( bozar)“ psikolojisine sahip iseler, o ibadetin ne kıymeti kalır? İlaç alarak neden oruca devam edilmesin? Unutarak yiyenin orucu bozulmadığı halde; istemeyerek boğazına bir şey gidenin orucu neden bozulsun? Böbreklerde yeterince su kalmaması böbreğe zarar verecekse; su içerek neden oruca devam edilmesin? Allah, “zarar” mı eder? Yoksa oruç ibadetinin ciddiyeti mi kaybolur? Genel olarak ibadetlerin illet/hikmet, yani anlaşılabilir bir amaçtan yoksun olduğu(tabbudî/tavakkufî) kabul edilince; oruç ibadetini neyin  “bozacağı” da bir sürü saçma-sapan tartışmalara boğuluyor. Hiçbir müftüye gerek yoktur; namuslu ve azıcık da aklı olan her kişi, neyin orucunu bozduğunu bilir." 

"Dinamik şeriat" ilkesine delil olarak , Ömer (r.a) ın hilafetinde yapmış olduğu ve bazı Kur'an ayetlerinin geçici olarak rafa kaldırılması demek olan bazı icraatları gösterilmektedir.

Bu konuda gözden kaçırılan nokta şu dur ki ; Ömer (r.a) ın yapmış olduğu bu uygulamanın delilini Kur'anın zaruret halinde bazı haramların geçici olarak helal olabileceğine dair vermiş olduğu ruhsata dayanarak aldığını söyleyebiliriz. Ömer (r.a) ın yapmış olduğu bazı hükümlerin rafa kaldırılması şeklindeki icraat, o hükümlerin artık uygulanamaz olduğundan yola çıkılarak yapılmış bir icraat değildir.

Bu noktada "Dinin sabiteleri ve değişkenleri" deyimi üzerinde durmak gerekmektedir. 

Kur'an bilindiği üzere kıyamete kadar gelecek bütün insanların yaşamlarının her anında karşılarına çıkacak olan sorunlar ve ihtiyaçlar noktasında hükümler vaz eden bir kitap değildir. "Enam s. 38. ayetinden yola çıkılarak dile getirilen eksik bırakılmayan kitap Kur'an değil , Allah (c.c) nin "Kitap" olarak teşbih ettiği, yarattıkları üzerinde koyduğu kurallar bütünüdür, yani bu kurallarda hiç bir eksik bulunmamaktadır. 

Kur'anın eksik olması , insanların yaşadıkları hayat içinde karşılarına çıkan bütün sorunlara direk olarak Kur'an içinden net bir hüküm olmaması anlamındadır. Böyle bir şey zaten mümkünde değildir. 1500 sene öncesi inmiş bir kitabın , o zamanda yaşayan insanların hiç bir şekilde haberi olmadığı konular hakkında, yüzlerce binlerce sene sonrası gelecek nesillerin karşılarına çıkacak sorunlar ile ilgili olarak hüküm vaz etmesi zaten düşünülemez.

Allah (c.c) elbette kıyamete kadar gelecek insanların yaşantıları ve onların ihtiyaç duyacakları şeyler hakkında bilgi sahibidir , ancak onun böyle bir bilgi sahibi olması, bütün insanların ihtiyaç duyacakları hükümleri 1500 sene öncesinden vaz etmesi gerektiği anlamına gelmez.

Kur'an bu noktada zaman , mekan , insan , yaşantı şartları , değişkenlik gibi unsurları dikkate alıp, evrensellik arz eden bir takım hükümler çerçevesi çizerek , yaşayan insanların ihtiyacı olan konularda gereken, ve Kur'an içinde net olarak hüküm verilmemiş konularda insanları yetkili kılmıştır. Kur'anın insanlara vermiş olduğu bu yetkinin, insanların hevalarına göre hüküm vermesine izin verildiği anlamına gelmemelidir. Kur'an içinde hüküm bulunmayan konularda yapılacak içtihatların , vahiy ile çelişki yaratmayacak , ona aykırı olmayacak biçimde yapılması gerekmektedir. 

Kur'an ihtiva ettiği ferdi ahlaki hükümler ile , toplum yaşantısının temelini oluşturmuş , ve bu ahlaki temeller üzerine oturmuş olan toplumun yaşantısı içinde tabi olacakları sosyal ve hukuksal düzenlemeleri getirmiştir.  Kur'anın içindeki ayetlerde olmayan bazı sosyal ve hukuksal hükümler , bu kitabın içindeki ayetler dikkate alınarak zaman ve zemin şartlarına göre adına "İçtihat" dediğimiz çalışma ile, yeniden zamana uygun hale getirilebilir. 

Örneğin ; Kur'anın hırsızlık için ön gördüğü el kesme cezası , o zamanın ve mekanın şartlarında, bu suçu işleyenin hapsedilmesini sağlayacak bir yapı imkanından mahrum olunduğu için, böyle bir cezanın uygulanmasının emredildiği bu gün el kesmek yerine hapis cezasının uygulanabilir olması iddiası , "Tarihselcilik" düşüncesinin bir iddiasıdır. 

Kur'anın hırsızlık suçuna ön gördüğü el kesme cezasının , hangi tür hırsızlığa uygulanacağı hukukçular tarafından tesbit edilerek , bu cezanın uygulanmasının gerekmediği hırsızlık suçlarına, hukukçular tarafından farklı ceza tesbiti yapılabilir. El kesme cezası baki kalmak sureti ile , bu cezanın hangi tür hırsızlıklar için uygulanması gerektiği yine hukukçular tarafından belirlenecektir. 

Hırsızlık örneğinden yola çıkarak , hukuki düzenlemeler ile ilgili bize gerekli olan hüküm eğer Kur'anda yok ise , Kur'an içinde olan ilgili hüküm dikkate alınarak yeni bir içtihadi hüküm getirilebilir. 

"Dinin değişkenleri" deyimini , hakkında kesin bir hüküm olmayan , hakkında içtihat gereken konular için , "Dinin sabiteleri" deyimini ise hakkında kesin hüküm bulunan ve içtihat gerekmeyen konular için kullanmanın daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyoruz.

"Dinin sabitelerini" sadece ahlaki kurallar olarak belirleyerek , "Dinin değişkenlerini" ise hakkında hüküm bulunan sosyal ve ekonomik kurallar olarak gördüğümüzde hakkında nas bulunan bir hükmün başka bir hüküm ile değiştirilebileceği iddiası ortaya sürülmüş olacaktır.

Kur'anın Mekke ve Medine de yaşayan insanların o zamanki şartlarına göre indirilmiş olduğu , dolayısı ile bizlere dair herhangi bir sözünün olmadığı iddiasına dayanan tarihselcilik düşüncesinin, insanın kitap sorumluluğundan kendisini kurtarmak istemesinin bir sonuç düşüncesi olduğunu söyleyebiliriz.

Veya yaşadığımız dünyanın sosyal ve ekonomik şartlarına kendisini entegre etmiş olanların , Kur'ani bir sistemin hayata geçmesi ile hayatlarının alt üst olacağı korkusu , tarihselcilik düşüncesine sarılmaları için bir sebep arz etmektedir.

Bu düşünceler Allah (c.c) ye karşı sorumlu olan ve bu sorumluluğunu kitap ve elçiler ile öğrenen insanın , kitaba olan bağımlılıktan kendisini kurtarmak istemesi anlamına gelmektedir. Kur'ana olan bağımlılıktan kurtulan insan, bu eksikliği başka kitaplara bağımlı kalarak gidermek zorunda kalacaktır. Kitapsız bir hayatın mümkün olmadığından yola çıkarak , "Tarihselcilik" düşüncesinin, Kur'ana alternatif olarak üretilen kitapların bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz. 

Kur'an içindeki bazı hükümlerin belirli zaman ve mekana has olduğundan yola çıkılarak oluşturulan tarihselcilik düşüncesi , insan için gerekli olan hükümlerin vaz edilmesini insana devrederek , insanı ilahlık konumuna da getirmektedir. Fakat insanın , yaşadığı zaman içinde gerekli olan bir hükmü, vahyin belirleyiciliğinde ortaya koymaya çalıştığı zaman böyle bir konuma gelmesi söz konusu olmayacaktır. Çünkü tabi olunması gereken kuralların kaynağını, Allah (c.c) nin kitabından almakla, kendisini böyle bir konuma getirmekten de kurtarmış sayılacaktır.

Tarihselci söylem , Kur'anın belirli bir zaman ve mekana has hükümler vaz ettiği iddiası ile , Allah (c.c) nin daha sonraki gelecek olan insanları başıboş bıraktığını iddia etmektedir. Allah (c.c) kullarını belirli zaman içinde vahyin belirleyiciliğinde yaşamaya mahkum ederek , diğer zamanlarda acaba "Artık bana ihtiyacınız yok" diyebilir mi ?.


Tarihselci söylem , insanı kendisine gerekli olan hukuki , sosyal ve ekonomik kuralların belirlemesinde Allah (c.c) den bağımsız kılarak bir nevi "Senin Allah'tan neyin eksik" diyerek onu gaza getirmektedir.

Şurası asla unutulmamalıdır ki Kur'anın asıl amacı toplumun şirk unsuru taşıyan düşünce ve amellerini doğru bir yöne çekmektir. Bu yön toplumun yaşanan gerçekleri ile uyuşmasa bile , herkesi bu doğru olan yöne tabi olmak zorundadır. Tarihselcilik düşüncesi ise , toplumun yaşayan gerçekleri ile vahiy uyuşmadığı zaman vahyi değil ,yaşayan gerçekleri dikkate alarak toplumun vahiyden soyutlanmış bir hayat yaşamasını ön gören bir düşünce modelidir.  

Sonuç olarak ; TarihselCİlik düşüncesi , kadın için biçilen bir gömleğin erkeğe zorla giydirilmesi gibi , batı dünyasındaki dinsel metinlerin hayata yansıtılmasından doğan sıkıntılara alternatif olarak sunulan bir modeldir. Aynı sıkıntılar Kur'an için geçerli olmuş olsaydı , belki bu düşünce modelinin Kur'an için uygulanması akla uygun gelebilirdi. Fakat Kur'an için böyle bir sıkıntı mevcut bulunmamaktadır. 

Müslüman için kendisine gerekli olan düşünce biçimi, batıdan devşirilmiş düşünceler değil , vahyin ona önerdiği biçimde kitap içinde olan düşüncelerin doğrultusunda, yaşadığı zamana ve mekana uygun düşünce ve eylem içinde olmasıdır. Kur'anın bazı toplumsal ayetlerinin bugün için nasıl hayata yansıyabileceği konusu , o ayetler yok sayılarak değil , o ayetler rehber olarak kabul edilerek aşılabilir.

Tarihselcilik düşüncesi etrafında geliştirilen ve Kur'ana uyarlanmak istenilen , düşünce biçiminin sınırı olmayıp , kişisel olarak geliştirilen mantık örgüsü dahilinde ibadetlere dahi sıçrayarak , zamana has ritüeller ihdas edilmesine kadar varabilecek tehlikeli boyutları bulunmaktadır.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Şubat 2015 Çarşamba

Hadisin Kur'ana Arzı Sorunu: Keler Öldürme Hadisi Örneği

Hadis denildiği zaman akla ilk olarak , "Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözler" şeklindeki tarif gelir. Bu tarif üzerinden gittiğimiz zaman bu gün elimizdeki bir takım rivayet kitaplarında ona ait olduğu iddia edilen sözler bulunmaktadır. Bu kitaplardaki sözlerin ona aidiyeti , o rivayeti nakleden kişilerin yani  ravilerin  "Cerh ve Ta'dil" denilen yöntem dahilinde yapılan kişilik tahlili neticesinde belirlenmiştir. Bu yöntemin sağlıklı bir yöntem olmadığını ve daha sağlıklı olanın hadisin Kur'ana arz yöntemi olduğunu düşündüğümüzü bu konular ile ilgili yazılarımızda belirtmeye çalışmıştık. 

Hadisin Kur'ana arz yönteminin de belirli şartları olması gerektiği, son zamanlarda herkesin bu yöntemi uygulamaya kalkması neticesinde ortaya çıkan bazı yanlış neticelerden dolayı kaçınılmaz olmuştur. Hadisleri bir uçtaki insanların "Vahiy" görüp , diğer uçtaki insanların "HaBis" şeklinde görmeleri bunun orta bir yolu olması şartını kaçınılmaz kılmıştır. 

Hadisler, cüppeleri ve sakalları akıllarından daha uzun olan "Ehli Tarik" veya "Ehli Hadis" fırkalarının elinde kaldığı müddetçe diğer tarafın onu HaBis olarak görme yanlışı ortadan kalkmayacaktır. Bu yazımızda Kur'an ehli olduğunu iddia edenler tarafından uydurma olarak damgalanan bir Hadisi ele alarak önerdiğimiz yöntemi pratize etmeye çalışacağız.  

Ele alacağımız Hadis Keler öldürmenin sevabı üzerine rivayet edilen bir Hadistir. 

"Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır"
 Ebu Hureyre den rivayet edilen bu hadis , Müslim , Tırmizi , Ebu Davud da mevcuttur. 
 İlk bakışta, hayvanlara karşı şiddet uygulaması içermesi ve Muhammed (a.s) ın böyle bir uygulamayı tavsiye etmesinin imkansız olduğu düşüncesi ile hadisin Kur'ana uygun olmadığı gerekçesi ile "Uydurma" damgası anında vurulmuştur. 
 Baştan şunu belirtmek isteriz ki ; Yazımızın amacı bu hadisin sahih bir hadis olduğunu ispatlamaya çalışmak değildir. Amacımız, bir hadisi Kur'ana arz ederken öncelikle bu sözün tarihi bir arka planı olup olmadığının araştırılma gereğidir. Rivayetin dini anlamda her hangi bir hüküm içermemesi açısından bakıldığında , bu rivayetin "Sahih" veya "Uydurma" olarak kategorize edilmesi gibi bir mecburiyetin olmadığını ifade etmek istiyoruz. Amacımız bu tür tarihi arka planı olabilecek rivayetler konusunda takip edilecek yolun nasıl olması gerektiği üzerinedir.
 Hadis taraftarlarının yaptıkları en büyük yanlış ,rivayetlerin tümünün evrensel mesajlar içermiş olduğu iddiasıdır. Bu iddia kesinlikle kabul edilebilir değildir. Hadisleri toptan red edenlerin kalkan olarak kullandığı argümanlardan bir tanesi de, Hadis taraftarlarının yapmış oldukları bu yanlıştır. Bizler başkalarının yaptıkları yanlışları kalkan edinmek yerine ilmi usul ve eleştiri ahlakına sadık kalarak elimizdeki bir Hadis metni konusunda fikir yürütmek zorundayız. 
Hadis şeklinde gelen rivayetleri , öncelikle söylendiği zaman ve mekan şartları içinde değerlendirmek gerekmektedir , o Hadisin bu güne dair her hangi bir mesaj taşımaması durumunda "Uydurma" damgasını vurmak doğru bir düşünce olmayıp "5 N 1 K" olarak bildiğimiz , "Ne, Nerede, Niçin , Nasıl ,Nerede , Kime" sorularının sorularak cevabının bulunması neticesinde bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. 
 Rivayette bahsedilen "Keler" adlı hayvanın nasıl bir hayvan olduğunu bilmeden, bizim bu gün bildiğimiz hayvanlar cinsinden olduğunu düşünerek " Bunları öldürmenin ne gibi sevabı olabilir?" sorusu haklı olarak kafaları karıştıracaktır.  
Hadislerin mana olarak bizlere geldiğini ,ve bu rivayetin" Terhib ve Terğib" (Sakındırma ve Özendirme)  bir rivayet türü olduğunu unutmadan şunları söylemek mümkündür; Muhammed (a.s) ın yaşadığı dönem içinde "Keler" adı verilen hayvanın haddinden fazla çoğalması ve yaşayan insanları tehdit etmesi gibi sorun olması ihtimal dahilindedir. Bu hayvanın zehirli bir tür olması aynı şekilde ihtimal dahilinde olup tehlikesinin görüldüğü anda öldürülmesi gerektiği yönünde bir bilgi taşıması düşünülebilir. 
Keler adı verilen hayvanın yer yüzünde bir çok türünün olması realitesini unutmadan, bu hayvanın bizim ülkemizde olan kertenkele cinsinden daha büyük olması , etinin yenilip yenilmemesi gibi sorunların tartışılmasından anlaşılmaktadır. Bu gün herhangi bir ülkede vahşi bir hayvanın aşırı şekilde çoğalması sonucu insanları tehdit unsuru haline gelmesi onların çoğalmasının önüne geçilerek dengenin sağlanmasını gerektirir. 1500 yıl öncesi imkanlarının bu günkü gibi olmaması , kısırlaştırma gibi imkanlardan yoksun olunması, onları öldürerek çoğalmalarının önüne geçmek şeklinde bir çareye mecbur bırakabilir.
Bu rivayetin söyleniş sebebi bu tür tarihsel arka plan dahilinde olması muhtemel olup , bu arka planı düşünmeden böyle bir sevab kazanmak içi elinde taş dağ bayır Kertenkele öldürmeye koşanların yaptığı işin adı kısaca "Aptallık" tır. 

Hadis külliyatı içinde bu tür tarihsel arka planı olan ve sadece o günün şartları dahilinde söylenmiş ve bizim yaşadığımız güne herhangi bir mesajı olmayan hatta bu gün artık onların yapılmasına gerek olmayan bir çok rivayet mevcuttur. "Unutulan Sünnetler" adlı bahislerde o günkü yaşam şartları dahilinde yapılmış olan bazı fiilleri dinsel açıdan herhangi bir mecburiyeti olmayan şeyleri "Sünnet" adı altında dinleştirerek bizlere sunanların yaptıkları bu tür uygulamalar cehaletten başka bir şey değildir. 

Bizlere "Hadis" adı altında gelen müktesabatı, birilerinin aşırılığa kaçarak dinin olmazsa olmazı sayması bizi diğer bir uca götürmemelidir. Bırakın sahih olabilecek hadisleri , uydurma olduğu kesin olan rivayetler dahi o günkü düşünce arka planını öğrenme açısından bizlere arka plan bilgisi vermesi açısından önemlidir. Bunları söylerken uydurmaları alıp başımıza taç yapalım demek istemediğimizi hatırlatalım. 

"Kur'an Merkezli Düşünce" söylemi etrafında toplanan İnsanların bir kısmında arız olan düşünce sorunlarından bir tanesi, Kur'anın nazil olduğu zaman ve mekan şartlarını hesaba katmadan sadece bu gün inmiş bir Kitap olarak bakılmasıdır. Bu bakış sonucunda kendisine Kur'an inen Elçinin yaşadığı zaman içinde bazı sözler söylemiş olabileceği bile hesaba katılmamaktadır. 

Kur'anı bu gün inmiş gibi okuyanların , rivayetleri de bu gün söylenmiş gibi görmeleri neticesinde günümüz şartları dahilinde artık her hangi bir bilgi değeri olmayan rivayetlere karşı böyle toptancı bir tutum sergilemeleri normaldir. Halbuki bu tür rivayetleri o günün şartları dahilinde söylenmiş olabileceği ihtimalini göz ardı etmeyerek okusalardı , bize bir mesajı olmayan bu tür rivayetlerin uydurma olduğu gibi bir düşünce içinde olmazlardı.

Sonuç olarak; Keler öldürmenin sevabı olsun veya buna benzer konular ile ilgili olarak rivayet kitaplarında olan bilgilerin evrensel anlamda bir hüküm taşıdığını iddia edenlere karşı olarak bunlara direk uydurma etiketi takmadan önce ilim usulunun gerektirdiği çalışmaların yapılması zorunluluğu vardır. Keler öldürmenin her zaman sevab olacağı inancı aptalca bir düşünce olup ,bu aptallıklara karşı olarak bu sözlerin arka planı olabileceği düşüncesi taşımadan ortaya atılan karşı düşünceler de doğru bir yaklaşım değildir. Öldürülmesi gereken hayvanın zehirli , şehir halkını tehdit edecek kadar çoğalması gibi sorunlarm karşısında böyle bir çareye başvurulmuş olabileceği ihtimali göz önüne alınarak bu sözün söylenme sebebi anlaşılabilir. Rivayete bakacağımız taraf dini anlamda herhangi bir hüküm olarak değil o günün muhtemel bir sorununa karşı söylenmiş bir söz olmalıdır. Yazının amacı bu hadisin sahih olduğu veya sahih olmadığı gibi bir düşünce beyanından öte bu tür rivayetlere bakış açısının nasıl olması yönünde getirilmiş bir okuma teklifidir. 

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

17 Temmuz 2014 Perşembe

Meal ve Tefsir Yolu ile Kur'ana İstediğini Söyletmek

Kur'anın iniş dili arapça olması nedeniyle bu dilinde başka dili konuşanların bu kitabı anlamaları , arapçayı öğrenmek veya arapçayı bilen birisinin yaptığı çeviriyi okumaktır. Tefsirler ise kur'an ayetlerinin daha açık ve geniş olarak yorumlanması olarak tarif edebileceğimiz bir çalışma türü olup, insanların kur'anı öğrenmeleri için önlerine konulmuş hazır lokma diyebileceğimiz kitaplardır. 

Yazımızın amacı hiç bir meal ve tefsiri mahkum etmek amacı taşımamakla birlikte , bunlardaki bazı sorunlara dikkat çekmek amaçlıdır. Din konusunda yazılmış eserlerin okunarak bilgi sahibi olunması doğal, hatta kaçınılmaz bir durumdur. Yanlış olan durum , okunan bu eserlerin göklere çıkarılma derecesine varıp nihai düşünce veya bunun üzerine başka düşünce asla olamaz vs gibi bir seviyede görülmüş olmaya başlanılmasıdır. Din konusunda yazılmış eserler, yazan kişinin yorumu olup hata olma ihtimali taşıması bu eserlerin yüceltilerek temel eser haline getirilmemesini gerektirir. Müslümanlar olarak başta gelen yanlışlarımızdan biri olarak bu durum karşımızda durmakta ve , herhangi bir şahsın din konusunda yazdığı eserler onu sevenleri tarafından neredeyse putlaştırılmış ve Allah cc nin kitabının önüne geçirilmiştir. 

Bu yanlışı ortadan kaldırmanın şu an içinde bulunduğumuz duruma göre kolay bir  olmadığı görülmektedir. Herkesin kendi yanında olan kitapla din konusunda karşısındakine galebe çalmaya çalışması, haliyle fırkacılığı beraberinde getirmiştir. Bunu tamamen ortadan kaldırmak mümkün görülmemekle beraber en aza indirmek gibi bir çalışma içine girilebilir. 

Din konusunda en temel eseri, Allah cc nin kitabı olarak görmediğimiz, din konusunda yazılan eserlerin hepsinin yazan kişinin düşüncesinin yansıması olduğunu kabul etmediğimiz , yazılan bu eserleri kur'an ile uyum sağlayıp sağlamadığı konusunu gözden ırak tutmadığımız müddetçe aramızdaki ayrılıklar hiç bir zaman azalmaz , aksine dahada derinleşerek devam eder. Kur'an tefsiri adı ile yazılan eserlerde yapılan tefsirin , kişisel görüş olduğu hiç bir zaman unutulmadan, yazılmış olan tefsiri Allah cc nin murat ettiği anlam olarak görmek bizleri yanlış düşüncelere sevkedebilir. Tefsir okuyucusu , okuduğu tefsirdeki ayet yorumlarını Allah cc nin dediği şeklinde anlamak yerine , kişisel yorum olduğunu hatırdan çıkarmaz ve yapılan yorumda hata olma ihtimalini göz ardı etmeden okur ise o tefsiri, kur'an gibi görmek tehlikesine düşmemiş olur.

Aynı durum kur'an çevirileri içinde geçerlidir,son yıllarda hayli çoğalan kur'an çevirilerine baktığımızda benzer sorunlarla karşılaşılmaktadır. Öncelikle şunu belirtmek isterizki herhangi bir şahsın mealini yüceltmek,herhangi bir şahsın mealini kötülemek gibi bir niyet ile kaleme alınmış bir yazı değildir, ancak her fırkanın kendi mealini oluşturup başka mealleri kabul etmemek gibi bir duruma düşülmüş olması işin vehametinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. 

Kur'anın fırka ,mezhep,meşrep vs gibi ayrılıkları tasvip etmeyen ayetlerinin okunarak fırkalara özel meal yapılmış olmasının bu mealleri yapanların , öncelledikleri konunun ayetin doğru çevirisinden çok tabi olduğu mezhebin veya meşrebin görüşlerine uygun olması şeklinde bir ön kabulden yola çıkarak meal yapması kabul edilebilir bir şey değildir.

Bu mealleri yapanlar israiloğulları ile ilgili ayetlerdeki onların tevrata yapmış oldukları muameleyi okuyup aynı muameleyi endirek olarak kur'ana yapmalarının vebali büyük olup hesab günü bunun hesabını vermeleri kolay değildir. İsrailoğulları kendi kitaplarını metin olarak tahrif ederek bu işi yapmışlar , müslümanların bir kısmı metni korunan kitaplarını mealler üzerinden tahrif ederek anlamını çarpıtmışlar , o meali okuyan kişi çarpıtılmış meali sanki Allah cc nin kelamı gibi kabul etmiş, okuduğu çeviriyi asli çeviri zannedip, bir başka mealdeki farklı çeviri doğru olsa bile kabul etmeme durumuna düşmüştür. 

Yazmızda yapılmış olan yanlış meallerden örnekler vererek o meali yapan kişileri zan altında bırakmaktan ziyade genel durum tesbiti yaparak , bu sağlıksız durumu nasıl ortadan kaldırabiliriz ? sorusunun cevabını aramaya çalışacağız. 

Kur'an meali yapmaya soyunan kişinin sadece arapçayı bilmesi yeterli değildir, sadece arapça ile iş bitseydi bütün arapların en iyi müfessir olması gerekirdi. Meal hazırlama iddiasında olan kişinin "kur'an bütünlüğü" deyiminin içini çok iyi doldurması ve kur'ana hakimiyeti son derece yüksek olmalı ve ayetler arasındaki bağlantıyı çok iyi kavrayabilmelidir. Gördüğümüz meallerde yapılan bu tür hatalar, kur'an bütünlüğü dediğimiz şeyin ,ayetler arası anlam birliği konusundaki yapılan yanlışları gördükçe bunun olmazsa olmazlardan olduğunun bilinmesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır. 

Kur'an meali yapmaya soyuna kişinin , fırka mezhep , meşrep görüşlerini baz alarak kur'an meali yapması demek kur'anın tahrifi tehlikesini beraberinde getirmesi tehlikesini taşıması açısından dikkat edilmesi bir durumdur. İşin vehameti o kadar büyük boyutlara ulaşmıştırki her fırkanın büyüğü o fırkanın okuyacağı bir meal yapmış ve o fırka bu meali en doğru meal olarak görmekte ve hata payı asla bırakmamaktadır. Bu tür hatalarını somut örnekler ile vermeye kalkmak yazının hacmini büyültmesi ve kişiselleştirme açısından olaya yaklaşmadığımız için genel durum değerlendirmesi yapmakla yetineceğiz.

Mezhep ve meşrep taassubu ile yapılan mealler öyle bir kural tanımazlık şeklinde yapılır olmuşki ne gramer kaideleri , nede kur'an bütünlüğüne uyup uymaması gibi düşünce içinde olamadan yapılır olmuştur, masum okuyucu böyle yapılan bir kur'an ayeti çevirisini kur'andan zannedip okur olmuştur. 

Yorumu merkeze alan kur'an çevirileri bu konuda biraz daha geniş davranma yetkisini aldıklarını  zannederek ayetin orjinal metni üzerinden değilde , orjinal metinden anladıklarını meal adı altında yazıp neredeyse tefsir yapacak kadar uzun ayet mealleri yapmış olmaları dikkat çekicidir. Bu tür meallerin tamamını red etmesekte tasvip ettiğimizide söyleyemeyiz , çünkü bazılarının elinde çok tehlikeli bir silah olarak kullanılma ihitmali yüksek olan bir meal tarzı olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Metne sadık kalarak yapılan kur'an meallerinin gramer kaideleri ve kelimenin aslına sadık kalınarak yapılması açısından saha sağlıklı olduğunu ,yorum merkezli meal çevirilerine göre çeviriyi yapan kişinin kişisel tercihinin ikinci planda kaldığı bir meal türü olması nedeni ile meal okuyucularına tavsiye etmekteyiz. 

"Kur'anın ne söylediği değil ne söylemek istediği önemlidir" sloganı , kur'ana istediğini söyletmek isteyenlerin elinde önemli bir slogan haline gelmiştir. Kendi düşüncesini, "kur'an bunu demek istiyor" şeklinde lanse edenlerden özellikle kaçınılmasını tavsiye etmekteyiz, çünkü bu tür insanların istisnası olmakla bir çoğu kendi yanlış düşüncelerinin insanlar tarafından kabul görmesi için böyle bir slogan arkasına saklanmaktadırlar.

Kişisel yanlışları ortaya koymak tek taraflı bir gerçeği ortaya çıkarmış olmanın yanısıra çare sunmanın gereğininde unutulmamasını gerektirir, herkes bir şekilde yaptığı hatadan dolayı eleştiriye tabi tutulabilir ama doğru olduğu düşünülen şeyin ne olduğu ortaya konulmaldırki okuyucu iki arada bir derede misali ortada kalmasın. Yapılan meallerden sonra , bu mealleri okuyanlar nasıl bir gözle mealleri okumalıdırlarki , bilerek yada bilmeyerek yapılan yanlışlar görülebilsin , yapılan ayet meali kişinin o ayet ile ilgili anlayışının bir sonucu olduğu düşünülüp hata ihtimali her zaman akılda tutulsun . 

Kur'ana hakimiyet , illaki kur'anı defalarca okumak ile elde edilelebilecek bir şeydir, okunurken tek bir mealden değil farklı meallerden okunarak elde edilen  bir hakimiyet, yapılan farklı ayet meallerindeki hatayı ortaya çıkarması açısından doğru bir yoldur. Kur'anı anlamaya soyunan bir kişi önce kendi kafasındaki ön kabulleri atarak okumaya başladığı bir kur'anın onu ne kadar değiştireceği görecek ve fırkacılık taassubu içinde yapılan meallerdeki cinayetleri görerek , dün o fırkanın yılmaz bir savaşçısı olan kişinin , bugün o ve benzeri bütün fırkalara düşman bir savaşçı olduğunu kendi üzerinde görecektir.

Kur'an kendisini anlama metodunu yine kendi içinde anlatan bir kitabtır , kimsenin "kur'anı anlama metodu" başlığı altında metodlar sunarak okuyucuları kendi anlayışını kur'an zannettirmeye hakkı yoktur. Bu yazıyı yazan kişi dahil herkes bir şekilde kur'an adına söz söyleyemeye soyunabilir , ancak hiç kimse kendi anlayışını "kur'an işte bunu diyor" şeklinde dikte etmeye hakkı yoktur. Kişiler okudukları ayetler ile ilgili yorumlarda bulunma hakkına sahip olmakla birlikte okudukları ayetlerdeki yorumların kendilerini bağladığını karşısındaki insanların bu yorumlara katılmak veya katılmamak gibi bir hakları olduğunu asla unutmamalıdır.

Müslümanlar olarak kendimiz hakkında bir öz eleştiri yapacak olursak ; genelde okumayı araştırmayı sevmeyen bir topluluk olmamız , bizim yerimize bir başkasının okuyup araştırmış olması , bizim o araştırmayı sahiplenerek kendi görüşümüz olarak sunmamız yani kolay olanı seçmemiz bizlerin müritlik psikolojisinden kurtulamadığımızı göstermektedir. Bu açığı gören bazı uyanıklar müritlik itiyadında olan bazılarımızı rahatlıkla elde edebilmekte ve onları çeşitli yollarla etkileyerek kendilerinin her dediğini onlara yutturabilmektedirler. Bu durum kur'anı öncellediğini ve şeyh mürit ilişkisinin hakim olduğu tasavvufa soşiddetli bir biçimde karşı çıkanlar içinde bir tehlike olarak karşımızdadır.  

Kur'anı okuyarak bir şekilde düşünce sahibi olan zevatın bir kısmı bu düşüncelerini satmak için bir çeşit şeyhliğe soyunmakta , kur'an hakkında orjinal!! düşünce arayan bir takım saf müslümanlarda bu düşüncelerin doğruluğunu araştırmadan sahiplenerek kraldan fazla kralcı bir yaklaşım sergileyerek modern bir tarikat yapısı oluşturmaktadırlar.

Kur'an anlayışları açısından kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan bir halde olmamız en çok bu konuda kararsız ve araştırma evresinde olanları sıkıntıya sokmaktadır, farklı yorumlar karşısında ne yapacağını ve hangi yorumu kabul edeceğini şaşırmış olan insanlara yol göstermek maksadı ile , şuraya,buraya veya bana gel demek yerine ona başkalarının düşüncelerinden arınmış olarak kur'ana yaklaşmalarını karşısına çıkan düşüncelerin hepsinin kendi okuması sonucu elde ettiği bilgi birikimi ile karşılaştırmasını tavsiye etmekteyiz. Her gün bir balık vererek kişileri kendisine muhtaç bırakmak yöntemi ile müritlerinden ayrılmak istemeyenlere karşı , balık tutmasını öğreterek kimseye muhtaç olmayan bir talebe neslinin yetişmiş olması en çok kerameti kendinden menkul şeyh efendileri rahatsız edecektir.

Misalen; benim okuduğum kur'an anlayışına göre karşısındaki düşünceyi karşılaştıran kişi ,eğer benim düşüncemde bir hata var ise o hataya göre karşılaştırma yapacağından doğru bir sonuca varamaz, başkasının okuduğu kur'an anlayışı ile karşısındakini karşılaştırmakta aynı sonucu getirecek olup , kişinin kendi okuduğu kur'an sonucunda vardığı karar ile karşısındakinin düşüncesini değerlendirmesi kişiyi bağımlı haline getirmekten kurtaracaktır. Bu durumun daha fazla farklı anlayışlara yol açma tehlikesi olduğu düşünülmemeli aksine , kur'an içinden çıkarılmış bir düşünce metodu ile okunan kur'anda kişisel farklı düşüncelerin en aza indirgendiği görülecektir.

 Sonuç olarak; Allah cc nin dinini öğrenerek hayatına yansıtmak isteyen kişi bu dini öğrenmek için , dinin temel kaynağı olan kur'an ile ilgili yapılmış olan tefsir ve mealleri okuyacak olması bu bilgi kaynakları konusunda ön fikir sahibi olmasını gerektirmektedir. Fırka taassubu içinde yapılan meal ve tefsirler okuyucunun dinin öğrenmesini değil dinin yanlış öğrenmesine sebeb olacak eserler olması tehlikesinin iyi bilinerek bu düşünce içinde yapılmış olan meal ve tefsirler ile kafaların doldurulmaması gerekmektedir. Meal ve tefsir kirliliği içinde bir durumda olduğumuz unutulmadan , kişiler aşağılama ve yüceltme gibi işlemlere tabi tutulmadan din hakkında yazdıkları , her türlü kirlilikten arınmış saf bir kur'an anlayışı ile okunup iyice tetkik edilmelidir.Yazımızın amacı bütün meal ve tefsirleri mahkum etmek amaçlı olmayıp meal ve tefsirlerdeki bu tür yaklaşımlara dikkat çekmek amaçlıdır.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Kur'anı Teslim Almak Veya kur'ana Teslim Olmak Maide s. 38. Ayeti Üzerindeki Bazı Yaklaşımlar

Muhammed sav in vefatını müteaakip gelişen olaylar sonrası ortaya çıkan akidevi düşüncelerin temelleri, yazımızın başlığı olan "kur'anı teslim almak" düşüncesinin bir eseri olduğu bir gerçektir. Vefatı sonrası gelişen olaylara baktığımız zaman kökü risalet öncesi yüzyıllara dayanan ümeyyeoğulları ve haşimoğulları rekabetinin müslüman olduktan sonrada devam ettiğini görmekteyiz. İktidar mücadelesi şeklinde devam eden bu kavganın temelleri "kur'anı teslim almak" şeklindeki düşüncenin bir eseri olarak "ehlibeyt kültürü"adında dinleştirilmiş bugüne kadar gelmiştir. 

İslam adına ortaya çıkan hangi fırka olursa olsun kendi haklılığına gerekçe için hadisler uydurmaktan veya daha kötüsü kur'an ayetlerini hevalarına göre te'vil etmekten geri durmamışlardır. Günümüze geldiğimiz zaman mevcut fırkaların aynı metod üzerinde devam ettiklerini üzülerek müşahede etmekteyiz.   


Bizi daha üzen , bütün fırka, hizip ,cemaat, şeyh,üstad, ağabeylerin kudukları din anlayışlarını red ederek "sadece kur'an" diyenlerin, yazının başlığı olan , "kur'anı teslim almak" şeklindeki bir anlayış ile kur'an okumalarıdır, halbuki mü'min olmanın gereği "kur'ana teslim olmaktır". Kur'an dışı düşünceler ile kur'ana bakan bu düşünce sahipleri kur'anı, kur'andan anlamak yerine kur'anı "izmlerden" anlamak metodunu seçmişlerdir. 

Bu yazımızda bu tür düşüncenin bir uzantısı olarak maide s. 38. ayetindenki hırsızlık cezası için öngörülen el kesme cezasının hakiki anlamda olmayıp mecazi bir anlamı olduğu , ayeti bu şekilde anlamak gerektiğini ileri sürmektedirler.Bu düşünceleri ileri sürenler, sanki kur'an dün indirilen bir kitap ve daha önceden yapılan uygulamalar tamamen  gözardı edilmesi gerekirmiş gibi bir tutum içindedirler. Biz bu konudaki rivayetleri ileri sürerek ayeti anlamak yerine "kur'ana teslim olmak" metodu içinde ayeti anlamaya çalışacağı.Önce ilgili ayetin mealini verelim. 


Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen minallâh(minallâhi) vallâhu azîzun hakîm(hakîmun).
 5.38- Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak,  ikisinin ellerini kesin. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir.

Bu ayetin hakiki manada bir el kesmekten bahsetmediği , ayetteki "el" veya "kesmek" kelimesinin kur'anda başka ayetlerde mecaz olarak kullanılmasından yola çıkarak bu ayettteki el kesmekten maksadın hırsızlık yapacak yolları kesmektir şeklinde bir iddianın dillendirilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Kur'an ayetlerinde bir kelimenin hakiki veya mecaz anlamda kullanıldığının anlaşılması ayetin bütünlüğü veya siyak sibak içinde kolayca anlaşılabilir. Bu ayet acaba mecazi bir anlamada anlaşılabilirmi? şeklinde sorulan bir sorunun cevabını şu şekilde arayabiliriz.   


Ayetin metnindeki , " NEKALEN" kelimesi anlam olarak, "işlediği bir suçtan dolayı başkasını benzerini işlemekten çevirip yada medar-ı ibret olacak bir şey yapmak ( elmüfredat s. 1485) tır. Bu kelime bakara s. 66 ayetinde cumartesi yasağını çiğneyen israiloğullarının akıbeti ile ilgili olarak , zariyat s. 25. ayetinde firavun'un akıbeti ile ilgili olarak'da kullanılmaktadır. Hırsızlığa verilen cezanın aleme ibret olacak bir ceza ve o cezayı görenlerin hırsızlık yapmalarını caydırıcı bir ceza olması bu kelime ile ifade edilmektedir. Ayetteki el kesme eğer mecazi olarak kullanılmış olsaydı ibret verici bir ceza olması olarak ifade edilmesinin ne gereği vardı?. 


Yine aynı ayetin metnindeki, "EYDİYEHÜMA" ( ikisinin ellerini) kelimesindeki "eydiye" kelimesinin çoğul olarak kullanılmasından yola çıkılarak insanda iki el olduğu ve çoğul olarak kullanılmasının hakiki bir el kesme olarak değil mecaz olarak anlaşılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Sayın hakkı yılmaz maide s. 38 . ayetinin mealini yaparken bunun mecaz olduğundan yola çıkarak mealine parantez açarak ( ikiden çok el) şeklinde bir ilave yapmıştır. Bu konu ile ilgili olarak sayın Soner Gündüzöz'ün "KUR’ÂN’DA YERLEŞİK GRAMER KURALLARINA AYKIRI DİL YAPILARI VE KUR’ÂN’IN LEHÇE HARİTASI ÜZERİNE BİR İNCELEME"adlı makalesinde şunları bulmaktayız.
 "
Tesniye yerine cemînin kullanılması: Kur’ân’da ruhsat kabilinden olan kullanımlardan biri de tesniye yerine ceminin kullanılmasıdır. Örneğin والسَّارِقُ و السَّارِقَةُ فَاْقْطَعُوا أيْدِيهما   âyetinde[i] يَدَيْهِما denmemiştir. Aynı şekilde إنْ تَتُوبا إلَى الله فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُما âyetinde[ii] de iki kişiye âit kalpler çoğul kalıbıyla gelmiştir. Arapların insan vücudu ile ilgili tesniyelerde bu kullanım şekline baş vurdukları söylenir.[iii] el-Ferrâ (ö.207/822) “İnsanın organları iki ya da daha çok bir şeye muzâf kılınsa bu organlar çoğul olarak anılır.” der. “ هَشَمْتُ رُؤُوسَهُما / başlarını yardım.” denir. Bu tür kullanımlar insan organlarını dışında da görülür. İki kişiye onların birer hanımlarını kastederek “خَلَّيْتُما نِسَائكما / hanımlarınızı terk ettiniz.” ya da iki kişiye “خَرَقْتُما قُمُصَكُما / gömleklerinizi yırttınız.” denilebilir[iv].


[i]Mâide, 5/41.
[ii]Tahrîm, 66/4.
[iii]Ebû ‘Ubeyde, Mecâzu’l-Kur’an, I, 166.
[iv]el-Ahfeş, Meâ ‘nî’l-Kur’ân, I, 306-307. 
Sayın gündüzöz'ün makalesinde , tesniye yerine cemi kullanılmasının insan vücudu ile ilgili olarak arap dilinde kullanılmış olduğunu görmekteyiz, nitekim bu şekil bir kullanım tahrim s. 44. ayetinde yine insan vucüdu ile ilgili olarak karşımıza çıkmaktadır. Arap dili üzerinde uzman olan sayın hakkı yılmaz'ın bu kaideyi nasıl görmediği yoksa görmek istemediğimi soru işaretidir. Sayın yazarın maide s. 38. ayeti için aklına gelen parantezin tahrim s. 4 . ayetinde neden görmediği yine ayrı bir soru işaretidir.  Sayın hakkı yılmaz'ın maide s. 38. ayetinde geçen "EYDİYEHÜMA" ve tahrim s. 4. ayetinde geçen "GULUBEKÜMA" kelimelerinin kalıp olarak aynı olmalarına rağmen bu ayetlere verdiği meal kendi çelişkisini ortaya koymaktadır. 

-----5.38. Hırsız erkek ve hırsız kadın; bunların yaptıklarına karşılık, Allah'tan bir engelleyici uygulama olarak hemen ikisinin de gücünü/ellerini [ikiden çok el] kesin. Ve Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir
-----66.4  Eğer ikiniz, Allah'a tövbe ederseniz... –çünkü kesinlikle ikinizin kalbi kaydı.– Yok eğer o'na [peygamber'e] karşı dayanışmaya girerseniz, hiç kuşkusuz bizzat Allah o'na Mevlâ'dır [yardımcıdır, destekçisidir, koruyucudur, yol göstericidir], Cibrîl ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra melekler de o'na arka çıkarlar.

Sayın yazar maide s. 38. ayetinde gördüğü çoğul kelimeyi tahrim s. 4. ayetinde görmeyerek ön kabuller dorultusunda yapılan bir okumanın örneklerini sergilemiştir. 


 Maide s. 33. ayetinde"Allah ve resulu ile savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azab vardır." şeklinde geçen ayet maide s. 38 . ayet benzeri olarak el keslimesinden bahsetmektedir. Ancak bu ayet ile ilgili olarak, "bu ayet mecazidir" şeklinde bit yoruma rastlayamıyoruz. Bu ayette gördüğümüz ceza şeklini firavun iman eden büyücüleri içinde kullanırken oradada " mecaz bir anlatımdır" şeklinde herhangi bir yorum göremiyoruz, çünkü mecaz olarak anlamaya ilişkin en ufak bir karine dahi yoktur, yine aynı şekilde maide s. 38. ayet içinde " mecazdır" şeklindeki ifadeleri kur'an bütünlüğü içinde değerlendirdiğimiz zaman haklı bulmak mümkün değildir. 


                                     YUSUF SURESİNDEKİ HIRSIZLIK CEZASI

Hırsızlık cezası ile ilgili olarak, yusuf as ın kıssası içinde anlatılan ve  kardeşini alıkoymak için hükümdarın su kabını alıkoymak istediği kardeşinin yükünün içine koydurması ve yakaladıkları zaman "sizde hırsızın cezası nedir?" şeklindeki soruya verilen cevabın hırsızlığın bugünde olması gereken cezasının bu olduğu şeklinde bir düşüncenin dile getirildiğinede şahid oluyoruz.

-----12.074-75 «Yalancı iseniz, hırsızlığın cezası nedir?» dediler.«Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız» dediler. .

Öncelikle böyle bir düşünce kur'an için ve Allah cc için çelişki iddiasıdır. Allah cc kitabında iki farklı ceza öngörmesi kitabın çelişkisizliğinin reddi demektir. "Kuran'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı." mealindeki nisa s. 82. ayetine muhalif olarak kur'anda iki farklı ceza iddiası sadece maide s.deki ayetin reddi için geçerli bir düşünce değil aksine düşünce sahibini daha vahim düşüncelere kapı açacak bir yoldur. Yakub as ın hayatta olması hırsızlık cezasının ona veya daha önceki elçilere indirilen vahiyde "alıkonulmak" şeklinde bir karşılığının olduğu şeklindeki bir çıkarım doğru bir çıkarım değildir. Yakub as ve oğlu yusuf as da birer elçidir ve ikisi hayattadır, yusuf as bulunduğu ülkenin bütün kurallarına hakim olan birisi değildir , bunu " Yusuf kardeşinin yükünden önce onlarınkini aramaya başladı; sonra kardeşinin yükünden su kabını çıkardı. İşte biz Yusuf'a böyle bir plan kullanmasını vahyettik. Çünkü hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı, meğer ki Allah dileye. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibinden üstün bir bilen bulunur." mealindeki 76. ayetten anlıyoruz. Eğer yusuf as bulunduğu ülkenin kanunlarına uymak ile kayıtlıysa yakub as ın oğullarıda bulundukları ülkenin kanunları ile neden kayıtlı olmasınlar. Buradan, yusuf as ile kardeşlerinin iki ayrı yönetim mekanızması ile kayıtlı oldukları çıkarılabilir,çünkü hırsızlığın aynı ülke içinde iki farklı cezasının olması akla muhaldir. 


Velevki hırsızlığın cezası daha önce el kesme haricinde bir ceza idi, kur'anın nüzulu ile bu cezanın değişmesi ile biz bir kul olarak Allah cc ye " önceden böyle idi şimdi neden böyle yaptın?" şeklinde bir soru cüretinde bulunabilirmiyiz?. Böyle bir sorgulama veya itiraz nahl s. 101. de"Bir ayetin yerini başka bir ayetle değiştirdiğimizde, ki Allah ne indirdiğini gayet iyi bilir onlar, «Sen sadece uyduruyorsun» derler. Hayır, öyle değildir, ama onların çoğu bunu bilmezler."mealindeki ayette buyurulduğu gibi Allah cc için " ne indirdiğini bilmiyor" veya elçisi için " sen ancak uyduruyorsun" demek anlamına gelir. ", yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır." mealindeki enbiya s. 23. ayetini unutmadan kur'anı anlamaya çalışmak mü'minlerin görevidir.  


Sonuç olarak "kur'anı teslim almak" veya "kur'ana teslim olmak" şeklinde iki farklı yol ile anlaşılmaya çalışılan kur'an ayetlerinden olan maide s. 38 . ayeti ile ilgili olarak ortaya konulan düşüncelerden olan bu ayetin hakiki anlamda el kesme değil mecazi anlamda bir el kesme olduğu yolundaki düşünceleri "kur'ana teslim olmak" metodu ile okuduğumuz zaman doğru bir düşünce olmadığı açıktır. Eziklik psikolojisinin tezahürlerinden olan ve başkalarının bu tür ayetler üzerinde yaptıkları spekülasyonların etkisinde kalınarak eğilip bükülmeye çalışılan kur'an kavram ve kelimeleri kur'an bütünlüğünde okunduğu takdirde bizlere doğru bir anlam verebilir. Bizlerin Allah cc den başkasına verilecek hesabımız olmayıp kitabımızın doğruluğunu başkalarına onaylatmak için ayetleri eğip bükmeye ihtiyacımızda yoktur, aksine böyle bir davranış bizleri mü'min olma durumundan çıkarır. Allah cc nin kitabı sadece onun bak dediği yerden bakılmalı ve öyle anlaşılmalı ve "insanlardan korkmayın benden korkun"(maide s.44) emri hatırdan çıkarılmamalıdır. 


                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.