Duanın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Duanın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2017 Pazartesi

Talut Kıssasından Kavli ve Fiili Duanın Ayrılmaz Oluşunun Örnekliği

Kendisine bazı isteklerini kabul etmesi için dua eden kullarının duasına icabet edeceğini vaat eden (Bakara s. 186) Allah (c.c), kendisine yapılan duanın kabul edilmesini bazı şartlara bağlamıştır. Bu şartların ne olduğu ise bizlere yaşanmış kıssalar ile öğretilmektedir. Bakara s. içinde geçen Talut kıssası bizlere kabule şayan bir duanın nasıl yapılması gerektiğini öğreten bir kıssa olarak, biz Müslümanların hayatlarında yer almasını beklemektedir.

[002.216]  Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı) . Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.

Savaş, bir dünya gerçeği olarak kıyamete kadar yerini koruyacak olup, bu gerçekliğin biz Müslümanların hayatına hangi şartlarda girebileceği, Talut kıssasında anlatılmaktadır.  

Talut kıssasını okuduğumuz zaman, evlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda bırakılmak sureti ile sıkıntıya düşen toplumların, bu sıkıntılarından nasıl kurtulabilecekleri yaşanmış örnek olarak görmekteyiz. Kıssayı okumaya başlayacağımız ayet, Bakara s. 243. ayetidir.

[002.243] Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara «Ölün!» dedi (öldüler). Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez.
[002.244]  Allah yolunda savaşın; bilin ki Allah işitir ve bilir.

Bakara s. 243. ve 244. ayetleri, bazı nedenler yüzünden yurtlarından çıkarılan yani bir nevi öldürülen toplumların, yurtlarına nasıl geri döneceklerini yani nasıl dirileceklerini anlatmakta, ilerleyen ayetlerde ise 243. ve 244. ayetlerin hayata yansımasını İsrailoğulları örneğinde göstermektedir. 

[002.246]  Musa'dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, nebilerinden birine: «Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım» demişlerdi, O: «Ya üzerinize savaş yazıldığı halde, savaşmayacak olursanız?» demişti. «Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.) « demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı dışında (çoğunluğu) yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.

Bakara s. 246. ayetinden, evlerinden ve yurtlarından çıkarılmış olan İsrailoğullarının, evlerini ve yurtlarını geri alabilmelerinin yolunun savaşmak sureti ile olduğunun bilincinde oldukları anlaşılmaktadır. Bu toplumun böyle bir bilinç içinde olması, aslında bizlere çok şey anlatmaktadır. Yatarak dua etmenin hiç bir şeyi düzeltmeyeceğini bilen bir toplum, her sıkıntının üstesinden gelebilecek gücü de bulmakta zorluk çekmeyecektir.

Ancak savaş can ve mal kaybına yol açan bir yol olduğu için, bir kısım insan iş ciddiye binince geri kalmak isteyecektir. İsrailoğullarının nebisi, onlardan gelebilecek olan bu hataya dikkat çekerek zımnen onlara, "İş ciddiye binince yan çizmeyin" ikazı yapmaktadır. İnsan yapı itibarı ile zorluklara karşı zayıf bir tabiata sahip olup, aynı zayıflık Medine de kafirlere karşı savaş izni isteyen, sabırsızlıkla bekledikleri izin ayeti geldiği zaman yığılıp kalan Müslümanlar içinde geçerlidir (Muhammed s. 20).

[002.247] Nebileri onlara dedi ki: İşte Allah hükümdar olarak size Talut'u gönderdi. Onlar: Biz hükümdarlığa ondan daha layık iken ve ona malca bolluk da verilmemişken nasıl olur da bizim başımıza hükümdar olabilir? dediler. (Nebileri de dedi ki: Allah onu sizin üstünüzde beğenip seçmiştir. O'na bilgice ve vücutça da bir üstünlük vermiştir. Şüphesiz ki Allah; mülkünü dilediğine verir. Ve Allah, Vasi'dir, Alim'dir.

İsrailoğullarının nebilerinden istediği kumandan gelmiş, fakat gelen kumandan İsrailoğullarının kriterlerine uygun olmadığı için ona karşı çıkılmaktadır. Nebileri ise onların bu tutumlarına itiraz ederek, gelen komutanın Allah (c.c) tarafından seçilmiş olduğuna dikkat çekerek, gelen kumandanı kabullenmeleri gerektiğini söylemektedir.

[002.248] Nebileri onlara, «Onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül rahatlığı ve Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır, eğer inanmışsanız bunda sizin için delil vardır» dedi.

Bu ayet ise İsrailoğullarına gönderilen kumandanın türedi bir kimse olmadığı, Allah (c.c) katından tescilli bir kimse olduğunu göstermektedir. Meleklerin taşıdığı tabutun ne olduğu konusunda tefsir kitaplarından bir takım bilgiler bulunup, bize lazım olan tarafı, Talut'un gönderilmesinin ilahi bir yönü olduğudur. Tefsirlerde bu kişinin Nebi olduğuna dair görüşler olup, Talut'un nebi olması görüşleri bizce de makuldür.

[002.249] Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

Talut, komutası altındaki ordunun kendisine olan bağlılığını ölçmek amacı ile onları bir imtihana tabi tutar ve bu imtihanı ordunun büyük bir kısmı kaybeder. Komutana itaat etmek bir ordunun galibiyete ulaşması için olmazsa olmazlardan olup, başlarındaki komutanın emrine tabi olmak bir ordunun başarısı için şarttır. Calut'un ordusunun büyüklüğü karşısında ümitsizliğe düşen ordunun nehirden su içen itaatsiz askerlerine karşılık, nehirden su içmeyen itaatkar askerlerinin söylediği söz, dikkate değerdir. 

[002.250] Calut ve ordusuna karşı çıktıklarında, «Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden kavme karşı bize yardım et» dediler.
[002.251] Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.

Talut ordusundaki askerlerin yaptığı dua, işte kavli duanın fiili dua ile birlikte yapılması gerektiğinin yaşanmış bir örneğidir. Kıssaların çok yönlü mesajları ihtiva ettiklerini dikkate aldığımızda, Talut kıssasından öğrenebileceğimiz mesajlardan bir tanesi ise, duanın kabul olmasının nasıl bir şarta bağlı olduğudur. 

Genel olarak biz Müslümanların hayatında Kavli Dua deyimi hakim olmakta, duanın asıl önemlisi olan Fiili Dua kısmı terk edilmek sureti ile, Allah (c.c) den yardım istenilmektedir. Kur'an'a baktığımızda ise Allah (c.c) nin üzerine vazife olarak gördüğü (Rum s 47) iman edenlere ve elçilere yardımın yerine gelmesinin fiili dua yani çalışmak ve gayret etmek ile olduğu görülecektir.

Talut ordusundaki askerlerin yaptığı kavli duaya baktığımızda, öncelikle fiili duanın yapıldığı yani ordu oluşturmak sureti ile savaşa çıkıldığı görülmektedir. Bu durum bize Allah'tan nasıl yardım istenilmesi gerektiğini, Allah'ın kullarına yardımının nasıl gerçekleştiğini göstermektedir.

Talut kıssasında anlatılan durumun benzerleri biz Müslümanların hayatında yaşanmakta, bizler ise  Talut ordusundaki askerlerin ettiği "Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden kavme karşı bize yardım et" duasını sadece kavlen yaparak öncelikle yapılması gereken fiili duanın gereklerini yerine getirmekte maalesef isteksiz davranarak, Allah'ın yardım şartına aykırı hareketlerde bulunmak sureti ile yardıma hak kazanamamaktayız.

Talut kıssasına bakıldığında öncelikle savaş için ordu oluşturulmuş, yani fiili dua gerçekleştirilmiş, onun sonrasında ise savaş öncesi Allah'tan yardım talebinde bulunulmuş ve Calut ordusuna karşı zafer elde edilmiştir. Kıssayı daha genelleştirecek olursak, eğer hasta isek önce hastalığın tedavisi için gayret edilmesi, eğer ticari hayatımızda bir takım aksaklıklar var ise o aksaklıkları düzeltmek için gayret edilmesi, hasılı her ne sorunumuz var ise o sorunun hal edilmesi için gerekli gayretin gösterilmesi ve Allah'tan bu şekilde yardım talebinde bulunulması bizlere öğretilmektedir.


Bakara s. 251. ayetindeki "Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu" cümlesi, yeryüzünü fesada  boğanlara karşı koymak görevinin yine insanlara verildiğini bildirmektedir. Fakat biz Müslümanlar bu görevi Allah'a yükleyerek bizim yerimize onun gökten melekler indirerek onun savaşmasını istemekteyiz. 

Eğer bizler yeryüzündeki fesattan şikayetçi isek, en az fesatçılar kadar kuvvetli olmak, ve onların fesadını ortadan kaldırmak için gerekli olanı yapmak zorunda olduğumuz unutulmamalıdır.

Sonuç olarak; Kavli ve fiili dua, et ile tırnak misali birbirinden ayrılmaz bir bütün olup, biz Müslümanların hayatında ağırlıklı olarak kavli dua kısmı tercih edilmektedir. Fiili duanın geri plana atılarak sadece kavli duanın öne çıkması, Allah (c.c) nin kullarına yardım etmesini belirli yasalara bağlaması nedeniyle kabul olmamakta, açılan eller maalesef boş olarak geri dönmektedir.

Kur'an'ın kıssa yollu anlatımlar ile verdiği mesajlardan bir tanesi de, Allah'ın kullarına yardım etmesinin şartlarının nasıl yerine geleceğidir. Talut kıssası belirli bir zaman ve mekanda yaşamış olan bir toplumun başından geçenleri anlatan bir masal olarak değil, sıkıntıya düşüldüğünde Allah'ın yardımına nail olmanın nasıl gerçekleşeceğini öğreten canlı bir ibret vesikası olarak okunduğunda, nerede hata yaptığımız daha net anlaşılacak, hataların telafi edilmesinin yolu aranacaktır. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

10 Şubat 2015 Salı

Duanın Adabı ve Sünnetullah

Dua kelimesi; kulun Allah(c.c)'den olan isteklerini, O'na sesli olarak bildirmesi anlamında kullanılmaktadır. Kur'an'da bu yönde bize bir takım usul ve adaplar öğretilmiştir. Ancak klasik din kitaplarına baktığımızda "dua adabı" başlığı altında, akıllara zarar şartların konulduğuna da şahit olmaktayız. Adap adına edepsizliğe kadar varan adaplara(!); aslında duanın kabulu için değil, duanın kabul olmaması için gerekli şartlar demek daha doğru olacaktır.

Dua etmeyi, Mehmet Akif'in deyimiyle "Allah(c.c)'yi (haşa) bir yanaşma ve ırgat haline getirmek" şeklindeki anlayışın tipik örneklerini sergileyen Müslümanlar, bunun sonucunda duaların kabul olmadığını görünce Allah(c.c)'yi suçlamakta ve O'na karşı isyankar bir tutum almaktadır. Allah(c.c), "Sünnetullah" adını verdiğimiz bir takım yasalar koymuş ve kendisine yapılan duanın, bu yasalara uyularak yapıldığında gerçekleşeceğini yaşanmış canlı örneklerle sunarak bizlerin de aynı yolu izlemesini istemiştir.

Örnek verecek olursak; Bedir ve Uhud savaşlarında Müslümanlar galip gelmek için Allah(c.c)'ye mutlaka dua etmişlerdir. Ancak Bedir'de galibiyet, Uhud'da ise yenilgi ile sonuçlanan bu savaşlarda, duanın Uhud'da neden kabul edilmediği, Uhud savaşının kritiğinin yapıldığı ÂL-İ İMRAN Suresi ayetlerinde açık seçik okunmaktadır.

Klasik din kitaplarında "dua adabı" başlığı altında yazılanlara baktığımızda; gördüğümüz şartlar üzerinde durarak nasıl bir yanlış içinde olduğumuzu görelim.

Dua ile pratik hayatı birbirinden ayıran bu tür şartlar kişiyi miskin bir hale sokarak çalışmasını engellemektedir.

Adap yapılan adapsızlıkların başında duaya "Peygamberimiz'e salavat" ile başlanması gerektiği yönündeki şart gelmektedir. Salavat getirmek meselesi ayrı bir konu olup bunu "AHZAB Suresi 56 Ayeti ve Salavat Kültürü" başlıklı bir yazımızda ele almaya çalışmıştık.

Klasik din kitaplarındaki düşünceleri tasvip edenler için bu düşüncemizin Peygamberimiz'e çok ağır bir hakaret içerdiği akla gelecektir. Ancak Muhammed(a.s)'ın O'nun kulu ve elçisi olduğu düşüncesini sadece dilde değil pratikte de uygulayanlar için bu düşüncemiz ters gelmeyecektir. Allah(c.c), kendisine dua ederken kim olursa olsun araya katılmamasını, aracıya gerek olmadığını defaatle beyan etmesine rağmen yapılan duaların veya salavatların önce Peygamberimiz'e arz edildiği yalanına inananlar, maalesef O'na salavat getirmedikçe veya O'nun yüzü suyu hürmetine istenilmedikçe duaların kabul olunmayacağı yalanlarına inandırılarak, bunun tersi bir işlemin Peygamber düşmanlığı olduğuna inandırılmışlardır.

[002.186] Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.

BAKARA 186 ayetinin beyanına göre; kullarına YAKIN olduğunu haber veren Rabbimiz, bunu haber vermekle uzak olmadığını, uzak olduğunu sananların bu uzaklığı kaldırmak için araya aracılar koymasına gerek olmadığını, bu aracı Peygamber dahi olsa doğru olmadığını, bu tür bir işlemin adının ŞİRK olduğunu bildirmektedir.

[039.003] İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: «Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.» Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.

ZÜMER 3 ayetini okurken; "Bu ayet müşrikler için inmiş" diyerek kendimize herhangi bir pay çıkarmadığımız için "Allah'a daha çok yaklaştırsınlar" diye başta Peygamber(a.s) ve veliliği kendilerinden veya müritlerinden menkul zatları araya koymakta herhangi bir besi görmediğimiz gibi, duanın kabul şartı olarak görmek ŞİRK'in en katmerlisidir.

DEMEK OLUYOR Kİ DUANIN NE BAŞTA GELEN ŞARTI; ARAYA BİRİNİ KOYMAK DEĞİL, ARAYA KİMSEYİ KOYMAMAKTIR.

Bu bağlamda "yüzü suyu hürmetine" şeklinde çokça kullanılan ifadenin; araya birini koymak olarak bilinmesi gerektiğinde fayda vardır. Birçok Müslüman'ın, sanki birilerinin yüzü suyu hürmetine istenmedikçe Allah(c.c)'nin duaları kabul etmeyeceğine dair olan yanılgısı, dua etme konusunda yapılan büyük hatalardandır.

Böyle bir istememe şeklinin, sanki Peygamber'e hakaret anlamı taşıdığı gibi bir düşünce doğru olmayıp, asıl hakaret ve yanlış bu tür bir isteme şeklindedir. Peygamber'i sevmek demek, onu Allah(c.c) ile aramıza koymak değil, onu bu şekil bir düşünce içinde anmaktan uzak tutmak olmalıdır.

Dua adabı olarak öğretilen şartların içinde, dua yapılacak yerin kutsal bir mekanda yapılmasının kabul oranını yükselttiği(!!!) vardır. Bu adab(sızlığ)a uymak için, özellikle çocuklarının imtihan günü öncesi "bilmem ne baba türbeleri" önünde birbirini çiğneyenlerin yaptıkları dua değil; maalesef bir şirk ayininden öteye geçmemektedir.

Duanın belirli gün ve gecelerde yapılmasının kabul oranını yükselteceği iddiası da yapılan yanlışlardandır. Kandil geceleri adında ihdas edilen ve Hıristiyanlık özentisinin bir ürünü olan bu geceler, dua etmeyi sadece belli zamana hapseden ve olayı sadece bir ritüele dönüştüren adapsızlıklardandır.

Duanın adaplarından bir diğeri de "Esma-ul Husna" yani Allah(c.c)'nin güzel isimleri ile O'na dua etmektir. Bu adap yanlış anlaşılmakta ve sadece o isimleri tekrarlayarak duanın kabul olacağı zannını oluşturulmaktadır. Halbuki Allah(c.c) kuluna yardım etmeye söz vermiştir ancak bu sözün yerine gelmesi, o kulun bir takım şartları yerine getirmesi ile karşılık bulacaktır.

Hasta olan bir kul elini açıp sadece "Yâ şafi" (Ey şifa veren) şeklinde dua ederek, tedavi olmak şeklindeki yapılması gerekenleri yapmadıkça şifa bulamaz. Elini açıp bu şekilde dua etmesi, Allah(c.c)'ın şifa veren olmasının gereğinin yerine getirilmesinden sonra olabilir.

Hasta olduğunda şu sure, şu dua veya şu salavat şeklindeki paket duaların tümü Sünnetullah'a aykırı dualar olup, yerine getirilmediğinde kulun Allah'a olan isyanının artmasına sebep olmaktadır.

Duada yapılan adapsızlıklardan bir tanesi de "Ya Rabbi bizleri ...... ile imtihan eyleme" şeklindeki hitaplardır.

[002.155-156] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde derler ki; «Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz.»

BAKARA 155-156 ayetlerinde bu şekilde buyuran Rabbimiz'in bu beyanına karşı "biz bunları istemiyoruz" anlamına gelen bu şekil hitaplardır. Allah(c.c); kulun istediği imtihanı değil, kuluna istediği imtihanı göndermek hakkına sahiptir. Kula düşense; bu imtihan gereğini yerine getirmek olmalıdır. Rabbimiz'in bu tür siparişlere tabi olmak gibi bir durumu olmadığını asla unutmayalım.

Müslümanlar olarak yaptığımız en büyük yanlış; Allah(c.c)'nin ayetlerini sadece Mushaf içinde aramak ve içindeki ayetleri bazı dertlere deva olan ayetler bellememizdir. Halbuki Allah'ın ayetleri sadece Mushaf içindekiler değil, yarattığı herşeydir. Bu bağlamda hastalığa şifa için kullanılması gereken tedavi usulleri de onun ayetlerinden olup, tedavi için önce bunları okumak yani uygulamak gerekmektedir.

Hasta olan bir kişi bunları okumayıp sadece "Ya Şafi" diye dua ettiğinde, binlerce kere söylese dahi hastalığı iyileşmeyecek ve sonunda ölüp gidecektir. Sünnetullah'tan haberi olmayan bir kişi de "bu kişi Allah'a bu kadar dua etti ama Allah onun duasını kabul etmedi" diyerek suçu Allah'a yükleyecektir. Halbuki suç; duanın adabını yanlış bilerek sebeplere sarılmayan kuldadır.

İşleri kötüye giden veya rızık darlığı çeken kişi, aynı şekilde Sünnetullah yasalarına uymadan "Ya Rezzak" (Ey rızık veren) diye akşamlara kadar dua edip rızkını temin için çalışmaz ise, istediği rızık gökten başına asla düşmeyecektir.

Bundan birkaç sene önce, dini yayın yaptığını zannettiğimiz bazı televizyon kanallarında "Sır Kapısı" adı altında bir takım dizileri hepimiz hatırlarız. Bu dizilerde Sünnetullah'a aykırı olarak bazı kimselere yapılan iyilikler, gerçek hayatta aynı durumda olan diğer insanların "bana da neden yapılmıyor? Allah'ın torpilli kulları mı var?" şeklinde itirazlara sebep olmuştur. Bu programları yapanlar sebep oldukları yanlış düşüncelerin farkında bile olmadan, sadece reyting kaygısı içide bunları yapmışlar ancak bir sürü insanı isyana ve küfre sürüklemişlerdir.

Dua adabını Kur'an'dan öğrenecek olursak şunları söylemek mümkündür;
  1. Dua ederken, araya Peygamber(a.s) dahi olsa kimseyi koymamak,
  2. Özel mekan ve özel gece şeklinde bir düşünce içinde olmamak,
  3. Sünnetullah olgusuna, yani Allah(c.c)'nin duanın kabulu için koyduğu evrensel yasalara uymak. Bu yasalara örnek verecek olursak; hasta olduğumuzda tedavi imkanlarına tabi olmak, rızkımız daraldığında genişlemesi için gerekli olan çalışmaları yapmak, düşman işgaline uğradığımızda düşmana beddua seansları yerine düşmanın silahı ile silahlanıp ona misli ile karşı koymak.
Bunlara "fiili dua" demek mümkündür. "Kavli Dua" şeklindeki yakarışlarımız "fiili dua"nın ardından gelmelidir ki dualarımızın kabul oranı yükselsin. Aksi takdirde yaptığımız dualar suyu akmayan bir çeşmeye avucumuzu uzatıp, suyun akmasını beklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

Gelenekçi kesimde bu tür hatalar mevcut olup, kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak tanımlayan bir kısım insanlar tarafından duanın sonunda "amin" demenin, eski Mısır'ın "Amon" adlı tanrısından geldiği şeklinde iddialar ortaya atılarak suni gündemler peşinde koşulmaktadır. Bu konuyu "Amin demek şirk midir?" başlıklı bir yazı ele almaya çalıştığımız için kısa kesiyor, bu tür tartışmaları adapsızlığın diğer uçtaki yansımaları olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyoruz.

Sonuç olarak; kulun Rabbi'ne karşı olan acziyetinin ve ihtiyacının bir ifadesi olan dua, maalesef bir takım Kur'an dışı şartlara bağlanarak adap yerine edepsizlik haline getirilmiştir. Tevhid merkezli bir inancın, maalesef şirk merkezli bir inanç haline dönüşmesine sebep olan gelenekteki dua adaplarının içindeki bazı şirk unsurlarının acilen temizlenmesi gerekmektedir. Dua etmeyi hiçbir şey yapmadan Allah'ın verme mecburiyeti haline getirdiğimizden dolayı, yerine gelmediği zaman Allah'a karşı isyan içine girenler maalesef Allah'ın bizim yanaşma veya ırgatımız olmadığını unutmaktadırlar. Kur'an'ı hayat ile bağını kopararak okumanın tezahürlerinden olan dua adapsızlıkları şeklinde sıralanan şartlar, maalesef günümüz Müslümanlarında yaygın olarak mevcuttur. Sünnetullah olarak bildiğimiz yasalara uymadan yapılacak dualar, maalesef karşılığını bulmayacak, öncelikle "sebeplere tevessül" olarak bildiğimiz şartları yerine getirmek duanın ilk kabul şartı olarak bilinmeden yapılacak dualar kuru kuruya söylenen sözler olarak kalacaktır. Rabbimiz bizleri Sünnetullah'ın doğrultusunda dua eden kullarından kılsın.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.