Adabı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Adabı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2015 Salı

Duanın Adabı ve Sünnetullah

Dua kelimesi; kulun Allah(c.c)'den olan isteklerini, O'na sesli olarak bildirmesi anlamında kullanılmaktadır. Kur'an'da bu yönde bize bir takım usul ve adaplar öğretilmiştir. Ancak klasik din kitaplarına baktığımızda "dua adabı" başlığı altında, akıllara zarar şartların konulduğuna da şahit olmaktayız. Adap adına edepsizliğe kadar varan adaplara(!); aslında duanın kabulu için değil, duanın kabul olmaması için gerekli şartlar demek daha doğru olacaktır.

Dua etmeyi, Mehmet Akif'in deyimiyle "Allah(c.c)'yi (haşa) bir yanaşma ve ırgat haline getirmek" şeklindeki anlayışın tipik örneklerini sergileyen Müslümanlar, bunun sonucunda duaların kabul olmadığını görünce Allah(c.c)'yi suçlamakta ve O'na karşı isyankar bir tutum almaktadır. Allah(c.c), "Sünnetullah" adını verdiğimiz bir takım yasalar koymuş ve kendisine yapılan duanın, bu yasalara uyularak yapıldığında gerçekleşeceğini yaşanmış canlı örneklerle sunarak bizlerin de aynı yolu izlemesini istemiştir.

Örnek verecek olursak; Bedir ve Uhud savaşlarında Müslümanlar galip gelmek için Allah(c.c)'ye mutlaka dua etmişlerdir. Ancak Bedir'de galibiyet, Uhud'da ise yenilgi ile sonuçlanan bu savaşlarda, duanın Uhud'da neden kabul edilmediği, Uhud savaşının kritiğinin yapıldığı ÂL-İ İMRAN Suresi ayetlerinde açık seçik okunmaktadır.

Klasik din kitaplarında "dua adabı" başlığı altında yazılanlara baktığımızda; gördüğümüz şartlar üzerinde durarak nasıl bir yanlış içinde olduğumuzu görelim.

Dua ile pratik hayatı birbirinden ayıran bu tür şartlar kişiyi miskin bir hale sokarak çalışmasını engellemektedir.

Adap yapılan adapsızlıkların başında duaya "Peygamberimiz'e salavat" ile başlanması gerektiği yönündeki şart gelmektedir. Salavat getirmek meselesi ayrı bir konu olup bunu "AHZAB Suresi 56 Ayeti ve Salavat Kültürü" başlıklı bir yazımızda ele almaya çalışmıştık.

Klasik din kitaplarındaki düşünceleri tasvip edenler için bu düşüncemizin Peygamberimiz'e çok ağır bir hakaret içerdiği akla gelecektir. Ancak Muhammed(a.s)'ın O'nun kulu ve elçisi olduğu düşüncesini sadece dilde değil pratikte de uygulayanlar için bu düşüncemiz ters gelmeyecektir. Allah(c.c), kendisine dua ederken kim olursa olsun araya katılmamasını, aracıya gerek olmadığını defaatle beyan etmesine rağmen yapılan duaların veya salavatların önce Peygamberimiz'e arz edildiği yalanına inananlar, maalesef O'na salavat getirmedikçe veya O'nun yüzü suyu hürmetine istenilmedikçe duaların kabul olunmayacağı yalanlarına inandırılarak, bunun tersi bir işlemin Peygamber düşmanlığı olduğuna inandırılmışlardır.

[002.186] Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.

BAKARA 186 ayetinin beyanına göre; kullarına YAKIN olduğunu haber veren Rabbimiz, bunu haber vermekle uzak olmadığını, uzak olduğunu sananların bu uzaklığı kaldırmak için araya aracılar koymasına gerek olmadığını, bu aracı Peygamber dahi olsa doğru olmadığını, bu tür bir işlemin adının ŞİRK olduğunu bildirmektedir.

[039.003] İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: «Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.» Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.

ZÜMER 3 ayetini okurken; "Bu ayet müşrikler için inmiş" diyerek kendimize herhangi bir pay çıkarmadığımız için "Allah'a daha çok yaklaştırsınlar" diye başta Peygamber(a.s) ve veliliği kendilerinden veya müritlerinden menkul zatları araya koymakta herhangi bir besi görmediğimiz gibi, duanın kabul şartı olarak görmek ŞİRK'in en katmerlisidir.

DEMEK OLUYOR Kİ DUANIN NE BAŞTA GELEN ŞARTI; ARAYA BİRİNİ KOYMAK DEĞİL, ARAYA KİMSEYİ KOYMAMAKTIR.

Bu bağlamda "yüzü suyu hürmetine" şeklinde çokça kullanılan ifadenin; araya birini koymak olarak bilinmesi gerektiğinde fayda vardır. Birçok Müslüman'ın, sanki birilerinin yüzü suyu hürmetine istenmedikçe Allah(c.c)'nin duaları kabul etmeyeceğine dair olan yanılgısı, dua etme konusunda yapılan büyük hatalardandır.

Böyle bir istememe şeklinin, sanki Peygamber'e hakaret anlamı taşıdığı gibi bir düşünce doğru olmayıp, asıl hakaret ve yanlış bu tür bir isteme şeklindedir. Peygamber'i sevmek demek, onu Allah(c.c) ile aramıza koymak değil, onu bu şekil bir düşünce içinde anmaktan uzak tutmak olmalıdır.

Dua adabı olarak öğretilen şartların içinde, dua yapılacak yerin kutsal bir mekanda yapılmasının kabul oranını yükselttiği(!!!) vardır. Bu adab(sızlığ)a uymak için, özellikle çocuklarının imtihan günü öncesi "bilmem ne baba türbeleri" önünde birbirini çiğneyenlerin yaptıkları dua değil; maalesef bir şirk ayininden öteye geçmemektedir.

Duanın belirli gün ve gecelerde yapılmasının kabul oranını yükselteceği iddiası da yapılan yanlışlardandır. Kandil geceleri adında ihdas edilen ve Hıristiyanlık özentisinin bir ürünü olan bu geceler, dua etmeyi sadece belli zamana hapseden ve olayı sadece bir ritüele dönüştüren adapsızlıklardandır.

Duanın adaplarından bir diğeri de "Esma-ul Husna" yani Allah(c.c)'nin güzel isimleri ile O'na dua etmektir. Bu adap yanlış anlaşılmakta ve sadece o isimleri tekrarlayarak duanın kabul olacağı zannını oluşturulmaktadır. Halbuki Allah(c.c) kuluna yardım etmeye söz vermiştir ancak bu sözün yerine gelmesi, o kulun bir takım şartları yerine getirmesi ile karşılık bulacaktır.

Hasta olan bir kul elini açıp sadece "Yâ şafi" (Ey şifa veren) şeklinde dua ederek, tedavi olmak şeklindeki yapılması gerekenleri yapmadıkça şifa bulamaz. Elini açıp bu şekilde dua etmesi, Allah(c.c)'ın şifa veren olmasının gereğinin yerine getirilmesinden sonra olabilir.

Hasta olduğunda şu sure, şu dua veya şu salavat şeklindeki paket duaların tümü Sünnetullah'a aykırı dualar olup, yerine getirilmediğinde kulun Allah'a olan isyanının artmasına sebep olmaktadır.

Duada yapılan adapsızlıklardan bir tanesi de "Ya Rabbi bizleri ...... ile imtihan eyleme" şeklindeki hitaplardır.

[002.155-156] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde derler ki; «Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz.»

BAKARA 155-156 ayetlerinde bu şekilde buyuran Rabbimiz'in bu beyanına karşı "biz bunları istemiyoruz" anlamına gelen bu şekil hitaplardır. Allah(c.c); kulun istediği imtihanı değil, kuluna istediği imtihanı göndermek hakkına sahiptir. Kula düşense; bu imtihan gereğini yerine getirmek olmalıdır. Rabbimiz'in bu tür siparişlere tabi olmak gibi bir durumu olmadığını asla unutmayalım.

Müslümanlar olarak yaptığımız en büyük yanlış; Allah(c.c)'nin ayetlerini sadece Mushaf içinde aramak ve içindeki ayetleri bazı dertlere deva olan ayetler bellememizdir. Halbuki Allah'ın ayetleri sadece Mushaf içindekiler değil, yarattığı herşeydir. Bu bağlamda hastalığa şifa için kullanılması gereken tedavi usulleri de onun ayetlerinden olup, tedavi için önce bunları okumak yani uygulamak gerekmektedir.

Hasta olan bir kişi bunları okumayıp sadece "Ya Şafi" diye dua ettiğinde, binlerce kere söylese dahi hastalığı iyileşmeyecek ve sonunda ölüp gidecektir. Sünnetullah'tan haberi olmayan bir kişi de "bu kişi Allah'a bu kadar dua etti ama Allah onun duasını kabul etmedi" diyerek suçu Allah'a yükleyecektir. Halbuki suç; duanın adabını yanlış bilerek sebeplere sarılmayan kuldadır.

İşleri kötüye giden veya rızık darlığı çeken kişi, aynı şekilde Sünnetullah yasalarına uymadan "Ya Rezzak" (Ey rızık veren) diye akşamlara kadar dua edip rızkını temin için çalışmaz ise, istediği rızık gökten başına asla düşmeyecektir.

Bundan birkaç sene önce, dini yayın yaptığını zannettiğimiz bazı televizyon kanallarında "Sır Kapısı" adı altında bir takım dizileri hepimiz hatırlarız. Bu dizilerde Sünnetullah'a aykırı olarak bazı kimselere yapılan iyilikler, gerçek hayatta aynı durumda olan diğer insanların "bana da neden yapılmıyor? Allah'ın torpilli kulları mı var?" şeklinde itirazlara sebep olmuştur. Bu programları yapanlar sebep oldukları yanlış düşüncelerin farkında bile olmadan, sadece reyting kaygısı içide bunları yapmışlar ancak bir sürü insanı isyana ve küfre sürüklemişlerdir.

Dua adabını Kur'an'dan öğrenecek olursak şunları söylemek mümkündür;
  1. Dua ederken, araya Peygamber(a.s) dahi olsa kimseyi koymamak,
  2. Özel mekan ve özel gece şeklinde bir düşünce içinde olmamak,
  3. Sünnetullah olgusuna, yani Allah(c.c)'nin duanın kabulu için koyduğu evrensel yasalara uymak. Bu yasalara örnek verecek olursak; hasta olduğumuzda tedavi imkanlarına tabi olmak, rızkımız daraldığında genişlemesi için gerekli olan çalışmaları yapmak, düşman işgaline uğradığımızda düşmana beddua seansları yerine düşmanın silahı ile silahlanıp ona misli ile karşı koymak.
Bunlara "fiili dua" demek mümkündür. "Kavli Dua" şeklindeki yakarışlarımız "fiili dua"nın ardından gelmelidir ki dualarımızın kabul oranı yükselsin. Aksi takdirde yaptığımız dualar suyu akmayan bir çeşmeye avucumuzu uzatıp, suyun akmasını beklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

Gelenekçi kesimde bu tür hatalar mevcut olup, kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak tanımlayan bir kısım insanlar tarafından duanın sonunda "amin" demenin, eski Mısır'ın "Amon" adlı tanrısından geldiği şeklinde iddialar ortaya atılarak suni gündemler peşinde koşulmaktadır. Bu konuyu "Amin demek şirk midir?" başlıklı bir yazı ele almaya çalıştığımız için kısa kesiyor, bu tür tartışmaları adapsızlığın diğer uçtaki yansımaları olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyoruz.

Sonuç olarak; kulun Rabbi'ne karşı olan acziyetinin ve ihtiyacının bir ifadesi olan dua, maalesef bir takım Kur'an dışı şartlara bağlanarak adap yerine edepsizlik haline getirilmiştir. Tevhid merkezli bir inancın, maalesef şirk merkezli bir inanç haline dönüşmesine sebep olan gelenekteki dua adaplarının içindeki bazı şirk unsurlarının acilen temizlenmesi gerekmektedir. Dua etmeyi hiçbir şey yapmadan Allah'ın verme mecburiyeti haline getirdiğimizden dolayı, yerine gelmediği zaman Allah'a karşı isyan içine girenler maalesef Allah'ın bizim yanaşma veya ırgatımız olmadığını unutmaktadırlar. Kur'an'ı hayat ile bağını kopararak okumanın tezahürlerinden olan dua adapsızlıkları şeklinde sıralanan şartlar, maalesef günümüz Müslümanlarında yaygın olarak mevcuttur. Sünnetullah olarak bildiğimiz yasalara uymadan yapılacak dualar, maalesef karşılığını bulmayacak, öncelikle "sebeplere tevessül" olarak bildiğimiz şartları yerine getirmek duanın ilk kabul şartı olarak bilinmeden yapılacak dualar kuru kuruya söylenen sözler olarak kalacaktır. Rabbimiz bizleri Sünnetullah'ın doğrultusunda dua eden kullarından kılsın.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.