Kimlerin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kimlerin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2016 Salı

Kur'anı Okumak Anlamak Anlatmak Kimlerin Tekelindedir ?

Son yıllarda Kur'anın Türkiye genelinde gündeme gelmeye başlamıs olması ile birlikte, bir takım yöntem sorunlarını da beraberinde getirdiğine şahit olmaktayız. Kur'anın, farklı yöntemler ile okunması sonucunda , bizleri birlik ve beraberliğe yöneltmesi gereken yegane kaynak olan bu kitap , ters bir işlev görerek ayrışmaya ve fırkalaşmaya sebep olan bir kitap haline gelmiştir.

"Bu durumun önüne nasıl geçilebilir?"  sorusu, herkesin kafasında cevabını arayan bir soru olarak önümüzde durmakta , fakat herkes kendi yöntemini öne çıkardığı için bir türlü bu fırkalaşmaların önü alınamamaktadır. Bu yazımızda , "Nasıl bir okuma yöntemi geliştirmek gerekir?" sorusunun değil , "Farklı okuma yöntemlerine sahip olanların birbirlerine karşı nasıl bir tutum izlemeleri gerektiği" üzerinde durulacaktır.

Şurası gayet doğaldır ki , herkes kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanarak , diğerlerinin de bu düşünce doğrultusunda bir Kur'an okuma metodu seçmesini ister. Ancak bu mümkün olamayacağına göre farklılıkların düşmanlığa dönüşmemesini gerektirecek yolların ortaya konulması gerekmektedir. 

Öncelikle eline Kuran alan hiç kimse , "Bu din benden veya bizden sorulur" havalarına girmemelidir. Kur'anı elinde tutanların hepsinin bilgi bakımından aynı seviyede olması mümkün olmamakla birlikte , böyle bir beklenti de doğru değildir. Kur'anı elinde tutmaya bizim ne kadar  hakkımız varsa , başkalarının da o kadar hakkı olduğunu düşünmek , bu konuda atılması gereken ilk adımdır. 

Kur'an hakkında konuşmak , hiç bir kişi , kurum , kuruluş , fırka , mezhep , alim v.s kişinin tekelinde olamaz. Bu tür tekel yüzlerce senedir uygulanmakta olup , bu tekelleşme ümmete "Benim alimim haklıdır" , "Benim Kitabım doğrudur" , "Benim fırkam naciye dir" gibi kavgalardan başka bir getirisi olmamış ve hala aynı kavgalar sürmektedir.

Bizler yüzyıllardır durmak bilmeyen bu kavgalardan rahatsız olanlar olarak , bu kavgaların önünün , bütün Müslümanların ortak kitabı olan Kur'anın ortaya konulması ile son bulacağını iddia ederek, Kur'anın gündem etmeye başladıktan sonra , bu kitabı en iyi bizlerin anladığını ve başkalarının bizim anladıklarımıza teslim olması gerektiğini düşünmek , eskiye daha kötü bir dönüş anlamına gelecektir.

Kur'an hakkında konuşmayı veya yazmayı , pazara mal getirmek şeklinde bir misal ile misallendirecek olursak ; Herkes söylediklerini veya yazdıklarını ortaya koyar, yani pazara getirir. Yazdıklarının veya söylediklerinin okunmasını istemek herkesin en tabii hakkıdır , buna kimse engel olamaz olmamalıdır. Ancak kişiler kendi mallarını pazarlamak yerine , başkalarının mallarını kötülemek durumuna giderlerse , haliyle pazarda kavga çıkacaktır. 

Bu düşüncemiz ,malının sevilmediği yani yazılarının veya düşündüklerinin yanlış olduğu düşünülen bir kimsenin eleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez. Elbette eleştiri olacak ve olması lazımdır , ama bunu yaparken küfür , hakaret , aşağılama , alay gibi üslubun kullanılması asla doğru değildir. 

Bir pazarda kendi malını satmak için uğraşmak yerine , başkalarının malını kötülemek için uğraşan satıcı , kendi malını da satamayarak evine eli boş olarak dönecektir. Bunda dolayıdır ki , herkes kendi malını satmak için uğraşabilir , defolu mal satan birisinin malının defosu gösterilebilir , ama o defoya rağmen bir kalkıp "Defolu da olsa ben bu mala talibim" dediğinde bizim o insana karşı defolu malı almaması için , zorlayıcı bir tarz kullanmamız yanlış olacaktır.

Şurasını asla unutmayalım ki , Kendisine Kur'an inmiş olan Muhammed (a.s) a önerilen tebliğ yolu bizler içinde geçerlidir. Kimse üzerine vekil olarak gönderilmediğimizin bilinci içinde yapılan tartışmalar , bizleri kin ve düşmanlıktan alıkoyarak , daha seviyeli bir diyalog ortamına sokacaktır.

Dün "Avam-Havas" şeklindeki ayrımın , bugün "Mektepli - Alaylı" şeklinde devam ettiğini görmekteyiz. Bir kısım doç , prof gibi etikete sahip olan mektepli şahsiyet , kendisi kadar okumamış  diploma sahibi olmamış kimselerin bu konularda söz söyleme yetkisi olmadığını iddia edip ,  onları aşağılayıcı tavırlar içine girerek , din alanda konuşma yetkisinin kendilerinde olduğunu gibi bir hava oluşturmaktadırlar. 

Elbette bu insanların bilgi kapasiteleri , diğer kimselere göre fazladır , ancak bu fazlalık o kişileri kibir ve gurur içine sürüklememelidir. Bazı insanların Kur'an hakkında söyleyip yazdıkları , elbette bu satırları yazanı da rahatsız etmektedir. Ancak bu rahatsızlık o kişilere karşı  hakaretvari bir üslup kullanarak onları kötüleme ve onların düşüncelerini mahkum etme hakkını kimseye vermez.

Kur'an hakkında konuşan herkes şunu bilmelidir ki , Kur'an hakkında konuştuğu her söz onun kendi bilgi seviyesinin bir sonucudur. Herhangi bir kimse, kendisinin konuştuğunun en doğru ve başkalarının bu konuda söylediğinin yanlış olduğunu iddia ederek , kendisini öne çıkarıp , diğerlerini yere batıran bir tarz içine girdiğinde sorunlar başlayacaktır.

Şurası asla unutulmamalıdır ki , kendisini doğru , başkasını yanlış olarak gören kimse , aynı şekilde bir başkası tarafından yanlış olarak görülecektir. Bundan dolayı , birisine yanlış demenin ortaya konan delilinden sonra işi uzatarak , olayı şahsileştirmeye gerek yoktur. Empati kurmak, yani kendisini karşısındakinin yerine koyarak düşünmek , bizleri bu konularda daha mutedil bir davranışa itecektir. 

Biz karşımızdaki bir kimseyi nasıl hatalı olarak görüyorsak , karşımızdaki de bizi aynı şekilde hatalı görmektedir. Hatalı veya eksik olabileceğimizi kabul etmeyerek , tek ve nihai doğrunun kendi tezimiz olduğunu savunmak , karşımızdaki kişi ile olan tartışma ortamını baştan yok edecektir. 

Farklı düşünceleri hazmetmenin zorluğunu , bu satırları yazan kişi kendi üzerinden şahit olduğu için , demesi kolay tatbiki zor durum olduğunu bilmektedir. Ancak Kur'anın kimsenin tekelinde olmadığı bilinci içinde olmak , ne kadar yanlış olduğunu düşünsek bile , ortaya atılan düşüncenin delilli olarak ret edilmesini gerektirir. Kimsenin düşüncesini sadece bizim gibi düşünmediği için ret etmeye kalkmak doğru bir yaklaşım değildir.

Sonuç olarak ; Kur'anı el kitabı haline getiren kişilerde önemli bir sorun olarak ortaya çıkan yöntem sorununun en aza indirilebilmesi için , öncelikle hiç kimsenin Kur'anı kendi malı saymaması ve herkesin bu kitap hakkında konuşabileceğini kabul etmesi gerekmektedir. Kendisinin veya hocasının bu konuda yetkili olduğunu söyleyerek , diğerlerini mahkum eden anlayışlar doğru olmayıp , bu tür yaklaşımlar fırkalaşmayı körükleyecektir. Fırkalaşmanın önünü almak için yola çıkanların , yolda fırkalaşmaları kadar yanlış ve hatalı bir yolun olamayacağı bir gerçektir. 

Kur'anın okumak , anlamak , anlatmak kimsenin tekeline alamayacağı bir alan olup , bu alanda herkes kendi çapında ve  bilgisi dahilinde sözler söylemeye hakkı vardır. Hatalı olduğunu düşündüğümüz sözler ve yaklaşımlar , Kur'anın önerdiği yol dahilinde eleştirilerek , doğru olduğu düşünülen fikirler söylenebilir. Kimseye kendi düşüncemizi kabul etmediği için hakaret , aşağılama gibi tavırlar Müslümana yakışan tavırlar değildir.

RABBİMİZ BİZLERİ , KENDİMİZİ VEYA HOCAMIZI ÖNE ÇIKARAN ANLAYIŞLARDAN BERİ KILSIN.

1 Eylül 2015 Salı

Allah (c.c) Kimlerin Dualarını Kabul Eder ?

Kişinin sıkıntıya düştüğü anda, bu sıkıntılarını gidereceğini düşündüğü yüce bir varlığa "Dua" şeklindeki yakarışı fıtri bir olgudur. Biz Müslümanlar bu olguyu maalesef yanlış anlayarak, her el açışımızda yaptığımız duanın kabul olacağı veya olması gerektiği gibi bir düşünce içine girerek , merhum şair Mehmet Akif'in deyimiyle, Allah (c.c) yi haşa ırgat ve yanaşma gibi bir duruma düşürmekteyiz. 

Her gün binlerce Müslüman "Allahım kafirleri hak ile yeksan et, onlara ebabil göndererek başlarına taş yağdır" diye veya herhangi bir hacetinin giderilmesi için dua etmekte fakat bu dualar neden kabule şayan olmamaktadır? sorusu zihinleri kurcalamaktadır.

Bu gün Dünya üzerinde en fazla zulme uğrayan topluluk olarak, biz Müslümanlar göze çarpmaktayız. Bu zulmün nedenleri bir tarafa , bu zulümden kurtulmak için verdiğimiz çabaların , ettiğimiz duaların boşa çıkması, kabul edilmemesi karşısında takkemizi, sarığımızı önümüze koyup, "Nerede yanlış yapıyoruz" şeklinde düşünmenin zamanı geldi ve geçmektedir. 

Allah (c.c) bir çok ayetinde, kendisine sıkıntılı anında dua eden kullarının yardımına koştuğunu ve onlara yardım ettiğini beyan ederek , bizlerin sıkıntılı anında ona dua ettiğimiz zaman yardıma koşacağını vaat etmektedir. 

Şu anda Müslümanlar olarak en sıkıntılı zamanlarımızdan birini yaşamaktayız ve namazlarımızın ardından ellerimizi havaya açıp, bu sıkıntılardan kurtulmak için yardım istememize rağmen böyle bir yardım gelmemektedir. Allah (c.c) bize yalan bir vaatte bulunmadığına göre , bu yardımın gelmeme ve dualarımızın kabul edilmemesinin sebebini araştırmak ve kabul olacak dualar etmek gerekmektedir. 

Allah (c.c) kimin duasını ve nasıl bir duayı kabul eder ? 

Yaptığımız en büyük hata, İsrailoğulları gibi kendimizi seçilmiş özel bir kul topluluğu zannederek "Yetişşşşş" dediğimiz zaman emre amade bir İlahımız olduğunu zannetmemizdir.

[005.018] Hem Yahudiler, hem de Hıristiyanlar «Biz Allah’ın evlatları ve sevgilileriyiz.» dediler. De ki: «Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız sebebiyle cezalandırıyor?» Hayır, bilakis siz O’nun yarattığı birer beşer topluluğusunuz. Allah dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan her şeyin hakimiyeti Allah’ındır. Dönüş de O’na olacaktır.

Allah (c.c) nezdinde İsrailoğulları dahil ve biz Müslümanlar dahil , "Seçilmiş Kul" statüsüne sahip ayrı bir kul gurubu yoktur. Bu durumu, İsrailoğullarının  seçilmişlik iddialarının red edildiği ayetlerde görmekteyiz. Onların bu iddiaları, biz Müslümanlara  sirayet ederek şımarık çocukların yaptığı "Babam en çok beni seviyor" kavgasına benzer bir kavga Yahudiler ile Müslümanlar arasında yapılmaktadır. Şayet bu gün yeni bir kitap gelmiş olsa, sadece hitap edilen kitlenin ismi değişerek "Müslümanlar" olur ve aynı yanlışa bizlerinde düştüğü haber verilerek ayağmızı denk almamız istenirdi. 

Müslümanların dua hakkındaki yanlış tasavvurları, İslam düşmanı olan kesimin eline kozlar vererek, "Hani sizin Allahınız mazluma yardım ederdi size neden etmiyor?" gibisinden sözlerle bizleri alaya almaktadırlar. İslam düşmanı kesimin ve biz Müslümanların büyük çoğunluğunun dahi bilmediği, kendimiz bilmediğimiz için o İslam düşmanı kesime anlatamadığımız ve bazılarımızın onların bu tür iğvalarına kapılarak Allah (c.c) den şüphe etmesine sebeb olan durum şu dur ; 

ALLAH (C.C) YARDIM ETMEYİ BELİRLİ YASALARA BAĞLAMIŞTIR , BU YASALARI UYGULAYAN KİM OLURSA OLSUN MÜ'MİN VEYA KAFİR FARKI GÖZETMEKSİZİN YASALARA TABİ OLAN HER KULUNA YARDIM EDER.  Bu yasaları bu gün kendisine "Kafir" dediğimiz insanlar uyguladığı için Allah (c.c) onlara yardım etmektedir.

Kur'anda ki yaşanmış hayat örnekleri bizlere, Allah (c.c) nin yardımının kurallarını öğretmekte ve bu kuralların nasıl işleyeceğini göstermektedir. Yaşamış olan elçilere yapıldığı söylenen yardımlar, hak ediş neticesinde gerçekleşmiş ve hak etmeyen kimseye Müslüman olsa dahi bu yardım gerçekleşmemiştir.

"Kavli Dua" ve "Fiili Dua" deyimleri , bildiğimiz deyimler olup , bu deyimler etle tırnak misali birbirinin ayrılmaz  parçasıdır. Dua nın "Kavli" olan kısmını alıp, "Fiili" olan kısmını yapmadığımız ve Allah (c.c) nin sadece el açıp amin demekle dualarımızı kabul edeceği zannı, bizi Dünya hayatında büyük bir gerileme ve mazlum durumuna düşürüp, kafirlerin şamar oğlanı haline getirmiştir. 

Kafir dediğimiz insanlar, fiili olarak "Allahım bizi kafirler topluluğuna karşı muzaffer et" şeklinde dua ederek, yani kafir olarak gördükleri bizlere karşı Allah (c.c) den yardım istemektedirler. Onlar bu duayı bizler gibi havaya el açarak yapmamakta , fiili olarak yaptıkları dua ile yani bizleri alt etmek için gerekli siyasi , ekonomik , askeri v.s çalışmalar yapmaktadırlar. Bu fiili duaları Allah (c.c) tarafından kabul edilerek yaptıkları çeşitli araç ve gereçler ile üzerimize saldırarak bizleri perişan etmektedirler. 

Allah (c.c) bu kafirlerin yaptığı zulme elbette rıza göstermemektedir , ancak koyduğu yasalar gereği, kim çalışır gayret ederse ona yardım edeceğini vaad eden Rabbimizin bu vaadini maalesef kafirler hak etmişlerdir. Mazlumlara karşı yapmış oldukları bu zulümler , hesap günü onlara ebedi cehennem olarak geri dönecektir. Allah (c.c) onlara sadece "Ey Rabbimiz bizlere Dünyada ver" şeklinde dua ettikleri için  Ahirette onlara herhangi bir nasip vermeyeceğini Bakara s. 200. ve 202. ayetlerinde bildirmektedir. 


Dua etmek kuru kuru bir istek anlamına gelmemelidir, kul Rabine dua ederken , yaptığı dua aslında o kulun fiili olarak yapması gerekenleri şuur altına yerleştirme olayıdır. 


"Allahım bizi narı Cehennemden azad eyle bizi Cennet bahçelerinde gezdir" şeklinde yapılan duanın kabulu için , gerekli olan amellerin yapılma şartı vardır. Cehennem den azat edilmek veya Cennete dahil edilmek için, gerekli olan amelleri yapmadan sadece el açıp dua etmek yeterli değildir. Bu tür dua etmek, kişiyi bunun gereğini yapmak şeklinde bir amel içinde olması gerektiğine dair ona bilinç kazandırması gerekmektedir. 

Aynı şekilde Dünya hayatımızda herhangi bir ihtiyacımız için yaptığımız dua , o sıkıntımızı gidermek için çalışmak ve çalışırken de bizi yaratan ve üstün güç sahibi olanın gücünü arkamızda hissetmemiz demektir. İhtiyacımız için gerekli olanları yapmadan "Armut piş ağzıma düş" misali istekler havada kalmaya mahkumdur. 

Piyasada satılan ve sadece cahillerin paralarını almaya yönelik, kabul garantili sırlı dua kitapları, maalesef bu konuda nasıl hazırcı bir yapı ve cehalet içinde olduğumuzun göstergesidir. Dua konusu kendisini uyanık sanan din tüccarlarının elinde, böyle hazırcı cahil Müslümanları aldatarak para kazanma vesilesi olmuştur. Para vererek aldığı kabul garantili sırlı dua kitabındaki duaları okuyarak isteklerinin kabul edilmediğini gören bir kısım insan bu sefer isyan içine girerek , Allah (c.c) ye karşı isyankar bir tutum içine girmektedir. 

Müslümanların dua ile ilgili olarak genel bilgisi , duanın sadece dil ile olduğu , nasıl yapılması gerektiği konusu ise, başlarken Muhammed (a.s) a salavat getirmek gibi araya aracı koymak kabilinden yanlışlıkları kapsaması ayrı bir garabet durumdur. Böyle bir bilgi alt yapısı içinde olanları kandırmak kolaylaşarak kabul garantili  yerlere ve kişilere !! koşmaktadırlar. 

"Sünnetullah" denilen yasalar çerçevesinde bir işleyişe sahip olan dua konusu , biz Müslümanlar tarafından sadece mistik bir ritüel olarak algılandığı müddetçe içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmamız mümkün değildir. 

"Allah benim dualarımı kabul etmiyor" şeklindeki sözler hatayı kendisinde değil haşa Allah (c.c) de arayanların sözleridir. Kişi önce "Ben nerede hata yaptım" diye düşünerek hatayı kendisinde aramalıdır , sonraki aşamada kabule şayan olacak duanın şartlarını öğrenerek şartlara uygun bir dua etmelidir.

Sonuç olarak ; "Allah kimlerin dualarını kabul eder?" sorusunu başlık yaptığımız yazının cevabı olarak şunları söyleyebiliriz. Allah (c.c) bir kulun kendisine yaptığı duayı kabul etmek için koymuş olduğu yasaların uygulanmasını şart koşmuştur. Allah (c.c) kimsenin ırgatı ve yanaşması değildir , o kişi ona "yap" dediğinde hemen yapsın. Allah (c.c) nin bir şeyi yerine getirmesi isteniyorsa , önce isteyen kişinin bazı gerekleri yerine getirmesi gerekmektedir ki Allah (c.c) bu isteği yerine getirsin. Allah (c.c) katında "Torpilli kul" şeklinde bir kategori bulunmayıp bütün kulları aynı derecede eşittir. 

Bir kafir çalıştğı takdirde , "Bu kulum kafir ona vermeyeyim" demez , veya bir Müslüman yattığı yerden isteyince "Bu kulum özel ona istediğini vereyim" asla demez. İsrail , AB.D gibi müstekbir devletler amaçlarını gerçekleştirmek için ellerini havaya kaldırıp dua etmek yerine "Fiili Dua" dediğimiz yöntemi seçerek ,amaçlarını gerçekleştirmektedirler. 

Bu noktadaki yaptıkları hata, sadece Dünya merkezli isteklerinin gerçekleşmesi yolunda çalışmaları olup Ahireti düşünmeden yaptıkları  zulümler elbette karşılıksız kalmayacaktır. Sünnetullah dediğimiz yasalar duaların kabul olmasında en önemli etken olup bu yasalar gereği herhangi bir hacetimiz ile ilgili olarak çalışma yapılmadan sadece istek bazında kalan dualar kabul edilmemeye mahkumdur. Rabbimiz bizleri duaları kabul olunması için gerekeni yapan kullarından kılsın . 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.