Dua
kelimesi; kulun Allah(c.c)'den olan isteklerini, O'na sesli olarak
bildirmesi anlamında kullanılmaktadır. Kur'an'da bu yönde bize bir takım
usul ve adaplar öğretilmiştir. Ancak klasik din kitaplarına
baktığımızda "dua adabı" başlığı altında, akıllara zarar şartların
konulduğuna da şahit olmaktayız. Adap adına edepsizliğe kadar varan
adaplara(!); aslında duanın kabulu için değil, duanın kabul olmaması
için gerekli şartlar demek daha doğru olacaktır.
Dua etmeyi, Mehmet Akif'in deyimiyle "Allah(c.c)'yi (haşa) bir yanaşma ve ırgat haline getirmek"
şeklindeki anlayışın tipik örneklerini sergileyen Müslümanlar, bunun
sonucunda duaların kabul olmadığını görünce Allah(c.c)'yi suçlamakta ve
O'na karşı isyankar bir tutum almaktadır. Allah(c.c), "Sünnetullah"
adını verdiğimiz bir takım yasalar koymuş ve kendisine yapılan duanın,
bu yasalara uyularak yapıldığında gerçekleşeceğini yaşanmış canlı
örneklerle sunarak bizlerin de aynı yolu izlemesini istemiştir.
Örnek
verecek olursak; Bedir ve Uhud savaşlarında Müslümanlar galip gelmek
için Allah(c.c)'ye mutlaka dua etmişlerdir. Ancak Bedir'de galibiyet,
Uhud'da ise yenilgi ile sonuçlanan bu savaşlarda, duanın Uhud'da neden
kabul edilmediği, Uhud savaşının kritiğinin yapıldığı ÂL-İ İMRAN Suresi
ayetlerinde açık seçik okunmaktadır.
Klasik din
kitaplarında "dua adabı" başlığı altında yazılanlara baktığımızda;
gördüğümüz şartlar üzerinde durarak nasıl bir yanlış içinde olduğumuzu
görelim.
Dua ile pratik hayatı birbirinden ayıran bu tür şartlar kişiyi miskin bir hale sokarak çalışmasını engellemektedir.
Adap
yapılan adapsızlıkların başında duaya "Peygamberimiz'e salavat" ile
başlanması gerektiği yönündeki şart gelmektedir. Salavat getirmek
meselesi ayrı bir konu olup bunu "AHZAB Suresi 56 Ayeti ve Salavat Kültürü" başlıklı bir yazımızda ele almaya çalışmıştık.
Klasik
din kitaplarındaki düşünceleri tasvip edenler için bu düşüncemizin
Peygamberimiz'e çok ağır bir hakaret içerdiği akla gelecektir. Ancak
Muhammed(a.s)'ın O'nun kulu ve elçisi olduğu düşüncesini sadece dilde
değil pratikte de uygulayanlar için bu düşüncemiz ters gelmeyecektir.
Allah(c.c), kendisine dua ederken kim olursa olsun araya katılmamasını,
aracıya gerek olmadığını defaatle beyan etmesine rağmen yapılan duaların
veya salavatların önce Peygamberimiz'e arz edildiği yalanına inananlar,
maalesef O'na salavat getirmedikçe veya O'nun yüzü suyu hürmetine
istenilmedikçe duaların kabul olunmayacağı yalanlarına inandırılarak,
bunun tersi bir işlemin Peygamber düşmanlığı olduğuna
inandırılmışlardır.
[002.186] Kullarım
sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden
isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi
kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.
BAKARA
186 ayetinin beyanına göre; kullarına YAKIN olduğunu haber veren
Rabbimiz, bunu haber vermekle uzak olmadığını, uzak olduğunu sananların
bu uzaklığı kaldırmak için araya aracılar koymasına gerek olmadığını, bu
aracı Peygamber dahi olsa doğru olmadığını, bu tür bir işlemin adının
ŞİRK olduğunu bildirmektedir.
[039.003] İyi
bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar
tutanlar da şöyle demektedirler: «Biz onlara sadece bizi Allah'a daha
çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.» Şüphe yok ki Allah, onların
aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde
yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.
ZÜMER 3 ayetini okurken; "Bu ayet müşrikler için inmiş"
diyerek kendimize herhangi bir pay çıkarmadığımız için "Allah'a daha
çok yaklaştırsınlar" diye başta Peygamber(a.s) ve veliliği kendilerinden
veya müritlerinden menkul zatları araya koymakta herhangi bir besi
görmediğimiz gibi, duanın kabul şartı olarak görmek ŞİRK'in en
katmerlisidir.
DEMEK OLUYOR Kİ DUANIN NE BAŞTA GELEN ŞARTI; ARAYA BİRİNİ KOYMAK DEĞİL, ARAYA KİMSEYİ KOYMAMAKTIR.
Bu
bağlamda "yüzü suyu hürmetine" şeklinde çokça kullanılan ifadenin;
araya birini koymak olarak bilinmesi gerektiğinde fayda vardır. Birçok
Müslüman'ın, sanki birilerinin yüzü suyu hürmetine istenmedikçe
Allah(c.c)'nin duaları kabul etmeyeceğine dair olan yanılgısı, dua etme
konusunda yapılan büyük hatalardandır.
Böyle
bir istememe şeklinin, sanki Peygamber'e hakaret anlamı taşıdığı gibi
bir düşünce doğru olmayıp, asıl hakaret ve yanlış bu tür bir isteme
şeklindedir. Peygamber'i sevmek demek, onu Allah(c.c) ile aramıza koymak
değil, onu bu şekil bir düşünce içinde anmaktan uzak tutmak olmalıdır.
Dua
adabı olarak öğretilen şartların içinde, dua yapılacak yerin kutsal bir
mekanda yapılmasının kabul oranını yükselttiği(!!!) vardır. Bu
adab(sızlığ)a uymak için, özellikle çocuklarının imtihan günü öncesi
"bilmem ne baba türbeleri" önünde birbirini çiğneyenlerin yaptıkları dua
değil; maalesef bir şirk ayininden öteye geçmemektedir.
Duanın
belirli gün ve gecelerde yapılmasının kabul oranını yükselteceği
iddiası da yapılan yanlışlardandır. Kandil geceleri adında ihdas edilen
ve Hıristiyanlık özentisinin bir ürünü olan bu geceler, dua etmeyi
sadece belli zamana hapseden ve olayı sadece bir ritüele dönüştüren
adapsızlıklardandır.
Duanın adaplarından bir
diğeri de "Esma-ul Husna" yani Allah(c.c)'nin güzel isimleri ile O'na
dua etmektir. Bu adap yanlış anlaşılmakta ve sadece o isimleri
tekrarlayarak duanın kabul olacağı zannını oluşturulmaktadır. Halbuki
Allah(c.c) kuluna yardım etmeye söz vermiştir ancak bu sözün yerine
gelmesi, o kulun bir takım şartları yerine getirmesi ile karşılık
bulacaktır.
Hasta olan bir kul elini açıp
sadece "Yâ şafi" (Ey şifa veren) şeklinde dua ederek, tedavi olmak
şeklindeki yapılması gerekenleri yapmadıkça şifa bulamaz. Elini açıp bu
şekilde dua etmesi, Allah(c.c)'ın şifa veren olmasının gereğinin yerine
getirilmesinden sonra olabilir.
Hasta olduğunda
şu sure, şu dua veya şu salavat şeklindeki paket duaların tümü
Sünnetullah'a aykırı dualar olup, yerine getirilmediğinde kulun Allah'a
olan isyanının artmasına sebep olmaktadır.
Duada yapılan adapsızlıklardan bir tanesi de "Ya Rabbi bizleri ...... ile imtihan eyleme" şeklindeki hitaplardır.
[002.155-156] Muhakkak
sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz
eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet
ettiğinde derler ki; «Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na
dönücüleriz.»
BAKARA 155-156 ayetlerinde bu şekilde buyuran Rabbimiz'in bu beyanına karşı "biz bunları istemiyoruz"
anlamına gelen bu şekil hitaplardır. Allah(c.c); kulun istediği
imtihanı değil, kuluna istediği imtihanı göndermek hakkına sahiptir.
Kula düşense; bu imtihan gereğini yerine getirmek olmalıdır. Rabbimiz'in
bu tür siparişlere tabi olmak gibi bir durumu olmadığını asla
unutmayalım.
Müslümanlar olarak yaptığımız en
büyük yanlış; Allah(c.c)'nin ayetlerini sadece Mushaf içinde aramak ve
içindeki ayetleri bazı dertlere deva olan ayetler bellememizdir. Halbuki
Allah'ın ayetleri sadece Mushaf içindekiler değil, yarattığı herşeydir.
Bu bağlamda hastalığa şifa için kullanılması gereken tedavi usulleri de
onun ayetlerinden olup, tedavi için önce bunları okumak yani uygulamak
gerekmektedir.
Hasta olan bir kişi bunları
okumayıp sadece "Ya Şafi" diye dua ettiğinde, binlerce kere söylese dahi
hastalığı iyileşmeyecek ve sonunda ölüp gidecektir. Sünnetullah'tan
haberi olmayan bir kişi de "bu kişi Allah'a bu kadar dua etti ama Allah onun duasını kabul etmedi" diyerek suçu Allah'a yükleyecektir. Halbuki suç; duanın adabını yanlış bilerek sebeplere sarılmayan kuldadır.
İşleri
kötüye giden veya rızık darlığı çeken kişi, aynı şekilde Sünnetullah
yasalarına uymadan "Ya Rezzak" (Ey rızık veren) diye akşamlara kadar dua
edip rızkını temin için çalışmaz ise, istediği rızık gökten başına asla
düşmeyecektir.
Bundan birkaç sene önce, dini
yayın yaptığını zannettiğimiz bazı televizyon kanallarında "Sır Kapısı"
adı altında bir takım dizileri hepimiz hatırlarız. Bu dizilerde
Sünnetullah'a aykırı olarak bazı kimselere yapılan iyilikler, gerçek
hayatta aynı durumda olan diğer insanların "bana da neden yapılmıyor? Allah'ın torpilli kulları mı var?"
şeklinde itirazlara sebep olmuştur. Bu programları yapanlar sebep
oldukları yanlış düşüncelerin farkında bile olmadan, sadece reyting
kaygısı içide bunları yapmışlar ancak bir sürü insanı isyana ve küfre
sürüklemişlerdir.
Dua adabını Kur'an'dan öğrenecek olursak şunları söylemek mümkündür;
- Dua ederken, araya Peygamber(a.s) dahi olsa kimseyi koymamak,
- Özel mekan ve özel gece şeklinde bir düşünce içinde olmamak,
- Sünnetullah olgusuna, yani Allah(c.c)'nin duanın kabulu için koyduğu evrensel yasalara uymak. Bu yasalara örnek verecek olursak; hasta olduğumuzda tedavi imkanlarına tabi olmak, rızkımız daraldığında genişlemesi için gerekli olan çalışmaları yapmak, düşman işgaline uğradığımızda düşmana beddua seansları yerine düşmanın silahı ile silahlanıp ona misli ile karşı koymak.
Bunlara "fiili dua" demek mümkündür.
"Kavli Dua" şeklindeki yakarışlarımız "fiili dua"nın ardından gelmelidir
ki dualarımızın kabul oranı yükselsin. Aksi takdirde yaptığımız dualar
suyu akmayan bir çeşmeye avucumuzu uzatıp, suyun akmasını beklemekten
başka bir işe yaramayacaktır.
Gelenekçi
kesimde bu tür hatalar mevcut olup, kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak
tanımlayan bir kısım insanlar tarafından duanın sonunda "amin" demenin,
eski Mısır'ın "Amon" adlı tanrısından geldiği şeklinde iddialar ortaya
atılarak suni gündemler peşinde koşulmaktadır. Bu konuyu "Amin demek şirk midir?"
başlıklı bir yazı ele almaya çalıştığımız için kısa kesiyor, bu tür
tartışmaları adapsızlığın diğer uçtaki yansımaları olarak gördüğümüzü
ifade etmek istiyoruz.
Sonuç olarak; kulun
Rabbi'ne karşı olan acziyetinin ve ihtiyacının bir ifadesi olan dua,
maalesef bir takım Kur'an dışı şartlara bağlanarak adap yerine
edepsizlik haline getirilmiştir. Tevhid merkezli bir inancın, maalesef
şirk merkezli bir inanç haline dönüşmesine sebep olan gelenekteki dua
adaplarının içindeki bazı şirk unsurlarının acilen temizlenmesi
gerekmektedir. Dua etmeyi hiçbir şey yapmadan Allah'ın verme mecburiyeti
haline getirdiğimizden dolayı, yerine gelmediği zaman Allah'a karşı
isyan içine girenler maalesef Allah'ın bizim yanaşma veya ırgatımız
olmadığını unutmaktadırlar. Kur'an'ı hayat ile bağını kopararak okumanın
tezahürlerinden olan dua adapsızlıkları şeklinde sıralanan şartlar,
maalesef günümüz Müslümanlarında yaygın olarak mevcuttur. Sünnetullah
olarak bildiğimiz yasalara uymadan yapılacak dualar, maalesef
karşılığını bulmayacak, öncelikle "sebeplere tevessül" olarak bildiğimiz
şartları yerine getirmek duanın ilk kabul şartı olarak bilinmeden
yapılacak dualar kuru kuruya söylenen sözler olarak kalacaktır. Rabbimiz
bizleri Sünnetullah'ın doğrultusunda dua eden kullarından kılsın.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder