Namazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Namazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Temmuz 2017 Salı

Süleymaniye Vakfı'nın Kur'an'ı Anlama Yöntemi, Bu Yöntemin Adetli Kadının Namazı İle İlgili Görüşlerindeki Değişimi Üzerinden Eleştirisi

Süleymaniye Vakfı  sitesinde, sayın Erdem Uygan tarafından kaleme alınan, Kur'an Üzerinde Bireysel Olarak Çalışmanın Yanlışlığı isimli makalede, sayın Mehmet Okuyan hocanın Ademe secde edilmesi ile ilgili ayetlerin çevirisi konusundaki görüşleri eleştirilerek, Okuyan hocanın böyle bir hataya düşmesinin sebebi ortaya konulmaktadır.

Sayın Uygan'ın, Okuyan hocanın Üscudu li Ademe ibaresinin Ademe secde ediniz şeklinde çevrilmesinin yanlış olduğu, bu ibarenin Adem için secde ediniz şeklinde olması gerektiğine dair görüşüne karşı getirdiği eleştirinin haklı olduğunu öncelikle söylemek istiyor, ve Uygan'ın bu konudaki düşüncelerine katıldığımızı belirtiyoruz. Sayın Okuyan hocanın ortaya koyduğu bazı düşüncelerini tek ve nihai doğrular olarak sunmasının, aynı konudaki kendi görüşünün haricinde olan farklı görüşleri mahkum eden bir üsluba sahip olmasının hatalı bir davranış olduğu, bu düşüncesini ortaya koyduğu bazı konular hakkında yazmaya çalıştığımız bazı yazılarımızda dile getirmiştik. 

Ancak bizim yazımızda merkeze alacağımız konu, sayın Uygan tarafından ortaya konulan Okuyan hocanın düştüğü hatanın sebebi üzerinde olup, Uygan tarafından dile getirilen Kur'an'ı anlama yönteminin, Süleymaniye Vakfı'nın önerdiği Kur'an'ı anlama yöntemi ile örtüşmesi nedeniyle, vakfın bu söyleminin içerdiği bazı hatalara dikkat çekmeye çalışmak olacaktır. 

Sayın Uygan yazısına ilahiyat camiasındaki bir çok akademisyenin Kur'an'ı tek başına anlama yoluna gittiklerini, bu yöntemin ise yanlış olduğunu söyleyerek başlamakta, Kur'an'ı tek başına anlamanın yanlışlığına, Hud s. 1. ve 2. ayetlerini delil olarak sunarak, Allah'ın böyle bir çalışmaya cevaz vermediğini iddia etmektedir.

Yazısına Kur'an'ı anlama çalışmasının ekip halinde yapılması gerektiğini öne sürerek devam eden Uygan, bu iddialarını Kur'an ayetleri ile delillendirmekte, Müzzemmil suresi ilk ve son ayetlerini bu iddiasına dayanak yapmaktadır.

"Bu ayetlerdeki emri bir ekiple çalışarak yerine getirdiğini aynı surenin son ayetinden öğreniyoruz" 
diyerek "Senin ve seninle beraber olanlardan bir kısmının, gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini uyanık geçirdiğini Rabbin elbette biliyor"  şeklindeki Müzzemmil suresi 20. ayetinin bir kısmını vermek sureti ile Muhammed (a.s) ın ekibi ile birlikte Kur'an'ı anlama çalışması yaptığını söylemektedir. 

Ancak Uygan'ın bu konuda kaçırdığını veya hesaba katmadığını düşündüğümüz, aynı ayetin devam eden bir cümlesi daha vardır.

"Gece ile gündüzün ölçüsünü koyan Allah’tır. Sizin bunu tam başaramayacağınızı bildiği için yüzünüze baktı (da işinizi kolaylaştırdı). Artık Kur'ân’ı kolayınıza geldiği zaman[*] okuyun"

Müzzemmil s. 20. ayetinin bu cümlesi, Uygan'ın Muhammed (a.s) ın Kur'an'dan hikmeti çıkarmak için ekip halinde çalışması gerektiğine dair bir emir olduğunu iddia ettiği ilk ayetlerdeki emrin hafifletilmesi ile alakalıdır. Sayın Uygan sadece ayetin kendi işine yaradığını düşündüğü kısmını alarak, bir nevi Bektaşi okuması yapmıştır Şöyle ki;

Yukarıda mealini verdiğimiz Müzzemmil s. 20. ayetinin cümlesi, aynı surenin ilk ayetlerinde Muhammed (a.s) a verilen "Ey içine kapanan kişi! Az bir kısmı dışında gece kalk! Ya gecenin yarısı kadar ya yarısından biraz az, ya da yarısından fazla bir süre kalk da Kur'ân'ı yavaş yavaş ve düşünerek oku!"  şeklindeki emirden onu muaf hale getirmektedir. 

Bu ayete Uygan'ın gözlüğü ile baktığımız zaman, Muhammed (a.s) ekip çalışmasından muaf tutulmakta veya Kur'an'ı anlama çalışmasında kendisine eskiye nazaran biraz daha kolaylıklar tanınmaktadır. Fakat Uygan, ortaya koyduğu iddiasını çürütebilecek olan ayet cümlesini makalesine almamak sureti ile parçacı bir okuma yöntemi ortaya koymuştur. 

Kur'an'ın ekip çalışması ile daha iyi ve güzel anlaşılacağı iddialarına katılmakla beraber, bu ekip çalışmasının Kur'an ayetleri ile desteklenmeye çalışılarak Allah'ın emri olduğu, tek başına yapılan çalışmaların ise Allah'ın onaylamadığı bir yöntem olduğu iddialarına katılmadığımızı hatırlatmak isteriz. Çünkü Uygan'ın ortaya koyduğu iddialarına mesnet olarak getirdiği ayetler, kendisi tarafından yorumlanmak sureti ile ortaya konmuş ayetler olup, bir başkası çıkıp o ayetleri başka bir şekilde yorumlayarak ekip çalışması ile alakası olmadığını iddia edebilir. Yoruma açık olan ayetler üzerinden yapılan çıkarımları mutlaklaştırmak sureti ile nihai sonuca vardığını iddia etmek, maalesef Kur'an ile hemhal olduğunu iddia eden birçok kimsenin sorunudur.

Sayın Uygan makalesine Okuyan hocanın düştüğü hatanın sebebini anlatarak devam etmektedir. 

"Kanaatimizce çok sevdiğimiz ve ilmine güvenip değer verdiğimiz, Kur’an üzerine yaptığı çalışmalarından her vesile ile istifade ederek bu uğurdaki cihadını her şekilde desteklediğimiz değerli hocamızın bazı konularda Kur’an’dan onay almayacak sonuçlara ulaşmış olması tek başına çalışmayı tercih etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu şekilde Allah’ın Kur’an’ı anlama metodunu doğru uygulayabilmesi, çok istese de mümkün olamaz. Çünkü doğru olduğunu düşündüğü bir konuda kendisine itiraz edecek, uyaracak ya da onun göremediği bir başka açıdan, bir başka ayetle konuya bakmasını sağlayacak bir ekibi bulunmamaktadır"

Uygan, Okuyan hocanın hataya düşme sebebini tek başına çalışmaya bağlamaktadır. Uygan'ın ekip çalışması ile Kur'an'ın anlaşılması gerektiği iddiası kişisel bir iddia olmaktan çok, Abdülaziz Bayındır hoca ve Süleymaniye vakfının yıllardır dile getirdiği bir anlama yöntemi olarak bilinmektedir. 






Yukarıdaki iki videonun birisinde sayın Bayındır hoca, adetli kadının namaz kılamayacağını söylerken, diğer videoda adetli kadının namaz kılabileceğini söylemektedir. Yani Bayındır hoca zaman içinde adetli kadının namaz kılamayacağı görüşünden geri dönerek, adetli kadının namaz kılabileceğini iddia etmektedir.

Ekip çalışması yöntemi ile çalışarak Kur'an'ın doğru biçimde anlaşıldığını iddia etmek demek, Kur'an'dan çıkarılan hükümlerin Allah'ın muradı olduğunu iddia etmek anlamına da gelmektedir. Süleymaniye vakfının, Allah'ın emrettiği yöntem olduğunu iddia ettiği ekip çalışması yaparak adetli kadının namaz kılamayacağını yıllar boyunca dile getirmelerinin ardından, bu görüşlerini değiştirerek adetli kadının namaz kılabileceğini iddia etmesi, ekip çalışması ile yapılan Kur'an araştırmalarından çıkan sonuçların ne derece sağlıklı olabileceğini de göstermesi açısından ilginçtir.

Burada şu noktayı önemle hatırlatmak isteriz ki, Bayındır hoca ve Süleymaniye Vakfı'nın adetli kadının namaz kılamayacağı yönündeki yanlış görüşünden dönerek, adetli kadının namaz kılabileceğini iddia etmeleri, her alimde görmek istediğimiz fakat göremediğimiz, takdir edilecek olumlu bir davranıştır. Bizim Bayındır hoca ve vakfı eleştirme sebebimiz eski görüşlerinden neden döndükleri değil, ekip çalışması ile en doğru hükmü bulduklarını iddia ettikleri halde, aynı konuda aynı ekibin zaman içinde taban tabana zıt çıkarımda bulunabilmeleridir.

Yıllar önce adetli kadının namaz kılıp kılamayacağı konusunda yaptıkları ekip çalışmasında, adetli kadının namaz kılamayacağı hükmünü çıkaran sayın vakıf, yıllar sonra aynı ekip ve ekip çalışması ile, adetli kadının namaz kılabileceği hükmünü çıkarabilmiştir. Okudukları Kur'an aynı oldukları halde o Kur'an'ın yıllarca adetli kadının namaz kılamayacağını söylediğini iddia edenler, yıllar sonra yine aynı kitabın adetli kadının namaz kılabileceğini söylediğini iddia etmeleri, Allah'ın emri olduğunu iddia ettikleri ekip çalışması yönteminin doğru hüküm çıkarma konusunda pek para etmediğini göstermektedir. 

Çünkü aynı kitabı ekip olarak değil de, tek başına okuyarak adetli kadının namaz kılabileceği hükmünü çıkaranların sayısı bilindiği üzere az değildir. Hatta bu kimselerin bazıları Bayındır hocaya sahip olduğu bu görüşünden dolayı yaptıkları itirazlarda hocadan azar dahi işitebilmiştir.

Mesele demek ki Kur'an'ı ekip çalışması ile okumak değil, ekip veya ferdi çalışma ile olsa da Kur'an mantığını doğru kavrayabilmek, kişilerin din adına ortaya attığı görüşlerinde hata veya kesiklik payı bırakabilmesidir. Bayındır hoca neden sahip olduğu görüşünden döndüğü konusunda kendisine sorulan soruya cevap olarak,  her zaman bu konudaki çalışmalarını sürdürdüklerini söylediğini, yani nihai görüşünün bu yönde olmadığını söylediğini ifade etmektedir.

Sayın Bayındır hocanın net olarak Biz bu konuda hata yaptık şimdi hatamızdan dönüyoruz demek yerine, lafı döndürüp dolaştırmaya çalışması, başka konularda net ve kesin ifadeler kullanarak, Ben demiyorum Allah böyle diyor dediğini hatırlayan kimseler pek için inandırıcı olmayacaktır.

Uygan makalesinin devamında, Kur'an'ın kişisel yorumlara açık olmadığını, hiç kimsenin Kur'an'ı yorumlama yetkisi olmadığını şu şekilde dile getirmektedir; 

"Hikmet doğru hüküm anlamına gelir. Bir konuda sadece bir adet doğru sonuç olabilir. Allah’ın gösterdiği Kur’an’ı anlama metodu, her konuda işte bu tek doğru sonuca varmak için uygulanmak zorundadır. Bu da Kur’an’ın kişisel yorumlara açık olmadığı anlamına gelir. Diğer bir deyişle ilmimiz, ünvanımız, kariyerimiz, mevkimiz ne olursa olsun hiç birimizin Kur’an ayetlerini yorumlama yetkimiz yoktur."

Sayın Uygan'ın makalesindeki "Bir konuda sadece bir adet doğru sonuç olabilir cümlesini, vakfın adetli kadının namazı konusundaki düşünce değişimi çerçevesinde düşündüğümüzde, Doğru sonuç diye sunulan veya iddia edilen bir şeyin asla olamayacağı, olsa olsa DOĞRU OLDUĞU DÜŞÜNÜLEN, VEYA DOĞRU OLDUĞU İDDİA EDİLEN SONUÇ olabileceği anlaşılmaktadır. 

Çünkü dün doğru sonuç olarak sunulan adetli kadının namaz kılamayacağı düşüncesi, bugün yanlış sonuç haline gelmiş, dün yanlış sonuç olarak görülen adetli kadının namaz kılabileceği düşüncesi ise, bugün doğru sonuç haline gelmiştir. 

Şayet Uygan'ın iddia ettiği gibi bir konuda sadece bir adet doğru sonuç olabilir ise, vakfın aynı konuda birbirine taban tabana zıt görüşleri farklı zamanlarda DOĞRU olarak serdetmiş olması nasıl izah edilebilir?. Uygan böyle bir cümle sarf etmekle vakfın adetli kadının namazı konusunda yaptığı çıkarımları hiç dikkate almadığını göstererek, bir nevi vakfın ayağına kurşun sıkmaktadır. Uygan şayet vakfın adetli kadının namazı konusundaki değişimlerini dikkate almış olsaydı, böyle bir cümleyi asla sarf edemezdi.

Uygan'ın yukarıdaki paragraftaki ortaya attığı 2 iddianın üzerinde durmak istiyoruz. 

1-  Kur'an kişisel yorumlara açık değildir.
2- Hiç kimsenin Kur'an ayetlerini yorumlama yetkisi yoktur. 

Sayın Uygan ortaya attığı bu iki iddiayı kendisi bile çiğneyerek makalesinin başında verdiği ayetleri ekip çalışmasının farziyetine delil olarak sunmak sureti ile yorumlayarak kendisi ile çelişkiye düşmüştür. 

Bir ayetin kişisel yorum olarak görülmemesi için, kişinin o ayet hakkındaki görüşünün doğruluğu hakkında Allah'tan bir vahiy alması gerekmektedir ki kişi, Ben demiyorum Allah böyle diyor diyebilsin, hiç bir beşerin artık böyle bir imkanı olamayacağına göre, Uygan da dahil herkesin ayetler hakkında öne süreceği görüşleri kendi indi görüşleridir, ve bu görüşlerin doğru veya yanlış olma ihtimali her zaman mevcuttur.

Yukarıdaki 2 iddiayı yine adetli kadının namazı konusu üzerinden düşündüğümüzde, ortaya çıkan manzara gerçekten akıllara zarardır. Kişisel yoruma açık olmayan ve kimsenin ayetlerini yorumlamaya yetkisi olmadığı iddia edilen kitabın bir ayeti üzerinden taban tabana zıt çıkarımlar yapmanın adının ne olduğunu, Uygan ve Süleymaniye Vakfı ekibine soracak olursak acaba nasıl bir cevap alabileceğiz.

Şayet Kur'an Uygan'ın iddia ettiği gibi kişisel yorumlara açık olmayan bir kitap ise neden Süleymaniye vakfı bir konuda farklı zamanlarda iki farklı iddia ortaya atabilmektedir?. Adetli kadının namaz kılamayacağı ve kılabileceği konusunda farklı hükümler çıkaran vakıf, bu farklı hükümleri neye göre vermiştir?.

Şayet Kur'an kişisel yorumlara açık değilse neden Süleymaniye vakfı adetli kadının namazı konusunda neden birbiri ile zıt iki farklı hüküm ortaya atabilmiştir?.

Süleymaniye vakfı adetli kadının namazı konusunda bal gibi de kişisel yorumlarını ortaya koyarak birbirine zıt iki hüküm meydana çıkarabilmiş. Eğer bu hükümlerden herhangi birisinin Allah'ın hükmü olduğunu iddia edecek olurlar ise, adetli kadının namaz kılabileceği veya kılamayacağı konusunda hangisinin Allah'ın hükmü olduğunu bize söylemelidirler.

Uygan tarafından ortaya atılan bu iddialar Uygan'ı ve bunu destekleyenleri şu noktaya getirmesi açısından korkunç neticeleri olan bir iddiadır. 

 BİZİM HERHANGİ BİR KUR'AN AYETİ HAKKINDA ORTAYA ATTIĞIMIZ DÜŞÜNCE BİZİM ŞAHSİ YORUMUMUZ OLMAYIP, ALLAH'IN BU KONUDAKİ MURADIDIR.

Böyle bir iddia ortaya atmak, veya bu iddiayı çağrıştıracak bir iddia ortaya atmaya kalkmak, hiç kimsenin haddi değildir.

Sayın Uygan ve Süleymaniye Vakfı ekibine bu noktada bazı hatırlatmalarımız olacaktır. 

Kur'an ayetleri hakkında yaptığınız çıkarımlar ve ortaya attığınız düşünceler, tek ve nihai doğrular asla değildir. Herhangi bir ayet ve konu hakkında yaptığınız çıkarım ile ilgili olarak söyleyebileceğiniz tek söz ancak, Bu konudaki bizim düşüncemiz bu dur şeklinde olabilir. Adetli kadının namazı konusunda düştüğünüz yanılgı sizler için bir tecrübe olmalıdır. Çünkü bugün doğru olarak gördüğünüz bir konu, sizin için yarın yanlış olarak görülebilir. Ortaya attığınız görüşleri tek ve en doğru olarak gördüğünüz, şayet yarın o görüşlerinizden geri dönmek zorunda kaldığınız takdirde, bunu izah etmeniz mümkün olmayacaktır.

Ayrıca yaptığınız çıkarımları tek ve nihai doğrular olarak sunmanız, sizi Allah adına konuşan kişiler haline getirir ki bu yetki sadece elçilere verilmiş Muhammed (a.s) ile son bulmuş, ondan sonra da Allah adına konuşan bir başka kimse gönderilmeyecektir. Elçi Muhammed (a.s) şayet hata yapacak olursa onun bu hatası vahiy ile uyarılmakta idi. Sizin yapabileceğiniz bir hata size vahiy inerek uyarılmayacak, dolayısı ile muhtemel bir hatanızı insanlara Allah'ın bu konudaki hükmü olarak sunarak vebal altına gireceksiniz.

Ortaya attığınız Kur'an'i çıkarımlarda daha esnek ve daha mütevazi davranmaya çalışmanız, sizleri insanların gözünde daha saygın bir kişi kurum olarak görülmesine vesile olacaktır. Ortaya attığınız Kur'an'i çıkarımları Alem buysa kral biziz tarzında sunmaya çalışmanız ise, sizleri insanların gözünde itibarsız bir duruma düşürecektir.


20 Mart 2017 Pazartesi

Kur'an Av Köpeğinin Nasıl Yetiştirileceğini Yazıyor mu? (Kur'an'da Namazı Bulamayanlara)

Yazımızın başlığını okuyanların Böyle soru mu olur, Kur'an'da böyle şeyler yazar mı? şeklinde itirazlarının olması gayet doğaldır. Yazımıza böyle bir başlık atma sebebimiz, Kur'an içinden böyle bir sorunun cevabını aramak değil, Kur'an'da her şeyin teferruatlı olarak bildirildiği iddiası üzerinden, namazın Kur'an'da teferruatının bildirilmemiş olmasına dayanılarak,
Kur'an'da namaz yoktur iddiasının ortaya atılmasının, ne kadar tutarlı bir iddia olduğunu ele almaya çalışmaktır.

[005.004] Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: «Bütün temiz şeyler size helal kılındı.» Allah'ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanlarının yakaladıklarından da -üzerlerine Allah'ın adını anarak- yiyin. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.

Maide s. 4. ayetinde, kendilerine neyin helal olduğunu soranlara verilen cevabın içindeki, "Allah'ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanlarının yakaladıklarından da" cümlesinde, Allah (c.c) nin insanlara av için köpek yetiştirmeyi öğrettiğini beyan etmiş olduğunu görmekteyiz. 

Şimdi bu konuyu Kur'an'da her şey teferruatlı şekilde var diyen, namazın nasıl kılındığının Kur'an'da teferruatlı olarak anlatılmamış olduğundan yola çıkarak namazı ret eden, hatta bu ibadeti şirk olarak niteleyen, bazı kimselerin mantığı üzerinden incelemeye çalışalım.

Dikkat edilirse ayet içinde avcı köpekler için, Allah'ın size öğrettiği gibi ifadesi kullanılmaktadır. Bu kimselere bu öğretmenin teferruatının Kur'an'ın neresinde olduğu sorulacak olsa, haklı olarak böyle bir teferruatın olmadığı söyleyeceklerdir, zaten Kur'an'da böyle bir bilginin olması da beklenemez. Yine bu kimselere, Peki bu insanlar köpek eğitmeyi nasıl öğrendiler? diye soracak olsak, bu bilginin insanlığın ortak hafızasının bir ürünü olduğu, bu ayete ilk muhatap olan insanların, kendilerinden önce yaşamış insanların bilgi birikiminin bir sonucu olarak, avcı köpek yetiştirmeyi bildikleri söyleyecekler, ve bu söylediklerinde de kesinkes haklı olacaklardır.

Evet Kur'an'ın ilk muhatapları avcı köpek yetiştirmeyi, binlerce senedir devam eden insan neslinin tecrübi bilgiler sonucunda sahip olduğu ve ortak hafıza haline gelmiş bilgi birikimlerinin bir sonucu olarak bildikleri için, Kur'an avcı köpeklerin nasıl yetiştirileceği konusunda herhangi bir bilgi vermemiş, zaten böyle bir bilgiyi vermesi de beklenemezdi.

Kur'an 1500 sene önce Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan insanlara inerken, bu insanlar yeryüzünde ilk olarak yaratılan, hiç bir şeyden habersiz yaşayan insanlar değildi. Bu insanlar binlerce yıldır yeryüzünde yaşayan insanlık ailesinin, Arap yarımadasında yaşayan fertleri idi. Bu insanların sahip oldukları bilgiler, kendilerinden önce yaşamış olan insanların, binlerce yıldır çeşitli evrelerden geçerek öğrendiği tecrübi bilgilerden başka bir şey değildi. 

Av için köpek yetiştirmek, binlerce yıllık geçmişi olan insanlığın sahip olduğu tecrübi bilgilerden bir tanesi olup, Araplar da bu bilgiler yolu ile av köpeği yetiştirmeyi bilmekteydiler. Binlerce yıllık insanlık ailesinin fertleri olan Mekke ve Medine'de yaşayan insanlara inen Kur'an içindeki bilgiler, bu insanların daha önce hiç duymadıkları, ilk defa Muhammed (a.s) ın ağzından dökülen ayetler sayesinde öğrendikleri bilgiler hiç değildi.

Kur'an'da namaz olmadığı iddiası içinde olan kimselerin asıl sorunu, Kur'an'ın ne liği konusunda sahip oldukları bilgilerin problemli olmasıdır. Bu kimseler, Mekke ve Medine'de yaşayan insanların yeryüzünde yaşayan ilk insan topluluğu, Kur'an'ın insanlar için inen ilk kitap, Muhammed (a.s) ın ise ilk peygamber olduğu gibi bir düşünce içinde Kur'an'a yaklaşım sergiledikleri için, bazı konularda vardıkları sonuçların bir çoğu da bu yüzden problem arz etmektedir.

Böyle bir yaklaşım içinde Kur'an'ı okuyan bu kimselerde, bugün insanlar tarafından ifa edilen namaz ibadetinin detaylarının Kur'an içinde olması gerektiği zannı hakim olduğu için, namaz ibadetinin detaylarının Kur'an'da verilmemiş olmasının, böyle bir ibadetin Kur'an'ın emri olamayacağı düşüncesini doğurmuştur.

Bazı Kur'an ayetlerinin bağlam ve bütünlük gözetilmeden okunması sonucunda yanlış anlaşılması, bu kimselerin sahip oldukları kanıyı güçlendirdiğini zannetmelerine de sebep olmaktadır. 

Enam s. 38. ayetinde BİZ KİTAP'TA HİÇ BİR ŞEYİ EKSİK BIRAKMADIK cümlesindeki KİTAP kelimesinin Kur'an'ı kast ettiği düşüncesi, bu kimselerin düştükleri en büyük yanılgılardan bir tanesidir. Bu ayet içindeki kitap kelimesinin Kur'an'ı işaret ettiğini düşünen kimseler, Demek ki bu kitapta hiç bir şey eksik değilmiş namaz anlatılmadığına göre öyleyse namaz diye bir şey de yoktur diyerek, büyük bir hataya düşmektedirler.

El Kitap kelimesi, Kur'an içinde en fazla geçen kelimelerden bir tanesi olup, geçtiği ayet içinde anlamını bulan bir kelimedir. Bu kelime bazı yerlerde Kur'an'ı işaret etmesine rağmen, Kur'an içinde geçtiği bütün ayetlerde Kur'an anlamına gelmez. Enam s. 38. ayetinde geçen bu kelime, Allah (c.c) nin ilmini ifade etmekte, ve hiç bir şeyin bu ilmin dışında olmadığını ifade etmektedir.

Kur'an ilk defa yaşam sahasına inen insanlara hitap eden bir kitap olmadığı için, bu kitap içinde her şeyin detayını aramak doğru bir yaklaşım değildir. Kur'an'ın eksiksiz olduğunu iddia etmek için bağlam ve bütünlük gözetmeden bir okuma yaparak eksik olmadığına dair delil bulduğunu zannetmek ise hiç doğru bir yaklaşım değildir.

Kur'an'ın namaz adı ile bildiğimiz ibadetin detaylarını vermemiş olmasının sebebi, bu ibadetin ilk defa Mekke ve Medine'de yaşayan insanlara, Muhammed (a.s) a nazil olan Kur'an tarafından emredilmemiş olduğundan dolayıdır. Kur'an nazil olmadan önce bu ibadet, insanlar tarafından bilinen ve icra edilmekte idi. Bu ibadetteki asıl problem şekillerinde değil, kime karşı icra edileceğinde idi. Kur'an bu ibadetin icra ediliş şeklini vaz etmek için değil, Allah (c.c) dışındaki putlara karşı yapılmasından dolayı insanların şirk içine düştüklerini, bu ibadetin yapılması gereken tek ve yegane ilahın Allah (c.c) nin kendisi olduğunu yeniden hatırlatmak için gelmiştir.

Bu noktada, Bu ibadetin önceden bilindiğine ve icra edildiğine dair olan bilginin kaynağı nedir? sorusu sorulacak ve cevabı istenecektir. 




Kur'an'da namazın olmadığını iddia edenler, bu ibadeti müşrik ibadeti olduğu gerekçesi ile ret ettiklerini öne sürmektedirler. Bu iddialarına sundukları delil ise, arkeolojik bulgularda ele geçen, namazın şekillerini icra eden insan heykelleridir. Salim bir akılla düşünen insan için bu heykeller, namazın insanlığın kadim bir ibadeti olduğuna dair en büyük görsel delili teşkil etmektedirler. Arkeolojik bulgular ile Kur'an arasında bağ kurmasını iyi bilen bir kimse için, bu bulgular, namazı ret etmek için değil kabul etmek için delil olabilecek önemli bulgulardır.

Bizim namaz adı ile bildiğimiz ibadet şekilleri insanlığın tarih boyunca icra ettiği ritüellerden olup, asıl mesele onun şeklinde değil, bu şekilsel ibadetin kime karşı yapılması gerektiği noktasında, yani özünde düğümlenmektedir.

İnsan, fıtratında kendisinden yüce olduğuna inandığı varlığa karşı tazimde bulunmak gibi özelliğe sahip olarak yaratılmıştır. İnsan, tarihin bazı zamanlarında kendisinde bulunan bu özelliği nasıl kullanacağı yönünde sapmalar göstermiş, Allah (c.c) bu sapmalara karşı doğru olanı göstermek için tarih boyunca elçiler ve onlarla beraber kitaplar göndermek sureti ile yanlışlara karşı onları uyarmıştır.

Kur'an'ın nüzulü öncesi Mekke, bu sapmaların yaşandığı bir şehir olarak tarih sahnesinde yer alan şehirlerden birisidir. Kur'an bu şehirde yaşayan insanlara, içinde bulundukları şirk inancının onları nereye götüreceğini haber vermek sureti ile yanlışlarına karşı uyarmış, doğruları hatırlatmıştır. Bizim namaz olarak bildiğimiz, Kıyam-Rüku-Secde'den müteşekkil olan ritüel, Arap toplumunda insanlığın ortak hafızasının bir ürünü olarak icra edilen ibadetlerden bir tanesidir. 

Mekkeliler tarafından icra edilen bu ibadet, bilinen formları ile uygulanışı Allah'a değil, ona ortak koştukları putlara has kılınmak sureti ile şirk bulaştırılmış bir hale sokulmuş olmasından dolayı, Kur'an bu konu üzerinde yoğunlaşmış, insanların bu yanlıştan nasıl kurtulacaklarına dair bilgiler vermiştir. 

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın yanlışlığı.

Bu hataları yaşamış bir insan olarak, Kur'an konusunda yaptığımız ilk yanlış, geleneğin hatalarına karşı çıkmakta kullandığımız argümanlar ve üsluptur. Yıllar önce elimize ilk Kur'an aldığımız zaman, Kur'an'ın anlattığı din ile, diğer kitapların anlattığı din arasındaki farkı gördüğümüzde, hepimizin gözleri fal taşı gibi açılmış, geleneğe karşı amansız bir savaş başlatmıştık. Yıllar geçtikten sonra, geleneğe karşı açtığımız bu savaşta stratejik hatalar yaptığımızı fark ederek, bu hataları telafi etmek yoluna gitmeye çalışmamıza rağmen, bizim tekrarladığımız hataların aynısının tekrarlandığını gördüğümüz için, bazı uyarılar yapmanın gerekli olduğuna inanmaktayız.

Gelenekteki din algısının yanlış olduğu düşüncesini aynen korumakta olduğumuzu hatırlatarak, Kur'an üzerine kuracağımız din algısının değişmesi gerektiği üzerinden yola çıkarak, bu kitabın önce ne ve nasıl bir kitap olduğu konusunda yeniden bir düşünce arayışlarına girdik. Geleneksel din anlayışının Kur'an'ın önüne geçirdiği kitaplara yönlenmeden bu kitabın doğru anlaşılmasının yolunun yine kendi içinde olduğunu gördük.

Yaptığımız ilk ve önemli hata, Kur'an'ın 1500 sene önce Arap yarımadasında yaşayan, ve binlerce yıllık insanlık tarihinin fertleri olan bir topluluğa inmiş olduğu gerçeğini ıskalamış olmak idi. Geleneksel din algısını ret edelim derken nerede durulması gerektiği bilmeden, geçmişe ait önümüzde ne var ne yok süpürerek büyük bir hata içine girmiş olduk. Birde bunlara yaşadığımız hayat içinde gördüğümüz dindar bir hayat yaşayan, fakat dinleri onları kötülüklerden alıkoymamış Müslümanları gördüğümüzde, onlar gibi olmamak adına, bazı dini ritüelleri inkar etmeyi bir görev saymayı ilave edince her şey tamam oldu sandık.

Nazil olduğu toplumun yaşam gerçeklerini hesaba katmadan okunan bir Kur'an, bir çoğumuzu tatmin etmeyerek, deizme hatta ateizme kaymasına sebep oldu. Çünkü okuduğumuz kitabın hitap ettiği İlk Muhataplar olarak isimlendirebileceğimiz bir kitlesi vardı, ve ayetler önce bu kimselerin yaşadığı sosyokültürel ortam dikkate alınarak nazil olmuştu. Bu durumu dikkate almayan okumalar yapmamızın sonucunda Kur'an'da bir çok hata bularak !!! bu kitabı ret eden insanlara şahit olmanın acısını hala içimizdedir.

Kur'an'ın belirli kişiler tarafından anlaşılacağı iddiasına karşılık, bizlerin bu kitabı herkesin anlayacağı iddiası, dürüst ve samimi bir iddia olmasına rağmen, nasıl anlaşılacağı konusunda yaptığımız yöntem hataları, bugün namaz, oruç, hac, kıble gibi hayati kelimeler üzerinde tartışmalar yapmamızı beraberinde getirmiştir. 

Kur'an'ın çağlar üstü tevhidi merkezli mesajı şayet doğru anlaşılmış olsaydı, bugün bunları tartışmak yerine insanların şirk batağından nasıl kurtulabileceğine dair çözümler üretmeye çalışarak, elçilerin yolunun yılmaz bir takipçisi olabilirdik.

Böyle bir öz eleştiriyi neden yapmak ihtiyacı duyduk?. 

İnsanlar sahip oldukları bilgileri birbirlerinden öğrenerek hayat yolunda ilerlerler. Tecrübi Bilgi dediğimiz şey, insanların binlerce yıldır deneme yanılma yolu ile öğrendiği ve bir sonraki nesillere aktardıkları bilgidir. İnsanlar kendilerinden öncekilerin sahip oldukları bilgilerin üzerine ilaveler yaparak bugüne gelmişlerdir. Tekerleğin icadından itibaren başlayan ve binlerce yıldır süren insanlığın sahip olduğu bilgiler, bizleri bugüne getirmiştir. Bugün sahip olunan bilgilerin üzerine yeni bilgiler konulmak sureti ile insanlar yeni bilgilere kavuşacak bu süreç kıyamete kadar böyle devam edecektir. 

Bizde geçmişte yaşadığımız tecrübeleri aktarmaya çalışarak, bizim yaptığımız hataları başkalarının tekrarlamamasını amaçlayarak, Kur'an adına sahip olacağımız bilginin daha doğru nasıl elde edilebileceği konusundaki düşüncelerimizi elimizden geldiğince aktarmaya çalışmaktayız 


Sonuç olarak; Kur'an'ın nazil olduğu sosyokültürel arka planın dikkate alınmamak sureti ile anlaşılmaya çalışılması, beraberinde bir takım yanlış çıkarımlara sebep olmuş, bu yanlışların başında ise, insanlığın kadim ibadeti olan namazın müşrik ibadeti olduğu sonucuna varılmıştır. 
Bu ibadetin müşrikler tarafından icra edilmesinin sebepleri eğer dikkatlice araştırılmış olsa idi, bu iddianın ne kadar tutarsız bir iddia olduğu anlaşılabilirdi. Kur'an nazil olduğu toplumdaki yanlış inançları doğruya kanalize etmek için inen bir kitap olduğuna göre, müşrikler tarafından icra edilen namazın nasıl doğru bir şekilde icra edileceğini de öğretmektedir. 

Namazın şeklinin Kur'an'da tarif edilmemiş olmasının sebebi, bu ibadetin şeklen müşrikler tarafından önceden beri ifa ediliyor olmasındandır. Bu noktada asıl sorun namazın şirk bulaştırılmış olarak ifa ediliyor olmasındadır. Kur'an bu yanlışı düzelterek, şirk eylemi olarak icra edilen bir ritüeli tevhit eylemi haline çevirmiştir. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


30 Aralık 2015 Çarşamba

"Bana Kur'andan Namazı Göster" Diyenler

Yazımıza başlık olarak aldığımız söz , din konusunda tartışma yapan 2 guruba mensup olan insanların söylemi olarak  dillerde dolanmaktadır. 1. gurup "Bana Kur'andan namazı göster" diyenler , "Ehli hadis" düşüncesinin etrafında buluşanlar olup , "Yalnız Kur'an" diyerek rivayetler konusunda daha dikkatli ve bu rivayetlerin Kur'an ile sağlaması yapılması gerektiğini savunanlara karşı geliştirilmiş bir söylem olarak onların dilindedir. 

2. gurup "Bana Kur'andan namazı göster" diyenler ise, "Yalnız Kur'an" söylemine sahip bir kısım insan olup (Yalnız kur'an diyenlerin hepsini genellemediğimizi hatırlatmak isteriz), bu gurupta olanlar ise, Kur'anı daha önceki bilindikleri veya yaşanan hayatı dikkate almadan , bu gün inen bir kitap olarak okuyarak , bazı kelimelere yeniden anlam bindirmeye çalışarak , özellikle bu kelimelerden bir tanesi "Salat" kelimesi olup ,bu kelimenin bildiğimiz namazı kapsamadığı , Kur'anın namaz kılmayı emretmediğine dair söylemlerle yaptıkları tartışmalarda bu tür sözleri ortaya atmaktadırlar. 

Bu yazımızın konusu , birbirine zıt 2 gurubun, ortak olan bu söylemini değerlendirmeye çalışmak üzerine olacaktır. 

1. gurup "Bana Kur'andan namazı göster" diyenler ; 

Bu guruptaki insanlar, dinlerini rivayetlerin belirleyiciliğinde anlamaya çalıştıkları için , Kur'anı öne çıkarmaya çalışan insanlarla olan tartışmalarında , "Namaz" olarak bilinen ibadetin Kur'anda olmadığı , bu ibadetin esaslarının hadislerde olduğu , dolayısı ile hadisler olmadan namaz kılınamayacağını iddia ederek, bu söylemi dillerine dolamışlardır. 

Hadisler olmadan namaz kılınamaz mı ?. 

Kur'anın geçmişi silmeden inen bir kitap olduğu bilgisinden yoksun olmak , her 2 guruba mensup olanların ortak noktası olarak göze çarpmaktadır. 1. gurup insanların zihninde , namaz ibadetinin Muhammed (a.s) ile başladığı , hatta Cibril'in Kabe de Muhammed (a.s) a namazı öğrettiği rivayetleri doğrultusundaki düşünceler yaygın bir şekilde mevcuttur. 

Bu guruptaki insanların en büyük hatası , Kur'an içinde geçen "Salat" kelimesinin anlamını sadece namaza bağlamış olmalarıdır. Rivayet kitaplarında namaz ile ilgili bilgilere baktığımızda, hayatın sadece namaz kılmak ile geçirmek gibi bir şarta bağlı olduğu gibi bir düşünce ile dini bir söylem geliştirmeye çalışıldığını görebiliriz. Allah (c.c) ve elçisine atılmış bir iftira olan miraç hadisinde 50 vakit olarak farz kılınan namazın , pazarlıkları sonucu 5. vakite indirilmiş olması bu düşüncenin nasıl bir boyuta vardığının göstergesidir. 

1. gurup insanlar , "Yalnız Kur'an" diyen insanlar ile tartışırlarken , sadece hadisleri savunmak amacı ile , Kur'anda namazın olmadığını iddia etmeleri ,bu gurupta olanların da Kur'anın arka plan tarihi gibi bilgilerinden ne kadar yoksun bir halde olduğunu göstermektedir. 

Namaz dediğimiz ibadetin ana rükünleri olan "Kıyam-Rüku-Secde" , insanlığın kadim ibadet şekilleri olarak Mekke müşrikleri tarafından da ifa edilmekteydi. Çünkü onlar da diğer insanlar gibi, yüce olarak bildikleri putlar önünde , o putlara olan saygılarını, insanlığın ortak ritüelleri ile ifade etmekteydiler. Onların bu ibadeti ifa ediş şekilleri aynı olmasına karşın, bu ibadeti yaptıkları Allah (c.c) değil , ona yaklaştırdıklarını umdukları putlar olup , olayı yanlış bir hale sokan durum yapılan bu ritüellerin adresinin yanlış olmasından kaynaklanmakta idi. 

Olayı bu boyutun üzerinden düşündüğümüz zaman , namaz ibadeti ilk defa emredilen ve bilinmeyen bir ibadet değil , şirk bulaşmış bir ibadet olarak icra edilmekte idi , Kur'an bu ibadeti şirk olmaktan çıkararak tevhidi bir boyutu getirmiştir.

Hadis taraftarlarının , hadisleri savunmak için kullandıkları "Bana Kur'andan namazı göster" sözü , Kur'anın gerçekleri ile örtüşmeyen bir iddia olup, hadisi öne çıkarmak için ortaya atılmış bir söylemdir , Kur'anın böyle bir ibadeti emretmediği iddiasını beraberinde getirerek , bu ibadeti Muhammed (a.s) ihdas ettiği gibi bir iddiayı beraberinde getirebilme tehlikesi açısından, böyle bir söylem hatalar barındırmaktadır. 

Namazın nasıl kılındığı Kur'anda değil hadislerde mevcuttur , hadisler olmazsa nasıl namaz kılardık ?. 

Bu söylem yine namaz denilen ibadetin Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman içinde bilinmediğini ve bu ibadeti ilk olarak Muhammed (a.s) ın ta'lim ettirdiği gibi bir düşüncenin ürünüdür. Halbuki Muhammed (a.s) Mekke şehrinde yaşayan bir insan olarak, elçi olduğu zamana kadar elde ettiği bir takım bilgiler  mevcuttur. Namaz bu bilgilerin içinde olan bir ibadet şekli olup , elçi olmadan önce bildiği namazın aynısını , elçi olduktan sonra devam ettirmiştir.

Muhammed (a.s) ın namaz olarak ibadeti bilmesi ile bunu uygulayıp uygulamadığı konusunu , Kabe nin putlarla dolu olması ve Mekkelilerin bu putlara olan ta'zimini dikkate alarak değerlendirecek olursak , onun bu ibadeti icra etme konusunda müşrikler ile aynı duruma düşme korkusu ile geri durmuş olabileceğini söyleyebiliriz.

Burada yapılan hatalardan birisi , namazı bu günkü ilmihal bilgileri içinde değerlendirerek, aynı formda olduğu gibi bir düşünce içinde olunmasıdır. Bu gün Muhammed (a.s) gelerek yaşadığı zamanda nasıl namaz kıldığını gösterse belki bir çoğumuz ona "Böyle namaz mı olur" şeklinde bir itirazda bulunmamız mümkündür. Muhammed (a.s) namaz kılarken , elinin ayağının , geometrik olarak nasıl olacağından çok , bu namazın tevhidi bir duruş olduğunu öne çıkararak eda etmekte olduğu bu gün bir çoğumuzun aklına bile gelen bir husus değildir. 

Namaz konusunda yapılan tartışmalar işin sadece fıkhi boyutu üzerinden yapılarak, elin hizası , nereden bağlanması gerektiği , işaret parmağının ne söylerken kalkacağı v.s gibi tapınaklarda icra edilen bir ritüel haline getirilmiş ve , insanları kötülükten uzaklaştıramamış olması ,bir kısım insanın tefriti düşünceler içine girmesine sebep olmuştur.

Bugün hangi kişiye "Namazı nereden öğrendiniz" diye sorsanız cevabı ,"Falan hadis kitabına bakarak öğrendim" asla olmayacaktır. Namaz kılan herkes bu namazı binlerce yıldır insanların "Ameli tevatür" olarak ifade edebileceğimiz, ortak bilgi birikimlerinin birbirlerine aktarılması yolu ile öğrenmiştir.

2. gurup insanlara gelince ; Bu insanlar Kur'anda "Namaz" adı ile bilinen ibadet olmadığını , "Salat" kelimesinin böyle bir anlamı karşılamadığını , hatta bu ibadetin icra edilmesinin "Şirk" olduğunu iddia ederek tartıştıkları insanlara "Bana Kurandan namazı göster" diyerek itirazlarda bulunmaktadırlar.

Bu guruptaki insanların en büyük hatası , Kur'anın indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayan insanların sahip olduğu bir takım bilgilerin yanlışlığını hatırlatmak üzere inmiş olan bir kitap olduğunu hesaba katmamış olmalarıdır. 

Örneğin ; Hacc adı ile bilinen ibadet , İbrahim (a.s) dan beri bilinen ve icra edilen bir ibadet olarak Mekkeli müşrikler tarafından icra edilmekteydi. Bu ibadet esnasından kesilen kurbanlar tevhidi bir boyuttan uzaklaşmış bir biçimde , Allah (c.c) nin isminin dışında isimler anılarak ifa edilmekteydi. Kur'an şekilsel ibadet boyutunda , Muhammed (a.s) ile başlayan yeni bir tarz asla vaz etmemiş , daha önceki vaz edilen ibadetlerin şirk haline dönüşmüş olmasını eleştirerek , onları doğru bir yöne kanalize etmeye çalışmıştır.

"Kur'anda namaz yoktur" şeklinde bir söylem , kendi düşüncesini mutlaklaştıran bir söylem olması açısından bir takım hatalar içermektedir. Kur'anı eline alarak okuyan ve okudukları ile ilgili olarak yorum yapan herkesin yapmış olduğu yorum , kendi bilgisi dahilinde Kur'andan anladıklarıdır. "Kur'an kesin böyle diyor" şeklinde bir ifade hiç bir insana verilmemiş bir yetki olup , böyle bir söylem Allah (c.c) adına konuşmak anlamına gelmektedir. Bu tür konuşma yetkisi Muhammed (a.s) ile son bulmuş bir konuşma olup , biz gibi insanların söylemeleri gereken "Benim bu konudaki fikrim bu dur" şeklinde olmalıdır. 

İşlerine gelmeyen bir konu olduğu zaman Emevilere yüklenen bu insanlar (Emevileri savunduğumuz zannedilmesin), "Emeviler" diye bir iktidarı tarihi bilgilerden öğrenmelerini nasıl izah edebilirler. Eğer tek kaynak Kur'an ise neden tarihi kaynaklara müracaat etmektedirler?. 

Binlerce sene önce arkeolojik kalıntılarda bulunan bazı heykel ve resimlerin, namaz içindeki şekilleri ihtiva etmesi, bu düşünce sahiplerini mal bulmuş mağribi misali sevindirerek , "İşte bak namaz müşrik ibadeti imiş" şeklinde iddialarını daha yüksek sesle getirmelerine sebep olmuştur.Arkeolojik kalıntılardaki namaz kılan şekiller , aslında bu ibadetin kadim bir ibadet olduğunu göstermesi açısından önemli bir bulgu olup , bu düşünce sahiplerinin yanlışlarını ortaya çıkarmaktadır. 

"Abdest ayeti" olarak bildiğimiz , Nisa s. 43 ve Maide s. 6. ayetlerinin , Medine de nazil olmuş olması , namaz ibadetinin olmadığını savunanlar için joker olarak kullanılmaktadır. "Eğer namaz diye bir ibadet var ise , bu ayet inene kadar abdestsiz namaz mı kılındı ?" şeklinde bir soru ile zihinler bulandırılmaya çalışılmaktadır. 

İnsanların yaşamları içinde kuralları , yapmaları ve yapmamaları gerekenleri koyan Allah (c.c) eğer namazdan önce yapılması gereken bir kural koymamış ise bu kuraldan insanlar mes'ul değillerdir. İlgili ayetler inene kadar kılınmış olan abdestsiz namaz , abdest emri olmadığı için herhangi bir problem teşkil etmez. Maide s. 93. te içkinin yasaklamasından önceki içilenlerin herhangi bir vebal teşkil etmediği , yine Nisa s. 23 yasaktan önce yapılanlar konusunda herhangi bir vebal olmadığı beyanlarını dikkate aldığımızda , kişinin sorumluluğu, emri duyduğu anda başlamakta ve duymadan önce yaptıkları herhangi bir cezayı gerektirmemektedir. 

"Namaz" kelimesinin farsçadan gelmiş olması , bu kişilerce yine namazın ret edilmesini gerektiren bir delil olarak sunulmaktadır. "Namaste" kelimesinin , sanskritçe de "Saygı ile eğilmek" anlamına gelen bir kelime olması, yine bu ibadetin kadim bir geçmiş olduğunun açık bir delilidir. İllaki geçmesi gerekir diye bir ifade kullananlara , Nisa s. 43 ve Maide s. 6. ayetlerinde salat öncesi su ile yapılan işlemin adını sorsak "Abdest" olarak cevap verecek ve bu verdikleri cevap ise yine farsça dan gelen bir kelimedir.

Bir kavme mensup olan insanların , diğer bir kavme mensup olan insanlarla olan ilişkileri neticesinde dil alışverişi olduğu bir gerçektir. Bu gün türkçe dilini konuşurken kullandığımız bir çok kelime , Arapça , Farsça , Fransızca , İngilizce den dilimize geçen kelimeler olup, kimse bundan herhangi bir rahatsızlık duymamaktadır.

Belirli vakitlerde , abdest alınarak icra edilen ibadetin adının farsçadan veya herhangi bir yabancı dilden alınmış olmasında herhangi bir beis yoktur , bu ibadetin adı bizim dilimizde namaz değil de başka bir isim olsaydı, biz bu ibadeti o isimle anarak konuşacaktık . 

"Dil" kelimesini; "Bir toplumu oluşturan kişilerin düşünce ve duygularının , o toplumda ses ve anlam bakımından geçerli ortak ögeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan bir araç" olarak tarif edebiliriz.

Örneğin ; Türkçe dilinde "Ağaç" kelimesi ile ifade edilen, topraktan biten yeşil yaprakları ve dalları ve gövdesi olan bitkinin adı ağaç değil de, "Cam" olarak bilinseydi biz buna "hayır bu cam değil ağaç" diyemez o objeyi cam adı ile bilirdik , dalları , gövdesi , yeşil yaprakları olan bir şeye konulan isim eğer "Cam" olsaydı mesela biz ,"Camların yaprakları döküldü" diyecek ve bununla ne denilmek istendiğini o dili konuşanlar anlayacaktı. 

"Namaz" kelimesinin Farsça veya başka bir dilden olmasının önemi olmayıp , bizim o kelime ile ne anladığımız önemlidir. 

"Bana Kur'andan namazı göster" diyenlerin 2. guruba dahil olanları , Kur'anın detaylı olmasını içinde namazın ilmihal bilgilerine kadar varan bir detay içinde olması gerektiği şeklinde anlatarak , "Detay yoksa demek ki namaz da yoktur" diyerek işin içinden çıkmaktadırlar. 

Kur'an bize ayakkabımızı nasıl bağlamamız gerektiğini öğreten bir kitap değildir.

Kur'an yaşanmış hayatları anlatarak , yaşanan bir hayata hitap eden bir kitaptır. Hitap ettiği kitle , Kur'andaki hiç bir kelime veya hiç bir ayet ile ilgili olarak "Burada ne denilmek isteniyor?" şeklinde bir soru sormadan söylenilen sözü anında anlamıştır. Bizlerin hala "Salat" kelimesinin namazı kapsayıp kapsamadığı konusunda tartışmalar yapıyor olmamız , Kur'an ile olan bağımızın ne derece zayıf olduğunun işaretidir. 

Örneğin ; Maide s. 4. ayetinde "Allah ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanlar" ibaresi , bizlere insanlığın bilgi birikiminin Kur'anda nasıl kullanıldığının bir göstergesidir. Hiç kimse kalkıp "Köpek eğitimi ile ilgili ayeti bana göster" şeklinde bir ifade kullanamaz , çünkü bu eğitim usulü , insanlığın binlerce yıl önce geliştirdiği bir usül olup , Kur'an bu sistemi bilen ve kullanan insanlara hitap ederek bu eğitimin ayrıntılarını vermeye gerek duymaz. 

Sonuç olarak ; "Bana Kur'andan namazı göster" şeklinde söz kullanan 2 gurup , birbirleri ile her ne kadar zıt bir görünüş arz etmiş olsalar dahi ,  Kur'anın tarihi temellerini ret etmeleri veya bilmemeleri açısından aynı noktada birleşmektedirler. Kur'an bilinen ve yaşanan bilgiler üzerine bina edilmiş bir kitap olup , daha önce kimsenin bilmediği herhangi bir ibadet tarzı önermemiş , aksine bilinen ve uygulanan ibadet tarzlarını aslına döndürmeyi amaçlamıştır. 

Bizler Kur'anı daha dün inmiş bir kitap olarak okumaya çalıştığımız müddetçe bu tür sorunlardan kurtularak , onun önerdiği bir yaşam sürmemiz mümkün olmayacaktır.

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.