33. Ayeti : etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
33. Ayeti : etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2017 Perşembe

Fussilet s. 33. Ayeti : Allah'a Çağırmanın Ben Müslümanlardanım Demenin Hayatımızın İçindeki Yeri

Allah (c.c) , sadece kendisini İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmesi için yaratmış olduğu biz kullarına , bu tanımanın hayat içinde nasıl gerçekleşmesi gerektiğini , elçi ve kitapları aracılığı ile bildirmiştir. Elçi ve kitap halkasının son zinciri olan Muhammed (a.s) a inen Kur'an , aynı bilgileri bizlere hatırlatan bir kitaptır. 

Bu kitap içindeki Fussilet s. 33. ayetini yazımıza konu etmeye çalışarak , bu ayet içinde beyan edilen şıkların hayat içindeki pratiği ve bu şıklarla ne kadar barışık bir hayat yaşadığımız üzerindeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

[041.033]  Allah'a davet eden, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?

Bu ayet yaşamın gayesi 3 şıkta özetlenerek, örnek bir insan portresi çizilmektedir.

1-Allah'a davet etmek.
2-Salih amel işlemek.
3-Ben Müslümanlardanım demek.

Allah (c.c) bu 3 amel için "Ahsene Qavlen" ifadesini kullanmaktadır. Ancak konu, Allah (c.c) tarafından övülmüş olan bu 3 güzel amelin, biz Müslümanların hayatında nasıl işlerlik kazandığına geldiğinde orada düğümlenmektedir. 

Yukarıda sayılan 3 vasfın en güzel örnekliğini , Allah (c.c) tarafından gönderilen bütün elçiler muhataplarına göstererek , bu vasıfların hayat içindeki anlamlarını pratik olarak yerine getirmişlerdir. Fakat bu elçilerin örneklikleri , bizlerin hayatında tam anlamıyla pratik bulmamak sureti ile, bir çok sıkıntının ortaya çıkmasına sebebiyet verilmiştir. 

Allah'a davet etmek bir Müslümanın yaşamında nasıl yer bulması gereklidir?. 

Bu davetin nasıl olması gerektiğini kısaca özetleyecek olursak , Kur'an geneline yayılmış elçiler ve onlarla birlikte olan iman edenlerin ,yaşadıkları örnek hayatların bizlere anlatılma sebebi, Allah'a davet etmenin pratik hayat içindeki yerinin nasıl gerçekleşeceğidir. Şirk batağına batmış kavimlerini tek ilaha kulluk etmeye çağıran elçiler ve onlarla birlikte olanların yaşadıkları hayatı ALLAH'A DAVET ETMEK olarak özetleyebiliriz. 

Fakat şu anda yaşayan Müslümanların bu daveti , Kur'ani boyutundan daha farklı bir yönlere çektiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.

İnsanları Allah'a davet etmek demek, öncelikle insanın ne olduğunu , ne amaçla yaratıldığını bilmesi anlamına gelmektedir. Böyle bir bilgiden yoksun olan kimsenin Allah'a davet etmek gibi bir düşüncesi de zaten yoktur. Biz konuyu yaratılış amacının farkında olan ve insanların dünya ve ahiret mutluluğunun İslam ile gerçekleşeceğini bilerek davetçi olmaya soyunanların, bu şıkkı hayatlarına nasıl geçirmesi gerektiği üzerinde yoğunlaştırmaya çalışalım. 

Bugün dünya yüzünde yaşayan Müslümanların fırkalara bölünmüş ve bu fırkaların bir çoğunun birbirine düşman bir halde olduğu herkesçe malumdur. Bu fırkalara mensup ve birbirine düşman olan Müslümanlara "Kime davet ediyorsunuz?" şeklinde bir soru sorulsa bütün fırkaların ortak cevabı "Allah'a davet ediyoruz" şeklinde olacaktır. 

Fakat dışarıdan bakan bir kimsenin kafasında "Herkes Allah'a davet ettiğini söylüyor fakat birbirlerine neden düşman , bunlar neyi paylaşamıyorlar?" sorusu oluşacak , ve kimsenin davetine icabet etmeyecektir. 

Buradaki sorun, herkesin davet ettiği Allah (c.c) nin farklı kitap , farklı kişi , farklı mezhep ve meşreplerin tanıttığı ve davet ettiği bir Allah olmasıdır. Böyle bir farklılık haliyle fırkalaşmayı beraberinde getirmekte , fırkalar arasındaki rekabet ise düşmanlıkları körüklemektedir.   

O zaman bu sorun ,  farklı kaynaklardan beslenmek yerine asıl kaynaktan beslenmek ile çözüme kavuşacaktır. Bu durum , farklı kaynaklardan beslenerek , her kafadan çıkan ayrı bir din oluşumuna da set çekecektir. Dikkat edilecek olursa , kendilerinin Allah'a davet ettiklerini iddia eden kimseler , sadece dinin bir tarafına takılarak , insanlara "İşte din bu dur" demekte ve ona çağırmaktadırlar. 

Örneğin ; Dini sakal, sarık, cübbe'ye indirgemiş olanların , Allah'a yaptıkları davet insanları sakal bırakması , kafalarına sarık sarması, sırtlarına cübbe geçirmesinin faziletleri,ve bu yaşam tarzının en doğru dini bir yaşam olduğu noktasındadır. 

Dini sadece namaza indirgemiş olanların ise çağrısı sadece namaza olup , din sadece namaz kılmaktan ibaretmiş gibi bir görünüm sergiledikleri herkesin malumudur.

Dini sadece kendi tarikatlarından ibaret zannederek , dünyanın kendi tarikatları ve şeyhlerinin yüzü suyu hürmetine döndüğüne inananların çağrısı ise sadece kendi tarikatlarına olup , insanları tarikatlarına dahil etmek için yaptıkları çalışmaların adı onlar için Allah' davet etmektir. 

Bu ve benzeri çağrıların hiçbirini Allah'a davet etmek olarak görmek mümkün değildir. Bu çağrılar olsa olsa Allah'a davet maskesi altında kendi kitaplarına , şeyhlerine , tarikatlarına , düşüncelerine çağırmaktır.

[033.045-46]  Ey Nebi! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. İzniyle Allah'a davet eden ve aydınlatan bir ışık olarak.

Allah'a davet etmenin örnekliğini bütün elçiler yaşamları ile göstermişlerdir. Muhammed (a.s) bu örnekliği gösteren elçiler zincirinin son halkasıdır. Onun davet ettiği Allah , kullarından sakal , sarık , cübbe ile gezmeleri , herhangi bir tarikata mensup olmaları , veya dinlerini herhangi bir kul tarafından yazılan kitaplar üzerine kurmaları gerektiği gibi şeyler istememektedir. 

Elçilerin davet ettiği Allah kullarından, yalnız kendisini İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmelerini ve bu isteğin gerektirdiklerinin yerine getirilmesini istemektedir. Bu hayatı en kısa kelimelerle ifade edecek olursak "Salih Amel" şeklinde ifade edebiliriz.

Bir çok ayet içinde bu deyimi "İman etmek" ile birlikte zikredildiğini görmekteyiz. "İman etmek ve salih amel işlemek" olarak beyan edilen yaşam şekli , insanın yaratılış amacını özetleyen bir cümledir. Ancak Müslümanlar arasında yaygın olan itikadi inancın, iman ve ameli birbirinden ayırması sonucunda, dil ile iman ettiğini söyleyen milyarlarca Müslümana karşılık , bu imanını pratiğe dökmeye çalışan bir avuç Müslüman bulunmaktadır.  

[022.078]  Allah uğrunda gerektiği gibi cihat edin! Sizi O seçti, üzerinize dinde hiçbir zorluk da yükletmedi. Haydi babanız İbrahim'in milletine! Bundan önce ve bunda(Kur'an'da) size Müslüman adını o Allah verdi ki resul size şahit olsun, siz de bütün insanlara şahitler olasınız. Şu halde namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sıkı tutunun ki, sahibiniz O'dur. Artık O ne güzel bir sahip, ne güzel bir yardımcıdır.

Hac s. 78. ayetinin içindeki "Resul size şahit olsun, siz de bütün insanlara şahitler olasınız" cümlesi, hayati önem arz eden bir cümledir. Resul bize yaşantısı ile şahit yani örnek olmuş , fakat bizlerin  onun örnekliğini devam ettirerek, bütün insanlığa bu örnekliği taşıyacak olgunluk düzeyinde olduğumuzu söylemek çok güçtür.

Müslüman olmayan insanlar, Allah (c.c) nin kulları için beğendiği ve razı olduğu İslam dininin bütün insanlık için en doğru seçim olduğunu , kendilerine "Ben Müslümanlardanım" diyen insanların yaşantılarına şahit olarak görmek , bilmek , anlamak durumundadırlar. Müslümanlar yaşantıları ile öyle bir örnek hayat yaşamak zorundadırlar ki , diğer insanlar bizlere parmak ısırsın ve bizim mensup olduğumuz dinin bir mensubu olmak için istek göstersinler.

Maalesef durum hiç te öyle değildir . Biz Müslümanlar ferdi ve toplumsal hayatımızda bırakın başkaları tarafından örnek gösterilmeyi , mensup olduğumuz dinin ahlaki kurallarını tam olarak yerine getirmek noktasında acziyet göstermekte , bu kurallar bizden daha fazlasıyla , bizim dışımızdaki insanlar tarafından yerine getirilmektedir. 

Halbuki Müslüman olmak demek , yaşadığı beldeyi mamur eden , yollarında insanları rahatsız edecek bir taş dahi olmamasına dikkat eden , kapılarına hırsız korkusu ile kilit kilit vurulan evlerin olmadığı , insanların birbirini aldatmadığı , yalan söylemediği , iftira atmadığı , caddelerinde rahatça dolaşılabilen beldelere sahip olan , karşısındaki insanın hakkını en az kendi hakkı kadar savunduğu, gıybet etmeyi ölü insan eti yemek gibi iğrenç gören , rengini , dilini , ırkını öne çıkararak bunları insanlara karşı övünç vesile yapmayan , insan olmanın gereği olan tüm değerlere önem veren insanlar demek olmalıdır. 

Kısacası , "İman etmek salih amel işlemek" cümlesinin içi biz Müslümanlar tarafından gereği gibi hakkı verilerek doldurulmuş olsaydı , şu anda yaşadığımız dünya fesat içinde boğulmak yerine cennete dönmüş olabilirdi.

"Ben Müslümanlardanım" demek bir Müslümanın hayatında nasıl anlamını bulabilir?. 

Bu kelimenin anlamı olan "Teslim Olmak" demek , Allah'a kendisini tam anlamıyla teslim ederek , ondan başka ilah , onun dininden başka bir dine tabi olmamak anlamına gelmektedir. Fakat bu söz, dillerde milyarlarca kişi tarafından telaffuz edilmesine rağmen , gereği hayat içinde yerine gelmemiş olmamasından ötürü , başka teslimiyetler içine girmiş insanlar topluluğu halindeyiz. 

Fırkalara bölünmek konusunda şampiyonluğu hiç bir topluluğa bırakmayan biz Müslümanlar, kendimizi ifade ederken mensup olduğumuz fırkaya göre aidiyetimizi belirtmekten ayrı bir haz duymaktayız.

Fırka mensubiyetine göre isim belirlemek öyle bir hale gelmiştir ki , birbirleri ile yeni tanışan bir Müslümanın diğer bir Müslüman sorduğu ilk soru "Hangi cemaate mensupsunuz?" sorusu olmaktadır. Hiç bir cemaate mensup olmadığını söyleyen bir kimsenin verdiği cevaba inanılmamakta , mutlaka bir cemaate mensup olduğu düşünülmektedir. 

Hele "Ben Müslümanlardanım" şeklinde bir cevap verecek olsa "Ne yani biz Müslüman değil miyiz?" şeklinde tepkilere neden olmaktadır. Müslümanlar arasındaki fırkacılığın geldiği noktaya işaret eden bu türden konuşmalar, acı bir gerçeği göstermektedir. 

Müslüman ismini tek olarak kullanmaktan imtina ederek , önüne , Ehli sünnet , Şia , Hanefi , Şafii , Maliki , Hanbeli , Nurcu , Nakşibendi , Kadiri v.s gibi daha sayamadığımız binlerce fırka ismini koyarak kendisini ifade eden Müslümanların bu şekilde bir araya gelebilmeleri nasıl mümkün olabilir?.

"Ben Müslümanlardanım" demek , farklı teslimiyetlerden kurtularak sadece Allah'a teslim olmak demektir. Bu teslimiyet sadece onun kitabını hayat içinde rehber kabul etmek sureti ile gerçekleşecektir. Bu kitabın rehber edinilmesi demek , Müslüman isminin önüne veya arkasına isimler ilave etmenin yanlışlığını da göstererek , fırkalaşma ve hizipleşmeyi en az seviyeye indirecektir.

Sonuç olarak ; Fussilet s. 33. ayeti , bir insanın hayat içinde yürümesi gereken yolu 3 şıkta özetleyen  bir ayettir. Ayetin beyan ettiği özelliklerin, gerçek olarak insanlar üzerinde yansıma bulması , o insanların yaşadığı toplumların cennete dönüşmesine yol açacaktır. 

Ayet içinde beyan edilen bu şıkların , ayetlere iman ettiğini söyleyen biz Müslümanlar tarafından yerine getirilmeye çalışılmamasından doğan sıkıntıları yüzyıllardır çekmekte olmamız , bizi "Nerede yanlış yapıyoruz?" sorusunu sormaya ve cevabını aramaya yöneltmediği müddetçe , Allah'a davet adına , kendi inandığı dine davet etmeye çalışan , salih amel denilince aklına sadece bir takım ritüeller ile sınırlandırılmış amelleri yapmak olduğunu zanneden , Allah'ın verdiği ismi az veya eksik bularak Müslüman isminin önüne veya arkasına mensup olduğu fırkayı ilave ederek söyleyenler bitmek bilmeyecektir. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Nebe s. 33. Ayeti : Ve Kevaibe Etraben (Memeleri Tomurcuklanmış Yaşıt Kızlar)

Allah (c.c) yaratmış olduğu biz kullarına şu anda yaşadığımız ve adına "Dünya Hayatı" denilen bölümün geçici , bunun sonrasındaki ve adına ,"Ahiret Hayatı" denilen bölümün kalıcı olduğuna dikkat çekerek , sonsuz hayatı yaşayacak olanların "Cennet ve Cehennem" adı verilen mekanda hayatlarını devam ettireceklerini beyan etmiştir. 

Kur'an Cennet ve Cehennem hayatını yaşayacak olanları orada nasıl bir hayatın beklediğine dair bir çok bilgi vermektedir. Cehennem hayatına dair bilgiler insanın yaşamı içinde gördüğü ve yediği takdirde tiksindiği , iğrendiği ,görmeye ve yemeye bile tahammül edemeyeceği iğrençlikte yiyecekler ve yine yaşamı içinde dayanamayacağı şekilde bir yaşam ortamı sunulacağını haber veren bilgiler ihtiva ederek, muhatapların böyle bir hayat ile karşılaşmamaları için nasıl bir hayat sürmeleri gerektiği beyan edilmektedir. 

Dünya hayatları içinde "İman edip salih amel işleme" şeklinde bir hayat sürenlerin ise adına "Cennet" denilen bir mekanda sonsuz olarak ağırlanacakları beyan edilerek , orada onlara sunulacak olan nimetlerin , yaşam içinde sevdikleri , istedikleri , arzu duydukları her şey olduğu vurgusu yapılarak bu nimetleri elde etmek için çalışılması gerektiği haber verilmektedir. 

Şurası bir gerçektirdir ki , Ahiret , Cennet , Cehennem ile ilgili anlatımlar "Gayb" dediğimiz  alana ait bilgiler olup , o alana ait bilgiler bizlere gözümüz ile şahid olduğumuz alana ait bilgilere benzetilerek anlatılmaktadır. 

Cennet ve Cehenneme ait bilgiler insan fıtratının arzu ettiği veya nefret ettiği şeyleri kapsadığına yeniden dikkat çekerek, konumuz olan ilgili ayet ve o ayet etrafında yapılan bazı yorumlara ve düşüncelere dikkat çekerek bu tür ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Kur'an'ın Cennet ve oradaki nimetler ile ilgili verdiği bilgilerin doğru anlaşılması için, bu Kitab'ın 1500 sene önce Arap yarımadasının Mekke adlı bir şehrinde yaşayan insanlara inmeye başladığı hatırdan çıkarılmamalıdır. Bir bardak suyun bir çok değerli olduğu , topraklarının büyük bir kısmı ekime elverişsiz çöl olan insanlara "Altlarından ırmaklar akan bahçeler ve her türlü meyve" nin vaad edilmesini ve bu vaadin kıymetini ancak bu nimetlerden mahrum olanlar anlar. Kur'an şayet kutuplarda yaşayan bir topluluğa inmiş olsaydı , kutuplarda yaşayan insanların arzu duydukları ve hasret kaldıkları nimetler onlara Cennet nimetleri olarak anlatılacaktı. 

Çöl ortamında veya kutup ortamında , hangi ortamda yaşarsa yaşasın bütün insanların yaratılışlarından gelen ortak özellikler vardır. Bu özellikler Al-i İmran s. 14. ayetinde şu şekilde beyan edilmektedir. 

[003.014]  Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.

Ayete dikkat edildiğinde "Dünya hayatının nimeti" olarak genelleştirilen şeylerin İNSANLARA güzel gösterilmiş olduğundan bahsedilmektedir. "İNSAN" kelimesi bilindiği gibi kadın erkeği kapsayan bir anlama sahiptir. Arap dilinin edebi özelliklerinden habersiz olan veya kalbinde hastalık olan birisi , ayet içindeki "Kadınlara" ifadesinden kadının kadına olan cinsel ilgisinden bahsedildiğini çıkarabilir. Arap dilinin ebedi özelliklerini bilerek Kur'anı okuyan kişi buradaki ifadenin karşılıklı ilgi olduğunu yani kadının erkeğe , erkeğin kadına olan ilgisinin yaratılıştan gelen fıtri bir durum olduğunu anlayacaktır.

İnsan olarak hepimizde karşı cins'e ilgi şeklinde yakınlık duygusu mutlaka vardır ve bu gayet doğaldır. Allah (c.c) bizi yaratan olarak içimize verdiği bu fıtri duygunun Cennet hayatında da devam edeceğini bizlere beyan etmektedir. 

 [016.097]  Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.

Rabbimiz , kadın veya erkek kim olursa olsun iman edip salih amel işlediği takdirde onları Cennet ile mükafatlandıracağını haber vermektedir , öyleyse Allah (c.c) nin iman edenlere sunmayı vaad ettiği nimetler konusunda kadın -erkek ayrımı şeklinde bir durum sözkonusu değil aksine kadın ve erkeğin fıtri olarak istek duydukları her şey onlara verilecektir.  

Bu noktada Kur'an içinde geçen bazı ayetlerde erkek merkezli bir dil kullanılarak Cennet'te verilecek olan nimetlerden bahsedilirken onlara kadınlar verileceğini bahseden ayetlerin bazı kimseler tarafından alay ve eleştiri konusu haline getirilmeye çalışıldığına şahid olmaktayız. 

Bu tür alay ve eleştirilere karşı savunma duygusu içinde bazı söylemlerin geliştirilmekte olduğunu da görmekteyiz. Özellikle düşüncesini Kur'an merkezli bir söylem üzerinde geliştirdiğini iddia edenlerin bir kısmı bu tür ayetleri farklı bir şekilde te'vil etme yoluna giderek bazı kimselere " o ayet öyle değil böyle" şeklinde yaklaşımlarda bulunduğunu görmekteyiz.

Bu tür te'villerde yapılan en önemli hata, eziklik psikolojisi dahilinde bu ayetlerin yorumunun yapılması "Benim Rabbim böyle şeyler demez , dememesi lazım" mantığı içinde ayetlerin yorumlanmaya çalışılmasıdır. Bizlerin kimseye şirin görünmek adına Kur'an ayetlerini hevaya uydurmaya çalışmak gibi bir hakkımız yoktur daha sı kimseye şirin görünmek gibi bir zorunluluğumuz da yoktur.

Özellikle Nebe s. 33. ayetinde ki "Ve kevaibe etraben" ibaresinin ilk nazil olduğu toplumda anlaşılan anlamının bilinmesi ve ona göre bir anlam verilmesi gerekmektedir. Klasik  tefsir ve mealler bu konuda gayet DOĞRU  bir yaklaşım sergileyerek ayetin ilk anlamını meal ve tefsirlere yansıtmışlardır.

"Kevaibe" kelimesi ;  Ayakla inciğin buluştuğu yerdeki kemiğe verilen "Ka'bün" kelimesinden türemiştir. 

"İmraetün kaibün" iki memesi ağırşaklanmış kız anlamında kullanılan bir deyimdir. "Ağırşak" kelimesi , Kadınların yün eğirmede kullandığı bir araç olup şekil olarak yarım küre biçimindedir. Kadının gençliğini ve güzelliğini ifade eden bir deyimin o günkü arap toplumunda kullanıyor olması belki bu gün için bizim eğitim ve kültür şartlarımız göre garip gelebilir, unutmayalım ki Kur'anın ilk hitap ettiği insanlar biz değil Mekke şartlarında yaşayan insanlardır.

Ayet Cennet nimetleri olarak erkek merkezli bir dil kullanarak erkeklerin fıtri yapılarına uygun olarak cinsel duygularına hitap etmektedir. Aynı Cennete kadınlarda gideceğine göre erkekler bu tür duygularını tatmin ederken kadınlar elleri böğründe kalacağını düşünmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Cennete giden her kadın bütün Cennet efradı gibi aynı yaşta olacakları için onlarında fıtri ihtiyaçlarına uygun olarak eşler ile mükafatlandırılacaklardır.
.
"Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar" şeklinde yapılan bir çevirinin, haşa pornoğrafik bir ifade olduğu gibi bir çekince içine girilmesini yanlış gördüğümüzü ifade etmek isteriz. Allah hakkı söylemekten asla haya etmez , Bakara s. 222 ve 223. ayetteki ifadelere baktığımızda kadın ve erkeğin cinselliği ile beyanlar bulunmakta olup , acaba bu ifadeler için aynı şeyleri söyleyebilirmiyiz?. 

 [016.057-59] Ve Allah'a kızlar isnad ediyorlar, (haşa) O yücedir. Hoşlandıkları (erkek çocuklar) da kendilerinindir.Aralarından birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!

[043.017-18]  Ama Rahman olan Allah'a isnat ettiği kız evlat kendilerinden birine müjdelenince, o kimsenin içi gayzla dolarak yüzü simsiyah kesilir.Demek, süs içinde yetiştirilecek de çekişmeyi beceremeyecek olanı Allah'a değil mi?

[081.008-9]  Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman;

Olayı erkek bazımda düşündüğümüz zaman şunları söylemek sanırım yanlış olmayacaktır; O günkü arap toplumunda doğan  , Kız çocuklarının diri diri toğrağa gömülmek sureti ile öldürüldüğü bir toplumda nüfus dengesi açısından erkekler lehine bir fazlalık olmuş olması , evlenilecek kadınların oranının düşük olmasını gerektirmiştir. Hal böyle olunca arz talep dengesinin bozulması neticesinde kadınlar ile evlenmek zorlaşmıştır. Kur'anın evliliği kolaylaştırıcı bazı teşviki ifadelerini, bu sorunlar yüzünden ortaya çıkan sıkıntıların izalesi yönünden düşünmek sanırım yanlış olmayacaktır. 

Fıtri olarak karşı cinse eğilimli olarak yaratılan  ve karşı cinsle evlenerek arzularını tatmin etmekte zorlanan insanlara hem zinaya düşmemelerini teşvik etmek için hem de  Dünya hayatında böyle bir zevki tatmakta zorlananlara, iman edip salih amel işledikleri takdirde dünya hayatında bulamadıklarının ebedi olarak ahirette bulacaklarını müjdelemek Kur'anın anlatım uslubu ile uyuşmayan bir durum değildir. 

Sonuç olarak; Şunu akıldan asla çıkarmamalıyız ki herhangi bir Kur'an ayetindeki ifade başkalarına ters geliyor diye o ayeti eğip bükmeye kimsenin hakkı ve selahiyeti yoktur. Kur'an eğer doğru bir şekilde anlaşılmak isteniyorsa , bu Kitabın nazil olduğu zaman ve mekanda yaşayan insanların kültür alt yapılarının gözetildiği düşüncesi asla akıldan çıkarılmamalıdır. 1500 sene önce inmiş bir Kitabın içindeki bazı ifadeleri "Alem ne der" mantığı içinde ve bu günün algısı ve düşüncesi içinde te'vil etmeye kalktığımızda yanlışa düşüceğimiz hatırdan çıkarılmamalıdır. İlgili ayetin önce arap insanının konuştuğu dildeki anlamının ne olduğu hesaba katılmadan yapılan anlama çalışmaları ancak anlaMAma çalışmasından başka bir işe yaramaz.  

Kur'anın doğru anlaşılma yolarından en önemlisi nazil olduğu zaman zarfı içindeki yaşayan insanların kültür ve inanç arka planlarının bilinmesi gereğidir. Bu gereklilik göz ardı edilir ve nuzül toplumu ile bağı ortadan kaldırılırsa Kitabın doğru anlaşılması mümkün değildir. Bu gün özellikle bazı kesimlerde ortaya çıkan absürt Kur'an anlayışlarının temelinde bu şartların göz ardı edilmesi yatmaktadır.

Nebe s. 33 ve bu ayete benzer diğer ayetlerin hepsinin bu öncelikler gözetilerek anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. Allah (c.c) biz kullarına kadın ve erkek olarak vereceği nimetleri "Siz erkeksiniz üstünsünüz" veya "Siz kadınsınız eksiksiniz" diyerek bir ayrıma tabi tutarak vereceğini düşünmek Allah'a karşı yapılabilecek en büyük yanlışlardan birisidir. 



                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.