İnsan neslinin nasıl çoğaldığı sorusu, Kur'an'dan cevabı aranan ve üzerinde bir takım fikirler yürütülen bir konu olup, bu sorunun cevabının Nisa s. 1. ayetinden çıkarılmaya çalışıldığı, konu ile alakalı olanların malumudur. Bu ayet üzerinde yapılan yorumlara göre, İnsan nesli Adem adı verilen ilk insandan ve ondan eşinin yaratılması ile çoğalmıştır. Fakat burada insan neslinin, Kur'an tarafından haram kılınmış olan kardeş evliliği ile mi çoğaldığı sorusu ortaya atılmış, ve böyle bir cevap itirazlara neden olmuştur.
Bu itirazlara cevabın ise insan neslinin bu şekilde çoğalmadığı, birden fazla Adem yaratılmak sureti ile insan neslinin çoğaldığı şeklinde verilmeye çalışıldığı, yine konu ile alakalı olanların malumudur. Biz yazımızda insan neslinin nasıl çoğaldığı üzerinde fikir yürütmeye çalışmak değil, Nisa s. 1. ayetinden nasıl mesajlar çıkabileceği üzerinde bir düşünce denemesi yapmaya çalışacağız.
Kur'an ayetleri ile ilgili yapılan okumalarda, kafalarda oluşan sorulara cevap aramak yerine, okunan ayetin ne gibi mesajlar ihtiva etmiş olabileceği üzerinde yoğunlaşmaya çalışmak, bizleri daha sağlıklı sonuçlara götürecektir. İnsan neslinin nasıl çoğaldığı sorusuna Nisa s. 1. ayeti üzerinden cevaplar aramaya çalışmanın, başka soruları da beraberinde getirmekte olduğu malumdur. Öyleyse bu ayetten böyle bir sorunun cevabını aramaya çalışmak yerine, içermiş olabileceği mesajları okumaya çalışmak daha sağlıklı olacaktır.
Kanaatimizce Nisa s. 1. ayeti, bizlere insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunda bilgi vermek yerine, insanları yaratan Allah'tan sakınmayı tavsiye etmektedir. Yine kanaatimizce Kur'an, insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunda net bir bilgi vermemekte, bu konuda Kur'an içinden aranmaya çalışılan cevaplar ise kişisel yorumlardan öteye geçmemektedir.
[004.001] (Elmalılı meali) Ey o bütün insan kömeleri! Sakının o Rabbınıza karşı gelmekten ki
sizleri bir tek nefisten yarattı, ondan eşini yarattı da ikisinden bir çok
erkekler ve dişiler üretti, sakının o Allaha karşı gelmekten ki siz onun ve o
rahimlerin hurmetine biribirinizden dilek dilersiniz, çünkü o Allah üzerinizde
gözcü bulunuyor.
Kanaatimizce bu ayette merkeze alınması gereken kelime, ettuqu (sakının) kelimesidir. Onun insanları yaratmış olması, ondan sakınmamız için bir gerekçe olarak gösterilmektedir. Surenin devamındaki ayetler yetim hakları ile ilgili olup, yetim hakkını yemekten sakındıran Allah (c.c) nin nasıl bir kudret sahip olduğunun önceden hatırlatılmış olması, yetim malları üzerinde yetki sahibi olanların daha dikkatli davranmasına yönelik mesajlar olarak ta okunabilir.
İnsanların yaratılışını ifade eden Nefsin Vahidetin (Bir tek nefis) deyimini, insan neslinin Adem'den çoğalması olarak aldığımızda karşımıza şöyle bir problem daha çıkmaktadır.
[007.189] O, o zattır ki sizi bir tek nefisten (min nefsin vahidetin) yarattı, eşini de ondan
yarattı ki gönlü buna ısınsın. Onun için eşine yaklaşınca o hafif bir yükle
hamile kaldı, bir müddet böyle geçti, derken yükü ağırlaştı. O vakit ikisi
birden kendilerini yetiştiren Allah'a şöyle dua ettiler: «Bize salih bir çocuk ihsan edersen, yemin ederiz ki, kesinlikle şükreden kullarından
oluruz!»
[007.190] Allah onlara salih bir çocuk verince; kendilerine verdiği şey
hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeyden
münezzeh tir.
Nisa s. 1. ayetinde geçen Nefsin Vahidetin deyiminin aynısını Araf s. 189. ayetinde de görmekteyiz. Bu ayetlerde geçen kişiyi ayet içinde geçen bu deyimden ötürü Adem olarak anlayan bazı tefsirciler, Adem ve eşinin Allah'a şirk koşup koşmadığı üzerinde tartışmaya girmişlerdir. Adem, eğer Allah (c.c) tarafından elçi olarak seçilmiş bir kişi ise, onun böyle bir cürmü işlemiş olması kanaatimizce asla mümkün gözükmemektedir.
Nisa s. 1. ayetinde geçen deyimin başka ayetlerde geçişleri ise şu şekildedir.
[006.098] O ki, sizi bir tek nefisten oluşturdu. Arkasından sizin için bir
barınma ve bir geçiş yeri belirledi. Biz anlayanlar için ayetleri ayrıntılı
biçimde açıkladık.
[031.028] (İnsanlar!) Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir nefsin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Unutulmasın ki, Allah her şeyi
bilen ve görendir.
[039.006] Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini varetmiştir;
sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir; sizi annelerinizin
karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek
yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan Allah'tır. Hükümranlık O'nundur, O'ndan başka
tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olur da O'nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?
Bu ayetleri de dikkate alarak Nefsin Vahidetin deyimini, Erkek ve Kadın olarak yaratılmış olan insan cinsinin hamurunun aynı olduğunu ifade etmekte kullanılmış olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum ise bizi şöyle bir düşünceye götürebilir.
Kadın ve Erkek olarak yaratılmış insan cinsinin aynı hamurdan yaratıldığı, tarihin her devrinde özellikle kadınların aşağılık yaratıklar olduğu üzerine kurulan düşüncelerin batıllığı, renk, dil, ırk v.s gibi farklılıkları olsa da dahi herkesin ortak paydasının önce insan olmak üzere kurulan ilişkilere dayanması gerektiğini, Nisa s. 1. ayetinden okumak mümkündür. Bu ayet bizi aynı zamanda Hucurat s. 13. ayetine götürecek, iki ayet ile arasında sıkı bir bağ olduğu da görülecektir.
[049.013] Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.
Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak
ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz
Allah bilendir, her şeyden haberdardır.
Hucurat s. 13. ayetinde de insanların bir erkek ile bir dişiden yaratılmış olmasının fizyolojik bilgi vermekten öte, Allah'ın yaratıcı kudreti, bu kudretin yarattığı insanların bazı farklılıkları olsa da, bu farklılıkların bir insanın diğer bir insan üzerinde üstünlük vesilesi olamayacağı vurgusu yapılmaktadır.
İnsanların birbirleri ile yakın ilişkiler kurmasındaki önemli etkenlerden bir tanesinin akrabalık bağları olduğunu düşündüğümüzde, insanlığın bir erkek ve bir dişiden yaratılmış olduğunun beyan edilmesinin bizleri Kardeş kardeşe evlenerek mi çoğaldık? sorusunu sormak yerine, böyle bir yaratılış şeklinin ifade edilmiş olmasından, insanların birbirleri ile olan yakınlığının hatırlatılmak istenildiğini, böylelikle insanların birbirlerine karşı üstünlük kozlarının ortadan kalktığını ve birbirleri ile aynı hamurdan yaratılmış olmanın bir yakınlık vesilesi olarak görülmesi gerektiğini anlayabiliriz.
Nisa s. 1. ayetinde geçen Zevcehe Kelimesinin anlamı genel olarak bir erkeğin eşi anlamında kullanıldığı için bir takım yanlışlara kapı aralayabilmektedir. Bu kelimenin Birbirinin benzeri şeklinde bir anlama sahip olması dikkate alınarak, Nisa s. 1. ayetinde geçen kelimeye anlam verilmiş olsaydı, yanlış anlamaların büyük ölçüde önü alınabilirdi.
Sonuç olarak; Nisa s. 1. ayeti insan neslinin nasıl çoğaldığı sorusunun cevabını öğrenmek için okunmak yerine, insanların yaratılış hamurunun aynı olduğu, insanları yaratma gücüne sahip olan Allah (c.c) den sakınılması gerektiği gibi mesajlar dahilinde okunduğunda bizleri daha doğru sonuçlara götürecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
1. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Kasım 2017 Pazar
17 Mayıs 2017 Çarşamba
Hud s. 1. Ayeti: Kitabın Ayetlerinin Muhkem Olması Üzerinde Bir Düşünce Çalışması
Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih olarak iki kısma ayrılmış olduğu düşüncesi, Al-i İmran s. 7. ayetinden çıkarılmış olup, bu kitabın ayetlerinin hangilerinin muhkem, hangilerinin müteşabih olduğu konusunda herhangi bir fikir birliği bulunmamaktadır. Bırakın fikir birliği bulunmasını, müteşabih ayetin tarifi konusunda dahi problemler bulunmaktadır.
Kitabın içindeki ayetlerin böyle bir tasnife tutulmasının pek doğru bir yaklaşım olmadığını, kitabın bütün ayetlerinin muhkem olduğunu, müteşabih ayetlerin ise, Allah (c.c) nin indirdiği diğer kitaplar olan Tevrat ve İncil'de olduğu konusundaki düşüncelerimizi, bundan önceki bir yazımızda paylaşmıştık. Bu yazımızda, Hud s. 1. ayeti çerçevesinde kitabın ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerinde düşünmeye çalışacağız.
Hud s. 1. ayeti doğru anlaşılacak olursa, Kur'an ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama geldiği de anlaşılacaktır.
الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِي
أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ اللّهَ إِنَّنِي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ
[011.001] Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra da herşeyden haberdar olan hikmet sahibi Allah tarafından ayırt edilmiştir.
[011.002] Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye. Muhakkak ki ben, size O'nun katından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.
Hu s. 1. ayetinde, kitabın ayetlerinin muhkem ve ayrıntılı (fussilet) kılındığı, 2. ayetinde ise, bunun sebebi açıklanmaktadır. Önce kısaca Fussilet kelimesi üzerinde durmaya çalışacak olursak bu konuda şunları söyleyebiliriz;
Fussilet; Aralarında belirli bir aralık oluşuncaya kadar, iki şeyden diğerinin birbirinden ayırmak anlamına gelen El Faslu kelimesinden türemiştir. Bu kelimenin ne anlama gelebileceğini ise, Fussilet suresinden anlayabiliriz.
[041.003] Bu, Arapça bir Kur'an olarak, âyetleri bilen bir kavim için ayırt edilmiş (fussilet) bir kitaptır.
[041.044] Eğer biz bu Kur'ân'ı yabancı bir dilde okunan bir kitap yapsaydık derlerdi ki: 'Ayetleri ayırt edilmeli (fussilet) değil miydi? Muhatapları Arap olduğu halde Arapça olmayan kitap mı geldi?» De ki: «O mü'minler için doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an, onlara bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar.
Fussilet s. 44. ayeti, bu kelimenin muhataplarının anlamamasından ayrılmış yani, muhataplarının anlayabileceği bir dilde indiğini bildirmektedir.
Şimdi gelelim, asıl konumuz olan kitabın ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerine bir tefekkürde bulunmaya çalışmaya;
Uhkimet; Islah etmek, düzeltmek maksadı ile men etmek, engellemek anlamına gelen Hakeme den türemiştir.
Muhkem; Bir işi sağlam yapmak, onun bozulmasını engellemek anlamına gelmektedir. Bir şeyin muhkem olması demek, onun dış etkilere karşı dayanıklı olmasını ifade etmektedir. Muhkem Kale veya Muhkem Duvar denildiği zaman, kalenin ve duvarın dayanıklı olması, dış etkilere ve düşman saldırılarına karşı dayanıklı olmasını ifade ettiği bilinmektedir.
Muhkem Ayet deyimini, kelimenin bu anlamından hareketle anlamaya çalışmanın, bizi daha sağlıklı bir düşünce sahibi yapacağını düşünmekteyiz. Klasik tefsir anlayışındaki Muhkem Ayet tarifinin, kelimenin bu anlamı ile örtüşmediğini düşünerek, Kur'an ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerinde şunları söyleyebiliriz;
Kur'an ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerinde düşünenlerin bu kelimenin geçtiği Hac s. 52. ayeti üzerinde hiç tefekkür etmediğini görmekteyiz. Halbuki bu ayet bizlere, Kur'an ayetlerin muhkem kılınmasının ne anlama geldiğini bildirmektedir. Hac s. 52. ve bu ayet ile ilgili olan diğer ayetleri dikkate alan bir okuma yapmaya çalıştığımız zaman, klasik tefsir anlayışındaki Muhkem Ayet tarifinin hiç de öyle olmadığı görülecektir.
[022.052] [E0] Hem biz senden evvel ne bir Resul ve ne bir Nebiy göndermedik ki bir temenni kurduğu vakıt Şeytan onun ümniyyesine bir ilka yapmış olmasın, bunun üzerine Allah Şeytanın ilka ettiğini derhal nesheder de sonra Allah, âyetlerini muhkemler (yuhkimu) ve Allah, alîmdir, hakîmdir
Hac s. 52. ayeti, Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olan bütün Resul Nebilere inen vahye, Şeytan tarafından bir ilka yapılmaya yeltenildiğini, fakat Şeytan'ın bunu asla başaramadığını, bütün elçilere inen vahyin Şeytan'ın karıştırmasına karşı korunmuş olduğunu beyan etmektedir.
Hac s. 52. ayetinin Muhkem Ayet deyiminin anlaşılmasında anahtar konumda olmasını dikkate alarak, bu ayetin mesajının daha net anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Kur'an'a baktığımız zaman Allah (c.c) yerdeki beşer elçiye vahyini ulaştırmada Melek Elçi kullandığını görmekteyiz (Nahl s. 2- Şura s. 51- Hac s. 75). Melek elçinin ontolojik mahiyetinin olup olmadığı, ne veya nasıl olduğu konusunda bizler tarafından herhangi bir yorum yapmanın mümkün olmadığını, beşer elçilere neden böyle bir yol ile vahyedilmiş olduğu üzerinde düşünebileceğimiz konusunda, daha önce yazmaya çalıştığımız yazılar mevcuttur.
Kur'an'ın Allah (c.c) den Melek Elçiye, ondan da Beşer Elçiye ulaştırılmış olduğu konusundaki, ve bu yolda vahye herhangi bir Şeytan karıştırmasının meydana gelmediğini beyan eden bazı ayetler, Hac s. 52. ayetini anlama konusunda kolaylık sağlayacaktır.
[015.016-8] Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
[037.006-9] Muhakkak ki, Biz yakın olan göğü ziynet ile yıldızlar ile bezedik. Ve hem her isyankar şeytandan muhafaza ettik. Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır.
[072.008-9] «Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk.» Doğrusu biz; göğün dinlenebileceği bir yerinde oturmuştuk; ama şimdi kim onu dinleyecek olursa, kendisini gözetleyen bir alev buluyor.
Yukarıda verdiğimiz ayet mealleri, teşbihi bir anlatım üslubu dahilinde, vahyin beşer elçiye ulaşmasında ona herhangi bir yol kazası olmadığını, herhangi bir dış müdahele olmadığını, vahyin Allah (c.c) den beşer elçiye sağlam bir şekilde geldiğini haber vermektedir.
Hac s. 52. ayetinde, Şeytan'ın tasallutuna karşı Allah'ın ayetlerinin MUHKEM kılınmış olması, bu kelimenin Dış etkilere karşı dayanıklılık anlamını dikkate aldığımızda, daha net anlaşılacak, KUR'AN'IN BÜTÜN AYETLERİNİN DIŞ ETKİLERE KARŞI KORUNMUŞ, YANİ MUHKEMLEŞTİRİLMİŞ AYETLER olduğu anlaşılacaktır.
Bu ayetleri dikkate alarak yapacağımız Muhkem Ayet tarifi, artık klasik tefsir anlayışındaki tarif ile farklılık arz edecektir. Klasik tefsir anlayışında hakim olan, Kur'an ayetlerinin Muhkem Ayet ve Müteşabih Ayet olduğu şeklinde yapılan bir ayrım, Kur'an'ın muhkem olmadığı, yani müteşabih olduğu iddia edilen ayetlerinin dış etkilerden korunmadığı gibi bir anlayış ortaya koyma ihtimalinden dolayı, sakıncalı bir ayrımdır.
Muhkem ve Müteşabih ayet ayrımını kabul edenlerin hiç birisinin, Kur'an'ın müteşabih ayetlerinin dış etkilerden korunmamış olduğunu iddia ettiklerini söylemek istemediğimizi, fakat böyle bir ayrım yapmanın sakıncasını ortaya koymak açısından bunları söylediğimizi önemle hatırlatmak isteriz.
Sonuç olarak; Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih şeklinde kategorize edildiği, ve bu ayrımın kemikleşmiş bir düşünce olduğu bilinmektedir. Fakat bizim düşüncemiz bu ayrımın, Muhkem kelimesinin anlamının ve Kur'an bütünlüğünün dikkate alınmaması sonucu yapıldığı yönündedir.
Kur'an'ın ayetlerinin muhkem olmasını, bütün ayetlerinin dış etkilerden korunmuş vaziyette Muhammed (a.s) a ulaşmış olması şeklinde anladığımız zaman, Kur'an'ın bütün ayetlerinin MUHKEM AYETLER olduğu anlaşılacak, Müteşabih Ayetlerin Kur'an içinde olduğu düşüncesinden vazgeçilmek zorunda kalınacaktır.
Bu iddiamızın başkaları tarafından kabul görmesinin elbette zor olduğunu bilmekteyiz. Yüzyıllardır Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih olarak iki kısma ayrıldığına dair olan düşüncenin bir anda yıkılması zaten beklenemez. Ancak Muhkem kelimesinin anlamını dikkate alan Kur'an merkezli bir okuma yaparak konuyu anlamaya çalıştığımızda, karşımıza bu durum çıkacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kitabın içindeki ayetlerin böyle bir tasnife tutulmasının pek doğru bir yaklaşım olmadığını, kitabın bütün ayetlerinin muhkem olduğunu, müteşabih ayetlerin ise, Allah (c.c) nin indirdiği diğer kitaplar olan Tevrat ve İncil'de olduğu konusundaki düşüncelerimizi, bundan önceki bir yazımızda paylaşmıştık. Bu yazımızda, Hud s. 1. ayeti çerçevesinde kitabın ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerinde düşünmeye çalışacağız.
Hud s. 1. ayeti doğru anlaşılacak olursa, Kur'an ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama geldiği de anlaşılacaktır.
الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِي
أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ اللّهَ إِنَّنِي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ
[011.001] Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra da herşeyden haberdar olan hikmet sahibi Allah tarafından ayırt edilmiştir.
[011.002] Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye. Muhakkak ki ben, size O'nun katından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.
Hu s. 1. ayetinde, kitabın ayetlerinin muhkem ve ayrıntılı (fussilet) kılındığı, 2. ayetinde ise, bunun sebebi açıklanmaktadır. Önce kısaca Fussilet kelimesi üzerinde durmaya çalışacak olursak bu konuda şunları söyleyebiliriz;
Fussilet; Aralarında belirli bir aralık oluşuncaya kadar, iki şeyden diğerinin birbirinden ayırmak anlamına gelen El Faslu kelimesinden türemiştir. Bu kelimenin ne anlama gelebileceğini ise, Fussilet suresinden anlayabiliriz.
[041.003] Bu, Arapça bir Kur'an olarak, âyetleri bilen bir kavim için ayırt edilmiş (fussilet) bir kitaptır.
[041.044] Eğer biz bu Kur'ân'ı yabancı bir dilde okunan bir kitap yapsaydık derlerdi ki: 'Ayetleri ayırt edilmeli (fussilet) değil miydi? Muhatapları Arap olduğu halde Arapça olmayan kitap mı geldi?» De ki: «O mü'minler için doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an, onlara bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar.
Fussilet s. 44. ayeti, bu kelimenin muhataplarının anlamamasından ayrılmış yani, muhataplarının anlayabileceği bir dilde indiğini bildirmektedir.
Şimdi gelelim, asıl konumuz olan kitabın ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerine bir tefekkürde bulunmaya çalışmaya;
Uhkimet; Islah etmek, düzeltmek maksadı ile men etmek, engellemek anlamına gelen Hakeme den türemiştir.
Muhkem; Bir işi sağlam yapmak, onun bozulmasını engellemek anlamına gelmektedir. Bir şeyin muhkem olması demek, onun dış etkilere karşı dayanıklı olmasını ifade etmektedir. Muhkem Kale veya Muhkem Duvar denildiği zaman, kalenin ve duvarın dayanıklı olması, dış etkilere ve düşman saldırılarına karşı dayanıklı olmasını ifade ettiği bilinmektedir.
Muhkem Ayet deyimini, kelimenin bu anlamından hareketle anlamaya çalışmanın, bizi daha sağlıklı bir düşünce sahibi yapacağını düşünmekteyiz. Klasik tefsir anlayışındaki Muhkem Ayet tarifinin, kelimenin bu anlamı ile örtüşmediğini düşünerek, Kur'an ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerinde şunları söyleyebiliriz;
Kur'an ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerinde düşünenlerin bu kelimenin geçtiği Hac s. 52. ayeti üzerinde hiç tefekkür etmediğini görmekteyiz. Halbuki bu ayet bizlere, Kur'an ayetlerin muhkem kılınmasının ne anlama geldiğini bildirmektedir. Hac s. 52. ve bu ayet ile ilgili olan diğer ayetleri dikkate alan bir okuma yapmaya çalıştığımız zaman, klasik tefsir anlayışındaki Muhkem Ayet tarifinin hiç de öyle olmadığı görülecektir.
[022.052] [E0] Hem biz senden evvel ne bir Resul ve ne bir Nebiy göndermedik ki bir temenni kurduğu vakıt Şeytan onun ümniyyesine bir ilka yapmış olmasın, bunun üzerine Allah Şeytanın ilka ettiğini derhal nesheder de sonra Allah, âyetlerini muhkemler (yuhkimu) ve Allah, alîmdir, hakîmdir
Hac s. 52. ayeti, Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olan bütün Resul Nebilere inen vahye, Şeytan tarafından bir ilka yapılmaya yeltenildiğini, fakat Şeytan'ın bunu asla başaramadığını, bütün elçilere inen vahyin Şeytan'ın karıştırmasına karşı korunmuş olduğunu beyan etmektedir.
Hac s. 52. ayetinin Muhkem Ayet deyiminin anlaşılmasında anahtar konumda olmasını dikkate alarak, bu ayetin mesajının daha net anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Kur'an'a baktığımız zaman Allah (c.c) yerdeki beşer elçiye vahyini ulaştırmada Melek Elçi kullandığını görmekteyiz (Nahl s. 2- Şura s. 51- Hac s. 75). Melek elçinin ontolojik mahiyetinin olup olmadığı, ne veya nasıl olduğu konusunda bizler tarafından herhangi bir yorum yapmanın mümkün olmadığını, beşer elçilere neden böyle bir yol ile vahyedilmiş olduğu üzerinde düşünebileceğimiz konusunda, daha önce yazmaya çalıştığımız yazılar mevcuttur.
Kur'an'ın Allah (c.c) den Melek Elçiye, ondan da Beşer Elçiye ulaştırılmış olduğu konusundaki, ve bu yolda vahye herhangi bir Şeytan karıştırmasının meydana gelmediğini beyan eden bazı ayetler, Hac s. 52. ayetini anlama konusunda kolaylık sağlayacaktır.
[015.016-8] Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
[037.006-9] Muhakkak ki, Biz yakın olan göğü ziynet ile yıldızlar ile bezedik. Ve hem her isyankar şeytandan muhafaza ettik. Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır.
[072.008-9] «Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk.» Doğrusu biz; göğün dinlenebileceği bir yerinde oturmuştuk; ama şimdi kim onu dinleyecek olursa, kendisini gözetleyen bir alev buluyor.
Yukarıda verdiğimiz ayet mealleri, teşbihi bir anlatım üslubu dahilinde, vahyin beşer elçiye ulaşmasında ona herhangi bir yol kazası olmadığını, herhangi bir dış müdahele olmadığını, vahyin Allah (c.c) den beşer elçiye sağlam bir şekilde geldiğini haber vermektedir.
Hac s. 52. ayetinde, Şeytan'ın tasallutuna karşı Allah'ın ayetlerinin MUHKEM kılınmış olması, bu kelimenin Dış etkilere karşı dayanıklılık anlamını dikkate aldığımızda, daha net anlaşılacak, KUR'AN'IN BÜTÜN AYETLERİNİN DIŞ ETKİLERE KARŞI KORUNMUŞ, YANİ MUHKEMLEŞTİRİLMİŞ AYETLER olduğu anlaşılacaktır.
Bu ayetleri dikkate alarak yapacağımız Muhkem Ayet tarifi, artık klasik tefsir anlayışındaki tarif ile farklılık arz edecektir. Klasik tefsir anlayışında hakim olan, Kur'an ayetlerinin Muhkem Ayet ve Müteşabih Ayet olduğu şeklinde yapılan bir ayrım, Kur'an'ın muhkem olmadığı, yani müteşabih olduğu iddia edilen ayetlerinin dış etkilerden korunmadığı gibi bir anlayış ortaya koyma ihtimalinden dolayı, sakıncalı bir ayrımdır.
Muhkem ve Müteşabih ayet ayrımını kabul edenlerin hiç birisinin, Kur'an'ın müteşabih ayetlerinin dış etkilerden korunmamış olduğunu iddia ettiklerini söylemek istemediğimizi, fakat böyle bir ayrım yapmanın sakıncasını ortaya koymak açısından bunları söylediğimizi önemle hatırlatmak isteriz.
Sonuç olarak; Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih şeklinde kategorize edildiği, ve bu ayrımın kemikleşmiş bir düşünce olduğu bilinmektedir. Fakat bizim düşüncemiz bu ayrımın, Muhkem kelimesinin anlamının ve Kur'an bütünlüğünün dikkate alınmaması sonucu yapıldığı yönündedir.
Kur'an'ın ayetlerinin muhkem olmasını, bütün ayetlerinin dış etkilerden korunmuş vaziyette Muhammed (a.s) a ulaşmış olması şeklinde anladığımız zaman, Kur'an'ın bütün ayetlerinin MUHKEM AYETLER olduğu anlaşılacak, Müteşabih Ayetlerin Kur'an içinde olduğu düşüncesinden vazgeçilmek zorunda kalınacaktır.
Bu iddiamızın başkaları tarafından kabul görmesinin elbette zor olduğunu bilmekteyiz. Yüzyıllardır Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih olarak iki kısma ayrıldığına dair olan düşüncenin bir anda yıkılması zaten beklenemez. Ancak Muhkem kelimesinin anlamını dikkate alan Kur'an merkezli bir okuma yaparak konuyu anlamaya çalıştığımızda, karşımıza bu durum çıkacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
17 Aralık 2016 Cumartesi
Nisa s. 1. Ayetini Hucurat s. 13. Ayetinden Anlamak
Son yıllarda Türkiye genelinde Kur'an'ı anlamaya olan yönelim , anlama konusunda bazı yöntem hatalarını da beraberinde getirmiştir. Yapılan Kur'an okumalarının bir kısmı, mesajı anlamaya yönelik değil , bir takım gereksiz soruların cevaplarının aranmasına yönelik yapılmasından dolayı, ortaya çıkan tartışma konuları, maalesef Kur'an okuyanların birbirine düşmelerine neden olmaktadır.
Bu konuda yapılan yöntem hatasına örnek olarak verebileceğimiz, Nisa s. 1. ayeti üzerinde yapılan tartışmalar , insan neslinin nasıl çoğaldığı yönündeki sorulara cevap aranması etrafında yapılmaya çalışılmış , bu ve benzeri ayetler dikkate alınarak , insan neslinin Adem ve eşinden çoğaldığı sonucuna varılmış , fakat bu sonuç insan neslinin çoğalmasının kardeş evliliği ile gerçekleştiğinden yola çıkılarak varılmış bir sonuç olduğu için , itirazları başka soruları ve tartışmaları beraberinde getirmiştir.
Yazımızda , bu ayetin nasıl anlaşılabileceği yönünde bir tefekkür çalışması yapmaya gayret ederek , mesaja odaklı bir okuma örneği vermeye çalışacağız.
[004.001] Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.
Bu ayet ile ilgili kanaatimiz , ayet içindeki "İtteku" (Sakının) kelimesinin merkeze alınarak okunması ve anlaşılması gerektiği yönündedir. Rabbimiz, yeryüzünde bulunan milyarlarca insanı , bir erkek ve bir dişiden yarattığını, ve insan neslinin bunlardan türettiğini beyan ettiği yönündedir . Biz insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını okuduktan sonra , "Ey Rabbimiz sen bu insanları kardeş kardeşe evlenmesine izin vererek mi, yoksa başka Ademler de yaratarak çoğalmasını sağladın?" şeklinde bir sorunun cevabını aramaya çalışmanın gereksiz, ve asıl mesajı öteleyen bir soru olduğunu düşünmekteyiz.
Çünkü bu ayette Allah (c.c), sakınılmaya layık yegane rab olarak kendisini adres göstermekte, ve insanlar üzerinde yegane rab olma liyakatını, bütün insanları bir erkek ile bir dişiden yaratmış olması ve çoğaltması ile bizlere ispatlamaktadır. Bizim bu noktayı bir tarafa koyarak , insanların nasıl çoğaltıldığına dair bir bilgi peşinde koşmaya çalışmak "Aya değil parmağa bakmak" misali bir okumadır. Çünkü Kur'an içindeki ayetlerden nasıl çoğaldığımız konusunda yapmaya çalıştığımız araştırmalar, ve cevaplar bir başka soruları meydana çıkarmaktadır.
Kardeş kardeşe evlilik yolu ile çoğaldığımızı savunan görüş, yine Kur'an içinden ayetler delil gösterilerek ret edilebilirken , Adem'in ilk insan olmadığını savunan görüşler de , aynı şekilde Kur'an içinden ayetler delil gösterilerek ret edilebilmektedir. Bundan dolayı şahsi kanaatimiz , insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunun peşine düşmeden, ilgili ayetlerde bize verilmek istenen başka mesajlar olup olmadığını araştırmaya çalışmak olmalıdır.
Aynı erkek ile aynı kadından doğan insanların ortak özelliği "Kardeş" olmalarıdır. Ayeti bu noktadan okumaya çalıştığımız zaman , karşımıza aynı mesajı içeren Hucurat s. 13. ayeti çıkmaktadır.
[049.013] Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en kerim olanınız, O'ndan en çok sakınanızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.
Hucurat s. 13. ayeti de , tıpkı Nisa s. 1. ayeti gibi insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını beyan etmektedir. "Takva" (Sakınmak) terimi , Nisa s. 1. ayetinde olduğu gibi, Hucurat s. 13. ayetinde de merkeze alınmaktadır.
Dikkat edilirse her iki ayette de hitap bütün insanlığa yapılmakta , ve bütün insanlığın bir erkek ve bir dişiden yaratılmış olmasına dikkat çekilerek , bir erkek ve dişiden yaratılmış olmanın, bütün insanlar ile ortak paydamız olduğu hatırlatılmaktadır. Bu ortak payda, bütün insanların birbirleri ile kuracağı ilişkilerde dikkate alınması gerekmektedir.
Bu ortak payda, bizleri bir erkek ve dişiden nasıl çoğaldığımız sorusunu gündem etmeye değil , böyle bir şekilde çoğalmış olmamızın bizim için ifade etmesi gereken değeri gündem etmeye yöneltmesi gerekmektedir. Bütün insanların bir erkek ve bir dişiden türediğinin ifade edilmesi , bu insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde gözetmesi gereken yakınlık ilişkisine dikkat çekmektedir.
İnsanların "İnanan" ve "İnanmayan" şeklinde iki ayrı şemsiye altında toplanmış olmasından önce, inanmış veya inanmamış olsun herkes öncelikle İNSANLIK şemsiyesi altında toplanmaktadır. "Mü'min" veya "Kafir" sıfatları , insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde dikkate almaları gereken öncelikli sıfatlar değildir. Öncelik , mü'min veya kafir olmasından önce herkesin İNSAN olduğu gerçeğidir.
Allah (c.c) insanların kendisine iman eden ve etmeyen olarak ikiye ayrılmalarının birbirlerine karşı hangi hallerde düşmanlık vesilesi olarak görülmesi gerektiğini kitabında beyan etmektedir. İman edenlerle açıkça savaşa yeltenmeyen kafirler ile insani ilişkileri kurulmasında herhangi bir sakınca görülmemesi dikkat çekici bir noktadır.
[005.032] Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yer yüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, peygamberlerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.
Maide s. 32. ayeti , insan olma onurunu öne çıkaran, insan hayatının ne kadar değerli olduğunu , haksız yere kıyılan bir canın bütün canlara bedel olduğunu beyan ederek insan hayatının ne kadar değerli olduğunu beyan eden bir ayet olarak, biz Müslümanlar tarafından hayat alanına geçirilmeyi beklemektedir. İnsan hayatının değerini bilmesi , ona kıymet vermesi , haksız yere kıyılan bir canın bütün canları kıymış gibi bir cürüm olduğunu en fazla bilmesi gerekenlerin , en acımasız şekilde birbirlerini kırma yarışına girmiş olmaları, izahı mümkün olmayan bir yanlıştır.
"Şia" ve "Sünni" olarak iki ana parçaya ve bu ana parçanın altında binlerce ara parçaya ayrılmış olan Müslümanların, yüzlerce yıldır birbirleri ile yaptıkları savaşlarda dökülen kan , kafirler ile yapılan savaşlarda dökülmemiştir. Dünyanın insan hayatına saygılı olma konusunda en başta gelen topluluğu olması gereken bizlerin, kendi insanlarına karşı en acımasız, ve en vahşi bir şekilde kan dökücü hale gelmiş olması , içinde bulunduğumuz zamanın acı bir gerçeğidir.
[049.010] Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.
Dünyayı tek bir devlet çatısı altında toplamayı , ve 7 milyar olan dünya nüfusunu 500 milyona indirmeyi amaçlayan şeytanca bir projenin sahibi olan bir elin parmakları kadar sayılı olan zengin tabakasının bu projesinin bir ayağı, bizim coğrafyamızda B.O.P adı altında bir plan dahilinde yürütülmektedir. Yıllardır çevremizde gelişen olaylar ve dökülen kanlar , bu şeytani planın bir parçasıdır.
Dünya nüfusunu azaltmayı amaçlayan şeytani planda birbirlerine düşman olan Müslüman guruplar , bu kafirler için biçilmiş kaftan mesabesinde olup , bu gurupları birbirlerine kırdırmak sureti ile , hem Müslümanların birlik ve beraberliklerini ortadan kaldırmakta , hem de nüfusun azalmasına sebep olacak katliamları Müslümanlar eli ile yaptırmaktadırlar.
Elimizde bulunan kitabın "Nur" olarak vasıflandırılmış olması, bizler için karanlıklarda yol gösterici , "Furkan" olarak vasıflandırılmış olması, hakkı batıldan ayırt etmek için bize rehber olması artık dikkate alınarak , üzerimizde oynanan oyunların bir önce farkına varılması , kafirlerin elinde oyuncak olmaktan çıkarak , onların oyunlarına başlarına geçiren bir topluluk olmamız gerekmektedir.
Karşımızda olan bir insanın bizim için hangi durumlarda "Düşman" olarak görülmesi gerektiği açık ve net olarak beyan edilmiş iken , kendisini "Sünni" olarak niteleyen bir insanın düşmanı , kendisini "Şia" olarak niteleyen bir insan olamaz. Aynı şekilde kendisini "Şia" olarak niteleyen bir insanın düşmanı da, kendisini "Sünni" olarak niteleyen bir başka insan olamaz.
Sünni veya Şia olsun bu fırkalara mensup olan insanların ortak paydaları , önce bir kadın ve erkekten türeyen İNSAN , sonra da MÜSLÜMAN olmalarıdır. Farklı bakış açıları ile birbirini KAFİR ilan ederek birbirinin kanını, canını , malını , ırzını , namusunu HELAL görmek insana ve Müslüman olanlar için asla mümkün değildir.
Mezhep , meşrep , fırka farklılıkları insanların birbirlerini öldürmek için asla meşru bir sebep olarak görülemez. Sünni , Şia veya bir başka fırkaya mensup olduğu gerekçesi ile, insanlara düşmanlık beslenmesine ve katline cevaz veren insanlar , batılı kafirlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir iş yapmamaktadırlar.
Batılı insan şeytanları ve onların işbirlikçilerinin oynamak istedikleri oyunlar , Müslümanların mezhep farklılıkları gündeme getirilerek sahneye konulmak istenilmekte , bu yol ile farklı mezheplere bağlı olan Müslümanların birbirlerini "Kafir" oldukları gerekçesi ile öldürmek sureti ile Müslümanların gücü sıfıra indirilmek istenilmektedir.
Birbirini öldürmek için meşru bir gerekçe olarak sunulan fırka ve mensup farklılığı , Müslümanların güçlerinin kırılmasına ve gücü kırılan Müslümanların batılı şeytanlara daha kolay lokma olmalarına sebep olmaktadır. İnsan hayatının değerini, fanatik mezhep taraftarlarından değil , Allah (c.c) nin kitabından öğrenmeye ve hayata aktarmaya çalışmadığımız zaman , en küçük bir tahrikte "Asalım , keselim , öldürelim , biçelim" sesleri yükselmeye başlayacak ve bu yolla Müslümanlar arasında fesat tohumları ekilecektir.
Hucurat s. 13. ayeti , insanların birbirlerinin renk , dil , ırk , mezhep , meşrep , kavim farklılıklarının düşmanlık vesilesi olarak görülmemesi gerektiğini hatırlatan önemli ayetlerden bir tanesidir. İnsanları birbirlerinden ayıran bazı farklılıkların onlar arasında düşmanlık vesilesi olarak görülmemesi , aksine yakınlık ve kaynaşma vesilesi olarak görülmesi gerektiği ayetin önemli mesajlarından bir tanesidir.
Sünni , Şia veya bir başka fırkanın taraftarı olmak, eğer Allah katında bir suç ve günah teşkil ediyorsa , bu suçun cezasını Sünni olanın Şia olanı , Şia olanın Sünni olanı öldürmesi sureti ile insanların değil , hesap gününde Allah (c.c) nin vermesi gerekmektedir.
Sosyal medya üzerinden örgütlenmek ve propaganda yapmak, son yıllarda büyük bir ivme kazanmış, biz Müslümanlar da bu yol üzerinden sahip olduğumuz düşüncelerimizi yaymak için büyük bir gayret göstermekteyiz. Sosyal medya üzerinden sahip olunan gücü , fırkalar arasındaki düşmanlığın yayılması için değil , önce insan olmamız ve sonra Müslüman olmamız üzerinden değerlendirmeye çalışarak , düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmak , karşımızdaki kişiye önce insan olması gerçeği üzerinden değer vermeye çalışmak , sonra eğer hatalı bir düşüncesi var ise , bu hatasını Kur'an'ın öğrettiği metot üzerinden anlatmaya çalışmak , Müslümanlar arasındaki düşmanlıkların en aza inmesini sağlayacaktır.
Sosyal medya aracılığı ile sahip olduğu düşüncesini savunmaya çalışan Müslümanlardaki genel durum , sahip olduğu düşünceyi merkeze alarak onu "Nihai doğrular" olarak görmek , sahip olduğu düşünce dışındakileri ise "Kesin yanlış" olarak görmektir. Böyle bir portreye sahip olan Müslüman klavyesini bir kılıç gibi kullanarak karşısındakini düşman olarak görmekte , ve o kişiye her türlü yazılı hakareti caiz olarak görerek , bu ameli Allah yolunda cihad aşkı ile yerine getirmektedir. Müslümanların birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu bu zamanlarda , herkes yazdıklarından ve söylediklerinden sorulacağı bilinci içinde olmalı , insani değerlere önem vererek karşısındakilerin kişilik haklarına saygı duyan bir üslup kullanmalıdır.
Aksi takdirde sosyal medya üzerinden körüklenen düşmanlıklar , ilerleyen zamanlarda ülkeler arası meydan savaşlarına dönüşerek , önü alınmaz kitlesel katliamlara sebep olan durumlara öncülük ederek tarihte kara bir sayfa olarak yerini alacaktır.
Sonuç olarak : Allah (c.c) nin bizleri bir erkek ve bir kadından yarattığı ve çoğalttığını beyan etmiş olmasının , bu çoğalmanın nasıl gerçekleştiği yönünde değil , bir erkek ve bir kadından doğan insanların sahip oldukları ortak payda üzerinden değerlendirilmesinin daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz.
Anne ve babası bir olanların, birbirleri ile daha yakın ilişkiler kurması gerektiği , aynı anne ve babadan dünyaya gelenlerin birbirlerine karşı herhangi bir üstünlük taslama vesilesi olmayacağı gerçeği üzerinden ayeti okuduğumuz zaman , evrensel insani değerlerin dikkate alınarak birbirimize karşı davranışlarımızın yeniden gözden geçirilmesi zarureti ortadadır.
Birlik ve beraberliğin her zamankinden daha zaruri olduğu bu günlerde , Müslümanların birbirlerine fırka taassubu ile değil sahip oldukları en üst ortak paydaları öne çıkararak , bakmaları bizi birbirimize kırdırarak iki taraflı menfaat elde etmek isteyen batılı şeytanların oyunlarını bozacaktır.
İslam kelimesinin anlamlarından bir tanesi olan barışın , Müslümanlar arasında uygulanması kimlerin zararına olacak ise , aramızdaki düşmanlıkları körükleyenler , bu kimselere hizmetkar olmaktan başka bir iş yapmamaktadırlar.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Bu konuda yapılan yöntem hatasına örnek olarak verebileceğimiz, Nisa s. 1. ayeti üzerinde yapılan tartışmalar , insan neslinin nasıl çoğaldığı yönündeki sorulara cevap aranması etrafında yapılmaya çalışılmış , bu ve benzeri ayetler dikkate alınarak , insan neslinin Adem ve eşinden çoğaldığı sonucuna varılmış , fakat bu sonuç insan neslinin çoğalmasının kardeş evliliği ile gerçekleştiğinden yola çıkılarak varılmış bir sonuç olduğu için , itirazları başka soruları ve tartışmaları beraberinde getirmiştir.
Yazımızda , bu ayetin nasıl anlaşılabileceği yönünde bir tefekkür çalışması yapmaya gayret ederek , mesaja odaklı bir okuma örneği vermeye çalışacağız.
[004.001] Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.
Bu ayet ile ilgili kanaatimiz , ayet içindeki "İtteku" (Sakının) kelimesinin merkeze alınarak okunması ve anlaşılması gerektiği yönündedir. Rabbimiz, yeryüzünde bulunan milyarlarca insanı , bir erkek ve bir dişiden yarattığını, ve insan neslinin bunlardan türettiğini beyan ettiği yönündedir . Biz insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını okuduktan sonra , "Ey Rabbimiz sen bu insanları kardeş kardeşe evlenmesine izin vererek mi, yoksa başka Ademler de yaratarak çoğalmasını sağladın?" şeklinde bir sorunun cevabını aramaya çalışmanın gereksiz, ve asıl mesajı öteleyen bir soru olduğunu düşünmekteyiz.
Çünkü bu ayette Allah (c.c), sakınılmaya layık yegane rab olarak kendisini adres göstermekte, ve insanlar üzerinde yegane rab olma liyakatını, bütün insanları bir erkek ile bir dişiden yaratmış olması ve çoğaltması ile bizlere ispatlamaktadır. Bizim bu noktayı bir tarafa koyarak , insanların nasıl çoğaltıldığına dair bir bilgi peşinde koşmaya çalışmak "Aya değil parmağa bakmak" misali bir okumadır. Çünkü Kur'an içindeki ayetlerden nasıl çoğaldığımız konusunda yapmaya çalıştığımız araştırmalar, ve cevaplar bir başka soruları meydana çıkarmaktadır.
Kardeş kardeşe evlilik yolu ile çoğaldığımızı savunan görüş, yine Kur'an içinden ayetler delil gösterilerek ret edilebilirken , Adem'in ilk insan olmadığını savunan görüşler de , aynı şekilde Kur'an içinden ayetler delil gösterilerek ret edilebilmektedir. Bundan dolayı şahsi kanaatimiz , insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunun peşine düşmeden, ilgili ayetlerde bize verilmek istenen başka mesajlar olup olmadığını araştırmaya çalışmak olmalıdır.
Aynı erkek ile aynı kadından doğan insanların ortak özelliği "Kardeş" olmalarıdır. Ayeti bu noktadan okumaya çalıştığımız zaman , karşımıza aynı mesajı içeren Hucurat s. 13. ayeti çıkmaktadır.
[049.013] Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en kerim olanınız, O'ndan en çok sakınanızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.
Hucurat s. 13. ayeti de , tıpkı Nisa s. 1. ayeti gibi insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını beyan etmektedir. "Takva" (Sakınmak) terimi , Nisa s. 1. ayetinde olduğu gibi, Hucurat s. 13. ayetinde de merkeze alınmaktadır.
Dikkat edilirse her iki ayette de hitap bütün insanlığa yapılmakta , ve bütün insanlığın bir erkek ve bir dişiden yaratılmış olmasına dikkat çekilerek , bir erkek ve dişiden yaratılmış olmanın, bütün insanlar ile ortak paydamız olduğu hatırlatılmaktadır. Bu ortak payda, bütün insanların birbirleri ile kuracağı ilişkilerde dikkate alınması gerekmektedir.
Bu ortak payda, bizleri bir erkek ve dişiden nasıl çoğaldığımız sorusunu gündem etmeye değil , böyle bir şekilde çoğalmış olmamızın bizim için ifade etmesi gereken değeri gündem etmeye yöneltmesi gerekmektedir. Bütün insanların bir erkek ve bir dişiden türediğinin ifade edilmesi , bu insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde gözetmesi gereken yakınlık ilişkisine dikkat çekmektedir.
İnsanların "İnanan" ve "İnanmayan" şeklinde iki ayrı şemsiye altında toplanmış olmasından önce, inanmış veya inanmamış olsun herkes öncelikle İNSANLIK şemsiyesi altında toplanmaktadır. "Mü'min" veya "Kafir" sıfatları , insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde dikkate almaları gereken öncelikli sıfatlar değildir. Öncelik , mü'min veya kafir olmasından önce herkesin İNSAN olduğu gerçeğidir.
Allah (c.c) insanların kendisine iman eden ve etmeyen olarak ikiye ayrılmalarının birbirlerine karşı hangi hallerde düşmanlık vesilesi olarak görülmesi gerektiğini kitabında beyan etmektedir. İman edenlerle açıkça savaşa yeltenmeyen kafirler ile insani ilişkileri kurulmasında herhangi bir sakınca görülmemesi dikkat çekici bir noktadır.
[005.032] Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yer yüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, peygamberlerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.
Maide s. 32. ayeti , insan olma onurunu öne çıkaran, insan hayatının ne kadar değerli olduğunu , haksız yere kıyılan bir canın bütün canlara bedel olduğunu beyan ederek insan hayatının ne kadar değerli olduğunu beyan eden bir ayet olarak, biz Müslümanlar tarafından hayat alanına geçirilmeyi beklemektedir. İnsan hayatının değerini bilmesi , ona kıymet vermesi , haksız yere kıyılan bir canın bütün canları kıymış gibi bir cürüm olduğunu en fazla bilmesi gerekenlerin , en acımasız şekilde birbirlerini kırma yarışına girmiş olmaları, izahı mümkün olmayan bir yanlıştır.
"Şia" ve "Sünni" olarak iki ana parçaya ve bu ana parçanın altında binlerce ara parçaya ayrılmış olan Müslümanların, yüzlerce yıldır birbirleri ile yaptıkları savaşlarda dökülen kan , kafirler ile yapılan savaşlarda dökülmemiştir. Dünyanın insan hayatına saygılı olma konusunda en başta gelen topluluğu olması gereken bizlerin, kendi insanlarına karşı en acımasız, ve en vahşi bir şekilde kan dökücü hale gelmiş olması , içinde bulunduğumuz zamanın acı bir gerçeğidir.
[049.010] Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.
Dünyayı tek bir devlet çatısı altında toplamayı , ve 7 milyar olan dünya nüfusunu 500 milyona indirmeyi amaçlayan şeytanca bir projenin sahibi olan bir elin parmakları kadar sayılı olan zengin tabakasının bu projesinin bir ayağı, bizim coğrafyamızda B.O.P adı altında bir plan dahilinde yürütülmektedir. Yıllardır çevremizde gelişen olaylar ve dökülen kanlar , bu şeytani planın bir parçasıdır.
Dünya nüfusunu azaltmayı amaçlayan şeytani planda birbirlerine düşman olan Müslüman guruplar , bu kafirler için biçilmiş kaftan mesabesinde olup , bu gurupları birbirlerine kırdırmak sureti ile , hem Müslümanların birlik ve beraberliklerini ortadan kaldırmakta , hem de nüfusun azalmasına sebep olacak katliamları Müslümanlar eli ile yaptırmaktadırlar.
Elimizde bulunan kitabın "Nur" olarak vasıflandırılmış olması, bizler için karanlıklarda yol gösterici , "Furkan" olarak vasıflandırılmış olması, hakkı batıldan ayırt etmek için bize rehber olması artık dikkate alınarak , üzerimizde oynanan oyunların bir önce farkına varılması , kafirlerin elinde oyuncak olmaktan çıkarak , onların oyunlarına başlarına geçiren bir topluluk olmamız gerekmektedir.
Karşımızda olan bir insanın bizim için hangi durumlarda "Düşman" olarak görülmesi gerektiği açık ve net olarak beyan edilmiş iken , kendisini "Sünni" olarak niteleyen bir insanın düşmanı , kendisini "Şia" olarak niteleyen bir insan olamaz. Aynı şekilde kendisini "Şia" olarak niteleyen bir insanın düşmanı da, kendisini "Sünni" olarak niteleyen bir başka insan olamaz.
Sünni veya Şia olsun bu fırkalara mensup olan insanların ortak paydaları , önce bir kadın ve erkekten türeyen İNSAN , sonra da MÜSLÜMAN olmalarıdır. Farklı bakış açıları ile birbirini KAFİR ilan ederek birbirinin kanını, canını , malını , ırzını , namusunu HELAL görmek insana ve Müslüman olanlar için asla mümkün değildir.
Mezhep , meşrep , fırka farklılıkları insanların birbirlerini öldürmek için asla meşru bir sebep olarak görülemez. Sünni , Şia veya bir başka fırkaya mensup olduğu gerekçesi ile, insanlara düşmanlık beslenmesine ve katline cevaz veren insanlar , batılı kafirlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir iş yapmamaktadırlar.
Batılı insan şeytanları ve onların işbirlikçilerinin oynamak istedikleri oyunlar , Müslümanların mezhep farklılıkları gündeme getirilerek sahneye konulmak istenilmekte , bu yol ile farklı mezheplere bağlı olan Müslümanların birbirlerini "Kafir" oldukları gerekçesi ile öldürmek sureti ile Müslümanların gücü sıfıra indirilmek istenilmektedir.
Birbirini öldürmek için meşru bir gerekçe olarak sunulan fırka ve mensup farklılığı , Müslümanların güçlerinin kırılmasına ve gücü kırılan Müslümanların batılı şeytanlara daha kolay lokma olmalarına sebep olmaktadır. İnsan hayatının değerini, fanatik mezhep taraftarlarından değil , Allah (c.c) nin kitabından öğrenmeye ve hayata aktarmaya çalışmadığımız zaman , en küçük bir tahrikte "Asalım , keselim , öldürelim , biçelim" sesleri yükselmeye başlayacak ve bu yolla Müslümanlar arasında fesat tohumları ekilecektir.
Hucurat s. 13. ayeti , insanların birbirlerinin renk , dil , ırk , mezhep , meşrep , kavim farklılıklarının düşmanlık vesilesi olarak görülmemesi gerektiğini hatırlatan önemli ayetlerden bir tanesidir. İnsanları birbirlerinden ayıran bazı farklılıkların onlar arasında düşmanlık vesilesi olarak görülmemesi , aksine yakınlık ve kaynaşma vesilesi olarak görülmesi gerektiği ayetin önemli mesajlarından bir tanesidir.
Sünni , Şia veya bir başka fırkanın taraftarı olmak, eğer Allah katında bir suç ve günah teşkil ediyorsa , bu suçun cezasını Sünni olanın Şia olanı , Şia olanın Sünni olanı öldürmesi sureti ile insanların değil , hesap gününde Allah (c.c) nin vermesi gerekmektedir.
Sosyal medya üzerinden örgütlenmek ve propaganda yapmak, son yıllarda büyük bir ivme kazanmış, biz Müslümanlar da bu yol üzerinden sahip olduğumuz düşüncelerimizi yaymak için büyük bir gayret göstermekteyiz. Sosyal medya üzerinden sahip olunan gücü , fırkalar arasındaki düşmanlığın yayılması için değil , önce insan olmamız ve sonra Müslüman olmamız üzerinden değerlendirmeye çalışarak , düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmak , karşımızdaki kişiye önce insan olması gerçeği üzerinden değer vermeye çalışmak , sonra eğer hatalı bir düşüncesi var ise , bu hatasını Kur'an'ın öğrettiği metot üzerinden anlatmaya çalışmak , Müslümanlar arasındaki düşmanlıkların en aza inmesini sağlayacaktır.
Sosyal medya aracılığı ile sahip olduğu düşüncesini savunmaya çalışan Müslümanlardaki genel durum , sahip olduğu düşünceyi merkeze alarak onu "Nihai doğrular" olarak görmek , sahip olduğu düşünce dışındakileri ise "Kesin yanlış" olarak görmektir. Böyle bir portreye sahip olan Müslüman klavyesini bir kılıç gibi kullanarak karşısındakini düşman olarak görmekte , ve o kişiye her türlü yazılı hakareti caiz olarak görerek , bu ameli Allah yolunda cihad aşkı ile yerine getirmektedir. Müslümanların birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu bu zamanlarda , herkes yazdıklarından ve söylediklerinden sorulacağı bilinci içinde olmalı , insani değerlere önem vererek karşısındakilerin kişilik haklarına saygı duyan bir üslup kullanmalıdır.
Aksi takdirde sosyal medya üzerinden körüklenen düşmanlıklar , ilerleyen zamanlarda ülkeler arası meydan savaşlarına dönüşerek , önü alınmaz kitlesel katliamlara sebep olan durumlara öncülük ederek tarihte kara bir sayfa olarak yerini alacaktır.
Sonuç olarak : Allah (c.c) nin bizleri bir erkek ve bir kadından yarattığı ve çoğalttığını beyan etmiş olmasının , bu çoğalmanın nasıl gerçekleştiği yönünde değil , bir erkek ve bir kadından doğan insanların sahip oldukları ortak payda üzerinden değerlendirilmesinin daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz.
Anne ve babası bir olanların, birbirleri ile daha yakın ilişkiler kurması gerektiği , aynı anne ve babadan dünyaya gelenlerin birbirlerine karşı herhangi bir üstünlük taslama vesilesi olmayacağı gerçeği üzerinden ayeti okuduğumuz zaman , evrensel insani değerlerin dikkate alınarak birbirimize karşı davranışlarımızın yeniden gözden geçirilmesi zarureti ortadadır.
Birlik ve beraberliğin her zamankinden daha zaruri olduğu bu günlerde , Müslümanların birbirlerine fırka taassubu ile değil sahip oldukları en üst ortak paydaları öne çıkararak , bakmaları bizi birbirimize kırdırarak iki taraflı menfaat elde etmek isteyen batılı şeytanların oyunlarını bozacaktır.
İslam kelimesinin anlamlarından bir tanesi olan barışın , Müslümanlar arasında uygulanması kimlerin zararına olacak ise , aramızdaki düşmanlıkları körükleyenler , bu kimselere hizmetkar olmaktan başka bir iş yapmamaktadırlar.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)